Sosyal Kaygıyla İlgili Kuramsal Yaklaşımlar
Sosyal Kaygıyla İlgili Kuramsal Yaklaşımlar
Sosyal kaygıyı açıklayan birçok araştırmacı ve kuram bulunmaktadır. Bunlardan bazıları alan yazınında önemli bir yere sahiptir. Aşağıda sosyal kaygıyı açıklayan bazı kuramlara yer verilmektedir.
Bilişsel Yaklaşım
Sosyal fobinin ilk olarak bilişsel modeli 1995 yılında Clark ve Wells tarafından öne sürülmüştür. Kişinin girdiği bir sosyal ortamda, sosyal kaygıyla modelin başladığını belirten Clark ve Wells, sosyal kaygısı olan kişilerin, kendilerini sosyal durumlar içinde bulduğunda, inançlarının 3 temel halinin harekete geçtiğini belirtmişlerdir;
1. Bilişsel yönden sosyal fobinin temel olan niteliği bireyin çok kuvvetli bir şekilde çevresinde olumlu özel bir izlenim bırakmaya istek duymasıdır. Ancak diğer taraftan da bunu gerçekleştirebilmesi için gerekli olan yeteneğinin olup olamamasına duyduğu bariz güvensizliktir. Sosyal fobik olan kişiler insanların içindeyken hoş karşılanmayacak bir şekilde davranacakları ve bunun sonucunda reddedilme, statü, değer kaybına ya da onlar için önemli olan kişisel amaçlara ulaşmada başarısızlığa neden olacağını düşünürler.
2. Sosyal fobik olan kişilerin sosyal ortamlarda tehlike içinde bulunduklarına inanmalarına sebebiyet veren, sosyal ortamla ve kendileriyle alakalı geliştirdikleri bir seri temel dayanak bulunmaktadır. Bu bireylerin sosyal performanslarıyla ilgili aşırıya kaçan yüksek standartları vardır. Birey sosyal ortamda uygun olamayan bir cümle kurduğunu düşündüğü zaman duruma müdahil olan olumsuz otomatik düşünceleri “saçmalıyorum”, “rezil oldum” gibi düşünceler olduğu zaman gerçekte bu“ eğer ortamda herkese uygun bir şey söylemezsem benim aptal olduğumu düşünürler” gibi şartlı bir inanç ile bağlantılıdır. Bu durumda altta bulunan temel inanç, “istenmeyecek saçmalayan biriyim” şeklinde olumsuz bir inançtır.
3. Sosyal ortamın tehlikeli şekilde algılanmasının sonucunda devreye “otomatik anksiyete programı” girmektedir. Bu programın gerçek hedefi kişiyi korumak içindir. Karmaşık olmakla beraber yapısal bir mekanizmadır ve bilişsel, bedensel, duygusal ve davranışsal bileşenlerden oluşmaktadır. Ancak tehlike hali gerçek olmaktan çok hayal ürünü olduğu zaman oluşan kaygı ve buna bağlı olarak verilen tepkiler fazlaca uygunsuz olurlar. Sosyal durumda, koşullu olumsuz benlik algıları araya girdiği zaman sosyal kaygılı kişiler, sosyal bir obje gibi benlik idaresine başlarlar ve o anda olan sosyal duruma odaklanmaktansa, diğer insanlara durumun nasıl göründüğünün en önemli olduğunu düşünürler. Bu şekilde dikkatin yön değiştirmesi kendisi ile ilgili farkındalık düzeyinin artması, çevresini ve diğer insanların davranışlarının düzgün biçimde değerlendirilmesine engel olur. Kendisini değerlendirmek için kullandığı içsel ve öznel bu bilgiyi diğer kişilerin kendisiyle alakalı düşündüklerinin aynısı kabul eder. Sözün özü, sosyal fobik bireyler aşağılanmış olmayı hissetmekle aşağılanmayı, kontrolsüz olmayı hissetmek ile gerçekten kontrolsüz olmayı, kaygılı hissetmek ile kaygılı olarak görünmeyi birbirine özdeş sayarlar (Türkçapar, 1999).
Clark ve Wells (1995), olumsuz inançları tasdik etmeye hizmet edecek bilgilere sahip olmak için sosyal fobisi olan kişileri engelleyen etmenlerin bir sıralamasını yapmışlardır. Bunun sonucunda en büyük etmenin, benlik odağı ilişkileri ve başkalarının onları sosyal bir nesne olarak görme eğilimlerinin olduğunu söylemişlerdir. Diğer etmen, sosyal fobiden sakınmak için güvenli olan davranışları uygulamaktır ve son etmen de, sosyal durumlarda, ortaya çıkmayan fazla emeğin sosyal fobinin devamlılığına hizmet etmesidir (Tosun Sümer, 2008).
Bilişsel modele göre, insanların sahip oldukları bazı düşünce, inanç ve algılamaları sosyal kaygının gelişmesinde veya artmasında etkili olmaktadır. Bu kurama göre sosyal kaygının temelinde işlevsiz düşünceler vardır. Bu işlevsiz düşünceler genelde refleksiftir ve kişilerin duygu ve davranışlarını etkileyerek sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Beck, 2015).
