2007'den Bugüne 92,262 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Öğrenme Psikolojisi - Öğrenme Teorilerinin Karşılaştığı Tipik Bazı Problemler
MAKALE #18389 © Yazan Uzm.Psk.Hakan TOKGÖZ | Yayın Mayıs 2017 | 13,639 Okuyucu
ÖĞRENME PSİKOLOJİSİ - ÖĞRENME TEORİLERİNİN KARŞILAŞTIĞI TİPİK BAZI PROBLEMLER
ÖĞRENMENİN NİTELİĞİ

Öğrenme, psikolojinin en önemli kavramlarından biridir. Öğrenme gibi duyum, algı, motivasyon, kişilik, hafıza, unutma gibi süreçler, insan davranışlarının temel süreçlerini oluştururlar. Bununla ilgili halk arasında sık olarak kullanılan bir deyim vardır; İnsan yaşadığı sürece öğrenir. Gerçektende insan yaşadığı sürece bilgi repertuarına bazı şeyler ilave eder.

Öğrenme, sadece akademik çalışma yapan bilim adamlarını değil, her insanı ilgilendirir. Sadece psikologları, eğitimcileri değil, toplumdaki herkesi yakından ilgilendiren bir süreçtir. Kısacası mesleği ne olursa olsun toplumda yaşayan her insan öğrenme içindedir. Öğrenme bilginin pasif olarak kazanılması değil, aktif bir süreçtir. Öğrenme, insan yaşantısının zenginleştirilmesidir.

Ana babalar çocuklarına, doktorlar hastalarına bir takım bilgi ve becerileri öğretirler. Davranış psikologlarının deyimiyle ifade edecek olursak; doğuştan birkaç refleks haricinde insan davranışlarının tümü çevrenin, öğrenmenin ürünüdür.
Öğrenme hadisesi basit bir süreç değildir. Öğrenme son derece karmaşık ve çeşitli faaliyetleri kapsayan bir süreçtir. Öğrenmenin psikolojik, sosyolojik antropolojik vb. çeşitli boyutları vardır. Öğrenme nedir diye soracak olursak, bu soruya psikologlar ve eğitimcilerin farklı cevaplar verdiklerini de görebiliriz.

ÖĞRENMEYİ AÇIKLAYAN TEORİLER

Şimdiye kadar tek başına öğrenmeyi izah eden bir teori bulunamamıştır. Psikoloji alanındaki teoriler oldukça çoktur. Bu teoriler genellikle birbirleri ile çelişme halindedir. Acaba neden öğrenme alanında bu çelişme vardır? Çelişki, araştırıcının bir teorinin tüm öğrenmeleri açıklayacağı düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Böyle bir çelişkiden kurtulmanın tek yolu, bütün davranış teorilerinin birlikte ele almaktır. Bunların birbirlerini tamamlayan yönleri göz önüne alınmalıdır.
Öğrenme teorilerini psikologlar iki başlık altında ele alırlar:
1. Uyarıcı-Tepki teorileri
2. Gestalt Alan teorileri
Bazı psikologlara göre de 3. Ve 4. Olarak Sosyal öğrenme ve Psikodinamik öğrenme teorilerini ele almak gerekir.
Uyarıcı-tepki psikologlarına göre (çağrışımcı, boş organizma psikologları) öğrenmede iki kavram önemlidir. Öğrenme uyarıcı ve tepki arasındaki ilişkidir. U-T psikologlarına göre beynin bir fonksiyonu yoktur. Beyin bir kara kutudur ve o kara kutuya giren ya da çıkan bizi ilgilendirmez.
Bu gruptaki psikologlar: Throndike, Watson, Guthrie, İ.Pavlov, Skinner.
Gestalt psikologlarına göre öğrenme, organizmaya ulaşan uyarıcıların beyne gitmesi ve orada bazı oluşumlardan geçmesi ve tepki olarak organizmadan çıkmasıdır. Bu psikologlar insan davranışlarının meydana gelmesinde beynin rolünü kabul etmektedirler. U-T psikologlarına göre öğrenme, mekanik bir süreçtir. Bilişsel psikologlara göre ise organik bir süreçtir.

ÖĞRENMEYİ DOĞURAN ŞEY

Öğrenme nasıl bir hadisedir? Nasıl meydana gelir?

Psikoloji her şeyden önce kendini bir tabiat bilimi olarak görür ve tabiat bilimine özgü şeylerle çalışır. Tabiat bilimi denilince ilk akla gelen şey deney’dir. Psikolojide deneye bağlanan ümitlerin %100 yerine gelmediği bilinir. Yapılan deneylerin faydalı olması için teori kurmak gereklidir. Deney yapıldığı an araştırmacının bazı sorular sorması gerekir. Yapılan deneye bir takım sorular sorulmamışsa bilimde öngörülen sebep-sonuç ilişkileri açıklanamaz. Ayrıca deney yapmanın da bazı kriterleri vardır. Bilim adamı iş olsun diye deney yapmaz.

Bilimin son hedefi nedir? Bilimin son hedefi açıklamaktır. Yani ister teoride ister izahta olsun ortaya çıkan bilgidir.
Öğrenmeyi nasıl gerçekleştiriyoruz? Yani öğrenme hangi şartlarda meydana geliyor? Bir öğrenme teorisini ele alan psikologlar neye dikkat etmeli?
Öğrenmede birinci planda algı ile karşı karşıya bulunuyoruz. Öğrenme olayı bir varlık olarak mevcut değildir. Öğrenme, öyle kolay tarifi yapılacak bir şey değildir.
Öğrenmeyi nasıl tarif ediyoruz? Bize göre öğrenmenin tek bir tarifi olmaz.
Öğrenme hadisesi meydana gelirken neler cereyan eder?
1. Algı Problemi: Her türlü problemde algıya ihtiyaç vardır. Öğrenme, algıyla başlar. Öğrenme psikologu teorisini kurmadan önce algı üzerindeki görüşünü ortaya koymalıdır.
2. Kapsam Meselesi: Kişinin algı alanına giren şeyler nelerdir? Geçerli olan algının seçiciliğidir. Kişi algı alanına giren tüm objeleri anlamak zorunda değildir. Önemli olan kendi ihtiyaçlarını giderecek olan objelerdir.
3. Hareket Sahası: Hareket sahasına girildiğinde organizmanın sergilediği davranış vardır. Organizma burada davranışlarını önceki yaşantılarına göre ayarlamak mecburiyetindedir. Çünkü önceki yaşantılarımızın bizde oluşturduğu tecrübeler vardır. İnsandaki yaşantı şemaları sabit değildir. Bu şemalar yaşantı ile gelişen ve değişen bir özellik taşır. Karşılaştığımız her yeni durum, önceki şemayla tanımlanmaya çalışılır. Yeni karşılaştığımız objeleri, durumları anlamakta güçlük çektiğimiz için önceki yaşantımıza göre bir kategoriye koyma şeklinde algılamaya yöneliriz.
4. Objeleri teşhis etmek ve anlam vermek: Algılamada önemli bir aşama da insanın canlı ve cansız varlıkları tanıması, ayırması ve onları anlamlandırmasıdır. İnsan daima aşina olduğu insanlarla ve objelerle karşılaşmaz. Bazen hiç tanımadığı obje ya da insanlarla karşılaşabilir. Genellikle karşılaşılan obje ve kişiler bilgi ve beklentiyle ilgilidir. Şüphesiz bilinen objeleri değerlendirmek çok daha kolaydır. Teşhiste bulunurken iki kategoriye göre hareket ederiz.
a. Genel Teşhis Kategorisi: Eğer bir obje genel kategoriye göre değerlendirilecekse burada insan az algısal işlemde bulunmaktadır.
b. Spesifik (Özel) Teşhis Kategorisi: Teşhis edilecek obje ve insanlar özel bir kategoride değerlendirilecekse insan, daha çok algısal işlevlerde bulunur.

