2007'den Bugüne 92,297 Tavsiye, 28,217 Uzman ve 19,977 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Aklın Yaratımları
MAKALE #16654 © Yazan Dr.Hira Selma KALKAN | Yayın Mayıs 2016 | 2,663 Okuyucu
Bilimsel gerçek kendiliğinden ve edilgin olarak gözlemlenen gerçek değildir. O, inşa edilen bir gerçektir. Olgu ancak nesnel, ölçülebilir özellikler sağlayabilecek bir biçimde ortaya konduğunda bilimsel anlama sahiptir. Bilimsel bir kavram yavaş yavaş oluşur, kendi başına, ayrı bir öğe değildir, kavramlar ağının bir parçasıdır. Bilim, sanatta da olduğu gibi araçsız deneyin bir yansısı değildir, aklın karmaşık ve sürekli bir yaratımıdır.

Sığ düşünce, ancak şeyleri bilir ve kendini bilinç olarak bilmez. Başlangıçta zihnin eylemi düşünülmez, zihnin ilk adımı ontolojiktir. Bir süre sonra yanlışla ilgili deneyimler ortaya çıkar. Balkonda bir serçe olduğunu düşünürken, yanına yaklaştığınızda onun küçük bir kağıt parçası olduğunu fark eder ve “serçe gördüğümü sanmıştım” dersiniz. Burada önce şeye dönük olan düşünceniz bu sefer kendisi üzerine döner. Bilginiz üzerinde düşünürsünüz, onun değerinin ne olduğunu sorarsınız kendinize. Zihnin bu ikinci adımı, eleştirel adımdır. Nesneyi onaylamayı bir yana bırakarak kendini onaylamaya bakar, onu tartışma konusu yapar. Bu eleştirel dönüşün sonucunda yeni sorular ortaya çıkar: Doğru nedir? Tek bir doğru mu vardır? Doğrunun dereceleri var mıdır?

Gündelik dil çoğu kez doğru ve gerçek kelimelerini birbirine karıştırır. Bir nesne, şu masa, şu sandalye, bir varlık “gerçek” diye nitelendirilir. “Bu masa gerçektir” denebilir ama “Bu masa doğrudur veya yanlıştır” demenin bir anlamı yoktur. Doğruluk yargıyla ilgili bir değerdir. Doğru yargının kendi iç özelliklerinden tanındığını, doğrunun ölçütünün kendisi olduğunu söyleyen Spinoza’ya göre doğru bir fikriniz varsa bunun doğruluğundan şüphe etmezsiniz. Açık ve seçik fikirler asla yanlış olamaz diyen Spinoza için olduğu gibi Descartes için de apaçık görünen açık ve seçik bir fikir doğru bir fikirdir.

Descartes için doğruluğun işareti zihinsel apaçıklıktır. Ancak bir fikrin açık ve seçik olduğunu hangi işaretlerden tanıyacağımızı bilmemiz gerekir. Apaçıklığın psikolojik ölçütü yetmez, doğrunun mantıksal ölçütü de gereklidir. Descartes duyuların tanıklığını reddeder; kötü niyetli bir cinin bütün düşüncelerinde kendisini aldatmasının mümkün olduğundan şüphe ederek matematik doğruları da reddeder. Gördüğünüzü, duyduğunuzu, hareket ettiğinizi düşünürsünüz fakat bunların bir yanılgı olduğunu anlarsınız. Apaçıklığı taklitlerinden ancak sıkı bir şekilde şüphe yöntemini kullanarak ayırabilirsiniz. Descartesçı şüphe, septiklerin şüphesinin tamamen tersidir. Descartesçı şüphe, gelip geçicidir, düşündüğü ve şüphe ettiği olgusu dışında her şeyden şüphe edebileceğini fark ettiğinde bu şüphe sonlanır. Bu kendisinden şüphe edilmesi mümkün olmayan "Düşünüyorum, o halde varım." doğrusu, kendisinden birçok doğrunun çıkacağı bir ilk doğrudur. İradi olan bu şüphenin işlevi, düşünme eyleminin kendisini tüm saflığıyla ortaya çıkarmak için zihni, duyulardan hatta her türlü düşünme konusundan uzaklaştırmaktır. Descartesçı apaçıklık, şüphenin bütün saldırılarına direnebilen şeydir. Descartes’ın doğruyu apaçıklığa dayanarak tanımlaması onu çileciliğe, ruhsal bir arınma yöntemine götürmektedir. Böylece doğrunun fethi insanın kendisiyle sürekli savaşının sonucu olacaktır.

