2007'den Bugüne 92,227 Tavsiye, 28,206 Uzman ve 19,962 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Kişilik Kuramları
MAKALE #18562 © Yazan Uzm.Psk.Hakan TOKGÖZ | Yayın Haziran 2017 | 6,531 Okuyucu
KİŞİLİK KURAMLARI
İnsanı anlamadan onun hiçbir özelliğini açıklayamayız. Kişilik özelliklerini bilmeliyiz ki insan hakkında davranışsal öngörülerde bulunabilelim.
ŞAHSİYET: Psikolojide en çok incelenen ve en çok teori üretilen konudur. Çünkü şahsiyet, psikolojide merkezi bir öneme sahiptir. Kelime karşılığı olarak ‘personality’ ve ‘personalite’ kavramları; tiyatroda oyuncuların yüzlerine taktığı maske anlamına gelir. Şahsiyet maske kökünden gelmiştir. Bu terim başlangıçta insanın aslından ziyade görünüşünü ifade ederdi. Bazı psikologlara göre şahsiyet adeta aldatıcı bir görünüştür. Romalılarda ise kelimenin anlamında değişme meydana gelmiştir. Persona kelimesi ayırt edici vasıflarla oyuncunun kendisi için kullanılmaya başlanmıştır. Bu, adeta aldatıcı bir görünüşten gerçek, asıl manasına doğru bir kaymadır. Bazı psikologlara göre şahsiyet; başkalarına gösterilen veya gösterilmesi istenen yöndür.
Yine bazı psikologlara göre bu dış görünüşün altında gizli, hatta meydana çıkarılması zor olan insanın asıl özü mevcuttur. Şahsiyetin bir tarafında doğuştan gelen özellikler, diğer tarafında ise sosyo-kültürel sınırsızlıklar vardır. Yani şahsiyette, her insanın çevresine hoş görünmek için bir dış görünüş (İmaj) oluşturma ihtiyacı vardır. İşte bu durum, şahsiyette düaliteyi meydana getirir.
William James (Fonksiyonalizm); sosyal ben, Jung; persona ile her insanın bir sosyal ben’i, yani ego’su olduğunu öne sürmüştür. Freud; süper ego ve ego ideali kavramı, Horney, mükemmel görünme ihtiyacı (Facade) ile açıklamıştır. Facade’nin diğer anlamı görünen kısımdır. Horney’e göre insan adeta baştanbaşa bir cephedir. Her insan bu cephe (görünen kısım) içinde yaşar. Çünkü bütün değer yargıları bu Facade’de toplanmıştır. Horney’e göre, bu cephe beklide gerçekleştirmek istediğimiz maskedir. Bu maskenin altında direnen güçler vardır. İşte çatışma burada meydana gelir. Şahsiyet psikolojisinin önemli kavramlarından biri de çatışmadır.
KARAKTER VE MİZAÇ
MİZAÇ: Daha çok kalıtımsal bir özelliktir. Fizyolojik ve biyolojik tarafımızdır. Mizaç fizyolojik ve biyolojik şartlara bağlıdır. Bir psikologa göre, bireydeki potansiyel güçlerin bütünüdür. İlk mizaç tasnifleri Hipokrat ile başlamıştır. Mizaçta öğrenmenin fazla rolü yoktur. Örneğin; heyecanlı ya da soğukkanlı olmamız mizaçtır. Öğrenme ile kolay kolay değiştiremeyiz.
KARAKTER: Kelimenin etimolojik anlamı, sert bir maddeyi oyarak bir şeyler çizmektir. Aslında karakter terimi farklı anlamda kullanılmaktadır. Ahlaki vasıflar, sosyal ilişkilerde devamlılık, bir insanda baskın olan hissi davranış anlamında kullanılır. Psikologlara göre karakter, bireyin davranışlarına toplumun verdiği değerdir.
Her iki kavram da şahsiyetle yakından ilişkilidir. Fakat bu iki kavramı birbirlerinin yerine koyamayız. Bir analoji (Benzetme) yapacak olursak, eğer insanı kabuk kabuk düşünürsek şahsiyet hem mizaçtan, hem de karakterden etkilenir.
KİŞİLİK KURAMLARININ HAREKET NOKTASI
Genel olarak kişilik teorisi kuran psikologlar şu iki yolu izlemişlerdir.
1. Şahsiyeti kapalı (close) bir sistem olarak ele alan görüşler.
2. Şahsiyeti açık (open) bir sistem olarak ele alan görüşler.

