2007'den Bugüne 92,227 Tavsiye, 28,206 Uzman ve 19,962 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Panik Atak; Bütüncül Bir Bakış
MAKALE #18206 © Yazan Psk.Necdet DÖNMEZ | Yayın Nisan 2017 | 4,229 Okuyucu
Sonda söylenecek olanı baştan söyleyerek başlayalım; panik atak dışardan bilinçli beynimizle baktığımızda ölüm korkusu, bilinçdışı zihnimizi yokladığımızda ise öldürülme korkusu olarak tanımlanabilir. Bu ayrıma neden gittiğimi ve öldürülme korkusunun ne anlama geldiğini ilerleyen kısımlarda ele alacağım; ancak öncelikle görünen kısımda insan neler yaşıyor ve fiziksel olarak insan vücudunda panik atak esnasında neler oluyor, bu ikisine yakından bakmak faydalı olacaktır diye düşünüyorum.

İnsanlar panik atak esnasında;
1. Çarpıntı, kalp hızında artış
2. Terleme
3. Titreme ya da sarsılma
4. Nefes darlığı ya da boğuluyormuş gibi olma
5. Soluğun kesilmesi
6. Göğüs ağrısı
7. Mide bulantısı
8. Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma
9. Çıldırma korkusu
10. Ölüm korkusu
11. Vücutta uyuşmalar
12. Üşüme ya da ateş basması…
gibi belirtiler yaşamaktadırlar. Daha doğrusu panik atak yaşayanların geri bildirimleri ve bizim dışarıdan gözlemleyebildiğimiz kadarı bu kadardır.

Panik Atak Sırasında Vücutta Neler Olmaktadır?


Panik atak insan için bir tehlike anında ortaya konulan bir savunma olarak düşünülebilir; ancak tehlikenin ne olduğu ve nereden geleceği belli değildir. Ve bu nereden nasıl geleceği belli olmayan tehlikeye karşı organizmamız müthiş bir enerji ortaya çıkarmaktadır. Bu enerji savunmanın bir parçası olarak nasıl kullanılacaktır ya da kullanılacak mıdır? Bu konuya biraz açıklık getirelim.

İnsan beyninin ilgilendiği 2 temel konu vardır;
1. Hayatta kalmak
2. Üremek

Gerisi beyin için teferruattır (beynin ilgilendiği geriye kalan meseleler de önemlidir ancak en temel konular bu iki konudur). Bu iki duyguyla ilgili meseleler hallolmuşsa diğer meselelerle ilgilenir. Hayatta kalmak için; yeme, içme, barınma… ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Bir de birisi saldırırsa onunla savaşmak ya da kaçmak gerekiyor. Bir diğeri de neslin devamı için sevişip üremek gerekiyor.

Panik atak sırasında bu iki temel motivasyondan “hayatta kalmak” motivasyonuyla ilgili beynimiz hayati bir tehlikenin olduğu sinyalini verir ve adrenalin hormonu salgılanır. Bir tehlike vardır ve bu tehlike bizi öldürebilir! Bir tehlike kişiyi öldürecekse iki şey yapabilir; saldıracak gücü varsa saldırabilir ya da kaçabilir. Bir üçüncü seçenek donup kalmak, ölü taklidi yapmaktır tabiri caizse. Ancak o diğer ikisine göre daha az yapılır. Çoğunlukla ya saldırır ya da kaçar kişi. Saldırmak için de kaçmak için de lazım olan şey “adrenalin”dir. O anda beynin tehlike sinyaliyle birlikte beyindeki duygu merkezimiz amigdala aşırı ateşlenir, korku, panik yaşanır ve bir anda adrenalin salgılanır. Adrenalin salgılanmasıyla birlikte kaslar kasılır, kalp ritmi giderek artar, vücuda ve özellikle hayati organlara (kalp, beyin ve kaslar) kan pompalanır, böylelikle enerji artar. Bu aşamada özellikle kalp, beyin ve kaslara kan pompalanmasının nedeni hayati önem taşımalarıdır. Saldırmak ve kaçmak için özellikle bu organlar çok önemlidir. Vücudumuz bu dengeyi ayarlar. Kalp hem kendini hem de beyin ve kasları iyi besler. Kişi oturuyor olsa bile adrenalin salgılanmasıyla birlikte kalp çok hızlı atmaya başlar.

