Okul Öncesi Dönemde Din Eğitimi
GİRİŞ
Gelişim sürecinin sağlıklı bir biçimde incelenmesini kolaylaştırmak için psikologlar, insanın gelişimini belirli dönemlere ayırmışlardır. İnsanın gelişimine ve yaşam döngüsüne baktığımızda üç temel gelişim dönemi olduğu görülmektedir; Çocukluk, gençlik ve yetişkinlik. İnsanın yaşam döngüsünü oluşturan bu, her bir evrenin kendine has biyolojik, psikolojik, sosyal ve dini gelişim nitelikleri vardır (Onur, 1997:74). Gelişimle ilgili bir diğer husus ise, gelişim evrelerinin bir bütünlük içerisinde gerçekleştiğidir. Herhangi bir gelişim dönemi, diğer dönemlerdeki gelişim dönemlerinden bağımsız değildir. Dolayısıyla bir gelişim evresinde meydana gelecek aksaklık ve olumsuzluklar, sonraki gelişim evresini de etkileyecektir.
Bu nedenle çocukluk dönemi, bireyin ileriki hayatının temellerini oluşturması ve karakterinin şekillendiği dönem olması açısından oldukça önemli bir dönemdir. Birey, kendisini yetişkin hayatına hazırlayıcı davranışları büyük ölçüde küçük yaşlarda öğrenir ve bu öğrenmeler onda derin izler bırakır (Köylü, 2004:137). Hatta bazı psikologlar kişilik gelişiminin % 90'ının çocukluğun ilk 6 yılında gerçekleştiğini ileri sürmektedirler (Çağlar 1981:34). Bu durum da bize çocukluk dönemi eğitiminin kesinlikle ihmal edilmemesi gerektiği sonucuna götürmektedir.
Araştırmalar, çocukluk yıllarındaki yaşantıların ve kazanılan davranışların büyük bir kısmının yetişkinlikte bireyin kişilik yapısını, alışkanlıklarını, inanç ve değer yargılarını şekillendirdiğini ortaya koşmuştur. Kritik dönem olarak adlandırılan bu dönem (Bacanlı, 2004:43), çocukların gelecek hayatında telafisi mümkün olmayan davranış temellerinin atıldığı bir dönemi kapsar. Buna göre bireyin gençlik ve yetişkinlik dönemlerindeki, dini tutum ve davranışlarının temellerinin oluşmasında ve şekillenmesinde, onun çocukluk döneminde aldığı dini eğitim ve öğretim biçimi belirleyici olacaktır. Çocukluk döneminde verilecek olumlu ve bilimsel temellere dayalı bir din eğitimi, bireyin ileride sağlıklı bir dini duygu ve inanç gelişimini sağlayabileceği gibi, olumsuz ve bilimsel temeli olmayan bir dini eğitim de bireyin sağlıksız bir dini gelişim göstermesine, dinden uzaklaşmasına hatta ruhsal sorunlara yol açabilecektir (Köylü, 2004:7)
Okul öncesi dönemde çocuğun yaşam tarzı, adeta çocuğun şahsiyetinin, zihinsel, duygusal ve manevi gelişiminin bütün tazeliğini koruduğu, çocuğun gelecek hayatının bir çekirdeğini oluşturmaktadır (Çamdibi, 2011:227). Bu çekirdeğin filizlenmesi aşamasında, eğitim öğretim açısından en önemli görev, aileye düşmektedir. Bu dönemde çocuk, olumlu-olumsuz bütün etkilere açık olan, gelişim dönemindeki bir organizma gibi değerlendirilebilir. Kendi ruh dünyasının oluşumunu kendisine özel olarak geliştiren her bir çocuk, bu dönemde sosyal çevrenin etkilerinden de uzak kalamamaktadır (Bilici, 2014:2).
Konuya bu yönden baktığımızda, ilk çocukluk dönemi gelişim süreci, bir insanın tüm hayatını etkileyebilecek bir potansiyele sahiptir. Çalışmamız açısından baktığımız da ise ilk çocukluk dönemindeki dini gelişim, daha sonraki dönemlerimizde algıladığımız dini düşünceye etki edebilecektir. Bu dönemdeki korkuya dayalı çocuk eğitiminin, manevi tahribatı çok büyük boyutlarda olmaktadır. Bu sebeple, bu dönemdeki din eğitiminin, çocuğun manevi hayatına zenginlik katacak bir şekilde, sevgi içerikli olması, çocuğu koruyan ve şefkat gösteren bir manevi ortamın oluşmasını sağlayacaktır. Çocuklar öğrendikleri kavramlarla bir bağ kurarlar. Bundan dolayı sevgi kavramı ile kurulacak bağ, sözel olarak kavramın öğrenilmesinden daha ziyade, davranış boyutunda canlanmalıdır. Bunu da sağlayabilecek en önemli kurum ailedir. Anne-baba arasındaki ilişkilerin olumlu niteliği neticesinde çocuklarda sevgiye dayalı bir kişilik geliştirilebilir (Binbaşıoğlu, 2004: 63). Ailenin çocuk eğitimi, sevgi merkezli kişilik eğitiminin başlangıcı ve temelidir.
Çocuğun eğitiminden sorumlu olanların çocuğun ruhi ve bedeni olarak tüm yönleriyle tanıması gerekmektedir. Çocuğu tanımak için de, onun fiziksel, zihinsel, sosyal, duygusal ve dini gelişim gibi bütün gelişim alanlarını ve özelliklerini bilmek gerekmektedir. Çocuğun duygusal gelişimi, fiziksel gelişiminden; dini gelişimi, zihinsel gelişiminden bağımsız değildir. Her bir gelişim alanının diğer gelişim alanlarıyla karşılıklı etkileşimi vardır. Bundan dolayı, çocuğun tüm gelişim özelliklerinin tanınması ve bilinmesi önemlidir. Böylece çocuklara verilecek bilgi ve becerilerin bulundukları yaşın ve gelişim alanının özelliklerine, ihtiyaçlarına ve kapasitelerine uygun düşmesi sağlanmış olacaktır.
Çalışmamız temel olarak dört kısımda oluşacaktır. Birinci kısımda okul öncesi dönem çocuklarının fiziksel, zihinsel, ahlaki, psiko-seksüel, psiko-sosyal ve duygusal gelişim özellikleri ele alınacaktır. Çocuğun bu dönemdeki gelişim özellikleri önemli çocuk gelişim uzmanları olan Piaget, Erikson, Kohlberg’in kuramları çerçevesinde incelenmiş, ve din eğitimindeki temel aktörlerin bu gelişim süreçleri çerçevesindeki etkisi açıklanmaya çalışılmıştır. Çalışmanın temelini teşkil etmesi bakımından dini gelişim ikinci bölümde ele alınacaktır. Bu bölümde dini gelişimin nasıl olması gerektiği konusu da Allah tasavvuru bağlamında değerlendirilecektir. Üçüncü kısımda çocukluk döneminin temel unsuru olan ailenin çocuğun din eğitimindeki önemi incelenecektir. Projemiz hazırlanırken kaynak taraması yapılmış ve konumuz ile alakalı metinler incelenerek tamamlanmıştır.
1. ÇOCUKLUK DÖNEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ
Çocuğun duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını sağlıklı bir bakış açısıyla gelişmesini hedefleyen bir eğitim etkinliği çocuğun gelişim ve öğrenme özelliklerini dikkate almak zorundadır. Bireyin gelişim ve öğrenme özellikleri dikkate alınmaz ise bu eğitim sürecinin başarılı olması mümkün değildir. Bu yüzden başta ebeveynlerin ve öğretmenlerin, çocukların gelişim özelliklerini çok iyi tanımaları ve eğitime katılan bütün elemanların buna göre düzenlenmeleri gerekmektedir. Bu düzenlemeyi kolaylaştırmak için psikologlar gelişimi bazı gruplara ayırmışlardır. Bu gruplamalar genel olarak fiziksel, zihinsel, duygusal, psiko-seksüel, psiko-sosyal olarak isimlendirilmiştir. Çalışmamızın konusu, “okul öncesi dönem çocukluk” olduğundan bu gruplamalarda daha çok bu dönem üzerinde durulacaktır. Bu gelişim özelliklerini şu şekilde özetleyebiliriz:
1. Fiziksel Gelişim Özellikleri
Spermle yumurtanın birleşmesinden meydana gelen zigottan başlayıp bebeğin doğum anına kadar geçen, biyolojik bir süreç vardır. Tıpkı maddeyi çözmek için atomu çözme gerekliliği gibi insanın anne rahmindeki varoluş sürecini bilmek, insanı tanımakta bize ışık tutabilecektir. Anne rahmindeki bebek, dışarıdan gelen çok az uyarana maruz kalmaktadır. Bununla birlikte annenin sağlıklı bir hamilelik süreci geçirip geçirmemesi bebeği etkilemektedir. Anne uyuşturucu müptelası ise çocuk beyninin ilgili hücreleri etkilenmekte, çocuk doğduğunda uyuşturucu müptelası olarak doğmaktadır. Anksiyete bozukluğu olan bir annenin hormonlarında artışlar ve eksilişler söz konusu olmakta ve bu çocuğun bazı alanlardaki yatkınlığının ilk temel öğesini oluşturabilmektedir (Özakkaş, 2008:83).
Çocuğun, doğum öncesi başlayan bu biyolojik gelişimi doğumdan sonra hızlı bir şekilde devam eder. Bebeğin, daha doğumunda oldukça önemli becerilere sahip olduğu görülmektedir (Cüceloğlu, 1992:342). Beş duyunun gelişiminden, hareket kabiliyetine kadar her türlü süreç bedensel gelişim içindedir ve bedensel gelişim olmadan etrafı en net ve tam şekilde algılamak mümkün değildir. (İpşirli, 2011:8) Bu bağlamda doğumdan sonra en önemli duyu görme duyusudur. Diğer duyulara göre daha az geliştiği düşünülmekle birlikte doğumdan on gün sonra hareket eden bir objeyi izleyebilir (Senemoğlu, 2013:24). Özellikle insan yüzüne ilgi gösterir ve iki hafta içinde göz göze bakabilir. Bu durum bebekle anne, baba veya bakıcı arasında son derece önemli olan bir iletişim ilişkisinin doğmasını sağlar. Yeni doğan bebeğin işitme duyusu da oldukça gelişmiştir. Özellikle insan sesine duyarlıdır. Kısa süre içerisinde aşina olunan sesle, yabancı sesi ayırt edebilir. Koku ve tat alma duyuları gelişmiştir, birbirinden farklı kokuları ve temel tatlarını ayırabilirler (Senemoğlu, 2013:24).
Okul öncesi dönem, yani ilk altı yıl, çocuğun bedensel gelişiminin en hızlı olduğu dönemdir. Bedensel gelişimin bu hızına paralel olarak çocuğun, kişiliğinin temelini oluşturan bilişsel, duygusal, psiko-sosyal, ahlaki ve dini gelişimin temel özelliklerinin de bu dönemde kazanıldığı ifade edilmektedir. Hızlı bir öğrenme süreci olma, bu yaşların en önemli özelliğidir (Başaran, 1996:54).
Bununla birlikte, tüm bu gelişim alanlarının sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için, çocuğun beden sağlığının iyi olması gerekir (İnanç, Bilgin ve Atıcı, 2007:77). Zira çocuğun bedensel sağlığının iyi olup olmaması, onun devinimsel (hareketsel), zihinsel, duygusal, toplumsal ve ahlaki gelişimlerini de etkilemektedir. Çocuğun bedensel gelişimini etkileyen faktörler daha doğum öncesinde başlamaktadır. Annenin geçirdiği hastalıklar, duygu durumu, aldığı ilaçlar, beslenme şekli, sigara, alkol ve uyuşturucu maddeler kullanması, çocuğun sakat doğmasına ya da biyolojik yapısının bozulmasına neden olan önemli etmenlerdendir (Dam, 2011:15).
Doğum öncesi sağlığı korumak kadar hatta belki de daha fazla doğumdan sonra çocuğun sağlığına dikkat etmek gerekmektedir. Ebeveynin bilinçsiz, dikkatsiz ve yanlış bazı tutum ve davranışları çocukların fiziksel gelişiminde ve buna bağlı olarak da ileriki yaşlarındaki kişiliğinde tutum ve davranışlarında bazı sorunların olmasına neden olabilmektedir. Örneğin, bilinçsiz ve gereksiz olarak çok sık antibiyotik kullanımı, çocuğun bağışıklık sisteminin çökmesine neden olabilecekken, çocukta ilaç bağımlılığı meydana getirebilmektedir. Hastalık zamanlarında fazla ilgilenilen çocuk ilgiye ihtiyaç duyduğunda hastalığı bahane olarak kullanabilecek ve psikosomatik rahatsızlıklar baş gösterebilecektir. Bu da çocuğun hem fiziksel hem de psikolojik olarak geri kalmasına sebep olacaktır.
Çocuğun bedensel gelişimini etkileyen bir diğer husus da beslenmedir. Yetersiz veya dengesiz beslenme çeşitli hastalıklara, zayıflık, şişmanlık gibi bir takım bedensel sorunlara neden olabildiği gibi, bilişsel geriliğe de neden olabilir. Açlık, susuzluk, uykusuzluk gibi temel fizyolojik ihtiyaçların ihmal edilmesi, çocuğun beden sağlığının bozulmasına yol açarken, diğer yandan da öğrenmesini olumsuz etkileyecektir. Bu nedenle ebeveyn çocuklarının, yeme alışkanlıklarına, uykuya, mevsimine uygun bir şekilde giyinmesine dikkat etmelidir.
Fiziksel gelişim bakımından her çocuğun küçük ya da büyük farklılıkları vardır. Kiminin boyu uzun veya kısa, kiminin parmakları uzun veya kısa, kiminin omuzu düşük vb. olabilir. Çocuk kendisi bu özellikleri dert etmediği sürece, fiziki farklılıklar eğitim açısından fazla bir engel teşkil etmez. Fakat yine de bunlar çocuğun eğitiminde dikkate alınmalıdır. Fakat bazen genetik yapıdan, bazen annenin hamilelik sürecinde, bazen doğum sırasında, bazen de çeşitli hastalıklardan ve kazalardan kaynaklanan; obezite, kronik hastalıklar, beyin hasarları, hiperaktivite gibi bedensel özürler vardır ki, bunlar çevrenin olumsuz etkilerinden dolayı bireyin kendini değersiz görmesine, utanç duymasına, güvensizliğe, bilişsel, duygusal, sosyal, psikolojik ve dini gelişiminde çeşitli sorunların oluşmasına neden olabilmektedir (Dam, 2011:16). Çocuğun fiziksel gelişimi her alanın birbirini etkilemesi gibi diğer alanları da etkileyecektir. Bu yüzden anne-babaların, çocuğun fiziki olarak sağlıklı bir şekilde büyütülmesine özen göstermelidir.
2. Bilişsel Gelişim Özellikleri
İnsanı, diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden birisi düşünebilmesidir. Düşünce bir süreç iken, düşündüğünü anlayıp, düşünceyi isteyerek, dikkatle belirli bir alana yönlendirme, odaklanabilme ve sonuca ulaştırabilme yetisi ise bir bilinç ve şuurluluk halidir (Özakkaş, 2008:218). İnsan bu bilinç sayesinde değer üretir, sebep-sonuç ilişkilerini kurabilir, doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü ayırabilir, karşılaştığı sorunlara akılcı çözümler üretebilir ve hayatın anlamını kavrayabilir. Belki de bu nedenle dinler, bilişsel güce yani akla sahip bir varlık olarak insanı muhatap almış, özellikle İslam dini, aklı olmayan insanı sorumlu tutmamıştır.
Bireyin bebeklikten yetişkinliğe kadar, algılamasını, akıl yürütmesini, yorumlamasını, yargılamasını, çevresini ve dünyayı anlamasını ve öğrenmesini sağlayan, bilgi edinme gücüne, sürecine ve aktif zihinsel faaliyetlerdeki gelişime ‘bilişsel gelişim’ denilmektedir (Senemoğlu, 2013: 34). Bilişsel gelişimi, olgunlaşma ve yaşantı kazanma süreçleri arasındaki sürekli etkileşimlerin bir ürünü olarak tanımlamak mümkündür (Senemoğlu, 2013:35). Bilişsel gelişim bireydeki akıl yürütme, düşünme, bellek ve dildeki değişimleri de kapsar (Küçükkaragöz, 2006:78).
Bilişsel gelişimde diğer gelişim alanlarında olduğu gibi, genetiğin ve çevresel şartların da etkisi çok önemlidir. Kişi, genlerle getirdiği potansiyel bilişsel gücünü yaşantılarıyla ve öğrenme yoluyla en üst sınıra kadar geliştirebilir. Bilişsel gelişim, biyolojik ilkelere dayalı bir süreçtir (İnanç, Bilgin ve Atıcı, 2007:115). Yani organizmanın belli bir olgunluğa erişmesi gerekmektedir. Nasıl ki bir çocuğun yürüyebilmesi için ayak kaslarının belli bir olgunluk düzeyine gelmesi gerekiyorsa, bilişsel gelişim için de, organizmanın biyolojik olgunluk düzeyine gelmesi gerekmektedir (Senemoğlu, 2013:35).
Bilişsel sistem kendi içinden ve çevresinden bazı uyaranlar, girdiler alır, bunları, kendi içyapısına ve gücüne göre işler ve kendi bilişsel gücüne dönüştürerek yeni bir ürün olarak çıktılar verir. Dış çevreden bu çıktıların iyi-kötü, doğru-yanlış yönlerine ait geribildirim alır. Bilişsel sistem, bu geribildirimleri tekrar yeni bir girdi olarak ele alır ve işlemler. Böylece bilişsel gücünü geliştirir ve daha etkin ve kaliteli bilişsel düşünceler, çıktılar üretmeye başlar (Başaran, 1996:88). Bu dış çevre ise ilk etapta ailede kendisine bakım veren kişi olarak anne olmaktadır. Çocuk ebeveynin veya bakım veren kişilerin diğer nesnelerle ilişki şeklini rol model olarak alır. Bu manada nesne ile kurulan ilişki biçimi bütün sosyal ilişkilerin ikili, üçlü ve tüm nesne ilişkilerinin modellemeleri, önem dereceleri aile tarafından çocuğun ruhuna kodlanmaktadır. Bu kodlanmayı kabul etmek çocuk için nesne ile ilişkilerdeki kaotik durumu ortadan kaldıracaktır. Bu kodlama işlemi bittiğinde çocuk için kodlanan konularda, düşünmek, fikir yürütmek, yorumda bulunmak ve yeni bir sonuç çıkartmaya gerek kalmayacaktır. Bu mana da ebeveynler çocukla ne ölçüde ilgilenir ve onunla etkileşim içine girerlerse o ölçüde çocuğun bilişsel gelişmesine olumlu etkileri olacaktır. “Doğumdan on yaşına kadar süren dönem içinde yapılan bir araştırmada çocukların on yaşlarındaki zeka bölümlerinin kısmen ilk yıl süresince annelerinin bebekleriyle olan etkileşim biçimine bağlı olduğunu göstermiştir. Yani duyarlı ve tepki veren annelerin çocuklarının on yaşlarındaki zeka bölümleri, duyarsız ve tepkisiz annelerin aynı yaştaki çocuklarının zeka bölümlerinden daha yüksek bulunmuştur.” (Davaslıgil, 2004:26). Burada ebeveynin çocukla kurduğu ilişkinin sağlıklı olup olmaması da bir o kadar önemlidir. Çocuğun modellediği ebeveynin nesne ile ilişkileri sağlıklı ve normal ise çocuğun geliştireceği kişilik örüntüleri ve hayata bakışı o derece normal olacaktır. Fakat modelleme de herhangi bir yanlışlık olma durumunda çocuğun nesne ile ilişkileri de o derece sağlıksız sonuçlar verebilecektir.
Bilişsel gelişim bu manada; bebeklikten yetişkinliğe kadar, bireyin çevreyi, dünyayı anlama yollarının daha kompleks ve etkili hale gelmesi sürecidir. Şimdi bu konuda ki çalışmalarıyla çok önemli sonuçlar elde etmiş olan Piaget’in bilişsel gelişim kuramına göz atabiliriz.
2.1. Piaget’in Bilişsel Gelişim Kuramı
Piaget, bilişsel gelişimi biyolojik ilkelerle açıklamıştır. Piaget’ye göre gelişim, kalıtım ve çevrenin etkileşiminin bir sonucudur. Bilişsel gelişimi etkileyen ilkeleri de şöyle belirlemektedir: (1) Olgunlaşma; (2) Yaşantı; (3) Uyum; (4) Örgütleme ve (5) Dengeleme (Senemoğlu, 2013:34). Çocuğun çevreyle etkileşime geçmesiyle birlikte bilişsel gelişimi de başlar. Çocuk biyolojik olarak olgunlaştıkça, yeni yaşantılar kazanır. Çocuk gördüğü, etkileşimde bulunduğu kişileri, sesleri, nesneleri, varlıkları, bunlar yokken de hayalinde canlandırmaya çalışır ve böylece ilkel bazı tasarımlar geliştirir. Piaget, bu bilişsel tasarımları şema kavramıyla açıklamaktadır. Şema, çocuğun dış dünyaya ilişkin uyarıcıları, zihninde nasıl organize ettiğini gösteren bilgi yapısıdır (Küçükkaragöz, 2006:81). Bu anlamda şema kavramı yeni elde edilen bilginin yerleşebilmesini sağlayan bir çerçeve görevi görür. Bu bilişsel yapılar yoluyla çocuk, çevresine uyum sağlar ve çevreyi organize edebilir.
Bireyin sahip olduğu bilişsel yapı ve şema, olgunlaşma, yaşantı ve öğrenme sonucu sürekli olarak değişir ve yeniden düzenlenir. Örneğin; köye yapılan bir gezide koyunları ilk kez gören bir çocuk, “baba köpeklere bak” der. Bunun nedeni, çocuğun ilk kez gördüğü koyun, onun bildiği köpek ölçütlerine uymaktadır. Koyun uyarıcısıyla karşılaşan çocuk, onun kendisinde var olan buna uygun şema içerisine yerleştirmiştir. Ancak koyunlarla etkileşimi ve yaşantıları arttıkça, koyunun köpek olmadığını anlayıp onun için yeni bir şema geliştirebilecektir (Senemoğlu, 2013:37).
Evrendeki tüm canlılarda uyum esastır. Uyumsuzluk olan her yerde sorun ortaya çıkmaktadır. İnsanın hem biyolojik hem psikolojik yapısında da uyum esastır. Bazı ameliyatlarda vücuda kendi yapısına uygun olmayan bir kan veya doku nakledildiğinde vücut bunu kabul etmeyebilmektedir. Aynen buna benzer şekilde insanın bilişsel yapısı da dengeye ve uyuma ulaşmak istemektedir. Bilişsel gelişimde dengeleme ya da uyum, bireyin yeni karşılaştığı bir durumla, kendisinde var olan eski bilgi ve deneyimleri arasında denge kurmak için yaptığı zihinsel faaliyetleri ifade etmektedir. Nitekim çocuğun yeni öğrendiği bir bilgi onun bilişsel dengesini bozar, ancak zihinde meydana gelen özümleme ve uyumsama süreçleri ile bu denge durumunun bozulmasına ve bu dengenin yeniden daha üst düzeyde kurulmasına bağlıdır (Senemoğlu, 2013:39).
İşte bu sebepten ötürü çocuklara dini kavramları öğretirken, onların sahip oldukları şemaları bilip ona göre bir öğretim gerçekleştirmek gerekmektedir. Bu yeni öğrenmeler, çocukların sahip oldukları şemaları geliştirici özellik taşımalıdır. Çocukların şemalarına, seviyelerine uygun olmayan, yanlış bilgiler, tutum ve davranışlar neticesinde dengenin kurulamaması, çocukların yanlış dini inanç ve davranış geliştirmelerine, belki de dinden uzaklaşmalarına veya ruhsal rahatsızlıklara neden olabilmektedir.
Çocukluk dönemi zihinsel gelişimi tam olarak anlayabilmek için, onun gelişim dönemlerini de bilmek gerekir. Çocuklar yetişkinler gibi düşünemediklerinden kendilerime ait bir dünyaları da vardır. Piaget çocuğun bilişsel gelişiminde aktif olduğunu, biyolojik olgunlaşma ve dışsal uyaranlar karşısında pasif bir alıcı konumunda olmadığını düşünüyordu. (Senemoğlu, 2013:34)
Bu alanda önemli çalışmaları olan Piaget, zihinsel gelişimi dört döneme ayırmaktadır. Bu dönemler bir birine geçmiş aşamalardan oluşmaktadır. Yani her bir evre, bir birinden tamamen bağımsız değildir. Sonraki evre bir önceki evrenin de izlerini taşımaktadır. Bu dönemler, belirli yaşlarla belirlenmesine rağmen, önemli olan belli yaşlarda belli dönemlerde bulunulması değil, bu dönemlerin sırasıyla geçilmesidir (Küçükkaragöz, 2006:85). Piaget’nin kuramında bilişsel gelişim için biyolojik olgunlaşma önemli bir yer tutmakla beraber, çevresel etkenler de bilişsel gelişimde etkili olduğundan, bu çevresel etkenlere bağlı olarak çocuk, içinde bulunduğu yaş döneminin özelliklerini göstermeyebilir. Piaget’ye göre bir dönemden diğerine geçiş yaşı çocuktan çocuğa farklılık arz edebilir (Cüceloğlu, 1992:245).
Piaget’in Dört temel dönemi;
Duyusal Motor Dönem (0-2 yaş)
İşlem Öncesi Dönem (2-7 yaş)
Somut İşlem Dönemi (7-12 yaş)
Soyut İşlem Dönemi (12 yaş ve üstü) olarak kategorileştirmiştir.
Bizim çalışmamız okul öncesi dönemi kapsadığı için sadece duyusal-motor ve işlem öncesi dönemin özelliklerine yer vermeyi uygun gördük.
2.1.1. Duyusal-Motor Dönemi (0-2yaş)
Bebek, doğumdan itibaren çevresini keşfetme çabasına girer. Bu keşifte kullandığı temel araçlar, doğuştan getirdiği duyusal ve hareketsel yani motor yeteneklerdir. Piaget, onun için bu döneme “duyusal-hareketsel (sensory-motor) aşama” adını verir (Küçükkaragöz, 2006:86). Bu dönemde çocuğun zihni, duyular ve hareketler yoluyla gelişir. Çocuğa duyuları ile hareketleri yön verir. Düşünmesi duyu organlarıyla sınırlıdır. Dönemin başlarında duyu organlarının erişemediği şeylerle ilgilenmeyen, nesnelerin göz önünden kaldırılınca yok olduğunu düşünen çocuk, zamanla nesnelerin değişmezliğini keşfeder. İki yaşına doğru çocuk, dış nesne ve olayların iç temsilcilerini geliştirmeye başlar. Nesnelerin sürekli olduğunu, göz önünden kaldırılınca bile var olmaya devam ettiğini anlamaya başlar. Böylece nesne hakkında düşünebilir. Bellek az gelişmiş olmakla birlikte, bu durum belleği kullanmaya başladığının göstergesidir (Senemoğlu, 2013:42). Bu iç temsil süreci çocukta kavram ve dil gelişiminin başlangıcını teşkil eder. Belli türdeki hareketleri tekrarlama eğilimindedir. Çeşitli insan davranışlarını model olarak taklit edebileceklerini öğrenir. Tüm bunlar çocuğun bir sonraki dönemin özelliği olan, sembolik düşünceye hazırlar (Küçükkaragöz, 2006:87). Sembolik düşünerek bir tür “ön-kavram” oluşturur (Karaköse, 2010:27).
Duyusal hareket döneminde, bebeğin bilişsel gücünün gelişmesi, bebeğin duyu organlarının gelişmişliğine ve içinde bulunduğu ortamın ona sunduğu uyarıcı zenginliğinin yanında, verilen hareket etme özgürlüğüne bağlıdır (Ersanlı, 2005:131).
2.1.2. İşlem Öncesi Dönem (2-7 yaş)
Bu dönem, sembolik evre (2-4yaş) ve sezgisel evre (4-7 yaş) olmak üzere iki evreden oluşmaktadır (Aydın, 2005:61). İşlem öncesi dönemdeki gelişim, daha sonraki bilişsel aşamalar açısından belirleyici özellikler taşıdığından oldukça önemlidir. Bu evrenin başında çocuklar, sınırlı sözcük dağarcıklarıyla simgesel düşünebilmektedirler. Varlıkları kendilerine uygun sembollerle ifade ederler. Geliştirdikleri kavramlar ve kullandıkları sembollerin anlamları kendilerine özgüdür ve çoğu zaman gerçek değildir. 2-4 yaşlarında çocuk, gözünün önünde bulunmayan ya da hiç mevcut olmayan nesne, olay, kişi, varlığı temsil eden bir sembol geliştirmeye başlar. Bu dönemde çocuk dili ve sembolik düşünme yeteneğini kullanmaya başlar (Yavuzer, 2005a:86). Bu yaşta sembolik oyun sıkça gözlenir. Piaget, sembolik oyunun çocuğun bilişsel gelişiminde olduğu kadar duygusal ve sosyal gelişiminde de önemli etkisi olduğunu vurgulamaktadır (Senemoğlu, 2013:44). Çocuk somut nesneleri, ilişkileri kavrayabilir, ancak olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkisini anlayacak bilişsel yeterlilikten yoksun olduklarından konular arasında mantıksal ilişkiler kuramazlar. Bu evreye işlem öncesi adının verilmesinin temel nedeni de zaten çocuğun, işlem yapacak zihinsel yeterliliğe ulaşmamış olmasındandır (Aydın, 2000:38).
Bu yaş döneminde çocuklar sadece şimdiki zaman kavramına sahip olup, geçmiş ve gelecek zaman kavramı belirgin değildir. Daha önce söylenenler hep geçmişte kalacağından, yapılması ve yapılmaması istenen davranışlar çocuğa sık sık hatırlatılmalıdır. Çocuğun miktar ve sayı kavramı daha çok ne görüyorsa ona dayanmaktadır. Örneğin, ince uzun bir bardaktaki suyu, aynı hacimdeki geniş bir bardaktaki sudan daha çok görür. Maddenin ağırlık ve hacmin korunumu kavramından yoksundur (Yavuzer, 2005b: 22). Şekil değiştirmekle maddenin hacminin ve ağırlığının değiştiğini kabul eder.
Bu dönem çocukların düşüncelerinde ve oyunlarında animist özellikler gösterir. Bu kavramı en kısa biçimde cansız varlıklara canlılık atfetme olarak tanımlayabiliriz (Yavuzer, 2005a:88; Mehmedoğlu, 2005:71). Piaget’e göre 4-6 yaş arası çocuklar her şeyin canlı olduğunu düşünürler. 6-7 yaşına geldiklerinde ise hareket eden şeylerin canlı olduğunu varsayarlar (Aydın, 2005:64). Bu özelliği bu yaştaki çocukların oyunlarını izlediğimizde kolayca görebiliriz. Küçük bir kızın oyuncak bebeğine yemek yedirmesi, yemiyor diye kızması, onunla oturup konuşması hepimizin karşılaşabileceği bir durum olabilir. Erkek çocuk tahta parçasını at gibi kullanabilir. Kız çocuğu bebeğine canlıymış gibi davranabilir. Çocuk bir başkasının bir objeye kendisinin yüklediği anlamdan farklı bir anlam yükleyebileceğini tahmin edemez (Yavuzer, 2005a:86). O bir sopayı at olarak görüyorsa bir başkasının neden o sopaya atmış gibi davranmadığını anlayamaz.
İşlem öncesi dönemdeki çocuğun en önemli özelliklerinden biri de hayal dünyalarının çok geniş olmasıdır (Erden ve Akman, 2004:67). Kurdukları hayal dünyaları onlar için dokunabildikleri gerçek hayat kadar gerçektir. Bu nedenle kendilerine anlatılan her şeye kolayca inanırlar (Mehmedoğlu, 2004:35). Üçüncü yaştan sonra çocuk, bir olayı anlatırken hayal gücüne dayanak olaya eklemeler yapar, görmediği bir olayı ve varlığı görmüş gibi anlatabilir. Hayal ettikleri ile gerçekleri birbirine karıştırarak anlatır. Hayali arkadaşlarıyla oyunlar oynar, evine davet edebilirler (Ersanlı, 2005:131). Hayal gücüne dayanan öyküler yaratmak, okul öncesi çocuğu için doğal bir süreçtir ve asla ruhsal bir rahatsızlığı göstermez.
Çocuğun kavram geliştirmesinde alışma ve taklit oldukça önemlidir. Çocuk çevresinde sıklıkla algıladığı olaylara, nesnelere ve sözlere alışır. Çocuk çevresindeki büyüklerinin ve sevdiği kişilerin sözlerini ve davranışlarını taklit ederek yinelemeye çalışır. Bunların sürekli yinelenmesi çocukta kavram gelişimini hızlandırır (Başaran, 1996:100).
Bu dönemin bir diğer özelliği de ben-merkezciliktir (egocentrism). İşlem öncesi dönemin önemli özelliklerinden biri çocuğun ben-merkezli düşünce yapısına sahip oluşudur. Bu dönemde çocuk başkalarının düşüncelerini kabul etmekte, onların kendisinden farklı düşünebileceklerini anlamakta güçlük çeker (Erden ve Akman, 2004:65). Bu dönem çocukları, başkalarının farklı görüşte olduklarını anlayamazlar. Kendi görüşlerinin olabilecek tek görüş olduğuna inanırlar. Bildiği ve gördüğü her şeyin başkaları tarafından da bilindiğini ve görüldüğünü düşünürler. Onlara göre dünyanın merkezinde kendileri vardır. Bütün ilgi, sevgi, eşya her şey onlara aittir. Bu nedenle kardeşi olduğunda, kendine ait olduğunu düşündüğü ana-baba ilgisi ve sevgisinin kardeşi tarafından paylaşılmasını kabul etmek istemez ve onu kıskanır. Yine hoşuna giden bir şeyin kendisine ait olduğunu düşündüğünden arkadaşlarının eşyalarını ve oyuncaklarını alır ve geri vermek istemez (Ersanlı, 2005:132). Bu durum da yine çocuğun gelişiminin doğal bir sonucudur. Ailelerin çocuğu hırsızlıkla suçlaması yersizdir. Bu dönem çocuğunda konuşma da tamamen ben-merkezlidir. Çocuk konuşmaya başladığı ilk zamanlarda sürekli kendi kendine konuşur. Bu çağdaki birkaç çocuk yan yana geldikleri zaman iletişim kuramazlar, hepsi aynı anda farklı şeyler konuşurlar. Bu durum dört yaşından sonra tamamen ben-merkezli konuşmalara dönüşür (Erden ve Akman, 2004:65).
Dönemin sonlarına doğru, animistik düşünce kaybolmaya başlar, çocuk canlı-cansız varlık ayırımını yapabilir. Cinsel kimliği gelişmiştir. Ben-merkezcilikten kurtulmaya başlamıştır. Olaylara kısmen başkalarının açısından da bakabilir. Dil gelişimi oldukça hızlanmıştır.
3. Ahlak Gelişimi
Çocuk için doğuştan bir ahlaktan bahsedilemese de ahlaki güzelliklere yatkın olduğu söylenebilir. Çocukta hem iyiye hem de kötüye yönelebilecek tohumlar olduğu söylenebilir. Çocuğun nasıl bir ahlaki yapıya sahip olacağı büyük oranda sosyal çevresine bağlıdır. İyiyi kötüyü ayırt edebilecek bir kapasiteye sahip olmayan çocuk için iyi ve kötünün ölçüsü ilk etapta ebeveynidir. Okul öncesi dönemde çocuk ebeveynin her dediğini eleştiriye tabi tutmadan kabul ettiğinden dolayı daha çok itaate dayalı bir ahlaktan bahsedebiliriz. Yaş ilerledikçe çocuklar varlıkları birbirinden ayırabildikleri gibi iyiden kötüyü, doğrudan yanlışı birbirinden ayırt etme duygu ve kabiliyetine sahip olabilmektedirler (Öcal, 2003:90).