İnsanda objeleri değerlendirmede esas rolü oynayan süreç nedir?
Biz inançlarımıza, tutumlarımıza ters düşen canlı ya da cansız varlıklarla karşılaştığımız zaman, bu inanç ve tutumlarımızı nasıl kuruyoruz? İşte bu mekanizma ‘algısal konstans’ sürecidir. Bu süreç iki yönlüdür. Biyolojik ve psikolojik.
Eğer konstans süreci olmasaydı biz karşılaştığımız objeleri tanıyamazdık. Konstans bizim algılarımızın devamını sağlamaktadır. Objeleri de genel ve özel kategoriye ayırırken bu süreç önemli bir yer tutar.

İnsan çevresine karşı yaşamını hangi öğrenme türü, hangi davranış türüyle gerçekleştirir?
Bu konuda iki farklı yaklaşım vardır:
1. Tepkisel Öğrenme: Bu görüşe göre insan çevreye karşı öğrenmesini tepkisel davranış (klasik şartlı öğrenme) ile gerçekleştirmektedir.
2. Operant Öğrenme: İnsan çevreye karşı yaşamını operant ve sosyal öğrenme yoluyla sağlar. Burada öğrenilmiş davranışlar söz konusudur. Skinner’e göre insan davranışlarının %90’ı operant’tır ve bu iki öğrenme sayesinde biz topluma uyum sağlıyoruz.

ÖĞRENMEYE KARŞI YAPILAN ELEŞTİRİ:
1. Tepkisel öğrenmeye karşı yapılan eleştiri: Eğer insan çevreye karşı yaşamını sadece şartlanma yoluyla sağlasaydı o zaman insan çevreye boyun eğmek zorunda kalırdı. Bu nedenle de insanın hür iradesinden söz edilemezdi. Toplumdaki örf, adet, inanç ve tutumların şartlanma yoluyla öğrenildiği öne sürülmüştür.
2. Skinner ve sosyal öğrenmecilere karşı eleştiriler: Eğer insan yaşamını sadece bu iki yolla sağlamış olsaydı başka öğrenme türlerine gerek kalmazdı.
Bu görüşlere ilave olmak üzere OSGOOD’un açıklaması vardır. Tek başına ne şartlı öğrenme ne de operant öğrenme insan davranışlarını ifade edemez. Çünkü insan davranışları iki öğrenmenin bir bileşkesi, kombinezonudur.
Ayrıca Gestalt psikologlarının kavrayarak öğrenme modelini de eklemek gerekir. Buna göre insan, çevreye karşı yaşamını şartlı, operant, sosyal, neticede kavrayarak öğrenme yoluyla sağlayabilir. Kavrayarak öğrenme bütün öğrenmelerin merkezidir.

ÖĞRENME NEDİR?
Öğrenme, psikologlar tarafından çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Bugün psikologların üzerinde uzlaştıkları bazı tanımlar vardır. Bu tanımlardan en klasiği; Öğrenme, bireyin davranışlarında yaşantıları yoluyla meydana gelen kalıcı değişikliklerdir. Ancak organizmadaki her davranış değişikliğini öğrenme olarak tanımlayamayız. Bazı şartlara ihtiyaç vardır. Davranış değişmesi ferdin önceden yapamadığı bir şeyi yapar duruma gelmesidir. Öğrencinin her zaman çözemediği bir problemi çözebilir duruma gelmesi bir davranış değişikliğidir. Bunun gibi insanın birçok faaliyetlerinde meydana gelen davranış değişiklikleri öğrenmedir.
Öğrenme psikolojisinde davranış değişikliği 2 yönde gerçekleşir: Olumlu davranış değişmesi ve olumsuz davranış değişmesi. Her ikisi de öğrenmedir.
Psikologlar öğrenmenin varlığını üç ölçüte göre ele alır:
1. Öğrenmenin olabilmesi için davranışlarda mutlaka değişme olmalıdır.
2. Davranış değişiklikleri kalıcı olmalıdır.
3. Davranışlardaki değişmeler bireyin çevresiyle etkileşimi sonucu mutlaka yaşantı ürünü olmalıdır.
Yaşantı: Etkileşim sonucu bireyin kazandığı bilgi, beceri ve tutumlara denir. Ya da bireyin çevresindeki canlı ya da cansız objelerle ilişkiye girerek onlardan edindikleri izlenimlere diyoruz.
Eğitim alanında mutlaka davranışlar yaşantılara dönüşmelidir. Davranışlarda olumlu değişiklik eğitimle olur.
Zeka: Her duruma uyabilme kabiliyetidir. Çok iyi bir zekâ hafıza ve algı unsurlarının iyi olması ile gerçekleşir. Zeka bir çok üniteden oluşur. Akıl ise zekâyı kullanmadır.
Öğrenme 3 önemli noktayı içerir: tanımlara baktığımızda 3 önemli nokta önem kazanır.
1. Tanımda öğrenme davranış değişikliği olarak ifade ediliyor. Oysaki biz davranış değişmelerinin hepsini gözleyip ölçemeyiz. Dolayısıyla öğrenme her zaman doğrudan doğruya müşahede edilemez.
2. Tanımda öğrenmenin yaşantı yoluyla kazanıldığı vurgulanmaktadır. Doğal olgunlaşmadan ve büyümeden kaynaklanan davranış değişiklikleri öğrenme olarak kabul edilmez.
3. Tanımda öğrenmenin uzun süre kalıcı bir davranış değişikliği olduğu dile getiriliyor. Hastalık, fizyolojik yorgunluk, hamilelik vb. durumlar kalıcı nitelikte olmadığından öğrenme değildir.
Öğrenmenin varlığını bireyin performansında meydana gelen değişikliğe bağlıyoruz. Ernest HİLGARD’a göre performans gözlenebilir ve ölçülebilir. Hâlbuki öğrenme ise direk olarak gözlenemez. Performans organizmanın direk olarak yaptığı şeydir. Deneysel olarak ölçülebilir.

