2007'den Bugüne 92,260 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!


Mesleki Anılar Kütüphanesi

TavsiyeEdiyorum.com üyesi uzmanların paylaştığı mesleki anılar kütüphanemize hoşgeldiniz. Üyelerimizin mesleki anılarını tarih sırasına göre aşağıda bulabilirsiniz. Eğer siz de site üyemizseniz, bu sayfada ilginç bir mesleki anınızı yayınlamak için ÜYE SAYFANIZ içinden MESLEKİ ANILAR bağlantısını seçiniz. Bu sayfada yayınlanan anılar yazarının isteği üzerine isimle veya isimsiz olarak yayınlanmaktadır. Tıp doktoru üyelerimizin anıları ise mesleki etik kuralları gereği her zaman isimsiz olarak yayınlanmaktadır.

Site Ana Sayfamıza Dönün - Tanıdığınız Bir Profesyonel Hakkında Tavsiye Yazın


Vet.Hek.Mehmet TABUR
İçel (Mersin)
Veteriner Hekim
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi1 kez tavsiye edildiİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : İskenderun’da Cerrahi ve Ortopedi Uzmanı Veteriner Hekim Mehmet Tabur Yönetiminde Başarılı Operasyon Yayın Tarihi : 01-01-1970 03:00
 
Hatay’ın İskenderun ilçesinde Akademi Veteriner Teşhis ve Tedavi Merkezi ekibi yörede sıkça rastlanan vakaya cerrahi müdahale gerçekleştirerek yapay anüs oluşturduğu bir günlük buzağıyı yaşama bağladı. İskenderun’da Cerrahi ve ortopedi uzmanı Veteriner Hekim Mehmet Tabur yönetiminde, Doğum ve jinekoloji uzmanı Veteriner hekim Alev Ülkü Veteriner Hekim Duygu Oy ve Veteriner Hekim Ali Kopar’dan oluşan ekip gerçekleştirdiği başarılı cerrahi operasyonlarla dikkat çekiyor. OPERASYON 3,5 SAAT SÜRDÜ Ekip, Osmaniye Toprakkale Tüysüz Köyünden acil getirilen ve anüsü oluşmamış bir günlük buzağı yaklaşık 3.5 saat süren başarılı operasyon sonucunda sağlığına kavuşturdu. DIŞKISINI KARNINDAN ATACAK! Bu hastalığın genelde çok nadir görüldüğünü, bölgede Üniversite Hastaneleri dışında sadece kendi merkezlerinde bu operasyonun gerçekleştirilebildiğini belirten Cerrahi ve ortopedi uzmanı Veteriner Hekim Mehmet Tabur “Bir günlük buzağının doğuştan anüsü (kakasını yapacak poposu hiç oluşmamış). Osmaniye'den kliniğimize geldi. Muayene sonucunda Atresia Ani et Recti (anüs deliği yok ve rectum'un gerisi tıkalı) teşhisimizi koyduk. 3.5 saat süren operasyon sonucunda yapay Anüs oluşturduk, hemen defekasyon başladı ve buzağı sağlığına kavuştu” dedi. BUDAĞI HOPLUYOR, ZIPLIYOR SÜT İÇİYOR Geç kalınmadan yapılan cerrahi müdahale ile yaşama bağlandığını aktaran Veteriner Hekim Tabur “Damar yolunu açtık. Sonrasında açtığımızda kalın bağırsağının kısa olduğu ve anüsünün hiç olmadığı doğuştan, bu tür hastalıklar 1000 buzağıdan bir tanesinde görülüyor. Yalnız bizim bu Hatay ve Osmaniye bölgesinde bu tür vakalar biraz yüksek, genetik olarak sanıyorum. Bugün 6. gün. Buzağımız gayet sağlıklı. Sütünü içiyor, hopluyor zıplıyor. Gayet güzel, başarılı bir ameliyat geçirdi. Gerçekten biz de çok mutlu oluyoruz bu şekilde hayvanları sağlığına kavuşturduğumuz zaman. Daha önce yaptığımız ameliyatlarda gözlemledik ki doğum bile yapıyorlar. Bu tarz ameliyatları biz kliniğimizde akademi veteriner tesis ve tedavi merkezinde İskenderun’da çok rahat bir şekilde gerçekleştirebiliyoruz” diye konuştu. 25.05.2014 19:06:57 http://www.iskenderun.org/haberdetails.isk?ID=26993#.VLflf9KsXp8 başlıklı yazının tüm hakları Veteriner Hekim Mehmet Tabur'a aittir ve yazı yazarı tarafından tavsiyeediyorum.com (http:/www.tavsiyeediyorum.com) Mesleki Anılar Kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Vet.Hek.Mehmet TABUR
İçel (Mersin)
Veteriner Hekim
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi1 kez tavsiye edildiİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : İki Günlük Buzağı, Ameliyatla Sağlığına Kavuşturuldu. Yayın Tarihi : 01-01-1970 03:00
 
Osmaniye’de, anüs yolu kapalı olarak doğan ‘Holstein’ cinsi iki günlük buzağı, ameliyatla sağlığına kavuşturuldu. Büyük Tüysüz köyünün eski muhtarı olan ve hayvancılıkla uğraşan Ömer Deprem, anüs yolu kapalı olarak doğan buzağısını ameliyat ettirerek sağlığına kavuşturdu. Köyün veteriner hekimi Bünyamin Akın, bu tür vakaların milyonda bir görüldüğünü, 13 yıllık meslek hayatında ise ilk defa böyle bir şeyle karşılaştığını belirterek, tedavisi süren yavrunun dışkısını artık sağ karın bölgesinde açılan yerden yapacağını ve sağlık durumunun her geçen gün iyiye gittiğini belirtti. Genelde anüs yolu kapalı doğumların olduğunu ve kalın bağırsaktaki kısalıktan dolayı böyle bir vaka ile karşılaşıldığını belirten Akın, “Buradaki imkanlar yeterli olmadığı için buzağıyı İskenderun’a gönderdik. Ameliyatı veteriner cerrahi doktor Mehmet Tabur ile asistanı Duygu Oy birlikte gerçekleştirdiler. 2,5 saat süren ameliyat sonrası hayvanın sağ tarafından yapay bir anüs açıldı” dedi. Bu hayvanın değerinin 500 lira, yapılan ameliyatın da 500 lira olduğunu söyleyen Akın, “Burada mangal gibi yürekli adam Ömer Deprem, cana önem ve değer verdiği için bu hayvanı aldı götürüp, ameliyat ettirerek hayata geri getirdi. Kendisinin bu hareketi gerçekten takdire şayan bir durumdur” diye konuştu. Hayvan üreticisi Ömer Deprem ise 4 yaşındaki ineğinin geçen yıl ikiz doğum yaptığını, bu yıl ise tek doğan dişi buzağının sıkıntısını erken fark ederek sağlığına kavuşturduklarını söyledi. Deprem, “Hayvan Sabah 8.30 sularında doğdu. Annesinin önüne bir süre bıraktık. Akşam saatlerinde buzağının sıkıntılı halini görünce takibine başladım. Hayvanın anüsünün olmadığını fark ettim ve hemen veteriner hekimi aradım. Sabah yapılan kontrolünde, kalın bağırsağının kısa olduğunun söylenmesi üzerine buzağıyı İskenderun’a götürdüm. Orada röntgen filmi çekildi ve ameliyatla düzeltilebileceği söylendi. Ayrıca yüzde 50 yaşama ihtimaline karşı biz şansımızı deneyerek ameliyat olmasını sağladık ve hayvanı o sıkıntıdan kurtardık. Her şey parayla ölçülmeyeceği için neticede o da bir canlı ve o sıkıntısını bile bile boğazını kesip atamazdım” şeklinde konuştu. Ameliyat sürecinden geçen buzağıyı gözünün önünden ayırmayan Deprem, ameliyat yerinin zarar görmemesi için buzağıyı annesinin yanına götüremediğini ve şimdilik elinden biberonla süt içirerek beslediğini söyledi. http://www.milliyet.com.tr/eski-muhtardan-ornek-hayvan-sevgisi-osmaniye-yerelhaber-208530/ başlıklı yazının tüm hakları Veteriner Hekim Mehmet Tabur'a aittir ve yazı yazarı tarafından tavsiyeediyorum.com (http:/www.tavsiyeediyorum.com) Mesleki Anılar Kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Vet.Hek.Mehmet TABUR
İçel (Mersin)
Veteriner Hekim
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi1 kez tavsiye edildiİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : Bacağı Kırık Tavşana Başarılı Operasyon Yayın Tarihi : 01-01-1970 03:00
 
Osmaniye'de hayvansever hemşire Sabire Kiraz, oğlunun evlerinde beslediği 'Pamuk' isimli yavru tavşanın kırılan bacağını bin 200 lira para harcayarak ameliyat ettirdi. 31 Mayıs 2014 Cumartesi 14:02:48 Hayvansever Sabire Kiraz, sabah kalktığında oğlunun evlerinde beslediği 2.5 aylık yavru tavşanın topalladığını görünce tedavisi için veteriner hekime götürdü. Veteriner Hekim Bünyamin Akın tarafından muayene edilen ve özel bir hastanede röntgen filmi çekilen yavru tavşanın sol bacağında iki parça kırık olduğu tespit edildi. İskenderun Akademi Veteriner Teşhis ve Tedavi Merkezi'ne acil olarak götürülen yavru, cerrahi ve ortopedi uzmanı Veteriner Hekim Mehmet Tabur, doğum ve jinekoloji uzmanı Veteriner Hekim Alev Ülkü, Veteriner Hekim Ali Kopar, Veteriner Hekim Duygu Oy tarafından muayene edildi. Muayene ve röntgen sonucu kaval kemiklerinin ikisinde de parçalı kırık olduğu belirlenen yavru tavşan yaklaşık 2.5 saat süren başarılı bir operasyonla sağlığına kavuştu. Veteriner Hekim Mehmet Tabur, tavşanın kırık bacağının ameliyatla tedavi edildiğini söyledi. Operasyon sonrası tedavileri için halen merkezde bulunan yavrunun, yemesi-içmesi ve genel durumu gayet iyi durumda olduğunu belirten Tabur, "Operasyon öncesi bakım, operasyon bedeli, bandaj, postop bakım ve ilaç uygulaması, iyileşince bandaj ve pinin çıkarılması, operasyon öncesi, sonrası ve pin çıkarılmadan önceki röntgenler dahil toplam 1200 TL ücret ödeyip, yavru tavşanın sağlığına çok önem veren Sabire Hanımı ayrıca tebrik etmek gerekir" dedi. Sabire Kiraz da oğlunun tavşanının sabah uyandığında topalladığını, hemen veterinere götürdüğünü belirterek, "Tedavi için ne gerekiyorsa yaptık. Onun da bir canlı olduğunu unutmamak gerek" diye konuştu. DHA http://istanbulgazetesi.com.tr/tr-tr/haberler/1860/bacagi-kirilan-tavsan-ameliyat-edildi başlıklı yazının tüm hakları Veteriner Hekim Mehmet Tabur'a aittir ve yazı yazarı tarafından tavsiyeediyorum.com (http:/www.tavsiyeediyorum.com) Mesleki Anılar Kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Ayşe YILMAZ Fotoğraf
Psk.Ayşe YILMAZ
İstanbul
Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi12 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutFotoğrafı Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları KayıtlıTavsiyeEdiyorum.com'u sıkça ziyaret ediyor.
Mesleki Anı : yeni yıl mesajı Yayın Tarihi : 20-10-2019 00:21
 
Ne güzel dileklerle girdik yepyeni bir yıla yeni bir BEN?, Yeni deyince hep güzellikler gıcırlıklar geliyor insanın aklına değil mi nesnesel bağlamda. .İnsan denilen hamur bu senede çok su götürür diye düşünüyorum. Yeni yıla girerken içimizdeki hamuru nasıl büyütürüz diye heyecanlanıyorum..Ondan başka bir dinginlik ve umut taşıyorum . İnsan misali yıllarca çevremizden gelen aktarımlardan etkilenip hayatı ve kendimiz anlamaya çalışıyoruz her daim. Yeni bir yıla girerken geçmiş yıllarımızı aklımızdan geçirelim. Kimi yıllar hava gibi savrulduk, kimi zaman taş gibi uğruna sahiplendiğimiz doğrular vardı,kimi zaman su gibi hayat yolunda gerektiği gibi akıp hayatı toparlama yeşertme telaşıyla çalıştık.Kimi zaman zorlu dönemlerde kurumamak ve çölleşmemek için gayret ettik. . Kimisi başarılı olamaya çalışırken,kimisi hükmetmeye,kimisi muhalefet edip olumsuzlukları görmeye, kimisi aşık olmaya, kimisi evlenmeye, kimisi boşanmaya, kimisi acısıyla uğraşırken, kimisi bilgisini paylaşırken, geçiverdi koskaca yıl daha. Ardındından ömür ……. Asıl olan hayatta hata yapabilmek hatadan dönebilmek cesaretle düşmek üstünü silkeleyip kalkmak gözünün yaşını kendi elinle silmek kızmadan ama kararlı yolunda devam etmek.Belki arkana dönüp içinden küfretmek ,kızmak ,acımak,öfkelenmek ama yinede ileriye yürümek . Doktor olduk, psikolog olduk prof. doç...... velev ki hepsini birden olduk ne önemi var. Yinede insanız yinede insanca yaşıyoruz yılları ve hayatı. , İnsanoğlunun balçıklığıdır asıl olan içinde taşıyla, toprağıyla, suyuyla, havasıyla yoğrulan ne sert ne yumuşak, ne kuru ne ıslak, ne sıcak, ne soğuk. Yani balçıklığımızdan utanmadan ona şekil veremeye çalışma çabamızda galiba yalnız olmaktan gocunmadan Bir yıl daha yaşlanırken hep beraber sevgiyle, ailelerimizle,kucaklaşalım.İkibinin ilk onluğunda tüm olumsuzlukları geride bırakarak gıcır gıcır bir ruhla yeni günlere kavuşmak dileğiyle; Yeni yılımız kutlu olsun Sevgilerimle Eğitim uzm.Psk.Ayşe Yılmaz

Nurullah DEMİR Fotoğraf
Nurullah DEMİR
İstanbul
Sınıf Öğretmeni
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi19 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 6 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları MevcutTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : Dinozorlar ve TİREX Yayın Tarihi : 09-06-2014 12:35
 
Birinci sınıf öğrencilerim ile okur-yazarlık çalışmaları yapıyorum. (Oku-ma, Yaz-ma, ifadesini kabul etmediğim için, dillendirmedim.) Tahtaya "Talat atlet al." yazdım ve teneffüse çıktık. Ders zili çalıp sınıfa girdiğimde, tahtada 3 tane dinozor resmi ve latince isimleri yazılmış. - Çocuklar bunu hanginiz yazdı, çok güzel olmuş? - Ben yazdım öğretmenim. - O süper, sen okur-yazarsın galiba, seninle beraber öğretiriz arkadaşlarına. :) - Hayır öğretmenim, ben dün akşam dergide gördüklerimi çizdim. Ve ben bu öğrencinin defterine "Talat atlet al." yazdıramadım. Çünkü Talat'ın atlet alması ona çok saçma geliyordu. Hem yazmadı hem okumadı o cümleyi. Ama sonunda okur-yazar oldu. :)

Nurullah DEMİR Fotoğraf
Nurullah DEMİR
İstanbul
Sınıf Öğretmeni
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi19 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 6 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları MevcutTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : Merkez Kaç Kuvveti Yayın Tarihi : 09-06-2014 12:35
 
1. Sınıf Öğrencilerime, Dünya'nın dönmesi ve bizim nasıl düşmediğimizi anlatıyorum yada anlattığımı sanıyorum. Hani çaycıların üstten tutulan çay tepsileri olur ya, ben de kaptım onu başladım içindeki su dolu bardaklar ile çevirmeye. Bu anlatma seremonisi yaklaşık 25 dakika sürdü. Sonra içlerinden birisi, "Öğretmenim Merkez Kaç Kuvveti desenize. Neden böyle garip garip şeyler yapıyorsunuz?" dedi ve konu kapandı. Biz de dağıldık. Ç:))

Duygu KARAKULAK TAKVİM Fotoğraf
Psk.Duygu KARAKULAK TAKVİM
KKTC (Kıbrıs)
Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi57 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 14 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : EMZİRME DÖNEMİ VE MEMEDEN AYRILMA Yayın Tarihi : 07-11-2019 18:34
 