Adrenalin yükselince vücutta olan başka bir şey tansiyonun yükselmesidir. Kişi o anda tansiyonunun yükseldiğini bilmeyebilir ancak onun bazı belirtilerini hissedebilir. Baş ağrısı olabilir, baş dönmesi olabilir, halsizlik olabilir, enerji yoksunluğu hissedilebilir, güçsüzlük hali hissedilebilir. Bu güçsüzlük halinin hissedilmesi şununla alakalıdır; adrenalin salgılandığında vücutta büyük bir enerji oluşur ve bu enerjinin harcanması gerekir. Kişi o sırada koşuyor olsa o enerji harcanır ve bunlar yaşanmaz. Ama kişi bekliyor ve enerji içerde kalıyor, vücutta bir nevi enerji patlaması yaşanıyor, enerji harcanamıyor. Enerji harcanamadığı zaman da halsizlik ve güçsüzlük hissediliyor.

Başka bir durum; birisine saldıracaksak ya da kaçacaksak bize enerji lazım. Enerji için de besinleri parçalamak lazım, bunun için de oksijen gerekiyor. Yani panik atak yaşayan kişilerde adrenalin yükseldiğinde kandaki oksijen seviyesi normal olduğu halde bir hava açlığı başlar. Hem korku ve panik hem de hızlı nefes alma görülür ve çarpıntı hisseder kişi. Bu hızlı nefes alma kandaki oksijen miktarının artmasına yol açar. Normalde bu durumda nefes darlığı hissedilmez; ancak adrenalin salgılandığı için hızlı nefes alıp verildiği halde bir hava açlığı vardır.

Tekrarlayıcı nefes alıp verme ve neticesinde kandaki oksijenin yükselmesinin bir etkisi de hipokalsemidir; kandaki kalsiyum seviyesinde bir düşme yaşanır. Gerçekte total kalsiyum düşmez ancak serbest kalsiyum seviyesi düşer. Kalsiyum düştükçe önce eller uyuşur, çok yoğun bir düşüş varsa kasılmalar başlar.

Yaşanan başka bir durum da adrenalin yüksekliği nedeniyle hiperaktiviteye neden olabilir. Kişi yerinde duramaz, bir hareketlilik olur. Aklımı yitiriyorum, çıldırıyorum gibi duygular hissedebilir kişi.

Panik atak esnasında vücutta olanlar bu yukarıda saydıklarımızdır. Peki panik atağın ebeveyn-çocuk ilişkilerinden kaynaklanan nedenleri neler bir de onlara bakalım.

Panik Atağın Çocukluk Çağı Yaşantılarından Kaynaklı Nedenleri

Psikolojik sorunların kökeni olarak ilk 5 yaşta etrafımızda bakım veren kişilerle olan ilişkilerimiz büyük önem taşımaktadır. Fiziksel bakımın yanı sıra psikolojik manada da özellikle annenin “yerinde ve yeterince annelik yapması” son derece önemlidir. Çocuğun duygusal coşkusuna eşlik etmek ve kötü hissettiğinde onu sakinleştirmek, duygusal anlamda benzer durumlarda benzer duygusal tepkiler vermek, örneğin çocuk oyuncaklarını dağıttığında bir gün iyi davranıp başka bir gün kızmak sağlıksız bir tepkidir, ve çocuğu ayrı bir birey olarak görebilmek sağlıklı bir psikolojik yapı için önem taşır.