Kapalı sistem teorisi kuran psikologlar, kişiliğin sadece biyolojik yapılardan etkilendiğini kabul eder. Özellikle iç salgı bezlerine ve bunların çalışmasına (endokrinoloji) önem verirler. Bu görüş kesinlikle çevre faktörü üzerinde durmaz.
Açık sistem teorisi psikologlarına göre, şahsiyet sadece dış(fiziki) çevreden etkilenir. Her iki görüş de kendi başlarına doğru değildir. Çünkü şahsiyet, bu iki faktörün müşterek etkisiyle ortaya çıkar. Bu görüşlere ilave olmak üzere eklektik görüş, her iki görüşü de birleştirmeye çalışır. Eklektik görüş, şahsiyetin hem iç faktörlerden, hem de dış faktörlerden etkilendiğini öne sürer.

ŞAHSİYET TEORİLERİNE GENEL BAKIŞ
Kişilik teorileri geliştiren kuramcılarda temel amaç, insanı farklı ve başkalarına benzeyen yönleri ile incelemektir. Yani kişilik teorileri hem insanlar arası farklılıklara, hem de benzerliklere önem vermektedir. Genel olarak şahsiyet alanındaki teorileri 4 grupta ele alıyoruz.

1. TREYT (TRAİT) TEORİLERİ (VASIF TEORİLERİ):
Bu teoriler bireyleri başkalarından ayırt edici yönleriyle ele alırlar. Ferdin çeşitli durumlarda sergilemiş olduğu özel davranışların tutarlılığını incelerler. Çünkü bu teoriler, davranışın kişiyi başkalarından ayıran yönleri ile ilgilenirler. Bu konuda şahsiyeti ölçmek için kişilik testleri ve reyting (derecelendirme) ölçekleri kullanılır. Vasıfları ölçme yollarından biri de ‘faktör analizi’ metodudur. Vasıf: Bireyin karşılaştığı stimuluslara %50’den fazla aynı reaksiyonları göstermesidir.
2. TİP TEORİLERİ:
Vasıf kavramından farklıdır. Bunlar, davranışın aynılığını, benzerliğini esas alırlar. Vasıflar birleşerek tipleri meydana getirirler.
3. PSİKANALİTİK TEORİLER:
Freud, kişiliği tanımlamada ilginç bir tecrübe geliştirmiştir. Farazi bir teori olmasına rağmen inandırıcı bölümleri vardır. Kişiliği bir bütün olarak ele almış ve 3 sistemin bu bütünü oluşturduğunu iddia etmiştir. İd, ego, süper ego. Bu 3 sistem kişilik teorisinin temel taşlarıdır. Bu 3 sistem biyo-psiko-sosyal faktörlerin organize olmasıdır.
4. SOSYAL ÖĞRENME TEORİLERİ:
Bu alandaki şahsiyet teorileri tamamen öğrenme prensiplerinden ve teorilerinden hareket ederler. Kişiliği öğrenme ile açıklarlar. Bunlar davranışçı psikologların geliştirdiği teorilerdir. Gözlenebilen davranış önemlidir. Sosyal öğrenme teorilerine göre kişilik, öğrenilmiş bir davranıştır. Tıpkı operant şartlanma, klasik şartlanma, taklit ve model alma gibi.

