2007'den Bugüne 92,313 Tavsiye, 28,222 Uzman ve 19,980 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Eş Seçimi ve Evlilik
MAKALE #20564 © Yazan Uzm.Psk.Damla DOĞRU GÜLÇİÇEK | Yayın Mayıs 2019 | 7,900 Okuyucu
EŞ SEÇİMİ VE EVLİLİK

EŞ SEÇİMİ

Geçmişten günümüze kadar geçen süreçte bireyler eşlerini pek çok farklı yöntemle seçmiştir. Örneğin çok eski dönemlerde, kadınların bir mülk olarak görüldüğü ataerkil toplumlarda eş seçimi sadece erkeğin elinde olan bir olguydu. Genellikle savaş sonrasında kazanan tarafın ganimeti olarak görülen kadınlar, kendilerini seçen erkek tarafından zorla kaçırılır ve eş olarak ilan edilirlerdi. Yani sadece erkeğin eşini seçmesi yeterliydi. Daha sonra ise eş seçimi anne babaların ya da çok yakın akrabaların eline bırakıldı. Sosyoekonomik durum, sosyal statü, akrabalık derecesi gibi durumlar anne babalar tarafından eş seçimi sürecinde değerlendirilir ve anne baba çocuklarına bu değerlendirmeleri sonucunda bir eş seçerdi. Batı toplumlarında Rönesans döneminden itibaren ise ‘‘sevgi’’ evlilik için önemli bir ölçüt haline geldi. Karar vermede anne baba ve diğerlerinin tercihlerindense bireyin kendi tercihlerinin daha önemli olduğu sonucuna erişildi. Fakat günümüzde bile bireyler hala tam anlamıyla özgür bir şekilde kararlarını verememektedir. Çünkü her toplumun belirli evlilik kuralları bulunmaktadır.



Evlilik ve eş seçimi bireylerin yaşantısında son derece önemli bir yere sahiptir. Bireylerin gereken olgunluğa erişmesi sonucunda yaşanan olaylardır. Eş seçimi yapan ve eş olarak seçilen bireylerin karşılıklı özelliklerinin birbirine uygun olması ilişkilerin daha sağlıklı yürümesini sağlamaktadır. Eş seçimi; bireylerin birbirlerini görme ve tanışmaları sonrasında başlayan ve flört döneminden düğün dönemine kadar çeşitli aşamaları bulunan bir süreç olarak tanımlanabilir.



Evlilikler bir seçim sonucunda gerçekleşmektedir. Bireyler evlenecekleri kişiyi seçerken ‘‘benzerlik ilkesi’’ ya da ‘‘bütünleme ilkesi’’ne göre hareket ederler. Benzerlik ilkesine göre sınırlı bir birey grubu içerisinde ırk, etnik köken, yaş, din, eğitim durumu, toplumsal sınıf, kişilik gibi benzerliklerin göz önünde bulundurulması sonucu seçim yapılmaktadır. Bu ilkeye göre benzerler birbirini çekmektedir. Bütünleme ilkesine göre ise bireyler eşlerini seçerken özellikle kişilik bakımından farklı ve tamamlayıcı buldukları kişilere yönelirler. Yani bütünleme ilkesi, benzerlik ilkesinin zıttı olacak şekilde karşıtların birbirini çektiğini savunmaktadır. Bu bölümde eş seçimi sırasında göz önünde bulundurulan faktörler ve eş seçimi ile ilgili kuramsal çerçeve açıklanmıştır.

1. Eş Seçimi Sırasında Göz Önünde Bulundurulan Faktörler

1.1. Kişisel Özellikler

Kişisel özellikler eş seçimini etkileyen bir faktör olarak literatürde yer almaktadır. Her iki cinsi etkileyen kişisel özelliklerin başında canlılık, nezaket, yaratıcılık bulunmaktadır. Esprili olmak gibi bazı kişilik özellikleri de her iki cins için önemli bir eş seçim kriteridir. Eş seçiminde kişisel özelliklere verilen önem yaş ilerledikçe artmaktadır. Aynı zamanda kişisel özelliklere kadınlar tarafından daha çok dikkat edildiğini söylemek mümkündür. İyi ve hoş karaktere sahip insanların evlendikleri zaman eşinin diğer aile üyelerini de kolayca kabul edebileceği düşünülmektedir. Böyle insanlar farklı aile yapılarında büyümüş olsalar bile bu yeni duruma kolayca adapte olabilmektedir.



Kişisel özellikler yaşam boyunca bireyin elde ettiği başarı ve başarısızlıklarda etkili olan bir faktördür. Çalışkan’ın araştırmasına göre, üniversite öğrencilerinin eş seçim kriterlerinin ölçeklenmesinde kişisel özellikler en yüksek değere sahiptir. Ayrıca hâlihazırda bir partneri bulunan üniversite öğrencileri kişilik özelliklerine daha fazla önem verdiklerini ifade etmiştir. Partneri olan öğrencilerin partnerleriyle bir duygusal bağ kurması karşılıklı kişilik özellikleri ile ilgili olduğundan eş seçim stratejilerinde yer alan diğer özelliklerin ikinci plana atıldığı düşünülmüştür.

1.2. Fiziksel Özellikler

Fiziksel özellikler de eş seçimi sırasında göz önünde bulundurulan faktörlerdendir. Eşler kilo, boy gibi genel fiziksel özellikler temelinde birbirlerini seçebilmektedir. Fakat çekicilik algısı yaşa göre değişebilmektedir. Fiziksel özellikler kadınlar için de erkekler için de önemlidir. Çünkü bireyler ilk başta karşı cinslerinin fiziksel özelliklerini değerlendirerek birbirlerinden etkilenirler. Bireylerin karşı cinsle iletişime geçip geçmeyeceğini belirleyen temel olgu dış görünüştür. Kadınların fiziksel çekicilik algıları kendilerini nasıl algıladıklarına, sosyal ve kültürel normlara bağlıdır. Erkekler için ise fiziksel çekicilik değerlendirmelerinde akranlarının görüşü çok önemlidir. Bazı bireyler evlenecekleri eşlerin fiziksel özellik bakımından kendilerine benzer olmasını tercih edebilmektedir.



Eş seçimi konusunda fiziksel çekicilik kriteri erkekler için kadınlara oranla daha önemlidir. Fiziksel çekicilik kadınlar için doğurganlık, gençlik ve sağlık anlamlarını içermektedir. Bu nedenle erkeklerin üreme başarılarını arttırmak amacıyla fiziksel çekiciliği yüksek olan kadınları seçmeye yönelik bir eğilimleri vardır.

1.3. Yetişme Tarzı

Kişiliğin gelişiminde aile içindeki yetiştirilme tarzı çok önemlidir. Fizyolojik ihtiyaçların karşılanması, aile içi iş bölümünün öğretilmesi, sağlıklı bir ortamda büyüme, çeşitli alışkanlık, davranış ve yeteneklerin kazanılması aile içinde gerçekleşmektedir. Ailenin en temel görevi bireyi hayata hazırlayacak rollerin öğretilmesidir. Ailenin aracılığı sayesinde sosyalizasyon sürecine katılan bireyler bu sayede benlik ve kimlik yapılarını oluşturmaktadır.



Destekleyici aile biçiminde yetişmiş eş adayları olumlu kişisel özelliklere ve sağlıklı bir psikolojiye sahip olacaktır. Bu sayede kişisel gelişim süreçlerini tamamlamaları sağlıklı bir kimlik ve benlik yapısıyla olur. Destekleyici aile ortamı sayesinde bireyler ebeveynlerine güven ve saygı duyar. Aynı zamanda kendilerine dair duygu ve düşüncelerinin farkındalığına erişirler. Bu nedenle yetişme tarzı gelecekte bir eş adayı olacak bireyin kişiliğini önemli ölçüde etkileyecektir ve yetişme tarzının sağlıklı olup olmaması ileride kurulacak aileye olumlu ya da olumsuz etkide bulunacaktır.
Psikoanalitik yaklaşıma göre çocuklar karşı cinsten ebeveynlerine hayranlık duymaktadır. Bilinçdışı karmaşık süreçler bireyi bu ebeveynin özelliklerini taşıyan eşlere yönlendirmektedir. Bu nedenle çocuklarına rol model olan anne babaların olumlu örnekliği ve çocukların yetiştirilme tarzı son derece önemlidir.

1.4. Eğitim Düzeyi

Eş seçimini etkileyen bir diğer önemli kavram eğitim düzeyidir. Evlenecek bireylerin eğitim düzeylerinin birbirlerine benzemesi eş seçiminde önemli kriterlerden biridir. Çünkü çiftler arasındaki eğitim farkı zamanla evlilik içerisinde tartışmalara neden olabilmektedir. Çiftler arasındaki eğitim düzeyinin benzer olması ise bireylerin birbirlerine yakın değer, kültür ve inançlara sahip olabileceği anlamına gelmektedir.



Yapılan araştırmalara göre kadınlar eğitim düzeyini erkeklerden daha çok önemsemektedir. Ondaş’ın yaptığı araştırmanın sonucuna göre ise kadının eğitim seviyesi anlamında erkekten yüksek olması istenilen bir durum değildir.

1.5. Sosyoekonomik Özellikler

Kişilerin sahip olduğu ekonomik ve sosyal özellikler onların değer, tutum, ilgi, amaç, umut, yaşam felsefesi gibi özelliklerinin belirleyicisidir. Bu özellikler aynı zamanda eş seçimini ve evlilikten beklentileri de biçimlendirmektedir. Çiftler arasındaki farklılıkların çok olması onların birbirinden farklılaşmasına neden olur. Böylece evlilikte başarı ve uyum şansı azalmaktadır. Çiftlerin benzer sosyoekonomik özelliklere sahip olması ailelerin de anlaşmasını kolaylaştıracaktır ve çiftlerin ilişkisi de bu uyumdan olumlu şekilde etkilenecektir.