Leibniz’in doğruyu tanımlamasıysa çok daha çetrefilli bir yoldan geçer. Bir şeyi anladığınız izleniminde olmanız, gerçek bir fikriniz olduğundan emin olmanız için yeterli değildir. Descartes’ta açık fikir, o anki bir sezginiz aracılığıyla kavradığınız fikirdir, fikrin dikkatli bir zihinde hazır bulunmasıdır. Buna karşılık güncelliğini yitirmiş bir fikir, belirsiz bir biçimde bir zamanlar sahip olduğunu hatırladığınız bir düşünce bulanıktır. Descartes’a göre diğerlerinden iyi bir biçimde ayırt edilen, ona kendisine ait olmayan hiçbir şey yüklemediğiniz bir fikir seçiktir. Leibniz’e göre bir fikir konusunu diğerlerinden ayırt etmenize imkan verdiği zaman açık diye adlandırılır. Ama Leibnizci anlamda, ayırt edilen bu açık fikir eğer iç öğelerini ayrıştıramıyorsanız bulanık bir fikir olarak kalmaya devam eder. Kendilerini ayırt edebildiğiniz ve tanıyabildiğiniz için çeşitli renkler hakkında açık bir fikriniz vardır ancak bu fikir bulanıktır, çünkü bir rengi tanımlayamaz, ne olduğunu bir köre anlatabileceğiniz tarzda ögelerine ayrıştıramazsınız.

Fikirlerimizin az veya çok bulanık olacağını söyler Leibniz. Sonsuzu tasavvur eden sonlu varlıklar olduğumuz için bu bulanıklık kaçınılmazdır. Her algı bir çokluğun, beden denilen görüş merkezinde yansıyarak kırılan sonsuzluğun birliğidir. Her algı sonsuzu içinde bulundurduğundan, sonsuz ancak bilinçsiz olarak sonsuz olabilir. Derenin çağıltısını duyduğunuzda, bu algınız bulanıktır, çünkü toplamları bu çağıltıyı oluşturan su damlalarının her birinin çağıltısını seçik bir biçimde duymazsınız. Ancak tek bir varlık seçik düşüncelere sahip olabilir. Akıllı varlığın sadece seçik düşünceleri olsaydı, Tanrı olurdu. Bunların ışığında Leibniz’e göre bilginin derecelerine bakılınca şöyle denilebilir; diğerlerinden kendisini ayırt ettiğiniz bir fikir, açık bir fikirdir, kendisini çözümlemeniz, ögelerine ayrıştırmanız mümkün olan bir fikir ise seçik bir fikirdir.

Descartes’in ruhsal deneyimin karşısına Leibniz kendi mantıksal, akılsal yöntemini koyar. Doğru iyi yapılmış bir hesapla çıkarsanabilen şeydir. Hesabın kendisini ögelerine ayrıştırma imkanını veren bir kavram, upuygun bir kavramdır. Leibniz’de sıkı bir bilimsel dil geliştirme, kullanım kurallarıyla birlikte bir işaretler bütününü tanımlama zorunluluğunun kaynağı budur. Descartes’ın çileci iradeciliğinin karşısına Leibniz mantıkçılığını koymaktadır.

Descartes için, söylenen şeyi bilerek konuşmak doğru bir fikrin olduğunun işaretidir. Dil, düşüncenin yansısıdır. Kendinizi ifade ettiğiniz dilin ne’liğinin, şeklinin fazla önemi yoktur. Herhangi bir dille de açık düşünebilirsiniz. Önemli olan canlı sezgidir. Descartes, skolastik mantığın tanımladığı doğru yargının kurallarını küçümser. Skolastikler doğruluk, düşüncemizin şeylere uygunluğudur derler, ancak bu belirsizdir. Doğru düşüncenin gerçeğe bu uygunluğunu yorumlamak gerekir. Sağduyunun yorumu basittir: Doğru, gerçeğin basit bir kopyasıdır, gerçeğin onu bilen zihindeki varlığıdır. Doğru bilgi, basit olarak gerçeğin kişi tarafından alınması, algılanmasıdır.