ŞAHSİYETİ MEYDANA GETİREN FAKTÖRLER-OBJEKTİF VE SUBJEKTİF MANADA ŞAHSİYET
Geliştirilen teorileri hareket noktalarında bazı farklılıklar vardır. Objektif anlamda şahsiyet denildiği zaman kastedilen, her insanın bir karakterinin olduğudur. Karakter, bir şahsiyetin ortaya çıkışıdır. Şahsiyetin görünen tarafı objektiftir. Sosyal şartlar fertte iz bırakı ve fert bu izleri kendince değiştirir. Bu izleri kendine uygun bir iz haline getirir. Kurt LEWİN bu duruma ‘hayat stili’ der.
Sübjektif anlamda şahsiyetten kastedilen benlik bilincidir. Benlik bilinci demek, insanın kendi kendisini tanıması, bilmesidir. Ancak benlik bilince her zaman aynı derecede güçlü değildir. Özellikle patolojik ruhsal hastalıklarda bu bilinç değişebilir. Hatta bazen hastalığın cinsine göre tamamen dağılabilir. Benlik bilincini düşünce tarihinde en iyi dile getiren filozof Descartes’dir. ‘Düşünüyorum o halde varım.’ Bu ifade bize benlik bilincini gösterir.
Yahya KEMAL, insan hayal ettiği müddetçe yaşar, der. Şahsiyet incelenirken benlik bilinci çok büyük bir öneme haizdir. Psikologlar ben’i üçe ayırırlar.
1. FİZİKSEL BEN:
Çocuk tarafından en erken tanınan, bilinen ben’dir. Fakat çocuk kendi beniyle diğer eşyalar arasındaki farkları yetişkin bir insan kadar algılayamaz. Kendi bedeniyle dışarıdaki objeleri net bir biçimde ayıramaz. Örneğin, gemiyi suda gören çocuk, geminin üşüdüğünü düşünebilir. Çünkü kendisi de suda üşümektedir. Dış dünyayla kendi benini henüz ayıramaz.
2. SOSYAL BEN:
Sosyal yaşamdan önce gerçekleşmez. Bu ben’in elde edilmesinde en önemli faktör, diğer insanları tanımak, onlarla ilişki kurmaktır. Çocuk diğer insanları taklit ederek kendi benini zenginleştirir. İsim, sosyal ben’in en önemli sembolüdür.
3. MORAL BEN:
En geç elde edilen ben’dir. Çünkü çocuk kendi hislerini ve düşüncelerini başkalarına yansıtamaz. Yani çocuk, kendi hislerini ve düşüncelerini gerçekleştiremez. Kısacası, moral ben’i kazanmak, düşünce dünyasıyla eşya dünyasını birbirinden ayırt etmeyi gerektirir.


PSİKANALİTİK TEORİ
Sigmund FREUD 1836 yılında Avusturya’da doğmuş ve 1939 Londra’da ölmüştür. 80 yılını Viyana’da, son 3 yılını da İngiltere’de geçirmiştir. Onun doğduğu 19 yy. ortalarında dünya bilimsel açıdan büyük gelişmeler göstermiş ve ortaya atılan teoriler büyük çalkantılara yol açmıştır. Onun psikanalizi kurmasında en büyük katkı Darwin’den gelmiştir. Bu çağı en çok etkileyen olaylar ve teoriler, Darwin’in evrim teorisi, Mendel’in kalıtım teorisi, Helmholtz’un enerjinin korunması düşüncesi ve daha sonra Freud’un hocası olan Breuer’in dinamik fizyoloji görüşüydü. Freud’un doğduğu çağ, bu teorilerin gündemde olduğu bir çağdır. Dolayısıyla bu çağda doğmuş olması nedeniyle teorisini de bu düşünce ikliminde gerçekleştirmiştir. Tıp tahsilini Viyana Üniversitesinde tamamladı. Doktor olması ve hastaları ile yakın olmasının kurduğu teoriye büyük katkısı olmuştur. İnsanı bir enerji kütlesi olarak ele alır. Bundan hareketle Freud’u dinamik psikolojinin öncülerinden biri olarak ele alıyoruz. Aslında dinamik psikolojinin ilk çekirdeğini İngiliz psikolog Jackson’da görüyoruz. Jacksonizm de denilen bu akımda, insan dinamik bir yapı olarak ele alınmıştır. Bu akım insan yaşamını iki temel sürece bağlamıştır. Bu süreçlerden biri, insanın tekâmülü, diğeri ise çözülmesidir. Jackson’dan sonra Freud’un en çok etkilendiği isim Fransız psikiyatrist Pierre JANET’dir. Janet dinamik psikolojini kurucusu sayılır. Psikolojiye ‘psikolojik tansiyon’ kavramını sokan kişidir. Freud o zamanlar nöroloji bilimindeki büyük gelişmeleri görüyor ve bu nedenle nörolojiden faydalanma yoluna gidiyor. 1856 yılında Fransız psikiyatrist Charcot ile hipnotizma ve histerinin tedavisi üzerine çalışmıştır. Daha sonra da Breuer ile çalışmalarına devam etmiştir. Bu tarihlerde Freud’un araştırmacılık yönünün baskın olduğunu görüyoruz. Bacon ve J.Stuart Mill’in yöntemlerini kullanıyor.
1900’lü yılların başında ‘Rüyaların yorumu’ adlı kitabını yazmıştır. 1909 yılında ise ABD’de psikoloji laboratuarını kuran Stanley HALL, verdiği bir dizi konferanstan sonra ünü bütün dünyaya yayılmıştır. Hall büyük bir psikolog olarak dünyaya, insana yepyeni bir bakış açısı bırakmıştır.

