2007'den Bugüne 92,313 Tavsiye, 28,222 Uzman ve 19,980 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Türkiye’de Psikiyatrik Sosyal Hizmetler
MAKALE #10652 © Yazan Tülin KUŞGÖZOĞLU | Yayın Mart 2013 | 10,184 Okuyucu
Ruh sağlığının psikososyal boyutu sadece tıp adamlarının değil, psikolog, sosyal hizmet uzmanı, öğretmen, çocuk gelişimi uzmanı vb. birçok sosyal bilimci ve meslek grubunun da ilgi alanı içindedir. 19. yüzyılda başlayan ve özellikle Avrupa’yı etkisi altına alan aydınlanma ve hümanist akımlar ile ruh sağlığı alanında yaşanan gelişmelerin etkisiyle, “tıbbi bir hastalık” olarak kabul edilen “delilik”; son yüz yılda diğer pozitif bilimlerde yaşanan gelişmelere paralel olarak artık sadece tıbbi bir sorun olmaktan çıkartılmış ve biyopsikososyal bir olgu olarak tanımlanmaya başlanmıştır.

Nitekim sağlığın Dünya Sağlık Örgütü tarafından; “kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal anlamda iyi olma hali” olarak tanımlanmasından beridir, tüm dünyada sağlığa yönelik ilgi, hasta olmamayı temin etmekten başlayarak ele alınır olmuştur. Bu temel yaklaşım ruh sağlığı alanında da geçerli olup, konu “ruh sağlığı ve hastalıkları” ana başlığında ele alınmakta; ruh sağlığının korunması, ortaya çıkan herhangi bir hastalığın tedavisinden daha öncelikli olarak dile getirilmektedir.

Bununla birlikte ruh sağlının korunması kavramının özellikle toplumlarda büyük maddi ve manevi yıkımlara neden olan dünya savaşları, depremler, doğal afetler vb. sonrasında gündeme geldiği dikkati çekmektedir. Özellikle Avrupa ve ABD’de I. Ve II. Dünya Savaşından dönen askerlerde rastlanan sorunlar, savaşlarının askerler ve toplumun diğer kesimleri üzerinde yarattığı travma, yine Dünya Savaşları sonrasında çok sayıda kimsesiz çocuğun ortada kalmış olması gibi sorunlar toplumun dikkatinin, tıbbi bir hastalık olmasının ötesinde geniş kitleleri etkileyen bir sorun alanı olarak ruh sağlığına çekilmesini sağlamıştır.

Aynı dönemlerde sosyoloji, psikoloji, antropoloji gibi sosyal bilimlerde yaşanan gelişmeler, bireyin içinde bulunduğu toplumdan kaynaklanan bazı sorunları olabileceğini, bazı sorunların bunlardan pekiştiğini ya da bazı davranışların farklı kültürlerde hiç sorun olarak algılanmayabileceğini ortaya koymuştur. Günümüzde her ne kadar ruh hastalıkları halen tıbbın konusuysa da, ruh sağlığı gerek hastalık öncesi koruyucu-önleyici müdahaleler, gerekse tedavi ve hasta kişinin sağlıklı toplumsal yaşama uyumu aşamasında diğer mesleklerin de katkı ve katılımını gerekli kılan biyopsikososyal bir olgu olarak tanımlanmaktadır.

Bu aşamada, özellikle sosyal yardım ve sosyal hizmetlerin önem kazandığı görülmektedir. 19. Yüzyıldan sonra dinsel etkilerden sıyrılarak kurumsallaşmış bir mesleki disiplin olma yolunda hızla ilerleyen sosyal hizmet, ister sosyal yardım isterse sosyal refah temelli olsun tüm toplumlarda toplumsal yaşamını kendi başına sürdürmekten yoksun olan veya eksikleri bulunan ihtiyaç sahiplerine hizmet sunmaktadır. Hemen her ülkede yoksulluk, işsizlik, göç, kentleşme, sanayileşme vb. sosyal olguların ortaya çıkardığı sorunlardan etkilenen bu gruplar ister ekonomik isterse psikososyal gerekçelerle olsun kendi kendine yeterli bir yaşamı sürdürmekte zorlanmaktadırlar.