Aynı zamanda özellikle 3-6 yaş arası çocuğun kendi cinsiyetinden ebeveyniyle özdeşim kurmasına olanak sağlayacak bir ebeveyn onun cinsel kimlik yapısının temel taşıdır.
Bu özelliklerden panik atak sebebi olarak ilk değineceğimiz sorun “ebeveynlerin çocuktan ayrışma sorunu”dur. Bu sorundan bahsetmeden önce bebeğin ayrışma serüveni nasıl başlıyor ve anne-bebek arasında neler oluyor belki kısaca ondan bahsetmek yararlı olacaktır. Bebeğin ilk ayrışma hareketi 4-8 ay arasında yaptığı kafasını geriye doğru atma hareketidir. Bu hareketle bebek anneye adeta “ben ayrı bir varlığım” mesajı vermektedir. Zaten insanoğlunda bağımsız olma ve kendini ayrı bir varlık olarak deneyimleme duyguları çekirdek olarak mevcut durumdadır (bu konuda Daniel Stern’in araştırmaları bizlere ışık tutmaktadır). Eğer anne bebeği bu konuda destekler, bebeğe “sen ayrı bir varlıksın, haydi dünyayı keşfet” gözüyle bakar ve ayrışmasını desteklerse bu çekirdek büyür ve bebek ilerleyen yaşlarında kendi ayakları üzerinde duran, kendine ait duyguları olan ve kendi seçimlerini yapabilen bir birey haline gelir.

İlk 4-8 ay arasında başlayan bu ayrışma hareketleri daha sonra bebeğin emeklemeye başlamasıyla başka bir boyuta taşınır ve bebek için bu bir dönüm noktasıdır; hareketsiz, pasif olan bebek artık aktiftir ve hareket edebilmektedir. Artık dünyayı keşfetme ve tabiri caizse dünyayla aşk yaşama zamanıdır. Tabi bu keşfin ve aşkın yaşanmasında anne kilit roldedir. Bu hareketlilikle birlikte annenin “ayrı olmak”la ilgili bir sorunu yoksa bebeği “ayrışma”sı konusunda destekler, keşif için cesaret verici gözlerle bakar.

Örneğin bebek yan odaya gittiğinde bir “panik” ve “endişe” yaşamaz. Aynı zamanda da bebek geri döndüğünde onun güvenli kalesi olarak yerinde durmaktadır anne. Yani ayrışmanın sağlıklı olabilmesi için hem bebek biraz uzaklaştığında buna izin vermek hem de yakıtı bittiğinde yakıt ikmali için anneye geldiğinde o yakıtı vermek önemlidir. Çünkü bebek beş adım uzaklaşabilir on adım uzaklaşabilir ilk zamanlarda, yakıtı o kadardır. Daha uzağa gidebilmenin alıştırmasını yapar. Anne destek verdikçe zamanla bu mesafe artar, yalnızlık kapasitesi gelişir. Ancak annenin ayrışmakla ilgili problemi varsa, anne bebek biraz uzaklaştığında panik hissediyorsa, anne bebeğin ayrışmasını bir terk edilme olarak deneyimliyorsa ve anne bebeği kendisinin devamı olarak görüyorsa bebeğin ayrışma-birey olma çekirdeği gelişemeyecek, bebek annenin paniğini ve travmasını yaşayacak ve bebek kendini ayrı bir birey olarak deneyimleyemeyecektir; “Ne zaman annemden uzaklaşsam başıma bir şey gelecek” diyerek deyim yerindeyse yoğun panikle ve korkuyla anneye geri dönecektir.

Bunun yanı sıra ayrışma sorunlarıyla ilgili karşılaşılan başka alanlar da vardır. En çok görüldüğü alan da yemek yemeyle ilgili alandır. Anne çocuğa der ki “Gel yemek ye bugün doğru dürüst bir şey yemedin.” Çocuk ne der? “Tokum yemeyeceğim. “ der. Ancak anne o kadar emindir ki çocuğun aç olduğundan “Açsındır aç gel ye!” Çocuk “yemeyeceğim!” der. En son aşamada anne ne yapar? Çocuğun ağzını tutar kaşığı sokar ağzına zorla yedirir. Peki bu sırada çocuğun zihninde ne yaşanır? Çocuk düşünür; “Bu benim midemse ben tokum, yok annemin midesiyse ben açım. Bu mide kimin midesi? Annemin midesi mi benim midem mi?” Midenin kimin olduğu dolayısıyla bu vücudun kimin olduğu karışır çocuğun zihninde. Dahası kendisinin ayrı bir varlık olarak tek başına var olma şansı kalmamıştır; anne yoksa o da yoktur!