FREUD’UN BİLİM AŞAMALARI
1. Dönem: S.Freud tıp doktorluğu yaptığı dönemde nevrozları ve histerileri incelemiştir. Bu dönem yalnızca gözlem yaptığı bir dönemdir. Herhangi bir çalışmasına rastlanmıyor. Psikolojinin temel yapısını incelediği bu dönem 1890–1900 yılları arasıdır.
2. Dönem: Geniş ve sağlam bir psikoloji teorisini oluşturduğu bir dönemdir. Psikanalizi ortaya koymuştur. Eserleri: Rüyaların yorumu, Histeri çalışmaları, Günlük hayatın psikopatolojisi.
3. Dönem: Birinci dünya savaşından sonra insanların bilinçsizce öldürme krizine yakalandıklarını düşünür. Bu nedenle uygarlık, savaş gibi insanlık sorunlarına yönelmiştir. Eseri; Musa ve tek tanrıcılık.

ŞAHSİYETİ MEYDANA GETİREN FAKTÖRLER
Şahsiyetin özü doğuştan tam olarak mevcut değildir. Şahsiyet, belirli bir olgunluğa eriştikten sonra meydana gelir. Örneğin Freud 5 yaşına kadar şahsiyetin meydana geldiğini söylemiştir. Şahsiyet başlangıçta çok basit denilebilecek 3 özellik taşır. Fakat zamanla bu vasıflar giderek çoğalmaktadır. Bu faktörler:
1. Fiziksel yapı faktörleri
2. Biyolojik yapı faktörleri
3. Psikolojik yapı faktörleri
Acaba bu faktörlerin yalnızca birini ele alarak şahsiyet açıklanabilir mi? Şüphesiz ki hayır. Eğer bu özelliklerden yalnızca birini ele alarak şahsiyeti açıklamaya çalışırsak, bilimsel bir sonuca ulaşamayız. Çünkü sadece biyoloji, sadece anatomi, sadece kimya, sadece psikoloji vs. insan şahsiyetini tam anlamıyla izah edemez. Şahsiyet dediğimiz organizasyon, yukarıda sıralanan faktörlerin insanda ahenk içinde bulunmasıyla açıklanabilir. Eğer bu faktörlerin ahenginde bir problem varsa, meydana gelen şahsiyet için normal terimini kullanamayız. Patolojik şahsiyet denilen kişilik yapıları bu yapıların ahenksizliğinden kaynaklanır.
1. Fiziksel Yapı Faktörleri: Bu faktörler şahsiyetin temelini oluşturur. Kısacası, insanın anatomisi (Kemik ve kas vb.) kastedilir. Şahsiyetle beden yapısı arasında ilişki arayan çeşitli teoriler mevcuttur.
2. Biyolojik Yapı Faktörleri: Şahsiyetin çekirdeğini oluşturur ve doğuştan mevcuttur. Biyolojik yapı faktörünü tayin eden genlerdir. Bugün biyolojiye dayanan şahsiyet teorileri mevcuttur. Genler üzerindeki diğer önemli faktör de endokronoloji’dir. Endokrinoloji, iç salgı bezleri, tiroit ve böbrek üstü bezleri gibi fonksiyonları ele alır. Sözünü ettiğimiz iç salgı bezlerinin normal çalışması halinde herhangi bir problem ortaya çıkmaz. Normal çalışmıyorsa hem beden, hem de şahsiyet ve zekâ konusunda olumsuz etkiler meydana getirir. İç salgı bezlerinin yeterince salgıda bulunmaması sendromlara, beden yapısının bozulmasına ve zeka düzeyinin bozulmasına neden olur.
3. Psiko-sosyal Yapı Faktörleri: İnsan, doğduğu günden itibaren çeşitli sosyal durumların etkisi altında kalır. Bu sosyal durumlardan her biri, insan şahsiyeti üzerinde iz bırakır. Çünkü çevre, insanın dünya görüşünü etkiler. Bugün, bu çevresel etkilere sosyo-kültürel çevre denilmektedir. Fakat aynı sosyo-kültürel çevrede bulunmak, aynı karakterleri meydana getirmez. Bunun nedeni ise, insanın aynı uyaranlara karşı göstermiş olduğu farklı tepkilerdir. Hiç şüphesiz çevre faktörü şahsiyetin oluşmasında önemli bir rol oynar. Kimine göre çevre faktörleri önemliyken, kimine göre de çevre faktörleri önemlidir.