Ancak bu kopya-doğruluk anlayışının bir anlamı yoktur. Her doğru yargı gerçeğin, akıl tarafından, zihnin çalışmasını gerektiren yeniden inşa edilmesidir, basit, edilgen bir yansıma değildir. Bu, sanatın doğrusu kadar bilimsel ve felsefi anlamda doğru için de söz konusudur. Saatte 180 kilometre hızla giden bir arabanın fotoğrafını çektiğinizde elinizdeki görüntü, nesnesine sadık olmakla birlikte yalancıdır, çünkü size hareketsiz bir nesne izlenimi verecektir. Sanatın doğrusu, kopya veya yansı değildir, kurma ve değiştirmedir. Doğru, stilize edilmiş kaba gerçeklik değildir, zihin tarafından değiştirilmiş, yeniden düşünülmüş gerçekliktir.

Aynı şekilde bilimsel doğru, kavramlar aracılığıyla deneyimin tam olarak yeniden inşa edilmesini gerektirir. Olaylar sadece kendi aralarında zorunlu yasalarla birbirlerine bağlı değildir; doğru yargı, olayı ancak deneysel teknikler yoluyla yakalar.

Doğru, ne apaçık görünendir; çünkü yanlış apaçıklıklar ve çelişik doğrular vardır, ne faydalı olan, kişiyi gerçekleştiren şeydir; çünkü teselli edici yanlışlar, korku verici doğrular vardır. Mantıksal bir akıl yürütmede doğru, bir yargılar sisteminin çelişkisizliğidir. Deneysel bilimlerde, sonuçların öncüllerle tutarlılığı, sonucun deneye dayanan yargılarla uyumudur. Deneyin varsayımı çürütmesinin mümkün olmasına karşılık, onun nihai olarak doğru olduğunu göstermesi mümkün değildir. Yeni deneylerden hareket eden yeni yargılar, varsayımın doğru olmadığını gösterebilir. Tutarlı yargılar bilimsel akılsallığı tanımlar. Bununla birlikte akıldışı tümüyle ortadan kaldırılamaz. Evrene ilişkin yasalar tam olarak matematiğin diline çevrilebilseler dahi varoluşun kendisini açıklayamazlar.

Zamanın kendisi akıldışıdır, sonra, önceden çıkarsanamaz. Şairin yaratıcı hayal gücü, müminin imanı, mistiğin transı indirgenemez deneyimler olarak yaşanır. Bilim bazen onları yanılgılar olarak açıklamaya çalışır, ama yaşanan bir deneyim, varoluşsal bir veri olarak inkar edilemez. Sadece sanatçı, güzele ilişkin deneyimini canlandırabilir. Sadece mümin, kutsaldan pay aldığından söz edebilir. Bilimsel konuşma biçimi yanında doğruyu hedeflediğini düşünen başka konuşma biçimleri de vardır: Hermenötik, anlamları ortaya koyma iddiasında olan yorum sanatıdır. Ancak yorumlar çatışma halindedir.

Doğru olan, hangi şekilde olursa olsun yararlı olandır diyen pragmatist W. James’e bakarsak verimli teknik uygulamaları olan bir fizik veya kimya yasası doğrudur. Ancak öte yandan insana iç huzuru veren, kendini haklı çıkaran bir siyasal inanç da doğrudur. Bir felsefi kuram, eğer endişeleri gideriyorsa doğrudur. Bir din de eğer kişiyi teselli ediyorsa, ahlaki bakımdan iyileştiriyorsa, doğrudur. Tanrı fikri de bütün diğer fikirler gibidir. O da ancak verimli, kar sağlayıcı ise doğrudur. Zaten W. James de "Tanrı kendisinden yararlandığımız bir şeydir." diyor. Bu bakış açısında doğru, bir akıl değeri değil var oluş değeri oluyor. Birçok çelişik doğrunun olması da mümkün; çünkü farklı insanlar kendilerine faydalı olan şeyi farklı sistemlerde bulabilirler. Yanlışın kendisi gerektiğinde pragmatik bir sahte-doğru olabilir ve doğruluk kelimesinin bütün anlamı ortadan kalkabilir. Çoğu zaman doğrunun keşfi, tutkularımız, eğilimlerimiz, alışkanlıklarımıza zor gelen bir şeydir.