ÖĞRENME TEORİLERİNİN KARŞILAŞTIĞI TİPİK BAZI PROBLEMLER
Psikolojideki öğrenmelerin çoğu belirli bir tip öğrenme üzerine kurulmuştur. Öğrenme teorilerine sorulması gereken bazı sorular vardır.
1. Öğrenmenin sınırları nelerdir? Bu ifadeyle öğrenen organizmanın kapasitesi dile getirilmektedir. Bir organizmanın kapasitesi diğerine göre farklıdır.
2. Kim, neyi öğrenebilir? Öğrenmenin sınırları doğuştan mı tayin edilmiştir? Öğrenmede alıştırmanın rolü nedir? Öğrenmedeki gelişmeler ve ilerlemeler alıştırmanın miktarına mı bağlıdır? Burada alıştırmadan kastedilen tekrardır.
3. Öğrenmede motivasyonun rolü nedir? Motivasyon gerekli midir? Genellikle psikolojideki öğrenme teorilerine bakarsak motivasyonun gerekli olduğu ortaya çıkar. Öğrenmede motivasyonun rolü incelenirken iki kavram ile karşılaşılır; ceza ve mükâfat. Öğrenmede ödül cezadan daha önemli sonuçlar ortaya koyar. Motivasyon, öğrenmede daima psikolojik bir faktördür. Ödül, öğrenmeyi ilerletir. Yerine göre ödül, yerine göre ceza verilmelidir. Her zaman ödül verilmemelidir.
4. Öğrenmede anlama ve kavramanın yeri nedir? İnsan bazı durumlarda mekanik olarak, körü körüne, bazı durumlarda da anlayarak öğrenir. İşte bu iki durum arasındaki öğrenme birbirlerinden farklı mıdır? Mekanik ezbere dayalıdır. Anlayarak da konular arası ilişki kurma vardır.
5. Herhangi bir şeyi öğrenmek, başka bir şeyi öğrenmeye yardım edebilir mi? Burada öğrenmedeki çok önemli bir söz dile getirilmektedir. Transfer, öğrenmeyi kolaylaştırır mı?
6. Konuları hatırladığımızda ya da unuttuğumuzda ne gibi olaylar meydana gelmektedir? Biz niçin bazı olayları unutup bazılarını hatırlıyoruz?
İşte bir öğrenme teorisine sorular bu ve benzeri sorular teorinin sağlam temellere dayanıp dayanmadığı konusunda bilgi edinmemizi sağlar.

THORNDİKE ÖĞRENME KURAMI
Thorndike öğrenme teorisi Amerikan psikolojisinde uzun süre devam edecek bir etki başlatmıştır. Thorndike hayvanları sistematik bir şekilde gözlemleyerek davranışlarını tefsir etmeye çalışan bir psikolog olarak psikoloji tarihinde yerini alır. Hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerin neticeleriyle insan öğrenmesi arasında büyük benzerlik ve aradaki farkın kantitatif (sayısal) bir fark olduğunu söylemiştir. Bu sebepledir ki bulgularını insan öğrenme ortamına uygulamak istemiş ve ülkesinin eğitim felsefesine yeni bir bakış tarzı getirmeye çalışmıştır.
Thorndike sadece bir kuramcı olarak kalmamış, aynı zamanda fikirlerini tatbikat sahasına koymak için de çaba harcamıştır. 1930’lara kadar ortaya attığı öğrenme teorisinde bir değişiklik yapmadan verimli araştırmalar yapmış ve yazılar yazmıştır. Kısaca Thorndike teorisinin gelişimine göz atalım.
DENEYLER: Bir kutu içine konan kedi dışarıda bulunan balığa erişebilmek için dışarı çıkmak istemiştir. Kapıyı açabilmesi için kutu içine gevşek bir şekilde gerilmiş olan ipi aşağı doğru çekmesi gerekmektedir. Kedi içeri konulduğunda seri davranımlar (gezinme, tırmalama, vb.) gösterir. Bir müddet sonra tesadüfen ipe asılır, kapı açılır ve balığı yer. Deneme sayısı arttıkça doğru davranım (ipi çekme) için geçen zaman azalır. Fakat kedi hala doğru davranımdan önce çeşitli davranımlar gösterir. Thorndike kedinin doğru davranıma ulaşmasını mekanik bir şekilde izah eder. Bu izahta zeki bir kavrayışın ya da anlamanın rolü yoktur.
Öğrenme, uyarıcı ile davranım arasında bir ‘bağ’ teşkil etmek demektir. Organizma bu bağı bazı prensipler çerçevesinde meydana getirir.
PRENSİPLER:
1. Hazır oluş kanunu (The law of readiness): Organizmanın içinde bulunduğu şartlar, organizmayı öyle bir şekilde hazırlayacaktır ki bu hazır oluşun neticesinde bazı davranışlar organizmayı tatmine, bazıları da tatminsizliğe götürecektir. Burada dikkat edilecek husus Thorndike’in kastetmiş olduğu hazır oluş ile yaygın olarak bilinen olgunlaşmayı birbirine karıştırmamaktır. Thorndike hazır oluştan şu ana mahsus bir oluşum ve organizmanın faaliyet temayüllerini anlamıştır.
2. Egzersiz (The law of exercise): Egzersiz kanunu iki yönüyle düşünülmelidir. Alıştırma yaparak mevcut bağlar kuvvetlenir. Buna kullanma kanunu da denir. Alıştırma yapmayarak mevcut bağlar zayıflar. Buna da kullanmama kanunu denir. Kuvvetlendirme kanunu: uyarıcı durumu tekrar ortaya çıktığında davranımın vuku bulma ihtimalinin artması şeklinde tanımlanmıştır.
3. Tesir kanunu (The law of effect): Bu prensip, bir bağın neticesine göre kuvvetlenmesini ya da zayıflamasını ifade eder. Eğer bağ tatmin edici bir neticeye götürürse bağın kuvveti artar. Eğer netice tatmin edici değilse bağın kuvveti zayıflar. Bu prensiple Thorndike ilk olarak ‘pekiştirme’ kavramını öğrenme sahasına sokmuş oluyor. Böylece yeni bir devrenin de başlatıcısı olma unvanını almış oluyor. Kendisinin muarızları, tatmin edici ya da tatmin edici olmayan neticeler gibi kavramların zihniyetçi görüşü ifade ettiğini, objektiflikten yoksun olduğunu ifade etmişlerdir. Buna rağmen Throndike esasında bu kavramların içe vuruk (operasyonel) tariflerini yapmış ve tesir kanununu böyle ifade etmiştir.
Bu üç kanunla insan ve hayvan öğrenmesini izah etmek mümkünse de Thorndike daha açık ve net olabilmek için bazı ikinci dereceden prensipler ortaya atmak ihtiyacını duymuştur.
ÖĞRENME VE DAVRANIŞ DEĞİŞMESİ:
Yetişkin davranışlarının tümü öğrenme yoluyla kazanılmıştır. İnsan davranışlarının ana teması uyumdur. O halde biz öğrenme sürecini bir uyum süreci olarak da ele alabiliriz. İnsan bir enerji kütlesi, dinamik bir varlıktır. Hem kendisi değişebilir hem de içinde bulunduğu çevre değişebilir. İnsanın değişen çevresine uyumu öğrenme ile olur. Gelişme güdüsü insanın kendi içinde saklıdır. İnsan gelişerek kendini gerçekleştirir. Şahsiyet bakımından olması gereken neyse oraya varır. O halde içinde yaşadığımız çevreye optimal düzeyde uyum sağlayabilmek için iki temel süreç vardır: Olgunlaşma ve öğrenme.