3.1. Kohlberg’in Ahlak Gelişim Kuramı
Kohlberg de Piaget gibi çocukların, belli durumlarda davranışlarını belirleyen kuralları yorumlama biçimlerini araştırmıştır. Bu incelemeyi, ahlaki ikilemleri kapsayan belli durumları çocuklara vererek onların böyle bir duruma nasıl tepki vereceklerini sorarak öğrenme yolu ile yapmıştır. Bu bağlamda sorduğu durumlara aldığı cevaplar neticesinde insanların altı yargı aşaması geçirdiklerini belirtmektedir. Bu altı aşama ise üç düzey içinde yer almaktadır;
3.1.1. Gelenek Öncesi Düzey: Bu düzey Piaget’in “dışşal kurallara bağlılık” döneminin özelliklerini kapsar. Bu düzeyde iki aşama yer almaktadır;
Aşama 1- Ceza ve İtaat Eğitimi: Bu düzeyde çocuklar otoriteye uyar ve cezalandırılmaktan korkarlar.
Aşama 2- Araçsal İlişkiler Eğilimi: Çocukların kendi ihtiyaç ve isteklerinin karşılanması önemlidir. Diğerlerinin ihtiyaçlarını da dikkate almakla birlikte hala birinci sırada kendileri vardır.
3.1.2. Geleneksel Düzey: Birey için aile, grup ve ulusun beklentileri her şeyden önemlidir. Kişisel ihtiyaçlar bazen grubun ihtiyaçlarının gerisinde kalır.
Aşama 3- Kişilerarası Uyum Eğilim: İyi davranış, başkalarına yardım etmek ve ya onları mutlu etmektir. Ben-merkezliliğin azalması ve somut işlemler dönemine girmesiyle çocuk, olaylara başkaları açısından bakabilme kabiliyeti kazanır.
Aşama 4- Kanun ve Düzen Eğilimi: Doğru davranış, otoriteye ve sosyal düzene uygun olarak, kişinin görevini yerine getirmesidir. Grup kuralları yerine toplumun kuralları ve kanunları almıştır.
3.1.3. Gelenek Sonrası Düzey: Bireyin, başkaları ve otoriteden bağımsız olarak izlemek istediği ahlak ilkelerini seçtiği ve kendine özgü değer sistemini örgütlediği düzeydir.
Aşama 5- Sosyal Sözleşme Eğilimi: Kanunların kullanımı ve bireysel haklar eleştirici bir şekilde incelenir. Kanunların demokratik olarak değiştirilebileceği ilkesine sahiptir.
Aşama 6- Evrensel Ahlak İlkeleri Eğilimi: Kişi, bu son aşamada ahlak ilkelerini kendisi seçip oluşturur. Bu ilkeler, adalet, eşitlik, insan hakları gibi bazı soyut kavramlara dayalıdır. Bu ilkeleri ihlal eden kanunlara uyulmamalıdır (Senemoğlu, 2013:69-70-71).
Kohlberg kuramının dikkat çeken bir yönü de ahlak eğitimi ile ilgili boyutudur. İlk olarak çocuklarla ahlaki konular ile ilgili tartışmalar yapmak, değerlerin irdelenmesini sağlamak, ve bu yolla çocukların bir üst düzeye geçişişini sağlamak için ortamlar oluşturmak önemlidir. Kohlberg’in kuramının sınırlılığı üzerine bazı eleştiriler getirilmiştir. Sonuç olarak ahlaki gelişim dönemlerinin kesinlik derecesi ve evrenselliği tartışmaya açıktır.
4. Psiko-seksüel Gelişim
Sigmund Freud, bu yüzyılın başında, zamanına göre devrimsel nitelik taşıyan kişilik gelişim kuramını sunmuştur (Senemoğlu, 2013:78). Freud, kişilik gelişiminde özellikle doğumu izleyen ilk altı yaşa dikkat çekmiştir. Kişiliğin gelişiminde ve bireyin yetişkinlik yıllarındaki kişilik özelliklerinin özellikle altı yaşa kadar yaşantılandığı hayat deneyiminin etkisinde olduğunu söylemiştir. Freud, kişilik gelişimini birbirini izleyen beş psikoseksüel gelişim döneminde incelemiş, çocuğun psikolojik ve cinsel gelişim sürecinin açıklayan bu dönemleri sırası ile, oral, anal, fallik, gizil ve genital dönemler olarak adlandırmıştır (Can, 2006:116). Bu dönemin isimlerini de o dönemdeki erotojenik böyle ile isimlendirmiştir. Çocuğun bulunduğu dönem içinde, erotojenik bölgeyle ilgili haz yaşantılarının aşırı ya da yetersiz olması o döneme takılma (fiksasyon) ile sonuçlanır. Takılmaya neden olan aşırı ya da yetersiz haz yaşantılarının temel nedenlerinden biri anne-baba tutumlarıdır (İnanç ve Yerlikaya, 2014:30). Çalışmamızın konusu okul öncesi olduğu için bu çalışmada ilk üç dönem incelenecektir.
4.1. Oral Dönem (0-1 yaş)
Oral dönemde bebek, yaşamını devam ettirebilmek için beslenme ihtiyacını ağız yoluyla elde etmekte ve emme eyleminden de haz almaktadır. Bu dönemde bebeğe “sen nesin?” diye sorulsa, ve bebek cevap verebilse muhtemelen “ben ağızım” diye cevap verirdi. Yine aynı bebeğe, “dünya nedir?” diye sorulsa, ve yine bebek cevap verebilse muhtemelen “dünya bir memeden ibarettir” cevabını verirdi (Özakkaş, 2008:118). Bebek annesiyle ve anne yerine geçen kişiyle kurduğu bu ilk ilişki sonucu diğer insanlara karşı bağımlılık, bağımsızlık, güven gibi genel tutumlarını oluşturacaktır. Oral dönemde ağız bölgesi yoluyla aranan ve yaşanan haz duygusunun aşırı derecede olması ya da engellenmesi durumunda oral döneme takılma gerçekleşir (Freud’dan aktaran İnanç ve Yerlikaya, 2014:31). Bu dönemde takılma yaşayan bebekler, yetişkinlik yıllarına kadar uzanabilen güvensizlik duyguları, bağımlı kişilik özellikleri taşıyabilirler (Can, 2006:117).
4.2. Anal Dönem (1-3 yaş)
Çocuğun bedensel olgunlaşması sonucunda anüs kasları üzerinde kontrol sahibi olabilen çocuk, dışkısını tutmaktan ve bırakmaktan, yani henüz kazandığı bu yeteneğini istediği biçimde kullanmaktan haz almaktadır (İnanç ve Yerlikaya, 2014:31). Anne babanın tuvalet eğitiminde katı olması durumunda çocuk buna karşı olarak ya dışkısını vermeyerek tutabilir ya da ortam gözetmeksizin dışkısını salabilir. Dışkısını vermeyen çocuk bu davranışını genelleyerek inatçı, aşırı düzenli, cimrilik gibi özelliklerle kendini gösteren anal-tutucu (anal-sadik) bir kişilik örgütlenmesi oluşturabilir. Dışkısını uygun olmayan ortamlar da salan çocuk da ise, savurganlık, dürtüsellik gibi kişilik özellikleri oluşabilir. Tuvalet konusunda çocuğun üzerine çok giden ebeveyn farkında olmadan iktidar alanını çocuğuna kaptırmaktadır (Özakkaş, 2008:130). Bu dönemde çocuğa verilecek tuvalet eğitimini, çocukla inatlaşmadan, barışçı bir biçimde tamamlamaya çalışmak önemlidir (Can, 2006:118)
4.3. Fallik Dönem (3-6 yaş)
Bu dönemde çocuğun zevk kaynağı cinsel organlarıdır ve karşı cinsten olan ebeveynlerine yönelik cinsel arzular beslemektedir. Erkek çocuklardaki Oedipus karmaşası ve kız çocuklardaki Elektra karmaşası bu dönemdeki başlıca psikoseksüel karmaşalardır (Can, 2006:118). Oedipus karmaşası, erkek çocuğun annesine karşı cinsel arzular beslemesinin ve bunun kabul edilemez bir durum olmasından dolayı baba tarafından cezalandırılacağı (kastrasyon) kaygısını, kız çocuğun ise tam tersi olarak babasına cinsel arzu beslemesinden dolayı anne korkusu yaşamasıdır. Bu dönemde çocuk aynı cinsten olan ebeveyni ile özdeşim kurması sağlıklı bir cinsel kimlik için çok önemlidir. Çocuklar algılayabildikleri yetişkinlerin değer sistemlerini içselleştirirler (Senemoğlu, 2013:79). Fallik dönemde takılma yaşayan erkek çocukları yetişkinlik yıllarında kendini beğenmişlik, böbürlenme gibi kişilik özellikleri yanında, erkekliklerini aşırı vurgulama çabasına giren baştan çıkartıcı kişiler olabildikleri gibi, kızlarda ise kadınlık özelliklerini aşırı vurgulama, ayartıcılık gibi özelliklerin yanı sıra cinsel ilişki konusunda ayrım gözetmeme gibi davranışlarda gözlenebilir (Ewen’den aktaran İnanç ve Yerlikaya, 2014:35).
5. Psiko-Sosyal Gelişim
Erik Erikson (1902-1994 ), ego psikolojisinin en önde gelen kişileri arasında yer almaktadır. Erikson, Freud’un psiko-seksüel gelişim olarak tanımladığı ve cinsel gelişmeyi temel alarak hazırladığı gelişimi, psiko-sosyal kuram adı altında yeniden incelemiştir. Psiko-sosyal gelişim kuramı kişiliğin oluşumunda biyolojik etmenlerin yanı sıra, toplumsal etmenlerin belirleyici rolünü vurgular (Can, 2006:120). Erikson’a göre psikolojik fenomenlerin, biyolojik, davranışsal, yaşantısal ve sosyal faktörlerin karşılıklı etkileşimi çerçevesinde incelenmesi ve anlaşılması gerekmektedir (İnanç ve Yerlikaya, 2014:160). Erikson, psiko-sosyal gelişimi “insanın 8 evresi” adı altında 8 evre halinde ele almıştır (Özakkaş, 2013:427). Her evrede benliğin karşılaştığı bir olumlu benlik, bir de bunun karşıtını belirtmiştir. Bir evredeki krizin başarılı olarak atlatılması, kendinden sonraki evre için sağlıklı temeller oluşturur. Eğer bir dönemdeki kriz tam olarak çözümlenemezse Freud’un kuramında olduğu gibi birey, o döneme takılıp kalmaz. Ancak, yaşamının daha sonraki dönemlerinde de bu kriz devam eder, çözülünceye kadar problem yaratır (Miller’den aktaran Senemoğlu, 2013:80)
Bu 8 Evreyi Erikson şöyle belirlemiştir;
1) Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-1 yaş)
2) Özerkliğe Karşı Kuşku ve Utanç (1-3 yaş)
3) Girişimciliğe Karşı Suçluluk (3-5 yaş)
4) Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu (6-12)
5) Kimlik Kazanmaya Karşı Kimlik Kargaşası (12-18)
6) Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık (21-40)
7) Üretkenliğe Karşı Durgunluk (41-65)
8) Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk (65-+)
Şimdi bu dönemlerden çalışmamızın konusu olan ilk 3 evreyi kısaca açıklamaya çalışalım.
5.1.1. Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-1 yaş)
Bu dönem, Freud’un oral döneminin karşılığıdır. Çocuğun bu dönemde ilişki kurduğu en önemli kişi anne veya anne ikamesi olan kişidir. Anne-çocuk ilişkisinde süreklilik ve tutarlılık sağlanabilirse; çocuk, annesinin kendisini hep seveceğinden ve terk etmeyeceğinden emin olma duygusu geliştirebilirse, çocukta temel güven duygusunun çekirdeği oluşur. Böylece hem çevre, hem kendi varlığı güvenilir durumdadır (Özakkaş 2013:441-442). Bebeğin fiziksel gereksinimlerinin karşılanması kadar, duygusal ihtiyaçlarının da beslenmesi çocukta iyilik, güvenlik duygusunu oluşturacaktır. Bebek optimal şartlarda da olsa doğal olarak hayal kırıklığı yaşayacağı için temel bir güvensizlik duygusu da gelişebilir. Bu birey için uyum kapasitesinin gelişmesi için olmazsa olmaz bir parçadır. Erikson’a göre, en sağlıklı şekilde yetişmiş çocuklarda bile geçmişte bir zamanlar ana kucağında yaşanmış güzel bir cenneti yitirmiş olma duygusu ile bu cennete karşı bir özlem kalıntısı vardır. Bu cenneti yeniden bulma gereksinimi, Tanrıya inançta simgelenmiştir. Din, Erikson’a göre, insanda temel güveni sağlar (Sağlam, 2009).
Bu dönemin, temel psiko-seksüel adaptasyon modu “oral doyum”, psiko-sosyal karmaşası “temel güvene karşı temel güvensizlik”, temel gücü ise “umut”tur (İnanç ve Yerlikaya, 2014:67)
5.1.2. Özerkliğe Karşı Kuşku ve Utanç (1-3 yaş)
Bu dönem, Freud’un anal dönemine karşılık gelir. Çocukta bu evrede birbirine zıt iki eğilim arasında bir seçim yapabilme yetisi gelişmektedir. Eline geçirebildiği şeyleri yakalar, sonra atar. Kakasını inatla tutabilir ya da öfke ile fırlatırcasına bırakabilir. Bu, yeni bir durumdur. Yapma ya da yapmama, isteme ya da istememe gibi. İşte özerklik duygusu birbirine zıt istek ve eğilimler arasında bir seçim yapabilme gücüdür (Özakkaş, 2013:463). Çocuk içinde bulunduğu toplumun beklentilerine göre bazı şeyleri yapmayı örneğin; kakasını, uygun zaman ve uygun yerde bırakmak üzere tutabilmeyi öğrenirken, ağır utandırmalar ve cezalarla karşılaşırsa, utanç ve seçim yapabilme gelişimi kösteklenebilir (Sağlam, 2009). Bu durum ise çocuğun kendi davranışlarından, utanç ve kuşku duymasına yol açabilir.
Bu dönemin, temel psiko-seksüel adaptasyon modu, “anal-üretral kas” modu, psiko-sosyal karmaşası “özerkliğe karşı kuşku ve utanç”, temel gücü ise “iradenin kazanılması”dır. (İnanç ve Yerlikaya, 2014:167-168)
5.1.3. Girişimciliğe Karşı Suçluluk (3-5 yaş)
Bu dönem, Freud’un fallik dönemine karşılık gelir. İlk iki dönemde çocukta güven ve özerklik duygularının temeli atılmıştı. Bu dönemde ise, çevreyi keşfetme ve ona hükmetme amacıyla girişim duygusunun temelleri atılmaktadır. Bu dönemde çevrenin çocuğa karşı tutumu çok önemlidir. Çevre tutumları hep baskıcı, engelleyici, suçlayıcı olduğu sürece çocukta merak etme, mücadele etme, amaçta ısrar etme, başarmaktan zevk alma duyguları sağlıklı gelişemez. Ebeveynlerin bu dönemde çocuğun artan merak duygusu neticesinde sorduğu soruları ciddiye alarak çocuğa uygun yanıtlar vermesi son derece önemlidir. Gene bu dönemde çocuğun motor gelişmesi hızla olgunlaşırken, cinsel organlara yönelik ilgileri de artmıştır. Bu merak onu mastürbasyona, çocuklar arası cinsel oyunlara, büyüklerin cinsel yaşantısına aşırı ilgiye götürebilir. Bu dönemde aşırı korkutma, suçlanma, ceza çocuğun ileriki yaşamında cinsel sorunlar yaşamasına yol açabilir (Özakkaş, 2013:482). Bu dönemde çocuk büyük, güçlü ve her şeye karışan olarak gördüğü ebeveyni ile özdeşleşir. Bu dönemin tehlikesi, aşırı suçluluk duygusunun gelişmesidir. Ancak, çocuğun her yaptığı şeyin onaylanması da ahlak gelişimini olumsuz etkileyebilir (Senemoğlu, 2013:82).
Bu dönemin temel psiko-seksüel adaptasyon modu “genital-devinsel” mod, temel psiko-sosyal karmaşası “girişimcilik ve suçluluk duygusu”, temel gücü ise “amaç”tır. (İnanç ve Yerlikaya, 2014:168-169)
6. Duygusal Gelişim
İnsan sürekli hem kendi içinden hem de dış çevreden çeşitli uyaranlar almaktadır. İnsanın duygusal sistemi uyaranları alır; sonra onları duygulanma sürecinde işler, duygulara dönüştürür; değişik türde duygular üretir; duygularının niteliğine bakar, bunlardan dönüt bilgiler alır ve duygularını geliştirir. Böylece insan duygusal büyümesini sürdürür (Başaran, 1996:95).
Bu uyaranlar insanı değişik şekillerde etkilemektedir. Bunlardan bazıları hoşa giden, tepkiler meydana getirirken, bazıları da hoşa gitmeyen, acı veren, kaçınılan tepkiler meydana getirmektedir. Duygular ve heyecanlar, herkes gibi çocuğun da tutum ve davranışlarını yönlendirirler. Bundan dolayı çocuğun duygularını ve duygusal gelişimini tanımadan ona herhangi bir konuda bilgi vermek, tutum ve davranışlarına yön vermek mümkün gözükmemektedir.
Duyguların gelişimi ile ihtiyaçlar arasında yakın bir ilişki vardır. Kişinin temel ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmaması, bazı duyguların doğmasına neden olabilmektedir.
Ruh sağlığı için temel ihtiyaçların ve güdülerin sağlıklı olarak doyurulması çok önemlidir. İhtiyaçların doyurulmaması veya az doyurulması, kişide “engellenme” ve “çatışma” olaylarını meydana getirir. Engellenme insanda kaygı, öfke, gibi olumsuz duygulara neden olabilir, hatta kişide “kompleksler” oluşabilir. Bu manada, duygusal ihtiyaçları tatmin edilmiş çocuklarla, bu ihtiyaçları ihmal edilmiş çocukların daha sonraki gelişmelerinde farklılıklar gözlenmiştir (Selçuk, 1991:54-55).
Çocukların davranışlarını olumlu veya olumsuz yönde etkilemesi bakımından duyguları üç grupta el almak mümkündür: 1) Öfke, kıskançlık, nefret, düşmanlık gibi saldırıcılık davranışlarına yönelten duygular. 2) Korku, üzüntü, sıkıntı, hüzün, keder, bıkkınlık ve şiddet gibi yasaklayıcı ve savunucu davranışlara yönelten duygular. 3) Sevgi, şefkat, mutluluk, haz, zevk ve merak duyma gibi sevindirici davranışlara yönelten duygular (Başaran, 1996:104)
Olumlu ve olumsuz bütün duygu türleri her insanda belli oranda bulunur. Duygu eğitiminden beklenen, insanın olumsuz duygularının yok edilmesi veya kaldırılması değil, olumlu duyguların güçlendirilmesi, olumsuz duyguların ise denetim altında tutulması, insanlara, nesnelere ve olaylara karşı, mekana ve zamanına göre, uygun düzeyde duygusal davranışlar gösterilmesini gerçekleştirmektir.
Duygusal gelişimde en önemli dönem, okul öncesidir. Çocuğun tüm duygu ve coşkuları bu dönemde doğmaya ve yerleşmeye başlar. Çocukluk döneminde ön plana çıkan bazı duygular vardır. Bu duygulardan en önemlisi “öfke” duygusudur. Öfke, çocuğun isteklerini engellenmesi veya sınırlanması sonucu yaşadığı bir duygudur. Bebek, dünyaya geldikten sonra kendisini rahatsız eden durumlara karşı ilk tepkisini ağlayarak gösterir. Daha sonraları, bağırma, tekmeleme, kırıp dökme gibi davranışlar gösterir. Şayet bu tür tepkilerden sonra çocuğun istediğini yapmasına izin verilirse, çocuk öfkeyi bir araç olarak kullanmayı öğrenir. Öfke ortaya çıktığında ifade edilmesi ve sağlıklı bir şekilde boşaltılması gerekir. Öfke ve kızgınlık duygularının ifade ve yansıtılma biçimi, ebeveyn ve çocuğun model aldığı diğer kişilerin taklit edilmesiyle öğrenilmektedir. Şayet ebeveyn öfkelendiği zaman öfkesini kontrol edemiyor ve buna sağlıksız bir tepki veriyorsa, çocuk da öfkelendiğinde aynı şekilde tepki gösterecektir.
İlk yaşlardan itibaren görülmeye başlayan bir duygu da korkudur. Korku gelişimi, mizaç, yaş, cinsiyet ve çevre faktörlerine göre değişebilmektedir. İçe dönek bir mizaca sahip olanlar, dışa dönük olanlardan daha fazla korku eğilimi gösterirler. Küçük çocuklar genel olarak gürültüden, karanlıktan, canavarlardan, hayaletlerden korkarlarken, daha sonraki yaşlarda rüyalardan, aşağılanmaktan ve alay edilmekten korkarlar (Dam, 2011:27). Şunu da belirtmek gerekir ki, sevgi, şefkat ve ilgi eksikliği kadar, aşırı ve dengesiz sevgi ve ilgi de çocukların sağlıklı gelişiminin önünde bir engeldir. Aşırı korumacı aileler çocuklarının dış dünya ile temasını engelleyerek, çocuğun sosyal hayata uyum göstermesini engellemektedirler.
Çocuğun duygusal gelişimini etkileyen ve duygu durumunun bir boyutunu oluşturan önemli bir etken de dindir. Din duygusu, ilahi bir kuvvetin varlığından kaynaklanan düşünce, tasavvur ve hareketlerin insanda uyandırdığı duygudur. (Peker, 2000:62) Din duygusunun nasıl ortaya çıktığı yani kaynağı konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Dinin fıtri olmadığını ileri sürenler olduğu kadar onun insan hayatının ayrılmaz bir parçası olduğunu ve fıtri olduğunu ileri sürenler de vardır (Dam, 2011:28).
Eğer; çocuklar, güven içinde büyür ve hayata olumlu bir gözle bakabilirlerse, çocukların hayal gücü beslenir, çocuklar çevresindeki insanlarla iyi geçinmeyi ve onlara saygı duymayı öğrenirlerse, duygularını çeşitli faaliyetler yoluyla -şiir, müzik, resim, oyun gibi.- ifade edebileceğini öğrenirlerse, onların zihinsel gelişimleri desteklenir ve öğrenme istekleri canlı tutulursa, çocuklar, tabiat sevgisi ile büyürlerse çocuğun daha sonraki yıllarda eğitim ve özellikle konumuz olan dini eğitim daha kolay gerçekleşebilecektir. Din eğitimi yapılırken bunlar göz önünde bulundurulursa başarıya ulaşma şansı artar (Türk, 2007:9-10)
2. ÇOCUKLUK DÖNEMİ DİNİ GELİŞİM ve ALLAH İNANCI
İnanma duygusu insanın ayrılmaz bir parçasıdır ve kutsal bir varlığa inanmak insanda bir ihtiyaçtır (Peker, 1991:15). Din duygusunun nasıl ortaya çıktığı yani kaynağı konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. (Peker, 2000:108) Dinin fıtri olmadığını ileri sürenler olduğu kadar, onun insan hayatının ayrılmaz bir parçası olduğunu ve fıtri olduğunu ileri sürenler de vardır (Dam, 2011:29). Hangi düşünce olursa olsun gerçek olan her iki durumda da din, insan hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. Kuran’ı Kerim’e göre insanda din duygusu doğuştan Allah tarafından verilmiştir. Nitekim bir ayette, “Hani Rabbin Ademoğullarının sulblerinden onların soylarını her ne zaman çıkaracak olsa, onları kendileri hakkında tanıklık etmeye çağırır; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar cevaben, “Elbette, buna tanıklık ederiz” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir” (Esed, 2002:7;12) buyrulmaktadır. Yine bir başka ayette de, “Böylece sen, batıl olan her şey uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata uygun davran ki Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin. İşte bu dosdoğru dinin amacıdır; ama insanların çoğu bilmezler” (Esed, 2002:30;30) buyurulmaktadır. Burada “fıtrat” kelimesi, “Allah’ın, mahlukatı kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal üzere yaratması” (İbn’ul Manzur, 1970:1109) anlamına gelmektedir. İşte bu ayetler, bize insanın fıtratında, yüce bir varlığa inanma, güvenme, sığınma, bağlanma gibi dini duyguların bulunduğunu göstermektedir. Bu konuda yapılan ilmi araştırmalar da, çocukta büyük bir din hazırlığının bulunduğunu ortaya koymuştur (Vergote, 1978:315). Fakat doğuştan var olduğu kabul edilen dini duygu ve düşüncenin erken veya gecikmeli olarak ortaya çıkması, sağlıklı veya sağlıksız bir biçimde gelişmesi tamamen çevresel faktörlere büyük ölçüde de içinde yetiştiği aileye bağlıdır. Genellikle dindar bir ailede ve çevrede yaşayan çocuklarda din duygusunun erken yaşlarda uyandığı görülmektedir. Nitekim Peygamberimiz de (SAV), her doğan çocuğun fıtrat üzere doğduğunu, konuşmaya başlayıncaya kadar bu halin devam ettiğini ve ana babanın daha sonradan onu Yahudi, Hıristiyan veya Müslüman yaptığını ifade etmiştir (Müslim, 1988:2048).
Bebeklik evresinde (0-2), dini duygu ve inancın doğuşu ve gelişmesi konusunda çocuğun dışarıdan gelecek dini etkilere ve tecrübelere karşı ruhen yetenekli ve hazır olduğu kabul edilmekle birlikte, bu dönem, çocukta dini bakımdan gözle görülecek belirtilenin bulunmadığı bir dönemdir (Peker, 2000:164). Bu dönemde dini gelişimin daha çok duygularla sınırlı olduğu söylenebilir. Çocukta din duygusunun yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlaması, bebeklik çağının bitip, ilk çocukluk çağının başladığı döneme rastlamaktadır.
2.1. Çocukluk Dönemi Dini Gelişim Genel Özellikleri
Çocukta din duygusunun gelişimi, evrelere göre şekillenmekte ve bazı temel özellikler göstermektedir. Bu gelişim bazı evrelerine ve özelliklerine genel olarak değinebiliriz.
Çocukluk döneminin en temel özelliklerinden birisi, daha önce de belirttiğimiz gibi, doğduğu andan itibaren başlayan ve yaşamı boyunca da belirli düzeyde devam eden birisine olan güvenme ve sığınma yani himaye edilme duygusudur. Bilindiği gibi hayvan yavruları doğumlarından kısa bir süre sonra çok hızlı bir gelişim göstererek, kendi kendilerine yetecek duruma gelebildiği halde, insan yavrusu uzun bir süre kendine yetecek ve kendi varlığını devam ettirecek güç ve imkanlardan yoksundur. Bu nedenle insan yavrusu, bir başkasının bakım ve himayesine muhtaç yani bir ötekine bağımlıdır. Çocuk, birçok temel fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanması yanında, sevgi ve şefkat gördüğünü, korunduğunu hissetmesi onda büyük bir temel güven duygusu yaratır. İşte bu içten gelen sığınma, güvenme ve bağlanma eğilimiyle çocuk, kendisini seven, bakan ve koruyan varlıklar olarak ebeveynine mutlak bağlılık gösterirler. Ebeveynin var olması, çocukta temel güven duygusu yaratır. Bu duygu çocuğun aldığı gıdalar kadar hatta ondan daha fazla önemlidir. İşte, bu mutlak koruyucu ve güvenli bir dayanak inancının zamanla sağlıklı bir şekilde ebeveynden Allah’a yöneltilebilmesi için çocuğun, Allah’a en güçlü bir koruyucu olarak güvenip, inanması gerekir. Çocuğa uygulanacak sevgi ve merhamete dayalı bir eğitim sonucunda o, Allah’ı kendisine güvenilebilen ve sığınılabilen bir varlık olarak düşünecektir. Böylece çocuk, O’ndan uzaklaşmayı düşünmeyecektir (Peker, 2000:166).
Çocukluk dönemi dini gelişimin ikinci temel özelliği kolay inanır olma özelliğidir. Çocuğun dine yabancılaşması ya da ona karşı ilgisizliği bir tarafa, o dine karşı oldukça hazır ve kabiliyetli bir durumdadır. Esasen çocuk düşünmeden, şüphelenmeden ve itiraz etmeden inanmaya hazır olduğundan, söylenenlere içtenlikle inanır. Çocuk sadece dış yönüyle değil, aynı zamanda ruhi olarak da samimi bir şekilde inanır (Köylü, 2004:138). Çünkü çocuk, inanmakla kendisini güçlenmiş ve Allah'a yakın hissetmiş kabul eder. Böylece çocuk, inandıklarıyla kendi dünyasını kurmaya ve geliştirmeye çalışır. Çocuk ilk etapta inancının sebeplerini araştırmaya eğilimli değildir. İnancı üzerinden araştırma yapmadığı gibi şuurlu bir şekilde de inanmaz. Çocuk zaten sorduğu sorulara aldığı cevaplara karşı inanma eğilimlidir. Yaş ilerledikçe daha çok ruhi ve kültürel güçlerin etkisine göre aktif ve şuurlu bir kabul ediş gerçekleşecektir. Çocukların bu çağda duygu ağırlıklı olarak eleştirmeye tabi tutmaksızın öğrendikleri bilgiler, daha sonraki çağlarda zihin ağırlıklı olarak öğreneceklerinin temelini oluşturacağından, onlara öğretilenler gelişigüzellikten kurtarılmalı, gelişim düzeylerine uygun dozda ve doğru bilgiler olmalıdır. Aksi, taktirde gelişigüzel, eksik veya yanlış öğretilen bu bilgiler, ilerde onlarda yanılmalara ve duygu sapmalarına sebep olabilir (Bilgin ve Selçuk, 1991:70).
Çocukluk dönemi dini gelişimin üçüncü belirgin özelliği taklittir. Taklit çocuğun gelişimi ve kişiliğinin şekillenmesinde en temel öğelerden birisidir. Çocukta çok yüksek derecede yetişkinleri taklit etme becerisi vardır. İlk çocukluk evresi (2-6 yaş) taklit evresi olarak isimlendirilebilir. Gelişim sürecine bağlı olarak çocukta zihinsel, duygusal ve psiko-sosyal gelişimlerin yanında, dini anlayış biçimi de daha belirgin bir hal almaya başlar. Fakat okul öncesi dönemde dini inançlar çocuklar tarafından açık bir şekilde kavranamaz. Bu yaşlarda çocuk özellikle yetişkinleri taklit etme eğilimindedir. Çocuk bu evrede karşılaştığı alışkanlıkları, gelenek ve görenekleri, tutum ve davranışları, sözleri ve hayat biçimlerini bilinçli veya bilinçsiz olarak taklit etmeye çalışır. Öyle ki taklit sadece hareketlerde olmaz, duygular ve heyecanlar da taklit edilir (Peker, 1991:48). Çocuğun dini yaşayışı öğrenip bu konuda alışkanlık kazabilmek için taklit etmeyi sık sık kullanır. Zaten din ile ilgili gördüğü şeyleri ve anlatılanları kabul etme eğilimindedir. Ailedeki kişilerde gördüğü ibadet türü davranışları örnek alarak kopya eder. Bu bağlamda dua ve namaz gibi ibadetlere gönüllü olarak katılır. Bu tür ibadi davranışlar, dini sözler çocukta iz bırakır ve çocuk tarafından taklit edilir. Kısacası çocuk, özellikle ailedeki yetişkinlerin dini davranış ve yaşayışlarını taklit eder ve bu taklit etme daha çok tekrarlandıkça bir alışkanlık haline gelir. Böylece taklit ve özdeşleşme yoluyla başlayan dini yaşayış çevrenin dini havasına ve çocuğun ferdi kabiliyetine göre yavaş yavaş gelişip derinleşerek onun kişiliğinin bir parçası olur (Hökelekli, 2001:255).
Dini gelişim açısından çocukluk döneminin dördüncü temel özelliği insanın en güçlü güdülerinden birisi olan merak ve araştırma duygusunun sonucu olan soru sormaya düşkünlüktür. Özellikle dört beş yaş grubu çocuklar devamlı soru sorarlar. Çünkü çocuk için dünya birçok bilinmezlik ile doludur. Çocuk bir yandan gelişmesini sürdürürken, bir yandan da objelerin gerçekten ne, nasıl ve nedenlerini de araştırmaktadır (Yavuz, 1981:4). Çocuğun kazandığı yeni bilgiler, şahsi inancıyla ilgili de yeni sorular meydana getirir. Bu sorulara dinin esaslarına uygun fakat çocuğun anlayabileceği bir tarzda cevap vermek gerekir. Çocukların soruları geçiştirmek veya komple cevapsız bırakmak dini gelişim açısından uygun olmaz. Çünkü soruların cevapsız kalması, hem çocuğun merak ve öğrenme duygusunu ketlemekte hem de soruyu sorduğu konuya ilgisini de azaltabilmektedir.
Çocukluk dönemi dini gelişimin beşinci temel özelliği, ben merkezli olmalarıdır (Köylü, 2004:138). Çocuk için her şey bu dönem itibari ile kendi etrafında döner. Allah ona anne, baba, abla, abi, kardeş vermiştir. Onun yararı için türlü yiyecekler, giyecekler, içecekler sunmuştur. Kendisi ne isterse Allah onu yerine getirecektir. Bu özellik daha çok çocukların dualarında kendini göstermektedir. (Yılmaz, 1999:84)
Çocukluk dönemi dini gelişimin altıncı temel özelliği, antropomorfik yani varlıklara insani özellikle nitelemektir. Çocukluk dönemi dini inançlarına ilişkin yapılan araştırmalarda, onların genellikle somut bir Allah tasavvuruna sahip oldukları görülmektedir (Hökelekli, 2001:264). Çocuklar genelde, Allah’ı daha çok olgun ve yaşlı bir erkek, yani insani özellikleri taşıyan bir varlık olarak tanımlamaktadırlar. Bu tanımlama daha çok Hristiyan inancına sahip çocuklarda görülürken ülkemizde daha az da olsa görülmektedir. Bu tanımlama kültürel anlayışla da orantılı olabilir. Her ne kadar ülkemizde yapılan araştırmalarda da, özellikle yaşları küçük olan bazı çocukların Allah'ı insana benzeyen bir varlık olarak tasavvur ettikleri görülse de, bunu çocuk isteyerek değil, sırf anlama kapasitesinin ötesinde olduğu ve Allah'ı gerçek anlamda tarif edemediğinden böyle davrandığı belirtilmektedir (Hökelekli, 2001:262).
Çocukluk dönemi dini gelişimin bazı evrelerinden kısaca bahsettikten sonra çocukluk dönemi dini inanca ve bu inancın en önemli basamağı olan Allah inancına açıklık getirmek gerekmektedir. Dini gelişim özellikleri dikkate alınarak, çocuklarda, Allah inancını vermek çocukluk dönemi dini gelişim için oldukça önemli bir yerde bulunmaktadır.