Rapee ve Heimberg’in Bilişsel Davranışçı Kuramı
Rapee ve Heimberg (1997) benliğin mental simgesi ile çevresindekilerin beklentisi arasındaki farkı belirtmektedir. Bu modele göre sosyal kaygı bozukluğu belirtilerini tecrübe eden kişiler sosyal bir alanda olduğu ya da sosyal alanda bulunmak zorunda oldukları zamanlarda hem kendileri hem de çevresindekilerle alakalı zihinsel simgeler oluşturmaktadırlar. Dışarıdan nasıl göründükleri, nasıl davranışları olduğuyla alakalı olan simgelerin oluşumunda kendileri ile alakalı genel düşüncelerinde, o andaki bedensel ve psikolojik durumları ile çevrelerinden gelen dönütlerin etkisi vardır (Eldoğan, 2017). Fakat ana inançları nedeniyle kişiler kendileri ile alakalı genel olarak olumsuz mental simgeler meydana getirirken, sosyal alandaki diğer bireylerin kendilerinden çok daha iyi sonuç beklediklerini düşündükleri için bu düşünceler onların sosyal kaygıya ilişkin bilişsel, davranışsal ve bedensel belirtileri birlikte getirmektedir. Kaçma ve kaçınma tepkisi meydana gelerek sıklıkla bu döngünün beslemesini etkilemektedir (Erdoğan, 2017).
Clark ve Wells (1995)’e göre sosyal kaygılı kişilerin sosyal etkileşimlerde uygun ve kabul görmeyecek davranışlar sergileyeceklerine inandıklarından, bu etkileşimlerde küçük düşeceklerini ve diğerleri tarafından reddedileceklerini düşündüklerinden dolayı sosyal ortamlardan korktuklarını belirtmişlerdir.
Sosyal kaygılı birey bu düşünceler doğrultusunda sosyal ortamlarda bir tehdit algıladığında otomatik olarak kaygı belirtilerini yaşamaya başlar. Sosyal kaygılı kişiler sosyal etkileşimlere ilişkin olumsuz sonuç beklentisi içerisindedirler ve bu süreci abartarak yaşamaktadırlar. Bu olumsuz sonuç beklentisini kanıtlamak için sosyal kaygılı birey, dikkatini etkileşimlerindeki olumsuz örneklere yönelttiğinden bu durum bireyin kaygı düzeyinin artmasıyla sonuçlanmaktadır (Dilbaz, 1997).
Smits ve arkadaşları(2006) anksiyetsi olan kişilerin negatif otomatik düşüncelerini ortaya çıkaran faktörlerin kognitif çarpıtmaları ile afonksiyonel tutumları olduğunu ifade etmişlerdir.
Rapee ile Heimberg (1997)’in sosyal kaygının bilişsel yaklaşımına göre sosyal kaygılı bireyler aşırı koruyucu veya müdahaleci ebeveynlere sahiptirler. Bu durumda bireyler hayatın zorluklarıyla başa çıkacak yeterlilikte olmadıkları ve diğerlerinin değerlendirmelerinin önemli olduğu mesajıyla karşı karşıya kalırlar. Böylece kişiler iki temel düşünce geliştirirler. Bunlarda ilki kişiler başkaları tarafından olumsuz değerlendirilir ve eleştirilir diğeri ise başkalarının olumlu değerlendirmeleri bireyler için çok önemlidir. Böylece kişiler sosyal etkileşimlerde diğerleri tarafından nasıl algılandığına ilişkin belli varsayımlar oluştururlar, karşı tarafın kendileri için yüksek standartlar belirlediğini düşünürler ve bu standartları karşılayıp karşılayamayacaklarını bilmek isterler. Ancak bu hedef çoğunlukla olumsuz sonuçlanır çünkü kişilerin başkalarının onları nasıl algıladığına ilişkin zihinsel temsilleri her zaman olumsuzdur. Bu durum olumsuz sosyal sonuçlara neden olabilmektedir. Bu modele göre olumsuz beklentiler sosyal kaygıyı arttırmakta ve yaygınlaştırmaktadır.
Davranışçı Yaklaşım
Sosyal kaygıya ilişkin olarak davranışçı kuramın temelini, çevrede meydana gelen belirli çevresel uyaranlara karsı bireyin geliştirmiş olduğu koşullanmalar oluşturmaktadır. Davranışçı yaklaşıma göre sosyal kaygının, uyaran-tepki sisteminde öğrenilmiş davranışların bir sonucu olduğu ileri sürülmektedir (Karakaş, 2008).
Ancak sosyal kaygı durumunda uyaranın defalarca tekrar etmesine gerek kalmadan, öğrenmelerin ve doğal gözlemin etkili olduğu düşünülmektedir. Çünkü sosyal kaygıyı meydana getiren uyaranlar bir daha meydana gelmese bile kişi aynı tepkileri yaşamaktadır. Oysa koşullanma modelinde koşullanmamış uyaran düzenli pekiştirilmezse koşullanmış uyaran zayıflamaktadır. Sosyal kaygıda ise koşullanmış uyaran pekişmese bile davranış yıllarca sürebilmektedir. Bu da sosyal kaygının oluşumunda gözlemin etkisini vurgulamaktadır (Koçak, 2001).
Davranışçı yaklaşım sosyal kaygının ortaya çıkısı ile ilgili doğrudan koşullanma, gözlemsel öğrenme ve bilgi aktarımı olarak üç neden ileri sürmektedir. Araştırmaların yarısı kadarında travmatize edici sosyal deneyimler yaşantılamış kişilerde direk koşullanma tespit edilmiştir. Başkalarının deneyimlediği negatif yaşantıları gören biri de gözlemsel öğrenmeyle korku hissedebilir. Sosyal korkular, başkaları tarafından kişiye sosyal ortamların tehdit içerdiğine dair bilgi aktarılmasıyla da oluşabilir (Çakır, 2010).