Başlangıçta dinsel etkilerle şekillenen gönüllü çalışmalar şeklinde yürütülen sosyal hizmetler, son yüzyılda devlet anlayışında meydana gelen değişmeler ve sosyal devlet anlayışının da etkisiyle devletin görevlerinden biri olarak tanımlanmıştır. Her ne kadar 1980’li yıllardan sonra dünya ölçeğinde yaşanan ve “sosyal devlet” anlayışını değiştirmeyi amaçlayan gelişmeler aksini iddia etmekteyse de; sosyal yardım ve sosyal hizmetler devletin birincil ancak en çok ihmal edilen görev alanlarından biridir.
Tarihsel süreç içerisinden sosyal hizmetlerin gelişimi incelendiğinde; sağlık sektöründe, özellikle hastanelerdeki oluşumlar dikkat çekmektedir. Nitekim sosyal hizmetler 19. Yüzyılda hastanelerde çalışan hemşirelerin, evlere hasta ziyaretlerine gitmeleri ile mesleki bir nitelik kazanmaya başlamıştır.

Günümüzde sosyal hizmetlerin tüm toplumlarda çift karakterli bir yapı sergilediği dikkati çekmektedir. Bunlardan biri sosyal yardım ve diğeri de sosyal refah hizmetleridir. Sosyal yardım, toplum içinde ekonomik yoksunluk nedeniyle yaşamını sürdürmekte güçlük yaşayan ihtiyaç gruplarına yönelik hizmetlerdir. Sosyal refah hizmetleri ise ekonomik yoksunluk olmasa bile kendi kendine yeterli olamayan özürlü, madde bağımlısı, akıl hastası vb. marjinal grupları ifade etmektedir. Her ne kadar sosyal yardım ve sosyal refah birlikte ele alınması gerekli yaptırımlarsa da, sosyal refahta sunulan hizmet daha psikososyal odaklıdır. Sosyal hizmetin bilimsel karakteri ne olursa olsun her iki durumda da asıl önemli olan konu ise; gerek sosyal yardım gerekse sosyal refah hizmeti gerektiren grupların, ruh sağlığı açısından herhangi bir bozukluk tanımlanmasa bile yüksek risk taşıyan gruplardan oluşmasıdır.

Kısaca sosyal hizmetler, hem doğası ve hem de hedef kitlesi dikkate alındığında; doğrudan toplumsal ruh sağlığı alanının en önemli aktörlerinden biridir. Nitekim hemen hemen her toplumda sosyal yardım ve sosyal hizmetler çoklukla sağlık alanının içinde yer alan sağlıkla paralel yürütülmesi gereken hizmetler olarak tanımlanmış ve tüm toplumlarda en güç durumda bulunan çocuklar, özürlüler, yaşlılar, kadınlar vb. ihtiyaç gruplarını hedef edinmiştir.

Türkiye’de sağlık ve sosyal hizmetler alanında yaşanan gelişmeleri; ülkenin genç bir cumhuriyet olması ve İslam kültürüne dayalı feodal/geleneksel özelliklerin halen korunuyor olması nedeniyle cumhuriyet öncesi dönemden itibaren izlemek gerekmektedir. Cumhuriyet yönetimi Türk ulusunun yaşam felsefesini bütünüyle değiştirmiş ancak bu köklü değişiklik, uygar ve çağdaş olan her konu, düşünce ve hizmetin de derhal günlük yaşama aktarılıvermesi anlamına gelmemiştir.
TC, Osmanlı imparatorluğunun kalıntıları üzerine kurulmuş bir devlettir ve “ zora ve dine dayanan yarı teokratik bir monarşiden, halk egemenliğine dayanmaya çalışan laik bir cumhuriyete….geçiştir” (2) Dolayısıyla cumhuriyetin ve Türk Devriminin sosyal içeriğini bu düşünce yapısında aramak ve sosyal örgütlenmeleri bu genel içerik açısından değerlendirmek gerekmektedir.

