2007'den Bugüne 92,260 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Doğal Farklılıklar Neden Hastalık Olarak Etiketleniyor?
MAKALE #1871 © Yazan Psk.Üstün ÖNGEL | Yayın Kasım 2008 | 7,570 Okuyucu
Doğal Farklılıklar neden hastalık olarak etiketleniyor?


Dr. Renée Fuller(Gelişim Psikoloğu)
Çevirenler: Zeynep Derece (bir ebeveyn) ve Üstün Öngel (sosyal psikolog)

Dört yaşındaki Simon hayat dolu bir yumurcaktı. Ona verdiğim her yeni oyuncağı keyifle kurcalar, oyuncakla neler yapılabileceğini heyecanla keşfetmeye çalışırdı. Onu izlemek bir zevkti. Büyük bir araştırma projesinin “normal” kontrol grubunda yer aldığı için, Simon’da herhangi bir patoloji bulunması beklentisi yoktu; ben de kesinlikle hiçbir patolojik durum görmemiştim.

Yine de, oğlunun değerlendirilmesinden sonra, Simon’ın annesi ofisime girdiğinde beklenmedik bir şekilde tedirgindi. “Oğlunuz müthiş bir çocuk. İkimiz de çok eğlendik,” dediğimde, “ne yani, herhangi bir sorun bulmadınız mı?” diye karşılık verdi.
“Bulmam mı gerekirdi?” diye şakayla karışık cevap verdim.

“Anaokulunda, Simon’ın Hiperaktivite ve Dikkat Eksikliği (HADE) nedeniyle kontrolden çıktığını ve ilaç kullanması gerektiğini söylediler. Çocuk doktorumuzla görüştüğümde, o da aynı fikirdeydi. Simon, doktorun ofisinde oradan oraya koşturup çok fazla gürültü patırtı çıkardı.”

Kafamı salladım: “Ama benim ofisimde bunları yapmadı. Test oyuncaklarına dikkatini toplamakta ve talimatlarımı takip etmekte hiç sorun çekmedi. Hatta 4 yaşında bir çocuğa göre faaliyetlere gösterdiği dikkat kayda değerdi. Kesinlikle dikkat eksikliği yoktu. Hiperaktiviteye gelince, o hayat dolu enerjik bir çocuk. Bazı çocuklar daha sakin hareket ederler. Onların ilgilenecekleri öncelikli başka şeyler vardır. Her birimizin aynı olmayışının altında “biyo-lojik” yatar.” (lojik=mantık, ç.n.)

“Bu biraz eşimin söylediklerine benziyor. Eve geldiğinde Simon’la oynuyor ve birlikte harika zaman geçiriyorlar. Simon’ın tam anlamıyla tuttuğunu koparan biri olduğunu, işyerinde çalıştırmak isteyeceği insan tipinde olduğunu söylüyor. Başka bir çocuk doktoru ve anaokulu bulmamız gerektiğini söylüyor.”

Birkaç hafta sonra Simon’ın annesini tekrar gördüğümde sevinçten gözleri parlıyordu: “Başka bir çocuk doktoru bulduk. Yaşlı bir beyefendi, ama ofisini görmelisiniz. Oyuncakla dolu. Ve o çok muhteşemdi. Simon’la oynadı ve Simon ona bayıldı. Simon’a ilaç vermeyi kesinlikle reddetti. Hatta aksine, bizlerin onun enerjisinin bir kısmını kullanabileceğimizi söyledi.”

Eğitim sistemi kurbanları

Daha 4 yaşında, Simon, bütün çocukların aynı yeteneğe, kişiliğe, enerji seviyesine ve beceriye sahip olmasını talep eden bir eğitim sisteminin kurbanı olmuştu. Çocuklar, ezbere dayalı ve zil çalana kadar kıpırdamadan yerlerinde oturmaları beklenen sınıf ortamlarında, önceden belirlenmiş kalıplara uymalıydı. Herkesin “normlara” uyması ısrarı, sadece okullarla da sınırlı değil üstelik. Bizler de çocukların sosyalleşme düzeyleriyle ilgili, hatta fiziksel özellikleriyle –sözgelimi boy uzunluklarıyla– ilgili benzer “normallik” taleplerinde bulunuyoruz. Ancak unutmamak gerekir ki, hepimizin farklı yetenekleri, farklı kişilikleri ve farklı enerji seviyeleri, karmaşık ve çok katmanlı bir toplumun oluşmasını sağlamıştır.

