Hayatı Borderlıne (Sınırda) Yaşamak
HAYATI BORDERLINE (SINIRDA) YAŞAMAK
Borderline sınırda,uçlarda yaşamak demektir.Bu aslında bir kişilik bozukluğu çeşitlerindendir.Borderline insanlar hayatlarında karşılaştıkları olayları ya da insanları önce çok yüceltir,abartılı algılar ardından o olay ya da insanla ilgili olumsuz en küçük bir şey yaşadıklarında yerin dibine sokma eğilimindedirler.Kendilik algıları da tıpkı diğerlerini değerlendirme şekilleri gibidir.Bu tip kişilerin sahip olduğu inançlar bağımlılık,çaresizlik,reddedilme korkusu,terk edilme korkusu gibidir.Dünya tehlikeli ve kötüdür,kendileri ise güçsüz ve savunmasızdır.Bu yüzden her durum ve kişiye karşı aşırı tetikte olma halleri vardır.Bu tip insanlar kendi duygu,düşünce ve tutumlarını anlamlandırma sıkıntısı çektikleri ve iç görüleri eksik olduğu için yoğun duygularla tetiklenen,çatışmaları kutuplaştıran ve ani,aşırı,dürtüsel kararları tetikleyen ikili(uçlarda) terimlerle düşünürler.Yani bir şey onlar için ya siyahtır ya beyaz,arası yoktur.Bundan dolayı çok sancı çekerler olumsuzlukları kabullenememe ve hemen reddetme eğilimleri bundan kaynaklanır.
Şimdi bu kişilik yapısının toplumsal olarak nasıl tezahür ettiğine bakalım.Çoğumuz olaylar karşısında tepkilerimizi en uç noktalarda veririz(ya hep ya hiç mantığı).Örneğin:Biri bizi eleştirse bunu kendimize hakaret olarak algılarız.Özellikle de bunu çekingen ve bağımlı kişilik özelliklerine sahip insanlarda görürüz.Başımıza gelen durumları ya tamamen lehimize ya da tamamen aleyhimize değerlendiririz.Buna sınava girecek bir öğrenciden tutun da evlenecek olan bir kişiye toplumun her kesiminden örnekler verebiliriz.Sınavı kazanırsak bu kurtuluş,kazanamazsak bu mahvoluştur.O kişiyle evlenirsek dünyanın en mutlu kişisi biz olacak eğer evlenemezsen mahvolacağızdır.Çocuk sahibi olursak her şey bizim olacak olamazsak dünyanın en bedbaht insanı biz olacağızdır.İşte bu bakış açısına hapsettiğimiz için düşüncelerimizi hayatta var olan başka alternatifleri hiç göremeyiz hatta hayat önümüze sunsa bile.Bize öğretilen gerçekliklerle yaşamaya öyle şartlanmış ve öyle alışmışızdır ki bunları sorgulamak aklımıza dahi gelmez.’’Hayır, o öyledir,bu da böyle’’ bizim için hayat bizim gördüğümüz açıdan ibarettir.Ancak insan ne zaman çaresiz kalır ve bildiği tüm yollar kapanır işte o zaman mecburen farklı yolların ve kapıların da var olduğunu keşfetmeye başlar.Oysa onlar vardı ancak biz yok sayıyorduk.Bu durumu çok acı şeyleri deneyimleyerek fark ederiz belki de bu fark edişten sonra geriye dönük ne kadar gereksiz acılara katlandığımızı o zaman anlarız ancak bedelini ödemişizdir artık.Evet bedelsiz bir şey yoktur hayatta ancak bir çok zorluğu da biz kendimiz oluşturuyoruz.