Bu şekilde ayrışma problemi olan ebeveyn-çocuk ilişkilerinin panik atak ile ilgili yansımasına gelecek olursak, örneğin evde panik atak problemi olan anne sürekli bu problemle ilgili duygularını çocuğuna atacaktır. Özellikle ilk 2 yaşta bebeklerin beyni çok hızlı bir gelişim içindedir ve anneden gelen duyguları dışarıdan çok çabuk bir şekilde alır, esnekliği çok fazladır. Anneden gelen panik atakla ilgili duygular bebeğe çok çabuk nüfuz eder ve zaten kendini ayrı bir birey olarak deneyimlemeyen bebeğin zihni bu duyguları kendinin gibi algılar ve tutar. Bununla birlikte annenin bütün travmaları bebek tarafından alınır, başka bir deyişle anne tarafından bebeğe atılır. Normalde sağlıklı bir psikolojik gelişimde dışarıdan gelen travmatik duyguları atma kapasitesi olan zihin, sağlıksız bir anne bebek ilişkisinde ayrışmadığı için bu travmatik duyguları atamaz ve kendi duygusuymuş gibi yaşar. Muhtemelen anneye de önceki nesillerden atılan panik atak duygusuyla kişi yaşamı boyunca uğraşır durur. Örneğin kişinin anneannesinin annesi savaş zamanında yaşadığı bir travmadan dolayı ilk atağı yaşamış kişi olabilir. O kendinden sonraki nesle atmıştır sonraki nesil de kendinden sonraki nesle… Bu durumun tespiti için aile geçmişinin incelenmesi ve belki de ayrıntılı bir soyağacı çıkartılması işe yarayabilir. Soyağacında kimler travmatik olaylar yaşamış, kimler terk edilmiş, kimlerin çocuğu ölmüş… gibi olaylar araştırılmalıdır. Bundan sonra da panik atak duygusu asıl sahibine iade edilerek ayrışma çalışması yararlı olabilir. Sonuçta yaşan duygu başka birinin duysudur ve o başka biridir biz başka biriyiz. Örnek olarak “Panik atak duygusu büyük büyükannemin duygusu benim duygum sakin olmak. Büyük büyükannem başka birisi ben başka birisiyim.” Cümlesini söylemek bile zihnimizi rahatlatır ve bilinçdışı zihinle bilinçli zihni ilk defa bir araya getirir.

İkinci ve daha çok görülen ebeveyn-çocuk ilişkisi kaynaklı panik atak nedeni ise rekabet kaynaklı, 3 ile 6 yaş arasında aynı cins ebeveynle yaşanan çatışmalı ilişki şekli ve karşı cins ebeveyne duyulan tabiri caizse “aşk” duygusunun 3-6 yaş sınırını aşıp yetişkinlikte de devam etmesidir. Freud’un “ödipal dönem” dediği bu dönemden biraz bahsetmek , söylediklerimin daha anlaşılır olması için, yerinde olacaktır diye düşünüyorum. Çocuk 3 yaşına geldiğinde anne-çocuk ilişkisinden babanın da içinde yer aldığı üçlü, rekabete dayalı bir sistemin içinde bulur kendini. Etrafta erkeklik, kadınlık gibi şeyler söylenmektedir. Erkeklerin bir kadını vardır kadınların da bir erkeği. Bir kadın veya erkeğe sahip olmak için cinsel kimliğin yanı sıra, güçlü olmak, rekabet ortamına girebilmek gerekir. Çocuğun en yakın olarak sahip olabileceği erkek-kadın kimdir? Erkek çocuk için anne, kız çocuk için baba. Örneğin erkek çocuk için düşünecek olursak; çocuk erkek olabilmek için bir pipiye sahiptir, ama bakar ki bu yetmez. Baba gibi biraz güçlü olması gerekmektedir, onun gibi giyinmesi gerekmektedir… ki anneye sahip olabilmesi buna bağlıdır. Biliyordur, emindir anne de onun kendisini kurtarmasını beklemektedir. Ama o zalim baba buna engel olmaktadır. Oysa ne güzel gündüz işe gitmektedir ve anneyle çocuk baş başa kalmaktadır. Tam her şey yoluna girecek derken o zalim adam kapıyı çalar ve yine anneyle arasına girer erkek çocuğun. Bir taraftan da zihninden bunları geçirdiği için bunları babanın bu aklından geçenleri bildiğini ve bundan dolayı gelip kendisini cezalandıracağını düşünür ve korkar. Bir taraftan baba yok olsun diye düşünür diğer yönden bunu babanın bilip kendisini yok etmesinden korkar. Zihni bu şekilde çalışır, düşündüklerinin etraftakiler tarafından görüldüğünü, bilindiğini zanneder.