Bilimin ve akılcı felsefenin her türlü çabasında hakim olan a priori ilke, dünyanın akılla kavranılabilir olduğu ilkesidir. Anlaşılmaz olan, dünyanın anlaşılabilir olmasıdır demiyor muydu Einstein? Bu ilkenin kendisinin bir inanç olduğu öne sürülebilir ancak bu inancı haklı çıkaran şey, esinlendirdiği davranışlardır. Bilim bugüne kadar başarılı olmuştur. Olaylar arasındaki bağıntılar akılsal yasalarla dile getirilebilmektedir. Bilim, ilke olarak, akıldışını reddeder. Elbette o zamana kadar kabul edilmiş bir kuramın açıklayamadığı olayların da ortaya çıktığı olur. Fakat bu olay doğru gözlemlenmişse, bilimin akılcı zihniyeti bu kuramın yanlış olduğunu, yeni olayı açıklamanın bir başka akılsal tarzı olması gerektiğini düşünür. O zaman bilim bu çelişkiyi çözmek için bir başka akılsal kuram icat eder. Bilim tarihi, sürekli devrimlerin tarihidir. Kavramlar ve kuramlar değişmekteyse bu aklın yenilgisi demek değildir; tersine belli bir kuram topluluğuna boyun eğmeyen aklın zaferidir.

Bir doğrulamanın nihai olduğu söylenemez. Bir varsayımdan bir sonuç çıkar, sonra bu sonuç doğrulanır. Doğrulanan sonuç, başka varsayımlarla da uyuşma içinde olabilir. Deneysel veriler bir varsayımla uyuşma içinde olduğu sürece bu varsayımı geçici olarak doğrulamış sayılır. Buna karşılık eğer iyi bir biçimde düzenlenmiş deneyler, varsayıma aykırı bir durum gösterirlerse, bu varsayım sonuçta geçersiz kılınmış, çürütülmüş, yanlışlanmış olur. Doğa hiçbir zaman mutlak ve kesin bir evet demez, ancak hayır dediğinde bu hayır kesindir. Sonuç olarak, deneysel sınamaya tabi tutulabilecek kuramlar bilimseldir ve bilimsel bir kuramın doğruluğu, doğrulanmış olmasında değil, yanlışlığını göstermesi, kendisini çürütmesi veya yanlışlaması mümkün olan bütün deneysel işlemlerden başarıyla geçmiş olmasındadır.

Doğru kavramı akıl kavramıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Skolastikler insanın akıllı bir hayvan olduğunu, bunun insanın ayırt edici özelliği olduğunu söylerler. Ancak her zaman yeterli ölçüde yapılmayan bir ayrımı, akılsal (rational) düşünceyle akla uygun, akıllıca (raisonnable) düşünce arasındaki ayrımı yapmak gerekir . Çünkü akla uygun (raisonnable) kelimesi entelektüel olmaktan çok ahlaksal bir anlam taşır. Akıllı, akla uygun bir düşünce, aklı başında, makul bir düşüncedir. Akıllı bir eylem, yalnızca akıl bakımından anlaşılması mümkün bir eylem değildir, doğru, ahlaksal bakımdan haklı bir eylemdir. Bir düşünce, başlangıç aksiyomlarından hareketle düzgün bir şekilde akıl yürütülüp tümdengelimde bulunulduğunda akılsaldır (rational). Akıllıca (raisonnable), akla uygun bir düşünce ise daha çok aksiyomların seçimi, örneğin geleceğe önderlik edecek ilkelerin seçimi düzeyinde ortaya çıkar. Burada akıl yürüten aklın çok ötesinde, değerler sistemi devreye girer. Pascal, aksiyomları seçen şeyin yürek olduğunu söylemiştir. O halde akıllıca, akla uygun bir düşünce, akılsal bir düşünceden başka bir şey gerektirir. O, değerlerin sezilmesini, değerlerin seçimini içerir. Akıllı insan, yalnızca düzgün bir tarzda önermeleri birbirlerine bağlayan insan değildir; O, sağlıklı değerlendirme yapabilen, ahlaki yönü, hayat tecrübesi, doğru sezgileri sayesinde başlangıç aksiyomlarını doğru seçen insandır.