2.2. Çocukluk Dönemi Dini İnanç ve Özellikleri
Genel tanım olarak bir kabul etme durumunu anlatan inanç kelimesi, şüphelerden arınmış olarak tam bir tasdik ve kabulü ifade etmektedir. İnanç, bireysel ve toplumsal yaşamımızda oldukça etkindir ve bireylerin kendi iç dünyalarındaki ve sosyal yaşantılarındaki dengeleri kurmada oldukça önemli bir işleve sahiptir (Karacoşkun, 2004:25). İnsanın kendisi ve bütün evren üzerinde hakimiyetini kabul ettiği duyular üstü, yüce, kudret ve kuvvet sahibi bir varlık ve bu varlıkla insan arasındaki ilişkileri düzenleyen bir takım esaslarla ilgili inançlar ise dini inanç olarak tanımlanmaktadır (Peker, 1991:64). Daha önce de ifade edildiği gibi çocuk dini inanca yabancı değildir. Aksine onun içinde dine karşı bir eğilim vardır ve çocuk inanmaya donanımlıdır (Yavuz, 1981:42)
Her dinin kendine göre bir takım inanç esasları vardır. Bunlara dini terminolojide ‘itikad’ adı verilmektedir. İslam dini inancının ilk ve en temel şartı Allah’a iman veya Allah inancıdır. Nitekim Kuran’da ifade edildiğine göre affedilmeyecek tek günahın Allah’a eş koşmak manasında olan ‘şirk’ olması bu konunun önemi anlatmaktadır. Kuran’da Nisa Suresinin 48. Ayetinde Allah şöyle buyurmaktadır; “Şüphesiz Allah, dilediği kimselerin daha hafif günahlarını bağışladığı halde, Kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz: zira Allah’a ortak koşanlar, gerçekten korkunç bir günah işlemiş olurlar.” Bu ayetinde ifade ettiği gibi İslam inancının temelini Allah inancı oluşturmaktadır. O zaman çocuğun dini inanç konularında da en temel eğitim faaliyetinin doğru bir Allah inancından geçtiği söylenebilir. Doğru bir Allah inancının oluşabilmesi için çocukta doğru bir Allah tasavvurunun oluşması da kaçınılmazdır.
2.3. Allah Tasavvuru
Bireyin gördüğü, duyduğu, yaşadığı kısaca idrak ettiği her şeyin bu idrak olayı
bitse bile zihinde bir izi kalır. Bu iz idrak ettiğimiz şeyleri daha sonra istediğimiz
zaman zihnimizde yeniden canlandırmamıza yardımcı olur. Zihnimizde canlandırdığımız
her imaj bir tasavvurdur (Peker, 2000:90). Fakat insan bir takım bilgiler
ışığında daha önce görmediği, idrak etmediği şeyleri de zihninde canlandırabilir
(Peker, 2000:91). Tasavvur (imagination) genel olarak, zihni imajların ve fikirlerin üretilme süreci ve gücüdür. Terim önceden algılanmış objelerin zihinde yeniden canlandırılması sürecini tanımlamak için kullanılır.
2.3. Çocuğun Allah Tasavvuruna Etki Eden Bazı Faktörler
2.3.1. Yaş Faktörü
Çocukların Allah tasavvurlarının oluşmasındaki en önemli faktörlerin başında yaş faktörü gelmektedir. Çocuklar yetiştikleri çevre ve ortama bağlı olarak bir Allah tasavvuru oluşturlar. Fakat çocukların sahip oldukları inanç hakkında çok detaylı fikirleri yoktur. Belki aile ya da çevresinde çok bilinçli bir eğitim almanın dışında, küçük çocuklar için bu gibi dini konulardaki bilişsel sınırlamalar önemli rol oynarlar. Ancak bununla beraber eğer bir genelleme yoluna gidilirse, küçük çocukların olumlu ve ılımlı bir Allah anlayışına sahip oldukları söylenebilir (Köylü, 2004:141). Çoğunlukla eğlence ve oyunla ilişkilendirilecek bir Allah tasavvuru sergilerler. Allah, basit ve daha çok dünyevi zevklerle ilintili olup, genellikle çocukların hayallerine karşılık veren bir varlık olarak kabul edilir. Meseleye yaşlar açısından bakıldığında, 4-6 yaş grubundaki çocukların Allah tasavvurlarının açık bir şekilde bireysel ilgi üzerine kurulduğu görülmektedir. Bu kendine odaklanma, 4-6 yaş çocukların Allah anlayışlarını ve düşüncelerini de etkilemektedir. Dolayısıyla bu yaş çocuklar için farklı Allah tasavvurları vardır. Meseleye psikoanalitik açıdan baktığımızda, bunun biraz da çocukluk döneminin özelliği olan kendisine fazla önem verme ve ben merkezci bir anlayışa sahip olmasından kaynaklandığı sonucuna varabiliriz (Köylü, 2004:141).
2.3.2. Cinsiyet Faktörü
Kız ve erkeklerin Allah hakkındaki tasavvurları da bazı farklılıklar göstermektedir. Erkek çocuklara göre arzu edilen herhangi bir hedefe ulaşmada Allah'ın planlaması ve onayı olmalıdır. Bu açında Allah'ın belli bir yerde oturması ya da pasif bir konumda olması kabul edilemez. Allah sürekli olarak bir şeyler yapma zorundadır. Erkek çocuklara göre, hayata müdahil olsa da duygusal, hissi ve mekansal olarak uzaktır. Bir diğer husus ise erkek çocukların Allah’ın kadın değil erkek olması gerektiği fikrini paylaşmalarıdır. (Köylü, 2004:143-144).
Kızların dünyasında ise Allah, daha estetik olarak hayata müdahil olan bir varlıktır. Kızların bazen estetik ve cinsel niteliklerini Allah anlayışlarına da yansıttıkları görülmektedir (Yavuz, 1981:97). Kızların Allah'la ilgili olarak bir başka fikirleri de, Allah'ın daha
pasif, olduğu düşüncesidir. Kızlara göre Allah daha az agresiftir. Kızların Allah anlayışlarının bir diğer özelliği de, erkeklerle kıyasladığımızda, mesafe olarak daha yakın bir Allah anlayışına sahip olmalarıdır. Allah ile daha çok duygusal bir yakınlık duyarlar. (Köylü, 2004:144).
2.3.3. Kişilik Özellikleri
Çocukların yaşları ve cinsiyetleri kadar kişilik yapılan da onların Allah hakkındaki düşüncelerini etkilemektedir. Bunun aile yapısıyla ebeveynin çocuğa karşı ilgi ve davranışlarıyla yakından ilgili olduğu görülmektedir. Çocukların Allah inancına ilişkin derinlemesine yaptığı araştırmada, Heller, çocukların yetiştikleri aile ortamına bağlı olarak 6 tür Allah inancına sahip olduklarını belirtmektedir. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz.
Çocuklar arasında baskın olan birinci tür Allah anlayışı, Allah'ı arkadaşça ve dostça bir varlık olarak kabul etmeleridir. Allah, çocuğun gözünde hayali bir oyun arkadaşı gibidir ve çocuk için bu ilişki mutluluk vericidir. Bu tarz düşünceye sahip olan çocukların genellikle çok fazla olumsuz duygu ve düşünceleri olmaz. Böyle bir Allah tasavvuru olan çocuklarda iki tür durum düşünülebilir. Birincisi, aile ve çevresinde gördüğü olumlu duyguları Allah ile de ilişkilendirmesi ki bu sağlıklı bir durumdur. Diğer bir düşünce şekli de hayatında eksik olan sevgiyi böyle bir Allah tasavvuru ile doldurmaya çalışmasıdır.
İkinci bir Allah inancı şekli olarak, çocukların öncekinin tam aksine, kızgın ve cani bir Allah tasavvuruna sahip olmalarıdır. Bu çocukların Allah tasavvuruna göre Allah sadist bir şekilde davranır ve eylemlerinde sevgi ve şefkatten uzak, keyfine göre hareket eder. Bu tür inanca sahip olan küçük çocuklar ya böyle bir Allah'tan korkarlar ya da bu kötü niyetli güçlü Allah'a alışarak büyümek isterler. Genellikle bu tür inanca sahip olan çocukların ebeveynleri ile yaşadıkları ve tecrübe ettikleri olayları Allah tasavvurlarına da yansıttıkları görülmektedir.
Çocuklar arasında baskın olan üçüncü tür bir Allah anlayışı da, uzak bir yerdeki Allah resmidir. Çocuklar bazen bu Allah'a ulaşmak isterler, fakat ona ulaşmanın imkansızlığını düşünerek vazgeçerler. Bu tür inanca sahip olan çocuklar incelendiklerinde genellikle ailede, eşler arası veya kendisi ile anne-babası arasında ilişkisel bir uzaklık olduğu görülmüştür. Çocukları böyle bir uzak Allah anlayışına iten sebeplerden biri de kendi içsel yalnızlıklarını Allah tasavvurlarına yansıtmalarıdır.
Dördüncü bir Allah tasavvuru da çocukların tutarsız bir Allah anlayışına sahip olmalarıdır. Çocuklar bazı durumlarda olumlu bir Allah anlayışına sahipken, bazı durumlarda da büyük tutarsızlıklara neden olan bir Allah anlayışına sahip olabilmektedirler. Bunun da nedeni, muhtemelen çocuğun hayatın tutarsızlıklarını anlamada zorlanmasıdır. Bu duruma da yine büyük ölçüde çocukların sahip olduğu aileler neden olmaktadır. Bu tür anlayışa sahip olan çocukların anne-babalarının da tutarlı olmadığı, bazen çocuğu desteklerken, bazen desteğini çektiği; bazen ödüllendirici bazen de hiç beklenmedik bir şekilde cezalandırıcı bir davranış uyguladıkları görülmüştür. Böyle bir ailede yetişen bir çocuk için hayat zemini kaygan olacaktır. Bu durum her şeye genellenip, Allah inancına da yansıtılabilir. Sonuçta Tutarsız bir hayatta tutarsız bir Allah inancının gelişmesi de doğal bir süreçtir.
Beşinci bir Allah tasavvuru şekli de, onun bir kral olarak tasvir edilmesidir. Kral rolünde olan Allah, yeryüzündeki insanlar için hükümler koyar ve onlara adalet dağıtır. Bu tür inanca sahip olan çocuklara göre, Allah her ne kadar sınırsız bir güce sahip olsa bile, yine o gücünü merhametli olarak kullanır. Böyle bir Allah inancında Allah’ın cinsiyeti erkektir. Yine bu tür inanca sahip olan çocukların aileleri incelendiğinde böyle bir inancın kaynağı oldukları görülmektedir. Bu çocukların ebeveynleri bir diktatör gibi davranmasalarda göze çarpan özellikle babanın aşırı derece kuralcı olmasıdır.
Altıncı ve son olarak, bazı çocuklar için de Allah sanki bir terapist niteliğindedir. Bu tür inanca sahip olan çocukların gözünde Allah, hastalıkları iyileştirici bir roldedir. Böyle bir Allah tüm yiyecek ve içecekleri veren, seven ve koruyan, bir varlıktır. Bu tür bir Allah anlayışına sahip olan çocukların ailelerine baktığımızda, daha ziyade çocuklara ihtimam gösteren, daha esnek sınırları ve kuralları olan aileler olduğu görülmektedir.
Yukarıda sayılan Allah tasavvurlarının birçoğu çocukluk dönemiyle sınırlı kalmayıp insanın hayatının bütününde de kendisini hissettirdiği görülmektedir. Zaten yetişkin düşünce ve yaşantılarının büyük bir kısmının tohumu çocukluk döneminde atılmaktadır (Heller’den aktaran: Köylü, 2004:145-146-147).
2.4. Çocuğa Allah İnancını Öğretimindeki Zorluklar
İlk önce şunu kabul etmek gerekir ki, çocuklarla Allah hakkında konuşmak ve onların Allah hakkında sordukları sorulan cevaplandırmak kolay bir iş değildir. Bunun birtakım sebepleri vardır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz. Birinci olarak Allah, soyut bir kavramdır. Çocukların yaşamlarında karşılaştıkları somut bir varlık değildir. Bundan da fazlası, O'nun her şeyi görmesi, her şeyi duyması ve her şeyi yapabilmesi, çocukların anlayış seviyelerinin çok üstündedir. Allah’ın bu sıfatlarını duyan özellikle 4-5 yaşlarından çocuklar, Allah ile ilgili olarak, “Allah'ın da annesi ve babası var mıdır? Çocuklan var mıdır? O'nu kim yarattı? Allah nasıl oldu?” gibi soruları arka arkaya ve defalarca sorabilir.
Çocuklara Allah kavramını öğretmenin zorluklarından ikincisi de, değişen toplum yapısıdır. Geçmişteki, her şey ‘Allah'ın iradesi ve istemesiyle oluşur’ şeklindeki önerme, o toplumsal yapı tarafından yeterli görülürken, günümüzde bu olayların birtakım tabii güçler yoluyla, örneğin ekonomik, sosyal, siyası, psikolojik ve fizyolojik nedenler sonucu ortaya çıktığı savunulmaktadır. Bu anlayışın bir sonucu olarak artık biz, Allah'ın Rezzak (rızk verici) sıfatı yerine, hayat sigortası; hastalıklardan kurtulmak için dua yerine, ilaçların önerildiği bir dünyada yaşıyor ve bu şekilde bir eğitim alıyoruz. Tabi ki tüm bu bilimsel anlamdaki izah tarzları, çocuklarda, hatta yetişkinler de bile tabiatüstü bir varlığa olan gerçek bir bağımlılık hissini azaltmaktadır (Köylü, 2004:149). Allah inancı, diğer dini inanç ve uygulamaların da temelini oluşturduğu için öğretimi önemli bir konu olmaktadır. O zaman çocuklara, doğru bir Allah kavramını nasıl öğretmeliyiz?
2.5. Allah İnancının Öğretimi
Daha önce de ifade edildiği gibi, çocukların en çok ilgilerini çeken ve ana-babasına en çok soru yönelttikleri konu şüphesiz Allah’tır. Çocukların Allah’ı bu derece merak etmelerinde ve O’nunla ilgili çok soru sormalarında doğuştan getirdikleri inanç duygusunun ve çevresinde sık sık Allah lafzını işitmesinin yanında çocukluk çağının bir gerçeği olan, çocukların tabiatüstü kuvvet ve varlığa karşı duydukları temayülün de etkili olduğu söylenebilir (Dam, 2011:37). Cinsiyet, kişilik, huy, karakter ve aile yapısı gibi çocukların dini inanç öğretimine etki eden pek çok faktör olmasına rağmen, (Köylü, 2004:149) en önemli etkenin yaş farklılığından kaynaklanmasından dolayı, yine kısaca çocukların yaşla birlikte gösterdikleri özellikleri belirtip, bu yaş grubu çocuklara uygulanacak bazı prensiplerden bahsetmek yerinde olacaktır. Özellikle 4 yaş, çocukların dini alandaki ilgilerinin en önemli çağıdır. Çocuklar bu dönemde (4-6 yaş) Allah hakkında düşünüp, konuşabilir ve hayat olayları ile bir yaratıcı arasında bazı temel ilişkiler kurabilirler. Bu dönemdeki çocukların birçoğu, Allah'ı sevecen bir şekilde tasvir ederler. Bu dönemdeki çocuklarla, Allah ya da her hangi bir dini konuda konuşurken basit ve açık olmasına dikkat etmek gerekir. Konuşma çok karışık ve zor olursa, çocuğun kafası karışıp, bu tür konularda konuşmaktan ve ilgi duymaktan vazgeçebilir. Bu dönemdeki dini eğitimin verileceği yer yine hiç kuşkusuz ailedir. Aile verilen dini gelişim ve tutumlar daha sonraki ilişkilerin devamında da belirleyici bir rol oynayacaktır. Aile tarafından verilen din eğitimi gönüllü olacağından, örgün eğitimdeki zorunlu din eğitiminden çok daha etkili ve faydalıdır. Tabi ki aile her zaman çocuğun doğru ve sağlıklı dini inançlara sahip olmasına neden olmayabilir. Sağlıklı bir dini gelişim için en önemli özellik sevgi ve güvenin tesisidir. Her konuda olduğu gibi inanç konusunda da sevgi ebeveyn ve çocuk ilişkisinin özünü oluşturmaktadır. Onun için anne-baba çocukları ile Allah arasındaki bağı, sevgi çerçevesi içinde kurmalıdır. Çocuk Allah’ı sevmeli, Allah'ın da kendisini sevdiğine inanmalıdır (Ay, 1995:24). Çocuk böylelikle Allah’a güven duyacak ve gerektiği zamanlarda Allah’a sığınabilecektir. Çocuğa Allah'ı tanıtırken yapılabilecek en büyük hata, Allah'ı, devamlı olarak kendisinden korkulması gereken bir varlık olarak tanıtmaktır. Anne-baba, çocuğun yanlış davranışlarının cezalandırıcısı olarak Allah'ı ortaya sürmeleri, işin kolay ve kestirme yolu gibi gözükse de bu tutum, çocuğun zihninde çok olumsuz bir Allah düşüncesinin oluşmasına yol açabilir (Ay, 1995:104).
Bu yaş dönemi çocuğun Allah’a iman konusunda bir hazırlık evresi olarak görülebilir. Basit anlamda bazı sözler çocuğa öğretilebilir ama kesinlikle çocuk dini faaliyetlere zorlanmamalıdır (Şimşek, 2004:216). Çocuk dini faaliyetlerle, oyun anlayışı içinde tanıştırılmalı, öğrenmede oyunun rolü üzerinden bir kurgu tasarlanmalıdır. Örneğin, namaz esnasında sırta atlama veya secdede yanına yatma, secde de sırta çıkma gibi durumlar çocukta dini faaliyetlere karşı ilginin olduğunu gösterebilir. İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.)'de böyle yapmış, namaz esnasında sırtına, hatta başına binen çocuklara hoşgörü ile yaklaşmış, onların keyfini kaçırmamak için secdeyi uzatmış, namazda kendisi ile oynamalarına izin vermiştir (Müslim, 1988:42). Bu dönemde oyun ile beraber ilahiler de öğretilebilir. Din eğitimi kıssalar, hikayeler yolu ile anlatılabilir. Hele hele şu teknoloji çağında dini çizgi filmler, internet üzerinden oyunlar ile öğretim daha da eğlenceli bir şekilde yapılabilmektedir.
Çocuk bu dönemde etrafından duyduğu kavramları anlamaya, onlar hakkında sorular sormaya başlar. Çocuğun dikkatini en çok çeken kavramların başında ‘Allah’ gelmektedir. Çünkü çocuk hemen her çevrede kavramın söylendiğini duyar. Allah kavramı günlük konuşma dilinde çok sık kullanılır, ‘inşallah’, ‘maşallah’, ‘Allah’a emanet’, ‘Allah bağışlasın’, ‘Allah’a şükür’ gibi. Duyduğu her kelimeyi merak eden çocuk sormaya başlar; ‘Allah nerede yaşar?’ ‘Allah’ın babası-annesi var mı?’ ‘Allah bizi duyar mı?’ ‘Allah bizi görür mü?’ Bu sorularla çocuk Allah'ı tanımaya ve zihninde tasarlamaya başlar. Pek çok ebeveyn çocuklarına Allah hakkında doğru şeyler vermek, öğretmek isterken, bunun nasıl olacağı konusunu ile çok da ilgilenmezler. Ya bu soruları geçiştirirler ya da çocuklarının Allah hakkında sordukları sorulan yersiz ve dini inançlara ters düşüyor diye çocuğa soru sormayı yasaklarlar ve ya çocuğun gelişim seviyesini dikkate almadan cevaplar verirler. Bu durumlar oldukça sağlıksız bir takım durumlar oluşturabilir. Yapılması gereken nedir? Sorusuna ise birkaç cevap verilebilir.
Bu cevaplardan birisi çocuklar Allah hakkında konuşmayı istedikleri zaman konuşmak daha doğru bir yaklaşım olabilir. O halde çocukları bu tür konulara teşvik etmek gerekir. Allah hakkında sorduğu sorulara ilk etapta cevap vermekten daha çok çocuğun neler düşündüğünü anlatmasını isteyebiliriz. Her şeyden önce bu konularda konuşabilmek için çocukların yaşını dikkate almak gerekir. Psikologlara göre çocuklarla Allah ve diğer dini konularda konuşmanın en uygun yaşı 4 ve 5 yaşlardır. Bu da ancak çocuk tarafından bu gibi konulara bir ilgi ve merak duyulduğu an yapılmalıdır.
Diğer bir husus da, dini inanç konularının otorite aracılığıyla öğretilmesinden daha çok, çocukların hayal güçlerinden yararlanmak suretiyle öğretilmeye çalışılmasıdır. Çünkü, en kalıcı ve sağlam öğrenme, kişinin kendi çabalan sonucu gerçekleştirdiği öğrenme şeklidir. Bu genel prensiplerin ötesinde, özellikle Allah inancıyla ilgili öğretim faaliyetlerinde ifadelerin, mümkün olduğunca kısa, öz, anlamlı, sevgiye dayalı, sade ve açık olmasına dikkat edilmelidir. Bu bağlamda, “Allah birdir, Allah yaratıcıdır, her şeye gücü yeter, O tüm tabiattaki varlıkların rızkını verendir, O tüm sıfatlarında tamdır, O sonsuzdur, O güçlüdür, her şeyi bilir, her şeyi görür, her şeye gücü yeter. O tüm yaratıkları sever. Yalnızca O'na ibadet edilir,” şeklindeki ifadeler örnek olarak verilebilir (Ay, 1995:109-132).
Kanaatimizce burada, ebeveyne düşen görev, çocukların sorun ettikleri veya gerçekten ilgi duydukları konuları konuşmalarıdır. İlgisinin çekmediği konuları uzan uzadıya anlatmak çocuğun kapasitesini zorlamak manasına gelebilir. Bununla beraber kesinlikle çocuğa “senin inandığın bu şey yanlıştır” diyerek, onun inançlarına engel olmamak gerekir. Öteki alanlarda olduğu gibi, dini alanda da çocuğun sorularıyla ilgilenilmesi, daha sonraki yıllarda sağlıklı bir dini gelişim için son derece önemlidir. Şunu unutmamak gerekir ki, çocuklara verilecek cevaplar, onların ruhsal olarak rahatlatacağı gibi, kendi anlayış seviyelerinin üstünde verildiğinde, ruhsal sıkıntılara düşmesine de neden olunabilir.
İnsan doğasının en temel ihtiyaçlarından biri de sevmek ve sevilmek ihtiyacıdır. Tüm insanlar için geçerli olan bu ihtiyacın çocuklarda yetişkinlere oranla daha yoğun hissedildiği söylenebilir. Yeterli derecede sevgi ve ilgi gören çocuğun kendini güvende hissetmesi daha mümkün olmaktadır. Yaşadıkları sosyal çevrede her gün defalarca işittikleri, inandıkları ve tasavvur ettikleri ilahi varlık ile aralarındaki sevgi ilişkisine bakıldığında genellikle çocukların şartlı bir sevgiden bahsettikleri görülmektedir. Çocuklara Allah'ın kendilerini neden sevip sevmediğini sorulduğunda verdikleri cevaplar genellikle “uslu olduğumuz için Allah bizi sever” şeklinde değil “uslu durursak sever”, “yaramazlık yapmazsak, yalan söylemezsek, annemizi üzmezsek sever”, “namaz kılarsak, iyilik yaparsak, Allah'ın dediklerini yaparsak sever” gibi ifadelerdir (Gündüz’den aktaran Dönmez, 2013:534). Halbuki çocukların dini açıdan mükellef olmadıkları bilinen bir husustur. Allah'ın sevgisini almak için çocukların bir şey yapmalarına gerek yoktur. Şartlı bir sevgi çocuk için sağlıklı bir duygu değildir. Aslında yetişkinler için bile hoş olmayan bir durum olan şartlı sevgi çocuklar için daha travmatik bir durum olabilir. Çocuklara bir davranış kazandırırken ya da bir davranışı engellemek için sevgi araç olarak kullanılmamalıdır. Her durum ve şart altında, koşulsuz kabul edilip, sevildiğini bilmek çocukta güven duygusunu güçlendirir ve Allah ile arasında kurmaya çalıştığı bağı sağlamlaştırır.
Korku, kaçınılmaz ve temel bir duygudur. Büyüyüp olgunlaştıkça ve algı dünyaları geliştikçe çocukların hayali yaratıklardan, karanlıktan ve yalnızlıktan, terk edilmekten korkma durumlarında bir artış olduğu gözlemlenmiştir. Okul öncesi dönem çocuklarının Allah'tan korkup korkmadıklarını da irdeleyen bir araştırmada çocukların genellikle Allah'tan korkma eğiliminde oldukları tespit edilmiştir. Allah'tan korkma gerekçelerini çok canlı korku ifadeleriyle anlattıkları müşahede edilmiştir.
Örneğin, “Allah' tan korkarım çünkü herkes korkar eğer korkmazsan cehenneminde çıtır çıtır yakar” (5 yaş, erkek).
“Allah'tan korkuyorum çünkü o kötüdür, herkesi öldürüyor” (5 yaş, erkek) (Gündüz’den aktaran Dönmez, 2013:535).
Pek çok yetişkinin çocukluğunda ‘taş eden’, ‘çarpan’ bir Allah tasavvuru olması bu durumu açıklayabilecek bir örnek oluşturabilir. Bilişsel olgunluğa erişmemiş ve soyut kavramları anlayabilecek düzeyde olmayan okul öncesi dönemdeki çocuklara Allah'ı tam olarak anlatmak kolay olmayabilir. Fakat “Allah taş eder” dendiğinde okul öncesi dönemdeki çocuk gerçekten yaptığı bir yanlış sonrasında taş olacağına inanır ve bu onun hassas bünyesinde travmatik ve tamir edilemez yaralara yol açabilir. Kişi korktuğu bir varlığı gerçek manada sevemez ve onunla gerçek bir bağ kurması zor olur. Çocukların yaramazlıklarını durdurabilmek, yanlış davranışlarını düzeltebilmek için konuşmak, açıklama yapmak, ikna etmek daha da güzeli ebeveynlerin, yaparak-yaşayarak örnek olmak yerine genellikle işin kolayına kaçmaları neticesinde, Allah olumsuz sıfatlarla, icraatlarla çocuğa anlatılır. Sonraki yıllarda çocuğun bunları anlaması, olumsuz etkilenmemesi de olasıdır (Bilgin ve Selçuk, 1991:80) ama yine de korku temelli bir din eğitimi anlayışı pedagojik açıdan bilimsel değildir.
Unutulmamalıdır ki insanoğlu genelde, ümit ettiği şeyi sever, korkularından ise uzaklaşmak ister. İman ve bağlanma, sevgi ile mümkündür. Nitekim Hz.Peygamber, “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” (Müslim, 1988:354) buyurmuştur.
Çocukta var olan ‘sevgi’, ‘sığınma’ ve ‘bağlanma’ duygularıyla ‘korku’ duygusu çok iyi tanınmalı ve sevgi ve bağlanma duygusu yeterince doyurularak bunlar “Allah sevgisi” ve “Allah’a bağlanma” duygularına ulaştırılmalıdır. Çocuk, ilk çocukluk yıllarında korku duygusuna vurgu yapılarak Allah’tan korkutulmamalıdır. Suç ve ceza, iyi ve kötü, cennet ve cehennem, günah ve sevap gibi kavramları öğrenmeden verilen Allah korkusu yanlış sonuçlar doğurabilir. Çocuk önce Allah’ı sevmeli ve O’na bağlanmalıdır. Allah korkusunun aşırı derecede kullanılması, çocukların duygusal, hatta onunla paralel olarak bedensel gelişmelerine olumsuz etkiler yapabilmektedir.
Özetle ifade etmek gerekirse, 3-4 yaşlarından itibaren çocukta Allah kavramı gelişmeye başlar. Özellikle okul öncesi dönemde Allah’ı antropomorfik (insana benzer özellikler) tarzda tasavvur etmeleri kaçınılmazdır. Çocukta Allah tasavvurunun oluşumu ve gelişiminde yaşa bağlı değişkenlerin yanında başka faktörlerin de etkili olduğunu dikkate almalıyız. Bu nedenle çocukta sağlıklı ve olumlu bir Allah tasavvuru gelişimini sağlamak, onun ihtiyaçlarının neler olduğunu anlamak ve çocuklardaki normal gelişim özelliklerini bilmekle mümkündür. Çocuğun gelişim evrelerine ilişkin özellikleri bilmemekten kaynaklanan bazı eğitim hataları çocukta yanlış bir Allah tasavvuru oluşmasına neden olabilmektedir.
3. ÇOCUKLUK DÖNEMİ DİN EĞİTİMİNDE AİLENİN ROLÜ VE BAZI TEMEL İLKELER
Aile toplumun en küçük birimi olarak kabul edilmektedir. Sağlıklı, güçlü ve huzurlu bir toplumun garantisi, aile kurumudur. Ailenin belki de en başta gelen görevlerinden biri, çocukların bakımı ve eğitimidir.
Bazı psikologlar, insanın kişiliğinin okul çağına kadar büyük ölçüde teşekkül ettiğini ifade etmektedirler. Çocuğun özellikle okul öncesi dönemde, aile içerisinde geçirdiği yaşantıların ve bu dönemin izlerinin onun yetişkinlik yıllarındaki kişilik özellikleri üzerinde belirleyici rolü olduğundan bahsetmiştik. Sosyal öğrenme kuramcıları, anne-babaların çocuklarına kötü davranmalarının temel nedenini, kendilerinin de çocukken kötü davranışa maruz kalmalarına bağlamaktadırlar. Çünkü bildikleri tek davranış modeli kötü davranma modelidir (Cüceloğlu, 1992:377). Aile ortamı, çocuğun duygusal, zihinsel ve psiko-sosyal gelişimine tesir etmekte, bu durum da, çocuğun hayatının her aşamasını etkilemektedir.
Aile ortamı çocuğun psikolojik ve sosyal gelişimine olduğu kadar onun dini gelişimine de olumlu veya olumsuz olarak etki etmektedir. Çocuğun dini duygu ve düşünce gelişimine bakıldığında, iki ana faktörün etkili olduğu görülmektedir: a) İç faktörler b) Dış faktörler. İç faktörler; doğal kabiliyet, bağlanma, sığınma, inanma, güvenme ihtiyaçları, merak ve zihni arayış gibi içsel uyarıcılardır. Dış faktörler ise; başta anne-baba ve diğer aile bireyleri olmak üzere, arkadaşlar, komşular, okul, iletişim araçları gibi çevresel etkenlerdir (Dam, 2011, 52)
Çocukta doğuştan var olduğunu kabul ettiğimiz din duygusunun, erken veya geç dönemde ortaya çıkmasında ve aynı zamanda sağlıklı veya sağlıksız bir şekilde gelişmesinde dış etkenlerin önemi daha büyüktür. Çocuğun dini gelişimin etkileyen dış faktörler arasında en önemlisi ise ailedir. Yani çocukta inanma yeteneğinin ilk önce geliştirildiği yer ailedir (Yavuz, 1981:63). Araştırmalar, çocukta dini duygu ve düşüncenin gelişmesinde, ailenin en önemli faktör olduğunu ortaya koymaktadır (Yavuz, 1981:46). Aile dini ilişkilerin ve dini davranışların modelidir. Dini değerler ailede temsil edildiği şekliyle çocuğun dünyasına girer. Çocuk nasıl yetişkinlerin dillerini önce kelime ve kavramlar halinde almaya kabiliyetli ise onların dinlerini de kabul etmeye yeteneklidir (Yavuz, 1981:44).
Çocuğun dini kişiliği büyük ölçüde ailede gelişir. Bu nedenle çocuğun dini gelişimi ve eğitiminde ihtiyaç duyulan en önemli etken, elverişli bir ailenin çevresi ve model alabileceği anne-babadır. Nitekim, çocuk üzerinde en önemli etkiyi anne-baba davranışlarının yaptığı, anne-babanın din ile ilgili tutum ve davranışlarının doğrudan çocuğa yansıdığı ve onun dini yaşantısına olumlu veya olumsuz yönde etkide bulunduğu görülmektedir. Çocukluk dönemi, bir anlamda taklit dönemi olduğundan, aile ortamında yapılan ibadetler, dualar ve her türlü dini söz ve davranışlar çocuğun bilincine yerleşir ve bir taraftan onları taklit ederken, diğer taraftan da bunlarla ilgili çeşitli sorular sormasına vesile olur (Dam, 2011:54). Çocukların sorularına verilecek uygun cevaplar, onlarda dini inancın erken uyanmasına ve sağlıklı gelişmesine yardımcı olur. Sorulara yanlış veya baştan savma cevapların verilmesi ise çocukta dini duygunun uyanması ve gelişmesinde gecikmelere yol açabileceği gibi sapmalara da neden olabilir (Peker, 2000:166; Öcal, 2003:75). Ancak aile içerisinde çocuğun hissettiği dini hayatın içeriği ile ailenin dine ilgi dereceleri ve dini eğitimde izlenen yöntemlere bağlı olarak farklı neticeler ortaya çıkabilmektedir. Yani aile, çocuğa dinini doğru bir şekilde öğretip, ondaki dini duygunun gelişmesini sağlayabileceği gibi, yanlış tutum ve davranışlar nedeniyle ondaki dini duygunun körelmesine de neden olabilir (Hökelekli, 2001:257).
Ailede verilen din eğitimi çocukları bu kadar derinden etkiliyorsa, bu ailenin aynı zamanda dini ilişkilerin modeli olmasından ileri gelmektedir. Aile bireylerinin dini davranışları, kullandıkları dini sözler çocukta izler bırakır. Dua ve ibadetlerin çocuklarla birlikte yapılması, bazı duaların ve kalıp bilgilerin ezberlettirilmesi, kutsal gün ve gecelerin, dini bayramların bütün aile bireyleriyle beraber kutlanması çocuk üzerinde çok önemli izler bırakacak ve aileye de özel bir bağlılık kazandıracaktır. Bu bağ, birçok yetişkinde çocukluk hatıralarının silinmez olduğunu gösterir ve tabi oldukları dini hisleri tayin eder (Vergote, 1978:316).
Özetlemek gerekirse, çocukluk döneminde başta konumuz olan dini gelişim olmak üzere çocuğun her türlü gelişiminde birinci derecede hem etkili hem de sorumlu olan kurum ailedir. O zaman çocuğun dini yönden yetiştirilmesi, sağlıklı bir dini tutum ve davranışa sahip olması için ne yapmalı, nasıl hareket edilmelidir? Çocukluk dönemi din eğitiminde ailenin yeri ve rolünü belirledikten sonra, şimdi de aile bireylerinin nelere dikkat etmeleri gerektiğini alt başlıklar halinde kısaca açıklamaya çalışacağız.
3.1. Dini Eğitimi Çocuğun Doğumuyla Başlanılması
Çocuğun eğitimi ve özellikle din eğitimi doğumdan ölüme kadar geçen bir süreçtir. Bundan dolayı çocuğun dini eğitimi dış uyarıcılara maruz kaldığı doğum anı ile başlar.
Bilindiği gibi eğitimde sevginin yanında güven ihtiyacının da önemli bir yeri vardır. Yeni doğan bir bebeğin, güven, sevgi, bağlanmaya ve ilgiye ihtiyaç duyduğu bilinmektedir. Bebeğe karşı sevgi ve güvenin hissettirilmesi, annenin dokunuşu, güzel sözler ve ninniler söylemesiyle sağlanmaktadır.