Bu yaşadıkları doğal bir süreçtir ve aşağı yukarı 6 yaşa kadar sürer. Tüm bunlarla birlikte çocuğun karşı cinsle özdeşim kuracağı, kadınlık-erkeklik rolünü öğrenip “ben kızım-ben erkeğim” diyeceği dönemdir. Bu olanlar gelişimsel sürecin doğal akışıdır, olması gerekendir.

Peki ne zaman sorun olur ya da bu gelişim dönemiyle ilgili sorun yaşar çocuk?

Özellikle erkek ve kız cinsiyet rollerini edinebilmesi için erkek çocuk için baba, kız çocuk için anne ile özdeşim bu dönemde çok önemlidir. Aynı cinsiyetten ebeveyn çocuğa zaman ayırmalı, zaman zaman ev dışında birlikte aktiviteler gerçekleştirmeli, ev içinde oyunlar oynamalı, onun ebeveyn taklitlerini desteklemeli… kısaca ona olumlu bir özdeşim olanağı sunmalıdır. Bu özdeşim süreci cezalandırıcı, otoriter bir ebeveyn tarafından engellenirse çocuk ruhsal açıdan yaralayıcı bir süreçle karşı karşıya kalır. Bu cezalandırmanın karşı cinsten ebeveyne olan ilgisiyle alakalı olduğu ilmek ilmek işlenir çocuğun ruhuna. Örneğin erkek çocuk açısından düşünecek olursak; anneye olan ilgisini babanın bildiği ve bu yüzden babanın sert, cezalandırıcı tavrıyla karşı karşıya kaldığı prensibiyle çalışır çocuğun bilinçdışı. Bu defalarca tekrarlanınca çocuktaki inanç “anneyle yakınlaşmam baba tarafından cezalandırılacak” inancıdır. Dolayısıyla yetişkinlikte anne türevi bir kadına ilgi duyduğunda babanın bu cezalandırıcı tavrı hep ensesindedir. Bir taraftan yakınlık ister diğer taraftan bu yakınlık onu korkutur, endişelendirir ve bilinçdışında alarm çalmaya başlar. Bu alarmın ismi de panik ataktır. Kişi bilinçli olarak bunu neden yaşadığını bilmez ancak bilinçdışında dönen hikaye anneye olan yakınlaşma isteği ve babanın cezalandırıcı tavrına çocuğun verdiği tepkiden ibarettir. Her kadın anne türevidir ve her erkek figürü cezalandırıcı baba türevidir. Karşı cinsle yakınlaştığında ceza da beraberinde gelecektir, belki de öldürülecektir. Bu dış dünyaya ölüm korkusu olarak yansır. Kişinin bilinçdışı “birinin gelip beni öldürmesindense ben kendimi kalp kriziyle öldürürüm” mesajını vermektedir.