Davranışçı yaklaşım içinde sosyal kaygılı davranışlar, kaygılı olmayan davranışlara göre daha sık, daha büyük, sürekli, gecikmeden ve kesin bir biçimde pekiştirilirse, bu davranışların görülme sıklıkları çok daha fazla olmaktadır. Korku uyarıcısından kaçınmayla, ortaya çıkan fizyolojik ve bilişsel tepkilerin kesilmesinin sağladığı geçici rahatlama, uzun dönemde olumsuz etkileri olmasına rağmen, kişinin sosyal ortama katılmak yerine ortamdan uzakta kalmayı tercih etmesine neden olmaktadır(Gümüş, 2002).
Sosyal Beceri Modeli
Bu kurama göre sosyal kaygı, sosyal yeteneklerin eksikliği sonucuna ortaya çıkmaktadır. Bu modele göre hem olumsuz değerlendirilme korkusu, hem de şartlanma evreleri kişilerin temel zorlamalarının ikincil klinik belirtilerini oluşturmaktadır. Hatta bu ögeler korkunun daha da yoğunlaşmasına neden olabilmektedir. Sosyal yönden becerinin eksikliği sosyal fobidense, çekingen kişilik bozukluğunda daha fazla görülmektedir (Dilbaz, 1997).
Sosyal beceri modeli, sosyal kaygının, sosyal beceri eksikliği sonucu oluştuğunu savunur. Bu modeldeki, hem şartlanma dönemleri ve hem de değerlendirilme korkusu, hastaların temel zorlamalarının epifenomenini oluşturur. Sosyal fobiyi tedavi için gösterilen çabalar, önceki yıllarda, bu hastaların kaygılarının kaynağının sözel ve sözel olmayan sosyal becerilerindeki eksikliklerine bağlı olduğunu belirtmiştir. Sosyal Beceri Eğitimi (SST) ile bu sosyal becerilerin arttığına inanılmaktadır. Bu sayede, sosyal kaygının altta yatan nedeni ortadan kaldırılarak, sosyal sonuçların başarılı olması sağlanmıştır. Bu tedavi, sosyal beceri eğitimi, modelleme, davranış provası, düzeltici geri bildirim ve sosyal güçlendirmeyi içermektedir (Dilbaz, 2000). Diğer görüş, kaygının sürdürülmesinde sosyal becerilerin zayıflığına işaret eder. Spence, Donovan ve Brechman-Taussaint (2000), sosyal durumlarda negatif beklentilerin ürettiği sosyal beceri eksikliğinin anksiyete ve kaçınmayı yarattığını belirten bir model ileri sürerler. Sonraki, sosyal becerileri düzeltmek için elverişli durumu azaltan sosyal durumlardan birini geri çekme, öylelikle eksikliği devam ettirmektir. Bu model, son zamanlarda yapılan, yetişkin sosyal kaygısında sosyal beceri eksikliğini kanıtlayan iki çalışma tarafından desteklenmiştir.
Sosyal beceri eksikliğinin temelinde, sosyal fobinin olduğunu belirten model Spence (1995) tarafından geliştirilmiş ve sosyal beceri eğitimi (SST) açıklanmıştır. Sosyal beceri eğitimi ve maruz bırakmayı vurgulayan bir programı tamamlamıştır. Fakat diğer unsurları da içeren problem çözme, bilişsel yeniden yapılandırma ve rahatlama tekniklerini kullanmıştır. Haftalarca süren uzun saatler grup oturumlarından oluşan 12 haftalık program çevreyi taklit etmede sosyal becerileri, öğretmenin 30 pratiği takip etmiştir. Bekleme listesinin kontrol deneme randomu (n=50) SST tamamlanmıştır. SST pozitif aile çevresi ve her iki grup bekleme kontrol listelerini karşılaştırmak için, bekleme listesi bulunmuştur. Tanı kriterlerine gelince, kaygının çocuk raporları ve sosyal beceri yeterliliklerinde aile raporları incelenmiştir. Kazançlar 12 ay takip edilmiştir. Ebeveyn ile ilişkisi sonuca etkide önemli çıkmamıştır.
Bağlanma Modeli
0-2 yaş arasında çocuğun sadece fiziksel gereksinimleri değil diğer gereksinimlerinin de giderilmesi gerekmektedir. Bebek kendi ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olmadığı için kendisine bakım veren kişiye bağımlıdır. Bu bağımlılık sürecinde bakım verenle kurduğu birebir ilişki ise, onun zihinsel ve duygusal gelişimi için son derece önemli bir yer tutmaktadır. Bağlanma terimi ise, bebeklerle anne-babaları ya da bakım verenleri arasında kurulan, duygusal olarak olumlu ve yardım edici bir ilişkinin varlığı anlamına gelmektedir. İlk yıllarda anne ya da anne yerine geçen kişi ile kurulan bu bağ, çocuğun kişiliğinin önemli bir kısmını oluşturmakta ve bu özellikler hayat boyu değişime karsı bir direnç göstermektedir (Tüzün ve Sayar, 2006).