Beyinlerimiz bilgiyi farklı yollarla düzenlediği için, sadece farklı şekilde öğrenmiyoruz, aynı zamanda dünyayı da farklı görüyoruz. Bunun sonucunda insan, makinadan müziğe ve sanata kadar bereket tanrısını kıskandıracak denli göz kamaştırıcı icatlarda bulunmuş, matematikten bilimin çeşitli alanlarına kadar farklı fikirler ortaya sürmüştür. Farklı kişiliklerimiz ve yeteneklerimiz, bizi öğretmen, politikacı, dini lider, doktor, bilim insanı, müzisyen, vb. çok çeşitli mesleklere yönelterek, dünyamızı zenginleştirmiştir. Fakat eğitim sistemimizin talepleri ve çocuklara öğrettiklerimiz, genellikle bu farklı yeteneklere ve kişiliklere terstir ve bu farklılıkları cesaretlendirmekten uzaktır, dolayısıyla da bu farklılıkların deyim yerindeyse “çiçek açmasına” engel olur. Çoğu zaman, okullarımızın ihtiyaç duyduğu ve ödüllendirdiği şeylerin, gerçek dünyada ihtiyaç duyulan ve ödüllendirilen şeylerle uzaktan yakından alakası yoktur.

Yıllar sonra Simon

Simon’u ilk değerlendirişimden yıllar sonra tekrar gördüm. Artık 8 yaşındaydı ve dışa dönük bir insandı. Annesi son ziyaretlerinden sonra neler olduğunu anlattı. Eski çocuk doktorunu bırakıp anlayışlı olan yenisini bulduktan sonra, babanın isteği doğrultusunda anaokulunu da değiştirmişlerdi.

Özel bir ilkokula bağlı bir anaokulu bulmuşlardı. Bu yeni ortamda Simon tam anlamıyla çiçek açmıştı. Yeni öğretmenleri, enerjisini, gittikçe geliştirdiği liderlik rolüne kanalize etmesi için onu cesaretlendirmişler ve o da bunu büyük bir istek ve zevkle, o yaştaki biri için alışılmadık derecede yüksek bir sorumlulukla üstlenmişti. Üçüncü sınıfta Simon giderek babasının tanımladığı gibi tuttuğunu koparan biri olmaya başlamıştı.

Herkes Simon kadar şanslı değil

Simon’ın potansiyel özelliklerine sahip her çocuk bu kadar şanslı değil. Simon’ın onun için savaşmaya hazır anlayışlı ebeveynleri vardı ve ebeveynlerinin birikimleri onu pahalı bir özel okula göndermek için yeterliydi. Kaç potansiyel lideri, düşünürü ve toplum yararına iyi şeyler yapacak insanı, okulların, hatta anaokullarının, öğrencileri bir kalıba sokmaktaki ısrarları yüzünden kaybediyoruz?

Aşırı kalıpçı okullarımızın başka bir kurbanı da Marly idi. Simon’ın anaokulu gibi Marly’nin okulu da, Marly’nin, Simon’un tersine düşük enerji seviyesine sahip olmasına rağmen, Ritalin kullanması konusunda ısrarcı olmuştu. Onun durumunda Ritalin kullanımını “öğrenme güçlüğüne” dayandırarak meşru kılmışlardı. Sakin konuşan 11 yaşındaki bu çocuk hâlâ doğru dürüst okuyamıyordu. Ritalin, güya odaklanmasına yardımcı olacaktı ve böylece o, ses algılama, harmanlama, ünlü uyumu vb. konularda yeterlilik kazanacak ve bu yolla da sonunda okur yazar olacaktı.

Yine normal bir kontrol grubuna dahil ederek onu test ettiğimde, Marly başlangıç sorularında yaşının bir yıl gerisinde kalacak düzeyde başarısızdı. Fakat testin ilerleyen bölümlerinde, yetişkinlere yönelik soruları, en üst düzeyde başarıyla tamamlayarak kolaylıkla geçti. Bu çelişkili bulgular, onun akademik zekâsının ne kadar ileride olabileceğini tam bir kesinlikle ölçmeyi zorlaştırıyordu.