ŞAHSİYETİN BİRLİĞİ VE DEVAMLILIĞI
Şahsiyetin birliği ve devamlılığı vardır. İnsan şahsiyeti bir anda üst üste gelmiş unsurlardan meydana gelmez. Her şahsiyetin bir organizasyonu vardır. Bu organizasyon her hangi bir şekilde bozulabilir.
Sinir sistemindeki herhangi bir bozukluk, şahsiyetin birliğini yok eder. Zihinsel hayatımız hiçbir zaman duygusal hayattan ayrılmaz. Çünkü hislerimiz ve heyecanlarımız adeta düşüncelerimizin motorları gibidir. Gerek heyecanlarımız, gerekse eğilimlerimiz daima irademize etki eder. Kısacası hislerimiz de şahsiyetle birlik içindedirler.
Bir insanın eğilimleri ve karakter yapısı değişebilir. Burada önemli olan insanın kendindeki değişimlerin farkında olması, değiştiğini bilmesidir. Değişen kendi değil eğilimler ve karakterdir. Kişinin aradan çok zaman geçmesine rağmen aynı kaldığını ve değiştiğini bilmesi şahsiyetin ayniliğidir.

ŞAHSİYETİN BİRLİĞİ VE AYNİLİĞİNİN ŞARTLARI
Şahsiyetin birliği ve ayniliği ne zaman bozulmaktadır?
Özellikle nevroz, psikoz türü yapılarda ve yaşlılık travmalarında bozulmaktadır.
Şahsiyetin birliği ve ayniliğinin bozulma sebepleri:
1. Fizyolojik Bozukluk: Kişide bozulan fizyolojik yapı, algı fonksiyonudur. Bu algı bozuklukları periferik sinir sisteminden kaynaklanmayıp tamamen merkezi sinir sisteminden kaynaklanır. Merkezi sinir sistemine bağlı olarak ortaya çıkan bu algılama kusurları özellikle beyin korteksinde kendini gösterir.
2. Çevre Şartları: Şahsiyette meydana gelen bozukluk hiçbir zaman fizyolojik bozukluk kadar etkili değildir. Çevresel şartlardan kaynaklanan bozulmalar telafi edilebilir. Oysaki organik bozuklukların tedavisi daha zordur.

S.FREUD’UN KİŞİLİK TEORİSİ
Freud’un teorisinde kişilik 3 tabakadan meydana gelir.
İD: Freud’a göre bu tabaka bizim bilinçsiz yanımızı gösterir. Fizyolojik ihtiyaçların olduğu tabakadır. Bu tabaka daha çok refleksif düzeyde işlev görür. Bu tabaka zevk (Haz) prensibine göre çalışır. Yani İd için norm ve ahlak kaideleri yoktur. Önemli olan her zaman tatmin olmaktır. Ruhsal enerjinin tümü bu tabakada toplanmıştır. Ham enerjilerin deposudur. İd’de iki çeşit içgüdü bulunur; bunlar Eros (Yaşam) içgüdüsü ve Thanatos (Ölüm) içgüdüsüdür. Bazı insanlarda yaşam, bazılarında ise ölüm içgüdüsü baskındır. Freud doğuştanlığa önem verir, ona göre sosyal yanın önemi yoktur.
EGO: Freud’a göre ego şahsiyetimizin özünü oluşturur. Çocuğun çevreyle etkileşimi sonucu ortaya çıkar. İd’in haz prensibine göre hareket etmesine rağmen ego, gerçeklik ilkesine göre hareket eder. Ego, çevreyle etkileşimi sonucu süper egoyu doğurur. Freud’a göre ego adeta bizim dış dünyaya açılan penceremizdir. Her şeyi bu pencere sayesinde algılarız.
EGONUN GÖREVLERİ:
1. Dış dünyayı algılamak
2. Fazla uyarıcıdan kaçmak
3. Dış uyarıcıları depolamak
4. Her türlü ortama uyum sağlamak
5. Çatışmalar sonucu insanda meydana gelen gerginlikleri kontrol etmek.

SÜPEREGO: Toplumun örf ve adetleri ve ebeveyn yasaklarıyla oluşan bir tabakadır. Süperego içimizdeki yargıçtır. Bütün ahlaki dayatmaların ve kontrolün meydana geldiği tabakadır. Freud’a göre bu üç tabaka arasında ahenk varsa kişi normaldir.