Tedavi Süreci

Panik atağın psikoterapi ile tedavisi mümkündür ve danışan-terapist işbirliğinin olumlu yönde kurulmasıyla yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır. Yalnız bu tedavi süreci için şu kadar günde şu kadar seansta sonuç alınır gibi söylemlerde bulunmayı çok doğru bulmuyorum. Çünkü psikoterapi süreci danışanın kişilik özellikleri, danışanın gelişimsel hikayesi, danışan-terapist uyumu, terapistlik becerilerinin doğru kullanılması… gibi birçok değişkene göre şekillenmektedir. Ve alınacak sonuç da bu değişkenlerden doğrudan etkilenir. Psikoterapide yukarıda bahsettiğim gelişimsel dönemlerle ilgili konuşulması, bir semptom olarak ortaya çıkan panik atakla ilgili kaynak duyguların konuşulması önemlidir. Yani belirtilerden çok sorunun kaynağı tespit edilmelidir ve kanaatimce bu sorunun kaynağı ulaşmak çocukluk çağı muhataplarıyla olan ilişkilerimizde saklıdır. Sadece panik atağın belirtilerine odaklanıldığında bu tabiri caizse bataklıktaki sivrisinekleri öldürmeye benzer. Bataklığı kurutmadıkça sivrisinekler üremeye devam ederler. Yani panik atak sivrisineklerdir, panik atağa neden olan yaşantılar ve bu yaşantıların oluşturduğu kaynak duygular ise bataklığın ta kendisidir ve asıl mesele de bataklığı kurutmaktır!

Son olarak gelen bir atağı kendi başına savuşturma tekniklerinden bahsetmek istiyorum.
İlk olarak gelen atakta yaşanılan duyguyu kabul etmek ve bu duyguyu tekrar tekrar söylemek duygunun boşalmasını sağlayacağı için o atağı savuşturmanıza yardımcı olacaktır. Örneğin ölüm duygusu geldi. “Ölüyorum, ölüyorum, ölüyorum…” diye 20-30 kere bunu sesli olarak tekrar tekrar söyleyin. Sonra 20-30 saniye bekleyin ve içinizden gelen başka duygulara odaklanın. Örneğin “yalnızlık” geldi, “yalnızım, yalnızım…” bu şekilde atak geçene kadar duygularınıza odaklanın ve bu duyguları beyniniz duyacak şekilde söyleyin. Bu egzersizde başlangıçta daha berbat hissedebilirsiniz, endişelenmeyin bu iyi bir şeydir. Tekrar edip söyledikçe duygunuz boşalır ve daha hafifler.

İkincisi nefese odaklanıp nefesi yavaşlatmadır. Burundan derin bir şekilde alınıp ağızdan bir mumu üflercesine nefes alıp vererek nefese odaklanmak atağın geçmesinde yardımcı olabilir.

Üçüncüsü ise zihnimizi başka yöne kaydırmaktır. Bu yöntem duyusal anlamda daha hafif ataklarda başarılı olabilecek bir yöntemdir. Örneğin ellerimizdeki çizgilere odaklanmak, bir ulaşım aracındaysak koltukları saymak, dışarıdaysak etraftaki ağaç türlerine odaklanmak, yoldan geçenleri saymak… buna benzer şekilde zihnimizi farklı bir düşünceye odaklamak atağı savuşturmamıza yardımcı olabilir.

Sonuç olarak bu saydığım 3 yöntem tedavi yöntemi değil savuşturma yöntemleridir. Tedavi için alanında yetkin bir psikoterapistten yardım almak kanımca atılacak en doğru adımdır.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Panik Atak; Bütüncül Bir Bakış" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Necdet DÖNMEZ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Necdet DÖNMEZ'in izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     2 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Necdet DÖNMEZ Fotoğraf
Psk.Necdet DÖNMEZ
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Klinik Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi41 kez tavsiye edildiTavsiyeEdiyorum.com'u sıkça ziyaret ediyor.
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Necdet DÖNMEZ'in Yazıları
► Panik Atak ve Psikanalitik Bakış Psk.Vahap TAŞKENT
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,962 uzman makalesi arasında 'Panik Atak; Bütüncül Bir Bakış' başlığıyla benzeşen toplam 21 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Dini Takıntılar Nisan 2019
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


07:15
Top