Hegel "Akılsal olan her şey gerçek, gerçek olan her şey akılsaldır.” diyordu. Bu cümleyi, gerçek olan her şeyin akılsal, yani zihinle kavranılabilir, hiç olmazsa akılla açıklanabilir olduğu şeklinde okursak akılcılığın tanımına varırız. Hegel bu cümleyle aynı zamanda Aydınlanma filozoflarının dar akılcılığına da gönderme yapıyordu. Bu filozoflar, akıl adına, örneğin dinle alay etmekte, geçmişin boş inançlarını alaya almaktaydılar. Hegel, gerçek bir akılcının her şeyi, hatta din gibi akla aykırı görünen ve belki de aklın sembolik bir görüntüsünden başka bir şey olmayan bir şeyi anlamak için çaba göstermesi gerektiğini söyleyerek buna itiraz ediyordu. Gerçek akılcı, eleştiren ve alay eden değildir, anlamaya çalışandır. Ancak Hegel daha sonra, tarihin tümüyle zihinle kavranılabilir, akılla anlaşılabilir olması gerektiği şeklindeki bu fikri bırakıp, her şeyin akla uygun olduğu, meydana gelen ve geçmişte meydana gelmiş olan her şeyin sadece anlaşılabilir değil, aynı zamanda haklı olduğu fikrine sarılıyordu. Hatta, tarihin tümüyle aklın görüntüsü olduğunu söylüyordu. Yani tarih, akıl veya fikir veya ruh olan içkin Tanrı’nın görünüşüdür diyordu. Böylece tarih sadece akılsal, akılla açıklanabilir değil aynı zamanda akla uygun bir şey olmalıdır. Her şey, akılsal olduğundan, haklı olmaktadır.

Ancak dar anlamda akılsal olan, daha genel olarak akılla kavranılabilir olanın alanını tüketmemektedir. Akılsal önermeleri deneysel sınavlara tabi tutan doğa bilimlerinin yaklaşım tarzı yanında, aklın, anlam veya mana diyebileceğimiz şeyi ortaya çıkarmasına çalışan daha az kesin, ancak ilginç başka yaklaşımlar da vardır. Akılsallık kategorisinin kesin bilimlere, matematik veya doğa bilimlerine özgü olmasına karşılık, anlam kategorisi yorumsal disiplinlere özgüdür.

Yorumsal disiplin açık ve gizli anlamlar üzerinde durur. Açık anlamdan hareketle bu gizli anlamın okunması psikanalize özgü değildir, çok eski ve daha önce dinsel düşünce alanında uygulanmış bir yaklaşımdır. Kutsal metinlerin yorumu, uzun zaman bir hermenötik olmuştur. Şu ya da bu metnin aynı zamanda hem maddi, açık, hem de manevi, gizli bir anlamı olacaktır. Ricoeur’ün sözünden hareketle yorum, gizli anlamı açık anlam doğrultusunda deşifre eden, görünürdeki anlamın içerdiği anlam düzeylerini aşarak düşünce üreten bir çalışmadır. Hermenötik tipler çok çeşitlidir. Tarihin Hegelci bir tarzda, psikanalitik yorumun bir ölçüde tersi olan bir tarzda yorumu, bir hermenötiktir. Çağdaşları, birbirini izleyen olayların her birinin sadece açık anlamını görürken, Hegelci felsefe tarihsel bir dönemin anlamını gelecekte bulur, olayın gerçek anlamının ancak daha sonraki kuşaklarca görüleceğini, mutlağın ancak sonunda ortaya çıkacağını söyler. Freud’a göre ise geleceği açıklayan geçmiştir. Bir nevrozun belirtilerini veya bir rüyanın gerçek anlamını ancak öznenin geçmişini, çocukluğunu bilen kişi idrak edebilir. Sonuç olarak, yorum çalışması açık anlamından hareketle gizli anlamı açığa çıkarmaktan ibarettir.