CARL GUSTAV JUNG – ANALİTİK TEORİ
Jung, Freud tarafından 1910 yılında kurulan enternasyonal psikoanalitik birliğinin ilk başkanıdır. 1914 yılında görüşleriyle Freud’un klasik psikanalizinden uzaklaşmaya başlayınca başkanlığı ve üyeliği bırakmıştır. Çağımızın en seçkin psikologlarından biri olan Jung, Freud’dan ayrılan psikologların en önemlisidir. 50’den fazla kitap, 100’den fazla makalesiyle psikolojiye çok büyük hizmetleri olan bir isimdir.
Basel’de tıp öğreniminin ardından staj için parise gitmiştir. Pierre Janetin yanındadır. Charchot’dan etkilenmiştir. Daha sonra Zürih’de Bleuler’ir yardımcılığını yapmıştır. İlk eserlerinde Galton’un (Bireysel farkları ilk ölçen kişi) tasarladığı bir metoda dayanarak kelime çağrışımları konusunu incelemiş ve yüz yılın başında dünya çapında bir ün kazanmıştır. 1905 yılında Zürih üniversitesinde psikiyatri kürsüsüne atanmıştır. 1907 yılından itibaren doğrudan doğruya psikanalizle uğraşmaya başlamıştır. 1917 yılında Freud’dan ayrılmıştır.
Jung’un kuramı Freud öğretisinden, konularından ve uyguladığı metotlardan ayrılmıştır. 1913–1939 yılları arasında Zürih’te Prof. Olarak görev yapmıştır. Daha sonra tekrar Basel üniversitesine geçmiştir.
Genel olarak ele aldığımızda Jung’un teorisinin hiçbir disipline benzemediğini görürüz. Belirli bir çözüme varmadan, psikolojiden psikiyatriye, mistik duyguların incelenmesine, doğu felsefesine uygun sembollerin yorumlanmasına geçmiştir. Jung’un bütün bu incelemeleri sonucunda en öne çıkan kavram; Kollektif bilinç ve Bilinçaltı’dır. Jung, mümkün olduğunca insanların kendileri için yaşamaları gerektiğine inanmış ve dogmatikliği daima reddetmiştir. Yıllarca Zürih’te seminerler vermiştir. Aktif çalışmayı terk etmesinden sonra Zürih’te kendi adına bir eğitim enstitüsü kurulmuştur. Londra ve Sanfransisco gibi şehirlerde de Jung’cu enstitüler kurulmuştur. Hala günümüzde Jung’cu akım çalışmalarını sürdürmektedir.

C.G. JUNG İLE S. FREUD’UN AYRILDIĞI NOKTALAR
Jung’un kişilik kuramının diğer psikanalitik kuramlardan ve özellikle Freud’dan ayrılan yönlerini 4 ana başlıkta toplayabiliriz.
1. Freud’a göre libido cinsel-içsel içerikli bir enerjidir. İnsan kişiliğinin oluşumunda ve yaşamın sürdürülmesinde etkin bir rol oynar. Jung, bu kavramı dinamik, sürekli hareket halinde olan ve aynı zamanda kendi kendini düzenleyen bir sistem olarak ele alır. Freud davranışların ve kişiliğin oluşumunda libidoyu tek neden olarak öne sürmüştür. Oysa Jung’a göre libido tek neden olamaz. Jung libidoyu ruhsal sistemin bir enerjisi ve sonucu olarak görür. Bu enerji özelleşmiş bir enerji değildir.
2. İnsan gelişiminde güdülerin ve amaçların yeri ile ilgili düşünceleri de Jung’u Freud’dan ayırıyor. Freud’a göre yaşam, sonlanıncaya kadar yinelenen içgüdüsel eylemlerden oluşur. Oysa Jung’a göre insan, sürekli kendini yenilemeye çalışan ve yaratıcı bir gelişim içerisinde olan bir varlıktır.
3. Jung, teorisinde kişilik gelişiminde ırk ve soyaçekim gibi faktörlere önem vermiştir. Bununla ilgili olarak ‘kollektif bilinç altı ve arketipler’ gibi kavramlar pek çok akademik psikolog tarafından endişeyle karşılanmıştır. Bu kavramlar jung psikolojisine teolojik ve mistik bir yön katmıştır. Jung bilimsel olarak, fakat mistik bir yaklaşımla sihir, efsane ve simgeler gibi kavramların kişilik gelişimindeki rolünü anlamaya çalışmıştır. Bu çelişki önemli bir eleştiri konusu olmuştur.
4. Freud ve Jung arasındaki en önemli farklılık bilinç altına yükledikleri muhtevadır. Freud’a göre kişiliğin bilinçli ve bilinçli olmayan iki yönü vardır. Bunlar, bilinç ve bilinçaltıdır. Freud’a göre bilinçaltı tatmin edilmek istenen cinsellikle, vahşice olan ve unutmak istenilen her şeyin bulunduğu bir yerdir. Jung’a göre ise bilinçaltı bireysel ve kollektif olmak üzere iki kısımdır. Bilinçaltında, yüceltilmiş bütün ruhsal kavramlar, unutulan, ihmal edilen her şey ile çok sayıda deneyim ürünü olan ve bu deneyimlerin meydana getirdiği bilgelik vardır.
Bilinçaltı, bilinci de şekillendiricidir. Bilinçte oluşan yeni yaşam şekillerinin, davranışların tohumları bilinç altında bulunmaktadır. Bilinci okyanusta yükselen küçük bir adaya benzetebiliriz. Jung’a göre biz sadece su üzerindeki bu adayı görürüz. Fakat çok daha büyük ve bilinmeyen gerçeklik aşağıdadır. Bu da biliç altıdır. Ego ise bilen ve arzulayan ben’dir. Bilincin merkezidir ve anlıktır. Jung, ego üzerinde hemen hiç durmamıştır. Adeta egoyu önemsememiştir.