Annenin verdiği bakımın niteliğine göre çocukta güvenli, kaygılı-kararsız ya da güvensiz bağlanma stili oluşmaktadır. Geliştirmiş olduğu bağlanma kuramına göre, kaygılı/kararsız bağlanma tarzına sahip bireyler özgüvenleri az, yakın ilişkilerinde yadlanma ve vazgeçilme korkuları olan, mesafeli ilişkilerinde ise daha hasetkar ve hiddete yönelimli kişilerdir (Hazan ve Shaver,1990). Bağlanma kuramına göre kaygı bozukluklarının, özellikle sosyal kaygının temelinde güvensiz bağlanma yapısının yattığı ileri sürülmektedir. Sosyal kaygı ve kaçınma davranışı olan bireylerin özerkliğinin oluştuğu dönemlerde annelerinin sevgisini kaybetme korkusu yasadıkları belirlenmiştir (Keskin ve Orgun, 2007).
Kendini kötü, başkalarını iyi gören yapı saplantılı bağlanma tarzına sahip kişinin özelliğidir. Saplantılı bağlanma biçimine sahip bireylerin kendilerini “değersiz”/“sevilmeye değer olmayan” kişi olarak algılama eğiliminde olmalarına karşın, başkalarına yönelik olumlu algılamalara ve değerlendirmelere sahip oldukları görülmektedir. Bu nedenle bireyler yakın ilişkilerinde sürekli olarak kendilerini kabul ettirmeye ve kanıtlamaya çalışmakta, genellikle de bu çabalar başarısızlıkla sonuçlanmakta ve bir süre sonra bu durum kısır döngü halini almaktadır. Shaver ve Hazan ‘ın kaygılı-kararsız bağlanma şekli ile benzerdir. Sosyal ortamlarda kişi kendiyle ilgili negatif düşünür ve tekrarlayıcı sıkıntılı deneyimler yaşar, bu da kaygıya sebep olur (Bartholomew & Horowitz, 1991).
Kendilik Sunumu Yaklaşımı
Başkalarının düşüncelerine önem vermek empatik bir tavırdır. Fakat başkalarının düşüncelerine aşırı önem vermek kaygı, endişe, kararsızlık yaratır ve utanç duymaya sebep olur (Edalmann, 2009).
Kişi başkalarının kendisi hakkındaki düşüncelerine önem veriyorsa, olumlu izlenim bıraktığını düşündüğünde iyi, olumsuz izlenim bıraktığını düşündüğünde kötü hisseder. Yani kendi değerini başkalarının düşüncelerine bağlamış olur (Koyuncu, 2011).
İnsanlar genellikle içinde bulunduğu toplumun veya grubun kabul göreceği biçimde davranmaya çalışır. Bunun temel nedeni bireyin toplumda iyi izlenim bırakma isteğidir. Birey başkaları tarafından yetersiz veya beceriksiz olarak algılanmak istemez. Utanma duygusunun kaynağı başkalarında olumlu izlenim bırakma isteğidir (Edalmann, 2009). Aslında sosyal kaygı basit bir tanımlamayla ‘yargılanma kaygısı’ olarak da tanımlanabilir (Berk ve Emery, 2006).
Leary ve Sereno’ ya göre (2014), kişiler başka insanlara karşı istedikleri izlenimi bırakmaya çalışmaktadırlar, ancak bu alanda başarı gösterip gösteremeyeceklerinden şüphe duymaktadırlar. Kişilerin başka insanlarda oluşturdukları izlenim günlük hayatta kendilerine ne şekilde davranılacağının ve kendilerinin ne yönde değerlendirileceği hakkında önemli bilgiler ortaya çıkardığından dolayı insanlar içsel olarak kendilerine ilişkin olumlu ve toplumsal yönden istenilen özelliklerini göstermeye arzuluyken, diğer bir yandan aşağılanma olasılığı oluşturabilecek ve geri çevrilebilecek özelliklerini göstermekten geri durmakta, istedikleri izlenimleri oluşturamadıklarına inandıklarında kaygı hissetmektedirler (Öztürk, 2014).
Kendini sunma yaklaşımı, kişilerin değer görmediği ve en çok dışlandıkları durumların; yeterli maharete sahip olmamak, yeteri kadar çekici olmamak, grup içi kurallardan sapmak ve nezaketsizlik olmak üzere 4 özellik etrafında toplandığını belirlemiştir (Leary, 2001).
Psikanalitik Kuram
Psikanalitik kuramcılardan biri olan Fenichel, sosyal kaygının narsistik ve söze dayanan özelliklerle ilgili olabileceğini, bu kişilerin narsistik ve şehvetli ihtiyaçları arasındaki ayrımı yapamadıkları, bu sebeple benlik saygılarını nesne temsillerinden ayrılmış benlik temsillerini süper ego fonksiyonu ile oluşturmak yerine bu ihtiyaçlarını diğer kişiler üzerinden giderdikleri biçiminde açıklamaktadır. Bu bilgilerin ışığında Kaufman, sosyal kaygı özellikleri gösteren bir danışanını, babasını fazlasıyla cezalandırıcı bir sembol olduğu için özümseyemediği ve kendi yansıtmaları sonucunda çevresindeki kişilerden babasını temsil etmeye başlayan kişilerin kendisini cezalandıracağından korktuğu şeklinde sembolize etmiştir (Bayraktutan, 2014).