Sosyal ilişkilerimizde kimilerimiz oldukça rahat kendini ifade edebilip tepkilerini belli edebilirken bir çoğumuz bu noktada çok sıkıntı yaşar.Bu sıkıntıların temelinde de çoğu zaman kişi kendi koyduğu engellerle karşılaşır.Ancak farkında değildir ,öyle öğrenmiştir çünkü ,bildiği tek yol da budur.Gariptir ki bizim insanımızda şöyle de bir paradoks vardır:Hep benzer olumsuzluklara maruz kalır ancak hep susarak(bunu sabretmek olarak nitelendirir) bir şeylerin hayatında kendiliğinden değişmesini bekler ancak bu hiç olmaz.Değişmemesinin sebebini hiç kendinde aramaz ancak hep koşullara ve insanlara bağlar.Çünkü sorun da dışarıdadır değişmesi gereken de.Ne büyük bir yanılgı değil mi?Siz hiç bahçesine domates ekip de biber çıkmasını bekleyen bir çiftçi gördünüz mü?Ama biz bunu yapıyoruz işte hayatta,aynı tutumları sergileyerek farklı sonuçlarla karşılaşmayı umuyoruz,ve sonuç hüsran…
Bu hüsranlar da zaman içerisinde artık ‘öğrenilmiş çaresizliğe’ dönüşüyoruz.’Zaten bu hep böyle,benim kaderim bu’ kaçış noktaları bulup üzerimize sorumluğu almıyoruz..Sorunlar kronikleşiyor, kangrene dönüyor ve bir noktada artık dayanılmaz hal aldıktan sonra mecburen çözüm yolları aramaya başlıyoruz.Genellikle de o zaman psikologlara düşüyor yolumuz.Ne acı değil mi?Yani kanser olmuşuz ama bunu hep ertelemişiz ve kendiliğinden geçmesini beklemişiz ama artık vücudumuzun tüm hücrelerine yayılınca kanser, başka çare kalmamış ve doktora gidiyoruz.Oysa psikoterapiden yararlanmayı sadece bir sorunun çözümünde değil de,henüz oluşmamış ancak oluşmaya başladığı hissedilen olumsuz durumlar için düşünülse çok daha fayda görülecektir.Ancak toplumumuzun belli bir kesiminde psikolog hala akli dengesi yerinde olmayanların gittiği bir uzman olarak bilindiği için tamamen zor durumda kalmadan insanlar gitmeye gerek duymuyor,tedaviyi kabul etmiyor.Yani yine bu konuda da borderline bir tutum sergileniyor.
Psikolojik sorunlarımız daha çok sosyal ilişkilerimizde yaşadığımız sıkıntıların birikiminden sonra açığa çıkan patlamalar olarak tezahür ediyor.Kendimizi ifade edemeyişimizden,duygularımızın bastırılmasından kaynaklanan sebeplerle açığa çıkıyor.Sosyal ilişkilerimizde kimimiz çok tepkisel davranıyor veyahut hiç tepki göstermiyoruz.Sabretmek deyince genellikle susmak,katlanmak gibi şeyler algılıyor ve olumsuz durumlara maruz kalmakta zemini kendimiz hazırlıyoruz.Duygu ve düşüncelerimizi çoğunlukla iç dünyamızda yaşıyor,onları ifade etmekte çok sıkıntı çekiyoruz(yanlış anlaşılma kaygısı ya da kırmaktan çekinme gibi sebeplerle).Açıksözlü ve şeffaf olamadığımız için çoğu zaman yapmak istemediğimiz şeyleri yapmak istiyormuş gibi davranarak rol yapıyoruz.Bu tutumumuzun altında yatan şey ise genel olarak başkası tarafından reddedilme/kabul görememe korkusu oluyor.Bu korku bize kendi benliklerimizi yani düşünce ve doğrularımızı hiçe saymamıza sebep oluyor ve karşı tarafla iletişimimizde kendimizi yok sayıyoruz.Dolayısıyla da karşı taraf da bizi yok saydığında bu sefer üzülüyor,bu durumdan şikayetleniyoruz.