Fakat gelin görün ki, okul yönetimi, çocuğun sıra dışı akademik zekâsını takdir etmek yerine, test sonuçlarının, öğrenme güçlüğüne işaret ettiği sonucuna varmıştı.

Oysa durum farklıydı

Benim vardığım sonuç tamamiyle farklıydı. Marly’nin başarısız olduğu tüm test maddeleri ezber gerektiriyordu, diğer bir deyişle, bağlamdan kopuk anlamsız konulardı. Test soruları ne kadar soyut ve dolayısıyla zor olursa, çocuk kapasitesini daha rahat gösterebiliyordu ve yetişkinlere yönelik test sorularında başarılı olup tavan yapmasının nedeni buydu. Başarısızlık, dayattıkları saçmalıklarla çocuğu aptallaştırmaya kalkışan eğitimcilere aitti, Marly’ye değil.

Ezber öğrenmeyi en aza indiren, anlamı kavramaya odaklı (bağlam odaklı) okuma programı “Ball-Stick-Bird” (Top-Çubuk-Kuş) ile eğitim verildiğinde, Marly birkaç haftada yetkin bir okuyucu oluvermişti.

Marly’nin özel yetenekleri (farklılığı), tıpkı Simon gibi, bir zihinsel kusur, hatta hastalık gibi görülmüştü ve bu nedenle –güya çocuğun iyiliği için– tedavi edilmesi, değiştirilmesi gerekiyordu.

Yaratılan hastalıklar

Aynı şey Rupert’a da oldu. Gerçi bu kez okulun endişesi ne dikkat eksikliği ne de öğrenme güçlüğüydü. Aksine sorun, Rupert’ın “sosyalleşme” yerine, yani okulun sosyal programlarına katılmak yerine, rakamlara ilgi duyması ve yüksek matematiğe artan merakıydı. Okuldaki “uzmanlar”, sadece köpeği ve bir diğer matematiğe ilgi duyan “tuhaf çocuk” dışında arkadaşı olmayan bu çocukta bir sorun olduğundan çok emindi. Rupert’ın ebeveynleri ile önce sınıf öğretmeni, sonra müdür iletişim kurmuştu. Her ikisi de çocuğun yetersiz sosyal gelişimi ile ilgili endişelerini ifade etmişlerdi. Rupert’ın şansına, bu, “Asperger sendromunun” yaygın olarak teşhis edilmesinden önceydi (Asperger sendromu, otizmin hafif bir türü olarak son yıllarda moda teşhislerden biri haline gelmiştir. ç.n.).
Böylece Rupert’ın ebeveynleri için, okulun “taciz” derecesine varan ısrarlı endişesine boyun eğmemek daha kolay oldu.

Yıllardır şaşkına dönmüş ebeveynlerden benzer hikâyeler dinliyorum. “Öğretmenler çocuğun HADE’si olduğunu ve bu nedenle sınıfta dikkatini toplayamadığını söylüyorlar. Son zamanlarda moda olan teşhis kategorilerinden keyfe keder seçmeler yapıp, çocukta öğrenme güçlüğü, disleksi (okuma güçlüğü), Asperger sendromu vb. olduğuna karar veriyorlar. Fakat evde çocuk, bir makineyle veya inşa ettiği bir binayla saatlerce uğraşıyor. Sorun sadece okulda... Ve okul yönetimi, problemin çok feci olduğunu söylüyor ve ilaç kullanımında ısrar ediyor.”