Kadının kendisinden daha yüksek sosyoekonomik koşullara sahip bir erkekle evlenmesi durumu toplum tarafından daha çok tercih edilir. Cinsiyet rolleri açısından bakıldığında da evin geçimini sağlamak, iyi gelir sahibi olmak, güç ve statü sahibi olmak gibi roller erkeğe verilmiştir. Erkeğin sahip olduğu bu özelliklerin evlendiği kadına da güç ve statü getireceği düşünülmektedir.

1.6. Yaş

Eş seçimi için yaş önemli bir ölçüttür. Çünkü kadın ve erkeklerin yaşla birlikte üreme güçleri de gelişmektedir. Yaş farklılığı bireylerin üremelerini etkilemektedir. Kadınların üremelerini yaş doğrudan etkilerken, erkeklerin üremesini dolaylı yönden etkiler. Erkeklerin verimliliği yaşla doğrudan bağlantılı değildir fakat kadınların verimlilikleri yaşla birlikte azalmaktadır.



Erkekler kendilerinden yaşça küçük kadınları verimlilik nedeniyle tercih etmektedir. Bu durumun bir diğer nedeni de yaşça küçük kadınların annelik görevlerinde daha başarılı olacaklarını düşünmeleridir. Hayes’in araştırma bulgularına göre ise bireyler eş seçerken eşleri olacak kişiyle pek çok boyutta benzer özelliklere sahip olmak istemektedir. Fakat yaş bu özellikler arasında yer almaz.

1.7. Aile ve Yakınların Etkisi

Çocukluk dönemlerinden itibaren özellikle cinsiyet rollerinin oluşmasında ailenin etkisi son derece önemlidir. Geleneksel cinsiyet davranışları ebeveynler tarafından çocuklara örneklenerek aktarılır. Ergenlik döneminden itibaren ise benlik yapısının oluşturulmasında daha çok arkadaşlar etkili olmaya başlar. Yetişkinlik döneminde eşini seçme ve evlilik kararı alacak olan bireyler aile ve yakınlarının düşünce ve tutumlarından etkilenmekte ve bu etki ile hareket etmektedir.



Aile ve akrabalar eş seçimi konusunda etkilidir. Bu etki geleneksel toplumlarda daha belirgindir. Görücü usulüyle yapılan evliliklerde aile söz, nişan ve evlilik aşamalarında daha yönlendirici ve etkilidir. Fakat günümüzde flörtün yaygınlaşması nedeniyle bu etki giderek azalmaktadır. Araştırma sonuçları eşlerin ve ailelerin birbirlerine olan benzerliğinin evliliği olumlu yönde etkilediğini göstermektedir.

1.8. İdeolojik ve Dini Görüşler

İdeolojik ve dini görüşler eş seçiminde önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Eş seçimi yaparken bireylerin çoğu kendi dinlerine mensup ve ideolojik görüşlerinin yakın olduğu bireyleri seçmektedir. Erkekler eş adaylarının dindar olmasını istemektedir. Eşlerin dini farklılıkları evlilik içindeki mutluluklarını etkileyebilmektedir. Çünkü dini inançlar bireylerin yeme içme davranışlarını, yaşam kurallarını, eğlence biçimlerini etkilemektedir. Aynı dine ve ideolojik görüşe sahip olmayan çiftlerin evliliklerinde özellikle çocuklara bu konularda nasıl bir eğitim verileceği konusunda sıkıntılar yaşanabilir. Çocuklara verilecek dini eğitim anne baba arasında tartışmalara yol açabilir ve bu durum evlilikleri olumsuz şekilde etkileyebilir. Bu nedenle evlenecek çiftlerin dini ve ideolojik açıdan birbirleriyle uyum göstermesi önemlidir ve evlilik kalitesini arttıracaktır.
Badahdah ve Tiemann’ın 2009 yılında Müslümanlarla yaptığı araştırmanın bulgularına göre her iki cinsiyetten bireylerin eş adaylarında istedikleri özellikler içerisinde en çok istedikleri dini benzerliktir. Durmazkul’un 1991 yılında üniversite öğrencileriyle yaptığı araştırmada ise tüm öğrencilerin %51’i eş olarak seçecekleri kişinin ideolojik görüşlerinin kendi ideolojik görüşleriyle benzer olmasını tercih etmiştir. Kız öğrenciler eş olarak seçecekleri kişinin ideolojik görüş benzerliğine erkeklerden daha fazla önem vermektedir.

1.9. Irk ve Kültür Farklılıkları

Farklı ırk ve kültürlerden gelen bireylerin evlilikleri üzerinde düşünülmelidir. Çünkü çiftlerin kültürel yapılarındaki farklılık arttıkça anlaşma ve mutlu olma şansları azalacaktır.



Kişinin ait olduğu sınıf, ırk ve kültürü evleneceği kişiyi önemli ölçüde belirlemektedir. Bu nedenle bireyler çoğunlukla kültürel anlamda kendilerine benzeyen bireyleri eş olarak seçerler. Freeman yaptığı araştırmada benzer sonuçlara ulaşmıştır. Bireyler ırk, sosyal sınıf ve etnik köken açısından benzer insanlarla evlenmeye meyillidir.
Yukarıda sayılan özellikler eş seçiminde temel olarak dikkate alınan özelliklerdir. Bunların ne kadarının hangi düzeyde dikkate alınacağını bireylerin kişisel özellikleri, yaşamları ve hedefleri belirlemektedir. Önemli olan nokta bireylerin evlenmeye karar vermeden kendilerini ve eş adayı olarak düşündükleri kişiyi çok iyi tanımalarıdır. Çiftler arasındaki özelliklerin benzerliğinin uyumlu bir evlilik için gerekli olduğu düşünülmüştür.

2. Eş Seçimine Dair Kuramsal Yaklaşımlar

2.1. Psikodinamik Yaklaşım

Kahvecioğlu’nun aktardığı üzere; Freud’a göre küçük çocukların anne ve babalarına karşı hissettiği duygular önem taşımaktadır. Eş seçiminin belirlenmesinde psikoseksüel gelişim dönemlerinde, çocukluk döneminden kalma bir takım saplantılar etkilidir. Kadınların anne babalarından kopamamaları, eş seçimi yapamamaları, anne babalarından ayrılma girişimleri olduğunda suçlu hissetmeleri, anne babalarına karşı aşırı bağımlılık göstermeleri; aynı zamanda cinsel ilişkiden kaçınmaları, fallik dönemden kalma saplantılara işaret etmektedir.



Kahvecioğlu’nun aktardığı şekilde; Jung’a göre nesiller boyunca kadınlarla beraber yaşayan erkekler, doğuştan var olan kadın imgesine sahip oldukları için ‘anima arketipi’ni geliştirirler. Erkeklerle beraber yaşayan kadınlarda aynı sebepten ötürü ‘animus arketipi’ne sahiptir. Anima ve animus arketipleri insan yaşamında önemli rol oynamaktadır. Erkek çocukta anima’nın görüldüğü ilk örnek anne, kız çocukta animus’un göründüğü ilk örnek babadır. Bu yaklaşıma göre bir erkeğin bir kadına duygu duymasının sebebi kadının erkeğin anima’sına uygun özellikler taşımasıdır. Aynı şekilde bir kadın bir erkeğe soğuk geliyorsa, bunun sebebi kadının erkeğin anima’sına uygun özellikler taşımamasıdır. Aynı durum kadının animus yansımalarında da görülmektedir.

2.2. Uyaran- Değer- Rol Yaklaşımı

‘Uyaran’ dönemi kadın ve erkeğin ilk olarak birbirini gördüğü, tanıştığı ve birbirlerine dair ilk izlenimlerinin oluştuğu dönemdir. Başlangıç değerlendirmeleri bireylerin dış görünümü, zihinsel ve sosyal özelliklerine göre yapılmaktadır. İlk izlenimin iyi olması durumunda ikinci döneme geçilir.



‘Değerlerin Karşılaştırılması’ dönemi ikinci dönemdir. Bu dönemde kadın ve erkek; ilgi, inanç, tutum ve gereksinimlerinin birbirlerine uygunluğunu test ederler ve bu konudaki belirlemelerini birbirlerine sözlü olarak aktarırlar.
‘Rol’ dönemi son dönemdir. Rol dönemi sırasında çiftler birlikteliklerinde birbirlerini tamamlayıcı ve birbirlerine uygun rollerinin olup olmadığını belirlerler. Bu üç dönemin sonunda eş seçimi tamamlanmış olur.

2.3. Toplumsal Yapı Yaklaşımı

Toplumsal yapı yaklaşımına göre davranışlardaki cinsiyet farklılıklarının nedeni, kadın ve erkeğin toplumda farklı rollere sahip olmasıdır. Toplumsal yapı erkeklere daha çok statü, refah ve güç getirmektedir ve bu durum erkeklerin lehinedir. Erkekler bu özellikleri nedeniyle daha baskın rollere bürünürler. Kadınların daha az güç ve statüye sahip olmaları ise onları daha itaatkâr ve boyun eğici olmaya yöneltmektedir.
Bireylerin eş seçiminde önem verdikleri kriterler, içinde yaşadıkları toplumsal yapının etkisiyle belirlenmektedir. Erkekler eş seçiminde herhangi bir özelliği önemserken, kadınlar bu özelliğe hiç dikkat etmemektedir. Bu kuram eş seçimindeki cinsiyet farklılıklarını açıklar niteliktedir.