İnsanlarla iletişimimizde kırıldığımız,rahatsız olduğumuz şeyleri onlara ifade etmiyor,gizliyor ve kendiliğinden anlaşılsın istiyoruz,tabii bu da mümkün olmuyor.Herkesin olaylara bizim anladığımız gibi anlam yüklemesini bekliyoruz,oysa her birimizin kişilik yapıları,aile yapıları,anlayış tarzları çok farklı dolayısıyla olayları değerlendirirken farklı şeyler anlamamız çok doğal ve buna binaen herkes kendince haklı.Tek doğru yok hayatta ,herkesin baktığı yerden gördüğü ve kendisinin inşa ettiği doğrular var.Dolayısıyla eğer anlaşılmamaktan şikayet ediyor ve önemsenmediğimizi düşünüyorsak,kendimizi ifade etme noktasında ne kadar yeterli olup olmadığımızı yeniden sorgulamamız gerekiyor.Kendimizi ifade ederken dikkat etmemiz gereken en önemli şey ise ‘uslüb’ diye düşünüyorum.Yani ne dediğimiz değil ‘nasıl söylediğimiz’.
Ve insanlar ,olaylar çok boyutlu.Hakikati ya da olayların asıl hikmetini(bütününü) anlayabilmemiz biz insanoğlu için ilk etapta çok zor.Örneğin olumsuz bir durum yaşıyoruz ve çok üzülüyoruz,başımıza gelen bu olayı musibet olarak değerlendirip kahroluyoruz ancak biraz zaman geçtikten sonra o olayın getirdiği olumlu şeylerle karşılaşıyor ve aslında onu yaşamamızın ne kadar anlamlı ve hayırlı olduğunu anlıyoruz.Hayatta hiçbir şey sebepsiz değil ise ve her şeyin birbiriyle bağlantısı var ise neden bu kadar kaygılanıyoruz?Ve insan,muhteşem bir varlık,muhteşem bir potansiyelken.
İnsanın hayatta korkuları vardır;’Ya şöyle olursa,ya başıma bu gelirse nasıl dayanırım?’diye kaygılanır.Oysa bilmez ki henüz kendisinin bile farkında olmadığı potansiyeli ve dayanma gücü vardır.Musibetler ya da zorluklar karşısında çok fazla zorlanmamızın sebebi ise aslında kendi zafiyetlerimizle imtihan olmamızdandır ve çoğumuzun bu zafiyetleri kabullenmek istemeyişinden bu konuda kör olmamızdandır.Çünkü insan kendisinde hata görmeye tahammül göstermekte hep zorlanır ve unutmayalım ‘’Değişime en çok direnç gösterdiğimiz şey, aslında en çok değiştirmeye ihtiyaç duyduğumuz şeydir.’’Hepimizin insan olarak kendisine has zafiyetleri vardır ve bu durum bende farklı ,bir başkasında farklı tezahür edebilir.Dolayısıyla benim acı çektiğim ya da içinden çıkamadığım bir durum bir başkasına çok basit bir şey gibi gelebilir.Bu anlamda hiçbir sıkıntı ya da acı küçümsenmemelidir.Yaşadığımız zorluklar kendimizi keşfetmemiz ve güçlendirmemiz için bulunmaz fırsatlardır aslında.Çünkü insanda farkındalığı artıran en önemli unsurlardan biri zorluk,acı,sıkıntıdır.
Hani deriz ya bardağın boş tarafı değil ,dolu tarafını görmek diye.Aslında boş taraf diye bir şey yoktur.Hava boş değildir sadece soyut bir varlıktır,yani ona dokunamaz, onu gözle göremeyiz,oysa hava bizim hayatta kalma kaynağımızdır,yani oksijen.İnsan nefes almadan yaşayabilir mi?Bizim boşluk olarak değerlendirdiğimiz şey aslında hayatımızdaki en dolu şeydir,en hayati şey,sudan bile öncelikli.