JUNG’UN ŞAHSİYET YAPISI ANLAYIŞI
Şimdiye kadar hiçbir psikolog, Jung’un ortaya attığı terimleri kullanmamıştır. Hiç şüphesiz Jung’un şahsiyet teorisinin gelişiminde içinde yetişmiş olduğu kültürel iklim etkili olmuştur. Yetiştiği ortamdaki dini anlayışın yoğun olması, dinler üzerine ve özellikle ilkel dinlerle ilgili çalışmış olması, mistik bir anlayışa önem vermesine neden olmuştur diyebiliriz.
Jung şahsiyeti birbirinden ayrı, fakat birbiriyle ilişkili üç kategoride izah etmeye çalışmıştır.
Ego, şuuraltı fonksiyonları ve self.
EGO: Şahsiyetin bilinçli kısmı ve merkezidir. Çocuğun çevreyle etkileşimi sonucu ortaya çıkar.
ŞUUR ALTI FONKSİYONLARI: Jung bilinç altı sistemi iki kısma ayırır:
A. Kişisel Bilinçaltı: Refüle (İçe itilmiş) edilmiş ve reflexe (Bastırılmış) edilmiş içerikten oluşur. Bu tabaka egoyla etkileşim halindedir. Kompleksler bilinçaltından gelen bazı güçlerin bilinçle çatışması sonucu oluşur.
B. Kollektif Bilinçaltı: Bu tabaka aynı zamanda Jung teorisinin en orijinal kavramıdır da. Bu kavram insanı aşan bir kavramdır. Psişe’nin en kuvvetli yönüdür. Kollektif bilinçaltı, bir tek kişinin bilinçaltını aşar. Çünkü bütün fertlerde vardır. Geçmişten faydalanıp geleceğe yönelmiştir. Mitlerin, efsanelerin ve tarih öncesi devrelerin deposudur. Şahsiyetin temeli olarak görülmüştür. Egonun kontrolünden çıkarsa sendromları, heyecanları ve fobileri meydana getirir. Bu tabakanın içeriği ilkel (Hayvan) unsurların fonksiyonlarının tortusudur. Kısacası Jung’a göre kollektif bilinçaltı tabakası, bireyin yapısında mevcut olan gizli bir mirastır. Jung Lamark ve Darwin’in etkisinde kalmıştır.
Jung şahsiyetin tümü için psişe kavramını kullanmıştır. Kollektif bilinçaltı her insanda vardır. Kişisel bilinçaltında kompleksler vardır. Kollektif bilinçaltında ise arketipler vardır.