2.4. Ortak, Zıt ve Bütünleme Özellikler Yaklaşımları

Eşlerde bulunan özelliklerin birbirlerine ‘ortak/benzer’ ya da ‘zıt olması gerektiğini savunan birbiriyle zıt iki görüş bulunmaktadır. Ortak özellikler olması gerekliliğini savunan homogami ve zıt özellikler ilkesini savunan heterogami görüşleridir.
Ortak özellikler kuramına göre; eş seçmede çiftlerin benzer yönlerinin çok olması evlilikte başarı şansını arttırmaktadır. Bu kurama göre bireylerin eş seçme sürecinde kendilerine benzer özellikleri olan kişileri seçmesi gerekmektedir. Bu kurama göre evlenecek çiftler yaş, eğitim, ekonomik durum, dini inanç, etnik köken, sosyal değerler açısından önemli ölçüde birbirlerine benzer ve yakın olmalıdır. Eş seçiminde evlenecek bireylerin birbirleriyle benzer özelliklere sahip olması evlilikteki başarı ve mutluluğu arttıracaktır. Çiftler arasındaki benzer özelliklerin fazla olduğu evliliklerde çatışma yaratan konular daha az olacak, sorun ve çatışma durumlarında eşler birbirleriyle daha rahat iletişim kuracak ve böylece daha işlevsel şekilde çözüm yoluna ulaşacaklardır.
Zıt özellikler kuramına göre ise; eş seçiminde tarafların birbirlerinden zıt özelliklere sahip olmaları gerekmektedir. Nitelikleri zıt olan çiftlerin bir araya gelmesi yararlı olacaktır. Bu çiftlerin bir araya gelmesi durumunda yaşananlar ve konuşulan konular zenginlik ve çeşitlilik kazanacaktır. Bütünleme ilkesine göre ise; eşlerin kişilik yapısı açısından farklı, ancak birbirlerini tamamlayıcı özellikleri olmalıdır.


Araştırmalar hangi yaklaşımın daha geçerli olduğunu tam olarak kanıtlar nitelikte değildir. Ancak eş seçimi konusunda benzerlik yaklaşımının daha geçerli ve yaygın olduğuna dair çeşitli görüşler bulunmaktadır. Anne baba isteği, toplumsal yönlendirmeler ve baskılar nedeniyle bu yaklaşım kişilere daha doğru gelebilmektedir.

2.5. Gelişimsel Yaklaşımlar

Gelişimsel yaklaşımlardan sayılan ‘filtre kuramı’na göre kur yapma döneminin çeşitli evrelerinde belirli filtreler kullanılır. Böylece potansiyel eş adayının sosyal nitelikleri ve kişisel özellikleri süzgeçten geçirilmektedir. İlk filtrede eş adayları sosyal niteliklerdeki benzerlikler yönünden değerlendirilir. Bu esnada eş adayları ırklarına, dinlerine, sosyal sınıflarına ve yaşlarına göre sınıflandırılmaktadır. Bu özellikler açısından uygun olmadığı düşünülen eş adayları filtreden çıkarılmaktadır. İkinci filtrede eş adayının değerler açısından uygunluğuna dikkat edilir. Bu dönemde çiftlerin yaşam amaçları, değerleri ve ilgileri açısından anlaşması gerekmektedir. Üçüncü filtrede ise ihtiyaç tamamlama özelliği ele alınır. Partnerlerin birbirini tamamlayıp tamamlamadığı özellikler değerlendirilir. Filtre kuramına göre önemli olan başlangıçtaki çekiciliktir. Fiziksel görünüm ve cazibe son derece önemlidir. Olası partner adayının filtreden geçmesi durumunda ilişkinin ileri evrelerine geçilebilir.



Gelişimsel yaklaşımlardan bir diğeri ‘evlilik öncesi ikili oluşum’dur. Bu yaklaşıma göre evlilik öncesi ikili oluşum süreci altı aşamadan oluşur. Benzerliklerin algılanması ilk aşamadır. Çiftler bu aşamada kişilik özellikleri, ilgiler, değerler açısından benzerliklerinin neler olduğunu değerlendirir. Karşılıklı ilişkinin kurulması ikinci aşamadır. Çiftler birbirlerini olumlu değerlendirme düzeylerine, çift ilişkisinden aldıkları doyuma, birbirleriyle rahat bir iletişim kurup kuramadıklarına dikkat ederler. Kendini açma aşaması üçüncü aşamadır. Bu aşamada çiftler başkalarıyla paylaşılamayan ayrıntıları birbiriyle paylaşırlar ve böylece birbirlerine güven duymaya başlarlar. Dördüncü aşama rol olma aşamasıdır. Bu aşamada çiftler ilişkinin dinamiklerini ve birbirleriyle nasıl iletişim kuracaklarını öğrenirler. Kişilerarası rol uygunluğunun kazanılması beşinci aşama olup, bu aşamada çiftler birbirlerinin ilişkideki rollerine uyum sağlamayı ve bu rollerden doyum almayı öğrenirler. İkili kristalleşmenin kazanılması altıncı ve son aşamadır. Bu aşamada partnerler artık birbirlerini kabullenmiştir. İlişkinin ikili olarak bir işlevi vardır ve birbirlerine bağlanmış, çift olarak bir kimlik kazanmışlardır.

2.6. Evrim Yaklaşımı

Sosyobiyologlar evrimin ne tarz toplumsal sorunlara yol açtığını incelemektedir. Evrimci psikologlara göre ise bu incelemelerde evrimin psikolojik yönü eksik bırakılmış, ihmal edilmiştir. Bu nedenle insanın şu andaki fenotipik davranışının arkasındaki gerçeği açıklamaya çalışmışlardır.



Evrim yaklaşımına göre eş seçimi geçirmiş olduğu tarihi sürecin bir sonucudur. Bu yaklaşıma göre kadınlar ve erkekler eş seçimi konusunda farklı yöntemler üretmek zorunda kalmıştır. Bu stratejiye göre erkekler verimli olan kadınlarla birleşerek soylarını sürdürebileceklerini öğrenmişlerdir. Aynı zamanda kendilerinin yatırım yaptıkları kadına bir başkasının yatırım yapmasına engel olmalarını gerektiğini, yoksa kimin soyunun devam ettiğinin anlaşılamayacağını öğrenmişlerdir. Kadınlar ise kendilerine ve çocuklarına bakabilecek, tüm servetini onlara harcayacak ve onları bırakıp gitmeyecek erkekler seçmeleri gerektiğini öğrenmiştir. Tarih, kadınlara; fakir ve güvenilmez erkeklerle eşleşen kadınların yoksul kalıp, çocuklarıyla hayata tutunamadıklarını öğretmiştir. Bu nedenle kadınlar sosyoekonomik durum, çalışkanlık, hırs, zekâ, güvenilirlik ve bağlılık özelliklerini önemserken, erkekler fiziksel çekiciliğe ve verimliliğe önem vermektedir.

2.7. Sosyal Yaklaşım

Sosyal yaklaşıma göre kadınlar ve erkekler cinsiyete özgü mekanizmalar ortaya koydukları için farklılaşmakta ve bu nedenle farklı sosyal roller ortaya koymaktadır. Cinsiyet farklılıklarında sosyal yapı son derece önemlidir. Farklı roller ortaya koymaları sebebiyle kadınlar ve erkekler bu rollere psikolojik olarak farklı şekillerde adapte olurlar. İnsanlar cinsiyete özgü davranışları hakkındaki inançlarına dayanarak kendi davranışlarına ve diğer bireylerin ortaya koyacağı davranışlara dair çeşitli beklentiler geliştirirler. Geleneksel anlamda erkek özellikleri güçlü, iyi gelir sahibi, atılgan olmaktır. Geleneksel kadın özellikleri ise bakım ve ilgi göstermek, duygusal anlamda yakın olmak gibi noktaları içermektedir.

2.8. Mübadele Yaklaşımları

Mübadele yaklaşımlarından olan ‘eşitlik kuramı’, ilişkide partnerlerin girdileri ve çıktıları arasındaki dengeye odaklanmaktadır. Sonuçlar girdi ve çıktılardan arta kalan ödüllerdir ve bireyler sonuçların eşit olmadığı ilişkilerde mutsuz olmaktadırlar. İlişkiden daha fazla sağlayan taraf daha az mutsuz olsa bile bu durumdan suçluluk duyacaktır. Daha az fayda sağlayan tarafın genel duygusu ise öfkedir.


Mübadele yaklaşımlarından ‘sosyal mübadele kuramı’na göre ise eş seçiminde en az bedelle en fazla ödülü veren kişilerin değerlendirilmesi temel alınmaktadır. Genel anlamıyla ödüller ilişkide mutlu eden durumlar, bedeller ise ilişkide hoşa gitmeyen yönlerdir. Farklı mübadele kuramları olmakla birlikte, bu kuramlar bazı ortak özelliklere sahiptir. Bu ortak özellikler şunlardır:
1. İnsanlar ilişkilerinde ödüllerini arttırıp, bedellerini azaltacak kişileri seçmektedir. Bu ödüller çocuk sahibi olmak, ekonomik güvence, cinsel ilişki gibi somut ya da aşk, duygusal destek gibi soyut olabilir. Emek, zaman ya da fırsat kaybı gibi şeyler ise bedelleri oluşturmaktadır. Bir kişi için ödül olan şey, bir başkasına göre bedel olabilmektedir. Dolayısıyla ilişkideki ödüller ve bedeller hakkında çiftler her zaman anlaşamayabilirler.
2. İlişkilerin zamanla değişebilen kendi dinamikleri vardır. Çiftler ilişkilerini değerlendirirken ortak bir noktada anlaştıklarını düşünmektedir. Oysaki her bireyin ödülleri ve bedelleri farklıdır. Belirli bir zaman diliminde doyum verici olarak ve ödül ve bedel anlamında eşit görülen bir ilişki, zaman geçtikçe daha az doyum verici ve daha az eşit olarak görülmeye başlayabilir. Bu durumun nedeni kişiler için ödül ve bedellerin değişmesidir.
3. Değerlendirmeler ilişkinin gelişimini etkilemektedir. Partnerlerden her birinin ödül ve bedel değerlendirmesinin sonucu ilişkinin gidişatını belirlemektedir.
4. Değerlendirmeler ilişki doyumunu etkilemektedir. İlişkiden sağlanan kazançların ve partnerlerin ilişkiye yaptığı katkıların her ikisi içinde oranlı olması ilişkiden daha fazla doyum almalarını sağlar.
5. Eşitsizlik sıkıntılara neden olmaktadır. Kişilerin ilişki içerisinde eşit olmadıklarını hissetmesi sıkıntıya neden olacak ve eşitlik yeniden kurulmaya çalışılacaktır.