Çocukların yuvaya başlaması ile birlikte örtülü kalmış birçok patolojinin de su üstüne çıktığına sıklıkla tanık oluyorum. Bu örnekte anne iş hayatına dönmek zorunda olduğu için 3 yaşına kadar kendi baktığı kızını okula başlatmak zorunda kalıyor. “Zorunda kalıyor” diyorum çünkü; bu gönüllü bir ayrılık değil. Bu nedenden dolayı da okula alışma süreci farkında olmadan anne tarafından sabote edilebiliyor. 3 yaşındaki A. 3 günde anneden ayrılıp, sınıfta bağımsız kalabilmiş. 2 hafta içinde ise ara ara anneyi sorup, ara ara ağlamaları da sonlanmış. Bu süre içerisinde arkadaşları ile iletişime geçmeye başlamış, yemeklerini yiyor, uyku ve tuvaletle ilgili de sorun yaşanmıyormuş. Buna rağmen çocuğun okula alışamadığına, okulda gerekli ilgiyi göremediğine dair annenin kaygıları devam ediyor. Okul ve öğretmenlerden aldığı bilgileri bir diğerine onaylatmaya ihtiyaç hissediyor, kendi kaygılarını doğrulayacak deliller bulmak için girişten içeriye kaçarcasına geçip tuvaletleri, uyku odasını, yemekhaneyi kontrol ediyor. Bunlarla kalmayıp diğer velilerle konuşup, kendi yaşadığı kaygıların diğerleri tarafından paylaşılmasını umut ediyor. Çevreden destek bulamadığı noktada rahatlamak veya taraftar bulabilmek için çıktığı yolda biz karşılaşıyoruz. Bana aktardığı okula uyum sürecinde “haklısınız alışamamış, henüz erken” gibi bir açıklamayı bekler gibiydi. Böyle bir destek bir uzman tarafından söylendiğinde onu hem eşine karşı daha güçlü kılacak hem de acı çektiği ayrılığı sona erdirmiş olacaktı. Seanslarımızda yakın geçmişten başlayıp 3 yıl kadar geriye gittiğimizde annenin okul deneyimleri ile birlikte yaşadığı ayrılma kaygısı su üstüne çıktı. Başvuru sebebi “okula uyum sorunu” başlığı taşımasına rağmen, aslında 1 yaşından itibaren aşamalı ayrılma gerçekleşmesi gerekirken, özellikle annenin buna hazır olmaması ile 3 yaşa kadar bağımlılık devam etmiş. Ve anaokulunun devreye girmesi ile anne hiç hazır olmadığı bir sürece itilmiş ve bunu kendi üzerinden açıklayamadığı için bilinç altı süreçlerde çocuk üzerinden açıklamalar getiriliyordu. Emzirme dönemi hem anne, hem de bebek için güçlü bağların geliştiği bir dönemdir. Bebek açısından meme duygusal ve fiziksel doyum sağladığı, anne ve dünya ile arasındaki geçişi oluşturan bir köprü gibidir. Anne açısından ise; içinde büyütüp doğumla birlikte kaybettiği bebeğini görünmez bağlarla tekrar kendi parçası haline getirmesine yardımcı olan bir araçtır. Hem çocuk hem de anne için emzirmenin sonlanması ile ayrılık kaygısı oluşabilir. Memeden ayrılmanın aşamalı bir geçişle sağlanması iki taraf için sağlıklı olandır. 12. Aylarda babanın desteği ile anneden biberona, baba ve çevreye geçişle emzirme sürecini sonlandırmak ideal olandır. Çocuğun bireyselliğini kazanabilmesi, aşırı bağlılık ve hatta bağımlılık geliştirmemesi için zamanı geldiğinde bu ayrılığa izin vermek gerekir. Memeden ayrılma ile birlikte çocuk artık dış dünyayı daha rahat keşfetmeye başlar. Öncelikli olarak baba ve daha sonra çevre ile daha olumlu ilişkiler kurmaya başlar. Anne içinde kaygı verici olan bu süreçte anne kendini tamamen boşlukta hissedebilir. Bebek meme yerine biberon ve emziği koyarken annenin bebeğinin yerine koyabileceği başka bir şey yoktur. Bu kaygı ile yüzleşmeye cesaret edemeyen anneler, farkında olmadan çocuğunda büyümesini istemez ve onu ondan uzaklaştıran tüm kişi ve sosyal ortamlara bulmaya çalıştığı mantıksal açıklamalarla birlikte savaş açar. Belli ki; böyle bir süreç yaşayan anneyi ayrılığa hazırlamak ve yanlış düşünce kalıplarını değiştirebilmek için terapi ortamına alınması gereklidir.

Özlem BİLGİLİ
İstanbul
Dil ve Konuşma Terapisti
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi2 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 3 Makalesi varİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : Danışanım meslekdaşım olacak Yayın Tarihi : 01-01-1970 03:00
 
Meslek hayatıma yeni başladığım dönemlerde artikülasyon bozukluğu sebebiyle çalıştığım 9 yaşında bir kız çocuğu vardı. Kendisiyle 6 aya yakın bir süre çalışmalar yaptık. Bu sene bir yakınını bana yönlendirmek gerekçesi ile annesi beni aradı. 9 yıl aradan sonra hatırlamakta biraz zorlandığımı itiraf etmeliyim. Annesi kızının bu yıl üniversite sınavına hazırlık yaptığını ve konuşma terapistliği bölümünü kazandığını söylediğinde hem şaşırdım hem de çok mutlu oldum. Çalıştığım bazı çocuklar zaman zaman "ben de büyüyünce konuşma doktoru olucam" gibi ifadeler kullanırlar. Belki zamanın ne kadar hızlı geçtiğini farketmediğimden belki de geçici bir öykünme durumudur diye algıladığımdan onların söylemlerini sanırım hafife alıyorum. Terapiden gördüğü yarar ve aramızdaki olumlu iletişimin o küçük kızın hayatına böyle bir yol çizmiş olması mutluluk verici. Kim bilir belki bir kaç sene sonra beraber çalışma fırsatı da yakalarız.

Duygu KARAKULAK TAKVİM Fotoğraf
Psk.Duygu KARAKULAK TAKVİM
KKTC (Kıbrıs)
Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi57 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 14 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : Okul Fobisi ile Ortaya Çıkan Sosyal Fobi Yayın Tarihi : 07-11-2019 18:34
 
C. nin Eylül ayında devlette 1. Sınıfa başlaması ile birlikte anneden ayrılma korkusu, ve okulu reddetme durumu ile anne yaklaşık 1 ay kadar mücadele ettikten sonra, devletteki sınıfların kalabalığı, öğretmen ilgisizliği, ve benzeri olguların duruma yol açtığını düşünerek özel bir okula kayıt yaptırmış. Ancak burada da benzer şikâyetler yaşanmış ve okulun rehberlik birimi, öğretmeni ne kadar uğraştıysa da durum yenilememiş, anneden bağımsız bir şekilde sınıf ortamında kalmayı başaramamış ve akran iletişimini reddetmiş. Bu aşamada annenin profesyonel yardım arayışı bizi bir araya getirmişti. Kasım ayında “Okul Fobisi” ile randevu alan anne ile ilk görüşmemizi yapıp C. ile tanıştıktan sonra tedavi planımızı oluşturduk. Karşımızda yoğun bir anneden ayrılma kaygısı, okul ve diğer tüm bağımsız kalması gereken ortamları reddetme, tuvalet problemi, tırnak yeme ve ayağa kaldırılması gereken bir özgüven vardı. Bebeklik ve erken çocukluk yaşantıları kişinin hayatını etkiler. Abisi ile arasında 10 yaş fark olan C. evin hiç büyümeyen bebeği olmuş. Herkes tarafından korunup, kollanmış, hakkını aramak zorunda hiç kalmadan her istediği anında olmuş, yaptığı her harekete gülünmüş, sempatik bulunmuş. Ama okula başlama zamanı gelip gerçek dünya ile karşılaştığı zaman her şey için çaba sarfetmesi gerektiğini anlamış. Ama bunu nasıl yapacağını bilmemenin şokunu yaşıyor ve onun yerine bu ortamları bu zamana kadar düzenlemiş olan anneye onu koruyan kabuğu gibi sarılmak istiyordu. Bu noktada annenin işbirliği ve kararlı duruşu çok yardımcı oldu. Öncelikle okul durumunun ayarlanması gerekiyordu. 1. Sınıf için neredeyse yarı dönemi kaçırmıştık, üstelik 1. Sınıf ve ilkokul deneyimi hem çocuk hem de ebeveynler için ayrı bir adaptasyon gerektiren zorlu bir süreçtir. Okul öncesinden veya ev ortamından çıkan çocuk; bağımsız davranma, sorumluluk alma, otokontrol geliştirmeye, öz bakımda kendine yeterli olma, akademik başarı ile sınanma, akran iletişimi başlatma, yürütme, gruba dâhil olma gibi birçok farklı deneyime alışmak ve bunlarla baş etmek zorunda kalır. Dolayısıyla sadece yukarıdaki değişiklikler bile kaygılanacak durumu oluşturabilirken, hali hazırda kaygı temelli birçok duygusal, sosyal ve davranışsal sorunlar oluşmuşken yeni stres faktörleri yaratmaktansa, 1. Sınıf zorlamasından yapmadan butik bir anaokulunun hazırlık grubuna devam ederken, bizim için daha güvenli ve kontrollü, şekillendirmeye açık bir ortamda bu sorunların üzerine gitmeyi önerdim. Okul ortamını yapılandırırken, bilişsel-davranışçı oyun terapisi ve anne-baba tutumlarını düzenleyecek anne-baba oturumları ile seanslarımıza devam ettik. Okul Korkusu ile birlikte patlak veren durumlar o zamana kadar aile tarafından fark edilmemiş sosyal fobi temelinin göstergesiydi. Sosyal fobisi olan çocuklar tanıdık olmayan ortamlarda tedirgin olurlar ve çekingen, sessiz bir tavır sergilerler. Genellikle ortama ilk girişlerde ağlama, yanında olan ebeveynine sıkı sıkı sarılma, yanından ayrılmak istememe gibi davranışlar gözlenir. Hata bu durum bazı ebeveynler tarafından çarptırılarak “yetişkin muhabbeti seviyor” gibi adlandırılabilir. Bildiği arkadaşları ile grup oyunlarına katılsa bile, oyun içinde arkadaşları tarafından yönlendirilip, oyunun akışını değiştirmeye yönelik adım atamaya çekinirler. Nitekim C. nin anneden ayrı sınıfta kalmasını sağladığımız noktada, tuvalete gitmek, yemek ortamına katılmak, arkadaşları ile oyunlara dâhil olmak gibi konularında ayrı ayrı ele alınması gerekti. Akademik çalışmaların devreye girmesi ile beklenen şekilde başaramama korkusu kaygı düzeyini yükseltti. Davranışçı tekniklerle, şekillendirdiğimiz okul ortamı ve gerçek yaşam koşullarında korkunun üzerine giderek alıştırma sağlamaya yönelik adımlar attık. Terapide oluşturulan model, uygulanan rol provaları, davranış örneklemeleri, destekleme ve sosyal beceri eğitimi gibi sosyal öğrenme yöntemlerine sıklıkla başvurduk. Ayrıca anne-baba oturumları ile tutumları düzenlendi. Seanslarımızı artık kontrol görüşmelerine dönüştürebileceğimizi söylediğim zaman, artık anneden bağımsız bir şekilde okulda tam sürede kalabiliyor, tuvalet ve tırnak yeme problemini aşmış, sınıfta girebileceği bir arkadaş grubu oluşmuş. Özgüven şişmeye devam ediyordu. Ve anaokulunun işbirliği ile başlayacağı ilkokula birkaç ziyaret gerçekleştirmiştik Artık 1. Sınıfa hazırdı.

Salime YILMAZ ALTUNBAY Fotoğraf
Uzm.Fzt.Salime YILMAZ ALTUNBAY
İstanbul
Fizyoterapist
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi17 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 2 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : EL FİZYOTERAPİSTİNDEN ANILAR Yayın Tarihi : 10-05-2020 11:10
 