“Küçük melek” Ellie’nin başına gelenler

İlaç kullanması gerektiği düşünülenler sadece enerjik çocuklar, öğrenme güçlüğü çeken çocuklar değil. Gürültücü Simon’un tam tersi özellikler taşıyan Ellie var bir de.
Bebekken bile neredeyse hiç ağlamamış bir çocuk Ellie. Konuşmayı öğrendiğinde, sevimli, yumuşak, tatlı ve sakin bir sesle konuşuyor. Ellie’nin anne-babası yumuşak sesli “küçük meleklerinden” çok memnun. Birçok çocuk gibi bağırma evresine geçip yaygara koparmamış. Her şey mükemmel görünüyor, daha önceleri annesi Ellie’den “bizim küçük meleğimiz” diye söz ettiğinde tuhaf tuhaf bakan ana sınıfı öğretmeniyle yaşadıkları deneyim sayılmazsa... Birkaç yıl sonra Ellie ilkokuldayken de annesi aynı bakışı birkaç kez yakalamış. Ardından okul müdürü, anneye, Ellie’nin dosyasının anaokulundayken bile Ellie’ye şiddetli depresyon teşhisi konmuş olduğunu gösterdiğini söylemiş. Halden anlayan bir edayla, ebeveynlerin bir psikiyatriste başvurmasını ve çocuğun uygun bir ilaç almasını ısrarla önermiş. Müdüre göre, Ellie’ye Prozac veya benzeri bir ilaç gerekiyormuş.
Oysa Ellie ile birlikteyken eğlenceli oyunlarımızda keyifle kıkırdıyordu. Evet, hafif bir kıkırdamaydı bu, Simon’ınki gibi gürültülü değildi. Ama hepimiz aynı şekilde mi gülmeliydik? Bir kıkırdamanın şekli depresyon göstergesi olabilir mi? Depresyondaki insanlar eğlenceli oyunlar oynadığınızda mutlulukla kıkırdamazlar. Gülme kapasitelerini yitirmişlerdir. Ellie’nin büyüleyici kıkırdamasıyla ilgili annesiyle konuştuğumuzda dedi ki: “Evet, Ellie çok kıkırdar. Çok mutlu bir çocuktur, ama belli ki okulda değil.”
Okulda bu gelişmeler olurken, kendi yaş grubunun 4 yıl ilerisinde kitaplar okuyan Ellie, semt kütüphanesine gitmeye bayılıyordu. Kütüphaneciler de, tıpkı ailesi gibi, bu yumuşak sesli küçük kızdan çok hoşlanıyorlardı ve ona çocuklarla ilgili yeni gelen kitapları gösteriyorlardı. Annesi “kütüphanecilerin Ellie’ye karşı ne kadar nazik olduklarını ve onu ‘bizim küçük meleğimiz’ diye çağırdıklarını” anlattı. Ellie’nin kütüphaneci olmak istemesi elbette sürpriz değildi.

Dil Öğrenme Bozukluğu?

Son zamanlarda yeni bir hastalık çıktı sahneye. Adı DÖB. Açılımı Dil Öğrenme Bozukluğu (LLI-Language Learning Impairment) olan bu bozukluktan, çocukların %10’u ila %20’sinin muzdarip olduğu düşünülüyor. Bu çocuklar, “hızlı akustik değişimleri algılama zayıflığı” yaşadıklarından ötürü, “uzmanların” okur-yazarlık için şart olduğunu öne sürdükleri erken dil ediniminde ve sesleri ayırt etmede zorluklar yaşayan 1-1,5 yaşındaki küçük çocuklardı.
Bu yeni bozukluğu keşfedenlerin görmezlikten geldikleri, insanlığa katkıda bulunan önemli kişilerin de büyük ihtimalle bu kusura, bu hastalığa sahip olduğudur. DÖB’ün en parlak örneği Albert Einstein’dır. O da çok geç konuşmaya başlamış ve okumayı öğrenmede sorunlar yaşamıştı. İngiliz düzyazı ustası Churchill de bir diğeridir.

Her ikisinin de soyut, bağlamsal fikirler konusunda uzmanlaşmış, ama ezberleyerek öğrenme konusunda güçlük çeken zekâsı vardı. Test uygulanabilmiş olsaydı, sanırım onların test sonuçları da Marly’ninkine benzer bir örüntü gösterirdi. Marly’nin test sonuçlarından çıkardığım, farklı beyinlerin bilgiyi farklı organize ettiği, dolayısıyla dil öğreniminin ve okumayı öğrenmenin farklı yollarla olduğu yönündeydi.

Ezber mi “bağlamsal” öğrenme mi?

Kelimeleri birbirinden ayırt etmek için ses sinyallerini işlemeye dayanan hızlı ses algılama paradigması, çocukların çoğunun dil ediniminin nasıl gerçekleştiğini gösteriyor olabilir belki. Fakat dil öğreniminde, bağlama bağlı olarak kelimenin tamamını kavramaya dayalı alternatif bir yaklaşım olduğunu da biliyoruz. Temelde bağlamı kavrayarak gerçekleşen dil ediniminin ilk safhası yavaş olabilir; bu yaklaşımla dil öğrenen çocukların çoğunlukla uzun süren bir dilsiz dönemleri oluyor ve sonra birden bire cümle kurarak konuşmaya başlıyorlar. Fakat bu uzun süren dilsiz dönemle birlikte, bu küçük çocukların zihinsel organizasyonları, onların soyut kavramları anlama yeteneğini geliştiriyor.