1. OLGUNLAŞMA: olgunlaşma yoluyla gelişmede daha çok kalıtımsal özellik bulunur. Çevrenin büyük bir etkisi yoktur. Olgunlaşma nispeten çevre etkilerinden ve pratikten bağımsız olan bir süreçtir. Dolayısıyla olgunlaşmada vaktinden önce organizmaya yaptırılan egzersizlerin faydası yoktur. Aksine zararı vardır. Olgunlaşma, öğrenmede hazır oluşun en temel gereğidir. Öğrenmeyle olgunlaşma arasında sıkı bir ilişki vardır. Psikologlar bu iki kavramı farklı iki süreç olarak ele alırlar.
2. ÖĞRENME: Davranışta öğrenme sonucu meydana gelen değişmeleri olgunlaşmanın etkilerinden ve geçici fizyolojik etkilerden ayırt etmemiz gerekir. Öğrenme tamamen aktif bir faaliyettir. Öğrenme ferdin kendi tepkileri, etkinlikleri ve yaşantıları yoluyla çevresine uyum tarzını geliştiren davranışlar geliştirmesidir.
Alışma (duyusal uyum) öğrenme değildir. Belli tepkiler meydana getiren bazı uyarıcıların tekrarlandığında artık tepki meydana getirmez duruma gelmesine alışma denir. Örnek: Balık pazarındaki satıcıların koku duymaması. Alışmada uyarıcıya karşı tepki söz konusu değildir. Alışkanlıkta ise bir davranışın belirli bir tarzda yapılması söz konusudur. Alışmada davranış kaybolmaktadır. Organizma tepkide bulunmaz. Alışma sinir sisteminin temel karakteristiğidir. İnsanda farklı nörolojik tepki düzeylerinde alışma hadisesi görülür. Alışmanın hızı organlarda farklılık gösterir. Mesela göz kırpma refleksinin alışma hızı farklı, beyin korteksinin alışma süreci farklıdır. Uyarıcıların şiddetine göre de alışmanın hızı farklılaşır.
a. Yüksek şiddetteki uyarıcılara organizma yavaş alışır.
b. Alçak şiddetteki uyarıcılara organizma çabuk alışır.

ÖĞRENMEYİ NİTELEYEN ÖZELLİKLER
1. Davranışta bir değişme meydana gelir.
2. Öğrenme, bireyin aktif oluşunun, bir takım edimlerde bulunmasının ya da egzersizlerin sonucudur.
3. Öğrenme, oldukça kalıcı bir davranış değişmesidir.
4. Öğrenme hadisesi gerçekleşmişse transfer edilmesi de söz konusudur.
5. Öğrenme doğrudan doğruya gözlenemez. Gözlemlenen sadece bireyin performansıdır.
6. Öğrenme, bireyin daha sonra karşılaşacağı situasyonlara farklı bir yaklaşım göstermesine neden olur.
7. Eğitim yoluyla öğrenmenin en geçerli amaçlarından biri de öğrencinin nasıl öğreneceğini öğrenmesidir.

ÖĞRENME HANGİ KONULARLA YAKINDAN İLGİLİDİR?
1. Motivasyonla ilgilidir.
2. Bireyin ilgi ve tutumları ile ilgilidir.
3. Bireyin anlama ve hatırlamasıyla ilgilidir.
4. Bireysel farklılıklarla ilgilidir.
5. Öğrenmenin transferiyle ilgilidir.
6. Öğrenmenin sosyal psikolojisiyle ilgilidir.
7. Kişisel özürler ve problemlerle ilgilidir.

ÖĞRENMEYLE MEYDANA GELEN DAVRANIŞ DEĞİŞİKLİKLERİ NELERDİR?
 Becerilerin kazanılması.
 Alışkanlıkların kazanılması.
 Ezberleme.
 Algılamada değişiklikler.
 Seziş ve kavrayış gelişebilir.
 Hatalarda azalma
 Duygusal tepkilerde değişme.
 Tutum ve davranışlarda değişmeler.
 Problem çözme.

ÖĞRENMEDE YAŞANTILARIN YERİ VE ÖNEMİ
Öğrenmede davranışı etkileyen ve onda değişiklik meydana getiren şey yaşantılardır. Birey karşılaşmadığı canlı ve cansız objeler hakkında yaşantı oluşturamaz. Yaşantılarda karşılıklı etkileşim söz konusudur. Her yaşantıyı öğrenme olarak değerlendiremeyiz. Çünkü yaşantıların hepsi eğitsel bir nitelik taşımaz.

ÖĞRENMENİN DEĞİŞKENLERİ
SKİNNER
Skinner’in 1937 yıllarından sonra sistemleştirdiği öğrenme teorisi başka psikologlar tarafından ‘Skinner kutusu’ olarak adlandırılmıştır. Farenin bir kutu içerisinde manivelaya basarak yiyeceğini elde etmesi üzerine kurulmuştur. Öğrenmede operant (edimsel) şartlanma çalışmaları yapmıştır. Bu çalışma bir bakıma Throndike’nin öğrenmedeki etki kanununa benzemektedir. Fakat tıpatıp benzeri değildir. Skinner’in teorisi bildiğimiz klasik (U-T) Uyarıcı-Tepki psikolojisinden farklıdır. Throndike, Pavlov, Guthrie, Watson öğrenmeyi organizmanın edimlerinden başlatmıştır. Skinner ise bu formülü tersine çevirmiş T-U şeklinde bir öğrenme teorisi geliştirmiştir.

EDİM (OPERANT) NEDİR?
Çevrede değişikliklere neden olan bilinçli tepkilerdir. Türkçede operant’ın karşılığı olarak edim’i kullanıyoruz. Organizmalar içinde yaşadıkları çevre üzerinde faaliyette bulunurlar. Skinner bu teoriyi kurarken özellikle iki tip davranışın birbirinden ayırt edilmesini şart koşmuştur. Birincisi respondant davranış, ikincisi ise operant davranıştır.

1. RESPONDANT (CEVAPSAL-TEPKİSEL) DAVRANIŞ: Bu davranış türünde önce uyarıcı sonra da tepki (U-T) gelir. Respondant davranış uyarıcıya liderlik eden davranıştır. Yani uyarıcı olmazsa tepki de olmayacaktır. Belli bir uyarıcıya cevap olarak yapılan davranışa respondant davranış denilmektedir.
2. OPERANT DAVRANIŞ: Bu davranışta tepki, uyarıcıya liderlik etmektedir. Önce tepki sonra uyarıcı (T-U) gelmektedir. U-T anlayışının aksine eğer uyarıcı belirli değilse Skinner’e göre, organizma karmaşık bir uyarıcı ortamı içerisinde bazı tepkilerde bulunuyorsa bu tip tepkiye de operant adını vermiştir.
Respondant tepki, belirli bir uyarıcı tarafından organizmadan çıkarılır. Hâlbuki operant tepki belirli olmayan bir uyarıcı ortamında organizma tarafından çıkarılır. Organizma insan ya da hayvan olsun bir uyarıcı bolluğu içerisinde bulunmaktadır.
Örneğin; Pavlov’un yapmış olduğu deneylerinde köpeğin belli bir zil sesi uyarıcısına respondant bir tepkide bulunması gerekiyordu. Halbuki bir fareyi bir kutu içerisine koyarsak fare bu kutu içerisinde hoplamak, zıplamak gibi bir dizi harekette bulunabilir. Kutu içerisinde bir manivela vardır. Fare bu manivelaya basınca kutudaki yiyecek kabına yiyecek düşecektir. Fare belli tepkiler arasında en nihayetinde manivelaya basma tepkisini de gösterecektir. Manivelaya basma davranışı yiyecek ihtiyacını giderdiği için de bu davranış pekişecektir. Bu pekiştirme sürecinden sonra fareyi kutuya koyduğumuzda direk olarak manivelaya basma davranışını gösterecektir. Çünkü hayvan bu davranışının sonucunda yiyecek elde edeceğini öğrenmiştir. Skinner’e göre bu davranış yeteri kadar tekrarlanırsa manivelaya basma tepkisi tam olarak yerleşecektir. Böylelikle operant bir davranış öğrenilmiş olacaktır.