Bu yapı, ülkede hizmet sunumunda bazı avantajlı ve dezavantajlı yanları ile geçerliliğini korumaktadır. Örneğin, akıl hastalarına yönelik kötü muamelelerinin aşırı dozlarda uygulandığı Hıristiyan ortaçağ Avrupa’sında yaşanan gelişmelere karşın; tanrının yarattıklarına sevgi ve hoşgörüye dayalı İslam kültürünü yaşayan Osmanlı Türk toplumunda, akıl hastalarının halkın toplandığı camiler ve çevresinde kurulu bimarhane, şifahane, tımarhanelerde; toplumun içinde barındığı, korunduğu dikkati çekmektedir.
Nitekim akıl hastalarına yönelik, koruma, bakım, acıma ve kollamaya dayalı bu temel felsefe, halen ülkenin her yöresinde muhafaza edilmekte özellikle kırsal kesimde, zararsız akıl hastaları toplum tarafından bakılabilmektedir.

Öte yandan bu geleneksel ve kültürel oluşum, ülkede kamusal ve kurumsal hizmetlerin üretilmesini geciktirmekte, kamuoyunda bu yönde bir sosyal baskı oluşumu olmadığı dikkati çekmektedir.

Bu çalışmada; Türkiye’deki sosyal hizmetlerin örgütlenmesi ve bugünkü hizmet anlayışı ile sosyal hizmetlerin özellikle ruh sağlığı alanındaki yapılanması üzerinde durularak, ülkenin toplumsal ruh sağlığı konusundaki örgütlenme ve hizmetlerinin profili ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Türkiye’de Sosyal Hizmetlerin Gelişimi

“ Sosyal Hizmetler” kavramı, her ülkenin sosyal ve ekonomik özellikleri ve gelişmişlik dereceleriyle bağlantılı bir çerçeve içinde farklı anlamlar taşımakta ve farklı içeriğe sahip olmaktadır. Türkiye’ye özgü sosyal hizmetler tanımı, 27.5.1983 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 2828 sayılı “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu” ile şöyle yapılmıştır. Bu tanımla sosyal hizmetler kavramı hukuki bir tanıma kavuşmuştur. Buna göre; ”Sosyal hizmetler; kişi ve ailelerin kendi bünye ve çevre şartlarından doğan veya kontrolleri dışında oluşan maddi, manevi ve sosyal yoksunluklarının giderilmesine ve ihtiyaçlarının karşılanmasına, sosyal sorunlarının önlenmesi ve çözümlenmesine yardımcı olunmasını ve hayat standartlarının iyileştirilmesi ve yükseltilmesini amaçlayan sistemli ve programlı hizmetler bütünü”dür . Çok genel bir ifadeyle sosyal hizmetler; korunmaya, bakıma ve yardıma muhtaç toplum kesimlerine sunulan hizmetlerdir, diyebiliriz.

Ancak, sosyal hizmetlerin sadece yoksulluktan kaynaklanan sorunların giderilmesini amaçlayan hizmetler olmadığı, diğer ülkelerdeki uygulamalardan bilinmektedir. Her toplumda olduğu ya da olabileceği gibi Türkiye’de de yoksul olmadıkları halde, toplumdaki mevcut ortalama yaşayış ve algılayış seviyesine ulaşamayan kişiler bulunmaktadır. Akıl ve ruh sağlığı yönünden güçlükleri olanlar, maddi durumu yerinde olan özürlüler, yeterli gelire sahip yalnız yaşlılar, çocukları için gündüzlü bakım kuruluşları talep eden çalışan anneler ve babalar, eşler arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle ortaya çıkan konular ve çeşitli ailevi problemler, sosyal hizmetlerin diğer kategorilerdeki hizmet alanları içinde yer almaktadır.

Sosyal hizmet mesleğinin gelişiminden de anlaşılacağı üzere; sağlık ve sosyal hizmetler arasında birbirinden ayrılamaz organik bir ilişki vardır.

Bu nedenle değişik ülkelerde o ülkenin toplumsal yapısına uygun olarak, sağlık ve sosyal hizmetlerin birlikte ya da ayrı ayrı ele alındığı ancak çoklukla her iki konunun tek bir çatı altında toplanarak yasal ve toplumsal örgütlenmelerin buna göre şekillendiği dikkati çekmektedir.