3. Eş Seçimi ile İlgili Yapılan Araştırmalar

Tütengil tarafından 1978 yılında yapılan araştırmaya İstanbul Üniversite’sinin çeşitli fakültelerinden 1614 öğrenci katılmıştır. Araştırma bulgularına göre katılımcıların %68,9’u evlenecek erkeğin iş güç sahibi olması gerektiğini, %27,2’si ise askerliğini yapmış olmasının önemli olduğunu düşünmektedir. Katılımcıların %52,4’ü kadının erkekten büyük olmasını, %56,5’i ise kadının erkekten daha tahsilli olmasını sakıncalı bulmuştur.
İstanbul Üniversite’si son sınıf öğrencileriyle yapılan bir başka çalışmanın bulgularına göre, öğrenciler görücü usulü evlenmeye karşıdır. Eşler arasındaki aşırı yaş farkını yanlış bulmaktadırlar ve her iki cins ideal evlilik için evlilik öncesi flört döneminin yaşanması gerektiği konusunda birleşmiştir. Erkekler çalışan bir bayanla evlenmek istediklerini ifade etmiştir. Araştırma bulgularına göre, erkekler evlilik ve eş seçimi konusunda kızlara oranla daha tutucu fikirlere sahiptir. Erkek katılımcıların %80’i, kız katılımcıların ise tamamı evlilik ve eş seçimi kararının bireye ait olması gerektiğini düşünmektedir.
Buss 1989 yılında yaptığı araştırmada 37 kültür için “eş seçiminde cinsiyet farklılıklarını evrimsel yaklaşımın hipotezi açısından test etmiştir. Veriler 6 farklı kıtada yer alan 33 ülkeden ve 5 farklı adadan toplanmıştır.” Toplamda 10047 kişinin katıldığı araştırmanın bulguları şu şekildedir: Araştırmaya katılan tüm kültürlerde erkekler evlenecekleri kişinin yaşça kendilerinden küçük olmasını istemektedir. Polonya, Hindistan ve İsveç dışındaki tüm kültürlerde erkekler fiziksel çekicilik özelliğini kadınlardan daha çok önemsemektedir. Bekâret kavramı İran, Tayvan, Filistin, Çin, Endonezya, Hindistan için ciddi anlamda önemliyken; İsveç, Almanya, Fransa, Hollanda ve Norveç’te bekâret kavramı az önem arz etmektedir. Eş seçiminde ekonomik özellik kadınlar için erkeklerden daha önemlidir. Erkekler için ise verimlilik özelliğinin kadınlardan daha önemli olduğu bulunmuştur. Bu sonuçlar eş seçiminde evrimsel yaklaşımın kanıtlanması açısından son derece önemlidir.


Buss ve arkadaşlarının kültürel değerlerin evriminin 50 yıllık süreçte eş seçimine etkisini incelemek amacıyla yaptığı çalışmaya çeşitli coğrafi bölgelerden 1939 yılında 628 kişi, 1956 yılında 120 kişi, 1967 yılında 566 kişi, 1977 yılında 316 kişi, 1984 ve 1985 yıllarında 1496 kişi ve 1996 yılında 607 kişi katılmıştır. Araştırma bulguları 57 yıllık süreçte çeşitli değişikliklerin meydana geldiğini kanıtlar niteliktedir. Bu süreçte hem erkeklerin hem de kadınların fiziksel çekiciliğe ve ekonomik güce verdiği değer artmıştır. Erkeklerin ev işlerindeki beceriye verdiği önem azalmıştır. Her iki cinsiyet grubunun aşka ve karşılıklı uyuma verdiği değer artmıştır ve 1996 yılında her iki cinsiyetin eş seçiminde aradığı özellikler benzerlik göstermiştir.



Maliki 2009 yılında Güney Nijerya’da yaşayan öğrencilerin eş seçme kriterlerini incelemiştir ve araştırmaya 7 farklı üniversiteden 907 erkek, 512 kız olmak üzere 1419 öğrenci katılmıştır. Öğrencilerin yaş aralıkları 16 ile 46 arasında değişmektedir ve araştırma sonuçları şu şekildedir: eş seçiminde bireylerin sahip oldukları kişilik özellikleri en önemli faktördür. Bu kişilik özellikleri nesillerin devam edebilmesi için verimlilik, dini benzerlik, fiziksel sağlık, dış görünüş, sahip olunan meslek ve eğitim seviyesidir.



Emond ve Eduljee tarafından 2014 yılında yapılan araştırmanın amacı cinsiyet farklılıklarına göre ideal duygusal ilişki yaşanacak sevgili ve ideal cinsel ilişki yaşanacak sevgili için hangi özelliklerin arandığını belirlemektir. Araştırmaya 29 erkek, 58 kız olmak üzere 87 kişi katılmıştır. Araştırma sonuçları şu şekildedir: Hem erkek hem de kızların ideal duygusal ilişki yaşanacak sevgilide aradıkları özellikler karşılıklı aşk, sadakat ve iyi bir mizah anlayışıdır. Kızlar bu özelliklere ek olarak kibarlık özelliğine de önem vermektedir. İlişki yaşanacak bireyin kendilerinden genç ve kısa olması ise her iki grubun da en az istediği özelliklerdir. “İdeal cinsel ilişki yaşanacak bireylerde aranan özellikler ise seksi olma, fiziksel çekicilik ve eğlenceli bir kişiliğe sahip olmaktır.” Cinsel ilişki yaşanacak adayda istenilmeyen özellikler ise her iki grup için sadakat, kaliteli arkadaşlık ilişkilerine sahip olma ve çocuk sahibi olma isteğidir.



Eş seçme ile ilgili araştırmalar incelendiğinde birçok araştırmanın potansiyel eş adayı olan üniversite öğrencileriyle gerçekleştirildiği görülmüştür. Eş seçme stratejileri özellikle cinsiyetler arası farklılıklar açısından incelenmiş olup, incelenen araştırmalarda din, etnik köken ve kültürel değer gibi bazı olguların eş seçme stratejilerini ciddi şekilde etkilediği görülmüştür. Sonuç olarak araştırma bulguları çoğu zaman birbiriyle eşleşse de bulguların tutarlılık göstermediği durumlarla da karşılaşılmıştır.

EVLİLİK

Evlilik kurumunun tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğu söylenebilir. Eski devirlerde erkeklerin kanuni, dini hükmü ve hiçbir sorumluluğu olmayan bir şekilde, kadınları mağaralarına götürmeleri sonucu başlayan evlilikler yaptıkları bilinmektedir. Evlilik kültürden kültüre farklı biçimlerde kendini göstermiş ve tarih boyunca değişikliğe uğramıştır. Örneğin bazı kültürlerde bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi normal karşılanırken, bazı kültürlerde de bir kadının birden fazla erkekle evlenmesi gerekmektedir. Medeni toplumlarda ise bir erkek ve bir kadının birlikteliği yasal olarak kabul edilmektedir.



Toplumun farklı kesimlerinden her insan belli bir yaşa geldiğinde hayatı bir başka kişiyle paylaşma ihtiyacı duymakta ve bunun sonucunda kendine uygun bir eş bulup evlenmektedir. Aile ve evlilik kavramları birbirleriyle ilişkilidir. Bir aile kurmak için atılan ilk adım evliliktir. Evliliğin sağlam temeller üzerine atılması demek yeni kurulan ailenin de sağlıklı olmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla bir ailenin sağlıklı olup olmadığı incelenirken aile oluşumunun ilk basamağı olan evliliğin incelenmesi gerekmektedir. Sağlıklı bir evliliğin kurulması ile eşler maddi ve manevi ihtiyaçlarını giderip, kendilerini güvende hissedebilir. Evlilik kurumunda eşler birbirine sempati duymakta ve karşılıksız bir şekilde yardım etmektedir.



Evlilik bir kadın ve bir erkeğin birbirlerini severek ve isteyerek, tamamen kendi iradeleriyle bir yuva kurmasını, bu yuva içerisinde hem duygusal hem cinsel anlamda tatmin olmalarını sağlayan kutsal bir birliktelik olarak tanımlanabilir. Bu birlikteliğin toplum tarafından kabul edilmesi, dini ve ahlaki açıdan uygun olması için nikâhla yasal hale getirilmesi gerekir. Nikâh akdi eşlerin artık birbirlerinden sorumlu olduklarını, hayatlarını birlikte paylaşmak konusunda anlaştıklarını ifade etmektedir. Bu sayede iki farklı insan birbirini benimsedikleri ve bir arada yaşadıkları düzenli bir birlikteliğe sahip olurlar. Evlilik ile eşler fiziki, sosyal ve cinsel hayatlarını düzene koymaktadır. Fakat aynı zamanda evlilik kurumu eşlere belirli haklar, sorumluluklar ve görevler yüklemektedir. Evlilik neslin devamını sağlar. Böylece toplumlar değer yargılarını, kurallarını, kültürlerini gelecek nesillere aktarmaktadır.

1. Evliliğin Önemi

İnsan türünün üremesi için kadın erkek birlikteliği zorunlu bir olgudur. Dolayısıyla toplumlar kadın erkek birlikteliğine yasalarla düzenleyerek bir biçim vermeye çalışmışlardır. Bu biyolojik gereksinimi toplumların kanuni, dini ve ahlaki biçimde karşılamasını sağlayan yöntem evliliktir. Kadın erkek birlikteliğinde evlilik kurumunun var olmaması toplumu dejenere edici olabilirdi. Doğan çocukların sağlıklı bir birey olacak şekilde yetiştirilmesi mümkün olmazdı. Sağlıklı birey ve toplumların oluşturulabilmesi için evlenen eşlerin kurduğu sağlam ve sıcak bir aile ortamı şarttı.