ARKETİPLER
Kollektif bilinçaltının yapı taşlarıdır. İlk insanda görülen emosyonel (Heyecan yüklü) korkulardır. İmaj, gerçek bir objenin insan zihninde meydana gelmiş halidir. Kişi ile obje arasındaki etkileşimden imago meydana gelir. İmagoda enerji yükü mevcuttur. Bir imagonun arketip olabilmesi için tarih boyunca aynı anlamı taşımış olması gerekir.
Jung teorisinde arketipler temel tiplerdir. Jung psikopatolojisinin temel taşlarını oluştururlar. Arketipler ilk imgelerdir. Bunlar başka bir insan tarafından oluşturulmamıştır. Örnek olarak anne arketipini ele alacak olursak; anne çocuğa ilk etki eden arketiptir. Çocuk annesinde sınırlandırılmış bir şahsiyet görmektedir. Anne anatomik anne değil arketiptir. Anne, daha önceki annelerin tümüdür. Anne arketipi bunu ifade eder. Çocuğun beyninde insanlığın tecrübeleri potansiyel şekilde mevcuttur. Sonradan kazanmamış ve öğrenmemiştir. Doğuştandır, soydan, atalardan gelir. Baba arketipi ise çocuk büyüdükçe gelişir. Anne arketipinin zıddıdır. Kuvveti, dinamizmi, sert bir yapıyı temsil eder. Şimşek ve vahşi hayvanla temsil edilir. Anne arketipi erkeğin hislerini tayin eder. Baba arketipi de erkeklik hislerini temsil eder.
ANİMA-ANİMUS: Jung erkekte kadının, kadında da erkeğin vasıflarına değinir. Animus erkektir ve kadının bilinç dışında bulunur. Anima ise kadındır ve erkeğin bilinç dışında bulunur. Yani insan çift cinsiyetlidir.
Anima: Kadına ait vasıflardır. Anima kadındır. Anima-animus her ikisi de birer fonksiyondur. Bu mesele Jung teorisinde önemlidir. Jung’a göre insanın rahat ve huzur içinde yaşaması için bilinç dışı-bilinç ya da anima-animus arasında iyi bir köprü kurması gerekir. Jung’a göre gelişmiş bir insan ne %100 erkek, ne de %100 dişidir. Bütün erkekler psişelerinde kadınlık vasıfları, kadınlar ise psişelerinde erkeklik vasıfları taşırlar.
PERSONA: Toplumla birey arasında, bireyi koruyan cephedir. Ferdin gerçek şahsiyeti personanın arkasındadır. Persona elastikidir ve değiştirilebilir. Her insan kendi kişiliğine uygun bir maske seçer. Maskenin kişi için fazla önem taşıması, şahsiyet açısından tehlikelidir. İnsanın duyguları, hisleri bu maskeyle dışarı yansır. Bu da gölge denilen kavramı ortaya çıkarır. Gölge, şuurlu ego tarafından kabul edilmeyen dürtüleri kapsar. Yasaklanmış dürtüleri, istekleri temsil eder.
SELF: Jung teorisinin en önemli kavramı self’tir. Bilinçaltının bilinç alanına gelerek dış dünya gerçekleriyle yorumlanmasına self denir. Jung’a göre self, hayatın gayesidir. Self ne tam bilinçte, ne de tam bilinçaltında olan denge halidir. Şahsiyetin dengesinin, sabitliğinin ve tekliğinin teminidir. Selfe ulaşmak için insanlar çok çaba sarfederler. Selfe erişmek Jung’a göre transandant ve endividiusyon fonksiyonlarıyla olur.
ATİTÜT (TUTUM): Jung, tiploloji bakımından insanları içe dönük ve dışa dönük olarak ikiye ayırır.
JUNG’TA SEMBOL PROBLEMİ: Sembol önemlidir ve geleceğin işaretidir. Freud’a göre ise geçmişin işaretidir. Sembol; anlamları ve gayeleri kendiliğinden belli olmayan davranışlardır. Semboller tamamıyla istikbale yönelmiştir ve maziyle ilgisi yoktur. Oysa Freud tam aksini söylemektedir.
Not: Bu yazı PDR Lisans ders notlarından derlenmiştir.
Hakan TOKGÖZ
Klinik Psikolog / KONYA
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Kişilik Kuramları" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Hakan TOKGÖZ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Hakan TOKGÖZ'ün izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     1 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Hakan TOKGÖZ Fotoğraf
Uzm.Psk.Hakan TOKGÖZ
Konya (Online hizmet de veriyor)
Uzman Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi20 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Hakan TOKGÖZ'ün Yazıları
► Mutluluk Kuramları Psk.İ.Nil BİREYŞOĞLU ÖZEN
► Zeka Kuramları Psk.Dnş.Tuncay GÜLEN
► Eş Seçme Kuramları Psk.Dnş.Duygu AYHAN
► Psikolojik Danışma Kuramları ÇOK OKUNUYOR Adalet SEVİM
► Bilişsel Öğrenme Kuramları Psk.Dilan Hilal ALTÜRK
► Benlik Saygısı Kuramları Psk.İ.Nil BİREYŞOĞLU ÖZEN
► Psikolojik Danışma Kuramları ÇOK OKUNUYOR Psk.Dnş.Kadir KEMEÇ
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,962 uzman makalesi arasında 'Kişilik Kuramları' başlığıyla benzeşen toplam 16 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


10:59
Top