EL FİZYOTERAPİSTİNDEN ANILAR FADİME ANANIN ELİ Hz.Fatma'nın eli, yüzyıllardır sahiplerine şans getirdiğine ve onlara sabır ve sadakat erdemleri verdiğine inanılan bir tılsım haline gelir. ŞİFA VEREN EL Türkiyenin ilk el cerrahı Rıdvan EGE (1964)Açtığı yolda gidenler… Dr.Ayan Gülgönen 1978’de bir diş hekiminin kopan 5. parmağını replante ederek ilk mikrocerrahi parmak replantasyonunu yapmıştır. 1979 ve 1980 yıllarında da Türkiye’de ilk ayaktan ele parmak nakli yapmıştı Ayan hocanın ,Annesi Giritli, güzel sanatlar mezunu bir ressam. Prof. Dr. Gülgönen'in tıp kitapları ve makaleleri dışında antika halı ve kilimler üzerine çok sayıda araştırması ve yazısı, birkaç sergisi var. Aynı zamanda, '17-19'uncu yüzyıl Konya-Kapadokya Halıları' ve 'Karapınar Tülü Halıları' adlı iki kitabın da sahibi. Anneden gelen sanata yatkınlık ve el cerrahi sanatında usta… El rehabilitasyonu ile çalışırken bazen karşınıza minik bir el çıkar, genelde konjenital anomalidir bu, nadiren de bir yaralanmadır. Bazen doğum felcidir bazen de prize sokulan bir parmak. EL CERRAHLARI -Gözümüzde ve gönlümüzde yücelttiğimiz, her zaman el becerilerinden etkilendiğimiz güçlü ellerinin ve heybetli duruşlarının yanında yufka yürekleri çıkar o cerrahların. BİR BEBEK ELİ OLDUĞUNDA … İş daha zordur. Aile dışarıda bir başka bekler onları. EL FİZYOTERAPİSTİ için de aynı şeydir. Yaparsınız o minik ellere hareket ve termoplasik atellerden. Tedavilerde, köprüler kurulur gözyaşları ve gülücükleriyle kalplerimizde. 1980 yılında Fransız Pastör Hastanesinde, Dr. Ayan Gülgönen başkanlığında kurulan El ve Mikrocerrahi Ekibinde, El Cerrahisi Rehabilitasyon Bölümü sorumlusu olarak çalışmaya başlayan TÜLAY ÖZEL hocamızla İSTANBULDA el rehabilitasyonu başlamıştır. Yıl 1989 Fransız PASTAEUR Hastanesi Taksim de İ.Ü. Taşkışla binasının karşınından bir giriş ve arkaya Elmadağa açılan ağaçlı yol ve diğer kapı Bahçesinde ağaçlar Bir ahşap bank Yüksek tavanlı, seramikleri,aynaları, dokusu tarih kokan bina 2000 de karşıma çıkacak eşimin doğduğu hastane İdealist, çalışkan, özverili çalışanlar Cerrahlar, fizyoterapistler, baş hemşire, Ankaralı bize Ortaköyü sevdiren Çağlar hemşire, Selma, Semra, Fazıla, Aneztezi üstadı Özer Dursun, ameliyat asistanları emektar Kemal, Nuri beyler.. Rahmetli Robert koleji mezunu Modalı Tolon Bingül, Sekreter Nilgün,Şule, Jale… Lezzeti yemekleri yapan aşçılar.. Türkiyenin ünlü estetikçisi Atilla Oymak, Diş hekimi Ahmet Kurtaran diğer başarılı örnek insanlar. Büyük bir aileye katılan Antalya,Ankara ve Zonguldaktan gelen 21-22 yaşında 3 genç fizyoterapist . Yonca,Demet ve Salime ..Duyan şaşırmıştı ,elde ne var –nasıl sadece el mi , branşlaşma ilginç gelmişti. Derya gibiydi oysa el ve el yaralanmaları…Hala dokunuyoruz şifa veren ellerimizle ellere ve yüreklere…İbadet eder gibi yapılıyor , tedaviler… Mesleğimin ilk yılı Akşam üzeri. BİR ACİL VAKA HABERİ Marangoz , Erzincanlı İki çocuk babası GYOTİNLE yaralanmış İki el ayrı , beden ayrı geliyor Hastane girişinde kan damlaları İki ekip hazırlanıyor, akşam 17.00 iki elin damar, sinir,kemik,tendon ve diğer yapıları hastanın hayatını riske atmadan dikilmeye başlandı. O gece orada olmak istedim. Gecenin 03.. ben dayanamadım. Uyumaya gittim. Hastanede sabah uyandığımda operasyon bitmişti. Hayal edemiyordum. O ALIN TERİ, SABIR , MAHARETLİ CERRAH ELLERİ BİR MARANGOZUN ELLERİNİ KURTARACAKTI. Kadın cerrah OYA BAYRI DA EKİPTE. Daha sonraki süreçte tedavi ettiğim o iki zanatkar el, 1 yılın bitiminde sağlığına kavuşmuştu. Giyotin tarzı yaralanma olması sonucu olumlu etkilemişti. İşine ve ailesine kavuşmuştu o eller. Yıl 1990 DR. Ayan Gülgönen ekibi FRANSIZ PASTEUR HASTANESİNDE … HİÇ UNUTAMADIĞIM YANGINDA YANAN ANTALYADAN GELEN ÇOCUĞUN ELİ. PARMAKLAR YOKTUR. Ayaktan alınan 3 parmakla ele başparmak ve karşılığı parmaklar yapılmıştır. Öyle bir ele hareket kazandırırken, kalem,kaşık tuttururkenki anlarda rehabilitasyon ekibinin (FZT.YONCA KÖKSAL-FZT.DEMET ÖZER) heyecanı bir başka olmuştu. BİR GENÇ VAR Arkadaşımın hastası.. Elektrik çarpması Bir bacağı , iki eli elektrik yanığıydı. Genç, yakışıklı delikanlı. Cerrahi sonrası tedaviler sürüyor. Uzun soluklu , milim milim ilerlenen elde , sonuç olacak ama her zaman istediğiniz olamıyor. SIZI olur içinizde. Gençtir, aşık olur. Fizyoterapistle bir başka bağdır. El ele ve gözgöze. Bu masum duygular , öğretmene, doktora ,çocukken büyük birine duyulan duygudur..ELDEN BİRŞEY GELMEZ… El fizyoterapistinin el cerrahi ameliyatına girmesi ve literatür takibi için İngilizce bilmesi çok önemlidir. Rehberiniz-Hocanız kendini geliştiren bir el fizyoterapistiyse Tülay Özel gibi Firdevs Kul gibi şanslısınızdır. Kendime Firdevsi örnek almışımdır. Bilgiyi saklamayan, yanındakinin gelişmesine engel olmayan ve hastasını düşünen meslektaşım. 1986 DA Prof. Dr. Arslan Bora ve Prof. Dr. Sait Ada nın İzmir de ortak muayenehane açması önemli bir buluşmadır. Uzm.Fzt. Firdevs ile Emot –hastanesinin alt yapısı oluşmuştur. Op.Dr. Fuat Özerkan da gruba katılmıştır. Piyano ve akerdion çalar ince ruhlu Fuat bey. Hastalarının ruh sağlığınında önemini bilen ekipte Psikiyatrist Dr. Osman Seçkin de vardır. Cumhuriyet gazetesindeki Abidon Dino ve ellerine yer veren yazısı vesilesiyle Müşerref Hekimoğlu’na ulaşıldığında Abidin Dinoya ulaşılır. Sanat ruhu vardır. Arslan Borada ve ekibinde. Abidin Din onun Kardeşim dediği Arslan Bora mutludur. Abidin Dino “parmakların birlikteliği” anlamını taşıyan amblemi hediye eder. Ekip çalışması ve dünya modelini görmek isteyen genç meslektaşlarımız için daha önceki Fransız Pasteur hastanesi gibi okul olan bu hastane İzmirde sizleri bekler. 1989-1991 arası Fransız Pasteur İstanbuldan Fizyoterapist Hamiyet Yüce –kızına hamile-bizimle –karşılıklı bilgi alış-verişinde İstanbuldan Doktor Banu Kuran, İzmirden Doktor Elif Akalan,ve Emottan Fizyoterapist Aysel Enhoş… Paylaşırız mesleki bilgileri ve İstanbul gibi büyülü şehirde rehberlik ederim onlara. Yanıbaşımızdaki Açıkhava konserleriyle müzik zevkini de yaşarız. Eski haliyle Ortaköy sahilini de .. Yıl 1991 ESKİ TARİHİ BİNA Elimizden gidiyor, anılarıyla,yaşadıklarıyla Fransız PASTAEUR Hastanesi ( şimdi taksimde residance oldu) Amerikan Hastanesi ve Vatan Hastanesi-İtalyan hastanesi olarak ayrılan ekipte 1991 den itibaren Amerikan Hastanesindeyim. Amerikan Hastanesine geçtiğimizde eğitimler devam etmekteydi.Hersabah önceden belirli olan ameliyatları –anatomi olarak okuyup, işe başlamadan cerrahi izlemeye giderdim,hastaneye. Ayan hoca soru sorduğunda hazır olurdum ve asistanlara örnek gösterilirdim. Türker Özkanın sinir cerrahileri sanat gibiydi. Sonra 9.00 da işime başlardım. Cerrahisini izlediklerim tedaviye bize gelirdi. Orada daha sonra Antalyada hastalarını tedavi eeceğim Dr. Cengiz Aldemiri. İnsanlığı ve hastalarına düşkünlüğüyle.. YABANCI DİL Hazırlık olmadığı ve sonra okulda geliştiremediğimiz yabancı dil için İngilizce kursuna destekle devam etmiştim .1.5 yıl geceleri .saat 22.00 da dönerdim haftanın 3 günü. Buna değdi ve sonrası yurtdışı ziyaretlerim başlayacaktır. ALMANYA 1993 Sayın Ayan Gülgönenin desteğiyle Almanya – Tubingende EL HASTANESİNDE bulundum. Dr.Rail arkadaşı hocanın.İlk uçağa binişimdi. Bir yanımda Karadenizli bir yanımda doğulu –almanyada yaşayan Türklerle sıkılmadan yolculuk yaptım. Folkordan tanıdığım arkadaşımın ailesi Almanyada yaşıyordu , beni karşıladı ve yerleştirdirdiler. Hala dostluğumuz sürer. Orada bölge hastanesi olduğu için helikopter pisti vardı. Yaralılar böyle acil yetiştiriliyordu. 1993 El splintini orada ilk görüp-denedim. Alman meslektaşlarımın o yıllarda çöpe attıkları artık dedikleri büyük parçaları topluyordum Bir hastamıza yarar olacak diye. 5. yılımda ve iyi referansla gittiğimden bana hasta teslim edildi. Faklı milletten hastalar, Türk hastalar, almanlar…Alman meslektaşlarla 3 ay dolmuştu. Ata ilk orada binmiştim.Kendimle baş başa kaldığım lojman-kendime ait ilk defa bir odam oluyordu. Gitarı ve örgüleriyle Alman köylü kızı-hemşire, Heryerinde dövmeler olan ameliyat hane personeli ve diğerleri arkadaşlarım oldu. Onlara türk yemekleri yaptım. İlk defa taneyle sebze alındığını orada gördüm. Spor üniversitesinde kursa yazıldım- rock ın roll ile dans ettim. Elvis Presleyi anarak . İstasyon tipi egzersiz –sporunu orada yaptım.Davet edildiğim partide 1968 kuşağı giysilerle dans eden –şarkı söyleyen grup çok iyiydi. Gittiğim bir başka dans ortamında sahnede ışıkların altında tekerlekli sandalyede dans eden bir kız ve arkadaşları beni şaşırmıştı. Evlere kapalı bizim çocuklar gelmişti aklıma.Guadripleji ve el hastalarında kullandığı kışın karda yüzdüğüm terapi havuzu, tercümanlık yaptığım guadripleji bölümü, insan-din-millet ayrımı yapmadan mesleklerini insana sevgiyle yapan sağlık çalışanları-şefkatleri hala bana yol gösterir. Hastanı ev düzenlemesi , eşiyle olan cinsel hayatına kadar ergonomik yaklaşımlar vardı terapilerde. İpekten eşarplar, ahşaptan eşyalar, örülen sepetler, uygulama mutfağında yapılan pastalar hep hayata hazırlamak içindi hastalrı. Yürüyüş yaptığım şirin kasaba Tübingen…. Doğum günümü Alplerin menekşesiyle kutlamışlardı. Ayrlırken hepsinin iyi dileklerinin olduğu karpostal ve bir tabaka splint hediye edilmişti. Çok sevinmiştim. Örneklerle Amerikan hastanesinde toplantıda cerrahlarımızla paylaşmıştım. Daha sonra 2004 de Dr.Atilla Zenciroğlu tavsiyesiyle Bad Neustad ziyaretim olacak , orada da bilgi paylaşımımız ergoterapistle. Anatomi, biyomekani ve el yaralanmasını bilen terapistlerin splint-ateli de yapması tedavi başarısını artırıyor.Bu alanda ve el rehabilitasyonunda Sevgili Ferda Dokuztuğun öğrencilere, meslektaşlara emekleri yadsınamaz. 1993 te Manus EL GRUBUNDA Dr.Levent Yalçın ve Dr. Mehmet Alp ile çalışmaya başlıyoruz-ekip olarak. Daha önce -yıllarca 3 el fizyoterapisti arkadaş kişi başı yaklaşık günde 30 kadar hasta tedavi etmiştik. Manusda da yeri geldi tek başına 40 hastaya el rehabilitasyonu ve splintleriyle hizmet verdim. MANUS 1993 Bir muayenehanenin mutfağı, tedavi odamdır. Tezgah splint yapmam için avantajdır. Yıllarca güneş görmeden aldım hastalarımı. 8 yıl boyunca kışları sever oldum. Bodrum katta olunca. Bazen boyayıp, çiçeklerle, masayla, sandalyeyle canlandırdığım apartman boşluğu , terapi ortamı ve ışık oldu hastalarıma. ORADAKİ İLK GÖZ AĞRILARIM Bosna savaşından gelen Bosnalı savaş yaralıları Konuşamasak da aynı dili, anlaşırız gözlerle Bazen tedavi anında kayıp haberi gelir Bosnadan Bazen bulunan kayıp, sevinç haberi Acı ve dostluk bir aradadır Gönüllü tedavisini yaptığımız bu insanlarla kaldıkları hastane ve göçmen misafirhanesinde buluşuruz. Savaş sürerken bayram gelmektedir. Kalınan bungalovlar boyanır, misafir olduğum prefabrikde ,kahve yapılır hemen-ikram olarak. Çocuklar oyundadır. SAVAŞ ONLARA OYUN OYNARKEN Resim yapar Almir, Bosnanın ve Mostar köprüsünün .Sergi olur istanbulda. Moral olsun diye paylaşırım tiyatroları, boğaz gezilerini , kaynaştırırım diğer el hastalarıyla Mehdiyi, Osmanı.. Hala haberleşiriz Osmanla.. Eller toparlanır, savaş durulur ve memlekete dönerler birer birer hayatımızdan geçerlerken. El fizyoterapisti Tülay Özel, Fotograf sanatına başlamamda vesile olmuştur, emanet makine vermiştir başlangıçta, kendi de siyah beyaz fotograf çalışmaları yapmıştır gençliğinde. 1989 dan beri İfsak-da Fotograf sanatıyla uğraşırken ,şimdi anılara hapsedilen -İstanbul- AKM de sergilenir onları çektiğim göçmen misafirhanediki kareler .150 yıllık göçün son kareleridir o zamanlar. SAVAŞ HALA KADIN –ÇOCUK DİNLEMİYOR ORTADOĞUDA VE DÜNYADA GÖÇ HALA SÜRÜYOR.. ACILAR HALA DERİN BİR BEBEK Doğuştan, ARTROGROPOZİS Aile ilgilidir. Masamın üzerinde oturtarak alırım onu, yıllarca seri ameliyatlar, tedaviler , ilk konuşmalarda benim mesleğim ne derdim “pisyoterapist” derdi. Şimdi üniversitede , hala görüşür doktoruyla ve benimle… ÜÇ ADAM , DAHA BIYIKLARI TERLEMEMİŞ ÜÇ GENÇ Biri Adıyaman –Kahtadan - Unesco-Dünya Miras Listesindeki, en güzel gündoğumu ve günbatımın yaşandığı tanrıların dağından-- NEMRUTtan gelir -amcasının yanına çalışmaya, çocuk işçi, preste parmakları ezilir, bir elinde kalan 2 parmağıyla hayata tutunacak. Giydiği takım elbise ile kendini daha büyük hissediyordu. Biri Çorumlu, çocuk işçi yaralanmıştır ,iş makinasında. Üçüncü Erzincanlı, inşaatta çay yaparken, harç makinasını çalıştırmaya çağrılır ,çocuk işçi, eve para gönderecektir, Karadenizli mütahidin yanından. Kolunu ve ayağını kaptırır makinaya , son anda kurtulur gövdesi.Sahip çıkar işveren.. ÜÇ GENÇ ADAM MANUS da buluşur bu üç genç adam. Ayrı ayrı sevgi doludurlar. Anadolu kokarlar, umutları vardır hala. Anlaşırlar askerlik arkadaşı gibi saatlerini denk getiririm moral olsun diye.. Bir gün, hassasdır ya din ve siyaset konuşmak, tartışır iki bayan bekleme odasında. HEMEN EFELENİR BİZİMKİLER …Üç kafadar , üç genç adam … Orhan Kemalin aynı adlı romanından sinemaya Tuncel Kurtiz senaryosuyla uyarlanan bir Erden Kral filmini seyrettiğimde de yaşananlar aynıydı.Bereketli Topraklar Üzerinde – çukurovada kötü şartlarda –bir lokma ekmek için çalışan üç arkadaşın dramı vardır. Orada kopan Pehlivan Alinin koludur. Siyah beyaz karelerde yansıyan gerçekler.. Üç genç, ÜÇ ADAM GENÇ Hayallerle, umutlarla gelinen İstanbuldan, DÖNERLER SONRA MEMLEKETLERİNE Bir gün bir telefon, ERZİNCANDAN.üç gençden biri ,evlenmiş, kızının adını Salime koymuş..