Evlilik kurumu hem eşler hem çocuklar için ekonomik, sosyal, psikolojik yönlerden bir güvencedir. Yapılan istatistiklere göre evli insanlar bekârlardan daha uzun yaşamaktadır. Bekârlara göre evli insanlar toplum tarafından daha fazla itibar görmektedir ve evli insanların hayatları daha düzenli ve rahattır. İnsanlar aile ortamında buldukları rahatı ve huzuru başka ortamlarda bulamazlar. Kişinin eşinden, çocuğundan, anne ve babasından gördüğü sevgiyi, mutluluğu ve sıcaklığı başka bir yerde yaşaması mümkün değildir. Ancak bu sıcak ortamın yaratılması eşlerin birbiriyle anlaşmalarına, birbirlerine olan bağlılıklarına ve uyumlarına bağlıdır.



Bu uyumun sağlanamadığı evliliklerde boşanmalar kaçınılmazdır. ABD’de ve İngiltere’de evliliklerin yaklaşık yüzde 50’si boşanma ile sonuçlanmaktadır. Yani her iki evlilikten biri bitmektedir. Ülkemizde ise Türkiye İstatistik Kurumu’nun verileri incelendiğinde, boşanma oranlarının batı ülkelerinden düşük olduğu fakat hızla artış gösterdiği görülmüştür. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren boşanma oranlarında sıçrama düzeyinde bir ivme artışı gözlenmektedir. Mutsuz evliliklerde depresyon oranları kadınlarda 25 kat artmaktadır. Depresyon tanısı alan evli kadınların yarısı evliliklerinde yoğun problemler olduğunu ifade etmektedir. Kuşkusuz ki mutsuz evliliklerin ürünü olan çocuklar da bu problemlerden ciddi şekilde etkilenmektedir.



Evlilik bir yandan bireylerin aile yapılarını oluşturmasını sağlamakta, bir yandan da gelecek nesillerin oluşmasını temin etmektedir. Dolayısıyla evlilik kurumu bireylerin hayatındaki en önemli olaylardan biridir. Sağlıklı bir evlilik kurumu ancak bu birliğin sevgi, şefkat, sadakat, dayanışma, güven ve saygı gibi kavramları barındırması ile oluşabilir. Üstelik evlilik birliğini kuran kişiler hukuki olarak da kurdukları birliğin saadetinden, çocukların sorumluluk ve ihtiyaçlarına kadar birlikte özenle yaklaşma konusunda sorumludurlar.



Evlilik kültürler arası farklı yapılara sahip olsa dahi, tüm toplumlarda resmi olarak kabul görmesi nedeniyle son derece önemlidir. Mısır uygarlığında kendine ait kural ve prensipleriyle insan tarafından oluşturulmuş olan bu kurum, dört bin yıllık tarihinde zaman zaman sekteye uğramışta olsa, toplum düzenini, kültürlerin ve geleneklerin sürekliliğini, yeni gelecek bireylerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamıştır. Bu nedenle evlilik kurumu cemiyetten, dini kuruluşlardan, hatta devletten destek görmeye başlamıştır. Evlilik kurumu bireylerin soyunun devam etmesini sağlamasının yanında, insanları düzenli bir hayata ve toplumsal kurallara uymaya özendirmektedir.
Çiftler ailenin mimarıdır ve aile içerisindeki iletişim ve ilişkinin temelinde evlilik bulunmaktadır. Çiftlerin ilişkilerinde mutsuz olması, karşılıklı ilişkilerinin stres dolu olması, evlilik doyumlarının az olması aile içerisinde strese neden olmaktadır. Sağlıklı bir evlilik hayatı birey için olduğu kadar toplum için de önemlidir. Sağlıklı ailelerin işlevlerini iyi bir şekilde yerine getirebilmeleri, aile üyelerinin psikolojik açıdan sağlıklı olmasını, aile içi iletişimin yüksek olmasını ve aile içi çatışmaların az yaşanmasını sağlar. Sağlıklı ailelerde bireyler stres yaratan olaylarla baş etmede daha az güçlük yaşamakta, değişikliklere daha kolay adapte olabilmektedir. Sağlıklı aile içerisindeki yetişkinler şefkatli, sorumluluk sahibi, sempatik, kendi ile barışık, yaratıcı, gerçekçi, üretken olma gibi niteliklere sahiptir. Sağlıklı evliliklerde bireyler özerkliklerini korur, kendilerini güvende hisseder, eşleri tarafından kabul ve destek görürler. Yapılan araştırmalarda eşlerinden destek gören evli kişilerin depresyona girme olasılığının az olduğu bulunmuştur.
Aile bireylerinin birbirlerine aşırı yakın ya da kopukluk derecesinde uzak olması sağlıksız evlilik olarak tanımlanabilir. İç içe geçmiş ailelerde çiftler birbirinin yaşamına gereğinden fazla karışır. Dolayısıyla bireylerin ait olma, özerklik, bağımsızlık gibi duyguları tehlikededir. Bu nedenle bu çiftlerin çocuklarında, var olan bağımsızlık duygularındaki çarpıklıklar nedeniyle kişilik gelişmelerinde zorluklarla karşılaşılabilir. Kopuk ailelerde ise kişiler özerk fonksiyonlara sahiptir fakat aile üyelerinin birbirlerine olan bağlılık seviyeleri düşüktür. Sınırlar çok katı olmakla birlikte, kopuk aile yapısına sahip çiftler sosyal ve duygusal gereksinimleri evlilikleri içerisinde eşleriyle karşılayamazlar. Aynı zamanda birbirleriyle olan iletişimleri yetersiz ve sağlıksızdır.
Evlilik yeni bir aile kurmanın tek meşru yolu olarak kabul edilmektedir. Literatür incelendiğinde sağlıklı evliliğin bireyin psikolojik ve bedensel sağlığını koruduğu, mutluluğunu arttırdığı ve yaşam süresini uzattığı ifade edilmiştir. Aynı zamanda evlilik bireylerin benliklerini başkasının benliği ile birleştirmesine olanak sağlamaktadır. Bu sayede bireylerin kişiliklerinin gelişmesini ve mutlu olmalarını sağlamaktadır. İki birey birlikte olmaya başladıkları andan itibaren daha önceki yaşam biçimlerini değiştirmeye başlar ve yeni etkileşim biçimleri dener. Bu etkileşim biçiminin tutması ile birlikte iki kişilik bir psikolojik ve sosyolojik sistem oluşmaktadır.



Tüm bu nedenlerle evlilik kurumu ailenin ve toplumun yapıtaşı olarak kabul edilebilecek derecede önemlidir. Mutlu bir aile ve toplumdan bahsedebilmek için eşler arasındaki ilişkinin sorunsuz olması gerekmektedir.

2. Evlilik ve Aşk

İyi bir evliliğin başlangıcında aşk olması gerektiği neredeyse herkesin ortak fikridir. Türk Dil Kurumu aşkı ‘aşırı sevgi ve tutkuya dek varabilen ruh durumu’ olarak tanımlamaktadır.
Kişi âşık olduğu zaman âşık olduğu kişinin mükemmel olduğuna inanır. Etrafındaki kişiler karşısındaki kişinin kusurlarından bahsetseler dahi kişi buna inanmaz ve başkalarının ne düşündüğüne aldırmaz. Fakat aşkın sonsuza dek süreceğine inanmak sadece bir hayaldir.



Aşk konusunda araştırmalar yapan psikologlara göre ilişkilerde ya da evliliklerde romantik tutku yaklaşık olarak iki yıl boyunca canlı kalmaktadır. Daha sonraki süreçte bireyler karşılarındaki kişiyi görmek istedikleri gibi değil, olduğu gibi görmeye başlarlar. Karşıdaki kişinin rahatsız edici gelen kişilik özelliklerini fark ederler. Aşk duygusu bir yönüyle bir takıntıdır. Bireyler âşık olduklarında özellikle işlerini ihmal etmektedir. Dolayısıyla bu tutkunun sürekli olması toplumun iş, eğitim, endüstri, din gibi farklı alanlarını dahi sarsabilirdi.


İnsanlar doğaları gereği bencil ve benmerkezcidirler. Gerçekte hiçbir insan tam anlamıyla fedakâr olamazlar. Fakat aşk, bireyleri yoğun duyguları nedeniyle yanılgıya sürükleyebilir. Aşkın sona ermesi sonucunda çiftler ya tamamen birbirinden uzaklaşmakta, boşanmakta ya da aşk tutkusu olmadan birbirlerini severek ilişkilerini sürdürmeye çalışmaktadırlar.



Araştırmacılara göre aşk ve sevgi iki farklı duygudur. Aşk iradeye bağlı, bilinçli bir tercih değildir, tamamen güdüseldir. Bireyler âşık olduklarında karşılarındaki kişilerin gelişimlerine katkıda bulunmak gibi bir amaç içerisinde değillerdir. Peck’e göre âşık olmaktaki tek amaç kişinin yalnızlığını sona erdirme ve bu sonucu evliliğe ulaştırma isteğidir. Çiftleşme davranışının genetik açıdan belirlenmiş bir unsuru olarak bireyler âşık olmaktadır. Yani insan kendi türünün devamını sağlamak için çiftleşme ve ilişki ihtimalini arttırmak adına ego sınırlarını geçici bir süreyle yıkarak âşık olmaktadır.



Tüm bunlardan sonra aşk yanılgısına düşerek evlenen tüm çiftlerin karşısına iki seçenek çıkmaktadır: hoşlanmadıkları bir evliliği sürdürmek ya da başka bir kişiyle yeniden denemek. Fakat araştırma sonuçları göstermektedir ki birinci evliliklerin yüzde 40’ı, ikinci evliliklerin yüzde 60’ı ve üçüncü evliliklerin yüzde 75’i boşanmayla sonuçlanmaktadır. Bu nedenle bu iki seçenek yerine evli çiftlerin aşkı gerçekte olduğu şekliyle geçici bir duygu durumu olarak kabul edip, eşleriyle aralarındaki gerçek sevgiyi ortaya çıkarmaya ve korumaya çalışmaları daha faydalı olacaktır.