Hayatı değerlendirirken bir de bu açıdan bakmanız dileğiyle…
Psikolog/Evlilik ve Aile Terapisti
Fatma ÇAKIR ÇALIŞKAN
Borderline sınırda,uçlarda yaşamak demektir.Bu aslında bir kişilik bozukluğu çeşitlerindendir.Borderline insanlar hayatlarında karşılaştıkları olayları ya da insanları önce çok yüceltir,abartılı algılar ardından o olay ya da insanla ilgili olumsuz en küçük bir şey yaşadıklarında yerin dibine sokma eğilimindedirler.Kendilik algıları da tıpkı diğerlerini değerlendirme şekilleri gibidir.Bu tip kişilerin sahip olduğu inançlar bağımlılık,çaresizlik,reddedilme korkusu,terk edilme korkusu gibidir.Dünya tehlikeli ve kötüdür,kendileri ise güçsüz ve savunmasızdır.Bu yüzden her durum ve kişiye karşı aşırı tetikte olma halleri vardır.Bu tip insanlar kendi duygu,düşünce ve tutumlarını anlamlandırma sıkıntısı çektikleri ve iç görüleri eksik olduğu için yoğun duygularla tetiklenen,çatışmaları kutuplaştıran ve ani,aşırı,dürtüsel kararları tetikleyen ikili(uçlarda) terimlerle düşünürler.Yani bir şey onlar için ya siyahtır ya beyaz,arası yoktur.Bundan dolayı çok sancı çekerler olumsuzlukları kabullenememe ve hemen reddetme eğilimleri bundan kaynaklanır.
Şimdi bu kişilik yapısının toplumsal olarak nasıl tezahür ettiğine bakalım.Çoğumuz olaylar karşısında tepkilerimizi en uç noktalarda veririz(ya hep ya hiç mantığı).Örneğin:Biri bizi eleştirse bunu kendimize hakaret olarak algılarız.Özellikle de bunu çekingen ve bağımlı kişilik özelliklerine sahip insanlarda görürüz.Başımıza gelen durumları ya tamamen lehimize ya da tamamen aleyhimize değerlendiririz.Buna sınava girecek bir öğrenciden tutun da evlenecek olan bir kişiye toplumun her kesiminden örnekler verebiliriz.Sınavı kazanırsak bu kurtuluş,kazanamazsak bu mahvoluştur.O kişiyle evlenirsek dünyanın en mutlu kişisi biz olacak eğer evlenemezsen mahvolacağızdır.Çocuk sahibi olursak her şey bizim olacak olamazsak dünyanın en bedbaht insanı biz olacağızdır.İşte bu bakış açısına hapsettiğimiz için düşüncelerimizi hayatta var olan başka alternatifleri hiç göremeyiz hatta hayat önümüze sunsa bile.Bize öğretilen gerçekliklerle yaşamaya öyle şartlanmış ve öyle alışmışızdır ki bunları sorgulamak aklımıza dahi gelmez.’’Hayır, o öyledir,bu da böyle’’ bizim için hayat bizim gördüğümüz açıdan ibarettir.Ancak insan ne zaman çaresiz kalır ve bildiği tüm yollar kapanır işte o zaman mecburen farklı yolların ve kapıların da var olduğunu keşfetmeye başlar.Oysa onlar vardı ancak biz yok sayıyorduk.Bu durumu çok acı şeyleri deneyimleyerek fark ederiz belki de bu fark edişten sonra geriye dönük ne kadar gereksiz acılara katlandığımızı o zaman anlarız ancak bedelini ödemişizdir artık.Evet bedelsiz bir şey yoktur hayatta ancak bir çok zorluğu da biz kendimiz oluşturuyoruz.