Ömrü bol olsun…Babası ezmesin onu, dedesi ve nenesinin babasına yaptığı gibi.. Hala yaşar küçük işletmelerde bu çocuklar hala kazaların önüne geçilmez ülkemizde, kanayan yara devam eder, tecrübemize ve vakalarımıza kongrelerde hayretle bakılır ama üzücüdür ki böyle ağır yaralanmalar yaşanmaktadır ülkemizde…,İsterizki bize el yaralanmaları gelmesin , biz koruyucu sağlık için mesleğimizi yapalım, işyerlerinde..O nedenle Halk Sağlında master yapmaktan, iş sağlığı ile ilgili rahmetli Hilmi Sabuncu hocayı tanımakla çok mutlu olmuştum. Sahada çalışmak ayrı bir zevktir. KÜÇÜK BİR ATÖLYE O BİR GENÇ KIZ Kazaları önleyicilik konusunda gönüllü seminerler veririz. Bir stiker yaptırmıştık Ellerinizi koruyun diye. Durur o el işareti ve telefon numaramız makinasının üstünde Ama işi hızlandırmak için makinanın emniyet tedbiri çıkarılmıştır Daha hızlı, daha hızlı,daha hızlı… OLAN OLUR KOLUNU KAPTIRMIŞTIR Nişanlanmasını kısa bir süre vardır, çalışıp ailesiyle çeyiz hazırlıyordu Nişanlısı bırakmadı bu süreçte onu, aylarca tedavisi sürer, başta destek olan işveren yarı yolda bırakır onu, biz yanında oluruz. Biliriz ve halden anlarız, emeğimizi aza veririz ama vicdanımız rahattır.Bir el daha hayata katılacaktır. Kollar, yaralar iyileşse de kalır kalplerde eski yaralar ve izleri… BİR ÇOCUK İLKOkuldan sonra okuldan alınmış, işe verilmiş. Yaşı daha büyük değil ama , esmer, siyah gözlü çocuğun yüzünde büyük ifadesi vardır. Akıllıdır. Saatler süren ameliyatla, kol tutmuştur. İşveren yine yalnız bırakır onu. Biz yanındayız..Eli çalışacaktır. Yıllarca süren takip, büyür , okulu dışarıdan bitirir. Üniversite okur, evlenir, o bir babadır ve elini destek kullanır(protezden iyidir yine de).Hala görüşürüz, hatırbilir. BİR YAŞLI ADAM Karadenizli, çıkar yaylada ağaca Düşer omzunun üstüne Kol sinirleri etkilenmiştir YILLAR SÜRER HACI AMCANIN TEDAVİSİ DE yanında eşiyle Hayat arkadaşını kaybettiğinde bizi arar yaşlı amca BİR KADIN Romatoid artrit, ameliyat olur, hepsi yamulmuş parmaklardan Evine davet eder beni Tek göz ve mutfak-tuvalet olan odasında çocuklarına kol kanat germiştir Kasımpaşada O ellerle evini tertemiz yapmıştır Dantellerle süslemiştir Kalbi delik birini kaybettiği diğerini yaşatmaya çalıştığı, narin ,İstanbul terbiyesi almış, teyze Tedavi ettiğim ellerle çay yapmıştır bana fakirhanesinde Dostlukla BİR ÇOCUK Doğuştan Bir tarafı felç Elinde ameliyat geçirir Amaç elini kullansın Kaşık, çatal tutar o el sonra. Spastik eli olan çocuk, mutluluk resimleri yapar ve hala arar bizi… BİR MÜZİSYEN Henüz 17 yaşında Gitarı bırakmak istemiyor İki kolda sinir sıkışması Müzisyen el rehabilitasyonu uyguluyorum. Yıllar geçti. Şimdi 27 yaşında Öğrenci yetiştiriyor ve rock grubunda gitarist , hala vefası sürer Piano, Arp, Çello, Keman, Obua,Davul …çalan müzisyenler bir başka tattır benim için onlarla çalışmak. Hocamız Tülay Özel, Cenan Çağlar, Sevgili Semin Bilgütay,Hamiyet Yüce gibi meslektaşlar da alır bu tadı.. YURTDIŞI Daha sonraki yıllarda , el terapisti olarak yurt dışına ziyaretlerimiz oldu. Gelindiğinde bilgiler paylaşıldı. Avrupa El Terapistlerine üyelik için Türkiyeyi temsilen Danimarkadaki toplantıda ben vardım. O üyelik kabulü heyecanını yaşamıştım. Sonra Dünya El Terapistleri Derneğine üye olduk. Ailemiz büyüdü. Türkiyede kongreler yaptık. Almanya,Danimarka, , İsveç , İngiltere , Yunanistan, Almanya … İNGİLTERE 1997 Misyoner Jane beni karşılar. İstanbuldan yazıştığımda önermişti bana St.Andrews –Bölge hastanesini. Londraya 45 dak uzaklıkta.Essexde.. Trene bindirir. Sonra tekrar buluşacağızdır Londrada.Şato tarzı mimarı. Şimdi yeri değişti ve modern.Eski bir hastane.St.andrew -el ve yanık merkezi Shelia Haris ve Dr.Fleming,Dr.Elliot ve OT-el fizyoterapistleri Çok yoğun el splinti yapılıyordu. Sabahları visitlere katılıyorduk. Cerrah ve terapitler birlikte hasta değerlendiriyordu. Coban-3M bandajı ilk orada görmüştüm. Yanık rehablitasyonunu okulumdaki stajdan sonra ilk orada tecrübe etmiştim. Sterigisilizasyon, debritman,banyo ve splintleme.. İş meşguliyet çalışmaları . Dostluklar oldu orada da . Sevgili Sara , annesiyle mütavazi evine davet etti ,yemeğe. BHT dergisini yapan fzt ve eşi de davet ettiler yemeğe ve dergi hakkında bilgilendirdiler sıcak yuvalarında iki çocuklarıyla., Ben isteyince Londrada çocuk hastanesini ziyaret etmemi sağladılar. Great Armond. Konjenital anomaliler ve Cp için olan cerrah ve fizyoterapi ekibini gördüm. Jane sarayları gezdirdi, İstanbuldaki el hastamın yakınları hafta sonları Londrada misafir edip gezdirdiler. Allahtan yardım geliyor , yeterki sen iste yeni şeyler öğrenmeyi diye düşünüp, sevinmiştim ve hala birbirimizi ararız onlarla. Med-ceziri orada gördüm-yaşadım. Müzeleri gezdim. Bize ait eserleri görünce üzüldüm ama sahip de çıkılmış, yokolmamışlardı en azından . Çimlerde dinlenmek, metro, insan çeşitliliği hoşuma gitmişti .Kitapçılarından hem mesleki hemde fotograf sanatı ve kardeşim için mimari eserler almıştım. Harolds magazasını gezmiştim. Ben döndükten kısa bir süre sonra Lady Diana vefat etmişti , mağazanın varisiyle. Kaldığım kasaba küçük bahçeleri , renkli çiçekleri olan evlerin arasından geçerek bir gölün kenarına gidiyordum. Kendimle baş başa, gökyüzünü seyrederek. Bazen çocuk cıvıltıları, bazen ördek sesleri arasında.Bazen kütüphanede fotograf bakarak..Bana ait odamda Avustralyalı Fzt. Arkadaşla sohbetle dinleniyordum. Yoğun tempodan sonra ilaç gibi geliyordu yurtdışı eğitimleri. İSVEÇ 1998 Dr.Levent Yalçın yazışır Danimarkayla ve İsveç önerilir bana. Gemiyle geçerim Kopenhagdan Malmöye. Malmö-Lund Üniversitesi –El hastanesi Ünlü cerrahlar Dr.Lundborg ve ekibi Brigitta Rosen ( araştırmacı el fizyoterapisti) İlk STI –patentini almadan bana uygulamıştı. Sonra onunla gurur duymuştum. Müzisyen-enstruman çalışmasını uygulamayı orada ilk görmüştüm.Çocuk hastanesini ziyaret etmek istemiştim. Neşeli –renkli bir hastanede küçük bir odada Japon bir terapist beni karşıladı. Odasında masa üstü bir dikiş makinası ve çocuklara neupren atelller yapıyor ve hayal dünyaları için onları süslüyordu. El cerrahlarının ameliyatlarında Cerebral palsy ile uğraşan ekibin cerrahisini de izlemiştim Benim kumulatif travma tezimle ilgili konuşmuştuk. Brigitta, CARMENi izlemeye beni davet etmişti. Sergiler gezmiştim, trenle yolculukla evine davet etmişti bir diğeri. Biri kumsaldaki evinde ailesiyle kahvaltı ikram etmişti. Aile fotografları ve anneannesinin halı tezgahı olan oda ve geçmişe verdikleri değer çok hoşuma gitmişti. . 1999 da Yunanistanda el toplantısında cerebral palsy üst ekstremite çalışmalarını sunarken sanat imdadıma yetişmişti. Görsel çektiğim çocuk, el kullanımı fotograflarım ve Moğolların “Selvi Boylu Al Yazmalım” parçasının eşliğiyle ezgilerimiz ulaştı Avrupalı meslektaşlara. Uluslar arası kogreden önce İstanbulda misafir ettiğim Güney Afrikadan Corian ile Candan Erçetini Açıkhavada –Taksim- dinlediğimizde dili anlamasamda yüreğimde hissettim demişti. Çünkü müzik evrenseldir. AMERİKA 2001 Bir yıllığına Amerikada olmak için başvurduğum burstan bana haber gelmişti. Sadece ulusaldı. Özgeçmişi okuyunca davet ettiler . Thomas Jeferson hastanesi-Philedelphia Kısmet ve tesadüf 2001 de sevgili Firdevs ikinci kez Amerikadaydı ve oda hem konuşması vardı hemde davet edilmişti . Dünyanın ilk El terapisti Evelyn MACKİN misafirleriydik. Önce Newyorkda bir akrabaya ulaştık Firdevsle. Misafir olduk onlara. Gezdik birlikte. Sonradan Sunay Akından öğrenip şaşırdığım, bizim topraklardan giden Özgür heykelini gemiden gezintiyle gördük. Central park ve çin mahallesi …İkiz kulelere sis yüzünden bir şey göremeyeceğiz ve pahalı diye seyir kısmına çıkmadan dönmüştük. Daha sonra 7 Eylülde o olay olacaktı. sevgili Firdevsin Memleketi Uşak-eşme den halılar götürdük hocamıza hediye. Terry Skirvenla çalıştım. Evelyn MACKİN Sevgi, dostluk ve bilgi paylaştı. Kurslara ve dirsek kongresine katıldım.. Firdevs konuşmasını yaptı. Work shopda kinesiotape ile tanıştım. Sonradan ülkemize gelen ve şuan uyguladığımız..Çocuk-hazır splintini ilk orada görmüştüm.Şuan kullandığımız renkli splintler. Bir Iraklı hasta tanışmak istemişti. Konuştuk ve Firdevsle evine gittik. Ne acı ki ülkelerine savaş açan ülkeye sığınmışlardı ve 5 yıldır aileleriyle telefonla dahi görüşemiyorlardı. Kongrede Lee DELONLA tanışmak kısmet oldu. Fotokopi kitabından duyu rehabilitasyonunu okuduğumu söylemiştim. Türkiyeye döndükten 2-3 ay sonra gümrükten bir kargonuz var denmişti de heyecanlanmıştım. Paket ulaştığında imzaladığı kitabın orjinali bana ulaşmıştı. Çok sevinmiştim. Amerika seyahati dönüşü evlenecektim. Ayrı kalınan bir ay bizi yakınlaştıracaktı geleceğe doğru bir adımda. 2001 de Manus El Grundan evlenerek Ayvalığa gittiğimde eli sevdirdiğim Bolu öğrencileri 6 stajerim, ele hala ilgisi süren Ftz.Evren Alpaslan ve Manus daki bayrağı taşıyan Reyhan Çaykuşu kalmıştı. Ekipte ameliyat edilecek hastalar için gönlüm rahattı artık. Kendi kişisel imkanlarımızla yaptığımız bu ziyaretler, el cerrahları tarafından da desteklendi. Ekip çalışmasının tüm güzellikleri yaşanıyordu. Tiltlerimiz yoktu. Şimdi o elcerrahları ve fizyoterapistlerin bir kısmı Üniversitede öğretim görevlisi. Klinik bilgiler aktarılıyor gençlere.. Dr.Ufuk Nalbantoğlu ile yıllar sonra yollarımız kesişecek ve başarılı , hastalarına eşit ve insani davranan bu doktordan çok şey öğreneceğim. Dr.Atilla Zenciroğlu-atom karınca deriz, hala çalışır aynı tempoyla ve iş kazalarında deneyimi çoktur. Doktor Bülent Özçelik, Berkan Mersa çalışır azimle ve iyiniyetle. Onları tanıdığım için mutluyumdur. Dr.Atakan Aydın ile Brakial Pleksus tedavisinde deneyimim arttı. Çocuklara şifadır elleri. Dr.Kahraman Öztürk çalışır sabırla, özveriyle. Rehabilitasyonun önemini bilendir. Kanadaya bir toplantıya Ferda Dokuztuğ, Demet Özer ve Ali Kitiş gitmişti. Ellerinde benim çektiğim “ZEYTİN TUTAN ELLER “ afişi de vardı orada sunum için. Daha sonra kişisel sergilerimde ve sunumlarımda “ELLERİN DİLİ” ile ulaşacaktı yüreğimdekiler. Emot grubu arkadaşlardan Beray Keleşoğlu yurtdışına çıktı. Gülin Karayağmurlar, Aysel Enhoş yıllarını verdi ele ve katıldılar yurtdışı toplantılarına da..Temsil ediyorlar ülkemizi onurla. Pınar Çelikdelen, Nurcihan Ekici, Aysun Kara Aksaray Vatanda çalışırlar. Doktor Selma Polatkan ve Oğuz Polatkan ekibiyle. Yolum çakışır Pınarla- İst-el el rehabilitasyonunu ona devrederim. Çalışkandır . Sanat onun da kanındadır. Annesi ressam. Kendisi ud çalar ve engelsiz orkestrada şarkılar söyler. Aysun Kara yazar, öyküleri vardır ve ödülleri. Ben Antalyaya dönünce Ebru-sanatıyla ilgilendim. Suya çıkan renkler ve kitre. Tedaviye ğittiğimde bana soğuk davranan Brakial Pleksus hastam daha 8 yaşında. Yaptıklarımı gördüğünde, elinde bir şeyleri kesip biçen, atel yapan biri. Mesleği el fizyoterapiti. Çok güzelmiş , çok zevkliymiş dedi ve ısındı bana . Ebru sanatından bahsettiğimde çok heyecanlandı. İstiyormuş zaten. Başladı ebruya ve bir arkadaşına da kattı bu sevdaya. At kılından fırçayla parmağa vurulan darbeden aktı doğal boyalar suya. Güller açıldı gözlerinde ve yanaklarında. Oğlum da 4 yaşında katıldı bu sevdaya. Üç çocuk cumartesileri 1 saat buluştular Ebruhanede Sevda hocalarıyla. Biliyoruzki ruhu besler sanat. 2002 de Ayvalıkda –Körfez sağlıklı yaşam merkezini açtığımda destek olan İzmirli arkadaşlarım ve gurur duyan meslektaşlarımla kendimi güvende hissetmiştim. Belediye başkanı ayrıca destek vermişti kasabası için. Kapısında “DEMİRDEN EL TOKMAĞI ESKİ BİR RUM EVİ” merkezimiz olmuştu. Doğasına, günbatımına hayran olduğum kasaba ve Cunda adası resim yapma isteği doğurmuştu bende . Hala arar oradaki hastalarım..Ne kadar şaşırmışlardı Gömeç teki felçli hastanın evine tedaviye gittiğimde oralılar, anadoludaki gibi eve gelen sağlık hizmetine.. Köylerden engelli çocuklar getirtilmişti, tedaviler için. Kısa kalabilsem de Ayvalıkta gönüllerde yer almıştım, yetiştirme yurdu ve engelli merkezindeki gönüllü çalışmalarımla.. Sevgili Gülin yapar resimler sanat ruhundadır, bulur o sırada hayat arkadaşını benim fotografla eşimi bulduğum gibi.Aysel türküler söyler, dersler alır, şuan Ayvalıkta kurmuştur huzurlu bir hayat ve İzmirle bağlantıda. 2013 de bana da kısmet olur engelli okulunda kurduğum Mavi Umut korusunda türküler söylemek. Sevgili Demet Özer de ben Hacettepe-Halk oyunlarındayken o da türk sanat müziği korosundaydı. Söyler cilveli edasıyla şarkıları. 3 dak.lık kafkas- folklor gösterimi hala anlatır arkadaşlar. Ferda Dokuztuğdan sonra Çapa da Safiye Özkan, Gülnur Öztürk, Zeynep Hoşbay şifa verirler ellere ve genç meslektaşlara bilgi . Gülnur reiki ile pişer , eşi vesilesiyle şifa müziğinin içindedir. Edirnede .. Dünya hem çok büyük hem çok küçük arkadaşlar. Bilim insanları birleştiriyor. EĞER KİŞİSEL HIRSLARA GİRİLMEZSE. Uluslar arası toplantılarda görüyoruzki farklı ülkelerden meslektaşlar bilgi alışverişine girip, projeler üretebiliyor. Ülkeler arası internetle iletişim sağlanıyor. O kurum, bu dernek, şu statü, karşılıklı çıkar demeden iyileşecek her hasta için egoları bırakıp bilgi alışverişi yapmalıyız ve kongrelerimizde bunları gözetmeden paylaşmalıyız bilgiyi. Hz.Ali bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum der. Bilgi kimsenin tekelinde değildir ve paylaştıkça çoğalır. Gittikçe paranın öne çıktığı, insanı değerlerin azaldığı , iyileştirmenin hedeflenmediği şartlarda ayakta kalabilmek için bilgilenelim. Hasta iyileştirmeye odaklanalım. Bütüncül tedavi yaklaşımıyla, beden ve ruh bütünlüğünde, hastayla psikososyal rehabilitasyon yapıldığında başarı artar. Siz meslektaşlarımız ve hastalarınız sanatla tanışırsa da sanatın iyileştiriciliği ile ruhlar ve eller iyileşir..Bu yüzden Hamiyet Yüce –Beden Farkındalığı çalışmalarını kullanıyor, Semin ve Mintaze ve diğerleri gibi. Ben Feldenkreise tanıştığımda hastalarım için yararlanmıştım. Şimdi Yaratıcı Sanat Terapisi eğitimleri alıyorum.Sevgili Gonca gibi. Sevgili Demet Tekin gibi dans ve meslek hayatı bir arada .. Bereket, şans ve mutluluk sembolü Fadıma Ananın eli gibi şifa olsun elleriniz…… Uzm.Fzt.Salime Yılmaz yilmazsalime@gmail.com 05334703519