Sevgi, Türk Dil Kurumu tarafından ‘insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu’ olarak tanımlanmıştır. Sevgi aklı ve duyguyu birleştiren bir olgudur. İradeye bağlıdır ve çaba gerektirir. Psikolojik açıdan sağlıklı olan her birey sevgi ihtiyacı duyar. Evli yetişkinlerin eşleri tarafından sevgi, şefkat ve takdir görmeleri, eşlerinin kendilerini kabul ettiğine, istediğine ve iyilikleri için çabaladığına inanmaları kendilerini güvende hissetmelerini sağlamaktadır.



Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda sadece âşık olunarak yapılan evliliklerde sorunlarla karşılaşılabileceği, dolayısıyla evlilik kararı verilirken geniş bir bakış açısıyla her konunun değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılabilir.

3. Evlilik ile İlgili Kuramsal Yaklaşımlar

3.1.Sistem Yaklaşımı

Sistem yaklaşımı evlilik ile ilgili alan çalışmalarının kuramsal zeminini oluşturmakta ve Von Bertalanfayy’ın çalışmalarını temel almaktadır. Bu yaklaşıma göre aile açık bir sistemdir. İç ve dış uyaranlarla etkileşime giren sistem, bu uyaranların etkisiyle kendini geliştirebileceği gibi parçalayabilmektedir. Aile üyelerini oluşturan bireyler, çocuklar, eşler, arkadaşlar, aile yanında kalan akrabalar gibi etmenler iç uyaranlar; içinde bulunulan toplum, ekonomik kriz gibi etmenler ise dış uyaranlardır.
Sistem yaklaşımı evliliği ve aileyi geniş bir bakış açısıyla incelemektedir. Cinsel yaşamla ilgili görevlerin yerine getirilmesi, eşlerin birbirine karşı duygusal sorumluluklarını gerçekleştirme düzeyi, eşler arasındaki güç çatışmaları, eşlerin birbirlerinden beklentileri, birbirlerinin yaptıklarını onaylamaları, birbirlerine değer vermeleri, dışsal faktörlerin eşlerin evlilik yaşamına etkisi gibi pek çok önemli noktanın bireylerin ilişkilerinden aldıkları doyumunu etkileyeceği ifade edilmiştir. Geniş bir sistem olan aile sisteminin eşler arası sistem, çocuklar arası sistem, anne çocuk sistemi ve baba çocuk sistemi olacak şekilde kendi içinde alt sistemleri bulunmaktadır. Bu alt sistemlerin herhangi birinde var olan bir problem sistemin bütününü etkilemektedir. Temel olan sistem ise karı koca ilişkisini içeren eş sistemidir. Sistemin devamlılığının sağlanması için eşler belirli görevleri yerine getirmelidir. Aile içerisindeki üyelerin ihtiyaçlarının giderilmesi, şefkat ve sevgi göstermek, cinsiyet rollerinin ve inanç sistemlerinin benimsenmesi, ev işlerinin yapılması, kültürel ve sosyal kuralların benimsenmesi, iletişim kurabilmek, saygı göstermek ve eşlerin birbirlerine kendilerini ifade edebilmesi bu görevlerden bazılarıdır.

3.2.Davranışçı Yaklaşım

Bu yaklaşımın temel amacı aile içerisindeki olumlu etkileşimleri arttırmak, olumsuz etkileşimleri azaltmak, problem çözme becerilerini ve doğru iletişim kurmayı aile bireylerine öğretmektir. Genel olarak aile içerisinde eşler arası ilişkiye odaklanmaktadır. Davranışçı aile yaklaşımına göre aile üyelerinin davranışları öğrenme sonucunda oluşmaktadır. Olumsuz ve etkisiz davranışların öğrenilmesi ve pekiştirilmesi sonucunda eşler arasındaki problemler artmaktadır. Bu davranışların yeni ve etkili davranışlarla değiştirilmesi gerekir. Fonksiyonel olmayan davranış kalıplarının fonksiyonel olanlarla değiştirilmesi evlilik doyumunu artıracaktır.



Davranışçı kurama göre evlilikteki zorlanmalar eşlerin birbirlerine ilettikleri pekiştireç miktarından ve birbirlerine aktardıkları cezalardan kaynaklanmaktadır. Davranışçı yaklaşım eşlere birbirlerinin ne istediğini açıkça sorabilmeyi, saldırganlaşmadan kendine güvenip iddialı olabilmeyi, suçluluk hissetmeden konuşabilmeyi, iletişim ve sosyal becerileri, olumlu benlik algısı geliştirmeyi, olumlu olumsuz dönütleri almayı ve vermeyi, aile içerisindeki problemleri çözmek için çatışma çözme stratejilerini kullanımını kazandırmayı hedeflemektedir.



Bu kurama göre davranışların düzenlenmesi evlilik ilişkilerini ve doyumunu pozitif yönde etkileyecektir. Evlilik doyumunu yüksek tutmak için izlenmesi gereken yöntemler vardır. Evlilikte davranış farklılığı doyum düzeyini yükseltir. Çünkü eşler sempatik gelen ve heyecan veren davranışların tekrarlanmasına zamanla alışmaktadır ve bu şekilde hoşa giden davranışlar cazibesini kaybetmektedir. Bu durumun evliliği olumsuz etkilememesi için evli çiftlerin davranışları geniş bir yelpaze içerisinde bulunmalıdır.

4.3

3.3.Yapısal Yaklaşım

Minuchin tarafından geliştirilmiş olup, aile sistemi yapısındaki birleşme ve kopmaları değiştirmeyi hedeflemektedir. Kişileri kendi yaşadığı sosyal çevre içerisinde incelemektedir
Bu yaklaşıma göre aile üyeleri ile alt sistemler arasında açık sınırlar vardır ve aile kavramı eş alt sistemi, ebeveyn alt sistemi, büyük anne büyük baba alt sistemi, kardeş alt sistemi gibi farklı alt sistemlerin bir araya gelmesi sonucunda oluşmaktadır. İşlevsel olmayan aile organizasyonları aile içerisinde belirli problemler yaşanmasına neden olabilir. Aile sistemi içerisindeki kuralların değişmesi sonucunda davranışlar da değişebilir. Değişim ailenin tüm üyelerini kapsayacağından bu konu hakkında ortak ve uzlaşmacı bir şekilde karar verilmelidir.
Yapısal yaklaşım şimdiye ve geleceğe odaklanmaktadır. Ailenin şimdiki davranışlarında geçmişi yansıttığını savunan bu yaklaşıma göre şimdi ve burada kavramlarına odaklanmak en etkin müdahale yöntemidir. Aile sistemi ve alt sistemler arasında uyum sağlanması yaklaşımın en temel amacıdır ve sağlıklı bir aile düzeni ancak bu şekilde kurulabilir. Sağlıklı ailelerde sınırlar bağımsızlığı koruyacak şekilde net fakat karşılıklı desteğe izin verilecek ölçüde de esnek olmalıdır.
Ailenin işleyişinin değiştirilmesi, aile üyelerinin kendi sorunlarını çözmesine yardım eder. Sorunların sürme nedeninin ailedeki işlevsiz örgütlenmeler olduğunu savunan yapısal yaklaşımda sorunların çözümü için işlevsel olmayan davranış kalıplarının kırılarak sorunu çözecek şekilde değiştirilmesi ve böylece aile sistemi ve alt sistemler arasında değişiklik meydana getirilmesi amaçlanır.

3.4.Bilişsel Yaklaşım

Bilişsel yaklaşımda akılcı duygusal ve sosyal öğrenme yaklaşımları üzerinde durulmuştur. Bilişsel yaklaşıma göre aile üyelerinin irrasyonel inançları duygusal rahatsızlıklara neden olmaktadır. Yani eşler arasındaki duygusal problemlerin nedeni çevre koşulları değil, mantıksız inançlardır. Eşler bu inançların kendi ebeveynlerinden kaynaklandığını fark etmeksizin sürekli tekrarlamakta ve aile içi ilişkilerdeki sorunlar bu şekilde sürüp gitmektedir. Eşlere bu konuda farkındalık kazandırılması gerçek olmayan inançlarını değiştirip sorunları çözme konusunda yarar sağlar.



Bilişsel aile yaklaşımındaki en önemli kavram kendini kabul etmedir. Bu sayede bireylerin başkalarını da kabul etmeyi öğreneceği ve böylece daha mutlu yaşayabilecekleri ifade edilmektedir. Bilişsel yaklaşımın temel amacı bireylere kendi katılıklarından nasıl vazgeçebileceklerini öğretmektir. Aile üyelerini duygularını yaşamaları konusunda cesaretlendirmek ve diğer aile üyelerinin ne istediğini sorabilmeleri için yardımcı olmak hedeflenmektedir.



Aile üyelerinin irrasyonel inançlarının farkına varması, aile üyelerine bu inançları nasıl rasyonel olanlarla değiştirebileceklerinin ve aile üyelerinin kendilerini sıkıntıya sokmadan aileleri ile nasıl ilgilenebileceklerinin öğretilmesi bilişsel yaklaşımın temel aldığı konulardır. Bu sayede eşlerin gerçekçi olmayan inançlarından, duygularından ve davranışlarından etkilenen ilişki doyumsuzluğunun ortadan kalkacağı vurgulanmaktadır.