Okuma-yazma edinimine baktığımızda ise, yüksek düzeyde bağlamsal organizasyona sahip beyinler çoğu zaman ezbere dayalı talimatlar verildiğinde başarısız oluyor. Bunun yerine bağlama dayalı yaklaşım kullanılarak eğitildiklerinde, bu çocuklar şaşırtıcı bir süratle öğreniyorlar.

Bütün bu zihinsel bozukluk ve hastalık teşhislerinin ortak özelliği, bunların, gerçek hastalıkları hayatlarında nadiren görmüş ya da hiç görmemiş kişiler tarafından konmuş olmasıdır. Eğer gerçek bir dikkat eksikliğinin neye benzediğini biliyor olsanız, Simon’a asla böyle bir teşhis koyamazsınız. Aynı durum sözde depresyon yaşayan Ellie için, ya da son moda hastalık DÖB –Dil Öğrenme Bozukluğu– için de geçerlidir. Üstelik, araştırmalarımız gerçek hastalıklarda bile, okuma problemlerinin, anlamı kavramaya dayanan “Top-Çubuk-Kuş” okuma sistemiyle üstesinden gelinebildiğini göstermiştir. Sistem ciddi zekâ geriliği durumlarında bile etkili olmuştur.

Okullar ve hekimler

Öte yandan çocuklarımızda hastalık bulma eğiliminin okullarla sınırlı olduğunu düşünürsek hata ederiz. Mesela Lynne’in 3 yaşındaki torunu. İlk başta çocuk doktorunun endişesi, 18 aylık olmasına rağmen çocuğun hâlâ konuşamamasıydı. Üç yaşına gelip de sular seller gibi konuşmaya başlayınca bu sefer de sorun boyunun kısalığı oldu.

Büyükanne, “ailemdeki bütün kızlar kısadır ve hepimiz uzun boylu –1,80’in üzerinde– adamlarla evlendik. Şimdi küçük torunum çok hızlı konuşuyor ve onlar konuşmasına baktıklarında sorun bulamıyorlar. Ama illa bir sorun yaratacaklar ya, bu kez de boyunun kısalığını sorun ettiler. Ancak sorunun tam olarak ne olduğunu bulamadıklarını da itiraf ediyorlar. Neden zavallı çocukla bu kadar uğraşıyorlar? Birbirimize benzemediğimizi bilmiyorlar mı? Hayatta en güzel şeylerden biri her birimizin farklı olması değil midir?” derken başını sallayıp duruyordu.

Lynne bunları söylerken kendimi gülmekten alıkoyamadım ve “sizin gibi ufak tefek bayanlar uzun erkeklerin ilgisini çekiyor, çünkü onlar sizin çok hoş ve sevimli olduğunuzu düşünüyor,” diye karşılık verdim. Lynne alçak gönüllü olmaya gerek duymadan beni onayladı. Karşımda duran bu yetmiş yaşındaki çıtı pıtı yaşlı dul, tam da o dönemde cazibesine dayanamayarak ona çılgınca aşık olmuş uzun boylu erkek dulu mu aklından geçiriyordu acaba? Belki de kısa boylu torununun benzer bir güzellikten mahrum olmasını istememişti.

“Ayrıca,” dedim, “bazı etnik gruplar gerçek anlamda kısadır. Herhangi bir gelişmiş ülkedeki en uzun yaşayan insanlara baktığımızda, onlar da kısadır –Japon kadınları.” Ben Japonya’dayken 1,62 boyumla neredeyse herkesten en az 10 santim uzundum. Uzun yaşamalarının sırrı belki de küçük vücut yapılarının kalbe daha az yük olmasıydı. Belki de biz insanlar Danua türü küçük köpeklere benziyoruz. Küçük olanlar daha uzun yaşamışlar. Kalpleri daha uzun süre dayanmış. Bu durumda uzun yaşamak hastalık olarak mı görülmeli ve büyüme hormonuyla tedavi mi edilmeli? Maalesef, kısalığı hastalık olarak tanımlayıp büyüme hormonuyla tedavi eden çocuk doktorları olduğunu biliyoruz. Kısalığı, iş hayatında başarısızlığın önde gelen sebebi olarak gören bazı ebeveynler de bu tür doktorlara başvurmaktalar.