Site Üyesi Bir Uzmanımız
Doktor "Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi - Estetik"
 
Mesleki Anı : Paha Biçilmez Yayın Tarihi : 31-08-2014 18:52
 
Beni hemen her zaman, mutluluk ve minnettarlığını ifade etmek için kelimelerden ziyade gözleriyle konuşan yaşlılar ve çocuklar çok etkiliyor. Beni en etkileyen olaysa, 12 yıl önce cilt kanserini tedavi ettiğim yaşlı bir hastamın yüzünde başka bir yerde çıkan cilt lezyonunun alınması için sadece bana ameliyat olacağını söylemesi ve çocuk ve torunlarınca uzun aramalar sonrasında bana ulaşmaları, ve elbette yaşlı hastamın beni görünce o donuk, çizgi dolu, yorgun yüzünde açan ve herkesi şaşırtan "buldum sonunda seni” diyen gülümsemesi, paha biçilemezdi.
Site Yönetiminin Notu: Tıp Doktoru üyelerimizin anıları mesleki etik kurallarına saygı duyularak isimsiz olarak yayınlanmaktadır.

Turgay KÖSE Fotoğraf
Uzm.Dyt.Turgay KÖSE
Muğla
Diyetisyen
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi15 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 144 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : Bunca yıllık gurmeyim, böyle diyet “gurme”dim Yayın Tarihi : 23-12-2021 16:36
 
2009 Yaz mevsimi, İstanbul. Muayenehaneme zayıflama amaçlı olarak yeni bir danışan başvurdu. Dahiliye uzmanımızla görüştürdüm, klinik muayenesi gerçekleştirildi, mevcut kan tahlillerini değerlendirdik ve ardından ilk adım eğitimine aldım kendisini. Yaklaşık 1 saat süren sunumun ardından kişiye özel beslenme programını hazırlayacaktım. O esnada danışanımla aramda geçen diyalog sonrası diyetin içeriği bir anda değişiverdi: - Diyetinizde bulunmasını istemediğiniz, sevmediğiniz, alerji veya duyarlılığınız olan bir besin var mı acaba? - Böyle bir durum yok, ancak özellikle bulunmasını istediğim bir şey var: Şarap - Hangi sıklıkta ve ne kadar şarap tüketiyorsunuz acaba? - Her akşam 2 kadeh içerim. - Hazırlayacağım diyet programıyla bir hafta sonrasında ağırlığınızda ne kadar değişim olduğunu görmek ve sonrası için diyetin enerjisini daha sağlıklı bir şekilde ayarlayabilmek adına ilk hafta büyük önem taşımakta. En azından bu hafta için hiç alkol almasanız olabilir mi? Özel bir durum veya davet olursa onu ayarlarız. - Ancak ben şarap konusunda gurmeyim. İçtiğim şarabın hangi ülkenin hangi üzüm bağlarından elde edildiğini daha ilk yudumda size söyleyebilirim. Ayrıca şarap içmeyi çok da seviyorum. Siz ne yapın ne edin, ama benden 2 kadeh şarabı esirgemeyin lütfen… “Anlaşılan zor bir danışan ile karşı karşıyayım” diye düşünürken, danışanım daha önce başından geçen bir olayı anlattı bana ve işin seyri birden değişti: - Yıllar öncesinde Prof. Dr. Üstün Korugan’a gitmiştim. Rahmetli, ileri yaşı sebebiyle diyet listesini ve önemli notları asistanına yazdırıyordu. Benzer konuşma Üstün Hoca ile aramızda geçtiğinde “sorun değil, ayarlarız” dedi bana. - Ya sonra? - “Yaz kızım; 1 kibrit kutusu peynir” diye başladı söze. Üstün Hoca söylüyor, asistanı kağıda döküyordu. Ben de “aman hocam, sakın şarabımı unutmayın” diyerek belirli aralıklarla hatırlatmalarımı yapıyordum. Diyetin sonunda Üstün Hoca “yaz kızım; 2 şişe şarap” dedi. Bir anda asistanı ile göz göze geldik ve ardından şaşkınlıkla Üstün Hocaya baktık. “Hocam, 2 kadeh diyecektiniz; diliniz sürçtü galiba” dedim. - Eee, sonuç? - Ardından “dilim falan sürçmedi. Yaz kızım; 2 şişe şarap” dedi ve yüzüme bakıp bıyık altından gülümseyerek “sanki içebileceksiniz!” diye ekledi. - Siz ne yaptınız? - İlk birkaç gün diyete harfiyen uydum. Ara sıra 1 - 2 kadeh şarabımı da içtim. Hatta bir gün hiç üşenmeden kendime özel 2 şişe şarap aldım. Eee, ne de olsa doktorum müsaade etmişti. Bir de ne göreyim: Birinci şişeyi bile bitiremedim! Kendime inanamadım. Bunun üzerine ilk kontrole gittiğimde “hocam helal olsun!” dedim. Üstün Hoca şaşkın. “Hayırdır?” diye sordu bana. Ben de kendisine “3 kuruşluk şarap keyfim vardı, affedersiniz ama mahvettiniz! Ben de kendimi bi’ şey sanıyordum” diye yanıt verdim ve başımdan geçen olayı anlattım. - Gerçekten de güzel bir hikaye imiş. Bu muhabbetin ardından listemi tamamladım ve altına (her ne kadar mönü planında alkol ile ilgili bir kelimenin yer almasını istemesem de) “Sınırsız Şarap” veya “Limitsiz İçki” gibi bir ibare ekledim. Sonuç mükemmel oldu. Her akşam alkol alan Bayan E, özel davetler dışında alkol almaz hale geldi. Sınırsız veya limitsiz gibi bir kelime kullanmaktaki amacım; danışanımı sıkboğaz etmemek idi. Avucunuza aldığınız kumu ne kadar sıkarsanız, parmaklarınızın arasından o kadar çok kayıp gider ve elinizi açtığınızda pek bir şey kalmadığını görürsünüz. Örnek olarak; eşiniz akşam eve gelirken koca bir buket çiçek alıp kapıyı çalsa, “ne güzel bir sürpriz bu böyle” ya da “bugün özel bir gün de, acaba ben mi unuttum?” dersiniz. Peki, 2 gün üst üste çiçek alıp gelse; “kesin bir kabahat işledi, şimdiden kendisini affettirmeye çalışıyor” diye şüphelenirsiniz. Yılın her günü elinde kocaman bir buket çiçekle eve gelse? Düşüncesi bile pek inandırıcı gelmedi tabi, haklısınız. Sıradan bir hale gelir ve kesin sıkılırsınız. Bir de şu gözle bakalım: Yılın her günü çiçek alsa, sadece 1 gün eli boş gelse ne olur? Bahse girerim “nerde benim çiçeğim?” diyerek kavga çıkartırsınız… Halbuki rutin olarak gerçekleştirilen bir davranış haline getirmektense; doğum günü, sevgililer günü, evlilik yıldönümü gibi özel günlerde, hatta sürpriz yapılarak zamanlı zamansız çiçek verilmesi, karşınızdaki kişinin çok daha hoşuna gidecektir. Aynı durumu tatlı kaçamaklar veya yenilen abur cubur tarzı zararlı besinler adına yorumlamak gerekirse; sürekli tekrarlanan yaramazlıklar alışkanlık haline gelir ve gerçek cazibesini kaybeder. Dünyanın en lüks, en pahalı restoranında bile anne yemeği ayarında bir tat bulabilmek mümkün değildir. Şahsen üniversiteye başladığım ilk günlerde her gün mantı, döner, pizza, kebap vs yemek de oldukça keyifli görünüyordu. Ancak ev dışı beslenme ihtiyacının doğduğu böylesi bir dönemde her gün hazır besin yemekten içim dışım kurumuş, bıkmış ve sulu yemek arayışına girmiştim. O gün bugündür ev ve iş ortamımda önceliği daima sağlıklı besinlere vermeye başladım. Siz de kontrol altında tutabileceğiniz ev ve işyerinizin mutfağını “kale” gibi düşünün ve kalenizi düşmanların (yani zararlı besinlerin) ele geçirmesine izin vermeyin. İyi bir diyet henüz alışveriş aşamasında başlar. Zararlı besin almazsanız, dolayısıyla yemezsiniz. Kendi sahasında mağlup olan bir spor kulübünün deplasmanda galip gelmesi ne kadar zor ise, siz de kontrol altına alabileceğiniz her mekanda ve koşulda kontrolü sağlamak için elinizden gelen gayreti sonuna kadar gösterin. Kaçamak hakkınızı da sosyal ortamlara saklayın. Tabi ki zararlı besinlerin tüketim miktar ve sıklığına dikkat etmek koşulu ile…

Turgay KÖSE Fotoğraf
Uzm.Dyt.Turgay KÖSE
Muğla
Diyetisyen
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi15 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 144 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : Besinlere karşı önyargı beslememeli Yayın Tarihi : 23-12-2021 16:36
 
2009 Yaz mevsimi, İstanbul. Bir akşam iş çıkışı Nişantaşı’ndaki ofisimden Tünel’e taşınan yeni dans stüdyomuza kadar yaklaşık 50 dakika tempolu yürüdüm. 2 Saat süren dans dersinin ardından Galatasaray’daki eşsiz boğaz manzaralı bir restorana geçtik. Salsa, Cha Cha, Bachata, Merengue ezgileriyle Latin rüzgarlarının estiği mekanda, tarihi yarımadanın tarifi mümkün olmayan manzarası eşliğinde muhteşem bir dans gecesi organizasyonu düzenlenmişti. Enerji harcamak için öncelikle enerji almak gerektiğini düşünerek dans öncesi bir şeyler yemeğe niyetlendik. Servis personeli, bizlere oldukça zengin bir mönü sundu. Onlarca alternatif arasında birisi vardı ki, daha yemeğin adını okurken “budur işte!” dememe vesile oldu: Kepekli mantı. “Neden firmalar light ayran üretmiyorlar?” şeklindeki sorumun bir benzeri de “neden restoranlarda kepekli mantı satılmaz?” idi. Tek yapılması gereken beyaz un yerine esmer un kullanmak. Tabi üzerine konulan yoğurdun light olması ve kızgın tereyağı gezdirilmemesi koşulu ile çok kolay bir şekilde diyet mantı hazırlanabilir. Buna karşılık hiçbir mekanda rastlamamış olmam bana enteresan geliyordu. O akşam dans gecesinde olmamızın etkisi ile sarımsaksız light yoğurtlu, tereyağsız 1 porsiyon kepekli mantı ile yağsız ve sossuz salata siparişi verdim. Zeytinyağı, sirke, nar ekşisi gibi salata soslarını ayrı bir şekilde talep ettim ve yeterli miktarlarda kendim ekledim. Mantı konusuna gelince; sarımsaklı yoğurt ve kızgın tereyağlı ne denli güzel olduğunu ben de çok iyi biliyor olmama rağmen bu mesleğe atıldım atılalı alışkanlıklarım çok fazla değişmişti: Evim, işyerim gibi değiştirebileceğim tüm mekanlarda en kaliteli malzemelerden sağlıklı seçimler yapıyor, restoran gibi değiştiremeyeceğim ortamlarda da en uygun alternatifleri üretmeye çalışıyordum. Böylesi ortamlarda biraz kaçamak yapsam da, en çok zamanımın geçtiği evim ve işyerimde yediğim öğünlerin sağlıklı olduğunu bilmek bile beni rahatlatıyordu. Mantı siparişimde de yoğurt ve yağ konusunda müdahale imkanım varken bu şansımı sonuna kadar kullandım. Dans gecesinde olmanın etkisiyle sarımsaksız light yoğurt isterken, üzerine kızgın tereyağı istemediğimi de belirtmiştim. Buna rağmen sonuç olağanüstü idi. Tahminimce önceden ısıtılmış, belki de bulaşık makinesinden yeni çıkmış sıcacık bir tabak içerisine patlıcan beğendi konulmuştu. Üzerine kepekli mantı ve en üstte de light yoğurt eklenmişti. Tam kararında nane ve sumak serpiştirilerek öylesine güzel servis edilmişti ki, önce göze sonra damağa hitap ediyordu. Mantıların hiçbiri birbirine yapışmamış, adeta tane tane idi. Unu, kepekli olmasından kaynaklı olarak daha fazla su çekmiş ve pamuk gibi yumuşacıktı. Resmen ağızda eriyordu. Ne yalan söyleyeyim, Kayseri’de bile böyle güzel bir mantı yememiştim. Bu hikaye ile belirtmek istediğim aslında şu: Büyük bir çoğunluğumuz tadını bile bilmediğimiz bazı yiyeceklere burun kıvırmaktayız. İçerisinde ne olduğunu bilmediğimiz besinleri farkında olmadan rahatça yiyebiliyorken, ismini öğrendiğimizde yüzümüzü ekşittiğimiz pek çok yemek söz konusu olmuştur. Bir diyetisyen olarak pırasa ile üniversitede, enginarla meslek hayatıma atıldığımda tanıştığımı söylemekten hiçbir zaman çekinmedim. Bakla, yerelması ve kereviz ile flörtüm halen kötüdür. Diğer yandan sakatatlar, yılan balığı, yengeç, hatta köpekbalığı bile yediğimi söyleyebilirim. Hele ki hayatta yediğim en güzel etin köpekbalığı olduğunu söylesem yalan olmaz. Hepimizin beslenme konusunda bazı önyargıları var. İsminden veya görüntüsünden dolayı bir besinden uzak durmak bazen kayıp olarak nitelendirilebilir. Sizler de “mantının da kepeklisi mi olurmuş?” demeden bir kez olsun deneyin. Şahsen pide, lahmacun ve pizzanın da kepeklisini denedim, çok beğendim. Fırsat buldukça da tereddüt etmeksizin kepeklilerini tercih ediyorum. Şiddetle tavsiye ederim…

Turgay KÖSE Fotoğraf
Uzm.Dyt.Turgay KÖSE
Muğla
Diyetisyen
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi15 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 144 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : Sporun eksikliğini hissetmek lazım Yayın Tarihi : 23-12-2021 16:36
 
2009 İlkbahar mevsimi, İstanbul. Pek çok kişide bahar yorgunluğunun başladığı dönemlerde, ben kendimi Anoreksiya Atletika gibi hissediyordum. Haftanın 2 - 3 günü Latin danslarını öğrenmek için kursa gidiyordum. Hobi mahiyetinde gördüğüm için bana hiçbir zaman spor gibi gelmedi. Beni yormuyor, bilakis dinlendiriyordu. Aynı şeyi haftanın en az 5’er günü gittiğim spor salonu için söyleyemeyeceğim. Nadiren de olsa programı yarım bırakıp çıktığım günler oluyordu. Ancak her zaman için beni en çok dinlendiren spor yürüyüş olmuştur. Hayatımdaki bütün önemli kararları yürürken aldım ve hiçbirinde de pişman olmadım. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözüne katılmamak mümkün değil. Haftada en az 5 - 6 gün yürüyüş yapıyordum. Hal böyle olunca dans kursu, spor salonu ve yürüyüşün çakıştığı zamanlarda ortalama 5 saat civarında aktivite yaptığım günler oluyordu. Hem de dilimde tatlı tat hissi uyandıran meyve dışındaki tüm şeker ve şeker içeren besinleri diyetimden çıkarmış olduğum bir dönemde… Peki, insanların diyetisyenlere akın ettiği ve işlerimizin en yoğun olduğu ilkbahar döneminde bu kadar aktiviteyi bir güne nasıl sığdırabiliyordum? Sağlıkla ilgili bir meslek icra ettiğim için olsa gerek “hayatta en değerli yatırım; sağlığa ve eğitime yapılan harcamalardır” şeklinde bir düşünce yapısına, hatta yaşam tarzına sahiptim. Gerekirse uykumdan fedakarlıkta bulunuyor, sporumu yapmadan uyumuyordum. Küçükken biri bana böylesi bir spor alışkanlığımın olacağını söylese, güler geçerdim herhalde. Havaların iyice ısınmaya başladığı dönemlerde bir cumartesi akşamı eski bir arkadaşımla en yakın dostlarımdan birinin nişan törenine katıldık. Ardından da gece nöbetinde olan doktor bir arkadaşımızı ziyarete gittik. Bir süre sonra gözümden uyku akıyordu. Eve döndüğümde saat 03.30’u gösteriyordu. Birden gözlerim açılıverdi ve “ben bugün spor yapamadım” diyerek üzerimi değiştirdim ve kendimi sokağa attım. Yaklaşık 1,5 saat yürüyüş sonrası vurdum kafayı, deliksiz bir uyku çektim. Birkaç hafta sonra benzer bir olayı tekrar yaşadım. Kongre sebebi ile 3 günlüğüne Ankara’ya gitmiştim. Gün boyu oturarak sunumları dinliyor ve neredeyse hiç hareket etmiyordum. Sadece 1’er saatlik öğle yemeği arası veriliyordu. Karnımı doyurup stantları dolaşmaya kalkınca süre hemen doluyordu. Akşamları da gala yemekleri, uzun zamandır görüşemediğimiz meslektaşlarımızla yapılan organizasyonlar vb derken pek fazla hareket etme şansı kalmıyordu. Pazar günü sabaha karşı eve döndüm. Saat 04.15’i gösteriyordu. Valizimi bir kenara, kendimi de sokağa attım. İstediğim şekilde spor yapamadığım 3 günün hışmıyla deliler gibi yürüyordum. Taksim meydanına geldiğimde artık sabah ezanı okunuyor ve insanlar eğlence mekanlarından evlerine dönüyordu. Yürüyüş sonrası yattım ve pazar sabahı güzel bir kahvaltı yapıp, soluğu yine spor salonunda aldım. Diyeceğim şudur ki; egzersiz yapmadan onun tadını anlamak mümkün değildir. Vücut eksikliğini hissedemez. Nasıl ki öğle yemeğini atlamak durumunda kalan kişi, kahvaltı ile yetinip akşama kadar aç kalamaz ve ikindi vakti bir şeyler yeme ihtiyacı hisseder; düzenli egzersiz yapan birey de bir gün spor yapamazsa eksiklik ve huzursuzluk hisseder. Kendimi spora adadığım böylesi bir dönemde; 10 sene öncesinde 47 dakika aralıksız koşabildiğim günleri hatırlayarak “bunu 1 saate çıkarabilir miyim acaba?” diyerek koşmaya başladım. Yaklaşık 2 hafta içerisinde kondisyonumu geri kazandım ve 9 km hızla hiç durmadan 1 saat koşar hale gelmiştim. Koşu esnasında ekstra bir havlu ile sürekli olarak yüzümü, saç diplerimi ve omuzlarımı kuruluyordum. Buna karşılık 1,5 lt su, 300 ml ayran, 200 ml şeker ilavesiz meyve suyu içiyor ve bu esnada kuru kayısı ve ceviz gibi atıştırmalıklar tüketiyordum. O gün, terim üzerimde soğumadan kıyafetimi değiştirerek spor salonunda 1 saat süresince bel ve bacak egzersizleri ile kas çalışması yaptım. Ardından çok yakın bir arkadaşımla buluşup muayenehaneme geçtik. Kendisi aynı zamanda zayıflamak için benim kontrolümde diyet yapıyordu. Haftalık takibini gerçekleştirdik: Vücut bileşim analizini tekrarladım, yorumladım ve diyeti üzerine görüşmemi gerçekleştirdim. Kalan işlerimi toparladım ve beraber yola çıktık. 40 Dakika içerisinde Nişantaşı’ndan Galatasaray’a yürüdük. Saat 20.00 - 22.00 arası aldığımız dans dersi sonrası ikimiz de acıkmıştık. Her hafta olduğu gibi ders sonrası portakal suyu içmek adına bir Cafe & Restaurant bulup oturduk. Normal şartlarda yemek için geç bir saat olmasına rağmen bizim geçerli bir mazeretimiz vardı. Aramızda şu şekilde bir bilgi alışverişi gerçekleşti: - Arabasız geldin ve dolmuşla döneceksin, değil mi? - Evet, biliyorsun bu tarafta otopark sorun oluyor. - Gece saat kaç gibi yatarsın? - Saat 02.30’u bulur, bir proje üzerinde biraz çalışmam lazım. - Hemen uyumayacak olman güzel. Şimdi daha bi’ gönül rahatlığıyla siparişi verebiliriz. Ancak dolmuştan indikten sonra eve (İncirli’den Bahçelievler’e) kadar yürüyeceksin ama! Söz mü? - Anlaştık patron, söz… - İkimiz için de birer porsiyon ızgara köfte sipariş edeceğim. Patates kızartması yerine salata; pirinç pilavı yerine varsa bulgur pilavı yoksa birer dilim esmer ekmek isteyeceğim. İçecek olarak da sade maden suyu içerisine sıkma limon ya da ayran söyleyeceğim. Olur mu? - Olur tabi… Sipariş verilirken “biz yemek yiyeceğiz, bize eşlik etmek isteyen var mı?” diye sorduk. Hep bir ağızdan “bu saatte yemek yenir mi? Bi’ de diyetisyen olacaksın, bari danışanının yanında yeme! Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” şeklinde eleştiriler yükseldi. Peki, ben ne yaptım? Cep telefonumda kayıtlı olan üst taraftaki fotoğrafımı gösterdim ve “2 saat spor salonunda yaptığım aktivitelerin üzerine, 40 dakika yol yürüyerek dans dersine geldim. Şahit olduğunuz 2 saatlik ders sonrası yine 40 dakika yürüyerek Nişantaşı’na geri döneceğim. Hanginiz bir günde, hatta bir haftada 5 saat 20 dakika spor yapıyorsunuz? Ayrıca aylardır dilime tatlı tadı verecek hiçbir besin sürmüyorum. Pardon yani, kimi eleştirdiğinize dikkat çekerim!” diyerek şakayla karışık kendimi savundum ve ardından gelen yemeği afiyetle yedim.