Sosyal kaygıyı açıklayan birçok araştırmacı ve kuram bulunmaktadır. Bunlardan bazıları alan yazınında önemli bir yere sahiptir. Aşağıda sosyal kaygıyı açıklayan bazı kuramlara yer verilmektedir.
Bilişsel Yaklaşım
Sosyal fobinin ilk olarak bilişsel modeli 1995 yılında Clark ve Wells tarafından öne sürülmüştür. Kişinin girdiği bir sosyal ortamda, sosyal kaygıyla modelin başladığını belirten Clark ve Wells, sosyal kaygısı olan kişilerin, kendilerini sosyal durumlar içinde bulduğunda, inançlarının 3 temel halinin harekete geçtiğini belirtmişlerdir;
1. Bilişsel yönden sosyal fobinin temel olan niteliği bireyin çok kuvvetli bir şekilde çevresinde olumlu özel bir izlenim bırakmaya istek duymasıdır. Ancak diğer taraftan da bunu gerçekleştirebilmesi için gerekli olan yeteneğinin olup olamamasına duyduğu bariz güvensizliktir. Sosyal fobik olan kişiler insanların içindeyken hoş karşılanmayacak bir şekilde davranacakları ve bunun sonucunda reddedilme, statü, değer kaybına ya da onlar için önemli olan kişisel amaçlara ulaşmada başarısızlığa neden olacağını düşünürler.
2. Sosyal fobik olan kişilerin sosyal ortamlarda tehlike içinde bulunduklarına inanmalarına sebebiyet veren, sosyal ortamla ve kendileriyle alakalı geliştirdikleri bir seri temel dayanak bulunmaktadır. Bu bireylerin sosyal performanslarıyla ilgili aşırıya kaçan yüksek standartları vardır. Birey sosyal ortamda uygun olamayan bir cümle kurduğunu düşündüğü zaman duruma müdahil olan olumsuz otomatik düşünceleri “saçmalıyorum”, “rezil oldum” gibi düşünceler olduğu zaman gerçekte bu“ eğer ortamda herkese uygun bir şey söylemezsem benim aptal olduğumu düşünürler” gibi şartlı bir inanç ile bağlantılıdır. Bu durumda altta bulunan temel inanç, “istenmeyecek saçmalayan biriyim” şeklinde olumsuz bir inançtır.
3. Sosyal ortamın tehlikeli şekilde algılanmasının sonucunda devreye “otomatik anksiyete programı” girmektedir. Bu programın gerçek hedefi kişiyi korumak içindir. Karmaşık olmakla beraber yapısal bir mekanizmadır ve bilişsel, bedensel, duygusal ve davranışsal bileşenlerden oluşmaktadır. Ancak tehlike hali gerçek olmaktan çok hayal ürünü olduğu zaman oluşan kaygı ve buna bağlı olarak verilen tepkiler fazlaca uygunsuz olurlar. Sosyal durumda, koşullu olumsuz benlik algıları araya girdiği zaman sosyal kaygılı kişiler, sosyal bir obje gibi benlik idaresine başlarlar ve o anda olan sosyal duruma odaklanmaktansa, diğer insanlara durumun nasıl göründüğünün en önemli olduğunu düşünürler. Bu şekilde dikkatin yön değiştirmesi kendisi ile ilgili farkındalık düzeyinin artması, çevresini ve diğer insanların davranışlarının düzgün biçimde değerlendirilmesine engel olur. Kendisini değerlendirmek için kullandığı içsel ve öznel bu bilgiyi diğer kişilerin kendisiyle alakalı düşündüklerinin aynısı kabul eder. Sözün özü, sosyal fobik bireyler aşağılanmış olmayı hissetmekle aşağılanmayı, kontrolsüz olmayı hissetmek ile gerçekten kontrolsüz olmayı, kaygılı hissetmek ile kaygılı olarak görünmeyi birbirine özdeş sayarlar (Türkçapar, 1999).
Clark ve Wells (1995), olumsuz inançları tasdik etmeye hizmet edecek bilgilere sahip olmak için sosyal fobisi olan kişileri engelleyen etmenlerin bir sıralamasını yapmışlardır. Bunun sonucunda en büyük etmenin, benlik odağı ilişkileri ve başkalarının onları sosyal bir nesne olarak görme eğilimlerinin olduğunu söylemişlerdir. Diğer etmen, sosyal fobiden sakınmak için güvenli olan davranışları uygulamaktır ve son etmen de, sosyal durumlarda, ortaya çıkmayan fazla emeğin sosyal fobinin devamlılığına hizmet etmesidir (Tosun Sümer, 2008).
Bilişsel modele göre, insanların sahip oldukları bazı düşünce, inanç ve algılamaları sosyal kaygının gelişmesinde veya artmasında etkili olmaktadır. Bu kurama göre sosyal kaygının temelinde işlevsiz düşünceler vardır. Bu işlevsiz düşünceler genelde refleksiftir ve kişilerin duygu ve davranışlarını etkileyerek sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Beck, 2015).