1. UYANDIRICI UYARICILAR: Skinner’e göre bütün uyarıcılar bizde ya da hayvanlarda belli tepkiler meydana getirmezler. Organizmada tepki meydana getirmeyen uyarıcılara uyandırıcı uyarıcılar denir. Bu tür uyarıcıların uyandırdığı davranışlar tepkiseldir ya da refleks türündendir.
2. PEKİŞTİRİCİ UYARICILAR: Bu tür uyarıcılar mutlaka bir edimden sonra meydana gelmekte ve izledikleri edimin tekrar meydana gelme ihtimalini artırmaktadır.
3. AYIRT EDİCİ UYARICILAR: Bu tür uyarıcılar davranışla birlikte bulunurlar ya da davranıştan hemen önce gelirler. Kısacası bu üçüncü gruptaki uyarıcılar operant davranışlara zemin hazırlayan uyarıcılardır. Operant şartlanmanın bir diğer adı da enstrümantal şartlanma ya da araçlı şartlanmadır. Çünkü edim, organizmanın çevre üzerine yaptığı bir etkidir. Dolayısıyla pekiştiriciyi getiren bir araçtır. Bir operantın gücü ise bu edimin tekrar sayısıdır.

SKİNNER’İN ÖĞRENME TEORİSİNDE RASTLANTISAL DAVRANIŞLAR
Skinner’e göre bir pekiştirici, bir durumu tesadüfen izleyebilir. Bu durumda edimin tekrar olma olasılığı artar. Pekiştirici, istenilen davranışı oluşturmaya ya da davranışın sıklığını, meydana gelişini artırmaya yarayan ‘ödül ve ceza’dır.
Sosyal psikolojinin en önemli konularından biri de batıl inançlardır. Batıl inançların meydana gelişi rastlantısal davranıştan başka bir şey değildir. Boş inançlara bağlı davranışların öğrenilmesi bu tür bir öğrenmedir. Bu tür davranışların öğrenilmesi rastlantı sonucu pekiştirmelerle olur.
Herhangi bir davranışın tekrar meydana gelme ihtimalini artıran herhangi bir uyarıcı pekiştireçtir. Pekiştireçler olumlu ve olumsuz olmak üzere iki gruba ayrılırlar.
OLUMLU PEKİŞTİREÇ: Bir duruma girdiği zaman bu durumda yapılan edimin tekrar meydana gelme ihtimalini arttıran uyarıcılardır. Yiyecek, su, sevgi vb.
OLUMSUZ PEKİŞTİREÇ: Bir durumdan çıkartıldıkları zaman bu durumda ortaya çıkan tepkinin tekrar meydana gelme ihtimalini arttıran uyarıcılardır. Çok yüksek ses, aşırı soğuk vb. itici uyarıcılardır.
Ceza, bir duruma olumsuz bir pekiştirecin eklenmesi ya da bir durumdan olumlu bir pekiştirecin çıkarılmasıdır.

PEKİŞTİRME
Hedef olan bir davranışın kazandırılması için planlı bir şekilde pekiştiricinin (pekiştireçlerin) kullanılmasıdır. Pekiştirmenin kullanılmasında esas olan, istenilen davranışın kazandırılmasıdır.

SKİNNER’İN ÖĞRENME TEORİSİNDE PEKİŞTİRME YÖNTEMLERİ
Pekiştirmenin ne zaman ve ne kadar verilmesi gerekir?
Her tepkiden sonra mı, yoksa belirli aralıklarla mı verilmelidir?
Büyük miktarlarda mı, yoksa azar azar mı verilmelidir? Türünden sorulara cevap bulmak için Skinner bir dizi deney yapmıştır. Deneyler sonucunda 5 farklı pekiştirme yöntemi ortaya koymuştur:

1. DEVAMLI PEKİŞTİRME YÖNTEMİ: Bu yöntemde deneğin gerçekleştirdiği her tepki (her edim) bir mükâfat ya da ceza ile pekiştirilir.
2. SABİT ORANLI PEKİŞTİRME YÖNTEMİ: Bu yöntemde sayısı önceden belirlenmiş belirli miktarda tepkiler meydana geldikten sonra organizmaya pekiştirici verilir. Örneğin, fare on defa edimde bulunduktan sonra (pedala basma edimi) gıda tableti verilir. Skinner’in yaptığı deneylere göre farelere 196 adet tepkiyi bu metotla öğretmek mümkündür. Fare uzun zaman pekiştirici (gıda tableti) almamasına rağmen önceden öğrendiği tepkileri yapmaya devam etmiştir.
3. SABİT ARALARLA PEKİŞTİRME YÖNTEMİ: Bu yöntemde deneklere süresi önceden tespit edilmiş zaman aralıkları (fasılalar) geçtikten sonra pekiştirici verilmektedir. Örneğin her 10 dakikada bir eğer fare istenilen davranışı yapıyorsa gıda tableti verilir. Bu yöntemde süre ile mükâfat arasındaki ilişki organizma tarafından kazanılmaktadır.
4. DEĞİŞEN ORANLARDA PEKİŞTİRME YÖNTEMİ: Bu yöntemde deneğin tepkileri değişen miktarlara göre düzenlenmiş pekiştireçlerle pekiştirilir. Yöntemi uygulayan kişi akıllıca bir program uygulamışsa şüphesiz ki denek pekiştirmenin ne zaman geleceğini bilemez. Denek diğer programlara göre bu yöntemde ısrarla ve devamlı bir şekilde tepkide bulunmaya devam eder. Kumar makinelerin başından bir türlü ayrılamayan insanlara bu yöntem uygulanır.
5. DEĞİŞEN ORANLARDA PEKİŞTİRME YÖNTEMİ: Bu yöntemde süreleri önceden belirlenmiş fasılalarla pekiştirme yapılır. Örneğin, 3.5.7.10 dakika gibi zaman aralıklarında fare pedala basarsa mükâfat verilmektedir. Yani burada deneğe pekiştiriciler beklenmedik zamanlarda verilir.
SKİNNER ÖĞRENMESİNDE CEZA VE SKİNNER ÖĞRENMESİNİN SINIF İÇİ ORTAMLARDA YERİ VE ÖNEMİ
Skinner’e göre eğitimin istenilen düzeyde gerçekleştirilebilmesi için öğretmenlerin öğrenciye anlamlı ve faydalı davranış değişikliklerini öğretecek teknikleri bilmeleri gerekmektedir. Öğretmenler öğrenme durumunun niteliğine ve öğrencinin yaşına göre küçük hediyelerden (şeker, kartpostal) ziyade diğer sosyal ödüller (takdir, aileyi tebrik, not vb.) vasıtasıyla pekiştirmeler kullanmalıdır. Başarılı bir tepkiden sonra öğrenciye verilen pekiştirmeler onun davranışlarında olumlu sonuçlar meydana getirir. Eğer öğretmen öğrenciye davranışlarının sonunda takdir edici cimleler sarf ederse bunlar öğrenciye geribildirim vazifesi yapar. Bu durumda öğrencinin yapacağı iki şey vardır: Doğru tepkilerde bulunmaya devam etmek ve ders çalışmak. Skinner’e göre sınıfta öğrenciye ceza verilmemelidir. Skinner sınıfta uygulanan cezaya tamamen karşıdır. Skinner’e göre ceza, belirli oranda davranışları kontrol edebilir fakat beraberinde olumsuz heyecan tepkilerini getirir. Eğer bu olumsuz heyecan tepkileri öğrenciye yerleşirse bundan sonra öğrenci derslerine devam edemez. Çünkü acı, korkutucu uyarıcılarla sınıf birbirine bağlanmıştır. Böylelikle ceza öğrencide kaçma tepkisine neden olur. Aynı zamanda devamlı olarak cezalandırılma yoluna gidilen öğrencide bir süre sonra ceza uyarıcısına karşı da uyum sağlama meydana gelebilir.