Turgay KÖSE Fotoğraf
Uzm.Dyt.Turgay KÖSE
Muğla
Diyetisyen
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi15 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 144 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : “Hayır”lı günler Yayın Tarihi : 23-12-2021 16:36
 
2008 Yaz mevsimi, İstanbul. Üniversitede öğrendiğim ve araştırdığım bilimsel kaynaklarda okuduğum kadarıyla, aslında hiç kimsenin rafine şekere ihtiyacı yoktur. Ben de hem bireysel hem de kurumsal anlamda verdiğim eğitimlerde hep şu sözlere değinirdim: “Kurubaklagiller, tahıllar, sebzeler, meyveler, süt ve yoğurt gibi besinlerde bulunan doğal karbonhidratlar midede parçalandıktan sonra, ince bağırsaklardan glikoz (şeker) halinde kana karışır ve enerji olarak kullanılırlar. Hiçbir bünyenin çay şekeri, bal, reçel, çikolata, pasta, meşrubat gibi dilimizde tatlı tat hissi uyandıran besinlere ihtiyacı yoktur. Eskiden maraton koşacak atletler bile kuru üzüm yermiş. Şeker olmadan çok daha sağlıklı yaşanabilir.” Bir gün “teorik ile pratik birbirini tutuyor mu acaba?” diye düşündüm ve şekeri diyetimden tamamen çıkarma kararı aldım. Tam 2 ay boyunca hiçbir şekilde rafine şeker ve şeker içeren bir besin tüketmedim. Bu esnada birkaç kere light puding, light dondurma, light meşrubat tüketmiştim. Bu sürenin sonunda “isteyince oluyormuş” dedim. Ancak “light ürünlerden aldığım tat, bu mücadeledeki iradem konusunda etkili oldu mu acaba?” düşüncesi ile çıtayı biraz daha yükseltip kendime daha zor bir hedef koydum: 2009 Kış mevsimi, İstanbul. Yılbaşı itibariyle ne şeker, ne yapay tatlandırıcı, ne de bunları içeren herhangi bir besini dilime dahi sürmeyecektim. İnanılmaz kararlıydım, ilk hafta her şey mükemmel ilerliyor ve tarafıma sunulan her tatlıyı geri çeviriyordum. Ta ki hiç hesaba katmadığım bir tablo ile karşılaşana kadar… 7 Ocak Çarşamba akşamı iş çıkışı eve gittim, açlığımı bastırmak için buzdolabını açtım ve bir de karşımda ne göreyim: Enfes görünümde, inci gibi sıralanmış, ev yapımı ve her şeyden önemlisi anne eli değmiş bir sürü aşure kasesi! En sevdiğim tatlı olduğunu ve ufak kaselerle asla yetinmeyeceğimi bilen biricik anneciğim, “bahar dalı” diye tabir edilen kocaman kaselerde bana özel aşureler hazırlamayı da ihmal etmemiş. Tam elimi uzatmış en kocaman kaseyi alıyordum ki, şeker orucunda olduğumu hatırladım. Böyle bir kararı alırken nasıl olur da aşure gününü hesaba katmazdım? Elim havada kaldı ve kararsızlık başladı. Şeytani tarafım “anne yapımı aşure bu, her zaman bulamazsın. Bugün ye, 8 Ocak’ta sıfırdan başlarsın” diyorken; melek tarafım “aşure bile olsa karşına çıkan ilk tatlıya ‘hayır’ diyemiyorsan bu işi sürdürmenin hiçbir gereği yok” diyordu. O kadar çok gelgit yaşadım ki anlatamam. Uzun mücadeleler sonrası o güzelim aşureleri elimin tersi ile iterek “tadına bile bakmayacağım” dedim. Annem şok oldu. “Ben bu kadar aşureyi n’apacağım?” dedi. Ben ise, “komşulara dağıtırsın, o kadar tatlıyı yaparken bana mı sordun?” diyerek hiçbir şey olmamış havasında mutfağı terk ettim. Başkalarına eşlik etmek yerine, kendinize ve çevrenizdekilere “hayır” diyebildiğinizi görmek, özgüveninizin yükselmesine yardımcı olacaktır. Yapılan bilimsel çalışmalar özgüvenin, başarıda yaklaşık %85 oranında etkili olduğunu göstermektedir. Zayıflama diyeti uyguluyorsanız; en azından bir kere olsun karşı koyamadığınız bir besine “hayır!” demelisiniz ki, sonrasında karşınıza çıkacak olan diğer alternatifleri görünce canınız onları hiç istemesin. O gün o aşureyi yemedim ya, kendimi imkansızı başarmış gibi hissediyordum. Sonrasında fark ettim ki; hemen hemen her gün birileri bana rafine şeker içeren bir ikramda bulunmakta. Bazen çay tabağına konulan 2 küp şeker, bazen tatlı tabağındaki 2 dilim baklava, bazen de kocaman bir düğün pastası… Her seferinde “ben, annemin o güzelim aşuresine bile hayır diyebilmişsem; falanca firmanın 3 kuruşluk meşrubatına veya filanca firmanın 5 kuruşluk çikolatasına dönüp bakmam bile” düşünce yapısını beynimin tüm hücrelerinde hissettim. Sonuç olarak; aylarca dilime tatlı tat veren hiçbir besini sürmedim. Ta ki 8 Mayıs’a kadar. O gün diş hekimi arkadaşımdan rutin kontrol amaçlı randevu almıştım. Kontrolüm bitince dinlenme odasında muhabbet ediyorduk. O esnada arkadaşımın asistanı baklava, sarma ve kadayıf tarzı tatlılar içeren bir tabak uzattı bana. Yemek istemediğimi kendisine söyleyince, diş hekimi arkadaşım araya girdi ve aramızda şöyle bir diyalog gerçekleşti: - Bir şeyler yemek için beklemene gerek yok, hadi buyur. Sadece rutin kontrolümüzü gerçekleştirdik. - Onunla bir alakası yok, canım istemiyor (gerçekten de zerre kadar canım çekmiyordu). - Tatlı bu, yenmez mi? Çok da güzel görünüyorlar. - Güzeldir muhakkak, ancak ben yılbaşından beri şekerli bir şey yemiyorum. - Nasıl yani! Ne zorun var, şeker hastalığı falan çıktı da benim mi haberim yok? - Hayır, sadece irademi sınıyorum. Biz diyetisyenler şeker olmadan da yaşanabileceğini savunuyoruz. Ben de teorik ile pratik birbirini tutuyor mu diye test ediyorum. - 4 Aydan fazla olmuş, bunu daha ne kadar sürdüreceksin? Ömür boyu yemeyecek değilsin herhalde! - (O an “ömrümün sonuna kadar şeker ve şeker içeren bir besin tüketmesem de hiç aramam” diye düşünerek ve buna gerçekten inanarak şeker orucunu sonlandırma kararı aldım*) Haklısın, bu süre bazı deneyimleri yaşamam adına yeterli geldi, ver bakalım bir dilim. * Halen de şeker ve şekerli besinlere karşı pek bir düşkünlüğüm yoktur. Siz de karşınıza çıkacak ilk doğum günü pastanızı yemeyerek bu konuda önemli bir adım atabilirsiniz.

Turgay KÖSE Fotoğraf
Uzm.Dyt.Turgay KÖSE
Muğla
Diyetisyen
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi15 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 144 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : Sofradaki gizli tuz(ak) Yayın Tarihi : 23-12-2021 16:36
 
2008 İlkbahar mevsimi, İstanbul. Üniversitemizden bir öğretim üyemizin yeni çıkardığı kitabını okurken bir cümle dikkatimi çekti: “Tuz tadı sonradan kazanılır, insan isterse zamanla tuz tüketimini azaltabilir.” O dakikaya kadar pek fazla tuz kullanan biri olmadığımı düşünmeme rağmen, bu sözün üzerine günlük tuz kullanımımı gözden geçirdim. “Sofraya ekstradan tuzluk getirmiyorum, ancak haşlanmış yumurta ve söğüş salatalık yerken her ısırık öncesi tuz ekliyorum. Yemek ve ekmeklerden de tuz almaktayım. Pek fazla olmasa da turşu, şarküteri ürünleri, hazır çorba, ayran vb tüketen biriyim. Sanırım ben de gereğinden fazla tüketiyorum” diye düşündüm. “İnsan ölüme bile alışır” dedim ve o günden sonra yemeklerimi çok daha az tuzlu, hatta bazen tuzsuz hazırlamaya başladım. Salatalarımı tuzsuz hazırladığım gibi haşlanmış yumurta ve söğüş salatalık yerken de tuz eklememeye başladım. Turşu, et suyu tabletleri gibi besinleri evime sokmama kararı aldım. Hatta hazır ayran almayı bile bıraktım, artık kendi ayranımı kendim yapıyordum. Bire bir oranında light yoğurt ve su. Sıfır tuz. Öte yandan anlam veremediğim bir konu vardı: Neden light olarak süt, yoğurt, peynir, hatta kefir üreten firmalar light ayran üretmiyordu? Ne hikmetse asitli içeceklerin light olanları en fazla 1,5 lt olarak karşımıza çıkarken, şekerli olanlarda 3 lt dahi bulabilmek mümkün. Derken 2 ayrı firmanın light ayran ürettiğini gördüm ve kendim hazırlamaktansa işin kolayına kaçıp hazır olan bu alternatifleri kullanmaya başlamıştım. Bir gün öğle yemeği esnasında içtiğim light ayranın etiketinde yazan bir ibare dikkatimi çekti: Az yağlı - Az tuzlu. Yağının az olması zaten beklediğim bir durumdu, ancak tuzunun da az olmasına sevindim. Fakat içindekiler kısmında 1 lt light ayranda ortalama 7 gram tuz bulunduğu yazısını görünce gözlerime inanamadım ve “az tuzlu diye belirtilen light ayranda bile bu kadar tuz varsa, normal ayranda ne kadar tuz var acaba?” diye sormadan edemedim. Günde 2 su bardağı ayran içildiği takdirde, günlük tuz ihtiyacının yaklaşık %50 - 60’ı karşılanmış demektir. Bu deneyimim üzerine halen light ayranımı tuzsuz bir şekilde kendim hazırlarım ve mecbur kalmadıkça hazır satılanları pek tercih etmem. Çünkü gözlerimi, böbreğimi, kalbimi ve yaşamı seviyorum…

Turgay KÖSE Fotoğraf
Uzm.Dyt.Turgay KÖSE
Muğla
Diyetisyen
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi15 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 144 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : İnanmak başarmanın yarısıdır Yayın Tarihi : 23-12-2021 16:36
 