Sosyal ilişkilerimizde kimilerimiz oldukça rahat kendini ifade edebilip tepkilerini belli edebilirken bir çoğumuz bu noktada çok sıkıntı yaşar.Bu sıkıntıların temelinde de çoğu zaman kişi kendi koyduğu engellerle karşılaşır.Ancak farkında değildir ,öyle öğrenmiştir çünkü ,bildiği tek yol da budur.Gariptir ki bizim insanımızda şöyle de bir paradoks vardır:Hep benzer olumsuzluklara maruz kalır ancak hep susarak(bunu sabretmek olarak nitelendirir) bir şeylerin hayatında kendiliğinden değişmesini bekler ancak bu hiç olmaz.Değişmemesinin sebebini hiç kendinde aramaz ancak hep koşullara ve insanlara bağlar.Çünkü sorun da dışarıdadır değişmesi gereken de.Ne büyük bir yanılgı değil mi?Siz hiç bahçesine domates ekip de biber çıkmasını bekleyen bir çiftçi gördünüz mü?Ama biz bunu yapıyoruz işte hayatta,aynı tutumları sergileyerek farklı sonuçlarla karşılaşmayı umuyoruz,ve sonuç hüsran…
Bu hüsranlar da zaman içerisinde artık ‘öğrenilmiş çaresizliğe’ dönüşüyoruz.’Zaten bu hep böyle,benim kaderim bu’ kaçış noktaları bulup üzerimize sorumluğu almıyoruz..Sorunlar kronikleşiyor, kangrene dönüyor ve bir noktada artık dayanılmaz hal aldıktan sonra mecburen çözüm yolları aramaya başlıyoruz.Genellikle de o zaman psikologlara düşüyor yolumuz.Ne acı değil mi?Yani kanser olmuşuz ama bunu hep ertelemişiz ve kendiliğinden geçmesini beklemişiz ama artık vücudumuzun tüm hücrelerine yayılınca kanser, başka çare kalmamış ve doktora gidiyoruz.Oysa psikoterapiden yararlanmayı sadece bir sorunun çözümünde değil de,henüz oluşmamış ancak oluşmaya başladığı hissedilen olumsuz durumlar için düşünülse çok daha fayda görülecektir.Ancak toplumumuzun belli bir kesiminde psikolog hala akli dengesi yerinde olmayanların gittiği bir uzman olarak bilindiği için tamamen zor durumda kalmadan insanlar gitmeye gerek duymuyor,tedaviyi kabul etmiyor.Yani yine bu konuda da borderline bir tutum sergileniyor.
Psikolojik sorunlarımız daha çok sosyal ilişkilerimizde yaşadığımız sıkıntıların birikiminden sonra açığa çıkan patlamalar olarak tezahür ediyor.Kendimizi ifade edemeyişimizden,duygularımızın bastırılmasından kaynaklanan sebeplerle açığa çıkıyor.Sosyal ilişkilerimizde kimimiz çok tepkisel davranıyor veyahut hiç tepki göstermiyoruz.Sabretmek deyince genellikle susmak,katlanmak gibi şeyler algılıyor ve olumsuz durumlara maruz kalmakta zemini kendimiz hazırlıyoruz.Duygu ve düşüncelerimizi çoğunlukla iç dünyamızda yaşıyor,onları ifade etmekte çok sıkıntı çekiyoruz(yanlış anlaşılma kaygısı ya da kırmaktan çekinme gibi sebeplerle).Açıksözlü ve şeffaf olamadığımız için çoğu zaman yapmak istemediğimiz şeyleri yapmak istiyormuş gibi davranarak rol yapıyoruz.Bu tutumumuzun altında yatan şey ise genel olarak başkası tarafından reddedilme/kabul görememe korkusu oluyor.Bu korku bize kendi benliklerimizi yani düşünce ve doğrularımızı hiçe saymamıza sebep oluyor ve karşı tarafla iletişimimizde kendimizi yok sayıyoruz.Dolayısıyla da karşı taraf da bizi yok saydığında bu sefer üzülüyor,bu durumdan şikayetleniyoruz.
