2007'den Bugüne 92,312 Tavsiye, 28,221 Uzman ve 19,978 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Şizofreninin Tanı ve Tedavisi
MAKALE #21674 © Yazan Uzm.Psk.Fahri ŞAHİN | Yayın Ağustos 2020 | 2,246 Okuyucu
Şizofreni pozitif ve negatif bir takım semptomlarla kendini gösteren, işlevsellikte ciddi problemlere yol açan ve çoğunlukla yaşam boyu seyreden anormal bir psikolojik bozukluktur. Şizofreni tanısı almış bir bireyin yaşam kalitesi ve doyumu oldukça düşüktür. Gerek hastalığın başlı başına yarattığı mental rahatsızlıklar gerekse hastalığın tedavi sürecinde kullanılan ilaçlar veya yöntemler buna maruz kalan bireylerin işlevselliğini önemli derecede etkilemektedir. Kişinin işlevselliğini bozan pozitif belirtiler; konuşmada düzensizlik, halüsinasyonlar, sanrılar ve garip davranışlar olarak, negatif belirtiler ise istek azalması, düşünce ve konuşmada azalma, zevk alamama, duygularda küntleşme gibi davranışla ilgili problemlerle kendini göstermektedir (Davison ve Neale, 2004).
Şizofreni genellikle genç yetişkinlik çağlarında kendini belli ederken kişi ilk etapta bunun farkında olmayabilir fakat zamanla zihninde oluşan varsanılar ve sanrıları kendine ve etrafındaki kişilere zarar vermesine sebep olabilir. Şizofreni hastaları için en önemli risklerden biri intihar eğilimli olmalarıdır (Deveci, Esen-Danacı, Yurtsever, Deniz, Gürlek-Yüksel, 2008).

Günümüzde “şizofreni” olarak adlandırılan bozukluk eski tarihlerden beri hekimler ve filozofların ilgi odağı olmuştur. M.Ö. 1.yy’da Aereteus ve 2. yy da Soranus şizofreninin, paranoya başta, bazı alt tiplerini günümüze yakın kavramlarla tanımlamıştır. Ancak orta çağın çarpık düşünce yapısı bu hastalığın üzerine batıl inançlar yükleyerek şizofreni olgusunun tekrar anlaşılmasını 19. yüzyıla ertelenmesine neden olmuştur (Geçtan, 1982).

Şizofreni hastalığını, “şizofreni” kavramını kullanmasa da, ilk tanımlayan ve bunu bipolar bozukluktan ayıran kişi Alman Psikiyatrist Emil Kraepelin(1856–1926) olmuştur. Kraepelin bu erken yaşlarda başlayan sanrı ve varsanılarla devam eden bu rahatsızlığı “erken bunama” olarak literatüre kazandırmıştır. Bunun etiyolojisinin de biyolojik olarak beyin içinde meydana gelen bozulmaların dışarıya psikolojik olarak yansıdığını ileri sürerek 1896’da hebefrenik, katatonik, paranoid psikoz tanımlarını “erken bunama” içinde tanımlamış ve bu psikozları manik depresif psikozdan ayırmıştır (Yıldız, 1999). Her ne kadar bu gün Kraepelin şizofreninin isim babası olmasa da şizofreninin anlaşılmasında önemli katkıları vardır. Bu gün şizofreni kavramında önemli bir yeri olan pozitif ve negatif belirtiler ayrımını ilk Kraepelin yapmıştır (Köroğlu ve Güleç, 2007).

“Şizofreni” tanımlaması ilk defa İsviçreli Psikiyatrist Eugen Bleuler (1859- 1939) tarafından yapılmıştır. Şizofreni, “schizo- phrenia” kelimelerinden gelmektedir ve bu Yunanca’da “akıl yarılması” manasına gelmektedir. Bleuler bu kavramı oluştururken bu hastalarda “düşünce, duygu ve davranış”ta meydana gelen parçalanmayı ifade etmiştir (Köroğlu ve Güleç, 2007). Bleuler bu hastalığın erken başlamasının ve bunama olmasının zorunlu olmadığını ifade etmiş ve şizofreni hastasının “ruhsal yaşamındaki yarılmanın” öncelikli olduğunu ifade etmiştir (1911) (Yıldız, 1999).

Gabriel Langfeldt (1895- 1983) majör psikotik belirtileri gösteren hastaları “gerçek şizofrenler” ve “şizofreniform psikozlar” olarak ayırmıştır. Gerçek şizofreni’yi ise “depersonaliasyon, otizm, duygusal küntlük, sinsi başlangıç ve derealizasyon duygulanımı” belirtileri ile tanımlamıştır (Kaplan ve Sadock, 2004).