3.5.Stratejik Yaklaşım

Çelik’in bildirdiğine göre; Salvador Munichin, Paul Watzlawick, John Weakland ve Cole Madanes stratejik kuramın öncüleridir. Bu yaklaşıma göre evlilik ve ailedeki sorunlar saldırganlık ve sevgi arasındaki ikilemden doğmaktadır. Bu ikilemler dört gruba ayrılır.
Birinci ikilem, çatışmalara ve davranış problemlerine neden olan sorun eşlerin birbirini kontrol etme ve lider olma isteğidir. İkinci ikilem, eşlerin birbirlerine hem sevgi hem nefret duygularını ifade etmesi sonucunda evlilik doyumunun etkilenmesidir. Üçüncü ikilem, ilişkileri olumlu yönde etkilemek için aile üyelerini sevmek ve korumak gereklidir. Bu ihtiyaçların giderilmemesi ve tam tersi olacak şekilde sevmeme, zarar verme gibi davranışların gösterilmesi doyumsuzluğu ve aile içi sorunları beraberinde getirecektir. Dördüncü ikilem ise, eşler arasındaki çatışmaları giderecek olan en temel yöntemin birbirlerine pişmanlıklarını ifade etmeleri oluşudur. Bu dört ikilem için bir takım stratejilerin geliştirilmesi sonucunda eşler arasındaki doyumsuzluk ve çatışmalar giderilebilir.



Bu yaklaşımı benimseyen kuramcılara göre aile ve evliliklerde kişilerarası dengeler iyi bir biçimde oluşturulmalıdır. Evlilikteki doyum ve uyumun sağlanması için eşler arasındaki hiyerarşik düzenin ve güç dağılımının dengeli olması gerekmektedir. Eşler arasında bir görev dağılımı ve güç dengesi oluşturulması evlilik doyumunu olumlu yönde etkileyecektir.

3.6.Psikodinamik Yaklaşım

Demirbilek’in bildirdiğine göre; Sigmund Freud’un klasik çalışmalarını temel alan psikodinamik aile terapisi yaklaşımının öncüsü Ackerman’dır. Aile üyelerinin bilinçdışı düşünce ve deneyimlerini bilinçli duruma getirmek ve eşlerin geçmiş yaşantıları ile şimdiki davranışları arasında iç görü kazanmaları ve bütünleşme sağlamalarına yardımcı olmak yaklaşımın temel amacıdır. Bu amaçla yapılan terapilerde aile grubu bütünlüğü içinde ele alınmaktadır fakat grup etkileşiminden ziyade teker teker bireylerin duygularına odaklanılır. Aile üyelerini bilinçdışı sınırlandırmalardan kurtarmak hedeflenmektedir.

3.7.Gelişimsel Yaklaşım

Gelişimsel yaklaşıma göre aile yaşam döngüsü içerisinde bir takım görevlerin yerine getirilmesi eşler arasındaki mutluluğu ve tatmini etkilemektedir. Eşlerin yerine getirmesi gereken sorumluluklar üç grupta toplanmıştır. Aile üyeleri arasındaki duygusal bağı koparmadan sürdürebilmek, iletişim kanalları oluşturmak, dış dünya ve aile içi ilişkiler arasında ve mesleki ilişkiler ile aile ilişkileri arasında denge kurmak, cinsel yaşamı aksatmamak birinci grup sorumluluklardır.



İkinci grup sorumluluklar otorite ve sorumlulukların paylaşılmasını sağlamak, aile bütçesine ekonomik gelir sağlamak, aile üyelerinin giyecek, yiyecek, barınma ihtiyaçlarını sağlayacak şekilde maddi kazanç sağlamak, aile üyelerinin ne zaman, ne için, neyi yapacaklarını belirlemek, evin işlerini paylaştırmak ve gündelik işlerin aksamasına engel olmak amacıyla alışılmış rolleri devam ettirmek, aile üyelerinin birlikte aldığı kararla ailenin değer sistemini ve amaçlarını oluşturmak, çocukların bakımı konusundaki en iyi yöntemi geliştirmek, aile üyelerine cesaret ve moral vermek, aile üyelerinin hedeflerini gerçekleştirmesi amacıyla onay ve ödül vermek, çocukların gelişmesini sağlamak amacıyla onlara yetişkin rolleri yüklemektir.



Aile ilişkilerinin iyi olması, üyelerin duygularını yaşama konusunda teşvik edilmesi, aile üyelerine bireysel hedeflerini gerçekleştirme konusunda ihtiyaç duydukları desteğin verilmesi, aile içerisindeki olumlu ve olumsuz düşüncelerin kontrol edilmesi, aileye yeni katılan bireylerin benimsenmesi ve bu bireylerle iletişim kurulması, ailenin genç üyelerinin sosyal ve ekonomik yönden gelişmesine ve evlenmesine izin vermek ise üçüncü grup sorumluluklardır. Bu sorumluluklardan biri ya da bir grubunun yerine getirilmemesi durumunda aile yapısının sağlığı ve birliği bozulacaktır.

3.8.Aile Sistemleri Yaklaşımı

Kesici ve arkadaşlarının bildirdiğine göre; Aile sistemleri yaklaşımının kurucusu Murray Bowen’dir. Bu yaklaşıma göre aileler temelde duygusal sistemlerdir. Ailelerde görülen inanç, davranış, duygusal tepkiler ve değerler nesilden nesile aktarılır. Ailenin bugünkü yapısının tam olarak anlaşılması için ailenin geçmiş hikâyesi tam olarak bilinmelidir. Aile endişelerini, inanç ve değer kalıplarını en az üç kuşak ilerisine taşıyabilen bir sistemdir. Öyle ki alkol bağımlısı bir annenin torunlarının alkol bağımlısı olma eğilimi vardır.
Ailenin duygusal sistemi iki dengeleyici gücü içerir. Bu güçler bireysellik ve beraberliktir. Bireysellik bireyin özerk bir şekilde hareket edebilmesini, beraberlik ise duygusal yakınlık ve anlaşmayı ifade etmektedir. Aile sisteminin dengesindeki bozukluklar klinik belirtilerin ortaya çıkmasına sebep olur. Aşırı beraberlik bireyin füzyonuna, yani kendine özgü bir ben geliştirememesine, benliğini bağladığı bireyin benliğinin içinde eriyerek onunla birleşmesine, kendi özelliklerini, bağımsızlığını ve biricikliğini kaybetmesine; aşırı bireysellik ise soğuk ve kendine yabancılaşmış bir aileye neden olmaktadır.
Ailenin anksiyete düzeyini belirleyen en temel unsurlardan biri kendini farklılaştırmadır. Kendini farklılaştırma bireyin kendini özgürleştirmesi ve tanımlaması sürecidir. Yani bireyin aile kökeni ve bağlı olduğu sosyal yapı içindeki diğer bireylerden kendini ayırması ve bağımsızlaşmasıdır. Böylece birey ailesine karşı duygusal tepkisini kontrol etme yetisini kazanır ve ailesinin daha objektif bir gözlemcisi olur. Bu farklılaştırma süreci gerekli ve önemlidir. Aksi takdirde bireyler bir önceki kuşağa ait işlevsel olmayan değer kalıpları ve inançların taşıyıcısı olmaya devam edecektir. Yüksek anksiyeteli aileler bu farklılaşmayı başaramamış ailelerdir. Düşük düzeyde anksiyeteye sahip ailelerde ise aile üyeleri arasındaki ayrışma ve özerklik düzeyi yüksektir.

3.9.İletişim Yaklaşımı

Demirbilek’in bildirdiğine göre; iletişim modelinin öncüsü Virginia Satir’dir. Modelin temel hedefi kişiler arası sistemde değişiklik sağlamak amacıyla aile bireylerinin öz saygılarını yükseltmektir. İletişim yaklaşımına göre öz saygı ve iletişim arasında direkt ilişki vardır. Düşük öz saygı ile zayıf iletişim bağlantılıdır.



Aile üyelerine farkındalık kazandırmak amacıyla çeşitli teknikler geliştirilmiştir. Bu tekniklerden en çok bilineni ‘etkili iletişim modelinde ben mesajlarını kullanma’dır. Sağlıksız ailelerdeki üyeler birincil çoğul kişiyi konuşmakta, monologlarla tepki vermekte, belirsiz ve genel mesajlar vermektedirler. Etkili olmayan bu iletişim biçimi yerine aile üyelerine duygularını ifade ederken ‘ben dili’ kullanmaları önerilir. Bu iletişim şekli sonucunda kalıp yargılar azalır, iletişim artar ve saydamlaşır. Bireylerin öz saygı ve benlik değerinde iyileşme görülürken, aynı zamanda da karşı taraf duygusunu ifade etmesi için teşvik edilmiş olur.



Bu yaklaşıma göre aile üyelerinin birbirlerine kendini ifade edebilmesi için aile içi iletişim son derece önemlidir. Sorunlu ailelerde eşler ihtiyaç ve istekleriyle ilgili olarak birbirleriyle konuşmaktan kaçınır. Bu ailelerde eşler kendilerini doğrudan ifade etmek yerine söyleyememek, yadsımak, yerine başka bir şey koymak gibi tutumlar izler. İletişim engelleri bireye isteklerine saygı duyulmadığı, duygularının önemsiz olduğu, sorunlarını kendi kendine çözemeyeceği gibi mesajlar verir. Bu durum bireyin kendini önemsiz ve değersiz hissetmesine, özgüvenini kaybetmesine ve öz saygısının düşmesine neden olmaktadır.

3.10. Imago İlişki Yaklaşımı

Kesici ve arkadaşlarının bildirdiğine göre; Harville Hendrix ve eşi Helen LaKelly Hunt tarafından geliştirilmiştir. Bu yaklaşıma göre yaptığımız eş seçimleri kesinlikle rastgele değildir. Genellikle ilk bakımımızı üstlenen kişilere yani kendi anne babamıza benzer karakteristik özelliklere sahip bireyler bizi daha çok çekmektedir. Buna ‘imago eş’ denir. Bireyler çocukluklarında çözümleyemedikleri sorunlarla mücadele etmek için ebeveynlerine benzer bireylerle evlenme eğilimindedir.