İnsanlarla iletişimimizde kırıldığımız,rahatsız olduğumuz şeyleri onlara ifade etmiyor,gizliyor ve kendiliğinden anlaşılsın istiyoruz,tabii bu da mümkün olmuyor.Herkesin olaylara bizim anladığımız gibi anlam yüklemesini bekliyoruz,oysa her birimizin kişilik yapıları,aile yapıları,anlayış tarzları çok farklı dolayısıyla olayları değerlendirirken farklı şeyler anlamamız çok doğal ve buna binaen herkes kendince haklı.Tek doğru yok hayatta ,herkesin baktığı yerden gördüğü ve kendisinin inşa ettiği doğrular var.Dolayısıyla eğer anlaşılmamaktan şikayet ediyor ve önemsenmediğimizi düşünüyorsak,kendimizi ifade etme noktasında ne kadar yeterli olup olmadığımızı yeniden sorgulamamız gerekiyor.Kendimizi ifade ederken dikkat etmemiz gereken en önemli şey ise ‘uslüb’ diye düşünüyorum.Yani ne dediğimiz değil ‘nasıl söylediğimiz’.
Ve insanlar ,olaylar çok boyutlu.Hakikati ya da olayların asıl hikmetini(bütününü) anlayabilmemiz biz insanoğlu için ilk etapta çok zor.Örneğin olumsuz bir durum yaşıyoruz ve çok üzülüyoruz,başımıza gelen bu olayı musibet olarak değerlendirip kahroluyoruz ancak biraz zaman geçtikten sonra o olayın getirdiği olumlu şeylerle karşılaşıyor ve aslında onu yaşamamızın ne kadar anlamlı ve hayırlı olduğunu anlıyoruz.Hayatta hiçbir şey sebepsiz değil ise ve her şeyin birbiriyle bağlantısı var ise neden bu kadar kaygılanıyoruz?Ve insan,muhteşem bir varlık,muhteşem bir potansiyelken.
İnsanın hayatta korkuları vardır;’Ya şöyle olursa,ya başıma bu gelirse nasıl dayanırım?’diye kaygılanır.Oysa bilmez ki henüz kendisinin bile farkında olmadığı potansiyeli ve dayanma gücü vardır.Musibetler ya da zorluklar karşısında çok fazla zorlanmamızın sebebi ise aslında kendi zafiyetlerimizle imtihan olmamızdandır ve çoğumuzun bu zafiyetleri kabullenmek istemeyişinden bu konuda kör olmamızdandır.Çünkü insan kendisinde hata görmeye tahammül göstermekte hep zorlanır ve unutmayalım ‘’Değişime en çok direnç gösterdiğimiz şey, aslında en çok değiştirmeye ihtiyaç duyduğumuz şeydir.’’Hepimizin insan olarak kendisine has zafiyetleri vardır ve bu durum bende farklı ,bir başkasında farklı tezahür edebilir.Dolayısıyla benim acı çektiğim ya da içinden çıkamadığım bir durum bir başkasına çok basit bir şey gibi gelebilir.Bu anlamda hiçbir sıkıntı ya da acı küçümsenmemelidir.Yaşadığımız zorluklar kendimizi keşfetmemiz ve güçlendirmemiz için bulunmaz fırsatlardır aslında.Çünkü insanda farkındalığı artıran en önemli unsurlardan biri zorluk,acı,sıkıntıdır.
Hani deriz ya bardağın boş tarafı değil ,dolu tarafını görmek diye.Aslında boş taraf diye bir şey yoktur.Hava boş değildir sadece soyut bir varlıktır,yani ona dokunamaz, onu gözle göremeyiz,oysa hava bizim hayatta kalma kaynağımızdır,yani oksijen.İnsan nefes almadan yaşayabilir mi?Bizim boşluk olarak değerlendirdiğimiz şey aslında hayatımızdaki en dolu şeydir,en hayati şey,sudan bile öncelikli.
Hayatı değerlendirirken bir de bu açıdan bakmanız dileğiyle…
Psikolog/Evlilik ve Aile Terapisti
Fatma ÇAKIR ÇALIŞKAN
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Hayatı Borderlıne (Sınırda) Yaşamak" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Fatma ÇAKIR ÇALIŞKAN'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Fatma ÇAKIR ÇALIŞKAN'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |
18 Beğeni
Yazan Uzman
|
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.