PAVLOV (1849–1936)
İvan PAVLOV sadece Rusya’da değil tüm dünyada ün yapmış bir psikologdur. İlk defa dünyada fizyoloji ile psikoloji arasında bağlantı kurmaya çalışmıştır. 1904 yılında beyin fizyolojisi üzerine yapmış olduğu çalışmalardan dolayı Nobel ödülünü kazanmıştır. Öğrenilmemiş doğal reflekslerin yanı sıra öğrenilmiş U-T ilişkileri ile ilgilenerek şartlı refleks kavramını ortaya atmıştır. Yaşamının bir bölümünü fizyolojik çalışmalara adamıştır. Kendisi 50 yaşından ölümüne kadar bu alanda çalışmıştır. Pavlov köpeklerin tükürük salgıları üzerinde çalışmıştır. Pavlov ‘psişik salgı’ dediği bu tepkiyi sistematik olarak incelemeye başlamıştır. Kullandığı inceleme yöntemine bugün klasik şartlanma diyoruz. Köpeklerin tükürük bezlerine bağladığı bir tüple salyalarını bir kapta toplamıştır. Pavlov önce hayvana metronomla ses vermiş, köpek bu sese karşı başını çevirip kulaklarını dikerek karşılık vermiştir. Daha sonra Pavlov metronomla ses verirken beraberinde köpeğin ağzına et tozu püskürtmüştür. Sesle etin birleşimi birkaç defa tekrar ettikten sonra neticede sesin tek başına salya tepkisini meydana getirdiğini görmüştür. İşte ses uyarıcısıyla salya tepkisinin kurulmasına Pavlov ‘şartlı refleks’ adını vermiştir.
Bu deneyde et şartsız (doğal) uyarıcıdır. Şartsız uyarıcı organizma için doğal olan ve tepkiyi otomatik olarak meydana getiren uyarıcıdır. Etin meydana getirdiği salya ise koşulsuz, şartsız tepkidir. Şartlanmada nispeten tek ve bağımsız bir uyarıcıya karşı, yine nispeten tek ve bağımsız bir tepki söz konusudur. Genellikle şartlanma olaylarında belli bir egzersizden sonra U ile T arasında bir ilişki kurulur. Bu bağa ‘şartlı refleks’adı verilir.
PAVLOVA GÖRE TİPİK BİR ŞARTLANMADAKİ TEMEL UNSURLAR:
1. Şartlı uyarıcı: Zil
2. Şartsız uyarıcı: Et
3. Şartsız tepki: Şartsız (zil) uyarıcıya verilen tepkidir.
4. Şartlı tepki: Salya
En basit bir şartlı reflekse hadisesinde bu dört unsur da bulunur.

ŞARTLANMA PRENSİPLERİ
1. Bitişiklik prensibi
2. Habercilik prensibi
3. Pekiştirme prensibi
4. Sönme prensibi
5. Genelleme prensibi
6. Ayırdetme prensibi
7. Gölgeleme prensibi

1) BİTİŞİKLİK PRENSİBİ: Şartlı ve şartsız uyarıcıların verilme zamanı önemlidir. Genellikle şartlı uyarıcı şartsız uyarıcıdan yarım saniye bir öncelikle verildiğinde en etkili şartlanma meydana gelir.
2) HABERCİLİK PRENSİBİ: Şartlanmanın meydana gelebilmesi için şartlı uyarıcının kendisinden sonra şartsız uyarıcının geleceğine ilişkin haber verici nitelikte olması gerekir. Mesela zil sesi şartlı uyarıcıdır. Et (şartsız uyarıcı) daha sonra verilir. Sesten sonra etin geleceğinin belirtilmesi haberciliktir.
3) PEKİŞTİRME PRENSİBİ: Pavlov tipi şartlanmada organizma doğru tepki de yapsa yanlış tepki de yapsa ödüllendirilir. Operant şartlanmada ise organizma sadece doğru tepkiyi yaptığı zaman ödüllendirilir ve pekiştirilir. Kısacası şartlanmadaki pekiştirme şartsız uyarıcının getirdiği bir tepkidir. Pavlov şartsız tepkiyi (salya) meydana getiren şartsız uyarıcıya (et) birincil pekiştireç adını verir.şartlı tepkiyi (yani salyayı) meydana getiren şartlı uyarıcıya (ses) ikincil pekiştireç adını veriyor.

4) SÖNME PRENSİBİ: Öğrenmenin kaybolması anlamını taşır. Şartlı uyarıcı, şartsız uyarıcının etkisini yeterince paylaştıktan sonra, diğer bir ifadeyle ses tek başına salya meydana getirdikten sonra eğer bu ilişki uzun sürerse öğrenme kaybolur.

5) GENELLEME PRENSİBİ: Bir durumda gösterilen tepki, ona benzer durumlarda da yapılırsa genelleme meydana gelir. Organizmanın şartlı uyarıcıya benzer diğer uyarıcılara da aynı tepkiyi vermesidir.

6) AYIRDETME PRENSİBİ: Genellemenin zıtçıdır. Organizmanın şartlanma sürecinde kullanılan şartlı uyarıcıya diğerlerinden ayırt ederek tepkide bulunmasıdır. Şartlı tepkinin tek bir şartlı uyarıcıda meydana gelmesidir.
7) GÖLGELEME PRENSİBİ: İki şartlı uyarıcı birlikte verildiğinde şartlanma daha çok dikkati çeken uyarıcıya karşı olur ve diğer uyarıcı etkisiz kalır. İşte bu etkisiz kalma durumuna gölgeleme denir. Bu uyarıcılardan ikisine birden şartlanma olabilir ya da olmayabilir.

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK NE DEMEKTİR?
Bazı çalışmacılar bir dizi şartlı refleks deneyini araştırmış ve şu sonuca varmıştır: Şartlanma deneylerinde organizmanın çaresiz olduğunu ve çaresiz öğrendiğini öne sürmüşlerdir. Çünkü klasik şartlanma deneylerinde organizma ne yaparsa yapsın şoktan kurtulması mümkün değildir. İşte bu durumda organizma çaresizliği öğrenmektedir. Organizma ne kadar çare ararsa arasın yine de çaresizdir. Çünkü organizma daima pasif durumdadır. Toplumdaki örf-adet vb. değerlerin öğrenilmesi bazı psikologlara göre klasik şartlanmanın ürünüdür.