Rapee ve Heimberg’in Bilişsel Davranışçı Kuramı
Rapee ve Heimberg (1997) benliğin mental simgesi ile çevresindekilerin beklentisi arasındaki farkı belirtmektedir. Bu modele göre sosyal kaygı bozukluğu belirtilerini tecrübe eden kişiler sosyal bir alanda olduğu ya da sosyal alanda bulunmak zorunda oldukları zamanlarda hem kendileri hem de çevresindekilerle alakalı zihinsel simgeler oluşturmaktadırlar. Dışarıdan nasıl göründükleri, nasıl davranışları olduğuyla alakalı olan simgelerin oluşumunda kendileri ile alakalı genel düşüncelerinde, o andaki bedensel ve psikolojik durumları ile çevrelerinden gelen dönütlerin etkisi vardır (Eldoğan, 2017). Fakat ana inançları nedeniyle kişiler kendileri ile alakalı genel olarak olumsuz mental simgeler meydana getirirken, sosyal alandaki diğer bireylerin kendilerinden çok daha iyi sonuç beklediklerini düşündükleri için bu düşünceler onların sosyal kaygıya ilişkin bilişsel, davranışsal ve bedensel belirtileri birlikte getirmektedir. Kaçma ve kaçınma tepkisi meydana gelerek sıklıkla bu döngünün beslemesini etkilemektedir (Erdoğan, 2017).
Clark ve Wells (1995)’e göre sosyal kaygılı kişilerin sosyal etkileşimlerde uygun ve kabul görmeyecek davranışlar sergileyeceklerine inandıklarından, bu etkileşimlerde küçük düşeceklerini ve diğerleri tarafından reddedileceklerini düşündüklerinden dolayı sosyal ortamlardan korktuklarını belirtmişlerdir.
Sosyal kaygılı birey bu düşünceler doğrultusunda sosyal ortamlarda bir tehdit algıladığında otomatik olarak kaygı belirtilerini yaşamaya başlar. Sosyal kaygılı kişiler sosyal etkileşimlere ilişkin olumsuz sonuç beklentisi içerisindedirler ve bu süreci abartarak yaşamaktadırlar. Bu olumsuz sonuç beklentisini kanıtlamak için sosyal kaygılı birey, dikkatini etkileşimlerindeki olumsuz örneklere yönelttiğinden bu durum bireyin kaygı düzeyinin artmasıyla sonuçlanmaktadır (Dilbaz, 1997).
Smits ve arkadaşları(2006) anksiyetsi olan kişilerin negatif otomatik düşüncelerini ortaya çıkaran faktörlerin kognitif çarpıtmaları ile afonksiyonel tutumları olduğunu ifade etmişlerdir.
Rapee ile Heimberg (1997)’in sosyal kaygının bilişsel yaklaşımına göre sosyal kaygılı bireyler aşırı koruyucu veya müdahaleci ebeveynlere sahiptirler. Bu durumda bireyler hayatın zorluklarıyla başa çıkacak yeterlilikte olmadıkları ve diğerlerinin değerlendirmelerinin önemli olduğu mesajıyla karşı karşıya kalırlar. Böylece kişiler iki temel düşünce geliştirirler. Bunlarda ilki kişiler başkaları tarafından olumsuz değerlendirilir ve eleştirilir diğeri ise başkalarının olumlu değerlendirmeleri bireyler için çok önemlidir. Böylece kişiler sosyal etkileşimlerde diğerleri tarafından nasıl algılandığına ilişkin belli varsayımlar oluştururlar, karşı tarafın kendileri için yüksek standartlar belirlediğini düşünürler ve bu standartları karşılayıp karşılayamayacaklarını bilmek isterler. Ancak bu hedef çoğunlukla olumsuz sonuçlanır çünkü kişilerin başkalarının onları nasıl algıladığına ilişkin zihinsel temsilleri her zaman olumsuzdur. Bu durum olumsuz sosyal sonuçlara neden olabilmektedir. Bu modele göre olumsuz beklentiler sosyal kaygıyı arttırmakta ve yaygınlaştırmaktadır.
Davranışçı Yaklaşım
Sosyal kaygıya ilişkin olarak davranışçı kuramın temelini, çevrede meydana gelen belirli çevresel uyaranlara karsı bireyin geliştirmiş olduğu koşullanmalar oluşturmaktadır. Davranışçı yaklaşıma göre sosyal kaygının, uyaran-tepki sisteminde öğrenilmiş davranışların bir sonucu olduğu ileri sürülmektedir (Karakaş, 2008).
Ancak sosyal kaygı durumunda uyaranın defalarca tekrar etmesine gerek kalmadan, öğrenmelerin ve doğal gözlemin etkili olduğu düşünülmektedir. Çünkü sosyal kaygıyı meydana getiren uyaranlar bir daha meydana gelmese bile kişi aynı tepkileri yaşamaktadır. Oysa koşullanma modelinde koşullanmamış uyaran düzenli pekiştirilmezse koşullanmış uyaran zayıflamaktadır. Sosyal kaygıda ise koşullanmış uyaran pekişmese bile davranış yıllarca sürebilmektedir. Bu da sosyal kaygının oluşumunda gözlemin etkisini vurgulamaktadır (Koçak, 2001).
Davranışçı yaklaşım sosyal kaygının ortaya çıkısı ile ilgili doğrudan koşullanma, gözlemsel öğrenme ve bilgi aktarımı olarak üç neden ileri sürmektedir. Araştırmaların yarısı kadarında travmatize edici sosyal deneyimler yaşantılamış kişilerde direk koşullanma tespit edilmiştir. Başkalarının deneyimlediği negatif yaşantıları gören biri de gözlemsel öğrenmeyle korku hissedebilir. Sosyal korkular, başkaları tarafından kişiye sosyal ortamların tehdit içerdiğine dair bilgi aktarılmasıyla da oluşabilir (Çakır, 2010).