Amerikalı yazar Carroll, eğitimin doğumun hemen arkasında ilk dakikalardan itibaren başladığını açıklarken, dünyanın çeşitli yerlerinden örnekler vermektedir. Çocukların etrafında olup bitenlerden etkilendiğini, konuşmaları hissettiğini açıklayan yazar, bu çerçevede bazı Hıristiyan mezheplerinde ve Kızılderililerde yapılan duaların, Müslümanların çocuğun kulağına ezan okumalarının etkilerinden bahsetmektedir. (Uluğ, 2010:49)
3.2. Ailede İyi Bir İletişim Ortamının Oluşturulması
Çocuk ilk dini bilgileri ailede öğrendiği için, ebeveyn ve çocuk arasında iyi bir iletişim ortamının olması oldukça önemlidir. Ebeveyn, çocuklarıyla dini konular üzerinde yeteri kadar konuşmalı, çocukların sorduğu sorulara onların gelişim düzeylerine göre tatmin edici cevaplar vermesi oldukça önemlidir. Çocuk soru sorduğunda ciddiye alınıp, çocuğun konuşması veya sorusu bitene kadar ilgiyle dinlemek gerekir. Çocukların dini sorularına cevap verirken veya herhangi bir konuda da konuşurken konuşma tarzımız da önemlidir. Bu konuda Kuran’ı Kerim’de Lokman suresinde güzel bir örnek de verilmektedir:
Lokman kıssasında, şefkatli bir babanın tutumunu, dostça ve samimi tavrını, çocuğu ile olan eğitim-öğretim ilişkisini görmekteyiz. Lokman (a.s) oğluna verdiği öğütte, Allah’ın birliğini, ortağı ve benzeri olmadığını öğretmeyi hedeflemiştir. Konu Lokman suresi 13. ayette şöyle anlatılmaktadır: “Lokman oğluna öğüt vererek demişti ki: “Yavrucuğum, Allah’a ortak koşma, çünkü ortak koşmak büyük bir zulümdür” (Lokman Suresi: 13. Ayet). Burada ifade edilen “yavrucuğum” ifadesi şefkat ve sevgi ifadesi olarak, oğluna nasihat etme amacı gütmektedir. Bir baskı veya tehdit unsuru yoktur. Hemen arkasından gelen “Allah’a şirk koşma” ifadesi ile bir emir verilip, konu burada kapatılmamış, bu eylemi niye yapmayacağı arkasından gelen “çünkü” ifadesi ile bir sebep sonuç ilişkisine bağlanmıştır. Böylelikle çocuğa da; “babam böyle istiyor” ve ya “bu işin böyle olduğu söyleniyor başka tercihim yok” diye değil, gerçekten doğru ve yanlışın ne olduğuna inanarak, benimseyerek, ve içselleştirerek kendi düşüncesi olarak iradi bir tercihle bir kanaate ve inanca ulaşma mesajı verilmiş olmaktadır.
Bu örnekte de görüldüğü üzere çocuktan belli bir davranışı sergilemesi istendiğinde, sebepleri de açıklanmalı ve çocuğun bu durumu anlayarak benimsemesine yardımcı olunmalıdır. Çünkü çocuğun zihninde anlamlandırdığı bir davranış daha kalıcı olacaktır.
3.3. Çocuk İçin İyi Bir Model Olmak
Çocuğun en temel öğrenme yolu gözlem ve taklittir. Okul öncesi dönem çocuk için anne-babanın, çocukların taklit edip izleyebilecekleri bir model meydana getirmeleri gerekir. Muhtemelen bir ana-babanın çocuğu için güzel örnek olmaktan daha önemli yapabileceği bir şey yoktur. Çocuk için, ne söylediğimizden çok, ne yaptığımız önemlidir.
Çocukların davranışlarının kaynağı, anne ve babalarının hareketleridir. Sürekli aile için çatışmaların, tartışmaların ve kavgaların olduğu bir evde yetişen çocuğun, okulunda ve çevresinde kavgacı olması kaçınılmazdır. Sevgiyle hoşgörüyle büyüyen çocuk, başkalarına da sevgi ve hoşgörüyle davranır. Bu nedenle anne-babalar, nasıl bir çocuk yetiştirmek istiyorlarsa öncelikle kendi davranışlarıyla iyi bir örnek ve model olmaları gerekmektedir. Bunun için; çocuklardan yapılması istenen davranışların önce anne-babaların kendileri yapmaları gerekir. Çocukta sağlıklı bir dini duygu, düşüne ve davranış gelişiminde aile ortamında yapılan ibadetlerin ve dini davranışların çok büyük önemi vardır. Dini yaşantının olduğu bir ailede yaşayan çocukta din duygusu daha erken uyanmaktadır. Dini yaşantının olmadığı bir ailede de doğal olarak çocuk bir örnek göremediği için, din duygusunun uyanması gecikecektir. Bu nedenle aile içerisinde kılınan namazlar, yapılan dualar, sahur ve iftarlar, çocuğu derinden etkiler ve yavaş yavaş bilincine yerleşir. Bu bağlamda ibadetlerin çocukla birlikte yapılması da önemlidir.
Anne-babanın yapmadığı bir şeyi yaptırma, yaptığı bir şeyi de yaptırmama şansı yoktur. Örneğin ibadetlerini yapmayan bir kimsenin çocuklardan yapmalarını istemesi yeterince etkili olmayacaktır. Ayrıca kendi yaptıkları hareketleri ve davranışları çocuklardan yapmamalarını istemeleri, onları şaşırtır. Hareketin doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda bir yargıya varmalarını güçleştirir ve büyüklerine olan güvenlerini azaltır. Örneğin, sigara içen, içki kullanan, kumar oynayan, yalan söyleyen, başkalarının haklarına saygı göstermeyen, kendi çıkarı için her türlü yola başvuran bir kimsenin, çocuklarına “biz yapıyoruz ama aslında bunlar kötüdür, sen yapma” demelerinin hiçbir pedagojik değeri yoktur.
Anne-babalar, bir taraftan dini davranışlarda çocuklara örnek olurken, diğer taraftan da yavaş yavaş onları ibadetlere alıştırmalıdır. Çocukların ve gençlerin sağlıklı bir dini inanç ve ahlak gelişimi gerçekleştirebilmeleri için, bu son derece önemlidir. Çünkü ibadet eğitimi küçük yaşlardan itibaren başlanması gereken bir eğitimdir. Baskı ve zorlama olmadan, zihinsel, duygusal ve ruhsal gelişimlerine uygun olarak ve bizzat somut örnekler görmelerini sağlayarak ibadetlere alıştırılmalıdırlar. Çocuklar, sahip oldukları yeteneklerini tanıma, kendine güvenme ve sorumluluklarını fark edebilme konusunda cesaretlendirilmelidirler (Selçuk, 1991:103). Zorlama olmadan çocukların ibadetlere kademe kademe alıştırılması onlarda irade gelişimin sağlayacak ve sorumluluk çağına geldikleri zaman bunları benimsemekte ve uygulamakta güçlük çekmeyecek, bunlarla alakalı olumsuz tutum ve tereddütleri olmayacaktır.
Örnek ile eğitim yöntemi Kuran’ı Kerim’in de kullandığı yöntemlerden biridir. Bu yöntemle öğrenme olayının gerçekleşebileceğini Kur’an bize, başta Hz. Muhammed (s.a.v.)’ın davranışlarından İslam’ı öğrenebileceğimizi, onun hayatının bize örnek olduğunu Ahzab suresi 21. ayette belirtmek suretiyle anlatır: “Ey insanlar! Andolsun ki sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar için Allah’ın elçisinde güzel bir örneklik vardır.”
Çocuğa kazandırılacak davranış konusunda aile bireyleri arasında tutarlılık ve birlik olmalıdır. Babanın yapma dediği bir şeye annenin izin vermesi veya annenin istemediği bir davranışı babanın hoş görmesi, çocukta bu davranışın doğruluğu veya yanlışlığı konusunda bir ikilem yaratacaktır. Bu da çocuğun ikiyüzlü olmasına, annesine ve ayrı babasına ayrı davranmasına yol açacaktır. Bu nedenle çocuğun dini ve ahlaki eğitimi konusunda anne-baba arasında fikir birliği olmalıdır. En azından çocuğun yanında fikir ayrılıklarını tartışmamalıdırlar. (Dam, 2011:57)
3.4. Çocuğa Somut Örnekler Gösterilmesi ve Fırsatlar Oluşturulması
Bir davranışı görmek, çocuklarda o davranışı taklit ve tekrar etme arzusu uyandırabilir. Bir davranışı çok sık görmek ise, onu sık sık taklit ve tekrar etmek imkanı verebilir. Bu nedenle çocuklara iyi bir davranış örnekleri gösterilmeli, onların iyi davranışları görmeleri ve seçmeleri sağlanmalıdır.
Çocuklara paylaşmayı, yoksullara yardım etmeleri, sorumlu olmaları söylenir. Çocuklar bunları bilebilir veya bunların iyi olduğunu söyleyebilirler, ancak, bunlar için neler yapması gerektiğini kavramayabilirler. Fakat çocuk, arkadaşıyla oyuncağını paylaşırsa, kimsesiz çocuklar için yardım toplamaya katılırsa, paylaşmayı, yardımlaşmayı ve sorumluluğu gerçek anlamda öğrenmiş olur. Böylece bildiği bir şeyi hayata geçirmesi ve bu davranıştan keyif olması o davranışın tekrar etme olasılığını da arttırır (Uluğ, 2010:57).
Bir annenin veya babanın çocuğunun elinden tutarak camiye götürmesi, onunla birlikte namaz kılması, çocuğun onun davranışlarını taklit ederek namazı öğrenmeye çalışması için ona fırsat vermesi, namazın öğrenilmesi açısından oldukça etkili bir yöntemdir.
Ebeveyn veya eğitimcilerin çocuklara nasihat etmekten ziyade onlara uygulayabilecekleri somut örnekler sunmaları kesinlikle önemsenmesi gereken bir konudur.
3.5. Çocukla Birlikte Geçirilecek Vakit Ayrılması
Belki de yaşadığımız çağ ailelerin birbirleriyle vakit geçirmeleri açısında oldukça kısır bir çağ olarak görülebilir. Anne ve babanın birlikte çalışmaları, yoğun iş temposu, çocukların okul, dershanede geçen sürelerinin çok olması, ailelerin birlikte vakit geçirmeleri önünde büyük bir engel olarak görülmektedir. Fakat çocuk için aile ile birlikte geçirilen vakit çocuğun özgüven gelişimi açısından oldukça önemlidir. Çocuğa vakit ayırmanız ona verdiğiniz önemi, değeri göstermektedir.
Çocuğun ihtiyaç duyduğu şey, ortaya çıkan üzüntülerin gereğine bakabilen, aynı zamanda çocuğuna bol vakit ayıran ve bol ilgi gösteren bir ana-babadır. Anne-baba çocuğa, onu her zaman içten sevdiklerini ve onunla birlikte bulunmaktan zevk duyduklarını göstermelidir. Çocukluk yıllarında kurulmayan iletişimin gençlik yıllarında oluşturulması, kurulabilmesi çok zordur.
Çocuğuna vakit ayıran ebeveynin birlikte geçirdikleri süre içerisinde çocuklarla birebir ilgilenmeleri çocukların güven ve bağlılık duygularının gelişmesi açısından oldukça önemlidir. Çocuklarla aynı ortamda bulunmak ona vakit ayırmak anlamına gelmez. Bulunulan ortamda çocukla birebir iletişim kurmak, onunla oyun oynamak çocukla geçirilen vakti daha verimli hale getirecektir (Uluğ, 2010:58)
3.6. Çocuğun Dini Sorularından Yararlanmak
Çocukluk döneminin en belirgin özelliklerinden birisi de soru sormaya düşkünlüktür. Sağlıklı çocuklar, gördükleri her şeyle ilgilenir, her şeyi merak eder, sorular sorarlar. Tecrübeleri genişledikçe, onları hayrete düşüren, şaşırtan nesnelerle ilgili soruları da artar.
Çocukların sorularına vereceğimiz cevaplar, onların soru sorma devresinde onlara karşı göstereceğimiz tutum ve davranışlar onların ileride nasıl biri olacağını, yani sosyal, içedönük, bencil, kavgacı olup olmayacağını belirler. “Soru sorma, çocukların büyüklere olan güveninin sonucudur. Büyüklere sormakla her şeyi öğrenebileceklerine inanırlar. İşitip belledikleri her kelimeyi soru haline getirirler. Çocukların, büyüklerin dünyasına en yakın oldukları bu devrede, çevrenin zenginliği önemlidir. Çocuklar büyürken içinde yasadıkları kültür ortamına ve kendilerine sunulan imkanlarına göre gelişme basamaklarına ulaşacaklar ve bunlardan
bazılarına hiç ulaşamadan bu yaşlardan geçeceklerdir.” (Bilgin ve Selçuk, 1991:76).
Çocukların sorularının önemli bir kısmını da dini sorular oluşturmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, onlar başta Allah olmak üzere, peygamber, cennet-cehennem, ölüm, melek, şeytan, sevap, günah, ibadetler, kendilerinin nerden ve nasıl meydana geldikleri gibi konular çocuğun ilgisini çeker ve bunlarla ilgili sürekli sorular sorarlar. İşte çocuğun bu soruları karşısında takınılacak tavır ve onlara verilecek cevaplar, çocuğun dini eğitimi açısında son derece önemlidir.
Çocuğun soru sorması öğrenmeye en açık olduğu zamandır. Bu durum iyi değerlendirilmelidir. Çocuk, kolay inanırlık özelliğinden dolayı, sorduğu sorunun cevaplarına inanmaya hazırdır. Bu nedenle; Çocuğun sorularını ciddiye almak ve doğru cevaplar vermek gerekir. Sorunun cevabı bilinmiyorsa asla yanlış cevap verilmeli, gerekirse anne baba sorunun cevabını bilemediklerini itiraf edebilmelidir. Bu durum çocukça bir hayal kırıklığı yaratabilir, ancak cevabın yanlış olduğunu öğrendiği zaman ki hayal kırıklığı çok daha büyük olacaktır.
Çocuğun sorularına cevap vermek adına ya da başımızdan bir an önce savmak için onlara yanlış ve uygunsuz bilgi vermekten de kaçınmak gerekir. Çünkü ilk çocukluk döneminde çocuğun eleştiriye tabi tutmaksızın öğrendiği bilgiler, çocukluk döneminin sonlarına doğru öğrenme döneminin zihin ağırlıklı öğrenmelerinin alt yapısını oluşturacak ve orada bu bilgiler akıl süzgecinden geçirilerek eleştiriye tabi tutulacaktır. Dolayısıyla önceki öğrendiklerinin yanlış ve tutarsız olduğunun görülmesi, çocuğun dini duygu ve düşünce gelişiminde bir takım olumsuzluklara neden olabilecektir.
Çocuğun soruları anlayışla karşılanmalı ve çok soru soruyor diye kızılmamalıdır. Çocuklar bazen sorularıyla anne-babaları bunaltırlar. Bazen anne-babalar, meşguliyetten, soruların cevaplarını bilmemekten veya seviyesine uygun açıklama yapamamaktan dolayı çocukların soruları karşısında bunalmaktadırlar. Bu durumda çocuğa çok soru soruyor diye, kızmak, terslemek, azarlamak veya soruları duymazlıktan gelmek uygun değildir. Böyle bir tavır, çocuğun dini ilgisini ve araştırma öğrenme duygusunu köreltebilir.
Çocukların sorularıyla ilgili dikkat etmemiz gereken diğer önemli bir husus da, çocukların seviyelerine uygun cevaplar vermektir. Çocukların din eğitimi ve öğretiminde en önemli hususlardan birisi de onların gelişim özelliklerinin ve özellikle zihinsel gelişiminin dikkate alınması gereğidir.
Çocukların sorunları ile ilgili önemli bir husus da şudur: Çocuğa sorduğu kadar açıklamalarda bulunmak gerekir. O sordu diye, öğrenmeye ve inanmaya hazır diye, fırsat bu fırsat deyip onu bilgi yağmuruna tutmamak gerekir. Hiç bilgi vermemek ne kadar sakıncalı ise, zamanından önce verilen ve seviyelerine uygun olamayan bilgiler de o kadar sakıncalı olabilir. Verilecek bilgiler tıpkı gıda ve ilaç gibi ölçülü ve uygun dozda olmalıdır.
3.7. Hikaye ve Masallardan Yararlanmak
Çocukların özellikle 4-5 yaşlarından itibaren masallara, efsanelere ve hikayelere karşı ayrı bir merakı başlar. Bu, onun gizli alemlere karşı özel ilgisinden merakından ileri gelir. Bu sebeple bütün çocuklar masal ve hikayeleri çok sever.
“Çocukların manevi hayatlarında, anlatılan hikaye ve menkıbeler, onların ruhi tecrübelerini ve dini şuurlarını geliştirmektedir. Öteden beri eğitim-öğretimde “Kıssayla eğitim” metodundan faydalanılmaktadır. Çünkü anlatılan kıssadaki renkli anlatım ve zengin dekor havası, çocukları büyülemektedir. Hikayede geçen ideal kahraman, çocuğun ruhuna işlemekte ve onun benliğinin adeta bir parçası olmaktadır” (Ay, 1995:128-129). Sık sık masal ve hikaye dinleyen çocukla, dinlemeyen çocuklara nazaran daha geniş bir hayal dünyasına sahiptir ve ana dillerini çok daha iyi kullanırlar.
“Ayrıca masallar ve hikayeler sayesinde çocukların somuttan soyuta ve dolayısıyla gözle görülmesine imkan olmayan bir Allah’ın varlığı inancına geçiş yapmaları kolaylaşmış olur” (Öcal, 2004:63) Çocukların hikaye ve masal dinlemeyi çok sevmelerinden faydalanılarak onlara dini içerikli hikayeler, masallar ve kıssalar okunabilir ve böylelikle inanç duygularının gelişmesi sağlanabilir.
Çocuklara dinin ve dini kuralların öğretilebilmesi ve sevdirilebilmesi için onlara bazı peygamberlerin özellikle çocuklukta başlarından geçen olaylar anlatılabilir. Mesela; Hz. Yusuf’un kıssası, Hz. Musa’nın basından geçenler, Hz. İsa’nın hayatı, Hz. İbrahim’in kendi kendine Allah’ı arayıp buluşu, oğlu Hz. İsmail’in başından geçenler ve Hz. Muhammed’in çocukluk yılları çocukların zevkle dinleyecekleri olaylar olarak aktarılabilir. Ayrıca çocuklara Peygamberimizin insanlara ve özellikle çocuklara karşı tavır ve davranışlarından örnekler anlatılabilir. Bu da Peygamber sevgisinin yerleşmesini sağlayacaktır. Aslında Kur’an-ı Kerim’de sayısız kıssa vardır. Bunlar çocukların anlayabileceği şekilde uyarlanmış hikayeler şeklinde kitaplaşmıştır. Büyükler için bile birçok ibretler içeren bu kıssalar çocuklar için de yol gösterici olacaktır. Çocukken dinlenen bu hikayeler ve kıssalar çocukların üzerinde derin izler bırakacaktır.
3.8. Çocuklara Baskıyla Değil Sevgi ve Hoşgörüyle Yaklaşmak
Sevgi, çocuğun en temel ihtiyaçlarından birisidir. Çocuk hem sevmeye hem de sevilmeye ihtiyaç duymaktadır. Anne baba sevgisi, çocukların bio-psiko-sosyal gelişimleri için en büyük ihtiyaçlardan birisidir. Bu ihtiyaçtan mahrum kalan çocuklarda ebeveynin davranışlarının benimsenmesi görülmediği gibi, bu tür çocuklarda fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişim de gecikmeye uğramaktadır (Uluğ, 2010:61). Dolayısıyla, sevmeye ve sevilmeye muhtaç olan bir varlığa, barış, sevgi ve hoşgörü anlamına gelen ve içten ve samimi bir inanma esasına dayalı olan İslam dininin eğitimi ve öğretiminde, baskı ve zorlamanın olması düşünülemez (Köylü, 2004:394).
Sevgi yakınlaştırır ve kendine çeker, korku ve nefret ise, uzaklaştırır ve iter. Kur’an’ı Kerim de Peygamberimizin İslam’ı tebliğdeki büyük başarısını insanlara gösterdiği engin sevgi ve hoşgörüsüne bağlamaktadır. Konu Kuranı Kerim’de Aliimran Suresi 109. ayette şöyle anlatılmıştır: “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi…” Sevgi, çocuk eğitimin en temel ilkelerinden birisidir. Bir çocuğun, doğduğu andan itibaren güçsüz ve himayeye muhtaç olmasından dolayı en önemli ihtiyacı sevgi ve şefkattir. Bugün bilimsel araştırmalar, çocukların gelişmelerini sağlamak için en kusursuz fiziksel itinanın dahi yeterli olmadığını, sevgi ve şefkat görmeyen çocukların yaşam enerjilerini kaybettikleri, buna karşılık şefkat ve merhametle büyüyen çocukların gıda bakımından kısmen yoksun olsalar bile, yine de kuvvetli ve sağlıklı olarak yetiştiklerini ortaya koymuştur (Dam, 2011, 61)
Erkekler için sevgiyi belirtmedeki utanma ve çekinme sebebiyle bazı babalar, hissettikleri sevgiyi çocuklarına –özellikle oğullarına- iletememektedirler. Bu durum baba ile oğul arasında sevgi iletişimsizliğine yol açmaktadır. Baba ile oğlu arasındaki bu iletişimsizlik sonucunda baba, çocuğu üzerindeki etkisini kaybetmektedir. Oysaki Hz. Peygamber insanların birbirlerine olan sevgilerini açığa vurmalarını istemiştir. Söz ve davranışları ile de sevgi göstermenin gerekliliğine işaret etmiş, gerek kendi çocuk ve torunlarını, gerekse diğer çocukları kucağına alır, onları öper, yanaklarını okşar ve onlara sevgi gösterirdi (Müslim, 1988:67). Sütannesinin yanında kalan oğlu İbrahim’i zaman zaman ziyaret eder, yanında arkadaşları olduğu halde onu kucağına alır, bağrına basar ve öperdi. (Müslim, 1988:62,63) Torunu Hasan’ı öperken gören Akra b. Habis’in “Benim on çocuğum var. Onlardan hiç birisini öpmedim.” şeklindeki ifadesine karşılık Hz. Peygamber, “merhamet etmeyene merhamet olunmaz” diye cevap vermiştir. Yine birinin “siz çocuklarınızı öper misiniz?” şeklindeki sorusuna “evet” cevabı vermiş, soruyu yöneltenin “vallahi biz onları öpmeyiz” şeklindeki itirazına “Allah senden merhameti söküp almış ise ben ne yapayım?” diyerek sert bir şekilde cevap vermiştir (Müslim, 1988:65-67).
Yukarıda verdiğimiz sebeplerden ve örnekler perspektifinden çocuğun eğitiminde baskı ve zorlama değil, sevgi ve hoşgörü esas alınmalıdır. Sevgiden yoksun bir din eğitimi çocukların sadece dinden soğumasına ya da dine karşı ilgisiz kalmasına değil, dini tamamen reddetmesine ve ona karşı gelmesine bile neden olabilir. Kısacası tüm dini bilgiler, doğru ve yanlış kavramları, sevgi esasına merkeze alarak öğretilmeye çalışılmalıdır.
.
SONUÇ
Okul öncesi çocukluk döneminin dini gelişim süreci ile organizmasının fizyolojik gelişim süreci ile de büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Çocuğun bütün gelişim özellikleri, anne rahmine düştüğü andan yaşamının sonuna kadar sağlıklı bir ortamda bulunması ile pozitif özellikler sergileyecektir. Okul öncesi çocukluk döneminde, çocuğun gelişim ve eğitiminde, getirdiği kalıtımsal özellikler ve çevresel faktörlerin çok büyük bir etkisinin olduğu görülmektedir. İlk sosyal faaliyetleri gülümseme ve anne kucağından başını geriye atma ile başladığını söyleyebileceğimiz bebeğin, motor, beyin ve ruhsal gelişiminin izlediği yolun kalıtım ve çevreyle büyüleyici bir ilişki içinde olduğunu görülmüştür. Fiziksel gelişimlerin sağlıklı olduğu bir durumda çocuk, ketlenmediği sürece ruhsal olarak da sağlıklı bir düzeye ulaşabilecektir. İnsan hayatı açısından gelişimin bu denli hızlı olduğu bir başka dönem yoktur. Bu dönemde insan hayatının en önemli ve en etkin dönemi olarak ele alınabilir. Bu sebepten dolayı okul öncesi çocukluk dönemi, ihmal edilmesi bir yana çok dikkate alınması gereken bir dönemdir.
İnsan hayatın bu denli etkileyen okul öncesi dönemde çocukların temel ihtiyaçlarının karşılanması, çocuğun dini anlayışını ve dini eğitime hazırlık safhasını da etkileyecektir. Çocukların, temel fizyolojik ve güven ihtiyaçlarının karşılanması durumu çocukta sevgi ve bağlanma duygularını tetikleyerek arttıracağı varsayılmıştır. Bu çerçevede, çocukların fiziksel, bilişsel, duygusal gelişimlerinin sağlıklı ilerlemesi, dini gelişimlerinin de sağlıklı bir şekilde gelişeceği de varsayılmakta hatta tespit edilmektedir.
Çocuğun dini gelişimin anne-baba tarafından tam değerlendirilmediği ve çocuğun dini gelişimine yeterince etki edemedikleri söylenebilir. Anne ve babalar, çocuklarının gelişim özelliklerini pek bilmediklerinden, hangi dönemlerde, çocuğa nasıl davranacaklarını da bilememektedirler. Bağlanma ve temel güven duygularının oluştuğu ve geliştiği bu dönemde, ailede ki bazı tartışmaların veya kopuklukların, çocuğun bu duyguları yeterince geliştirmesine engel olacaktır. Bu duyguları yeterince hissedemeyen çocuk, Allah ile bağlanma sürecini bu sebeplerle olumsuz sonuçlandırabilecektir. Bu sonuçların giderilebilmesi için aile eğitimlerinin bu konuyu da içine alacak şekilde yapılması gayet yerinde olacaktır.
Okul öncesi dönemde dil gelişiminin en etkili ve en mükemmel kazanıldığı dönem olduğu bilinmektedir. Bu dönemdeki eğitim, sözlü iletişimden ziyade informal bir düzlemde gerçekleşmektedir. Bu da korkudan uzak, sevgi, şefkat ve güven havasında gerçekleşebilir. Bu dönemde, çocuklara dini eğitim vermek için sözlü ifadelerle çok vakit kaybetmemek gerekir. Dini eğitim ailenin davranışları ve sağlanan güven ortamıyla gerçekleştirilmedir. Sözlü anlatımdan daha çok, çocuklara iyi bir model olmak gerekmektedir. Çocuk kendisine iyi bir model olarak gördüğü ebeveyninin dinini de kendisine modelleyecektir.
Okul öncesi dönemde, çocukların öğrendikleri kavramlarla duygusal bir bağ oluşturdukları gözlemlenmiştir. Bu açından bakıldığında kavramları öğretmek işi bir eğitim faaliyetidir. Din eğitimi söz konusu olduğunda en çok merak edilen ve eğitimine en çok önem verilen kavram Allah’dır. Bir çocuğun Allah tasavvurunun gelişimi, o çocuğun dini gelişimdir de denilebilir. Allah tasavvurunun gelişimi, dini gelişimin merkezi konumundadır. Okul öncesi dönemde oluşan Allah tasavvuru, çocuğun dini inancının şekillenmesinde de çok önemlidir. Bu dönemde zihninde oluşturacağı sevgi ve güvene dayalı bir Allah tasavvuru çocuğun ilerleyen dönemlerde zihninde kendisini seven ve kendisine yardım eden bir Allah tasavvuru oluşturur. Bu etkilenme bazen olumsuz da gerçekleşebilir. Korku temelli bir din eğitimine dayanan Allah tasavvuru genelde olumsuz olmaktadır.
Bebeklik döneminde anneye bağlanma niteliğine göre değişmekte olan Allah’a bağlanma süreci, çocuğun aile ortamından da etkilenmektedir. Dini eğitim ile ilgili en önemli kavram olan Allah, çocuklara anlatılırken dikkatli olunması gereken bir kavramdır. Allah tasavvuru üzerine bir eğitimi verilirken muhakkak, çocuğun gelişim özellikleri dikkate alınmalı, konuyla ilgili çocuğun sorduğu sorular mutlaka dikkate alınıp, geçiştirilmeden cevaplanmalıdır.
Çocuklar bu dönemde anne-babalarının davranışlarını aynen taklit etme, modellemeye çalışmaktadırlar. Onun için aile bu dönemde çocuğun gelişim özelliklerini takip etmeli ve çocuğa olumlu yönde bir model olmalıdır. Bu dönemde çocukla vakit geçirilip, onunla oyunlar yoluyla, hikayeler, kıssalar yoluyla dini eğitim verilebilir. Özellikle Kuran’ı Kerim’de geçen peygamberlerin çocuklarıyla olan ilişkileri, peygamberlerin çocuklarla olan ilişkileri ve peygamberlerin bizatihi kendi çocuklukları hikaye şeklinde çocuklara anlatılabilir.
Okul öncesi dönem çocuklarına ibadet hayatının yansıtılması da aileleri için bir görevdir. İbadetleri beraber yapmaya teşvik etmek, onlara bu ibadetlerin amacını anlatmak aileleri için dini eğitimde yapılması gereken bazı faaliyetlerdir. Fakat bu dönemde ibadet hayatı çocuklara, zorla aktarılmamalıdır. Çünkü ibadet hayatında kişi Allah ile bağ kurmaktadır. Bu bağın engellenmesi veya zarar uğratılması, çocuğun gelecek hayatı için olumsuz etkiler meydana getirebilecektir.
Okul öncesi dönem fiziksel, bilişsel, duygusal, dini gelişim açısından en önemle durulması gereken dönemdir. Kişiliğin geliştiği, yetişkinlik hayatının her yönünün tohumlarının atıldığı bu dönemi, iyi değerlendirmek, kıymetini bilmek gerekir.
KAYNAKÇA
Ay, M. E. (1995). Çocuklarımıza Allah'ı nasıl anlatalım (3. Baskı). İstanbul: Timaş Yayınları.
Aydın, A. (2000). Gelişim ve öğrenme psikolojisi. İstanbul: Alfa Yayınları.
Aydın, B. (2005). Çocuk ve ergen psikolojisi. İstanbul: Atlas Yayın Dağıtım.
Bacanlı, H. (2004). Gelişim ve öğrenme (9. Baskı). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Başaran, İ. E. (1996). Eğitim psikolojisi. Ankara: Yargıcı Matbaası.
Bilgin, B. ve Selçuk M. (1991). Din öğretimi özel öğretim yöntemleri. Ankara: Akid Yayıncılık.
Bilici, A.B. (2014). 0-6 Yaş grubu çocuklarda dini gelişim ve din eğitimi. Yayınlanmamış Doktora Tezi. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Binbaşıoğlu, C. (2004). Ailede ve okulda eğitim sorunları. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Can, G. (2006). Kişilik gelişimi. B. Yeşilyaprak, (Ed.). Gelişim ve öğrenme psikolojisi (10. Baskı) (111-142) Ankara: PegemA Yayıncılık.
Cüceloğlu, D. (1992). İnsan ve davranışı. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Çağlar, D. (1981). Uyumsuz çocuklar ve eğitimi (2. Baskı). Ankara: Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Çamdibi, H. M. (2011). Şahsiyet terbiyesi ve din eğitimi (4. Baskı). İstanbul: Çamlıca Yayınları.
Dam, H. (2011). Çocukluk dönemi din eğitimi. M. Köylü, (Ed.). Gelişimsel basamaklara göre din eğitimi (2. Baskı) (13-64). Ankara: Nobel Yayıncılık.
Davaslıgil, Ü. (2004). Bebeklik dönemi ana-baba okulu. (11. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi.
Dönmez, F. (2013). Okul öncesi dönem çocukların dini tasavvurlarına din eğitimi açısından bir yaklaşım. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
Erden, M. ve Akman, Y. (2004). Gelişim ve öğrenme. Ankara: Arkadaş Yayınları.
Ersanlı, K. (2005). Davranışlarımız gelişim ve öğrenme. Samsun: Eser Ofset.
Esed, M. (2002). Kuran Mesajı Meal Tefsir. İstanbul: İşaret Yayınları.
Hökelekli, H. (2001). Din psikolojisi. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Manzur, İ. (1970). Lisanü’l-Arab-el-Muhit. Beyrut: (Yayın yeri yok).
İnanç, B. Y., Bilgin, M. ve Atıcı, M. K. (2007). Gelişim psikolojisi çocuk ve ergen gelişimi. Ankara: PegemA Yayıncılık.
İnanç, B. Y. ve Yerlikaya, E. (2014). Kişilik kuramları. Ankara: PegemA Yayıncılık.
İpşirli, S. (2011). 3-6 yaş çocuğun genel ve din eğitiminde temel değerler. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Karacoşkun, M. D. (2004). Dini inanç-dini davranış ilişkisine sosyo-psikolojik yaklaşımlar. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV. Sayı: 2. s. 25.
Karaköse, Ş. (2010). Etkin din eğitimi. TİDEF. 8 (10). 21-72.
Köylü, M. (2004). Çocukluk dönemi dini inanç gelişimi ve din eğitimi. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. XLV (11). 137-154
Küçükkaragöz, H. (2006). Bilişsel gelişim ve dil gelişimi. B. Yeşilyaprak, (Ed.). Gelişim ve öğrenme psikolojisi (10. Baskı) (78-109) Ankara: PegemA Yayıncılık.
Mehmedoglu, Y. (2005). Okul öncesi çocuklarda dini duygunun gelişimi ve eğitimi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Müslim, İ. (1988). Sahih-i Müslim. İstanbul: İrfan Yayıncılık
Onur, B. (1997). Gelişim psikolojisi (4. Baskı). Ankara: İmge Kitabevi.
Özakkaş, T. (2008). Bütüncül psikoterapi. İstanbul: Litera Yayıncılık.
Özakkaş, T. (2013). Kimlik bocalaması kimlik bunalımı ve ego psikolojileri. İstanbul: Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları.
Öcal, M. (2003). Din eğitiminde ve öğretiminde metodlar. Ankara: Türk Diyanet Vakfı Yayınları
Öcal, M. (2004). Okulöncesi ve ilköğretim çağı çocuklarının Allah tasavvurları üzerine bir araştırma, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. Cilt: 13. Sayı:2. 59-80.
Peker, H. (1991). Din ve ahlak eğitiminin psikolojik ve metodik esasları. Samsun: Eser Matbaası.
Peker, H. (2000). Din psikolojisi. Samsun: Aksiseda Matbaası.
Sağlam, F.N. (03.03.2009). Erik Erikson’un insanın sekiz evresi kuramı. 12.12.2015. http://www.kpss.com.tr/news-tr/17228.cgi
Senemoğlu, N. (2013) Gelişim öğrenme ve öğretim kuramdan uygulamaya. Ankara: Yargı Yayınevi.
Selçuk, M. (1991). Çocuğun eğitiminde dini motifler (2. Basım). Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Şimşek, E. (2004). Çocukluk dönemi dini gelişim özellikleri ve din eğitimi. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV, Sayı: 1, 207-220.
Türk, E. (2007). Çocukta duygusal gelişimin din eğitimine etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Uluğ, S. (2010). Çocuğun din eğitiminde taklit ve özdeşleşme. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Vergote, A. (1978). Çocukta din, (E. Fırat Çev.), Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. XXII, s. 315.
Yılmaz, S. (1999). 7-9 Yaş çocuklarının dini bilgi ve duygu gelişimleri üzerine ailenin etkisi. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Samsun: On dokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Yavuz, K. (1981). Çocukta dini duygu ve düşüncenin gelişimi. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan.