Sosyal hizmetlerin ikili karakteri nedeniyle yoksul ve gelişmekte olan ülkelerde, daha sosyal yardım odaklı hizmetlerin yürütülerek sağlıktan uzaklaşılmış olması şaşırtıcı değildir. Bizimki gibi yoksul ülkelerde sosyal yardım ve bakım hizmetleri toplumda birincil ihtiyaç olarak öne çıkmakta öncelikli ihtiyaç gruplarının temel gereksinimlerini karşılamaya dönük hizmetlerin şekillendiği dikkati çekmektedir.

Oysa gelişmiş sosyal refah ülkelerinde sosyal hizmetlerin refah kurumlarında da aktif bir biçimde yer aldıkları ve alanın psikososyal boyutunun hızlı bir gelişme trendi içinde olduğu görülmektedir.

Türkiye’de soysal hizmetlerin gelişimi incelendiğinde dünya üzerindeki gelişimden daha farklı bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Bununla birlikte savaşların kimsesiz bıraktığı çocuklara yönelik duyarlılık ile yoksulluk, bu gelişimin temel yapı taşlarıdır.
Yukarıda değinildiği gibi 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti çağdaş batı uygarlığını kendisine model alarak tüm dönüşümü ona göre planlamışsa da; toplumun alt yapısı geleneksel, itaatkar İslam kültürünü barındırmakta; halkın yaşamı ve sosyal kurumlar buna uygun olarak şekillenmiştir. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte bir yandan yasal ve idari yapıda iyice egemen olan islam kültürüne uygun tekke (zaviye) medreseler kaldırıldı, kapatıldı.

Halka yeni bir anlayış ve yeni bir yaşama şekli sunuldu. Bu her ne kadar çağdaş bir anlayışı yansıtmaktaysa da, buna uygun toplumsal değişimin kuşaklar boyu süren bir süreci kapsaması kaçınılmazdır.

Öte yandan genç cumhuriyetin kurulma aşamasındaki yoksulluk, ardından gelen 2. Dünya Savaşı ve dünya üzerinde yaşanan ekonomik gelişmeler, Geçtiğimiz 80 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti’nin istendik ekonomik gelişme düzeyine ulaşmasını engellemiştir. Bugün hala, “ gelişmekte olan ülkeler” arasında sayılan Türkiye Cumhuriyeti sosyo-ekonomik açıdan güçlük içinde yaşayan bir ülkedir. Demografik özelliklere bakıldığında ülkenin %24’ü yoksulluk sınırı altında yaşamakta olup işsizlik oranı %19’dur.

Devlet yapısına bakıldığında Osmanlı döneminden kalan ve Cumhuriyetin kurulması ile başlayan “dış borç ödeme” trendinin geçen yıllar içinde hiç kapanmadan devam ettiği görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, İMF ve Dünya Bankasına en çok borcu olan ülkelerden biridir.

Bu durum ülkede yapılan uygulamaların temel sektörlere kaymasını güçleştirmektedir. Nitekim ülkede tüm toplumu kapsayan bir temel işsizlik ve sosyal yardım uygulaması da bulunmamaktadır.

Bu ekonomik yapı sağlık ve sosyal hizmet uygulamalarını zora sokmakta; devlet ya da kamu tarafından sunulan hizmete ulaşamayan bir grup olduğu gibi; hizmet sunması gereken devlet bu görevini halka yıkmaktadır.

Cumhuriyetin kurulması ile birlikte çok temel bir dönüşümün hedeflendiği ve yeni baştan bir ülke kurulduğu dikkati çekmektedir.
Bu temel felsefe çerçevesinde yeni Türk cumhuriyetinin bir çok uluslar arası örgütlenme içinde yer aldığı ve uluslar arası platformda düzenlenen sosyal politikalara içtenlikle katılan ilk ülkelerden olduğu dikkati çekmektedir. Türkiye’nin yasal yapılanması değerlendirildiğinde bir çok hak kazanımında, diğer ülkelerde olduğu gibi uzun ve kanlı mücadeleler yaşanmadığı görülmektedir.
Ancak bu yapı, bir yandan hak sahibi olanların bu hakların bilincinde olmaması diğer yandan da haklarına sahip çıkmamaları gibi bir handikabı beraberinde getirmektedir.
Konunun bir diğer sakıncası, yasalara uygun örgütlenmelerin halen yapılmamış olmasıdır. Bu da iki nedenden kaynaklanmaktadır:

1) yasalar bir toplumsal değişim ve buna bağlı bir toplumsal ihtiyacın sonucunda gündeme gelmemekte; dışarıdan alınmakta ve Örn: ABye uyum amaçlanmaktadır.
2) Toplumun kendi içinde ürettiği sosyal yapı ve kurumlar geleneksel ölçülerde halen ihtiyaç karşıladığı için
3) Ülkenin sosyo-ekonomik yapısı gereksinim duyulan hizmetin üretilmesini olanaksız kılmaktadır. Özellikle son yıllarda üretilen hizmetlere bakıldığında; bunların dünya ölçeğinde gündeme gelen ve belki de oralarda daha çok hissedilen bir ihtiyacın yansıması olduğu dikkati çekmektedir. Örn: sokak çocuklarına yönelik hizmetler.
Ülkede sağlık sosyal hizmetler alanındaki temel politikalar incelendiğinde bunların yukarıdaki analize uygun olarak şekillendiği görülecektir.
Türkiye’nin bu alandaki temel politikaları uluslar arası temel yasal metinlerden şekillenmekte ve ulusal yasalar bunlara uygun olarak yeniden düzenlenmektedir. Bu şekliyle Sağlık ve Sosyal Yardım bakanlığının cumhuriyet henüz kurulmadan kurulduğu ve ülkedeki yoksul gruplara yönelik hizmetlerin tanımlandığı görülmektedir. Ancak 1960’lı yıllara kadar, sosyal yardım, sağlık hizmetleri içinde tali konumda kalmıştır.
Bu süreçte soysal hizmet ve sosyal yardımların, cumhuriyetin başlangıcında (darülaceze, çek gibi) kurulan gönüllü organizasyonlar aracılığıyla başlatıldığı görülmektedir. ÇEK, 2. Dünya Savaşı sonrasında tüm dünyada kimsesiz çocuklara karşı başlatılan koruma politikasının Türkiye’de yansıması olup kısa sürede tüm ülkeye yayılmış ve toplumda çok önemli bir organizasyonu yerine getiren çok büyük bir gönüllü oluşum olarak varlığını 1983 yılına kadar sürdürmüştür.
Ülkede bundan sonra yaşanan gelişmeler yine uluslar arası platformla paralellik göstermektedir.
Nitekim sosyal hizmet alanındaki ikinci düzenleme birleşmiş milletlerin, özellikle geri kalmış ülkelerdeki sosyal hizmetlerin geliştirilmesi için başlattığı gelişmelerden kaynaklanmaktadır.
1963 SSYB içinde sosyal hizmet genel müdürlüğü kurulmuş ve ilk kez sosyal hizmet ve sosyal yardımlar kamusal bir devlet görevi olarak tanımlanmıştır. Bu gelişme o dönemde planlı kalkınmaya da yansımıştır.

Bu gelişme hizmetin dağınık oluşu SHÇEK’i oluşturmuşsa da, bu son nokta değildir. Bununla birlikte, SHÇEK kanunu belirli hizmet gruplarını tanımladı. (akıl hastaları da bunun içindedir). Ancak birkaç yıl öncesine kadar yine de ülkedeki sosyal hizmetlerin sosyal yardım karakterli olduğu ve öncelikle “muhtaç, yoksul ve kimsesizlere” yönelik hizmetleri tanımladığı dikkati çekmektedir.

Son hükümet döneminde ise AB’ye uyum, imzalanan AB protokolünün de etkisinde sosyal hizmetlerde bir değişime doğru gidildiği dikkati çekmektedir. Yeni çıkarılan sosyal hizmet yasası ve çocuk koruma yasası ile SHÇEK’in hizmet görev ve yetki alanı değiştirilmiş, ve hizmet grupları yoksulluk kriterinden kurtarılmıştır. Artık ülkede sosyal hizmetler, sadece yoksulları değil marjinal grupları da içine alan diğer ihtiyaç gruplarını da hedef almaktadır.