İKİ ÖĞRENME TEORİSİNİN KARŞILAŞTIRIMASI: KLASİK ŞARTLANMA-OPERANT ŞARTLANMA






GESTALT ÖĞRENME TEORİLERİ (COGNİTİF)
ABD’de Watson davranışçılık ekolünü kurarken aynı tarihlerde Almanyada Max Werthaimmer’de gestalt ekolünü kurmuştur. Watson kendisinden önce gelen ve bilinci esas alan yapısalcılara karşı davranış teorileriyle karşı çıkmıştır. Watson’a göre bilinç görülemez, fakat davranış ise herkes tarafından görülebilir. Çünkü davranış, gözlenebilen, ölçülebilen ve tahmin edilebilen bir süreçtir. Watson bilinci ve kalıtımı inkar etmiştir. Alman psikolojisinde bir atılım olarak kabul edilen ve adına gestalt denilen ekolün kurucusu Werthaimmer’dir. O, her şeyden önce bilincin parçalara, elementlere ayrılmasına tepki göstermiştir. Çünkü ona göre bilinç, ünitelere, elementlere ayrılarak incelenemez. Gestalt, şekil, biçim anlamına gelir. Bu ekolün esas ilgi odağı ‘algı’ kavramıdır. Bir algılamada gestalt psikologlarına göre temel iki faktör vardır. Biri yapı faktörleri, diğeri ise fonksiyonel faktörlerdir.
YAPI FAKTÖRLERİ: Bireyin yaşantısından, hafızasından, eğitiminden, kişiliğinden bağımsız olan faktörlerdir. Yani bu faktörlerin öğrenme ile bir ilgisi yoktur. Bunlar doğuştandır. Özellikle görsel alanda objelerin algılanmasında herhangi bir eğitim faktörü yoktur.
FONKSİYONEL FAKTÖRLER: Bireyin ihtiyaçları, kişiliği, kültür, öğrenme gibi faktörlerdir. Yani fonksiyonel faktörler, bireyin ihtiyaçlarıyla, algısal seçiciliğiyle ilgili faktörlerdir. Yapı faktörlerine öğrenilmemiş organizasyon, fonksiyonel faktörlere ise öğrenilmiş organizasyon diyoruz.
Bir aldı bu iki faktörün birleşmesinden meydana gelir. Eğer deney ortamında bakılacak olursa, o zaman sadece yapı ya da sadece fonksiyonel faktör olarak ayrılabilir.
Hatırlanacağı üzere klasik U-T modelinde şu ifade hakimdir: Nerede bir uyarıcı varsa orada bir tepki vardır. Gestalt geleneğinde ise şu prensip hakimdir: Nerede algı vardır? Yani gestalt psikologları algıyı temel almışlardır. Daha doğru bir ifadeyle, kişi neyi algılar? Sorusunu sormuşlardır.
Gestalt ekolüne göre algı bir organizasyondur, bütündür. Fakat bütün, parçaların toplamı değildir. Bütün her zaman parçaları aşan bir şeydir. Parça ile bütün arasında dinamik bir ilişki vardır. Psikolojik organizasyonlar daima iyi bir gestalt olmaya yöneliktir. İşte bu, algılamanın temel prensibi olan ‘pragnanz prensibi’dir. Gestalt psikologları bu prensibi teorinin temeline yerleştiriyorlar. Bu ekolün üzerinde durduğu ve öğrenmede de temel olan kavramdır. Pragnanz prensibinden sonra ikinci temel prensip ‘Şekil-fon prensibi’dir. Gestalt psikologlarına göre öğrenme ortamları her zaman algısal açıdan net ve kesin değildir. Öğrenme ortamları gerginlikler ve dengesizlikler gösterir. Gestalt teorisinde öğrenmede çok geçerli olan bir teori vardır. ‘İz teorisi’ öğrenmede kalan izlere çok önem vermiştir. İzler neden önemlidir? Geştaltçılara göre geçmiş yaşantılar sinir sisteminde mutlaka bazı izler bırakır. Bu izler de yeni öğrenme durumlarında geçmişi temsil ederler. Gerçekten de geçmiş yaşantılar kişinin davranışlarını değiştirmesinde büyük rol oynar.
Gestalt psikologlarının öğrenme alanında geliştirmiş oldukları model, ‘kavrayarak öğrenme modeli’dir. Öğrenme yolları içerisinde en etkili öğrenme yollarından biridir. Bu tür öğrenmede, öğrenme daha kalıcı olmakta ve mantıksal temele dayanmaktadır. En üst öğrenme yolu kavrayarak öğrenmedir.
1. Zeka bakımından üstün olan organizmalar kavrayarak öğrenmeyi daha kolay öğrenmektedirler.
2. Tecrübeli organizmaların kavrayış yolu ile problem çözme ihtimali daha fazladır.
3. Kavrayışla öğrenmeye ulaşmadan önce bir deneme-yanılma öğrenmesi vardır. Yani ani kavrayışın ne zaman geleceğini kestirmek zordur.
4. Seziş yoluyla öğrenilen malzemeler, yeni durumlara kolaylıkla transfer edilebilir.

EDWARD TOLMAN (1859–1886)
İşaret teorisiyle adeta davranışçılık ile gestaltcılığı birleştirmiştir. Tolman, hayvanlarda ve insanlarda amaçlı davranış adlı incelemesinde teorisini ‘amaçlı davranış’ olarak ele almıştır. Bu teoriyi ‘işaret öğrenmesi ya da beklenti teorisi’ olarak adlandırmıştır. Tolman’ın davranışçılık anlayışı Throndike, Guthrie ve Hull’den farklıdır. Çünkü Tolman’ın anlayışına göre insan ya da hayvan davranışlarının amaçları vardır. Her ikisi de amaca yönelik davranışlarda bulunur. Bunun yanında Tolman davranışçı (U-T) psikologların müdafaa ettiği küçük davranış üniteleriyle daha doğrusu refleks hareketleriyle ilgilenmemektedir. Psikolojide molar ve moleküler davranış terimlerini ilk ortaya atan Tolman’dır. Tolman molar davranışla, yani bütüncül davranışla ilgilenmiştir. Çünkü Tolman’a göre siz küçücük davranışlarla ilgilenirseniz davranışın bütününü kaçırırsınız. Tolman’a göre davranış, daima amaca yöneliktir.
Bazı psikologlar Tolman’ı davranışçı olarak nitelemiştir. Aslında Tolman’ın teorisi alan teorilerine ve gestalt teorilerine daha eğilimlidir. Tolman, davranışçılığın objektiflik yanını beğenmiştir. Tolman’a göre insan ya da hayvan,sadece uyarıcılara tepkide bulunmaz. İnançlarıyla, tutumlarıyla faaliyette bulunur ve amaçlarına ulaşmak için çaba gösterir. Tolman aslında bir bakıma davranışçılığa da yeni bir boyut kazandırmıştır. Ona göre davranış, amaçlı faaliyetlerdir. U-T psikologları kemik ve kas hareketlerine önem veriyorlardı. Tolman ise bu hareketlerle ilgilenmekten ziyade amaca yönelik olmasıyla ilgilenmiştir. Kısacası Tolman teorisinde davranış amaca yöneliktir, molar ve kognitiftir.