Yavuzer, H. (2005a). Çocuk psikolojisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Yavuzer, H. (2005b). Çocuğunuzun ilk 6 yılı. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Gelişim sürecinin sağlıklı bir biçimde incelenmesini kolaylaştırmak için psikologlar, insanın gelişimini belirli dönemlere ayırmışlardır. İnsanın gelişimine ve yaşam döngüsüne baktığımızda üç temel gelişim dönemi olduğu görülmektedir; Çocukluk, gençlik ve yetişkinlik. İnsanın yaşam döngüsünü oluşturan bu, her bir evrenin kendine has biyolojik, psikolojik, sosyal ve dini gelişim nitelikleri vardır (Onur, 1997:74). Gelişimle ilgili bir diğer husus ise, gelişim evrelerinin bir bütünlük içerisinde gerçekleştiğidir. Herhangi bir gelişim dönemi, diğer dönemlerdeki gelişim dönemlerinden bağımsız değildir. Dolayısıyla bir gelişim evresinde meydana gelecek aksaklık ve olumsuzluklar, sonraki gelişim evresini de etkileyecektir.
Bu nedenle çocukluk dönemi, bireyin ileriki hayatının temellerini oluşturması ve karakterinin şekillendiği dönem olması açısından oldukça önemli bir dönemdir. Birey, kendisini yetişkin hayatına hazırlayıcı davranışları büyük ölçüde küçük yaşlarda öğrenir ve bu öğrenmeler onda derin izler bırakır (Köylü, 2004:137). Hatta bazı psikologlar kişilik gelişiminin % 90'ının çocukluğun ilk 6 yılında gerçekleştiğini ileri sürmektedirler (Çağlar 1981:34). Bu durum da bize çocukluk dönemi eğitiminin kesinlikle ihmal edilmemesi gerektiği sonucuna götürmektedir.
Araştırmalar, çocukluk yıllarındaki yaşantıların ve kazanılan davranışların büyük bir kısmının yetişkinlikte bireyin kişilik yapısını, alışkanlıklarını, inanç ve değer yargılarını şekillendirdiğini ortaya koşmuştur. Kritik dönem olarak adlandırılan bu dönem (Bacanlı, 2004:43), çocukların gelecek hayatında telafisi mümkün olmayan davranış temellerinin atıldığı bir dönemi kapsar. Buna göre bireyin gençlik ve yetişkinlik dönemlerindeki, dini tutum ve davranışlarının temellerinin oluşmasında ve şekillenmesinde, onun çocukluk döneminde aldığı dini eğitim ve öğretim biçimi belirleyici olacaktır. Çocukluk döneminde verilecek olumlu ve bilimsel temellere dayalı bir din eğitimi, bireyin ileride sağlıklı bir dini duygu ve inanç gelişimini sağlayabileceği gibi, olumsuz ve bilimsel temeli olmayan bir dini eğitim de bireyin sağlıksız bir dini gelişim göstermesine, dinden uzaklaşmasına hatta ruhsal sorunlara yol açabilecektir (Köylü, 2004:7)
Okul öncesi dönemde çocuğun yaşam tarzı, adeta çocuğun şahsiyetinin, zihinsel, duygusal ve manevi gelişiminin bütün tazeliğini koruduğu, çocuğun gelecek hayatının bir çekirdeğini oluşturmaktadır (Çamdibi, 2011:227). Bu çekirdeğin filizlenmesi aşamasında, eğitim öğretim açısından en önemli görev, aileye düşmektedir. Bu dönemde çocuk, olumlu-olumsuz bütün etkilere açık olan, gelişim dönemindeki bir organizma gibi değerlendirilebilir. Kendi ruh dünyasının oluşumunu kendisine özel olarak geliştiren her bir çocuk, bu dönemde sosyal çevrenin etkilerinden de uzak kalamamaktadır (Bilici, 2014:2).
Konuya bu yönden baktığımızda, ilk çocukluk dönemi gelişim süreci, bir insanın tüm hayatını etkileyebilecek bir potansiyele sahiptir. Çalışmamız açısından baktığımız da ise ilk çocukluk dönemindeki dini gelişim, daha sonraki dönemlerimizde algıladığımız dini düşünceye etki edebilecektir. Bu dönemdeki korkuya dayalı çocuk eğitiminin, manevi tahribatı çok büyük boyutlarda olmaktadır. Bu sebeple, bu dönemdeki din eğitiminin, çocuğun manevi hayatına zenginlik katacak bir şekilde, sevgi içerikli olması, çocuğu koruyan ve şefkat gösteren bir manevi ortamın oluşmasını sağlayacaktır. Çocuklar öğrendikleri kavramlarla bir bağ kurarlar. Bundan dolayı sevgi kavramı ile kurulacak bağ, sözel olarak kavramın öğrenilmesinden daha ziyade, davranış boyutunda canlanmalıdır. Bunu da sağlayabilecek en önemli kurum ailedir. Anne-baba arasındaki ilişkilerin olumlu niteliği neticesinde çocuklarda sevgiye dayalı bir kişilik geliştirilebilir (Binbaşıoğlu, 2004: 63). Ailenin çocuk eğitimi, sevgi merkezli kişilik eğitiminin başlangıcı ve temelidir.
Çocuğun eğitiminden sorumlu olanların çocuğun ruhi ve bedeni olarak tüm yönleriyle tanıması gerekmektedir. Çocuğu tanımak için de, onun fiziksel, zihinsel, sosyal, duygusal ve dini gelişim gibi bütün gelişim alanlarını ve özelliklerini bilmek gerekmektedir. Çocuğun duygusal gelişimi, fiziksel gelişiminden; dini gelişimi, zihinsel gelişiminden bağımsız değildir. Her bir gelişim alanının diğer gelişim alanlarıyla karşılıklı etkileşimi vardır. Bundan dolayı, çocuğun tüm gelişim özelliklerinin tanınması ve bilinmesi önemlidir. Böylece çocuklara verilecek bilgi ve becerilerin bulundukları yaşın ve gelişim alanının özelliklerine, ihtiyaçlarına ve kapasitelerine uygun düşmesi sağlanmış olacaktır.
Çalışmamız temel olarak dört kısımda oluşacaktır. Birinci kısımda okul öncesi dönem çocuklarının fiziksel, zihinsel, ahlaki, psiko-seksüel, psiko-sosyal ve duygusal gelişim özellikleri ele alınacaktır. Çocuğun bu dönemdeki gelişim özellikleri önemli çocuk gelişim uzmanları olan Piaget, Erikson, Kohlberg’in kuramları çerçevesinde incelenmiş, ve din eğitimindeki temel aktörlerin bu gelişim süreçleri çerçevesindeki etkisi açıklanmaya çalışılmıştır. Çalışmanın temelini teşkil etmesi bakımından dini gelişim ikinci bölümde ele alınacaktır. Bu bölümde dini gelişimin nasıl olması gerektiği konusu da Allah tasavvuru bağlamında değerlendirilecektir. Üçüncü kısımda çocukluk döneminin temel unsuru olan ailenin çocuğun din eğitimindeki önemi incelenecektir. Projemiz hazırlanırken kaynak taraması yapılmış ve konumuz ile alakalı metinler incelenerek tamamlanmıştır.
1. ÇOCUKLUK DÖNEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ
Çocuğun duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını sağlıklı bir bakış açısıyla gelişmesini hedefleyen bir eğitim etkinliği çocuğun gelişim ve öğrenme özelliklerini dikkate almak zorundadır. Bireyin gelişim ve öğrenme özellikleri dikkate alınmaz ise bu eğitim sürecinin başarılı olması mümkün değildir. Bu yüzden başta ebeveynlerin ve öğretmenlerin, çocukların gelişim özelliklerini çok iyi tanımaları ve eğitime katılan bütün elemanların buna göre düzenlenmeleri gerekmektedir. Bu düzenlemeyi kolaylaştırmak için psikologlar gelişimi bazı gruplara ayırmışlardır. Bu gruplamalar genel olarak fiziksel, zihinsel, duygusal, psiko-seksüel, psiko-sosyal olarak isimlendirilmiştir. Çalışmamızın konusu, “okul öncesi dönem çocukluk” olduğundan bu gruplamalarda daha çok bu dönem üzerinde durulacaktır. Bu gelişim özelliklerini şu şekilde özetleyebiliriz:
1. Fiziksel Gelişim Özellikleri
Spermle yumurtanın birleşmesinden meydana gelen zigottan başlayıp bebeğin doğum anına kadar geçen, biyolojik bir süreç vardır. Tıpkı maddeyi çözmek için atomu çözme gerekliliği gibi insanın anne rahmindeki varoluş sürecini bilmek, insanı tanımakta bize ışık tutabilecektir. Anne rahmindeki bebek, dışarıdan gelen çok az uyarana maruz kalmaktadır. Bununla birlikte annenin sağlıklı bir hamilelik süreci geçirip geçirmemesi bebeği etkilemektedir. Anne uyuşturucu müptelası ise çocuk beyninin ilgili hücreleri etkilenmekte, çocuk doğduğunda uyuşturucu müptelası olarak doğmaktadır. Anksiyete bozukluğu olan bir annenin hormonlarında artışlar ve eksilişler söz konusu olmakta ve bu çocuğun bazı alanlardaki yatkınlığının ilk temel öğesini oluşturabilmektedir (Özakkaş, 2008:83).
Çocuğun, doğum öncesi başlayan bu biyolojik gelişimi doğumdan sonra hızlı bir şekilde devam eder. Bebeğin, daha doğumunda oldukça önemli becerilere sahip olduğu görülmektedir (Cüceloğlu, 1992:342). Beş duyunun gelişiminden, hareket kabiliyetine kadar her türlü süreç bedensel gelişim içindedir ve bedensel gelişim olmadan etrafı en net ve tam şekilde algılamak mümkün değildir. (İpşirli, 2011:8) Bu bağlamda doğumdan sonra en önemli duyu görme duyusudur. Diğer duyulara göre daha az geliştiği düşünülmekle birlikte doğumdan on gün sonra hareket eden bir objeyi izleyebilir (Senemoğlu, 2013:24). Özellikle insan yüzüne ilgi gösterir ve iki hafta içinde göz göze bakabilir. Bu durum bebekle anne, baba veya bakıcı arasında son derece önemli olan bir iletişim ilişkisinin doğmasını sağlar. Yeni doğan bebeğin işitme duyusu da oldukça gelişmiştir. Özellikle insan sesine duyarlıdır. Kısa süre içerisinde aşina olunan sesle, yabancı sesi ayırt edebilir. Koku ve tat alma duyuları gelişmiştir, birbirinden farklı kokuları ve temel tatlarını ayırabilirler (Senemoğlu, 2013:24).
Okul öncesi dönem, yani ilk altı yıl, çocuğun bedensel gelişiminin en hızlı olduğu dönemdir. Bedensel gelişimin bu hızına paralel olarak çocuğun, kişiliğinin temelini oluşturan bilişsel, duygusal, psiko-sosyal, ahlaki ve dini gelişimin temel özelliklerinin de bu dönemde kazanıldığı ifade edilmektedir. Hızlı bir öğrenme süreci olma, bu yaşların en önemli özelliğidir (Başaran, 1996:54).
Bununla birlikte, tüm bu gelişim alanlarının sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için, çocuğun beden sağlığının iyi olması gerekir (İnanç, Bilgin ve Atıcı, 2007:77). Zira çocuğun bedensel sağlığının iyi olup olmaması, onun devinimsel (hareketsel), zihinsel, duygusal, toplumsal ve ahlaki gelişimlerini de etkilemektedir. Çocuğun bedensel gelişimini etkileyen faktörler daha doğum öncesinde başlamaktadır. Annenin geçirdiği hastalıklar, duygu durumu, aldığı ilaçlar, beslenme şekli, sigara, alkol ve uyuşturucu maddeler kullanması, çocuğun sakat doğmasına ya da biyolojik yapısının bozulmasına neden olan önemli etmenlerdendir (Dam, 2011:15).
Doğum öncesi sağlığı korumak kadar hatta belki de daha fazla doğumdan sonra çocuğun sağlığına dikkat etmek gerekmektedir. Ebeveynin bilinçsiz, dikkatsiz ve yanlış bazı tutum ve davranışları çocukların fiziksel gelişiminde ve buna bağlı olarak da ileriki yaşlarındaki kişiliğinde tutum ve davranışlarında bazı sorunların olmasına neden olabilmektedir. Örneğin, bilinçsiz ve gereksiz olarak çok sık antibiyotik kullanımı, çocuğun bağışıklık sisteminin çökmesine neden olabilecekken, çocukta ilaç bağımlılığı meydana getirebilmektedir. Hastalık zamanlarında fazla ilgilenilen çocuk ilgiye ihtiyaç duyduğunda hastalığı bahane olarak kullanabilecek ve psikosomatik rahatsızlıklar baş gösterebilecektir. Bu da çocuğun hem fiziksel hem de psikolojik olarak geri kalmasına sebep olacaktır.
Çocuğun bedensel gelişimini etkileyen bir diğer husus da beslenmedir. Yetersiz veya dengesiz beslenme çeşitli hastalıklara, zayıflık, şişmanlık gibi bir takım bedensel sorunlara neden olabildiği gibi, bilişsel geriliğe de neden olabilir. Açlık, susuzluk, uykusuzluk gibi temel fizyolojik ihtiyaçların ihmal edilmesi, çocuğun beden sağlığının bozulmasına yol açarken, diğer yandan da öğrenmesini olumsuz etkileyecektir. Bu nedenle ebeveyn çocuklarının, yeme alışkanlıklarına, uykuya, mevsimine uygun bir şekilde giyinmesine dikkat etmelidir.
Fiziksel gelişim bakımından her çocuğun küçük ya da büyük farklılıkları vardır. Kiminin boyu uzun veya kısa, kiminin parmakları uzun veya kısa, kiminin omuzu düşük vb. olabilir. Çocuk kendisi bu özellikleri dert etmediği sürece, fiziki farklılıklar eğitim açısından fazla bir engel teşkil etmez. Fakat yine de bunlar çocuğun eğitiminde dikkate alınmalıdır. Fakat bazen genetik yapıdan, bazen annenin hamilelik sürecinde, bazen doğum sırasında, bazen de çeşitli hastalıklardan ve kazalardan kaynaklanan; obezite, kronik hastalıklar, beyin hasarları, hiperaktivite gibi bedensel özürler vardır ki, bunlar çevrenin olumsuz etkilerinden dolayı bireyin kendini değersiz görmesine, utanç duymasına, güvensizliğe, bilişsel, duygusal, sosyal, psikolojik ve dini gelişiminde çeşitli sorunların oluşmasına neden olabilmektedir (Dam, 2011:16). Çocuğun fiziksel gelişimi her alanın birbirini etkilemesi gibi diğer alanları da etkileyecektir. Bu yüzden anne-babaların, çocuğun fiziki olarak sağlıklı bir şekilde büyütülmesine özen göstermelidir.
2. Bilişsel Gelişim Özellikleri
İnsanı, diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden birisi düşünebilmesidir. Düşünce bir süreç iken, düşündüğünü anlayıp, düşünceyi isteyerek, dikkatle belirli bir alana yönlendirme, odaklanabilme ve sonuca ulaştırabilme yetisi ise bir bilinç ve şuurluluk halidir (Özakkaş, 2008:218). İnsan bu bilinç sayesinde değer üretir, sebep-sonuç ilişkilerini kurabilir, doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü ayırabilir, karşılaştığı sorunlara akılcı çözümler üretebilir ve hayatın anlamını kavrayabilir. Belki de bu nedenle dinler, bilişsel güce yani akla sahip bir varlık olarak insanı muhatap almış, özellikle İslam dini, aklı olmayan insanı sorumlu tutmamıştır.
Bireyin bebeklikten yetişkinliğe kadar, algılamasını, akıl yürütmesini, yorumlamasını, yargılamasını, çevresini ve dünyayı anlamasını ve öğrenmesini sağlayan, bilgi edinme gücüne, sürecine ve aktif zihinsel faaliyetlerdeki gelişime ‘bilişsel gelişim’ denilmektedir (Senemoğlu, 2013: 34). Bilişsel gelişimi, olgunlaşma ve yaşantı kazanma süreçleri arasındaki sürekli etkileşimlerin bir ürünü olarak tanımlamak mümkündür (Senemoğlu, 2013:35). Bilişsel gelişim bireydeki akıl yürütme, düşünme, bellek ve dildeki değişimleri de kapsar (Küçükkaragöz, 2006:78).
Bilişsel gelişimde diğer gelişim alanlarında olduğu gibi, genetiğin ve çevresel şartların da etkisi çok önemlidir. Kişi, genlerle getirdiği potansiyel bilişsel gücünü yaşantılarıyla ve öğrenme yoluyla en üst sınıra kadar geliştirebilir. Bilişsel gelişim, biyolojik ilkelere dayalı bir süreçtir (İnanç, Bilgin ve Atıcı, 2007:115). Yani organizmanın belli bir olgunluğa erişmesi gerekmektedir. Nasıl ki bir çocuğun yürüyebilmesi için ayak kaslarının belli bir olgunluk düzeyine gelmesi gerekiyorsa, bilişsel gelişim için de, organizmanın biyolojik olgunluk düzeyine gelmesi gerekmektedir (Senemoğlu, 2013:35).
Bilişsel sistem kendi içinden ve çevresinden bazı uyaranlar, girdiler alır, bunları, kendi içyapısına ve gücüne göre işler ve kendi bilişsel gücüne dönüştürerek yeni bir ürün olarak çıktılar verir. Dış çevreden bu çıktıların iyi-kötü, doğru-yanlış yönlerine ait geribildirim alır. Bilişsel sistem, bu geribildirimleri tekrar yeni bir girdi olarak ele alır ve işlemler. Böylece bilişsel gücünü geliştirir ve daha etkin ve kaliteli bilişsel düşünceler, çıktılar üretmeye başlar (Başaran, 1996:88). Bu dış çevre ise ilk etapta ailede kendisine bakım veren kişi olarak anne olmaktadır. Çocuk ebeveynin veya bakım veren kişilerin diğer nesnelerle ilişki şeklini rol model olarak alır. Bu manada nesne ile kurulan ilişki biçimi bütün sosyal ilişkilerin ikili, üçlü ve tüm nesne ilişkilerinin modellemeleri, önem dereceleri aile tarafından çocuğun ruhuna kodlanmaktadır. Bu kodlanmayı kabul etmek çocuk için nesne ile ilişkilerdeki kaotik durumu ortadan kaldıracaktır. Bu kodlama işlemi bittiğinde çocuk için kodlanan konularda, düşünmek, fikir yürütmek, yorumda bulunmak ve yeni bir sonuç çıkartmaya gerek kalmayacaktır. Bu mana da ebeveynler çocukla ne ölçüde ilgilenir ve onunla etkileşim içine girerlerse o ölçüde çocuğun bilişsel gelişmesine olumlu etkileri olacaktır. “Doğumdan on yaşına kadar süren dönem içinde yapılan bir araştırmada çocukların on yaşlarındaki zeka bölümlerinin kısmen ilk yıl süresince annelerinin bebekleriyle olan etkileşim biçimine bağlı olduğunu göstermiştir. Yani duyarlı ve tepki veren annelerin çocuklarının on yaşlarındaki zeka bölümleri, duyarsız ve tepkisiz annelerin aynı yaştaki çocuklarının zeka bölümlerinden daha yüksek bulunmuştur.” (Davaslıgil, 2004:26). Burada ebeveynin çocukla kurduğu ilişkinin sağlıklı olup olmaması da bir o kadar önemlidir. Çocuğun modellediği ebeveynin nesne ile ilişkileri sağlıklı ve normal ise çocuğun geliştireceği kişilik örüntüleri ve hayata bakışı o derece normal olacaktır. Fakat modelleme de herhangi bir yanlışlık olma durumunda çocuğun nesne ile ilişkileri de o derece sağlıksız sonuçlar verebilecektir.
Bilişsel gelişim bu manada; bebeklikten yetişkinliğe kadar, bireyin çevreyi, dünyayı anlama yollarının daha kompleks ve etkili hale gelmesi sürecidir. Şimdi bu konuda ki çalışmalarıyla çok önemli sonuçlar elde etmiş olan Piaget’in bilişsel gelişim kuramına göz atabiliriz.
2.1. Piaget’in Bilişsel Gelişim Kuramı
Piaget, bilişsel gelişimi biyolojik ilkelerle açıklamıştır. Piaget’ye göre gelişim, kalıtım ve çevrenin etkileşiminin bir sonucudur. Bilişsel gelişimi etkileyen ilkeleri de şöyle belirlemektedir: (1) Olgunlaşma; (2) Yaşantı; (3) Uyum; (4) Örgütleme ve (5) Dengeleme (Senemoğlu, 2013:34). Çocuğun çevreyle etkileşime geçmesiyle birlikte bilişsel gelişimi de başlar. Çocuk biyolojik olarak olgunlaştıkça, yeni yaşantılar kazanır. Çocuk gördüğü, etkileşimde bulunduğu kişileri, sesleri, nesneleri, varlıkları, bunlar yokken de hayalinde canlandırmaya çalışır ve böylece ilkel bazı tasarımlar geliştirir. Piaget, bu bilişsel tasarımları şema kavramıyla açıklamaktadır. Şema, çocuğun dış dünyaya ilişkin uyarıcıları, zihninde nasıl organize ettiğini gösteren bilgi yapısıdır (Küçükkaragöz, 2006:81). Bu anlamda şema kavramı yeni elde edilen bilginin yerleşebilmesini sağlayan bir çerçeve görevi görür. Bu bilişsel yapılar yoluyla çocuk, çevresine uyum sağlar ve çevreyi organize edebilir.
Bireyin sahip olduğu bilişsel yapı ve şema, olgunlaşma, yaşantı ve öğrenme sonucu sürekli olarak değişir ve yeniden düzenlenir. Örneğin; köye yapılan bir gezide koyunları ilk kez gören bir çocuk, “baba köpeklere bak” der. Bunun nedeni, çocuğun ilk kez gördüğü koyun, onun bildiği köpek ölçütlerine uymaktadır. Koyun uyarıcısıyla karşılaşan çocuk, onun kendisinde var olan buna uygun şema içerisine yerleştirmiştir. Ancak koyunlarla etkileşimi ve yaşantıları arttıkça, koyunun köpek olmadığını anlayıp onun için yeni bir şema geliştirebilecektir (Senemoğlu, 2013:37).
Evrendeki tüm canlılarda uyum esastır. Uyumsuzluk olan her yerde sorun ortaya çıkmaktadır. İnsanın hem biyolojik hem psikolojik yapısında da uyum esastır. Bazı ameliyatlarda vücuda kendi yapısına uygun olmayan bir kan veya doku nakledildiğinde vücut bunu kabul etmeyebilmektedir. Aynen buna benzer şekilde insanın bilişsel yapısı da dengeye ve uyuma ulaşmak istemektedir. Bilişsel gelişimde dengeleme ya da uyum, bireyin yeni karşılaştığı bir durumla, kendisinde var olan eski bilgi ve deneyimleri arasında denge kurmak için yaptığı zihinsel faaliyetleri ifade etmektedir. Nitekim çocuğun yeni öğrendiği bir bilgi onun bilişsel dengesini bozar, ancak zihinde meydana gelen özümleme ve uyumsama süreçleri ile bu denge durumunun bozulmasına ve bu dengenin yeniden daha üst düzeyde kurulmasına bağlıdır (Senemoğlu, 2013:39).
İşte bu sebepten ötürü çocuklara dini kavramları öğretirken, onların sahip oldukları şemaları bilip ona göre bir öğretim gerçekleştirmek gerekmektedir. Bu yeni öğrenmeler, çocukların sahip oldukları şemaları geliştirici özellik taşımalıdır. Çocukların şemalarına, seviyelerine uygun olmayan, yanlış bilgiler, tutum ve davranışlar neticesinde dengenin kurulamaması, çocukların yanlış dini inanç ve davranış geliştirmelerine, belki de dinden uzaklaşmalarına veya ruhsal rahatsızlıklara neden olabilmektedir.
Çocukluk dönemi zihinsel gelişimi tam olarak anlayabilmek için, onun gelişim dönemlerini de bilmek gerekir. Çocuklar yetişkinler gibi düşünemediklerinden kendilerime ait bir dünyaları da vardır. Piaget çocuğun bilişsel gelişiminde aktif olduğunu, biyolojik olgunlaşma ve dışsal uyaranlar karşısında pasif bir alıcı konumunda olmadığını düşünüyordu. (Senemoğlu, 2013:34)
Bu alanda önemli çalışmaları olan Piaget, zihinsel gelişimi dört döneme ayırmaktadır. Bu dönemler bir birine geçmiş aşamalardan oluşmaktadır. Yani her bir evre, bir birinden tamamen bağımsız değildir. Sonraki evre bir önceki evrenin de izlerini taşımaktadır. Bu dönemler, belirli yaşlarla belirlenmesine rağmen, önemli olan belli yaşlarda belli dönemlerde bulunulması değil, bu dönemlerin sırasıyla geçilmesidir (Küçükkaragöz, 2006:85). Piaget’nin kuramında bilişsel gelişim için biyolojik olgunlaşma önemli bir yer tutmakla beraber, çevresel etkenler de bilişsel gelişimde etkili olduğundan, bu çevresel etkenlere bağlı olarak çocuk, içinde bulunduğu yaş döneminin özelliklerini göstermeyebilir. Piaget’ye göre bir dönemden diğerine geçiş yaşı çocuktan çocuğa farklılık arz edebilir (Cüceloğlu, 1992:245).
Piaget’in Dört temel dönemi;
Duyusal Motor Dönem (0-2 yaş)
İşlem Öncesi Dönem (2-7 yaş)
Somut İşlem Dönemi (7-12 yaş)
Soyut İşlem Dönemi (12 yaş ve üstü) olarak kategorileştirmiştir.
Bizim çalışmamız okul öncesi dönemi kapsadığı için sadece duyusal-motor ve işlem öncesi dönemin özelliklerine yer vermeyi uygun gördük.
2.1.1. Duyusal-Motor Dönemi (0-2yaş)
Bebek, doğumdan itibaren çevresini keşfetme çabasına girer. Bu keşifte kullandığı temel araçlar, doğuştan getirdiği duyusal ve hareketsel yani motor yeteneklerdir. Piaget, onun için bu döneme “duyusal-hareketsel (sensory-motor) aşama” adını verir (Küçükkaragöz, 2006:86). Bu dönemde çocuğun zihni, duyular ve hareketler yoluyla gelişir. Çocuğa duyuları ile hareketleri yön verir. Düşünmesi duyu organlarıyla sınırlıdır. Dönemin başlarında duyu organlarının erişemediği şeylerle ilgilenmeyen, nesnelerin göz önünden kaldırılınca yok olduğunu düşünen çocuk, zamanla nesnelerin değişmezliğini keşfeder. İki yaşına doğru çocuk, dış nesne ve olayların iç temsilcilerini geliştirmeye başlar. Nesnelerin sürekli olduğunu, göz önünden kaldırılınca bile var olmaya devam ettiğini anlamaya başlar. Böylece nesne hakkında düşünebilir. Bellek az gelişmiş olmakla birlikte, bu durum belleği kullanmaya başladığının göstergesidir (Senemoğlu, 2013:42). Bu iç temsil süreci çocukta kavram ve dil gelişiminin başlangıcını teşkil eder. Belli türdeki hareketleri tekrarlama eğilimindedir. Çeşitli insan davranışlarını model olarak taklit edebileceklerini öğrenir. Tüm bunlar çocuğun bir sonraki dönemin özelliği olan, sembolik düşünceye hazırlar (Küçükkaragöz, 2006:87). Sembolik düşünerek bir tür “ön-kavram” oluşturur (Karaköse, 2010:27).
Duyusal hareket döneminde, bebeğin bilişsel gücünün gelişmesi, bebeğin duyu organlarının gelişmişliğine ve içinde bulunduğu ortamın ona sunduğu uyarıcı zenginliğinin yanında, verilen hareket etme özgürlüğüne bağlıdır (Ersanlı, 2005:131).
2.1.2. İşlem Öncesi Dönem (2-7 yaş)
Bu dönem, sembolik evre (2-4yaş) ve sezgisel evre (4-7 yaş) olmak üzere iki evreden oluşmaktadır (Aydın, 2005:61). İşlem öncesi dönemdeki gelişim, daha sonraki bilişsel aşamalar açısından belirleyici özellikler taşıdığından oldukça önemlidir. Bu evrenin başında çocuklar, sınırlı sözcük dağarcıklarıyla simgesel düşünebilmektedirler. Varlıkları kendilerine uygun sembollerle ifade ederler. Geliştirdikleri kavramlar ve kullandıkları sembollerin anlamları kendilerine özgüdür ve çoğu zaman gerçek değildir. 2-4 yaşlarında çocuk, gözünün önünde bulunmayan ya da hiç mevcut olmayan nesne, olay, kişi, varlığı temsil eden bir sembol geliştirmeye başlar. Bu dönemde çocuk dili ve sembolik düşünme yeteneğini kullanmaya başlar (Yavuzer, 2005a:86). Bu yaşta sembolik oyun sıkça gözlenir. Piaget, sembolik oyunun çocuğun bilişsel gelişiminde olduğu kadar duygusal ve sosyal gelişiminde de önemli etkisi olduğunu vurgulamaktadır (Senemoğlu, 2013:44). Çocuk somut nesneleri, ilişkileri kavrayabilir, ancak olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkisini anlayacak bilişsel yeterlilikten yoksun olduklarından konular arasında mantıksal ilişkiler kuramazlar. Bu evreye işlem öncesi adının verilmesinin temel nedeni de zaten çocuğun, işlem yapacak zihinsel yeterliliğe ulaşmamış olmasındandır (Aydın, 2000:38).
Bu yaş döneminde çocuklar sadece şimdiki zaman kavramına sahip olup, geçmiş ve gelecek zaman kavramı belirgin değildir. Daha önce söylenenler hep geçmişte kalacağından, yapılması ve yapılmaması istenen davranışlar çocuğa sık sık hatırlatılmalıdır. Çocuğun miktar ve sayı kavramı daha çok ne görüyorsa ona dayanmaktadır. Örneğin, ince uzun bir bardaktaki suyu, aynı hacimdeki geniş bir bardaktaki sudan daha çok görür. Maddenin ağırlık ve hacmin korunumu kavramından yoksundur (Yavuzer, 2005b: 22). Şekil değiştirmekle maddenin hacminin ve ağırlığının değiştiğini kabul eder.
Bu dönem çocukların düşüncelerinde ve oyunlarında animist özellikler gösterir. Bu kavramı en kısa biçimde cansız varlıklara canlılık atfetme olarak tanımlayabiliriz (Yavuzer, 2005a:88; Mehmedoğlu, 2005:71). Piaget’e göre 4-6 yaş arası çocuklar her şeyin canlı olduğunu düşünürler. 6-7 yaşına geldiklerinde ise hareket eden şeylerin canlı olduğunu varsayarlar (Aydın, 2005:64). Bu özelliği bu yaştaki çocukların oyunlarını izlediğimizde kolayca görebiliriz. Küçük bir kızın oyuncak bebeğine yemek yedirmesi, yemiyor diye kızması, onunla oturup konuşması hepimizin karşılaşabileceği bir durum olabilir. Erkek çocuk tahta parçasını at gibi kullanabilir. Kız çocuğu bebeğine canlıymış gibi davranabilir. Çocuk bir başkasının bir objeye kendisinin yüklediği anlamdan farklı bir anlam yükleyebileceğini tahmin edemez (Yavuzer, 2005a:86). O bir sopayı at olarak görüyorsa bir başkasının neden o sopaya atmış gibi davranmadığını anlayamaz.
İşlem öncesi dönemdeki çocuğun en önemli özelliklerinden biri de hayal dünyalarının çok geniş olmasıdır (Erden ve Akman, 2004:67). Kurdukları hayal dünyaları onlar için dokunabildikleri gerçek hayat kadar gerçektir. Bu nedenle kendilerine anlatılan her şeye kolayca inanırlar (Mehmedoğlu, 2004:35). Üçüncü yaştan sonra çocuk, bir olayı anlatırken hayal gücüne dayanak olaya eklemeler yapar, görmediği bir olayı ve varlığı görmüş gibi anlatabilir. Hayal ettikleri ile gerçekleri birbirine karıştırarak anlatır. Hayali arkadaşlarıyla oyunlar oynar, evine davet edebilirler (Ersanlı, 2005:131). Hayal gücüne dayanan öyküler yaratmak, okul öncesi çocuğu için doğal bir süreçtir ve asla ruhsal bir rahatsızlığı göstermez.
Çocuğun kavram geliştirmesinde alışma ve taklit oldukça önemlidir. Çocuk çevresinde sıklıkla algıladığı olaylara, nesnelere ve sözlere alışır. Çocuk çevresindeki büyüklerinin ve sevdiği kişilerin sözlerini ve davranışlarını taklit ederek yinelemeye çalışır. Bunların sürekli yinelenmesi çocukta kavram gelişimini hızlandırır (Başaran, 1996:100).
Bu dönemin bir diğer özelliği de ben-merkezciliktir (egocentrism). İşlem öncesi dönemin önemli özelliklerinden biri çocuğun ben-merkezli düşünce yapısına sahip oluşudur. Bu dönemde çocuk başkalarının düşüncelerini kabul etmekte, onların kendisinden farklı düşünebileceklerini anlamakta güçlük çeker (Erden ve Akman, 2004:65). Bu dönem çocukları, başkalarının farklı görüşte olduklarını anlayamazlar. Kendi görüşlerinin olabilecek tek görüş olduğuna inanırlar. Bildiği ve gördüğü her şeyin başkaları tarafından da bilindiğini ve görüldüğünü düşünürler. Onlara göre dünyanın merkezinde kendileri vardır. Bütün ilgi, sevgi, eşya her şey onlara aittir. Bu nedenle kardeşi olduğunda, kendine ait olduğunu düşündüğü ana-baba ilgisi ve sevgisinin kardeşi tarafından paylaşılmasını kabul etmek istemez ve onu kıskanır. Yine hoşuna giden bir şeyin kendisine ait olduğunu düşündüğünden arkadaşlarının eşyalarını ve oyuncaklarını alır ve geri vermek istemez (Ersanlı, 2005:132). Bu durum da yine çocuğun gelişiminin doğal bir sonucudur. Ailelerin çocuğu hırsızlıkla suçlaması yersizdir. Bu dönem çocuğunda konuşma da tamamen ben-merkezlidir. Çocuk konuşmaya başladığı ilk zamanlarda sürekli kendi kendine konuşur. Bu çağdaki birkaç çocuk yan yana geldikleri zaman iletişim kuramazlar, hepsi aynı anda farklı şeyler konuşurlar. Bu durum dört yaşından sonra tamamen ben-merkezli konuşmalara dönüşür (Erden ve Akman, 2004:65).
Dönemin sonlarına doğru, animistik düşünce kaybolmaya başlar, çocuk canlı-cansız varlık ayırımını yapabilir. Cinsel kimliği gelişmiştir. Ben-merkezcilikten kurtulmaya başlamıştır. Olaylara kısmen başkalarının açısından da bakabilir. Dil gelişimi oldukça hızlanmıştır.
3. Ahlak Gelişimi
Çocuk için doğuştan bir ahlaktan bahsedilemese de ahlaki güzelliklere yatkın olduğu söylenebilir. Çocukta hem iyiye hem de kötüye yönelebilecek tohumlar olduğu söylenebilir. Çocuğun nasıl bir ahlaki yapıya sahip olacağı büyük oranda sosyal çevresine bağlıdır. İyiyi kötüyü ayırt edebilecek bir kapasiteye sahip olmayan çocuk için iyi ve kötünün ölçüsü ilk etapta ebeveynidir. Okul öncesi dönemde çocuk ebeveynin her dediğini eleştiriye tabi tutmadan kabul ettiğinden dolayı daha çok itaate dayalı bir ahlaktan bahsedebiliriz. Yaş ilerledikçe çocuklar varlıkları birbirinden ayırabildikleri gibi iyiden kötüyü, doğrudan yanlışı birbirinden ayırt etme duygu ve kabiliyetine sahip olabilmektedirler (Öcal, 2003:90).