Sosyal hizmet politikaları içinde her ne kadar sosyal hizmetler, akıl hastalarını da içine alan bir içerikte tanımlanmaktaysa da, bugüne kadar yapılan uygulamalarda, yukarıda da değinildiği gibi sosyal yardım karakterli bir hizmet yansıması olduğu dikkati çekmektedir.

Bu temel yapı içinde, sosyal hizmetlerin bir yandan, doğrudan ruh sağlığı sorunu yaşayan akıl hastalarına yönelik, özellikle sağlık alanında şekillenmesi gereken hizmetlerinin ihmal edildiği gibi sosyal yardım amaçlı, yoksul gruplara sunulan hizmetlerde de ihtiyaç grubunun psikososyal gereksinimleri göz ardı edilmiştir. Bu şekli ile hizmet, daha çok bakım karakterlidir. Örn: Korunmaya muhtaç çocuklarda kurum bakımı var ve bunların yönetmeliklerinde “çocuğun psikososyal gelişimini desteklemek” de vardır ama bu yönde bir uygulama bulunmamaktadır.

SHÇEK’in ruh sağlığı alanında birincil örgütlenmesi ise özürlülere yönelik hizmetlerdir. Zihinsel özürlüler için rehabilitasyon kronik ruh sağlığı sorunu olanlar yasaya göre “psikiyatrik özürlü” olarak tanımlanmakta ve SHÇEK’e bunlara bakım ve rehabilitasyon görevi verilmekteydi. Ancak 2006’da “muhtaçlık” şerhi kaldırıldı. Bugüne kadar devlet bu konumdaki sadece zihinsel özürlülerle ilgili bakım ve rehabilitasyon merkezi açmıştı. Son beş yılda bu görev özel sektöre de verildi. 2006’da tüm halka dönük ve evde bakımı teşvik eden uygulamalar tanımlandı. Bu yeni hazırlanan oldukça iddialı ve kapsamlı bir uygulama…

Türkiye Cumhuriyeti’nin ruh sağlığı alanındaki temel politikalarına bakıldığında, temel düzenlemelerin yine uluslar arası düzenlemelerden ivme kazandığı ve anayasadan başlayarak, ulusal düzenlemelerin de yapıldığı görülmektedir. Ülkenin yasal yapılanmasında akıl hastaları ve ruh sağlığının korunmasına ilişkin birçok farklı yerde farklı düzenleme olduğu dikkati çekmektedir. Örn: anayasa hıfzı sıhha kanunu ve çalışma yaşamına ilişkin düzenlemelerde, akıl hastalarına yönelik temel uygulamalar tanımlanmıştır.

Ayrıca genel toplumsal ruh sağlığının korunmasına yönelik yasal düzenlemeler de bulunmaktadır. Hıfzı sıhha kanununda bu görev başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere diğer Milli Eğitim Bakanlığı, SHÇEK, Çalışma Bakanlığı gibi örgütlenmeler içinde yer almıştır.
Bununla birlikte, hizmet sunumu ve kurumsal örgütlenme aşamasında ülkenin sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel durumundan kaynaklanan bazı sorunlar yaşanmaktadır. Örneğin, ruh sağlığının korunması her ne kadar birinci basamak sağlık hizmetleri içinde tanımlanmaktaysa da, ülke de yayılmış durumda olan tüm bu sağlık ocaklarında bu alanda eğitimli elemanlar yoktur.

Ruh hastalığı yaşayan kişilere yönelik tedavi hizmetlerinin ise özellikle üç büyük şehirde toplandığı dikkati çekmektedir. Ülkemizde ruh hastalıkları kliniği her hastanede bulunmamaktadır. Bunların hizmetleri ise kapalı yatış tedavisi şeklindedir. Gündüz hastaneleri ve bazı uygulamalar, henüz çok yeni ve bazı üniversite hastaneleri bünyesinde kurulan oluşumlardır.