Matematik bir dille ifade edilmiş ve deneyin yargısına tabi kılınmış fiziksel bir kuramın doğruluğuyla, aynı şey olmayan bir yorumun doğruluğunun ne’liğine baktığımızda, durumun ya da sorunun, açıklamakla anlamak arasındaki ayrıma indirgenemediğini görürüz. Gerçekten anlama, yaşanan anlamın yakalanmasıdır. Oysa yorum, yaşanan anlamın ötesine geçer, çünkü o tam da gizli bir anlamı açığa çıkarır. Deneysel bilimlerde olduğu gibi yoruma dayanan bilimlerde de yaşanan deneyimle açıklayıcı kuram arasında bir kopukluk vardır. Yalnız birinci durumda kuram, formelleştirilmiş bir önermeler topluluğudur (matematiksel dil); ikinci durumda ise kuram, önerilmiş bir anlamdır. Fakat özellikle yanlışlanabilirlik ölçütü yani deneysel olarak çürütülme imkanı sadece deneysel bilimlerde vardır, yorumsal disiplinlerde yoktur. Bir yorum ustaca, kendi parlaklığından ötürü ikna edici olabilir, ama gene de keyfi olarak kalır; çünkü gerektiğinde onu çürütmeye, yanlış olduğunu göstermeye imkan verecek deneysel bir aygıt yoktur. Biraz yetenekli bir marksist, yorumuyla bütün tarihsel olayları açıklayabilir. Bir psikanalist, bütün klinik olayları yorumlayabilir. Bundan dolayıdır ki J. Monod, hermenötik akılsallığı bilimsel doğruluktan kökten ayıran şu sözü eder: "Marksizm ve psikanaliz, kuramları kendi yapıları gereği çürütülemez oldukları için, bilim dışıdırlar."

İnsan, yüz binlerce yıldır dünya üzerindedir. Ancak bilimsel fizik 17.yy, kimya 18.yy, biyoloji 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Aslında gerçeğin kendiliğinden bilgisi, bilim-dışıdır. O, psikanalizden geçmemiş, rüyalarımız ve tutkularımızdan arınmamış bilgidir. Tutkulardan, gelenekten, hayal gücünden gelen şeyi dışarı atarak, şeylerin ilkel algısına dönerek bilimsel nesnelliğe ulaşabilir miyiz?

Araçsız olarak algılanan şey, özneldir. Nesnel olan şey ise bunun tersine, dolaylıdır. Ona ancak dolambaçlı yollardan ve birtakım düzeneklerle ulaşılabilinir.

Duyular gibi dil de yanıltıcı olduğundan, dünyanın birtakım niteliklerin belirlediği tözlerden meydana geldiğini düşünme eğilimi vardır. Mermer soğuktur, kurşun ağırdır... İlkel fizik ve kimya yalnızca bu araçsız verilerden söz ederler. Sığ gözlemin araçsız olarak değer verdiği şey genel olarak ayrıntıdır. Araçsız algının tersine bilimsel bilgi nitelikleri niceliklere çevirir. Bilimin ortaya çıkışı ölçmenin ortaya çıkışıdır. Sesli ve renkli yaşanan şey yerine bilim, enerjisi ve dalga boyu ölçülebilen titreşimleri keşfeder. Empirik çeşitliliğin yerine akılsal birliği geçirir. Bilimsel bilgi, dolaysız gözlemin varlıklar gördüğü yerde ilişkiler görür.

Bilimsel gerçek kendiliğinden ve edilgin olarak gözlemlenen gerçek değildir. O, inşa edilen bir gerçektir. Olgu ancak nesnel, ölçülebilir özellikler sağlayabilecek bir biçimde ortaya konduğunda bilimsel anlama sahiptir. Bilimsel bir kavram yavaş yavaş oluşur, kendi başına, ayrı bir öğe değildir, tüm bir kavramlar ağının bir parçasıdır. Bilim, sanatta da olduğu gibi araçsız deneyin bir yansısı değildir, aklın karmaşık ve sürekli bir yaratımıdır.

**Nefes Dergisi'nin 2.sayısında da yayınlanmıştır
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Aklın Yaratımları" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Dr.Hira Selma KALKAN'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Dr.Hira Selma KALKAN'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Hira Selma KALKAN Fotoğraf
Dr.Hira Selma KALKAN
İzmir
Doktor "Ruh sağlığı ve hastalıkları - Psikiyatri"
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi9 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Dr.Hira Selma KALKAN'ın Yazıları
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,977 uzman makalesi arasında 'Aklın Yaratımları' başlığıyla eşleşen başka makale bulunamadı.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


07:34
Top