Davranışçı yaklaşım içinde sosyal kaygılı davranışlar, kaygılı olmayan davranışlara göre daha sık, daha büyük, sürekli, gecikmeden ve kesin bir biçimde pekiştirilirse, bu davranışların görülme sıklıkları çok daha fazla olmaktadır. Korku uyarıcısından kaçınmayla, ortaya çıkan fizyolojik ve bilişsel tepkilerin kesilmesinin sağladığı geçici rahatlama, uzun dönemde olumsuz etkileri olmasına rağmen, kişinin sosyal ortama katılmak yerine ortamdan uzakta kalmayı tercih etmesine neden olmaktadır(Gümüş, 2002).
Sosyal Beceri Modeli
Bu kurama göre sosyal kaygı, sosyal yeteneklerin eksikliği sonucuna ortaya çıkmaktadır. Bu modele göre hem olumsuz değerlendirilme korkusu, hem de şartlanma evreleri kişilerin temel zorlamalarının ikincil klinik belirtilerini oluşturmaktadır. Hatta bu ögeler korkunun daha da yoğunlaşmasına neden olabilmektedir. Sosyal yönden becerinin eksikliği sosyal fobidense, çekingen kişilik bozukluğunda daha fazla görülmektedir (Dilbaz, 1997).
Sosyal beceri modeli, sosyal kaygının, sosyal beceri eksikliği sonucu oluştuğunu savunur. Bu modeldeki, hem şartlanma dönemleri ve hem de değerlendirilme korkusu, hastaların temel zorlamalarının epifenomenini oluşturur. Sosyal fobiyi tedavi için gösterilen çabalar, önceki yıllarda, bu hastaların kaygılarının kaynağının sözel ve sözel olmayan sosyal becerilerindeki eksikliklerine bağlı olduğunu belirtmiştir. Sosyal Beceri Eğitimi (SST) ile bu sosyal becerilerin arttığına inanılmaktadır. Bu sayede, sosyal kaygının altta yatan nedeni ortadan kaldırılarak, sosyal sonuçların başarılı olması sağlanmıştır. Bu tedavi, sosyal beceri eğitimi, modelleme, davranış provası, düzeltici geri bildirim ve sosyal güçlendirmeyi içermektedir (Dilbaz, 2000). Diğer görüş, kaygının sürdürülmesinde sosyal becerilerin zayıflığına işaret eder. Spence, Donovan ve Brechman-Taussaint (2000), sosyal durumlarda negatif beklentilerin ürettiği sosyal beceri eksikliğinin anksiyete ve kaçınmayı yarattığını belirten bir model ileri sürerler. Sonraki, sosyal becerileri düzeltmek için elverişli durumu azaltan sosyal durumlardan birini geri çekme, öylelikle eksikliği devam ettirmektir. Bu model, son zamanlarda yapılan, yetişkin sosyal kaygısında sosyal beceri eksikliğini kanıtlayan iki çalışma tarafından desteklenmiştir.
Sosyal beceri eksikliğinin temelinde, sosyal fobinin olduğunu belirten model Spence (1995) tarafından geliştirilmiş ve sosyal beceri eğitimi (SST) açıklanmıştır. Sosyal beceri eğitimi ve maruz bırakmayı vurgulayan bir programı tamamlamıştır. Fakat diğer unsurları da içeren problem çözme, bilişsel yeniden yapılandırma ve rahatlama tekniklerini kullanmıştır. Haftalarca süren uzun saatler grup oturumlarından oluşan 12 haftalık program çevreyi taklit etmede sosyal becerileri, öğretmenin 30 pratiği takip etmiştir. Bekleme listesinin kontrol deneme randomu (n=50) SST tamamlanmıştır. SST pozitif aile çevresi ve her iki grup bekleme kontrol listelerini karşılaştırmak için, bekleme listesi bulunmuştur. Tanı kriterlerine gelince, kaygının çocuk raporları ve sosyal beceri yeterliliklerinde aile raporları incelenmiştir. Kazançlar 12 ay takip edilmiştir. Ebeveyn ile ilişkisi sonuca etkide önemli çıkmamıştır.
Bağlanma Modeli
0-2 yaş arasında çocuğun sadece fiziksel gereksinimleri değil diğer gereksinimlerinin de giderilmesi gerekmektedir. Bebek kendi ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olmadığı için kendisine bakım veren kişiye bağımlıdır. Bu bağımlılık sürecinde bakım verenle kurduğu birebir ilişki ise, onun zihinsel ve duygusal gelişimi için son derece önemli bir yer tutmaktadır. Bağlanma terimi ise, bebeklerle anne-babaları ya da bakım verenleri arasında kurulan, duygusal olarak olumlu ve yardım edici bir ilişkinin varlığı anlamına gelmektedir. İlk yıllarda anne ya da anne yerine geçen kişi ile kurulan bu bağ, çocuğun kişiliğinin önemli bir kısmını oluşturmakta ve bu özellikler hayat boyu değişime karsı bir direnç göstermektedir (Tüzün ve Sayar, 2006).