Tıp-ilaç endüstrisi iş başında

Alman DER SPIEGEL dergisi geçenlerde sayılarından birinin büyük bir bölümünü tıp-ilaç endüstrisine ayırdı. Dergideki çeşitli makaleler, neredeyse her bireyde görülen ve elbette ilaçla tedavi edilmesi gerektiği söylenen hastalıkların, firmalara büyük kazançlar sağladığıyla ilgiliydi. Yeni bir hastalığın icat edilmesi, bu yeni hastalığın teşhis ve tedavisinde yetkin olduğu iddiasıyla öne çıkan “uzmanın” daha iyi tanınmasını ve önemsenmesini de sağlamaktaydı.

DER SPIEGEL’e göre, tıp-ilaç endüstrisi, birçoğumuzun öyle ya da böyle bir bozukluğu veya hastalığı olduğunu iddia ederek gittikçe artan bir müşteri sayısını ve büyük kârları garantilemekteydi.

Yukarıda başarı hikâyelerini paylaştığım çocuklar ise, bu sözde hastalıkları yalanlıyorlar ve son anda kendilerini kurtarmış oldukları tedaviler hakkında da ciddi soru işaretleri oluşmasını sağlıyorlar. Rupert’ın hikâyesi her şeyi tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Rupert, okul yönetiminin felaket tellallığına rağmen, üniversitede başarılı bir matematik öğrencisi ve matematik kulübünün başkanı oldu, ve okuldakilerin “bu çocuk sorunlu” diye sürekli dırdır etmesinden de nihayet kurtuldu.

Kızgın (ve haklı) ebeveynler

Tüm bu yaşananlar karşısında Rupert’ın babası kızmasın da kim kızsın: “Okulun oğlumu böylesine mutsuz etmeye ne hakkı vardı? Rupert’ın mutlu olduğu yegane zaman, evde köpeğiyle birlikte olduğu ve ‘tuhaf’ etiketi yapıştırılan arkadaşıyla matematik hakkında sohbet ettiği zamandı. Şimdi o üniversiteye gidiyor ve çevresini saran sevgili ‘tuhaf arkadaşlarıyla’ çok mutlu. Ve bu ‘tuhaf çocuklar’ mezun olduklarında, eğer yüksek lisans yapmazlarsa, çok iyi işlere girecekler. Çalıştığım büyük şirket bu çocukları işe almak için can atıyor ve oldukça yüklü maaşlar teklif ediyor. Çocuklarımızın tek tip olmasında ısrar eden bu okulların derdi nedir? Gerçek hayatta farklı yeteneklere ihtiyacımız var. Neden okullarımız bu kadar çok mutsuzluk yaratıyorlar?
--------
Not: Gelişim psikoloğu Dr. Renée Fuller “Top-Çubuk-Kuş” (Ball-Stick-Bird) adlı okuma programıyla ilgili kitabın yazarıdır.
Fuller’ın, orijinal başlığı “Why Are So Many Human Differences Labeled Pathological” olan makalesine ve çocuk gelişimiyle ilgili diğer makalelerine ulaşmak için http://www.ballstickbird.com adlı siteyi ziyaret edebilirsiniz. Bu çeviri yazının Üstün Öngel tarafından oldukça kısaltılmış bir versiyonu “Doğal farklılık mı, hastalık mı?” başlığıyla 28 Mart 2004 Pazar günü Radikal İKİ’de yayımlandı.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Doğal Farklılıklar Neden Hastalık Olarak Etiketleniyor?" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Üstün ÖNGEL'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Üstün ÖNGEL'in izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Üstün ÖNGEL'in Yazıları
► Doğal Sakinleştirici: Doğru ve Derin Nefes PDF Psk.Ümit ÇİFTÇİ
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Doğal Farklılıklar Neden Hastalık Olarak Etiketleniyor?' başlığıyla benzeşen toplam 55 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


21:41
Top