3.1. Kohlberg’in Ahlak Gelişim Kuramı
Kohlberg de Piaget gibi çocukların, belli durumlarda davranışlarını belirleyen kuralları yorumlama biçimlerini araştırmıştır. Bu incelemeyi, ahlaki ikilemleri kapsayan belli durumları çocuklara vererek onların böyle bir duruma nasıl tepki vereceklerini sorarak öğrenme yolu ile yapmıştır. Bu bağlamda sorduğu durumlara aldığı cevaplar neticesinde insanların altı yargı aşaması geçirdiklerini belirtmektedir. Bu altı aşama ise üç düzey içinde yer almaktadır;
3.1.1. Gelenek Öncesi Düzey: Bu düzey Piaget’in “dışşal kurallara bağlılık” döneminin özelliklerini kapsar. Bu düzeyde iki aşama yer almaktadır;
Aşama 1- Ceza ve İtaat Eğitimi: Bu düzeyde çocuklar otoriteye uyar ve cezalandırılmaktan korkarlar.
Aşama 2- Araçsal İlişkiler Eğilimi: Çocukların kendi ihtiyaç ve isteklerinin karşılanması önemlidir. Diğerlerinin ihtiyaçlarını da dikkate almakla birlikte hala birinci sırada kendileri vardır.
3.1.2. Geleneksel Düzey: Birey için aile, grup ve ulusun beklentileri her şeyden önemlidir. Kişisel ihtiyaçlar bazen grubun ihtiyaçlarının gerisinde kalır.
Aşama 3- Kişilerarası Uyum Eğilim: İyi davranış, başkalarına yardım etmek ve ya onları mutlu etmektir. Ben-merkezliliğin azalması ve somut işlemler dönemine girmesiyle çocuk, olaylara başkaları açısından bakabilme kabiliyeti kazanır.
Aşama 4- Kanun ve Düzen Eğilimi: Doğru davranış, otoriteye ve sosyal düzene uygun olarak, kişinin görevini yerine getirmesidir. Grup kuralları yerine toplumun kuralları ve kanunları almıştır.
3.1.3. Gelenek Sonrası Düzey: Bireyin, başkaları ve otoriteden bağımsız olarak izlemek istediği ahlak ilkelerini seçtiği ve kendine özgü değer sistemini örgütlediği düzeydir.
Aşama 5- Sosyal Sözleşme Eğilimi: Kanunların kullanımı ve bireysel haklar eleştirici bir şekilde incelenir. Kanunların demokratik olarak değiştirilebileceği ilkesine sahiptir.
Aşama 6- Evrensel Ahlak İlkeleri Eğilimi: Kişi, bu son aşamada ahlak ilkelerini kendisi seçip oluşturur. Bu ilkeler, adalet, eşitlik, insan hakları gibi bazı soyut kavramlara dayalıdır. Bu ilkeleri ihlal eden kanunlara uyulmamalıdır (Senemoğlu, 2013:69-70-71).
Kohlberg kuramının dikkat çeken bir yönü de ahlak eğitimi ile ilgili boyutudur. İlk olarak çocuklarla ahlaki konular ile ilgili tartışmalar yapmak, değerlerin irdelenmesini sağlamak, ve bu yolla çocukların bir üst düzeye geçişişini sağlamak için ortamlar oluşturmak önemlidir. Kohlberg’in kuramının sınırlılığı üzerine bazı eleştiriler getirilmiştir. Sonuç olarak ahlaki gelişim dönemlerinin kesinlik derecesi ve evrenselliği tartışmaya açıktır.
4. Psiko-seksüel Gelişim
Sigmund Freud, bu yüzyılın başında, zamanına göre devrimsel nitelik taşıyan kişilik gelişim kuramını sunmuştur (Senemoğlu, 2013:78). Freud, kişilik gelişiminde özellikle doğumu izleyen ilk altı yaşa dikkat çekmiştir. Kişiliğin gelişiminde ve bireyin yetişkinlik yıllarındaki kişilik özelliklerinin özellikle altı yaşa kadar yaşantılandığı hayat deneyiminin etkisinde olduğunu söylemiştir. Freud, kişilik gelişimini birbirini izleyen beş psikoseksüel gelişim döneminde incelemiş, çocuğun psikolojik ve cinsel gelişim sürecinin açıklayan bu dönemleri sırası ile, oral, anal, fallik, gizil ve genital dönemler olarak adlandırmıştır (Can, 2006:116). Bu dönemin isimlerini de o dönemdeki erotojenik böyle ile isimlendirmiştir. Çocuğun bulunduğu dönem içinde, erotojenik bölgeyle ilgili haz yaşantılarının aşırı ya da yetersiz olması o döneme takılma (fiksasyon) ile sonuçlanır. Takılmaya neden olan aşırı ya da yetersiz haz yaşantılarının temel nedenlerinden biri anne-baba tutumlarıdır (İnanç ve Yerlikaya, 2014:30). Çalışmamızın konusu okul öncesi olduğu için bu çalışmada ilk üç dönem incelenecektir.
4.1. Oral Dönem (0-1 yaş)
Oral dönemde bebek, yaşamını devam ettirebilmek için beslenme ihtiyacını ağız yoluyla elde etmekte ve emme eyleminden de haz almaktadır. Bu dönemde bebeğe “sen nesin?” diye sorulsa, ve bebek cevap verebilse muhtemelen “ben ağızım” diye cevap verirdi. Yine aynı bebeğe, “dünya nedir?” diye sorulsa, ve yine bebek cevap verebilse muhtemelen “dünya bir memeden ibarettir” cevabını verirdi (Özakkaş, 2008:118). Bebek annesiyle ve anne yerine geçen kişiyle kurduğu bu ilk ilişki sonucu diğer insanlara karşı bağımlılık, bağımsızlık, güven gibi genel tutumlarını oluşturacaktır. Oral dönemde ağız bölgesi yoluyla aranan ve yaşanan haz duygusunun aşırı derecede olması ya da engellenmesi durumunda oral döneme takılma gerçekleşir (Freud’dan aktaran İnanç ve Yerlikaya, 2014:31). Bu dönemde takılma yaşayan bebekler, yetişkinlik yıllarına kadar uzanabilen güvensizlik duyguları, bağımlı kişilik özellikleri taşıyabilirler (Can, 2006:117).
4.2. Anal Dönem (1-3 yaş)
Çocuğun bedensel olgunlaşması sonucunda anüs kasları üzerinde kontrol sahibi olabilen çocuk, dışkısını tutmaktan ve bırakmaktan, yani henüz kazandığı bu yeteneğini istediği biçimde kullanmaktan haz almaktadır (İnanç ve Yerlikaya, 2014:31). Anne babanın tuvalet eğitiminde katı olması durumunda çocuk buna karşı olarak ya dışkısını vermeyerek tutabilir ya da ortam gözetmeksizin dışkısını salabilir. Dışkısını vermeyen çocuk bu davranışını genelleyerek inatçı, aşırı düzenli, cimrilik gibi özelliklerle kendini gösteren anal-tutucu (anal-sadik) bir kişilik örgütlenmesi oluşturabilir. Dışkısını uygun olmayan ortamlar da salan çocuk da ise, savurganlık, dürtüsellik gibi kişilik özellikleri oluşabilir. Tuvalet konusunda çocuğun üzerine çok giden ebeveyn farkında olmadan iktidar alanını çocuğuna kaptırmaktadır (Özakkaş, 2008:130). Bu dönemde çocuğa verilecek tuvalet eğitimini, çocukla inatlaşmadan, barışçı bir biçimde tamamlamaya çalışmak önemlidir (Can, 2006:118)
4.3. Fallik Dönem (3-6 yaş)
Bu dönemde çocuğun zevk kaynağı cinsel organlarıdır ve karşı cinsten olan ebeveynlerine yönelik cinsel arzular beslemektedir. Erkek çocuklardaki Oedipus karmaşası ve kız çocuklardaki Elektra karmaşası bu dönemdeki başlıca psikoseksüel karmaşalardır (Can, 2006:118). Oedipus karmaşası, erkek çocuğun annesine karşı cinsel arzular beslemesinin ve bunun kabul edilemez bir durum olmasından dolayı baba tarafından cezalandırılacağı (kastrasyon) kaygısını, kız çocuğun ise tam tersi olarak babasına cinsel arzu beslemesinden dolayı anne korkusu yaşamasıdır. Bu dönemde çocuk aynı cinsten olan ebeveyni ile özdeşim kurması sağlıklı bir cinsel kimlik için çok önemlidir. Çocuklar algılayabildikleri yetişkinlerin değer sistemlerini içselleştirirler (Senemoğlu, 2013:79). Fallik dönemde takılma yaşayan erkek çocukları yetişkinlik yıllarında kendini beğenmişlik, böbürlenme gibi kişilik özellikleri yanında, erkekliklerini aşırı vurgulama çabasına giren baştan çıkartıcı kişiler olabildikleri gibi, kızlarda ise kadınlık özelliklerini aşırı vurgulama, ayartıcılık gibi özelliklerin yanı sıra cinsel ilişki konusunda ayrım gözetmeme gibi davranışlarda gözlenebilir (Ewen’den aktaran İnanç ve Yerlikaya, 2014:35).
5. Psiko-Sosyal Gelişim
Erik Erikson (1902-1994 ), ego psikolojisinin en önde gelen kişileri arasında yer almaktadır. Erikson, Freud’un psiko-seksüel gelişim olarak tanımladığı ve cinsel gelişmeyi temel alarak hazırladığı gelişimi, psiko-sosyal kuram adı altında yeniden incelemiştir. Psiko-sosyal gelişim kuramı kişiliğin oluşumunda biyolojik etmenlerin yanı sıra, toplumsal etmenlerin belirleyici rolünü vurgular (Can, 2006:120). Erikson’a göre psikolojik fenomenlerin, biyolojik, davranışsal, yaşantısal ve sosyal faktörlerin karşılıklı etkileşimi çerçevesinde incelenmesi ve anlaşılması gerekmektedir (İnanç ve Yerlikaya, 2014:160). Erikson, psiko-sosyal gelişimi “insanın 8 evresi” adı altında 8 evre halinde ele almıştır (Özakkaş, 2013:427). Her evrede benliğin karşılaştığı bir olumlu benlik, bir de bunun karşıtını belirtmiştir. Bir evredeki krizin başarılı olarak atlatılması, kendinden sonraki evre için sağlıklı temeller oluşturur. Eğer bir dönemdeki kriz tam olarak çözümlenemezse Freud’un kuramında olduğu gibi birey, o döneme takılıp kalmaz. Ancak, yaşamının daha sonraki dönemlerinde de bu kriz devam eder, çözülünceye kadar problem yaratır (Miller’den aktaran Senemoğlu, 2013:80)
Bu 8 Evreyi Erikson şöyle belirlemiştir;
1) Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-1 yaş)
2) Özerkliğe Karşı Kuşku ve Utanç (1-3 yaş)
3) Girişimciliğe Karşı Suçluluk (3-5 yaş)
4) Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu (6-12)
5) Kimlik Kazanmaya Karşı Kimlik Kargaşası (12-18)
6) Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık (21-40)
7) Üretkenliğe Karşı Durgunluk (41-65)
8) Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk (65-+)
Şimdi bu dönemlerden çalışmamızın konusu olan ilk 3 evreyi kısaca açıklamaya çalışalım.
5.1.1. Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-1 yaş)
Bu dönem, Freud’un oral döneminin karşılığıdır. Çocuğun bu dönemde ilişki kurduğu en önemli kişi anne veya anne ikamesi olan kişidir. Anne-çocuk ilişkisinde süreklilik ve tutarlılık sağlanabilirse; çocuk, annesinin kendisini hep seveceğinden ve terk etmeyeceğinden emin olma duygusu geliştirebilirse, çocukta temel güven duygusunun çekirdeği oluşur. Böylece hem çevre, hem kendi varlığı güvenilir durumdadır (Özakkaş 2013:441-442). Bebeğin fiziksel gereksinimlerinin karşılanması kadar, duygusal ihtiyaçlarının da beslenmesi çocukta iyilik, güvenlik duygusunu oluşturacaktır. Bebek optimal şartlarda da olsa doğal olarak hayal kırıklığı yaşayacağı için temel bir güvensizlik duygusu da gelişebilir. Bu birey için uyum kapasitesinin gelişmesi için olmazsa olmaz bir parçadır. Erikson’a göre, en sağlıklı şekilde yetişmiş çocuklarda bile geçmişte bir zamanlar ana kucağında yaşanmış güzel bir cenneti yitirmiş olma duygusu ile bu cennete karşı bir özlem kalıntısı vardır. Bu cenneti yeniden bulma gereksinimi, Tanrıya inançta simgelenmiştir. Din, Erikson’a göre, insanda temel güveni sağlar (Sağlam, 2009).
Bu dönemin, temel psiko-seksüel adaptasyon modu “oral doyum”, psiko-sosyal karmaşası “temel güvene karşı temel güvensizlik”, temel gücü ise “umut”tur (İnanç ve Yerlikaya, 2014:67)
5.1.2. Özerkliğe Karşı Kuşku ve Utanç (1-3 yaş)
Bu dönem, Freud’un anal dönemine karşılık gelir. Çocukta bu evrede birbirine zıt iki eğilim arasında bir seçim yapabilme yetisi gelişmektedir. Eline geçirebildiği şeyleri yakalar, sonra atar. Kakasını inatla tutabilir ya da öfke ile fırlatırcasına bırakabilir. Bu, yeni bir durumdur. Yapma ya da yapmama, isteme ya da istememe gibi. İşte özerklik duygusu birbirine zıt istek ve eğilimler arasında bir seçim yapabilme gücüdür (Özakkaş, 2013:463). Çocuk içinde bulunduğu toplumun beklentilerine göre bazı şeyleri yapmayı örneğin; kakasını, uygun zaman ve uygun yerde bırakmak üzere tutabilmeyi öğrenirken, ağır utandırmalar ve cezalarla karşılaşırsa, utanç ve seçim yapabilme gelişimi kösteklenebilir (Sağlam, 2009). Bu durum ise çocuğun kendi davranışlarından, utanç ve kuşku duymasına yol açabilir.
Bu dönemin, temel psiko-seksüel adaptasyon modu, “anal-üretral kas” modu, psiko-sosyal karmaşası “özerkliğe karşı kuşku ve utanç”, temel gücü ise “iradenin kazanılması”dır. (İnanç ve Yerlikaya, 2014:167-168)
5.1.3. Girişimciliğe Karşı Suçluluk (3-5 yaş)
Bu dönem, Freud’un fallik dönemine karşılık gelir. İlk iki dönemde çocukta güven ve özerklik duygularının temeli atılmıştı. Bu dönemde ise, çevreyi keşfetme ve ona hükmetme amacıyla girişim duygusunun temelleri atılmaktadır. Bu dönemde çevrenin çocuğa karşı tutumu çok önemlidir. Çevre tutumları hep baskıcı, engelleyici, suçlayıcı olduğu sürece çocukta merak etme, mücadele etme, amaçta ısrar etme, başarmaktan zevk alma duyguları sağlıklı gelişemez. Ebeveynlerin bu dönemde çocuğun artan merak duygusu neticesinde sorduğu soruları ciddiye alarak çocuğa uygun yanıtlar vermesi son derece önemlidir. Gene bu dönemde çocuğun motor gelişmesi hızla olgunlaşırken, cinsel organlara yönelik ilgileri de artmıştır. Bu merak onu mastürbasyona, çocuklar arası cinsel oyunlara, büyüklerin cinsel yaşantısına aşırı ilgiye götürebilir. Bu dönemde aşırı korkutma, suçlanma, ceza çocuğun ileriki yaşamında cinsel sorunlar yaşamasına yol açabilir (Özakkaş, 2013:482). Bu dönemde çocuk büyük, güçlü ve her şeye karışan olarak gördüğü ebeveyni ile özdeşleşir. Bu dönemin tehlikesi, aşırı suçluluk duygusunun gelişmesidir. Ancak, çocuğun her yaptığı şeyin onaylanması da ahlak gelişimini olumsuz etkileyebilir (Senemoğlu, 2013:82).
Bu dönemin temel psiko-seksüel adaptasyon modu “genital-devinsel” mod, temel psiko-sosyal karmaşası “girişimcilik ve suçluluk duygusu”, temel gücü ise “amaç”tır. (İnanç ve Yerlikaya, 2014:168-169)
6. Duygusal Gelişim
İnsan sürekli hem kendi içinden hem de dış çevreden çeşitli uyaranlar almaktadır. İnsanın duygusal sistemi uyaranları alır; sonra onları duygulanma sürecinde işler, duygulara dönüştürür; değişik türde duygular üretir; duygularının niteliğine bakar, bunlardan dönüt bilgiler alır ve duygularını geliştirir. Böylece insan duygusal büyümesini sürdürür (Başaran, 1996:95).
Bu uyaranlar insanı değişik şekillerde etkilemektedir. Bunlardan bazıları hoşa giden, tepkiler meydana getirirken, bazıları da hoşa gitmeyen, acı veren, kaçınılan tepkiler meydana getirmektedir. Duygular ve heyecanlar, herkes gibi çocuğun da tutum ve davranışlarını yönlendirirler. Bundan dolayı çocuğun duygularını ve duygusal gelişimini tanımadan ona herhangi bir konuda bilgi vermek, tutum ve davranışlarına yön vermek mümkün gözükmemektedir.
Duyguların gelişimi ile ihtiyaçlar arasında yakın bir ilişki vardır. Kişinin temel ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmaması, bazı duyguların doğmasına neden olabilmektedir.
Ruh sağlığı için temel ihtiyaçların ve güdülerin sağlıklı olarak doyurulması çok önemlidir. İhtiyaçların doyurulmaması veya az doyurulması, kişide “engellenme” ve “çatışma” olaylarını meydana getirir. Engellenme insanda kaygı, öfke, gibi olumsuz duygulara neden olabilir, hatta kişide “kompleksler” oluşabilir. Bu manada, duygusal ihtiyaçları tatmin edilmiş çocuklarla, bu ihtiyaçları ihmal edilmiş çocukların daha sonraki gelişmelerinde farklılıklar gözlenmiştir (Selçuk, 1991:54-55).
Çocukların davranışlarını olumlu veya olumsuz yönde etkilemesi bakımından duyguları üç grupta el almak mümkündür: 1) Öfke, kıskançlık, nefret, düşmanlık gibi saldırıcılık davranışlarına yönelten duygular. 2) Korku, üzüntü, sıkıntı, hüzün, keder, bıkkınlık ve şiddet gibi yasaklayıcı ve savunucu davranışlara yönelten duygular. 3) Sevgi, şefkat, mutluluk, haz, zevk ve merak duyma gibi sevindirici davranışlara yönelten duygular (Başaran, 1996:104)
Olumlu ve olumsuz bütün duygu türleri her insanda belli oranda bulunur. Duygu eğitiminden beklenen, insanın olumsuz duygularının yok edilmesi veya kaldırılması değil, olumlu duyguların güçlendirilmesi, olumsuz duyguların ise denetim altında tutulması, insanlara, nesnelere ve olaylara karşı, mekana ve zamanına göre, uygun düzeyde duygusal davranışlar gösterilmesini gerçekleştirmektir.
Duygusal gelişimde en önemli dönem, okul öncesidir. Çocuğun tüm duygu ve coşkuları bu dönemde doğmaya ve yerleşmeye başlar. Çocukluk döneminde ön plana çıkan bazı duygular vardır. Bu duygulardan en önemlisi “öfke” duygusudur. Öfke, çocuğun isteklerini engellenmesi veya sınırlanması sonucu yaşadığı bir duygudur. Bebek, dünyaya geldikten sonra kendisini rahatsız eden durumlara karşı ilk tepkisini ağlayarak gösterir. Daha sonraları, bağırma, tekmeleme, kırıp dökme gibi davranışlar gösterir. Şayet bu tür tepkilerden sonra çocuğun istediğini yapmasına izin verilirse, çocuk öfkeyi bir araç olarak kullanmayı öğrenir. Öfke ortaya çıktığında ifade edilmesi ve sağlıklı bir şekilde boşaltılması gerekir. Öfke ve kızgınlık duygularının ifade ve yansıtılma biçimi, ebeveyn ve çocuğun model aldığı diğer kişilerin taklit edilmesiyle öğrenilmektedir. Şayet ebeveyn öfkelendiği zaman öfkesini kontrol edemiyor ve buna sağlıksız bir tepki veriyorsa, çocuk da öfkelendiğinde aynı şekilde tepki gösterecektir.
İlk yaşlardan itibaren görülmeye başlayan bir duygu da korkudur. Korku gelişimi, mizaç, yaş, cinsiyet ve çevre faktörlerine göre değişebilmektedir. İçe dönek bir mizaca sahip olanlar, dışa dönük olanlardan daha fazla korku eğilimi gösterirler. Küçük çocuklar genel olarak gürültüden, karanlıktan, canavarlardan, hayaletlerden korkarlarken, daha sonraki yaşlarda rüyalardan, aşağılanmaktan ve alay edilmekten korkarlar (Dam, 2011:27). Şunu da belirtmek gerekir ki, sevgi, şefkat ve ilgi eksikliği kadar, aşırı ve dengesiz sevgi ve ilgi de çocukların sağlıklı gelişiminin önünde bir engeldir. Aşırı korumacı aileler çocuklarının dış dünya ile temasını engelleyerek, çocuğun sosyal hayata uyum göstermesini engellemektedirler.
Çocuğun duygusal gelişimini etkileyen ve duygu durumunun bir boyutunu oluşturan önemli bir etken de dindir. Din duygusu, ilahi bir kuvvetin varlığından kaynaklanan düşünce, tasavvur ve hareketlerin insanda uyandırdığı duygudur. (Peker, 2000:62) Din duygusunun nasıl ortaya çıktığı yani kaynağı konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Dinin fıtri olmadığını ileri sürenler olduğu kadar onun insan hayatının ayrılmaz bir parçası olduğunu ve fıtri olduğunu ileri sürenler de vardır (Dam, 2011:28).
Eğer; çocuklar, güven içinde büyür ve hayata olumlu bir gözle bakabilirlerse, çocukların hayal gücü beslenir, çocuklar çevresindeki insanlarla iyi geçinmeyi ve onlara saygı duymayı öğrenirlerse, duygularını çeşitli faaliyetler yoluyla -şiir, müzik, resim, oyun gibi.- ifade edebileceğini öğrenirlerse, onların zihinsel gelişimleri desteklenir ve öğrenme istekleri canlı tutulursa, çocuklar, tabiat sevgisi ile büyürlerse çocuğun daha sonraki yıllarda eğitim ve özellikle konumuz olan dini eğitim daha kolay gerçekleşebilecektir. Din eğitimi yapılırken bunlar göz önünde bulundurulursa başarıya ulaşma şansı artar (Türk, 2007:9-10)
2. ÇOCUKLUK DÖNEMİ DİNİ GELİŞİM ve ALLAH İNANCI
İnanma duygusu insanın ayrılmaz bir parçasıdır ve kutsal bir varlığa inanmak insanda bir ihtiyaçtır (Peker, 1991:15). Din duygusunun nasıl ortaya çıktığı yani kaynağı konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. (Peker, 2000:108) Dinin fıtri olmadığını ileri sürenler olduğu kadar, onun insan hayatının ayrılmaz bir parçası olduğunu ve fıtri olduğunu ileri sürenler de vardır (Dam, 2011:29). Hangi düşünce olursa olsun gerçek olan her iki durumda da din, insan hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. Kuran’ı Kerim’e göre insanda din duygusu doğuştan Allah tarafından verilmiştir. Nitekim bir ayette, “Hani Rabbin Ademoğullarının sulblerinden onların soylarını her ne zaman çıkaracak olsa, onları kendileri hakkında tanıklık etmeye çağırır; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar cevaben, “Elbette, buna tanıklık ederiz” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir” (Esed, 2002:7;12) buyrulmaktadır. Yine bir başka ayette de, “Böylece sen, batıl olan her şey uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata uygun davran ki Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin. İşte bu dosdoğru dinin amacıdır; ama insanların çoğu bilmezler” (Esed, 2002:30;30) buyurulmaktadır. Burada “fıtrat” kelimesi, “Allah’ın, mahlukatı kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal üzere yaratması” (İbn’ul Manzur, 1970:1109) anlamına gelmektedir. İşte bu ayetler, bize insanın fıtratında, yüce bir varlığa inanma, güvenme, sığınma, bağlanma gibi dini duyguların bulunduğunu göstermektedir. Bu konuda yapılan ilmi araştırmalar da, çocukta büyük bir din hazırlığının bulunduğunu ortaya koymuştur (Vergote, 1978:315). Fakat doğuştan var olduğu kabul edilen dini duygu ve düşüncenin erken veya gecikmeli olarak ortaya çıkması, sağlıklı veya sağlıksız bir biçimde gelişmesi tamamen çevresel faktörlere büyük ölçüde de içinde yetiştiği aileye bağlıdır. Genellikle dindar bir ailede ve çevrede yaşayan çocuklarda din duygusunun erken yaşlarda uyandığı görülmektedir. Nitekim Peygamberimiz de (SAV), her doğan çocuğun fıtrat üzere doğduğunu, konuşmaya başlayıncaya kadar bu halin devam ettiğini ve ana babanın daha sonradan onu Yahudi, Hıristiyan veya Müslüman yaptığını ifade etmiştir (Müslim, 1988:2048).
Bebeklik evresinde (0-2), dini duygu ve inancın doğuşu ve gelişmesi konusunda çocuğun dışarıdan gelecek dini etkilere ve tecrübelere karşı ruhen yetenekli ve hazır olduğu kabul edilmekle birlikte, bu dönem, çocukta dini bakımdan gözle görülecek belirtilenin bulunmadığı bir dönemdir (Peker, 2000:164). Bu dönemde dini gelişimin daha çok duygularla sınırlı olduğu söylenebilir. Çocukta din duygusunun yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlaması, bebeklik çağının bitip, ilk çocukluk çağının başladığı döneme rastlamaktadır.
2.1. Çocukluk Dönemi Dini Gelişim Genel Özellikleri
Çocukta din duygusunun gelişimi, evrelere göre şekillenmekte ve bazı temel özellikler göstermektedir. Bu gelişim bazı evrelerine ve özelliklerine genel olarak değinebiliriz.
Çocukluk döneminin en temel özelliklerinden birisi, daha önce de belirttiğimiz gibi, doğduğu andan itibaren başlayan ve yaşamı boyunca da belirli düzeyde devam eden birisine olan güvenme ve sığınma yani himaye edilme duygusudur. Bilindiği gibi hayvan yavruları doğumlarından kısa bir süre sonra çok hızlı bir gelişim göstererek, kendi kendilerine yetecek duruma gelebildiği halde, insan yavrusu uzun bir süre kendine yetecek ve kendi varlığını devam ettirecek güç ve imkanlardan yoksundur. Bu nedenle insan yavrusu, bir başkasının bakım ve himayesine muhtaç yani bir ötekine bağımlıdır. Çocuk, birçok temel fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanması yanında, sevgi ve şefkat gördüğünü, korunduğunu hissetmesi onda büyük bir temel güven duygusu yaratır. İşte bu içten gelen sığınma, güvenme ve bağlanma eğilimiyle çocuk, kendisini seven, bakan ve koruyan varlıklar olarak ebeveynine mutlak bağlılık gösterirler. Ebeveynin var olması, çocukta temel güven duygusu yaratır. Bu duygu çocuğun aldığı gıdalar kadar hatta ondan daha fazla önemlidir. İşte, bu mutlak koruyucu ve güvenli bir dayanak inancının zamanla sağlıklı bir şekilde ebeveynden Allah’a yöneltilebilmesi için çocuğun, Allah’a en güçlü bir koruyucu olarak güvenip, inanması gerekir. Çocuğa uygulanacak sevgi ve merhamete dayalı bir eğitim sonucunda o, Allah’ı kendisine güvenilebilen ve sığınılabilen bir varlık olarak düşünecektir. Böylece çocuk, O’ndan uzaklaşmayı düşünmeyecektir (Peker, 2000:166).
Çocukluk dönemi dini gelişimin ikinci temel özelliği kolay inanır olma özelliğidir. Çocuğun dine yabancılaşması ya da ona karşı ilgisizliği bir tarafa, o dine karşı oldukça hazır ve kabiliyetli bir durumdadır. Esasen çocuk düşünmeden, şüphelenmeden ve itiraz etmeden inanmaya hazır olduğundan, söylenenlere içtenlikle inanır. Çocuk sadece dış yönüyle değil, aynı zamanda ruhi olarak da samimi bir şekilde inanır (Köylü, 2004:138). Çünkü çocuk, inanmakla kendisini güçlenmiş ve Allah'a yakın hissetmiş kabul eder. Böylece çocuk, inandıklarıyla kendi dünyasını kurmaya ve geliştirmeye çalışır. Çocuk ilk etapta inancının sebeplerini araştırmaya eğilimli değildir. İnancı üzerinden araştırma yapmadığı gibi şuurlu bir şekilde de inanmaz. Çocuk zaten sorduğu sorulara aldığı cevaplara karşı inanma eğilimlidir. Yaş ilerledikçe daha çok ruhi ve kültürel güçlerin etkisine göre aktif ve şuurlu bir kabul ediş gerçekleşecektir. Çocukların bu çağda duygu ağırlıklı olarak eleştirmeye tabi tutmaksızın öğrendikleri bilgiler, daha sonraki çağlarda zihin ağırlıklı olarak öğreneceklerinin temelini oluşturacağından, onlara öğretilenler gelişigüzellikten kurtarılmalı, gelişim düzeylerine uygun dozda ve doğru bilgiler olmalıdır. Aksi, taktirde gelişigüzel, eksik veya yanlış öğretilen bu bilgiler, ilerde onlarda yanılmalara ve duygu sapmalarına sebep olabilir (Bilgin ve Selçuk, 1991:70).
Çocukluk dönemi dini gelişimin üçüncü belirgin özelliği taklittir. Taklit çocuğun gelişimi ve kişiliğinin şekillenmesinde en temel öğelerden birisidir. Çocukta çok yüksek derecede yetişkinleri taklit etme becerisi vardır. İlk çocukluk evresi (2-6 yaş) taklit evresi olarak isimlendirilebilir. Gelişim sürecine bağlı olarak çocukta zihinsel, duygusal ve psiko-sosyal gelişimlerin yanında, dini anlayış biçimi de daha belirgin bir hal almaya başlar. Fakat okul öncesi dönemde dini inançlar çocuklar tarafından açık bir şekilde kavranamaz. Bu yaşlarda çocuk özellikle yetişkinleri taklit etme eğilimindedir. Çocuk bu evrede karşılaştığı alışkanlıkları, gelenek ve görenekleri, tutum ve davranışları, sözleri ve hayat biçimlerini bilinçli veya bilinçsiz olarak taklit etmeye çalışır. Öyle ki taklit sadece hareketlerde olmaz, duygular ve heyecanlar da taklit edilir (Peker, 1991:48). Çocuğun dini yaşayışı öğrenip bu konuda alışkanlık kazabilmek için taklit etmeyi sık sık kullanır. Zaten din ile ilgili gördüğü şeyleri ve anlatılanları kabul etme eğilimindedir. Ailedeki kişilerde gördüğü ibadet türü davranışları örnek alarak kopya eder. Bu bağlamda dua ve namaz gibi ibadetlere gönüllü olarak katılır. Bu tür ibadi davranışlar, dini sözler çocukta iz bırakır ve çocuk tarafından taklit edilir. Kısacası çocuk, özellikle ailedeki yetişkinlerin dini davranış ve yaşayışlarını taklit eder ve bu taklit etme daha çok tekrarlandıkça bir alışkanlık haline gelir. Böylece taklit ve özdeşleşme yoluyla başlayan dini yaşayış çevrenin dini havasına ve çocuğun ferdi kabiliyetine göre yavaş yavaş gelişip derinleşerek onun kişiliğinin bir parçası olur (Hökelekli, 2001:255).
Dini gelişim açısından çocukluk döneminin dördüncü temel özelliği insanın en güçlü güdülerinden birisi olan merak ve araştırma duygusunun sonucu olan soru sormaya düşkünlüktür. Özellikle dört beş yaş grubu çocuklar devamlı soru sorarlar. Çünkü çocuk için dünya birçok bilinmezlik ile doludur. Çocuk bir yandan gelişmesini sürdürürken, bir yandan da objelerin gerçekten ne, nasıl ve nedenlerini de araştırmaktadır (Yavuz, 1981:4). Çocuğun kazandığı yeni bilgiler, şahsi inancıyla ilgili de yeni sorular meydana getirir. Bu sorulara dinin esaslarına uygun fakat çocuğun anlayabileceği bir tarzda cevap vermek gerekir. Çocukların soruları geçiştirmek veya komple cevapsız bırakmak dini gelişim açısından uygun olmaz. Çünkü soruların cevapsız kalması, hem çocuğun merak ve öğrenme duygusunu ketlemekte hem de soruyu sorduğu konuya ilgisini de azaltabilmektedir.
Çocukluk dönemi dini gelişimin beşinci temel özelliği, ben merkezli olmalarıdır (Köylü, 2004:138). Çocuk için her şey bu dönem itibari ile kendi etrafında döner. Allah ona anne, baba, abla, abi, kardeş vermiştir. Onun yararı için türlü yiyecekler, giyecekler, içecekler sunmuştur. Kendisi ne isterse Allah onu yerine getirecektir. Bu özellik daha çok çocukların dualarında kendini göstermektedir. (Yılmaz, 1999:84)
Çocukluk dönemi dini gelişimin altıncı temel özelliği, antropomorfik yani varlıklara insani özellikle nitelemektir. Çocukluk dönemi dini inançlarına ilişkin yapılan araştırmalarda, onların genellikle somut bir Allah tasavvuruna sahip oldukları görülmektedir (Hökelekli, 2001:264). Çocuklar genelde, Allah’ı daha çok olgun ve yaşlı bir erkek, yani insani özellikleri taşıyan bir varlık olarak tanımlamaktadırlar. Bu tanımlama daha çok Hristiyan inancına sahip çocuklarda görülürken ülkemizde daha az da olsa görülmektedir. Bu tanımlama kültürel anlayışla da orantılı olabilir. Her ne kadar ülkemizde yapılan araştırmalarda da, özellikle yaşları küçük olan bazı çocukların Allah'ı insana benzeyen bir varlık olarak tasavvur ettikleri görülse de, bunu çocuk isteyerek değil, sırf anlama kapasitesinin ötesinde olduğu ve Allah'ı gerçek anlamda tarif edemediğinden böyle davrandığı belirtilmektedir (Hökelekli, 2001:262).
Çocukluk dönemi dini gelişimin bazı evrelerinden kısaca bahsettikten sonra çocukluk dönemi dini inanca ve bu inancın en önemli basamağı olan Allah inancına açıklık getirmek gerekmektedir. Dini gelişim özellikleri dikkate alınarak, çocuklarda, Allah inancını vermek çocukluk dönemi dini gelişim için oldukça önemli bir yerde bulunmaktadır.