Annenin verdiği bakımın niteliğine göre çocukta güvenli, kaygılı-kararsız ya da güvensiz bağlanma stili oluşmaktadır. Geliştirmiş olduğu bağlanma kuramına göre, kaygılı/kararsız bağlanma tarzına sahip bireyler özgüvenleri az, yakın ilişkilerinde yadlanma ve vazgeçilme korkuları olan, mesafeli ilişkilerinde ise daha hasetkar ve hiddete yönelimli kişilerdir (Hazan ve Shaver,1990). Bağlanma kuramına göre kaygı bozukluklarının, özellikle sosyal kaygının temelinde güvensiz bağlanma yapısının yattığı ileri sürülmektedir. Sosyal kaygı ve kaçınma davranışı olan bireylerin özerkliğinin oluştuğu dönemlerde annelerinin sevgisini kaybetme korkusu yasadıkları belirlenmiştir (Keskin ve Orgun, 2007).
Kendini kötü, başkalarını iyi gören yapı saplantılı bağlanma tarzına sahip kişinin özelliğidir. Saplantılı bağlanma biçimine sahip bireylerin kendilerini “değersiz”/“sevilmeye değer olmayan” kişi olarak algılama eğiliminde olmalarına karşın, başkalarına yönelik olumlu algılamalara ve değerlendirmelere sahip oldukları görülmektedir. Bu nedenle bireyler yakın ilişkilerinde sürekli olarak kendilerini kabul ettirmeye ve kanıtlamaya çalışmakta, genellikle de bu çabalar başarısızlıkla sonuçlanmakta ve bir süre sonra bu durum kısır döngü halini almaktadır. Shaver ve Hazan ‘ın kaygılı-kararsız bağlanma şekli ile benzerdir. Sosyal ortamlarda kişi kendiyle ilgili negatif düşünür ve tekrarlayıcı sıkıntılı deneyimler yaşar, bu da kaygıya sebep olur (Bartholomew & Horowitz, 1991).
Kendilik Sunumu Yaklaşımı
Başkalarının düşüncelerine önem vermek empatik bir tavırdır. Fakat başkalarının düşüncelerine aşırı önem vermek kaygı, endişe, kararsızlık yaratır ve utanç duymaya sebep olur (Edalmann, 2009).
Kişi başkalarının kendisi hakkındaki düşüncelerine önem veriyorsa, olumlu izlenim bıraktığını düşündüğünde iyi, olumsuz izlenim bıraktığını düşündüğünde kötü hisseder. Yani kendi değerini başkalarının düşüncelerine bağlamış olur (Koyuncu, 2011).
İnsanlar genellikle içinde bulunduğu toplumun veya grubun kabul göreceği biçimde davranmaya çalışır. Bunun temel nedeni bireyin toplumda iyi izlenim bırakma isteğidir. Birey başkaları tarafından yetersiz veya beceriksiz olarak algılanmak istemez. Utanma duygusunun kaynağı başkalarında olumlu izlenim bırakma isteğidir (Edalmann, 2009). Aslında sosyal kaygı basit bir tanımlamayla ‘yargılanma kaygısı’ olarak da tanımlanabilir (Berk ve Emery, 2006).
Leary ve Sereno’ ya göre (2014), kişiler başka insanlara karşı istedikleri izlenimi bırakmaya çalışmaktadırlar, ancak bu alanda başarı gösterip gösteremeyeceklerinden şüphe duymaktadırlar. Kişilerin başka insanlarda oluşturdukları izlenim günlük hayatta kendilerine ne şekilde davranılacağının ve kendilerinin ne yönde değerlendirileceği hakkında önemli bilgiler ortaya çıkardığından dolayı insanlar içsel olarak kendilerine ilişkin olumlu ve toplumsal yönden istenilen özelliklerini göstermeye arzuluyken, diğer bir yandan aşağılanma olasılığı oluşturabilecek ve geri çevrilebilecek özelliklerini göstermekten geri durmakta, istedikleri izlenimleri oluşturamadıklarına inandıklarında kaygı hissetmektedirler (Öztürk, 2014).
Kendini sunma yaklaşımı, kişilerin değer görmediği ve en çok dışlandıkları durumların; yeterli maharete sahip olmamak, yeteri kadar çekici olmamak, grup içi kurallardan sapmak ve nezaketsizlik olmak üzere 4 özellik etrafında toplandığını belirlemiştir (Leary, 2001).
Psikanalitik Kuram
Psikanalitik kuramcılardan biri olan Fenichel, sosyal kaygının narsistik ve söze dayanan özelliklerle ilgili olabileceğini, bu kişilerin narsistik ve şehvetli ihtiyaçları arasındaki ayrımı yapamadıkları, bu sebeple benlik saygılarını nesne temsillerinden ayrılmış benlik temsillerini süper ego fonksiyonu ile oluşturmak yerine bu ihtiyaçlarını diğer kişiler üzerinden giderdikleri biçiminde açıklamaktadır. Bu bilgilerin ışığında Kaufman, sosyal kaygı özellikleri gösteren bir danışanını, babasını fazlasıyla cezalandırıcı bir sembol olduğu için özümseyemediği ve kendi yansıtmaları sonucunda çevresindeki kişilerden babasını temsil etmeye başlayan kişilerin kendisini cezalandıracağından korktuğu şeklinde sembolize etmiştir (Bayraktutan, 2014).
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Sosyal Kaygıyla İlgili Kuramsal Yaklaşımlar" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.İ.Nil BİREYŞOĞLU ÖZEN'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.İ.Nil BİREYŞOĞLU ÖZEN'in izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |
Beğenin
Yazan Uzman
|
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.