Imago ilişki yaklaşımına göre insanların birbirlerine âşık olmalarının sebebi benzer sıkıntılar yaşayıp bu sıkıntıların üstesinden gelebilmek için farklı çözüm yollarını tercih etmiş olmalarıdır. Bireyler aşkı bir nevi tedavi olarak görmektedir. Fakat yaralarını saramadıkları takdirde ilişkiler çıkmaza girmeye başlar. Bilincimiz olumlu özellikleri seçmeye meyillidir. Fakat bilinçaltımız geçmişteki acılarımızın açtığı yaraları tedavi etmek amacıyla olumsuz özellikleri kodlar ve o yaraları bize ilk açan ebeveynlerimizle eşleşen kişileri arar. Olgunlaşmış bir evliliğe sahip olmak için yapılması gereken ilk şey bireyin eşini ebeveynlerinden soyutlaması, karşılanmamış çocukluk ihtiyaçlarını çözümlemesidir.



Evlilikle ilgili yaklaşımlar genel olarak değerlendirildiğinde şu sonuçlara ulaşılmıştır:
Davranışçı Yaklaşım eşler arasındaki davranış biçimlerinin hangi düzeyde doyum sağlayıcı olduğuna, İletişim Yaklaşımı duygulara ve eşler arasındaki iletişim biçimine, Bilişsel Yaklaşım mantıksız inançların evlilikte iletişimi, duyguları, eşler arasındaki uyum ve ilgiyi nasıl etkilediğine, Stratejik Yaklaşım kimin daha baskın olduğuna ve aile içindeki dengenin önemine, odaklanmaktadır. Gelişimsel Yaklaşım aile ve evlilik sisteminin aile yaşam döngüsü içerisinde diğer alt sistemlerden nasıl etkilendiğine dikkat çekerken, Yaşantısal Yaklaşım aile üyelerinin iletişimini geliştirmeye ve duygularını fark ettirmeye, Psikodinamik Yaklaşım aile üyelerinin bilinçdışı düşüncelerine odaklanmaktadır. Sistem Yaklaşımı aile sisteminin dış olaylarla etkileşimine, Yapısal Yaklaşım ailedeki işlevsiz örgütlenmelere, Aile Sistemleri Yaklaşımı ailenin kuşaklar evvelki geçmiş hikâyesine, Imago Eş Yaklaşımı ise bireylerin ebeveynleri ile olan problemleri ve bu problemlere yönelik yaptıkları eş seçimi ve evliliklere dikkat çekmektedir.

4. Evlilik Tutumu ile İlgili Yapılan Araştırmalar

Gazioğlu tarafından yapılan araştırmaya 546 üniversite ve tezsiz yüksek lisans öğrencisi katılmıştır. Araştırmada öğrencilerin aile hayatı ve evliliğe ilişkin görüşlerini değerlendirmek amacıyla araştırmacı tarafından geliştirilen 109 maddelik bir anket kullanılmıştır. Değerlendirmeler sonucunda cinsiyetler arası değişen puanlara rastlanmıştır. Evlilik dini bir zorunluluktur, evlilikte eşitlik olmaz ve boşanmak günahtır maddeleri erkekler tarafından fazla puan alırken; evlilikte erkek mutlaka yaşça büyük olmalıdır, eşler tüm işleri paylaşmalıdır, her iki eşte çalışmalıdır ve eşler birbirine arkadaşça davranmalıdır maddeleri yüksek puanlanmıştır.



Pınar tarafından üniversite son sınıf öğrencilerinin evliliğe bakış açısını belirlemek amacıyla bir araştırma yapılmıştır. Araştırmaya Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde öğrenim gören 70 son sınıf öğrencisi katılmıştır. Katılımcıların %7,1’i partneriyle birlikte yaşamakta olup, %88,6’sı sözlü ve %4,3’ü nişanlıdır. Araştırma bulguları incelendiğinde katılımcılara göre evlilik için en uygun yaş aralığı 25-29’dur. Katılımcıların evliliğe yönelik görüşleri şu şekildedir: Eş adaylarında aradıkları özellikler iyi huylu ve eğitimli olmalarıdır. Evlenmeye karar verildikten sonra aile onayının alınması önemlidir. Araştırmaya katılan gençlerin evlilikte iletişim problemlerini çözebileceklerine dair inançları vardır fakat yaşanan cinsel problemleri çözebilme konusunda kendilerine güvenmemektedirler.



Süleymanov 2009 yılında çağdaş Türk toplumlarında aile ve evlilik ilişkileri üzerine derleme bir çalışma yapmıştır. Somut veriler üzerinden Türk toplumlarında meydana gelen değişimleri incelemiştir. Araştırma sonucunda küreselleşmenin meydana getirdiği değişimlerin Türk toplumlarında ailenin önemini ve aileye bakışı değiştirdiği bulunmuştur. Geleneksel Türk aile yapısındaki değişiklikler, evlilik dışı birlikte yaşama eğiliminde, boşanma oranlarında ve yabancılarla evlenme sayısındaki artış vurgulanmıştır.
Türkarslan ve Süleymanov tarafından Azerbaycan’dan 530, Türkiye’den 1680 üniversite son sınıf öğrencisiyle yapılan çalışmalarda öğrencilerin evlilik hakkındaki düşünce ve görüşleri karşılaştırmalı olarak incelemişlerdir. Bu çalışmada; her iki ülkenin erkek öğrencileri evlilik için en uygun yaşın 25-29 yaş arası olduğuna inanmaktadır. Kız öğrencilerde ise durum farklılık göstermektedir. Azerbaycanlı kız öğrenciler evlilik için en uygun yaşın 22-25 yaş arası, Türk kız öğrenciler ise 25-29 yaş arası olduğunu ifade etmişlerdir. Her iki örneklem grubundaki erkek öğrenciler eş adaylarında bulunması gereken özellikler için iyi huylu ve güzel olmaya, kız öğrenciler ise iyi huylu olma, iyi bir aileye ve işe sahip olma maddelerine yüksek puan vermişlerdir. Her iki örneklem grubu için kızlar, erkeklere oranla daha az sayıda çocuk istemektedir. Boşanmaya yönelik bakış açısı incelendiğinde her iki ülkenin öğrencileri anlaşma olmadığı durumda boşanmaya olumlu bakmaktadır, fakat erkeklerin bu konuya dair bakış açıları daha katıdır.



Bener ve Günay tarafından yapılan araştırmada gençlerin evlilik ve aile yaşamına ilişkin tutumlarının incelenmesi amacıyla Karabük Üniversitesi’nde eğitim gören 403 kız, 528 erkek olmak üzere toplam 931 öğrenci ile çalışılmıştır. Araştırma sonucunda öğrencilerin aile ve evliliğe ilişkin tutumlarının cinsiyet ve öğrenim gördükleri sınıf düzeyine göre farklılaştığı bulunmuştur. Kız öğrenciler erkeklere göre ve birinci sınıfta okuyan öğrenciler diğer sınıflardaki öğrenciler göre evliliğe daha geleneksel bir bakış açısıyla bakmaktadır. Tüm öğrenciler evlilik ve aile yaşamına duyarlı olup, olumlu bakmaktadırlar.
Manap ve arkadaşları tarafından Malezya’da yapılan çalışmada, genç bekâr bireylerin evliliğe dair amaçları incelenmiştir. 10 farklı üniversitede eğitim gören öğrencilerden toplanan verilerin sonuçları şu şekildedir: Bireylerin evliliğe yönelik amaçları üç ana temada toplanmıştır. Bunlar; din, biyolojik birleşim, psikolojik ihtiyaçların giderilmesidir. Bireylere göre evlenmenin ilk amacı dini görevleri yerine getirmektir. Sevdiğiniz insanla yaşayarak mutlu olma ve böylece psikolojik ihtiyaçlarınızı giderme, birlikte yaşayarak biyolojik ihtiyaçları giderme diğer amaçlardır.



Avcı tarafından 2014 yılında yapılan çalışmaya Ankara’da farklı üniversitelerde eğitim gören 210 kız, 156 erkek olmak üzere toplam 366 öğrenci katılmıştır. Çalışmanın amacı üniversite öğrencilerinin evlilik öncesi ilişkilerde problem yaşadıkları ve eğitim almak istedikleri konuları tespit etmektir. Elde edilen bulgulara göre çatışma çözme, farklılıkları kabul, romantizm-cinsellik, iletişim ve sosyal destek öğrencilerin ilişkilerde en fazla yaşadığı problem alanları ve eğitim almak istedikleri konulardır.



Evlilik tutumlarına yönelik çalışmalar incelendiğinde genel olarak veri toplama yöntemi olarak anketlerin kullanıldığı görülmüştür. Yapılan çalışmalarda evliliğe yönelik tutumlar ile bazı sosyodemografik ve psikososyal değişkenlerin ilişkisi incelenmiştir. Evliliğe yönelik tutumları etkileyen pek çok değişken vardır. Yaş, eğitim durumu, ekonomik durum, evlilik dışı birlikte yaşama, ailevi özellikler ve evlilik öncesi evliliğe dair alınan eğitimler bunlardan bazılarıdır. Aynı zamanda cinsiyet değişkeninin evliliğe yönelik tutumları büyük ölçüde etkilediği görülmüştür. Tüm kültürlerde aileler evlilik kurumuna değer vermektedir. Bununla birlikte kültürden kültüre evlilikte önemli olan konular değişkenlik göstermektedir. Araştırmalarda en çok evliliğe ilişkin tutuma etkisi incelenen konular cinsiyet farklılıkları, evlilikte ideal yaş, ailenin tutumu, evlilikten beklentiler ve evlilik kararı almak için oluşması gereken şartlardır. Araştırma bulgularının kimi zaman birbirini desteklediği, kimi zaman ise birbirleriyle tutarlı olmadığı görülmüştür.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Eş Seçimi ve Evlilik" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Damla DOĞRU GÜLÇİÇEK'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Damla DOĞRU GÜLÇİÇEK'in izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Damla DOĞRU GÜLÇİÇEK Fotoğraf
Uzm.Psk.Damla DOĞRU GÜLÇİÇEK
İstanbul
Uzman Klinik Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi32 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Damla DOĞRU GÜLÇİÇEK'in Makaleleri
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,980 uzman makalesi arasında 'Eş Seçimi ve Evlilik' başlığıyla benzeşen toplam 32 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Anne Baba Tutumları Ocak 2019
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


05:21
Top