TOLMAN TEORİSİNDE BEKLENTİLER, PEKİŞTİRMEYE KARŞI DOĞRULAMA VE BİLİŞSEL HARİTALAR
Tolman’a göre öğrenme aslında çevreyi keşfetme ve incelemedir. Ona göre organizma kendini amaçlarına, hedeflerine ulaştırabilecek bilgileri edinmektedir. Bu bilgi ünitesi şartlanmada olduğu gibi iki yada daha fazla uyarıcı arasındaki uyarıcılar olabilir. Ya da operantta olduğu gibi bir uyarıcı (U1), bu uyarıcıya karşı yapılmış bir tepki (T1) ve bu tepkiyi izleyen diğer bir uyarıcı arasındaki ilişki olabilir. Örneğin bir öğrenci gündüz saat 12.00 olduğunda bunu öğle yemeğinin (uyarıcı) izleyeceğini bilir. Dolayısıyla bu saatte öğle yemeği yeme beklentisi meydana gelir. Tolman bir U-T psikologu değil, bir U-U psikologudur.
Tolman teorisinde pekiştirme, önemli bir öğrenme değişkeni değildir. Yani öğrenmede pekiştirme önemli değildir. Kişide amaç varsa beklenti harekete geçer. Halbuki öğrenmede bir çok psikolog motivasyonun öğrenme için şart olduğunu söylemektedir. Öğrenmede Guthrie ile aynı, Skinner ve Thorndike ile farklı görüşü paylaşır. Daha sonraları öğrenmede motivasyonun önemli olduğu kanaatine varmıştır. Tolman teorisinde ödüle gerek yoktur. Ödüle önem vermemiştir.

ÖĞRENME VE MOTİVASYON
İhtiyaçlara, bireysel özelliklere, ilgi alanlarına göre öğrenmenin motive olmada, motivasyonun da öğrenmede etkisi vardır. Öğrenme ve motivasyon, karşılıklı etkileşim halinde bulunan iki kavramdır.
MOTİVASYON: İnsan davranışını etkileyerek yönlendiren, güçlendiren ve denetleyen iç ve dış kaynaklı dürtü, istek ve arzular demetidir. İç çevre: psikolojik çevre, dış çevre: sosyal ve fiziki çevredir.
Motivasyon bir bakıma da insandaki hırstır. Motivasyon konusunda çalışan psikologlar genellikle üç temel soruya cevap aramışlardır.
1. Bir insanı bir işe başlatan, iten ilk sebep veya etmen nedir?
2. İnsanı belli bir hedefe doğru iten veya sürükleyen sebepler nelerdir?
3. İnsanı bu belli hedefe erişmek için inatçı kılan sebepler nedir?
Bu sorulara değişik cevaplar verilmiştir. Bu cevaplarda içgüdü, dürtü, ihtiyaç, istek amaç ve sosyal baskı gibi kavramlar üzerinde durulmuştur. Bütün bu çalışmalar değerlendirildiğinde motivasyonu iç içe geçmiş üç değişik yaklaşımla açıklamak mümkün olmaktadır: 1. Davranışçı yaklaşım, 2. Zihinsel (bilişsel) yaklaşım, 3. İnsancıl (Hümanist) yaklaşım.

1. DAVRANIŞÇI YAKLAŞIMDA MOTİVASYON: Davranışçılar insan davranışlarını açıklarken zaman ve mekan birliği, pekiştireç, şartlanma ve ceza gibi kavramlardan yararlanmışlardır. Genel olarak davranışçılara göre insanı güdüleyen temel fizyolojik ihtiyaçlar açlık, susuzluk vb. ihtiyaçlardır. Bu ihtiyaçlar birincil pekiştiriciler dediğimiz yiyecek ve içecek ile giderilebilir. Bu ihtiyaçlar karşılandığında ortaya çıkan ve yaşanılan olaylar ve tecrübeler klasik şartlanmada olduğu gibi birincil pekiştiricilerle birleşirler ve bağ oluştururlar. Birbirlerine bağlanan bu olaylar veya tecrübeler daha sonra ikincil pekiştiricilere dönüşürler. Örneğin çocuklar anneleri tarafından beslenirken verilen yiyecekler sevgi ve şefkatle birleşirler. İnsanın sergilediği davranış, birincil ve ikincil pekiştiricileri elde etmek içindir.
Örneğin: Bir öğrenci devamlı olarak belli davranışları için pekiştireç alırken diğer olumlu davranışları için pekiştireç almazsa pekiştirilen davranışlarda artma, pekiştirilmeyen davranışlarında ise azalma-sönme görülür. Genel olarak davranışçıların motivasyonla ilgili görüşleri bunlardır.

BANDURA SOSYAL ÖĞRENME TEORİSİ
Bandura’nın öğrenme teorisinde Miller ve Dollard’ın etkisi görülmektedir. Fakat Bandura onlardan biraz daha farklı bir öğrenme teorisi geliştirmiştir. Aslında sosyal öğrenme hakkında geliştirilen teorilerin tarihçesi oldukça geçmişe kadar gider. Hatta Aristo ve Platondan başlatılabilir. Çünkü Aristo ve Platon’a göre eğitimde öğrencilerin gözlemini alması için en iyi modelleri seçmek gerekir. Bu teorinin bir diğer adı da sosyal bilişsel teoridir.
Teorinin esas itibariyle dayandığı fikir, davranışın bilişsel bir süreç olduğudur. Bandura, insanlarda öğrenmenin büyük bir bölümünün ‘taklit ederek’ meydana geldiğini öne sürmüştür. Ona göre insan birçok şey gibi çevresindeki olayları da gözleyerek öğrenir. Sosyal öğrenme teorilerine göre öğrenme hadisesi sosyal bir çevrede yani bir kültür ortamında meydana gelir. Fert, toplumla etkileşimi esnasında diğer insanların davranışlarını inceleyerek yeni davranışlar kazanabilir. Bu teori iki teme kavrama dayanır: gözlem ve taklit.
Bandura’ya göre gözleyerek öğrenme bazen taklidi gerektirmez. Yani gözlem yoluyla öğrenme ve taklit yoluyla öğrenme birbirinin yerine kullanılamaz. Çünkü gözlem, taklidi içerebilir de içermeyebilir de. Genelde bu modelde kişi, model aldığı insanın davranışlarını önce izler, sonra da taklit eder. Davranışlarımızın çoğunun kaynağı kognitif (bilişsel) yapıdadır. Daha doğrucu insan davranışları kognitif yapıların bir sonucudur.
Bandura’ya göre çevre davranışların, davranışlar da çevrenin belirleyicisidir. Halbuki davranışçı psikologlar tamamen çevreye önem verirler fakat bilişsel faaliyetlere önem vermezler. Bandura’ya göre inanların sahip olduğu çok geniş bir bilgi repertuarı vardır. İşte bu repertuar sayesinde çevresindeki bazı olayları taklit ederek çok şey öğrenirler. İnsan davranışları kognitif faaliyetlerle çevrenin bir ürünüdür.
Bandura’ya göre öğrenmede pekiştirmeye gerek yoktur. Taklit ya da gözleme dayalı olan tepkiler pekiştirilmeseler bile öğrenme gerçekleşir.
Bu yaklaşım davranışçı yaklaşımı zihinsel, alancı yaklaşımla birleştiren bir yaklaşımdır.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Öğrenme Psikolojisi - Öğrenme Teorilerinin Karşılaştığı Tipik Bazı Problemler" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Hakan TOKGÖZ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Hakan TOKGÖZ'ün izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     2 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Hakan TOKGÖZ Fotoğraf
Uzm.Psk.Hakan TOKGÖZ
Konya (Online hizmet de veriyor)
Uzman Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi20 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Hakan TOKGÖZ'ün Yazıları
► Öğrenme Sitilleri Psk.Sema TURSUN
► Çocuk ve Öğrenme Psk.Alev AKAL
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Öğrenme Psikolojisi - Öğrenme Teorilerinin Karşılaştığı Tipik Bazı Problemler' başlığıyla benzeşen toplam 16 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


18:32
Top