2006 Yaz mevsimi, İstanbul. Temmuz ayının son haftasını karşıladığımız sıcak bir yaz günü, annesiyle birlikte merkezime gelen 21 yaşındaki Bay B ile ilk defa tanışıyorduk. Kısa bir sohbetin ardından kendisine sunduğumuz kişisel bilgi formunu doldurmasını rica ettik ve ardından çalışma odama geçtik. Doldurulan anketi incelerken daha detaylı bilgilere ulaşmak adına kendisine bazı sorular yöneltirken, son bölümünde yer alan “kilo vermeniz sizin için ne kadar önemli? Lütfen 100 üzerinden bir puan verin: ……….” sorusuna Bay B’nin verdiği yanıt gözüme çarptı. Cevabın yazılacağı alan yukarıda görüldüğü şekilde boş bırakıldığı için mevcut noktalar sebebiyle yazılan rakamı anlamakta güçlük çektim. Verilen cevap 1.000 de olabilirdi, 100,0 tam puan da. Belirsizlik üzerine yanıtı ilk ağızdan öğrenmek istedim ve başparmağımla göstererek “bu soruya kaç puan verdiniz acaba?” diye bir soru yönelttim. Oldukça tok bir ses tonuyla BİNNNN! şeklinde bir yanıt aldım ve işte o an “bu iş tamamdır, Bay B kesinlikle zayıflamayı başaracaktır” diye düşündüm. Gerçekten de kazandığım deneyimler sayesinde bu soruya verilen puanın 100’ün altına düştüğü durumlarda başarının da doğru orantılı olarak azaldığını sayısız kez gördüm. O yüzden zayıflama tedavisinde kişinin kendisinin tedaviyi gerçekten istemesi kadar önemli bir şey yoktur. İtiraf etmem gerekirse; 18 yaş altındaki hiçbir bireyin, ebeveynlerine “beni bir uzmana götürün, ben zayıflamak istiyorum” dediğini asla düşünmüyorum. “Biz üzerimize düşeni yaptık, zayıflaması için çok sayıda uzmana da götürdük, ama hiçbiri çocuğumuzu zayıflatamadı!” mazeretinin arkasına sığınmak isteyen ailelerin, eleştiri oklarından kurtulmak için başvurduğu bir yol olarak görüyorum. Evlatlarına yeterince vakit ayıran ve gereken ilgiyi, sevgiyi, şefkati, özeni gösterip dengeli beslenmeleri ve hareket etmeleri için uygun ortamlar sağlayan bir ailenin şişmanlık problemi yaşayan çocuğunun olma ihtimali oldukça düşecektir kanaatindeyim. Endokrinolog tarafından klinik muayenesi yapılan ve kan tahlil sonuçları yorumlanan danışanıma bilgisayar destekli bir sunum yaptım. Düzenlenmesi gereken beslenme programı ile ilgili olarak doktorun görüşlerinin yer aldığı ve tarafıma gönderdiği notu detaylı bir şekilde inceledim. Bilimselliği ve iş disiplini konusunda saygımın sonsuz olduğu, daha önceden de tanıdığım ve pek çok ortak danışanımızın olduğu endokrinoloji uzmanı, düzenlediği belgede Bay B’nin özellikle şeker hastalığı konusunda taşıdığı riskten bahsetmekteydi. Kaldı ki kan tahlilleri de durumu çok net bir şekilde gözler önüne seriyordu. Hemen kolları sıvayarak işe koyuldum, ancak hiç beklemediğim kötü bir sürprizle karşılaştım. Bay B vücut bileşim analiz cihazına çıktığı vakit ekranda “hata” ibaresi belirdi. Çünkü o zamanlar Türkiye’deki vücut bileşim analizi yapan cihazların hiçbiri 150 kg üzerindeki bireyler için tartım ve vücut yağı ölçümü yapamıyordu. Hemen ev tipi bir banyo baskülü ile sorunu çözmeye kalktım. Baskül, 130 kg kapasiteli tam devrini tamamlayıp üzerine 37 kg vücut ağırlığını gösteriyordu ki, o güne kadar gördüğüm en yüksek vücut ağırlığındaki ikinci danışanımla karşılaşıyordum. Florence Nightingale Hastanesi’nde çalıştığım dönemlerde gördüğüm 175 kg ağırlığındaki hastamızdan sonra muayenehane ortamında gördüğüm en yüksek rakamdı 167 kg. Kötüye doğru gidişatı yavaşlatıp durduran ve daha ilk haftadan itibaren de kilo kaybı ile karşıma çıkan Bay B’nin bu işe sımsıkı sarılmasındaki en büyük etmenlerden biri de, “bir gün 150 kg ve altına düşerek o cihazda vücut analizi yaptıracağım” şeklindeki inadı olmuştu. “Her şerde bir hayır vardır” sözüne örnek teşkil eden bu tablo sadece 35 gün sonunda meyvelerini vermeye başladı. Her kontrole geldiğinde diyetinin enerjisini biraz daha artırmama rağmen hızlı kilo kaybının pek önüne geçemedik ve 5 hafta sonunda 16,3 kg ağırlık kaybı ile cihazda 150,7 rakamını gördük. Başlangıç yağ oranını görme şansım olmadığı için ilk haftalarda mezura, kaliper ve kumpas ile vücut ölçümlerindeki değişime ve özellikle ağırlık kaybına bakarak yol alma kararı vermiştim. O saatten sonra önemli olan Bay B’nin üzerinden bir yük kalkması, daha rahat hareket edebilir hale gelmesi ve hepsinden önemlisi “isteyince oluyormuş” düşüncesinin yerleşmesi idi. Zaten kıyafetlerinin bol gelmeye başlaması, vücut yağ oranındaki kaybın ilk göstergelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Ne mutlu ki, o tarihten sonra vücudundaki yağ ve yağsız dokudaki değişimleri takip etme şansımız olacaktı. 31.08.2006 tarihinden 18.05.2007 tarihine kadar geçen 9,5 aylık sürede (150,7 - 124,9) 25,8 kg ağırlık kaybeden Bay B’nin, (67,8 - 33,1) 34,7 kg yağ kaybettiği ve yağsız doku kitlesinde (82,9 - 91,8) 8,9 kg kazanım olduğu görülmektedir. Yağsız doku kitlesi başlığı altında yer alan kemik ve organlar değişmeyeceğine göre; (67,1 - 64,6) 2,5 kg su kaybından yola çıkarak (8,9 + 2,5) 11,4 kg kas ve mineral kazanımından bahsetmek mümkün olabilmektedir. Peki, böylesi bir tablo mümkün olabilir mi? Elbette olabilir. Dengeli bir diyet ve düzenli bir spor programı ile kas kitlesini artırmak mümkündür. Ayrıca vücut bileşim analizi cihazları uzun vadede “yalan makinesi” gibi düşünülebilir. Zaten Bay B’nin örneğini kitabıma taşımamdaki en önemli çıkış noktası buydu: Azmin zaferi… Bay B ile 03.08.2006 tarihindeki ilk kontrolünde yaşam tarzı değişikliği üzerine detaylı bir görüşme yaptım. Kısa mesafelerde taşıt kullanmamasından, asansör ve yürüyen merdivenlerden uzak durmasına; her lokmadan sonra elindeki çatal ve kaşığı bırakmasından, alışverişe çıkarken karnının tok olmasına kadar pek çok öneride bulundum. Bu tavsiyelerin yer aldığı bir dosyayı da kendisine takdim ettim ve her hafta 1 kere okumasını istedim. 10.08.2006 tarihindeki ikinci kontrolündeki hızlı kilo kaybını görünce ve birkaç gün öncesinde başından geçen bir olayı anlatınca şöyle bir yönlendirme yapma ihtiyacı hissettim: - Cumartesi günü Bakırköy’de 1 - 2 işim vardı. İstanbul Caddesi’ndeki işimi bitirdim ve ardından Özgürlük Meydanı’na doğru geçmem gerekiyordu. Bakırköy’ü bilirsiniz, ara sokaklardan yürüyerek 5 dakikada meydana ulaşmak mümkün. Halbuki ben kulağı tersten göstermek, hatta bazen trafikte beklemek pahasına her seferinde taksiye veya minibüse binerdim. - Eee, bu sefer yürüdünüz mü? - (Göğsünü gererek) Yürüdüm tabi. Ama nasıl yürüdüm, bi’ dinleyin: Tam caddenin köşesinden taksi çeviriyordum ki, aklıma sizin “kısa mesafelerde taşıt kullanmayın” sözünüz geldi ve yürümeye başladım. Malum, yaz mevsiminin tam ortasındayız ve hava oldukça sıcaktı. Postanenin köşesindeki büfeye uğradım ve 1 paket kağıt mendil aldım. İyi ki de almışım; Özgürlük Meydanı’na gidene kadar sadece yüzümdeki teri silmekle tüm paket bitmişti. Üzerimde açık mavi renkli, kısa kollu bir gömlek vardı. İçime atlet de giymemiştim. Öyle bir terledim ki, gömlekte kuru bir yer kalmamış, hatta rengi laciverte dönmüştü. İnanın, gömleği sıksam 1 bardak su çıkardı. İşin en kötü tarafı; göğüs kıllarım direkt olarak gömleğin altından görünüyordu. - Müthiş. Öncelikle sizi tebrik ederim. Ancak bir teklifim olacak: Sonuçta üniversitede öğrencisiniz ve sıklıkla sosyal ortamlara giriyor, bazen de babanızın işyerine gidiyorsunuz. Terlemenizden yana hiçbir sıkıntı yok, hatta faydası çok. Normalde taze ter kokmaz. Ancak ter ile beslenen bakteriler zaman ilerledikçe kötü kokulara sebep olabilirler. Bu durum gündelik hayatta canınızı sıkabilir ve sizi sosyal ortamlardan, hatta spordan uzaklaştırabilir. O yüzden şöyle bir yol izleyebilirsiniz: Dilerseniz geçen hafta size anlattığım yaşam tarzı değişikliği önerilerinden aktivite ile ilgili olanları tamamen unutun. Yine kısa mesafelerde taşıt kullanmaya, yürüyen merdiven ve asansörleri tercih etmeye vs devam edin. Ancak her duş öncesi hafif de olsa ter atmaya özen gösterin. Örnek olarak; evin sokağına girince taksiden inin ve son birkaç dakikalık mesafeyi yürüyün. Apartmana girince merdivene yönelin. Sonuçta duş alıp üstünüzü değiştirme olanağı olacağı için böylesi bir problem de yaşamamış olursunuz. Göreceksiniz ki, zayıfladıkça terleme oranınız da dolaylı olarak azalacaktır. - Anlaştık, yüzünüzü kara çıkarmayacağım… Diyete başlamadan önceki dönemlerde atacağı adımın bile hesabını yapan danışanım, zayıfladıkça aktivite yapmak adına elindeki tüm olanakları kullanmaya başladı. Yeşilköy sahilinde arabasından inip yürüyen ve arkadaşının direksiyona geçip kendisini takip etmesini isteyen, oturdukları sitedeki kullanılmayan spor salonu ve kapalı havuzun aktif hale getirilmesi için site yöneticisi olan annesini devreye sokup düzenli olarak spor yapan, 140 cm derinlikteki havuzda yürüyen ve yüzen Bay B güvenimi tam anlamıyla kazanmıştı. Hatta diyete başladığı ilk günlerde evinin banyosundaki yüksek tasarlanmış küvete bile girmekte zorlandığını belirten Bay B’nin, sadece birkaç ay sonrasında karateci edasıyla bacağını yaklaşık 175 cm yüksekliğe kadar kaldırdığını görünce ben bile çok etkilenmiştim. Hele ki bana bir itirafta bulundu ki, bahsetmeden geçemeyeceğim: - Turgay Bey size ne kadar teşekkür etsem azdır. - Hayırdır? - Bende, yıllarca almadığım tat duygusunu ortaya çıkardınız. Bana köftenin gerçek tadını öğrettiniz. - Anlamadım, nasıl yani? - Geçen akşam arkadaşlar “hadi burger yiyelim” diye tutturdular. Bir fast food zincir mağazaya gittik. Herkes büyük seçim mönüler isterken ben ne yaptım: Sadece 1 adet mayonezsiz hamburger ve yanında küçük boy ayran aldım. - İyi bir seçim yapmışsınız. Eskiden bu tür yerlerde neler yediğinizi en ince ayrıntısına kadar anlatmıştınız bana. Tebrik ederim sizi, harikasınız. - Durun hocam, bitmedi. Asıl şimdi başlıyor hikaye: Eskiden olsa o hamburgeri 2 ya da 3 ısırıkta bitirirdim. Ama ben ne yaptım; önce gözlerimle süzdüm, kokladım ve küçük bir ısırık aldım. Hemen ardından ellerimden tepsiye bırakıp yan döndüm. Hissederek çok iyi bir şekilde çiğnedim, çiğnedim, çiğnedim ve ardından arkadaşlarla sohbete devam ettim. Sonra tekrar küçük bir ısırık aldım ve aynı şekilde maksimum tadı almayı denedim. O hamburgerin bitmemesi adına elimden gelen tüm gayreti gösterdim ve hayatımda bir lokmayı hiç çiğnemediğim kadar ağzımda çevirmeye başladım. İşte o zaman anladım ki, ben o güne kadar sırf yemiş olmak için yemek yiyormuşum. Sizin sayenizde o güzelim köftenin, ekmeğin, besinlerin gerçek tadını almayı öğrendim. Sizi içtenlikle tebrik ederim. - Müthiş bir hikaye. Bunu başarabildiğiniz için asıl ben sizi tebrik ederim. Paylaşımınız için de ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.

Turgay KÖSE Fotoğraf
Uzm.Dyt.Turgay KÖSE
Muğla
Diyetisyen
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi15 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 144 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : İnsan ne yaparsa kendine yapar Yayın Tarihi : 23-12-2021 16:36
 
2006 İlkbahar mevsimi, İstanbul. Sağlık sektöründe çalışan nişanlı bir çift ile öğle yemeğinde aynı sofrada bir şeyler yiyoruz. Her ikisi de günün büyük bir kısmını oturarak geçirmelerine karşın, neredeyse günlük almaları gereken enerjiyi sadece öğle yemeğine sıkıştırmış ve bir yere yetişmeleri gerekiyormuş gibi hızlıca tabaklarındakileri süpürüyorlardı. Bir süre sonra dayanamadım ve mesleğim icabı kendilerini uyarma ihtiyacı hissettim. Beslenme ve yaşam şekillerine biraz çekidüzen vermeleri gerektiğini, sağlık adına geleceklerinin pek parlak olmadığını belirttim ve enteresan bir bakış açısı ile karşılaştım: “İleride zaten hastane yemeği gibi yiyeceklerle karşılaşacağız, bari şimdi yiyelim ki ileride yasaklamalar başlayınca pişman olmayayım.” Bu yoruma karşılık ben de şu yanıtı verdim: “Siz böyle besleniyorsunuz diye ileride bazı besinler diyetinizde kısıtlanacak veya yasaklanacak. Tabağınızdaki besinleri ‘asla yemeyin’ demiyorum ki, ancak kararında yiyin. Zararlı besinlerin tüketim miktarına ve sıklığına dikkat edin. Böylelikle hiçbir zaman diyetinizden çıkarmak zorunda kalmayın.” Benzer bir örnek vermek gerekirse; kimisi sürekli olarak klozete tuvalet kağıdı atar, tıkanma sorunu yaşadığında ise tesisatçı çağırır. Ancak açtırdıktan sonra aynı alışkanlığını sürdürür. Sanki bir kere tıkanıp açtırınca ömür boyu hiç tıkanmayacakmış gibi davranır. Halbuki sorun yaşamadan tedbir alınsa; tuvalete kapaklı bir çöp kovası konulsa, gerekirse yanına da “lütfen tuvalet kağıtlarınızı çöp kovasına atınız” gibilerinden uyarı yazısı konulsa, işler daha kolay yürümez mi? Vatani görevimi gerçekleştirdiğim Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın revirinde, yöneticilik konusunda üzerine kimseyi tanımadığım bir komutanım vardı: Yüksek lisans konusunda beni en çok destekleyen, eğitim ve öğretim konusunda hakkını hiçbir zaman ödeyemeyeceğim Baştabip Tuncer Kırımer. Kulakları çınlasın, halen kendisi ile sıklıkla görüşür ve periyodik olarak tekmilimi veririm. General rütbesinde dahi olsa muayeneye gelen hastalarına, hekimliğin de vermiş olduğu ağırlık ve ciddiyetle öylesine açıklayıcı, inandırıcı, farkındalık sağlayan, ikna ve motive edici sözler söylerdi ki ben bile sağlıkçı olmama rağmen inanılmaz etkilenirdim. Zaten o dakikadan sonra kişi, yeni bir yaşam şekline hazır hale geliyor ve bu durum benim işimi de inanılmaz derecede kolaylaştırıyordu. O nedenle gerçekleri karşınızdakine yekten (yani birden, pat diye) söylemek gerekiyor bazen. Sigara içen birine doktorunun “ölürsün!” demesi; kişinin ilk başta tebessümde bulunmasına sebep olsa da, odadan çıkınca o sözün ağırlığını mutlaka düşünmesini sağlar. Bir hekimin hastasına söyleyebileceği daha kötü, daha ağır başka hangi söz olabilir ki? Pek çok insan “her canlı ölümü tadacaktır” düşüncesi ile bu acı sonun kaçınılmaz olduğunu bildiği için ölmekten ziyade sürünmekten korkmakta. “Bakana da zor, baktırana da zor” derler. O duruma düşmek de sevdiğiniz bir yakınınızın o hale geldiğini görmek de 2 taraf için de çok zor bir durum gerçekten. Her ne olursa olsun hayat güzeldir ve yaşamaya değer. Kişi yatalak bile olsa can tatlıdır. Ölüm ise çözüm veya kurtuluş değildir. Zaman akıp gidiyor ve hayat bir şekilde devam ediyor. “Ölenle ölünmez” derler: Kişi dualar ve gözyaşlarıyla son yolculuğuna uğurlanır, yedisi ardından kırkı derken bir bakarsınız ki sene-i devriyesi gelir. İlk başlarda her gün mezar başına çiçeklerle gelen ailesi ve akrabaları bile belli bir zaman sonra bayramdan bayrama hatırlar hale gelir. Çocuklara çoktan cici anne veya cici baba bulunur, hatta yeni yeni kardeşler gelip eskilerin pabucu dama atılır. Vay gidenin haline… O nedenle “insan ne yaparsa kendine yapar” sözünün ne kadar doğru olduğu ve üzerinde durup tekrar düşünülmesi gerektiğini vurgulamak istedim. Örnek olarak; uçak yolculukları öncesinde, olası bir acil durumla ilgili olarak yapılan anonslarda “çocuklu yolcularımızın, çocuklarından önce kendi maskelerini takmaları gerekmektedir” denilir. Tıpkı “önce can, sonra canan” atasözünü destekler gibi. Sonuçta siz varsanız çocuğunuzun varlığı önem taşır; siz öldükten sonra geride kim ölmüş kim kalmış, artık sizin için bir kıymeti yok ki. Elbette çocuğunuz sizin için çok değerli, en nihayetinde sizden bir parça. Ancak anonslar bile bu şekilde ve bu gerçeği de kabul etmek gerekir. Varsayalım ki alkollü araç kullanıyorsunuz, zararı kime? Belki karşı yönden gelen araçtakilerin de canını yakacaksınız, belki de bir şarampole yuvarlanacaksınız. Zararı önce ve daima size dokunur. Ya da sigara içiyorsunuz, zararı kime? Belki çevrenizdekiler de pasif içici konumuna düşüyor, ancak zararı en çok ve sürekli olarak size dokunur. Unutmayın, bu dünyaya bir daha gelmeyeceksiniz. Zararın neresinden dönülse kardır. Şahsen ofisime asistan aradığım dönemlerde adaylara sorduğum ilk soru; sigara içme alışkanlığının olup olmaması idi. Bana göre iş deneyimi, evinin uzaklığı, esnek çalışma saatlerine uyum sağlayabilmesi, bilgisayar kullanabilmesi gibi kriterlerden daha öncelikli bir konuydu. Her bir sigara için harcanan zamanın üst üste eklendiğinde ciddi bir iş kaybına yol açması vs değildi derdim. “Kendi sağlığına kıymet vermeyen biri, işine de gereken önemi vermez” düşüncesindeydim. Kaldı ki, gerçek anlamda aranan bir uzman olduğumda sigara içen danışanları programa almama gibi bir niyetim bile var. Çünkü biz diyetisyenler, kişinin besin tüketiminde “aman vitamin, mineral kaybı olmasın” diye düşünüp besinleri satın alma, saklama, hazırlama ve pişirme konularında öğütler verirken; o bireyin yaktığı her sigara ile o besin öğelerini ve aynı zamanda kendini öldürmesi havuz problemlerinden farksız bir durum. Umarım bir gün herkes benim gibi düşünür ve hayat çok daha güzel olur. Katıldığım bir mezuniyet sonrası eğitim kursunda değerli bir endokrinolog, salonda bulunan diyetisyenlere çok güzel bir soru yöneltti. Hatırladığım kadarıyla yazıyorum: 67 yaşında, 177 cm boy uzunluğunda, 83 kg ağırlığında, tip I diyabet ve kalp - damar hastalığı bulunan, günde 1 paket sigara içen, sosyal derecede alkol alışkanlığı olan, haftada 2 gün 30’ar dakika tempolu yürüyüş yapan, …………… isimli ilaçları kullanan, 3 ana, 2 ara öğün ile beslenen, günde 3 kez ….. doz hızlı etkili ve 1 kez ….. doz uzun etkili insülin kullanan ve masa başında oturarak çalışan bir erkeğin kan şeker sonuçları şu şekildedir: …………… (sunulan kan şekeri değerleri oldukça yüksekti). Sizce bu kişi nerede hata yapıyor ve tedavide ilk olarak nereden işe başlamak gerekir? Salonda bulunan meslektaşlarım birkaç dakika içerisinde birbirinden değerli pek çok olumlu yaklaşımda bulundu. İnsülinlerin saklama koşullarından son kullanım tarihlerine, ölçümlerin alındığı günkü beslenme programından aktivite düzeyine, hatta kullanılan insülin iğnelerinin her seferinde çöpe atılıp atılmamasına kadar pek çok konuda görüşler ve öneriler belirtildi, soruya doğru yanıt arandı. Tüm görüşlerin olumlu bir katkı sağlayacağını ve dikkate alınması gerektiğini vurgulayan profesör, öncelikle herkesi tebrik etti. Ancak sonrasında doğru yanıtı alamadığını belirtti. Herkes şaşırdı ve merakla uzmanın yanıtını bekledi. Çünkü bize göre sorun yaratabilecek her türlü olumsuzluk masaya yatırılmıştı. Halbuki endokrinolog gözüyle bahsi geçen kişinin ilk olarak “sigarayı bırakması” gerekiyordu. Sonuçta vücuttaki tüm damarları ve sinirleri etkileyen şeker hastalığı gibi ciddi bir sağlık probleminden bahsediliyordu. Kan şekerini dengelemeye çalışarak vücutta oluşabilecek tahribatı önlemeyi düşünen diyetisyenler; insülin seçimi, kullanılan dozlar, beslenme durumu ve aktivite düzeyi gibi konulara kanalize olmuşken sigaranın yaratabileceği hasarı göz ardı etmişti. O yüzden eğer sigara içiyorsanız ve henüz vaktiniz varken (!) hemen bırakın. O sizi bırakıp başka kurbanlar bulmadan…