2.2. Çocukluk Dönemi Dini İnanç ve Özellikleri
Genel tanım olarak bir kabul etme durumunu anlatan inanç kelimesi, şüphelerden arınmış olarak tam bir tasdik ve kabulü ifade etmektedir. İnanç, bireysel ve toplumsal yaşamımızda oldukça etkindir ve bireylerin kendi iç dünyalarındaki ve sosyal yaşantılarındaki dengeleri kurmada oldukça önemli bir işleve sahiptir (Karacoşkun, 2004:25). İnsanın kendisi ve bütün evren üzerinde hakimiyetini kabul ettiği duyular üstü, yüce, kudret ve kuvvet sahibi bir varlık ve bu varlıkla insan arasındaki ilişkileri düzenleyen bir takım esaslarla ilgili inançlar ise dini inanç olarak tanımlanmaktadır (Peker, 1991:64). Daha önce de ifade edildiği gibi çocuk dini inanca yabancı değildir. Aksine onun içinde dine karşı bir eğilim vardır ve çocuk inanmaya donanımlıdır (Yavuz, 1981:42)
Her dinin kendine göre bir takım inanç esasları vardır. Bunlara dini terminolojide ‘itikad’ adı verilmektedir. İslam dini inancının ilk ve en temel şartı Allah’a iman veya Allah inancıdır. Nitekim Kuran’da ifade edildiğine göre affedilmeyecek tek günahın Allah’a eş koşmak manasında olan ‘şirk’ olması bu konunun önemi anlatmaktadır. Kuran’da Nisa Suresinin 48. Ayetinde Allah şöyle buyurmaktadır; “Şüphesiz Allah, dilediği kimselerin daha hafif günahlarını bağışladığı halde, Kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz: zira Allah’a ortak koşanlar, gerçekten korkunç bir günah işlemiş olurlar.” Bu ayetinde ifade ettiği gibi İslam inancının temelini Allah inancı oluşturmaktadır. O zaman çocuğun dini inanç konularında da en temel eğitim faaliyetinin doğru bir Allah inancından geçtiği söylenebilir. Doğru bir Allah inancının oluşabilmesi için çocukta doğru bir Allah tasavvurunun oluşması da kaçınılmazdır.
2.3. Allah Tasavvuru
Bireyin gördüğü, duyduğu, yaşadığı kısaca idrak ettiği her şeyin bu idrak olayı
bitse bile zihinde bir izi kalır. Bu iz idrak ettiğimiz şeyleri daha sonra istediğimiz
zaman zihnimizde yeniden canlandırmamıza yardımcı olur. Zihnimizde canlandırdığımız
her imaj bir tasavvurdur (Peker, 2000:90). Fakat insan bir takım bilgiler
ışığında daha önce görmediği, idrak etmediği şeyleri de zihninde canlandırabilir
(Peker, 2000:91). Tasavvur (imagination) genel olarak, zihni imajların ve fikirlerin üretilme süreci ve gücüdür. Terim önceden algılanmış objelerin zihinde yeniden canlandırılması sürecini tanımlamak için kullanılır.
2.3. Çocuğun Allah Tasavvuruna Etki Eden Bazı Faktörler
2.3.1. Yaş Faktörü
Çocukların Allah tasavvurlarının oluşmasındaki en önemli faktörlerin başında yaş faktörü gelmektedir. Çocuklar yetiştikleri çevre ve ortama bağlı olarak bir Allah tasavvuru oluşturlar. Fakat çocukların sahip oldukları inanç hakkında çok detaylı fikirleri yoktur. Belki aile ya da çevresinde çok bilinçli bir eğitim almanın dışında, küçük çocuklar için bu gibi dini konulardaki bilişsel sınırlamalar önemli rol oynarlar. Ancak bununla beraber eğer bir genelleme yoluna gidilirse, küçük çocukların olumlu ve ılımlı bir Allah anlayışına sahip oldukları söylenebilir (Köylü, 2004:141). Çoğunlukla eğlence ve oyunla ilişkilendirilecek bir Allah tasavvuru sergilerler. Allah, basit ve daha çok dünyevi zevklerle ilintili olup, genellikle çocukların hayallerine karşılık veren bir varlık olarak kabul edilir. Meseleye yaşlar açısından bakıldığında, 4-6 yaş grubundaki çocukların Allah tasavvurlarının açık bir şekilde bireysel ilgi üzerine kurulduğu görülmektedir. Bu kendine odaklanma, 4-6 yaş çocukların Allah anlayışlarını ve düşüncelerini de etkilemektedir. Dolayısıyla bu yaş çocuklar için farklı Allah tasavvurları vardır. Meseleye psikoanalitik açıdan baktığımızda, bunun biraz da çocukluk döneminin özelliği olan kendisine fazla önem verme ve ben merkezci bir anlayışa sahip olmasından kaynaklandığı sonucuna varabiliriz (Köylü, 2004:141).
2.3.2. Cinsiyet Faktörü
Kız ve erkeklerin Allah hakkındaki tasavvurları da bazı farklılıklar göstermektedir. Erkek çocuklara göre arzu edilen herhangi bir hedefe ulaşmada Allah'ın planlaması ve onayı olmalıdır. Bu açında Allah'ın belli bir yerde oturması ya da pasif bir konumda olması kabul edilemez. Allah sürekli olarak bir şeyler yapma zorundadır. Erkek çocuklara göre, hayata müdahil olsa da duygusal, hissi ve mekansal olarak uzaktır. Bir diğer husus ise erkek çocukların Allah’ın kadın değil erkek olması gerektiği fikrini paylaşmalarıdır. (Köylü, 2004:143-144).
Kızların dünyasında ise Allah, daha estetik olarak hayata müdahil olan bir varlıktır. Kızların bazen estetik ve cinsel niteliklerini Allah anlayışlarına da yansıttıkları görülmektedir (Yavuz, 1981:97). Kızların Allah'la ilgili olarak bir başka fikirleri de, Allah'ın daha
pasif, olduğu düşüncesidir. Kızlara göre Allah daha az agresiftir. Kızların Allah anlayışlarının bir diğer özelliği de, erkeklerle kıyasladığımızda, mesafe olarak daha yakın bir Allah anlayışına sahip olmalarıdır. Allah ile daha çok duygusal bir yakınlık duyarlar. (Köylü, 2004:144).
2.3.3. Kişilik Özellikleri
Çocukların yaşları ve cinsiyetleri kadar kişilik yapılan da onların Allah hakkındaki düşüncelerini etkilemektedir. Bunun aile yapısıyla ebeveynin çocuğa karşı ilgi ve davranışlarıyla yakından ilgili olduğu görülmektedir. Çocukların Allah inancına ilişkin derinlemesine yaptığı araştırmada, Heller, çocukların yetiştikleri aile ortamına bağlı olarak 6 tür Allah inancına sahip olduklarını belirtmektedir. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz.
Çocuklar arasında baskın olan birinci tür Allah anlayışı, Allah'ı arkadaşça ve dostça bir varlık olarak kabul etmeleridir. Allah, çocuğun gözünde hayali bir oyun arkadaşı gibidir ve çocuk için bu ilişki mutluluk vericidir. Bu tarz düşünceye sahip olan çocukların genellikle çok fazla olumsuz duygu ve düşünceleri olmaz. Böyle bir Allah tasavvuru olan çocuklarda iki tür durum düşünülebilir. Birincisi, aile ve çevresinde gördüğü olumlu duyguları Allah ile de ilişkilendirmesi ki bu sağlıklı bir durumdur. Diğer bir düşünce şekli de hayatında eksik olan sevgiyi böyle bir Allah tasavvuru ile doldurmaya çalışmasıdır.
İkinci bir Allah inancı şekli olarak, çocukların öncekinin tam aksine, kızgın ve cani bir Allah tasavvuruna sahip olmalarıdır. Bu çocukların Allah tasavvuruna göre Allah sadist bir şekilde davranır ve eylemlerinde sevgi ve şefkatten uzak, keyfine göre hareket eder. Bu tür inanca sahip olan küçük çocuklar ya böyle bir Allah'tan korkarlar ya da bu kötü niyetli güçlü Allah'a alışarak büyümek isterler. Genellikle bu tür inanca sahip olan çocukların ebeveynleri ile yaşadıkları ve tecrübe ettikleri olayları Allah tasavvurlarına da yansıttıkları görülmektedir.
Çocuklar arasında baskın olan üçüncü tür bir Allah anlayışı da, uzak bir yerdeki Allah resmidir. Çocuklar bazen bu Allah'a ulaşmak isterler, fakat ona ulaşmanın imkansızlığını düşünerek vazgeçerler. Bu tür inanca sahip olan çocuklar incelendiklerinde genellikle ailede, eşler arası veya kendisi ile anne-babası arasında ilişkisel bir uzaklık olduğu görülmüştür. Çocukları böyle bir uzak Allah anlayışına iten sebeplerden biri de kendi içsel yalnızlıklarını Allah tasavvurlarına yansıtmalarıdır.
Dördüncü bir Allah tasavvuru da çocukların tutarsız bir Allah anlayışına sahip olmalarıdır. Çocuklar bazı durumlarda olumlu bir Allah anlayışına sahipken, bazı durumlarda da büyük tutarsızlıklara neden olan bir Allah anlayışına sahip olabilmektedirler. Bunun da nedeni, muhtemelen çocuğun hayatın tutarsızlıklarını anlamada zorlanmasıdır. Bu duruma da yine büyük ölçüde çocukların sahip olduğu aileler neden olmaktadır. Bu tür anlayışa sahip olan çocukların anne-babalarının da tutarlı olmadığı, bazen çocuğu desteklerken, bazen desteğini çektiği; bazen ödüllendirici bazen de hiç beklenmedik bir şekilde cezalandırıcı bir davranış uyguladıkları görülmüştür. Böyle bir ailede yetişen bir çocuk için hayat zemini kaygan olacaktır. Bu durum her şeye genellenip, Allah inancına da yansıtılabilir. Sonuçta Tutarsız bir hayatta tutarsız bir Allah inancının gelişmesi de doğal bir süreçtir.
Beşinci bir Allah tasavvuru şekli de, onun bir kral olarak tasvir edilmesidir. Kral rolünde olan Allah, yeryüzündeki insanlar için hükümler koyar ve onlara adalet dağıtır. Bu tür inanca sahip olan çocuklara göre, Allah her ne kadar sınırsız bir güce sahip olsa bile, yine o gücünü merhametli olarak kullanır. Böyle bir Allah inancında Allah’ın cinsiyeti erkektir. Yine bu tür inanca sahip olan çocukların aileleri incelendiğinde böyle bir inancın kaynağı oldukları görülmektedir. Bu çocukların ebeveynleri bir diktatör gibi davranmasalarda göze çarpan özellikle babanın aşırı derece kuralcı olmasıdır.
Altıncı ve son olarak, bazı çocuklar için de Allah sanki bir terapist niteliğindedir. Bu tür inanca sahip olan çocukların gözünde Allah, hastalıkları iyileştirici bir roldedir. Böyle bir Allah tüm yiyecek ve içecekleri veren, seven ve koruyan, bir varlıktır. Bu tür bir Allah anlayışına sahip olan çocukların ailelerine baktığımızda, daha ziyade çocuklara ihtimam gösteren, daha esnek sınırları ve kuralları olan aileler olduğu görülmektedir.
Yukarıda sayılan Allah tasavvurlarının birçoğu çocukluk dönemiyle sınırlı kalmayıp insanın hayatının bütününde de kendisini hissettirdiği görülmektedir. Zaten yetişkin düşünce ve yaşantılarının büyük bir kısmının tohumu çocukluk döneminde atılmaktadır (Heller’den aktaran: Köylü, 2004:145-146-147).
2.4. Çocuğa Allah İnancını Öğretimindeki Zorluklar
İlk önce şunu kabul etmek gerekir ki, çocuklarla Allah hakkında konuşmak ve onların Allah hakkında sordukları sorulan cevaplandırmak kolay bir iş değildir. Bunun birtakım sebepleri vardır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz. Birinci olarak Allah, soyut bir kavramdır. Çocukların yaşamlarında karşılaştıkları somut bir varlık değildir. Bundan da fazlası, O'nun her şeyi görmesi, her şeyi duyması ve her şeyi yapabilmesi, çocukların anlayış seviyelerinin çok üstündedir. Allah’ın bu sıfatlarını duyan özellikle 4-5 yaşlarından çocuklar, Allah ile ilgili olarak, “Allah'ın da annesi ve babası var mıdır? Çocuklan var mıdır? O'nu kim yarattı? Allah nasıl oldu?” gibi soruları arka arkaya ve defalarca sorabilir.
Çocuklara Allah kavramını öğretmenin zorluklarından ikincisi de, değişen toplum yapısıdır. Geçmişteki, her şey ‘Allah'ın iradesi ve istemesiyle oluşur’ şeklindeki önerme, o toplumsal yapı tarafından yeterli görülürken, günümüzde bu olayların birtakım tabii güçler yoluyla, örneğin ekonomik, sosyal, siyası, psikolojik ve fizyolojik nedenler sonucu ortaya çıktığı savunulmaktadır. Bu anlayışın bir sonucu olarak artık biz, Allah'ın Rezzak (rızk verici) sıfatı yerine, hayat sigortası; hastalıklardan kurtulmak için dua yerine, ilaçların önerildiği bir dünyada yaşıyor ve bu şekilde bir eğitim alıyoruz. Tabi ki tüm bu bilimsel anlamdaki izah tarzları, çocuklarda, hatta yetişkinler de bile tabiatüstü bir varlığa olan gerçek bir bağımlılık hissini azaltmaktadır (Köylü, 2004:149). Allah inancı, diğer dini inanç ve uygulamaların da temelini oluşturduğu için öğretimi önemli bir konu olmaktadır. O zaman çocuklara, doğru bir Allah kavramını nasıl öğretmeliyiz?
2.5. Allah İnancının Öğretimi
Daha önce de ifade edildiği gibi, çocukların en çok ilgilerini çeken ve ana-babasına en çok soru yönelttikleri konu şüphesiz Allah’tır. Çocukların Allah’ı bu derece merak etmelerinde ve O’nunla ilgili çok soru sormalarında doğuştan getirdikleri inanç duygusunun ve çevresinde sık sık Allah lafzını işitmesinin yanında çocukluk çağının bir gerçeği olan, çocukların tabiatüstü kuvvet ve varlığa karşı duydukları temayülün de etkili olduğu söylenebilir (Dam, 2011:37). Cinsiyet, kişilik, huy, karakter ve aile yapısı gibi çocukların dini inanç öğretimine etki eden pek çok faktör olmasına rağmen, (Köylü, 2004:149) en önemli etkenin yaş farklılığından kaynaklanmasından dolayı, yine kısaca çocukların yaşla birlikte gösterdikleri özellikleri belirtip, bu yaş grubu çocuklara uygulanacak bazı prensiplerden bahsetmek yerinde olacaktır. Özellikle 4 yaş, çocukların dini alandaki ilgilerinin en önemli çağıdır. Çocuklar bu dönemde (4-6 yaş) Allah hakkında düşünüp, konuşabilir ve hayat olayları ile bir yaratıcı arasında bazı temel ilişkiler kurabilirler. Bu dönemdeki çocukların birçoğu, Allah'ı sevecen bir şekilde tasvir ederler. Bu dönemdeki çocuklarla, Allah ya da her hangi bir dini konuda konuşurken basit ve açık olmasına dikkat etmek gerekir. Konuşma çok karışık ve zor olursa, çocuğun kafası karışıp, bu tür konularda konuşmaktan ve ilgi duymaktan vazgeçebilir. Bu dönemdeki dini eğitimin verileceği yer yine hiç kuşkusuz ailedir. Aile verilen dini gelişim ve tutumlar daha sonraki ilişkilerin devamında da belirleyici bir rol oynayacaktır. Aile tarafından verilen din eğitimi gönüllü olacağından, örgün eğitimdeki zorunlu din eğitiminden çok daha etkili ve faydalıdır. Tabi ki aile her zaman çocuğun doğru ve sağlıklı dini inançlara sahip olmasına neden olmayabilir. Sağlıklı bir dini gelişim için en önemli özellik sevgi ve güvenin tesisidir. Her konuda olduğu gibi inanç konusunda da sevgi ebeveyn ve çocuk ilişkisinin özünü oluşturmaktadır. Onun için anne-baba çocukları ile Allah arasındaki bağı, sevgi çerçevesi içinde kurmalıdır. Çocuk Allah’ı sevmeli, Allah'ın da kendisini sevdiğine inanmalıdır (Ay, 1995:24). Çocuk böylelikle Allah’a güven duyacak ve gerektiği zamanlarda Allah’a sığınabilecektir. Çocuğa Allah'ı tanıtırken yapılabilecek en büyük hata, Allah'ı, devamlı olarak kendisinden korkulması gereken bir varlık olarak tanıtmaktır. Anne-baba, çocuğun yanlış davranışlarının cezalandırıcısı olarak Allah'ı ortaya sürmeleri, işin kolay ve kestirme yolu gibi gözükse de bu tutum, çocuğun zihninde çok olumsuz bir Allah düşüncesinin oluşmasına yol açabilir (Ay, 1995:104).
Bu yaş dönemi çocuğun Allah’a iman konusunda bir hazırlık evresi olarak görülebilir. Basit anlamda bazı sözler çocuğa öğretilebilir ama kesinlikle çocuk dini faaliyetlere zorlanmamalıdır (Şimşek, 2004:216). Çocuk dini faaliyetlerle, oyun anlayışı içinde tanıştırılmalı, öğrenmede oyunun rolü üzerinden bir kurgu tasarlanmalıdır. Örneğin, namaz esnasında sırta atlama veya secdede yanına yatma, secde de sırta çıkma gibi durumlar çocukta dini faaliyetlere karşı ilginin olduğunu gösterebilir. İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.)'de böyle yapmış, namaz esnasında sırtına, hatta başına binen çocuklara hoşgörü ile yaklaşmış, onların keyfini kaçırmamak için secdeyi uzatmış, namazda kendisi ile oynamalarına izin vermiştir (Müslim, 1988:42). Bu dönemde oyun ile beraber ilahiler de öğretilebilir. Din eğitimi kıssalar, hikayeler yolu ile anlatılabilir. Hele hele şu teknoloji çağında dini çizgi filmler, internet üzerinden oyunlar ile öğretim daha da eğlenceli bir şekilde yapılabilmektedir.
Çocuk bu dönemde etrafından duyduğu kavramları anlamaya, onlar hakkında sorular sormaya başlar. Çocuğun dikkatini en çok çeken kavramların başında ‘Allah’ gelmektedir. Çünkü çocuk hemen her çevrede kavramın söylendiğini duyar. Allah kavramı günlük konuşma dilinde çok sık kullanılır, ‘inşallah’, ‘maşallah’, ‘Allah’a emanet’, ‘Allah bağışlasın’, ‘Allah’a şükür’ gibi. Duyduğu her kelimeyi merak eden çocuk sormaya başlar; ‘Allah nerede yaşar?’ ‘Allah’ın babası-annesi var mı?’ ‘Allah bizi duyar mı?’ ‘Allah bizi görür mü?’ Bu sorularla çocuk Allah'ı tanımaya ve zihninde tasarlamaya başlar. Pek çok ebeveyn çocuklarına Allah hakkında doğru şeyler vermek, öğretmek isterken, bunun nasıl olacağı konusunu ile çok da ilgilenmezler. Ya bu soruları geçiştirirler ya da çocuklarının Allah hakkında sordukları sorulan yersiz ve dini inançlara ters düşüyor diye çocuğa soru sormayı yasaklarlar ve ya çocuğun gelişim seviyesini dikkate almadan cevaplar verirler. Bu durumlar oldukça sağlıksız bir takım durumlar oluşturabilir. Yapılması gereken nedir? Sorusuna ise birkaç cevap verilebilir.
Bu cevaplardan birisi çocuklar Allah hakkında konuşmayı istedikleri zaman konuşmak daha doğru bir yaklaşım olabilir. O halde çocukları bu tür konulara teşvik etmek gerekir. Allah hakkında sorduğu sorulara ilk etapta cevap vermekten daha çok çocuğun neler düşündüğünü anlatmasını isteyebiliriz. Her şeyden önce bu konularda konuşabilmek için çocukların yaşını dikkate almak gerekir. Psikologlara göre çocuklarla Allah ve diğer dini konularda konuşmanın en uygun yaşı 4 ve 5 yaşlardır. Bu da ancak çocuk tarafından bu gibi konulara bir ilgi ve merak duyulduğu an yapılmalıdır.
Diğer bir husus da, dini inanç konularının otorite aracılığıyla öğretilmesinden daha çok, çocukların hayal güçlerinden yararlanmak suretiyle öğretilmeye çalışılmasıdır. Çünkü, en kalıcı ve sağlam öğrenme, kişinin kendi çabalan sonucu gerçekleştirdiği öğrenme şeklidir. Bu genel prensiplerin ötesinde, özellikle Allah inancıyla ilgili öğretim faaliyetlerinde ifadelerin, mümkün olduğunca kısa, öz, anlamlı, sevgiye dayalı, sade ve açık olmasına dikkat edilmelidir. Bu bağlamda, “Allah birdir, Allah yaratıcıdır, her şeye gücü yeter, O tüm tabiattaki varlıkların rızkını verendir, O tüm sıfatlarında tamdır, O sonsuzdur, O güçlüdür, her şeyi bilir, her şeyi görür, her şeye gücü yeter. O tüm yaratıkları sever. Yalnızca O'na ibadet edilir,” şeklindeki ifadeler örnek olarak verilebilir (Ay, 1995:109-132).
Kanaatimizce burada, ebeveyne düşen görev, çocukların sorun ettikleri veya gerçekten ilgi duydukları konuları konuşmalarıdır. İlgisinin çekmediği konuları uzan uzadıya anlatmak çocuğun kapasitesini zorlamak manasına gelebilir. Bununla beraber kesinlikle çocuğa “senin inandığın bu şey yanlıştır” diyerek, onun inançlarına engel olmamak gerekir. Öteki alanlarda olduğu gibi, dini alanda da çocuğun sorularıyla ilgilenilmesi, daha sonraki yıllarda sağlıklı bir dini gelişim için son derece önemlidir. Şunu unutmamak gerekir ki, çocuklara verilecek cevaplar, onların ruhsal olarak rahatlatacağı gibi, kendi anlayış seviyelerinin üstünde verildiğinde, ruhsal sıkıntılara düşmesine de neden olunabilir.
İnsan doğasının en temel ihtiyaçlarından biri de sevmek ve sevilmek ihtiyacıdır. Tüm insanlar için geçerli olan bu ihtiyacın çocuklarda yetişkinlere oranla daha yoğun hissedildiği söylenebilir. Yeterli derecede sevgi ve ilgi gören çocuğun kendini güvende hissetmesi daha mümkün olmaktadır. Yaşadıkları sosyal çevrede her gün defalarca işittikleri, inandıkları ve tasavvur ettikleri ilahi varlık ile aralarındaki sevgi ilişkisine bakıldığında genellikle çocukların şartlı bir sevgiden bahsettikleri görülmektedir. Çocuklara Allah'ın kendilerini neden sevip sevmediğini sorulduğunda verdikleri cevaplar genellikle “uslu olduğumuz için Allah bizi sever” şeklinde değil “uslu durursak sever”, “yaramazlık yapmazsak, yalan söylemezsek, annemizi üzmezsek sever”, “namaz kılarsak, iyilik yaparsak, Allah'ın dediklerini yaparsak sever” gibi ifadelerdir (Gündüz’den aktaran Dönmez, 2013:534). Halbuki çocukların dini açıdan mükellef olmadıkları bilinen bir husustur. Allah'ın sevgisini almak için çocukların bir şey yapmalarına gerek yoktur. Şartlı bir sevgi çocuk için sağlıklı bir duygu değildir. Aslında yetişkinler için bile hoş olmayan bir durum olan şartlı sevgi çocuklar için daha travmatik bir durum olabilir. Çocuklara bir davranış kazandırırken ya da bir davranışı engellemek için sevgi araç olarak kullanılmamalıdır. Her durum ve şart altında, koşulsuz kabul edilip, sevildiğini bilmek çocukta güven duygusunu güçlendirir ve Allah ile arasında kurmaya çalıştığı bağı sağlamlaştırır.
Korku, kaçınılmaz ve temel bir duygudur. Büyüyüp olgunlaştıkça ve algı dünyaları geliştikçe çocukların hayali yaratıklardan, karanlıktan ve yalnızlıktan, terk edilmekten korkma durumlarında bir artış olduğu gözlemlenmiştir. Okul öncesi dönem çocuklarının Allah'tan korkup korkmadıklarını da irdeleyen bir araştırmada çocukların genellikle Allah'tan korkma eğiliminde oldukları tespit edilmiştir. Allah'tan korkma gerekçelerini çok canlı korku ifadeleriyle anlattıkları müşahede edilmiştir.
Örneğin, “Allah' tan korkarım çünkü herkes korkar eğer korkmazsan cehenneminde çıtır çıtır yakar” (5 yaş, erkek).
“Allah'tan korkuyorum çünkü o kötüdür, herkesi öldürüyor” (5 yaş, erkek) (Gündüz’den aktaran Dönmez, 2013:535).
Pek çok yetişkinin çocukluğunda ‘taş eden’, ‘çarpan’ bir Allah tasavvuru olması bu durumu açıklayabilecek bir örnek oluşturabilir. Bilişsel olgunluğa erişmemiş ve soyut kavramları anlayabilecek düzeyde olmayan okul öncesi dönemdeki çocuklara Allah'ı tam olarak anlatmak kolay olmayabilir. Fakat “Allah taş eder” dendiğinde okul öncesi dönemdeki çocuk gerçekten yaptığı bir yanlış sonrasında taş olacağına inanır ve bu onun hassas bünyesinde travmatik ve tamir edilemez yaralara yol açabilir. Kişi korktuğu bir varlığı gerçek manada sevemez ve onunla gerçek bir bağ kurması zor olur. Çocukların yaramazlıklarını durdurabilmek, yanlış davranışlarını düzeltebilmek için konuşmak, açıklama yapmak, ikna etmek daha da güzeli ebeveynlerin, yaparak-yaşayarak örnek olmak yerine genellikle işin kolayına kaçmaları neticesinde, Allah olumsuz sıfatlarla, icraatlarla çocuğa anlatılır. Sonraki yıllarda çocuğun bunları anlaması, olumsuz etkilenmemesi de olasıdır (Bilgin ve Selçuk, 1991:80) ama yine de korku temelli bir din eğitimi anlayışı pedagojik açıdan bilimsel değildir.
Unutulmamalıdır ki insanoğlu genelde, ümit ettiği şeyi sever, korkularından ise uzaklaşmak ister. İman ve bağlanma, sevgi ile mümkündür. Nitekim Hz.Peygamber, “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” (Müslim, 1988:354) buyurmuştur.
Çocukta var olan ‘sevgi’, ‘sığınma’ ve ‘bağlanma’ duygularıyla ‘korku’ duygusu çok iyi tanınmalı ve sevgi ve bağlanma duygusu yeterince doyurularak bunlar “Allah sevgisi” ve “Allah’a bağlanma” duygularına ulaştırılmalıdır. Çocuk, ilk çocukluk yıllarında korku duygusuna vurgu yapılarak Allah’tan korkutulmamalıdır. Suç ve ceza, iyi ve kötü, cennet ve cehennem, günah ve sevap gibi kavramları öğrenmeden verilen Allah korkusu yanlış sonuçlar doğurabilir. Çocuk önce Allah’ı sevmeli ve O’na bağlanmalıdır. Allah korkusunun aşırı derecede kullanılması, çocukların duygusal, hatta onunla paralel olarak bedensel gelişmelerine olumsuz etkiler yapabilmektedir.
Özetle ifade etmek gerekirse, 3-4 yaşlarından itibaren çocukta Allah kavramı gelişmeye başlar. Özellikle okul öncesi dönemde Allah’ı antropomorfik (insana benzer özellikler) tarzda tasavvur etmeleri kaçınılmazdır. Çocukta Allah tasavvurunun oluşumu ve gelişiminde yaşa bağlı değişkenlerin yanında başka faktörlerin de etkili olduğunu dikkate almalıyız. Bu nedenle çocukta sağlıklı ve olumlu bir Allah tasavvuru gelişimini sağlamak, onun ihtiyaçlarının neler olduğunu anlamak ve çocuklardaki normal gelişim özelliklerini bilmekle mümkündür. Çocuğun gelişim evrelerine ilişkin özellikleri bilmemekten kaynaklanan bazı eğitim hataları çocukta yanlış bir Allah tasavvuru oluşmasına neden olabilmektedir.
3. ÇOCUKLUK DÖNEMİ DİN EĞİTİMİNDE AİLENİN ROLÜ VE BAZI TEMEL İLKELER
Aile toplumun en küçük birimi olarak kabul edilmektedir. Sağlıklı, güçlü ve huzurlu bir toplumun garantisi, aile kurumudur. Ailenin belki de en başta gelen görevlerinden biri, çocukların bakımı ve eğitimidir.
Bazı psikologlar, insanın kişiliğinin okul çağına kadar büyük ölçüde teşekkül ettiğini ifade etmektedirler. Çocuğun özellikle okul öncesi dönemde, aile içerisinde geçirdiği yaşantıların ve bu dönemin izlerinin onun yetişkinlik yıllarındaki kişilik özellikleri üzerinde belirleyici rolü olduğundan bahsetmiştik. Sosyal öğrenme kuramcıları, anne-babaların çocuklarına kötü davranmalarının temel nedenini, kendilerinin de çocukken kötü davranışa maruz kalmalarına bağlamaktadırlar. Çünkü bildikleri tek davranış modeli kötü davranma modelidir (Cüceloğlu, 1992:377). Aile ortamı, çocuğun duygusal, zihinsel ve psiko-sosyal gelişimine tesir etmekte, bu durum da, çocuğun hayatının her aşamasını etkilemektedir.
Aile ortamı çocuğun psikolojik ve sosyal gelişimine olduğu kadar onun dini gelişimine de olumlu veya olumsuz olarak etki etmektedir. Çocuğun dini duygu ve düşünce gelişimine bakıldığında, iki ana faktörün etkili olduğu görülmektedir: a) İç faktörler b) Dış faktörler. İç faktörler; doğal kabiliyet, bağlanma, sığınma, inanma, güvenme ihtiyaçları, merak ve zihni arayış gibi içsel uyarıcılardır. Dış faktörler ise; başta anne-baba ve diğer aile bireyleri olmak üzere, arkadaşlar, komşular, okul, iletişim araçları gibi çevresel etkenlerdir (Dam, 2011, 52)
Çocukta doğuştan var olduğunu kabul ettiğimiz din duygusunun, erken veya geç dönemde ortaya çıkmasında ve aynı zamanda sağlıklı veya sağlıksız bir şekilde gelişmesinde dış etkenlerin önemi daha büyüktür. Çocuğun dini gelişimin etkileyen dış faktörler arasında en önemlisi ise ailedir. Yani çocukta inanma yeteneğinin ilk önce geliştirildiği yer ailedir (Yavuz, 1981:63). Araştırmalar, çocukta dini duygu ve düşüncenin gelişmesinde, ailenin en önemli faktör olduğunu ortaya koymaktadır (Yavuz, 1981:46). Aile dini ilişkilerin ve dini davranışların modelidir. Dini değerler ailede temsil edildiği şekliyle çocuğun dünyasına girer. Çocuk nasıl yetişkinlerin dillerini önce kelime ve kavramlar halinde almaya kabiliyetli ise onların dinlerini de kabul etmeye yeteneklidir (Yavuz, 1981:44).
Çocuğun dini kişiliği büyük ölçüde ailede gelişir. Bu nedenle çocuğun dini gelişimi ve eğitiminde ihtiyaç duyulan en önemli etken, elverişli bir ailenin çevresi ve model alabileceği anne-babadır. Nitekim, çocuk üzerinde en önemli etkiyi anne-baba davranışlarının yaptığı, anne-babanın din ile ilgili tutum ve davranışlarının doğrudan çocuğa yansıdığı ve onun dini yaşantısına olumlu veya olumsuz yönde etkide bulunduğu görülmektedir. Çocukluk dönemi, bir anlamda taklit dönemi olduğundan, aile ortamında yapılan ibadetler, dualar ve her türlü dini söz ve davranışlar çocuğun bilincine yerleşir ve bir taraftan onları taklit ederken, diğer taraftan da bunlarla ilgili çeşitli sorular sormasına vesile olur (Dam, 2011:54). Çocukların sorularına verilecek uygun cevaplar, onlarda dini inancın erken uyanmasına ve sağlıklı gelişmesine yardımcı olur. Sorulara yanlış veya baştan savma cevapların verilmesi ise çocukta dini duygunun uyanması ve gelişmesinde gecikmelere yol açabileceği gibi sapmalara da neden olabilir (Peker, 2000:166; Öcal, 2003:75). Ancak aile içerisinde çocuğun hissettiği dini hayatın içeriği ile ailenin dine ilgi dereceleri ve dini eğitimde izlenen yöntemlere bağlı olarak farklı neticeler ortaya çıkabilmektedir. Yani aile, çocuğa dinini doğru bir şekilde öğretip, ondaki dini duygunun gelişmesini sağlayabileceği gibi, yanlış tutum ve davranışlar nedeniyle ondaki dini duygunun körelmesine de neden olabilir (Hökelekli, 2001:257).
Ailede verilen din eğitimi çocukları bu kadar derinden etkiliyorsa, bu ailenin aynı zamanda dini ilişkilerin modeli olmasından ileri gelmektedir. Aile bireylerinin dini davranışları, kullandıkları dini sözler çocukta izler bırakır. Dua ve ibadetlerin çocuklarla birlikte yapılması, bazı duaların ve kalıp bilgilerin ezberlettirilmesi, kutsal gün ve gecelerin, dini bayramların bütün aile bireyleriyle beraber kutlanması çocuk üzerinde çok önemli izler bırakacak ve aileye de özel bir bağlılık kazandıracaktır. Bu bağ, birçok yetişkinde çocukluk hatıralarının silinmez olduğunu gösterir ve tabi oldukları dini hisleri tayin eder (Vergote, 1978:316).
Özetlemek gerekirse, çocukluk döneminde başta konumuz olan dini gelişim olmak üzere çocuğun her türlü gelişiminde birinci derecede hem etkili hem de sorumlu olan kurum ailedir. O zaman çocuğun dini yönden yetiştirilmesi, sağlıklı bir dini tutum ve davranışa sahip olması için ne yapmalı, nasıl hareket edilmelidir? Çocukluk dönemi din eğitiminde ailenin yeri ve rolünü belirledikten sonra, şimdi de aile bireylerinin nelere dikkat etmeleri gerektiğini alt başlıklar halinde kısaca açıklamaya çalışacağız.
3.1. Dini Eğitimi Çocuğun Doğumuyla Başlanılması
Çocuğun eğitimi ve özellikle din eğitimi doğumdan ölüme kadar geçen bir süreçtir. Bundan dolayı çocuğun dini eğitimi dış uyarıcılara maruz kaldığı doğum anı ile başlar.
Bilindiği gibi eğitimde sevginin yanında güven ihtiyacının da önemli bir yeri vardır. Yeni doğan bir bebeğin, güven, sevgi, bağlanmaya ve ilgiye ihtiyaç duyduğu bilinmektedir. Bebeğe karşı sevgi ve güvenin hissettirilmesi, annenin dokunuşu, güzel sözler ve ninniler söylemesiyle sağlanmaktadır.