Öte yandan sosyal hizmet mesleğinin özellikle akıl hastaları konusunda görev yapan bu ortamlarda yok denecek kadar az yer aldığı görülmektedir.

Kısaca, Türkiye’de sosyal hizmetlerin, ruh sağlığının korunması boyutu da, sosyo-ekonomik gerekçelerle geri bırakılmış, göz ardı edilmiş, ihmal edilmiştir. Her ne kadar toplumsal ruh sağlığı sosyal hizmetlerin nihai hedefi ise de, halihazırda ülkedeki görüntü, ülkenin sosyo-ekonomik özellikleri nedeniyle bundan çok uzaktadır. Bu şekli ile sosyal hizmetler ve ruh sağlığı bağlantısının göz ardı edildiği gibi bir izlenim oluşmaktadır.

Bununla birlikte son yıllarda tüm toplumu kapsayan genel bir ruh sağlığı politikası ve ruh sağlığı yasası oluşturulması hazırlıkları tamamlanmıştır. Buna göre ruh sağlığının korunması ve tedavi aşamasında devletin görevleri yeniden tanımlanmakta, ülkede genel olarak insana bakış ve devletin görevleri konusunda önemli (sevindirici) gelişmeler yaşandığı görülmektedir.

Ancak son yıllarda, İşsizlik, yoksulluk, deprem gibi sosyal sorun ve sosyal afetlerin halk üzerinde yarattığı travmayı en aza indirilecek uygulamaların ivedilikle yaşama geçirilmesi gerekmektedir.


BULUT, Işıl. Psikiyatri Alanı ve Sosyal Hizmet Mesleği. Psikiyatri Temel Kitabı , Cilt:2 Sayfa:1329-1332, Ed. Cengiz Güleç, Ertuğrul Köroğlu , Hekimler Yayın Birliği, Ankara 1998

ÖZDEMİR, Uğur Türkiyede psikiyatrik sosyal hizmet. Aydınlar matbaası,Ankara 2000 ilk basımözürlüler şurası, çağdaş yaşam ve özürlüler. Genel kurul görüşmeleri Komisyon raporları 29 kasım-2 aralık 1999 ankara başbakanlık

Özürlüler İdare başkanlığı özürlülerle ilgili mevzuat Ankara 2002 özürlüler için ülke raporu 1995-2000

BAYHAN Pınar, KARAASLAN Tuğba. ‘zihinsel engelli çocuklar ve ailelerine hizmet veren modellere genel bakış’ A general view on retarded children and their families. Toplum sosyal hizmet HU sosyal HYO Yayını poblication of scholl of social work
Cilt/volume:12, sayı/ıssue:2 ay/month:nisan, Yıl/year:2001,editör: sevda uluğtekin sayfa:45-48

KOŞAR Nesrin, TUFAN Beril. ‘sosyal hizmetler yüksekokulu tarihçesine genel bi bakış’ yaşam boyu sosyal hizmet. prof. Dr. Sema kut’a armağan H.Ü. sosyal hizmetler Y.O Yayın no:004 ankara 1999

Katherme a. Kendall, encyclopedia of social work, 18 th edition, vol.:1 , NASW, Silver spring, Maryland, USA, 1987, pp:987-996

WALTER A. Friedlander
Ethem Çengelci. Cumhuriyet Türkiyesinde Sosyal Hizmetlerin Örgütlenmesi 1. Basım Şafak Matbaacılık Ankara 1996
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Türkiye’de Psikiyatrik Sosyal Hizmetler" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Tülin KUŞGÖZOĞLU'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Tülin KUŞGÖZOĞLU'nun izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     3 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Tülin KUŞGÖZOĞLU Fotoğraf
Tülin KUŞGÖZOĞLU
Ankara
Sosyal Hizmet Uzmanı
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi8 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Tülin KUŞGÖZOĞLU'nun Makaleleri
► Evlilik ve Boşanmanın Adli Psikiyatrik Yönü Psk.Sinem ÇİBAŞ KARLIKLI
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,980 uzman makalesi arasında 'Türkiye’de Psikiyatrik Sosyal Hizmetler' başlığıyla benzeşen toplam 43 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


01:16
Top