Turgay KÖSE Fotoğraf
Uzm.Dyt.Turgay KÖSE
Muğla
Diyetisyen
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi15 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 144 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : Aç kalmak kilo aldırabilir Yayın Tarihi : 23-12-2021 16:36
 
2005 Sonbahar mevsimi, İstanbul. Yoğun bir iş gününün sonuna doğru yaklaşıyorduk. Randevulu danışanlarım ile görüşmelerimi tamamlamış, ertesi günün programı için bilgisayar başında son hazırlıklarımı gerçekleştiriyordum ki zilimiz çaldı. Asistanım, karşı komşumuzun geldiğini ve benimle görüşmek istediğini belirterek odama buyur etti. Yakın bir arkadaşının danışmanlık talebi olduğunu ve mümkünse bir diyet programı hazırlamamı rica etti. Memnuniyetle karşılayarak kendisini beklediğimi ilettim. Yaklaşık 10 dakika sonra normal vücut ağırlığında görünen konuğumuz Bayan Z geldi. Kısa bir tanışma sürecinin ardından beklentisini öğrenmek, sorularını yanıtlamak ve vücut bileşim analizi yapmak için çalışma odama davet ettim. Temel ve kişisel bilgilerin ardından sağlık durumuna yönelik bilgi alışverişinde bulunduk. Akabinde vücut bileşim analizi yaptım ve sonuçları yorumladım. Vücut yağ oranı ve diğer değerler gayet iyi çıkmıştı. Bunun üzerine şişmanlığın tanımını yaptım ve vücudunda yağ fazlalığı bulunmadığı için diyet listesinden ziyade genel öneriler vermenin daha sağlıklı olacağını belirttim. Israrla diyet listesi istediğini, liste olmadığı takdirde genel önerilerin yeterli gelmeyeceğini ve şişmanlamaktan çok korktuğunu belirtti. Hal böyle olunca daha da detaylı hikaye almayı denedim. Bir kişi normal vücut ağırlığında olmasına rağmen neden kilo almaktan bu kadar korksun ki? Günlük beslenmesinde nerede hata yaptığını öğrenmek adına kendisine (kaç öğün beslendiği, neler yediği, ne ölçüde besin tükettiği, yemek yeme hızı gibi) birkaç soru yönelteyim dedim: - Bugün neler yediniz mesela? - Ayran içtin. - Güzel bir tercih, afiyet olsun. Peki, yanında ne yediniz? - Sadece ayran içtim. - Yanlış anladınız galiba, içtiklerinizi sormadım. Kahvaltıdan itibaren bu saate kadar neler tükettiniz? - Yanlış anlaşılma yok, bu saate kadar sadece 1 bardak ayran içtim. - Nasıl yani! Bu saate kadar sadece 1 bardak ayran mı içtiniz? (Saat 17.00 civarı) - Evet. - Hayırdır, laboratuvarda kan verdiniz ve sonrasında yemek yiyecek vaktiniz mi olmadı? - Yooo, ben hep böyle besleniyorum. - Bana kalırsa beslenmiyorsunuz! Peki, akşam neler yiyorsunuz? Gün boyu aç kalmanın etkisi ile fazla ve hızlı besin alımı olmuyor mu? - Salata ile geçiştirmeye çalışıyorum. - İyi de neden? Bu hiç sağlıklı bir durum değil. Nereye kadar böyle devam edebilirsiniz? - Biraz olsun yediğimde kilo alıyorum. - (O esnada kişinin muhtemel bir şok diyet sonrası metabolizmasını bozduğunu ve kıtlık moduna girdiğini düşünerek cımbızla ağzından laf almayı sürdürüyorum) Sizce ne oldu da bu duruma geldiniz? Neden böyle bir kilo alımı olsun ki, yakın bir zamanda hızlı bir şekilde kilo mu verdiniz? - Yooo, pek de hızlı sayılmaz. İsveç diyeti uyguladım ve 2 ayda 17 kg kaybettim. Diyet gayet güzel kilo verdirdi bana, ama şimdi ne yesem kilo alıyorum. Ben de yememeye çalışıyorum. - İnanmıyorum. Oldukça hızlı bir ağırlık kaybı bu, hele ki sizin vücut ağırlığınızdaki biri için. Biraz olsun yediğinizde kilo almanızın sebebi de bu zaten… Vücudunun kıtlık moduna girmiş olduğunu ve bu durumdan nasıl kurtulabileceğini anlattım. “Normal koşullarda” diyet tedavisinde verilecek enerjinin alınan enerjiden düşük olması gerektiğini belirttim. Bu durumda yarım bardak ayran içmesini önermem veya ayranı biraz daha sulandırması gerektiğini belirtmem gerekirdi. Ancak bu durum pek de “normal” değildi! Dolayısıyla uygulayacağım yöntem konusunda bana tam anlamıyla inanması gerektiğini, beynine açlık sinyali göndermeyecek ölçüde enerji içeren sağlıklı beslenme programı hazırlayacağımı, ilk başta 2 - 3 kg ağırlık kazanabilme ihtimaline karşı kendisini hazırlaması gerektiğini, ama sonrasında metabolizmasının normale dönebileceğini ve ardından bahsi geçen 2 - 3 kg ağırlığı da kaybedebileceğini belirttim. Uzun uğraşlar sonrası kişiyi ikna etmeyi başarabildim. Sonuç tam da beklediğim gibi oldu ve kişi doğru beslenmeyi öğrenerek, “aç kalmadan” sağlığını tekrar geri kazandı.

Turgay KÖSE Fotoğraf
Uzm.Dyt.Turgay KÖSE
Muğla
Diyetisyen
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi15 kez tavsiye edildiÖzgeçmişi MevcutKütüphanemizde Yayınlanan 144 Makalesi varFotoğrafı MevcutMesleki Videoları Mevcutİş Adresi KayıtlıTelefon Numaraları Kayıtlı
Mesleki Anı : Şeker fırlaması Yayın Tarihi : 23-12-2021 16:36
 
2005 İlkbahar mevsimi, İstanbul. Zayıflama amaçlı olarak merkezime gelen danışanım Bay U, meslek icabı satış, pazarlama, tahsilat vb görevleri sebebiyle mesaisinin büyük bir kısmını ofis dışında geçirmekte olduğunu tarafıma bildirdi. Anamnez alırken yani kişiyi daha yakından tanımaya çalışırken, ziyaretler esnasında ikram edilen çaylardan konu açıldı. Çaycı olsun misafirliğe gittiğimiz akrabamız veya komşumuz olsun, çayın yanında sürekli olarak 2 adet kesme şeker sunarlar. Nedendir bilmem ama bugüne kadar 1 ya da 3 adet şeker sunumu ile henüz karşılaşmadım. Bay U da her seferinde bu şekerleri çayına karıştırdığını iletti. Ardından hayrete kapılmamı sağlayan o dakikalar başladı: - Gün içerisinde ortalama kaç bardak çay içersiniz? - 25 (!) - (Rakamı duyar duymaz hesap yapmaya başladım. Her bir küp şekerin 12 kkal enerji verdiğini dikkate alarak, sadece çaya katılan rafine şekerden günlük 600 kkal kadar enerji alımının olduğunu hesapladım) Hiç tatlı yemeseniz dahi günlük aldığınız enerjinin %10’undan fazlasının rafine şekerden karşılanması, ileride şeker hastalığı, kalp - damar hastalıkları vb açısından risk faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır. - Ne önerirsiniz? - Size zayıflama diyeti vermesem, sadece çayların içerisinde kullandığınız şekeri hayatınızdan çıkarsanız bile haftada ortalama 600 gram ağırlık kaybedersiniz. Bu gidişe mutlaka “dur” demeniz gerekiyor. Gerçekten isterseniz direkt olarak şekeri kesebilirsiniz. - Orası öyle ama şekeri diyetimden çıkarmanın pek kolay olabileceğini sanmıyorum, sonuçta yılların alışkanlığı var. - Haksız sayılmazsınız. Arzu ederseniz yapay tatlandırıcılardan da destek alabilirsiniz. Daha önce hiç denediniz mi? - Hayır, denemedim. - (Danışanıma aspartam içeren 2 - 3 kutu numune uzatarak) Dilerseniz bunları deneyin, her bir tablet 1 kesme şeker tadı verecektir. Gönül rahatlığı ile kullanabilirsiniz. - (İkram ettiğimiz bitki çayını göstererek) Hemen şimdi başlıyorum. Bu konuşmanın akabinde genel beslenme ve diyet eğitimini vererek, besin maketleri ile porsiyon kontrolünü detaylı bir şekilde anlatarak, kendisini aç bırakmadan her yerde uygulayabileceği ve ağırlık kaybını sağlayacak 1900 kkal enerji içeren diyetini sundum. Sonuç mükemmeldi: 5 Hafta sonunda 3700 gram ağırlık kaybı ile karşılaştık. Perde arkasında ise; 1100 gram kas ve mineral kazanırken, 4100 gram yağ ve 700 gram su kaybı oldu. # Diyet sürecinin ilk dönemlerinde sıvı kaybının fazla olması beklenen bir durumdur. Genellikle deri altında biriken, gereksiz sıvı diye tabir edilen ödemin vücuttan uzaklaşması söz konusu olmaktadır. Karbonhidratların ve tuzun su tutma kapasiteleri fazladır. Diyette şekeri ve tuzu kısıtlanmaktan kaynaklı olarak 700 gramlık su kaybıyla karşılaştık. Belki de Bay U yeterince su içmemişti, kim bilir. Kaybedilen her ağırlık yağdan gidecek diye bir kaide yok zaten. Ama sonuç gerçekten her 2 tarafı da tatmin ediciydi. Şeker kısıtlaması konusunda bir diğer deneyimi, bu olaydan yaklaşık 2 - 3 sene sonra ismini şu an hatırlayamadığım için affına sığındığım Bay X ile yaşadım. Kendisine şekerin zararlarını anlattım ve diyetindeki rafine şekeri kısıtlamasını, hatta mümkünse kesmesini istedim. Sonra bazı gerçeklerle yüzleşmesi için “özeleştiri testi” diye tabir ettiğim bir yönlendirme yaptım: Çay ile birlikte sunulan şekerleri bardağına değil de boş bir kavanoza biriktirmesini rica ettim. Görüşmelerimde Sokrates Diyalogu* uygulamaya özen gösteririm. Böylece sorunları ortadan kaldırmak çok daha kolay ve akılda kalıcı oluyor. Aradan sadece 2 hafta geçmesine karşın kavanoz içerisinde 950 gram ağırlığında şeker stokladığını belirten danışanım, bu şekeri vücudunda depolamadığı ve kilo kaybı ile karşılaştığı için son derece mutluydu. Diyet programının ilerleyen safhalarında da şekerin, tatlıların eksikliğini hiç hissetmedi ve gayet güzel zayıfladı. * Sokrates Diyalogu; dinleyenin az, sorununu anlatanın çok konuştuğu ve sorunlara çözümü sorunu ortaya koyanın getirdiği diyalog diye özetlenebilir. Gün içerisinde sıcak içeceklerde 5 - 6 adet kesme şeker kullandığını ve her birinin ortalama 3 gram olduğunu düşünsek 2 haftada 950 grama ulaştığını hesaplamak hiç de zor değil. Peki, soğuk içecekleri de buna eklerseniz! 200 gram ağırlığındaki standart bir su bardağı asitli içecekte 6,5 adet kesme şeker bulunduğunu biliyor muydunuz? Yani yaklaşık 20 gram ölçüsündeki bu değer, meşrubatların ortalama %10 oranında şeker içerdiğini göstermektedir. Peki, bu içeceklerin yanında veya diğer zamanlarda yenilen tatlı kaçamaklara ne demeli? Günde kaç gram rafine şeker tükettiğinizi hiç düşündünüz mü? Özeleştiri testini şu şekilde gerçekleştirmek de mümkündür: Sağlıklı veya sağlıksız ayrımı yapmaksızın tüm gün boyunca yediğiniz, içtiğiniz her besinden aynı oranda örnek alarak bir çöp poşetin içerisine doldurun. Gece yatarken çöp poşetine bakıp gün boyunca tükettiğiniz besinlerin ne kadar çok olduğunu görünce gözlerinize inanamayacaksınız. Çoğu kişi “öğlen sadece bir salata yedim” derken salatanın üzerindeki kızartılmış tavukları, salata soslarını, ilave edilen zeytinyağı miktarını ve salatanın yanında içilen asitli içeceği görmezden gelmektedir. Sadece ana yemeklerde yenilenleri dikkate alıp, ara öğünde tüketilen pasta tabağındaki kaçamakları unutmak, hatta akşamları televizyon karşısında kocaman bir kase dolusu meyve yerken alınan enerjiyi es geçmek, otokontrol sağlamak için verilen günlükleri diyetisyen konsültasyonu öncesi son dakika doldurmak kişinin kendini kandırmasından başka bir şekilde açıklanamaz. “Verdiğiniz diyetin dışına hiç çıkmıyorum, aynen uyguluyorum” diyerek belirtilen miktarlardan az veya çok yemek ya da “her gün 1 saat yürüyüş yapıyorum, sporumu hiç aksatmıyorum” diyerek hiç egzersiz yapmamak kişiye ne kazandırabilir? Baskül ve vücut bileşim analizi er ya da geç doğruyu söyleyecektir. Diyetisyeniniz dahil herkesi kandırabilirsiniz, ancak kendinizi asla… Virtüöz, “eğer bir gün çalışmazsam aradaki farkı ben anlarım; iki gün çalışmazsam orkestra şefi anlar; üç gün çalışmazsam dinleyici anlar” sözü ile sanatındaki hassasiyeti dile getirmektedir. Zayıflama düşüncesindeki danışan da “eğer bir gün diyeti bozarsam aradaki farkı ben anlarım; iki gün diyeti bozarsam diyetisyen anlar; üç gün diyeti bozarsam herkes anlar” diyerek bu sözü diyetine adapte edebilir.


17:12
Top