Amerikalı yazar Carroll, eğitimin doğumun hemen arkasında ilk dakikalardan itibaren başladığını açıklarken, dünyanın çeşitli yerlerinden örnekler vermektedir. Çocukların etrafında olup bitenlerden etkilendiğini, konuşmaları hissettiğini açıklayan yazar, bu çerçevede bazı Hıristiyan mezheplerinde ve Kızılderililerde yapılan duaların, Müslümanların çocuğun kulağına ezan okumalarının etkilerinden bahsetmektedir. (Uluğ, 2010:49)
3.2. Ailede İyi Bir İletişim Ortamının Oluşturulması
Çocuk ilk dini bilgileri ailede öğrendiği için, ebeveyn ve çocuk arasında iyi bir iletişim ortamının olması oldukça önemlidir. Ebeveyn, çocuklarıyla dini konular üzerinde yeteri kadar konuşmalı, çocukların sorduğu sorulara onların gelişim düzeylerine göre tatmin edici cevaplar vermesi oldukça önemlidir. Çocuk soru sorduğunda ciddiye alınıp, çocuğun konuşması veya sorusu bitene kadar ilgiyle dinlemek gerekir. Çocukların dini sorularına cevap verirken veya herhangi bir konuda da konuşurken konuşma tarzımız da önemlidir. Bu konuda Kuran’ı Kerim’de Lokman suresinde güzel bir örnek de verilmektedir:
Lokman kıssasında, şefkatli bir babanın tutumunu, dostça ve samimi tavrını, çocuğu ile olan eğitim-öğretim ilişkisini görmekteyiz. Lokman (a.s) oğluna verdiği öğütte, Allah’ın birliğini, ortağı ve benzeri olmadığını öğretmeyi hedeflemiştir. Konu Lokman suresi 13. ayette şöyle anlatılmaktadır: “Lokman oğluna öğüt vererek demişti ki: “Yavrucuğum, Allah’a ortak koşma, çünkü ortak koşmak büyük bir zulümdür” (Lokman Suresi: 13. Ayet). Burada ifade edilen “yavrucuğum” ifadesi şefkat ve sevgi ifadesi olarak, oğluna nasihat etme amacı gütmektedir. Bir baskı veya tehdit unsuru yoktur. Hemen arkasından gelen “Allah’a şirk koşma” ifadesi ile bir emir verilip, konu burada kapatılmamış, bu eylemi niye yapmayacağı arkasından gelen “çünkü” ifadesi ile bir sebep sonuç ilişkisine bağlanmıştır. Böylelikle çocuğa da; “babam böyle istiyor” ve ya “bu işin böyle olduğu söyleniyor başka tercihim yok” diye değil, gerçekten doğru ve yanlışın ne olduğuna inanarak, benimseyerek, ve içselleştirerek kendi düşüncesi olarak iradi bir tercihle bir kanaate ve inanca ulaşma mesajı verilmiş olmaktadır.
Bu örnekte de görüldüğü üzere çocuktan belli bir davranışı sergilemesi istendiğinde, sebepleri de açıklanmalı ve çocuğun bu durumu anlayarak benimsemesine yardımcı olunmalıdır. Çünkü çocuğun zihninde anlamlandırdığı bir davranış daha kalıcı olacaktır.
3.3. Çocuk İçin İyi Bir Model Olmak
Çocuğun en temel öğrenme yolu gözlem ve taklittir. Okul öncesi dönem çocuk için anne-babanın, çocukların taklit edip izleyebilecekleri bir model meydana getirmeleri gerekir. Muhtemelen bir ana-babanın çocuğu için güzel örnek olmaktan daha önemli yapabileceği bir şey yoktur. Çocuk için, ne söylediğimizden çok, ne yaptığımız önemlidir.
Çocukların davranışlarının kaynağı, anne ve babalarının hareketleridir. Sürekli aile için çatışmaların, tartışmaların ve kavgaların olduğu bir evde yetişen çocuğun, okulunda ve çevresinde kavgacı olması kaçınılmazdır. Sevgiyle hoşgörüyle büyüyen çocuk, başkalarına da sevgi ve hoşgörüyle davranır. Bu nedenle anne-babalar, nasıl bir çocuk yetiştirmek istiyorlarsa öncelikle kendi davranışlarıyla iyi bir örnek ve model olmaları gerekmektedir. Bunun için; çocuklardan yapılması istenen davranışların önce anne-babaların kendileri yapmaları gerekir. Çocukta sağlıklı bir dini duygu, düşüne ve davranış gelişiminde aile ortamında yapılan ibadetlerin ve dini davranışların çok büyük önemi vardır. Dini yaşantının olduğu bir ailede yaşayan çocukta din duygusu daha erken uyanmaktadır. Dini yaşantının olmadığı bir ailede de doğal olarak çocuk bir örnek göremediği için, din duygusunun uyanması gecikecektir. Bu nedenle aile içerisinde kılınan namazlar, yapılan dualar, sahur ve iftarlar, çocuğu derinden etkiler ve yavaş yavaş bilincine yerleşir. Bu bağlamda ibadetlerin çocukla birlikte yapılması da önemlidir.
Anne-babanın yapmadığı bir şeyi yaptırma, yaptığı bir şeyi de yaptırmama şansı yoktur. Örneğin ibadetlerini yapmayan bir kimsenin çocuklardan yapmalarını istemesi yeterince etkili olmayacaktır. Ayrıca kendi yaptıkları hareketleri ve davranışları çocuklardan yapmamalarını istemeleri, onları şaşırtır. Hareketin doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda bir yargıya varmalarını güçleştirir ve büyüklerine olan güvenlerini azaltır. Örneğin, sigara içen, içki kullanan, kumar oynayan, yalan söyleyen, başkalarının haklarına saygı göstermeyen, kendi çıkarı için her türlü yola başvuran bir kimsenin, çocuklarına “biz yapıyoruz ama aslında bunlar kötüdür, sen yapma” demelerinin hiçbir pedagojik değeri yoktur.
Anne-babalar, bir taraftan dini davranışlarda çocuklara örnek olurken, diğer taraftan da yavaş yavaş onları ibadetlere alıştırmalıdır. Çocukların ve gençlerin sağlıklı bir dini inanç ve ahlak gelişimi gerçekleştirebilmeleri için, bu son derece önemlidir. Çünkü ibadet eğitimi küçük yaşlardan itibaren başlanması gereken bir eğitimdir. Baskı ve zorlama olmadan, zihinsel, duygusal ve ruhsal gelişimlerine uygun olarak ve bizzat somut örnekler görmelerini sağlayarak ibadetlere alıştırılmalıdırlar. Çocuklar, sahip oldukları yeteneklerini tanıma, kendine güvenme ve sorumluluklarını fark edebilme konusunda cesaretlendirilmelidirler (Selçuk, 1991:103). Zorlama olmadan çocukların ibadetlere kademe kademe alıştırılması onlarda irade gelişimin sağlayacak ve sorumluluk çağına geldikleri zaman bunları benimsemekte ve uygulamakta güçlük çekmeyecek, bunlarla alakalı olumsuz tutum ve tereddütleri olmayacaktır.
Örnek ile eğitim yöntemi Kuran’ı Kerim’in de kullandığı yöntemlerden biridir. Bu yöntemle öğrenme olayının gerçekleşebileceğini Kur’an bize, başta Hz. Muhammed (s.a.v.)’ın davranışlarından İslam’ı öğrenebileceğimizi, onun hayatının bize örnek olduğunu Ahzab suresi 21. ayette belirtmek suretiyle anlatır: “Ey insanlar! Andolsun ki sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar için Allah’ın elçisinde güzel bir örneklik vardır.”
Çocuğa kazandırılacak davranış konusunda aile bireyleri arasında tutarlılık ve birlik olmalıdır. Babanın yapma dediği bir şeye annenin izin vermesi veya annenin istemediği bir davranışı babanın hoş görmesi, çocukta bu davranışın doğruluğu veya yanlışlığı konusunda bir ikilem yaratacaktır. Bu da çocuğun ikiyüzlü olmasına, annesine ve ayrı babasına ayrı davranmasına yol açacaktır. Bu nedenle çocuğun dini ve ahlaki eğitimi konusunda anne-baba arasında fikir birliği olmalıdır. En azından çocuğun yanında fikir ayrılıklarını tartışmamalıdırlar. (Dam, 2011:57)
3.4. Çocuğa Somut Örnekler Gösterilmesi ve Fırsatlar Oluşturulması
Bir davranışı görmek, çocuklarda o davranışı taklit ve tekrar etme arzusu uyandırabilir. Bir davranışı çok sık görmek ise, onu sık sık taklit ve tekrar etmek imkanı verebilir. Bu nedenle çocuklara iyi bir davranış örnekleri gösterilmeli, onların iyi davranışları görmeleri ve seçmeleri sağlanmalıdır.
Çocuklara paylaşmayı, yoksullara yardım etmeleri, sorumlu olmaları söylenir. Çocuklar bunları bilebilir veya bunların iyi olduğunu söyleyebilirler, ancak, bunlar için neler yapması gerektiğini kavramayabilirler. Fakat çocuk, arkadaşıyla oyuncağını paylaşırsa, kimsesiz çocuklar için yardım toplamaya katılırsa, paylaşmayı, yardımlaşmayı ve sorumluluğu gerçek anlamda öğrenmiş olur. Böylece bildiği bir şeyi hayata geçirmesi ve bu davranıştan keyif olması o davranışın tekrar etme olasılığını da arttırır (Uluğ, 2010:57).
Bir annenin veya babanın çocuğunun elinden tutarak camiye götürmesi, onunla birlikte namaz kılması, çocuğun onun davranışlarını taklit ederek namazı öğrenmeye çalışması için ona fırsat vermesi, namazın öğrenilmesi açısından oldukça etkili bir yöntemdir.
Ebeveyn veya eğitimcilerin çocuklara nasihat etmekten ziyade onlara uygulayabilecekleri somut örnekler sunmaları kesinlikle önemsenmesi gereken bir konudur.
3.5. Çocukla Birlikte Geçirilecek Vakit Ayrılması
Belki de yaşadığımız çağ ailelerin birbirleriyle vakit geçirmeleri açısında oldukça kısır bir çağ olarak görülebilir. Anne ve babanın birlikte çalışmaları, yoğun iş temposu, çocukların okul, dershanede geçen sürelerinin çok olması, ailelerin birlikte vakit geçirmeleri önünde büyük bir engel olarak görülmektedir. Fakat çocuk için aile ile birlikte geçirilen vakit çocuğun özgüven gelişimi açısından oldukça önemlidir. Çocuğa vakit ayırmanız ona verdiğiniz önemi, değeri göstermektedir.
Çocuğun ihtiyaç duyduğu şey, ortaya çıkan üzüntülerin gereğine bakabilen, aynı zamanda çocuğuna bol vakit ayıran ve bol ilgi gösteren bir ana-babadır. Anne-baba çocuğa, onu her zaman içten sevdiklerini ve onunla birlikte bulunmaktan zevk duyduklarını göstermelidir. Çocukluk yıllarında kurulmayan iletişimin gençlik yıllarında oluşturulması, kurulabilmesi çok zordur.
Çocuğuna vakit ayıran ebeveynin birlikte geçirdikleri süre içerisinde çocuklarla birebir ilgilenmeleri çocukların güven ve bağlılık duygularının gelişmesi açısından oldukça önemlidir. Çocuklarla aynı ortamda bulunmak ona vakit ayırmak anlamına gelmez. Bulunulan ortamda çocukla birebir iletişim kurmak, onunla oyun oynamak çocukla geçirilen vakti daha verimli hale getirecektir (Uluğ, 2010:58)
3.6. Çocuğun Dini Sorularından Yararlanmak
Çocukluk döneminin en belirgin özelliklerinden birisi de soru sormaya düşkünlüktür. Sağlıklı çocuklar, gördükleri her şeyle ilgilenir, her şeyi merak eder, sorular sorarlar. Tecrübeleri genişledikçe, onları hayrete düşüren, şaşırtan nesnelerle ilgili soruları da artar.
Çocukların sorularına vereceğimiz cevaplar, onların soru sorma devresinde onlara karşı göstereceğimiz tutum ve davranışlar onların ileride nasıl biri olacağını, yani sosyal, içedönük, bencil, kavgacı olup olmayacağını belirler. “Soru sorma, çocukların büyüklere olan güveninin sonucudur. Büyüklere sormakla her şeyi öğrenebileceklerine inanırlar. İşitip belledikleri her kelimeyi soru haline getirirler. Çocukların, büyüklerin dünyasına en yakın oldukları bu devrede, çevrenin zenginliği önemlidir. Çocuklar büyürken içinde yasadıkları kültür ortamına ve kendilerine sunulan imkanlarına göre gelişme basamaklarına ulaşacaklar ve bunlardan
bazılarına hiç ulaşamadan bu yaşlardan geçeceklerdir.” (Bilgin ve Selçuk, 1991:76).
Çocukların sorularının önemli bir kısmını da dini sorular oluşturmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, onlar başta Allah olmak üzere, peygamber, cennet-cehennem, ölüm, melek, şeytan, sevap, günah, ibadetler, kendilerinin nerden ve nasıl meydana geldikleri gibi konular çocuğun ilgisini çeker ve bunlarla ilgili sürekli sorular sorarlar. İşte çocuğun bu soruları karşısında takınılacak tavır ve onlara verilecek cevaplar, çocuğun dini eğitimi açısında son derece önemlidir.
Çocuğun soru sorması öğrenmeye en açık olduğu zamandır. Bu durum iyi değerlendirilmelidir. Çocuk, kolay inanırlık özelliğinden dolayı, sorduğu sorunun cevaplarına inanmaya hazırdır. Bu nedenle; Çocuğun sorularını ciddiye almak ve doğru cevaplar vermek gerekir. Sorunun cevabı bilinmiyorsa asla yanlış cevap verilmeli, gerekirse anne baba sorunun cevabını bilemediklerini itiraf edebilmelidir. Bu durum çocukça bir hayal kırıklığı yaratabilir, ancak cevabın yanlış olduğunu öğrendiği zaman ki hayal kırıklığı çok daha büyük olacaktır.
Çocuğun sorularına cevap vermek adına ya da başımızdan bir an önce savmak için onlara yanlış ve uygunsuz bilgi vermekten de kaçınmak gerekir. Çünkü ilk çocukluk döneminde çocuğun eleştiriye tabi tutmaksızın öğrendiği bilgiler, çocukluk döneminin sonlarına doğru öğrenme döneminin zihin ağırlıklı öğrenmelerinin alt yapısını oluşturacak ve orada bu bilgiler akıl süzgecinden geçirilerek eleştiriye tabi tutulacaktır. Dolayısıyla önceki öğrendiklerinin yanlış ve tutarsız olduğunun görülmesi, çocuğun dini duygu ve düşünce gelişiminde bir takım olumsuzluklara neden olabilecektir.
Çocuğun soruları anlayışla karşılanmalı ve çok soru soruyor diye kızılmamalıdır. Çocuklar bazen sorularıyla anne-babaları bunaltırlar. Bazen anne-babalar, meşguliyetten, soruların cevaplarını bilmemekten veya seviyesine uygun açıklama yapamamaktan dolayı çocukların soruları karşısında bunalmaktadırlar. Bu durumda çocuğa çok soru soruyor diye, kızmak, terslemek, azarlamak veya soruları duymazlıktan gelmek uygun değildir. Böyle bir tavır, çocuğun dini ilgisini ve araştırma öğrenme duygusunu köreltebilir.
Çocukların sorularıyla ilgili dikkat etmemiz gereken diğer önemli bir husus da, çocukların seviyelerine uygun cevaplar vermektir. Çocukların din eğitimi ve öğretiminde en önemli hususlardan birisi de onların gelişim özelliklerinin ve özellikle zihinsel gelişiminin dikkate alınması gereğidir.
Çocukların sorunları ile ilgili önemli bir husus da şudur: Çocuğa sorduğu kadar açıklamalarda bulunmak gerekir. O sordu diye, öğrenmeye ve inanmaya hazır diye, fırsat bu fırsat deyip onu bilgi yağmuruna tutmamak gerekir. Hiç bilgi vermemek ne kadar sakıncalı ise, zamanından önce verilen ve seviyelerine uygun olamayan bilgiler de o kadar sakıncalı olabilir. Verilecek bilgiler tıpkı gıda ve ilaç gibi ölçülü ve uygun dozda olmalıdır.
3.7. Hikaye ve Masallardan Yararlanmak
Çocukların özellikle 4-5 yaşlarından itibaren masallara, efsanelere ve hikayelere karşı ayrı bir merakı başlar. Bu, onun gizli alemlere karşı özel ilgisinden merakından ileri gelir. Bu sebeple bütün çocuklar masal ve hikayeleri çok sever.
“Çocukların manevi hayatlarında, anlatılan hikaye ve menkıbeler, onların ruhi tecrübelerini ve dini şuurlarını geliştirmektedir. Öteden beri eğitim-öğretimde “Kıssayla eğitim” metodundan faydalanılmaktadır. Çünkü anlatılan kıssadaki renkli anlatım ve zengin dekor havası, çocukları büyülemektedir. Hikayede geçen ideal kahraman, çocuğun ruhuna işlemekte ve onun benliğinin adeta bir parçası olmaktadır” (Ay, 1995:128-129). Sık sık masal ve hikaye dinleyen çocukla, dinlemeyen çocuklara nazaran daha geniş bir hayal dünyasına sahiptir ve ana dillerini çok daha iyi kullanırlar.
“Ayrıca masallar ve hikayeler sayesinde çocukların somuttan soyuta ve dolayısıyla gözle görülmesine imkan olmayan bir Allah’ın varlığı inancına geçiş yapmaları kolaylaşmış olur” (Öcal, 2004:63) Çocukların hikaye ve masal dinlemeyi çok sevmelerinden faydalanılarak onlara dini içerikli hikayeler, masallar ve kıssalar okunabilir ve böylelikle inanç duygularının gelişmesi sağlanabilir.
Çocuklara dinin ve dini kuralların öğretilebilmesi ve sevdirilebilmesi için onlara bazı peygamberlerin özellikle çocuklukta başlarından geçen olaylar anlatılabilir. Mesela; Hz. Yusuf’un kıssası, Hz. Musa’nın basından geçenler, Hz. İsa’nın hayatı, Hz. İbrahim’in kendi kendine Allah’ı arayıp buluşu, oğlu Hz. İsmail’in başından geçenler ve Hz. Muhammed’in çocukluk yılları çocukların zevkle dinleyecekleri olaylar olarak aktarılabilir. Ayrıca çocuklara Peygamberimizin insanlara ve özellikle çocuklara karşı tavır ve davranışlarından örnekler anlatılabilir. Bu da Peygamber sevgisinin yerleşmesini sağlayacaktır. Aslında Kur’an-ı Kerim’de sayısız kıssa vardır. Bunlar çocukların anlayabileceği şekilde uyarlanmış hikayeler şeklinde kitaplaşmıştır. Büyükler için bile birçok ibretler içeren bu kıssalar çocuklar için de yol gösterici olacaktır. Çocukken dinlenen bu hikayeler ve kıssalar çocukların üzerinde derin izler bırakacaktır.
3.8. Çocuklara Baskıyla Değil Sevgi ve Hoşgörüyle Yaklaşmak
Sevgi, çocuğun en temel ihtiyaçlarından birisidir. Çocuk hem sevmeye hem de sevilmeye ihtiyaç duymaktadır. Anne baba sevgisi, çocukların bio-psiko-sosyal gelişimleri için en büyük ihtiyaçlardan birisidir. Bu ihtiyaçtan mahrum kalan çocuklarda ebeveynin davranışlarının benimsenmesi görülmediği gibi, bu tür çocuklarda fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişim de gecikmeye uğramaktadır (Uluğ, 2010:61). Dolayısıyla, sevmeye ve sevilmeye muhtaç olan bir varlığa, barış, sevgi ve hoşgörü anlamına gelen ve içten ve samimi bir inanma esasına dayalı olan İslam dininin eğitimi ve öğretiminde, baskı ve zorlamanın olması düşünülemez (Köylü, 2004:394).
Sevgi yakınlaştırır ve kendine çeker, korku ve nefret ise, uzaklaştırır ve iter. Kur’an’ı Kerim de Peygamberimizin İslam’ı tebliğdeki büyük başarısını insanlara gösterdiği engin sevgi ve hoşgörüsüne bağlamaktadır. Konu Kuranı Kerim’de Aliimran Suresi 109. ayette şöyle anlatılmıştır: “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi…” Sevgi, çocuk eğitimin en temel ilkelerinden birisidir. Bir çocuğun, doğduğu andan itibaren güçsüz ve himayeye muhtaç olmasından dolayı en önemli ihtiyacı sevgi ve şefkattir. Bugün bilimsel araştırmalar, çocukların gelişmelerini sağlamak için en kusursuz fiziksel itinanın dahi yeterli olmadığını, sevgi ve şefkat görmeyen çocukların yaşam enerjilerini kaybettikleri, buna karşılık şefkat ve merhametle büyüyen çocukların gıda bakımından kısmen yoksun olsalar bile, yine de kuvvetli ve sağlıklı olarak yetiştiklerini ortaya koymuştur (Dam, 2011, 61)
Erkekler için sevgiyi belirtmedeki utanma ve çekinme sebebiyle bazı babalar, hissettikleri sevgiyi çocuklarına –özellikle oğullarına- iletememektedirler. Bu durum baba ile oğul arasında sevgi iletişimsizliğine yol açmaktadır. Baba ile oğlu arasındaki bu iletişimsizlik sonucunda baba, çocuğu üzerindeki etkisini kaybetmektedir. Oysaki Hz. Peygamber insanların birbirlerine olan sevgilerini açığa vurmalarını istemiştir. Söz ve davranışları ile de sevgi göstermenin gerekliliğine işaret etmiş, gerek kendi çocuk ve torunlarını, gerekse diğer çocukları kucağına alır, onları öper, yanaklarını okşar ve onlara sevgi gösterirdi (Müslim, 1988:67). Sütannesinin yanında kalan oğlu İbrahim’i zaman zaman ziyaret eder, yanında arkadaşları olduğu halde onu kucağına alır, bağrına basar ve öperdi. (Müslim, 1988:62,63) Torunu Hasan’ı öperken gören Akra b. Habis’in “Benim on çocuğum var. Onlardan hiç birisini öpmedim.” şeklindeki ifadesine karşılık Hz. Peygamber, “merhamet etmeyene merhamet olunmaz” diye cevap vermiştir. Yine birinin “siz çocuklarınızı öper misiniz?” şeklindeki sorusuna “evet” cevabı vermiş, soruyu yöneltenin “vallahi biz onları öpmeyiz” şeklindeki itirazına “Allah senden merhameti söküp almış ise ben ne yapayım?” diyerek sert bir şekilde cevap vermiştir (Müslim, 1988:65-67).
Yukarıda verdiğimiz sebeplerden ve örnekler perspektifinden çocuğun eğitiminde baskı ve zorlama değil, sevgi ve hoşgörü esas alınmalıdır. Sevgiden yoksun bir din eğitimi çocukların sadece dinden soğumasına ya da dine karşı ilgisiz kalmasına değil, dini tamamen reddetmesine ve ona karşı gelmesine bile neden olabilir. Kısacası tüm dini bilgiler, doğru ve yanlış kavramları, sevgi esasına merkeze alarak öğretilmeye çalışılmalıdır.
.
SONUÇ
Okul öncesi çocukluk döneminin dini gelişim süreci ile organizmasının fizyolojik gelişim süreci ile de büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Çocuğun bütün gelişim özellikleri, anne rahmine düştüğü andan yaşamının sonuna kadar sağlıklı bir ortamda bulunması ile pozitif özellikler sergileyecektir. Okul öncesi çocukluk döneminde, çocuğun gelişim ve eğitiminde, getirdiği kalıtımsal özellikler ve çevresel faktörlerin çok büyük bir etkisinin olduğu görülmektedir. İlk sosyal faaliyetleri gülümseme ve anne kucağından başını geriye atma ile başladığını söyleyebileceğimiz bebeğin, motor, beyin ve ruhsal gelişiminin izlediği yolun kalıtım ve çevreyle büyüleyici bir ilişki içinde olduğunu görülmüştür. Fiziksel gelişimlerin sağlıklı olduğu bir durumda çocuk, ketlenmediği sürece ruhsal olarak da sağlıklı bir düzeye ulaşabilecektir. İnsan hayatı açısından gelişimin bu denli hızlı olduğu bir başka dönem yoktur. Bu dönemde insan hayatının en önemli ve en etkin dönemi olarak ele alınabilir. Bu sebepten dolayı okul öncesi çocukluk dönemi, ihmal edilmesi bir yana çok dikkate alınması gereken bir dönemdir.
İnsan hayatın bu denli etkileyen okul öncesi dönemde çocukların temel ihtiyaçlarının karşılanması, çocuğun dini anlayışını ve dini eğitime hazırlık safhasını da etkileyecektir. Çocukların, temel fizyolojik ve güven ihtiyaçlarının karşılanması durumu çocukta sevgi ve bağlanma duygularını tetikleyerek arttıracağı varsayılmıştır. Bu çerçevede, çocukların fiziksel, bilişsel, duygusal gelişimlerinin sağlıklı ilerlemesi, dini gelişimlerinin de sağlıklı bir şekilde gelişeceği de varsayılmakta hatta tespit edilmektedir.
Çocuğun dini gelişimin anne-baba tarafından tam değerlendirilmediği ve çocuğun dini gelişimine yeterince etki edemedikleri söylenebilir. Anne ve babalar, çocuklarının gelişim özelliklerini pek bilmediklerinden, hangi dönemlerde, çocuğa nasıl davranacaklarını da bilememektedirler. Bağlanma ve temel güven duygularının oluştuğu ve geliştiği bu dönemde, ailede ki bazı tartışmaların veya kopuklukların, çocuğun bu duyguları yeterince geliştirmesine engel olacaktır. Bu duyguları yeterince hissedemeyen çocuk, Allah ile bağlanma sürecini bu sebeplerle olumsuz sonuçlandırabilecektir. Bu sonuçların giderilebilmesi için aile eğitimlerinin bu konuyu da içine alacak şekilde yapılması gayet yerinde olacaktır.
Okul öncesi dönemde dil gelişiminin en etkili ve en mükemmel kazanıldığı dönem olduğu bilinmektedir. Bu dönemdeki eğitim, sözlü iletişimden ziyade informal bir düzlemde gerçekleşmektedir. Bu da korkudan uzak, sevgi, şefkat ve güven havasında gerçekleşebilir. Bu dönemde, çocuklara dini eğitim vermek için sözlü ifadelerle çok vakit kaybetmemek gerekir. Dini eğitim ailenin davranışları ve sağlanan güven ortamıyla gerçekleştirilmedir. Sözlü anlatımdan daha çok, çocuklara iyi bir model olmak gerekmektedir. Çocuk kendisine iyi bir model olarak gördüğü ebeveyninin dinini de kendisine modelleyecektir.
Okul öncesi dönemde, çocukların öğrendikleri kavramlarla duygusal bir bağ oluşturdukları gözlemlenmiştir. Bu açından bakıldığında kavramları öğretmek işi bir eğitim faaliyetidir. Din eğitimi söz konusu olduğunda en çok merak edilen ve eğitimine en çok önem verilen kavram Allah’dır. Bir çocuğun Allah tasavvurunun gelişimi, o çocuğun dini gelişimdir de denilebilir. Allah tasavvurunun gelişimi, dini gelişimin merkezi konumundadır. Okul öncesi dönemde oluşan Allah tasavvuru, çocuğun dini inancının şekillenmesinde de çok önemlidir. Bu dönemde zihninde oluşturacağı sevgi ve güvene dayalı bir Allah tasavvuru çocuğun ilerleyen dönemlerde zihninde kendisini seven ve kendisine yardım eden bir Allah tasavvuru oluşturur. Bu etkilenme bazen olumsuz da gerçekleşebilir. Korku temelli bir din eğitimine dayanan Allah tasavvuru genelde olumsuz olmaktadır.
Bebeklik döneminde anneye bağlanma niteliğine göre değişmekte olan Allah’a bağlanma süreci, çocuğun aile ortamından da etkilenmektedir. Dini eğitim ile ilgili en önemli kavram olan Allah, çocuklara anlatılırken dikkatli olunması gereken bir kavramdır. Allah tasavvuru üzerine bir eğitimi verilirken muhakkak, çocuğun gelişim özellikleri dikkate alınmalı, konuyla ilgili çocuğun sorduğu sorular mutlaka dikkate alınıp, geçiştirilmeden cevaplanmalıdır.
Çocuklar bu dönemde anne-babalarının davranışlarını aynen taklit etme, modellemeye çalışmaktadırlar. Onun için aile bu dönemde çocuğun gelişim özelliklerini takip etmeli ve çocuğa olumlu yönde bir model olmalıdır. Bu dönemde çocukla vakit geçirilip, onunla oyunlar yoluyla, hikayeler, kıssalar yoluyla dini eğitim verilebilir. Özellikle Kuran’ı Kerim’de geçen peygamberlerin çocuklarıyla olan ilişkileri, peygamberlerin çocuklarla olan ilişkileri ve peygamberlerin bizatihi kendi çocuklukları hikaye şeklinde çocuklara anlatılabilir.
Okul öncesi dönem çocuklarına ibadet hayatının yansıtılması da aileleri için bir görevdir. İbadetleri beraber yapmaya teşvik etmek, onlara bu ibadetlerin amacını anlatmak aileleri için dini eğitimde yapılması gereken bazı faaliyetlerdir. Fakat bu dönemde ibadet hayatı çocuklara, zorla aktarılmamalıdır. Çünkü ibadet hayatında kişi Allah ile bağ kurmaktadır. Bu bağın engellenmesi veya zarar uğratılması, çocuğun gelecek hayatı için olumsuz etkiler meydana getirebilecektir.
Okul öncesi dönem fiziksel, bilişsel, duygusal, dini gelişim açısından en önemle durulması gereken dönemdir. Kişiliğin geliştiği, yetişkinlik hayatının her yönünün tohumlarının atıldığı bu dönemi, iyi değerlendirmek, kıymetini bilmek gerekir.
KAYNAKÇA
Ay, M. E. (1995). Çocuklarımıza Allah'ı nasıl anlatalım (3. Baskı). İstanbul: Timaş Yayınları.
Aydın, A. (2000). Gelişim ve öğrenme psikolojisi. İstanbul: Alfa Yayınları.
Aydın, B. (2005). Çocuk ve ergen psikolojisi. İstanbul: Atlas Yayın Dağıtım.
Bacanlı, H. (2004). Gelişim ve öğrenme (9. Baskı). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Başaran, İ. E. (1996). Eğitim psikolojisi. Ankara: Yargıcı Matbaası.
Bilgin, B. ve Selçuk M. (1991). Din öğretimi özel öğretim yöntemleri. Ankara: Akid Yayıncılık.
Bilici, A.B. (2014). 0-6 Yaş grubu çocuklarda dini gelişim ve din eğitimi. Yayınlanmamış Doktora Tezi. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Binbaşıoğlu, C. (2004). Ailede ve okulda eğitim sorunları. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Can, G. (2006). Kişilik gelişimi. B. Yeşilyaprak, (Ed.). Gelişim ve öğrenme psikolojisi (10. Baskı) (111-142) Ankara: PegemA Yayıncılık.
Cüceloğlu, D. (1992). İnsan ve davranışı. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Çağlar, D. (1981). Uyumsuz çocuklar ve eğitimi (2. Baskı). Ankara: Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Çamdibi, H. M. (2011). Şahsiyet terbiyesi ve din eğitimi (4. Baskı). İstanbul: Çamlıca Yayınları.
Dam, H. (2011). Çocukluk dönemi din eğitimi. M. Köylü, (Ed.). Gelişimsel basamaklara göre din eğitimi (2. Baskı) (13-64). Ankara: Nobel Yayıncılık.
Davaslıgil, Ü. (2004). Bebeklik dönemi ana-baba okulu. (11. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi.
Dönmez, F. (2013). Okul öncesi dönem çocukların dini tasavvurlarına din eğitimi açısından bir yaklaşım. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
Erden, M. ve Akman, Y. (2004). Gelişim ve öğrenme. Ankara: Arkadaş Yayınları.
Ersanlı, K. (2005). Davranışlarımız gelişim ve öğrenme. Samsun: Eser Ofset.
Esed, M. (2002). Kuran Mesajı Meal Tefsir. İstanbul: İşaret Yayınları.
Hökelekli, H. (2001). Din psikolojisi. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Manzur, İ. (1970). Lisanü’l-Arab-el-Muhit. Beyrut: (Yayın yeri yok).
İnanç, B. Y., Bilgin, M. ve Atıcı, M. K. (2007). Gelişim psikolojisi çocuk ve ergen gelişimi. Ankara: PegemA Yayıncılık.
İnanç, B. Y. ve Yerlikaya, E. (2014). Kişilik kuramları. Ankara: PegemA Yayıncılık.
İpşirli, S. (2011). 3-6 yaş çocuğun genel ve din eğitiminde temel değerler. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Karacoşkun, M. D. (2004). Dini inanç-dini davranış ilişkisine sosyo-psikolojik yaklaşımlar. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV. Sayı: 2. s. 25.
Karaköse, Ş. (2010). Etkin din eğitimi. TİDEF. 8 (10). 21-72.
Köylü, M. (2004). Çocukluk dönemi dini inanç gelişimi ve din eğitimi. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. XLV (11). 137-154
Küçükkaragöz, H. (2006). Bilişsel gelişim ve dil gelişimi. B. Yeşilyaprak, (Ed.). Gelişim ve öğrenme psikolojisi (10. Baskı) (78-109) Ankara: PegemA Yayıncılık.
Mehmedoglu, Y. (2005). Okul öncesi çocuklarda dini duygunun gelişimi ve eğitimi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Müslim, İ. (1988). Sahih-i Müslim. İstanbul: İrfan Yayıncılık
Onur, B. (1997). Gelişim psikolojisi (4. Baskı). Ankara: İmge Kitabevi.
Özakkaş, T. (2008). Bütüncül psikoterapi. İstanbul: Litera Yayıncılık.
Özakkaş, T. (2013). Kimlik bocalaması kimlik bunalımı ve ego psikolojileri. İstanbul: Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları.
Öcal, M. (2003). Din eğitiminde ve öğretiminde metodlar. Ankara: Türk Diyanet Vakfı Yayınları
Öcal, M. (2004). Okulöncesi ve ilköğretim çağı çocuklarının Allah tasavvurları üzerine bir araştırma, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. Cilt: 13. Sayı:2. 59-80.
Peker, H. (1991). Din ve ahlak eğitiminin psikolojik ve metodik esasları. Samsun: Eser Matbaası.
Peker, H. (2000). Din psikolojisi. Samsun: Aksiseda Matbaası.
Sağlam, F.N. (03.03.2009). Erik Erikson’un insanın sekiz evresi kuramı. 12.12.2015. http://www.kpss.com.tr/news-tr/17228.cgi
Senemoğlu, N. (2013) Gelişim öğrenme ve öğretim kuramdan uygulamaya. Ankara: Yargı Yayınevi.
Selçuk, M. (1991). Çocuğun eğitiminde dini motifler (2. Basım). Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Şimşek, E. (2004). Çocukluk dönemi dini gelişim özellikleri ve din eğitimi. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV, Sayı: 1, 207-220.
Türk, E. (2007). Çocukta duygusal gelişimin din eğitimine etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Uluğ, S. (2010). Çocuğun din eğitiminde taklit ve özdeşleşme. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Vergote, A. (1978). Çocukta din, (E. Fırat Çev.), Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. XXII, s. 315.
Yılmaz, S. (1999). 7-9 Yaş çocuklarının dini bilgi ve duygu gelişimleri üzerine ailenin etkisi. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Samsun: On dokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Yavuz, K. (1981). Çocukta dini duygu ve düşüncenin gelişimi. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan.
Yavuzer, H. (2005a). Çocuk psikolojisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Yavuzer, H. (2005b). Çocuğunuzun ilk 6 yılı. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Okul Öncesi Dönemde Din Eğitimi" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Dnş.Cenk AĞ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Dnş.Cenk AĞ'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |
5 Beğeni
Yazan Uzman
|
Makale Kütüphanemizden | ||||
|
din eğitimi, dini gelişim, okul öncesi çocukluk, kavram gelişimi ve eğitimi, allah inancı, çocukta gelişim süreci, çocukta din eğitimi, çocuklarda din eğitimi
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.