Kurt Schneider(1887- 1967), şizofrenide görülen sanrılarda birçok çeşitlilik olduğunu vurgulayarak şizofreninin belirtilerine yeni tanımlamalar getirmiştir (Davison ve Neale, 2004).
Bugün “şizofreni hastalığı” tek bir bozukluk olarak değil, çok çeşitli nedenlerle ortaya çıkabilen, alt tipleri ve daha farklı klinik türleri olabilen, gidiş ve sonlanışında da çeşitlilik olan, birden fazla tedavi yolu olan bir “bozukluklar kümesi” olarak ele alınmaktadır (Öztürk ve Uluşahin, 2008).

Klinik Görünüm
Şizofreni tanısı koyarken dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, bu hastalıkta görülen belirti ve bulguların başka nörolojik ve psikiyatrik hastalıklarda da görülebilecek olmasıdır (Kaplan ve Sadock, 2004). Klinik görünümle ilgili ilk tanımlamayı Kraepelin yapmıştır ve bunu Bleuler’in tanımlamaları takip etmiştir. DSM-III, DSM-III-R, DSM-IV ve ICD-10 şizofreniyi tanımlayabilmek için çeşitli ölçütler getirmiştir. Şizofrenin tanı koydurucu tek bir belirtisi yoktur. Kişinin bilişsel süreçlerini, duygulanımını ve motor aktivitelerini etkileyen bir bozukluktur. Şizofreni belirtileri kişiler arasında farklılık gösterebileceği gibi aynı hastada değişiklikler gösterebilir (Öztürk ve Uluşahin, 2008). Bununla birlikte, şizofreni semptomlarının zamanla değişkenlik gösterebileceği göz önünde bulundurulduğunda bireyin entelektüelliği, eğitim seviyesi ve kültürünün spesifik özellikleri değerlendirilmesi gereken önemli faktörlerdir (Köroğlu ve Güleç, 2007).

Premorbid Belirti ve Bulgular
Hastalığın başlangıcı hastaneye yatış olarak kabul edilse de premorbid belirti ve bulgular şizofrenin prodromal fazından daha önce ortaya çıkar (Kaplan ve Sadock, 2004). Şizofreni tanısı almış kişilerin öyküsü incelendiğinde, hastalık öncesinde şizoid veya şizotipal kişilik özelliklerine sahip, içe kapanık, sessiz ve pasif oldukları gözlenir. Bu kişilerin çoğu genç ergenlik döneminde aşırı utangaç, ilişki kurmada güçlük çeken, stresle baş etmede başarısız bireylerdir. Motor becerilerde zayıflık ve düzensiz gelişimsel süreçler gösterirler (Kaplan ve Sadock, 2004).
Genel Görünüm ve Davranış
Şizofreni tanısı almış kişilere özgü tipik bir görünüm bulunmamaktadır. Bu kişilerde en fazla dikkat çeken özellikler tuhaf görünümleri ve dikkat çekici davranışlarıdır. Saldırganlık, ajite davranışlar, duygusal iletişim kurmada güçlük ve yineleyici hareketler bu davranışlara örnek teşkil etmektedir (Kaplan ve Sadock, 2004).
Pozitif ve Negatif Belirtiler
Kişinin işlevselliğini bozan pozitif belirtiler konuşmada düzensizlik, varsanılar (halüsinasyonlar), sanrılar ve garip davranışlar olarak, negatif belirtiler ise avolisyon (istek azalması), aloji (düşünce ve konuşmada fakirlik), anhedoni (zevk alamama), duygularda küntleşme gibi davranışla ilgili problemlerle kendini göstermektedir (Tablo 1). Uygulamalarda giderek daha da geçerli bir hale gelen pozitif ve negatif semptomlar kümeleri şizofreniyi tanıma ve tanımlamada da önemli bir yere sahiptir (Davison ve Neale, 2004).

Pozitif Belirtiler

a) Belirgin varsanılar
b) Sanrılar
c) Yapısal düşünce bozuklukları
d) Tuhaf ve dağınık davranışlar
Negatif Belirtiler
a) Aloji
b) Affektif küntleşme
c) İstenç yoksunluğu (avolisyon) ve apati
d) Dikkat eksikliği
e) Anhedoni ve toplumsal çekilme (Özel, 2004)
Düşünce Bozuklukları
Düşünce bozuklukları en zor anlaşılan belirtilerdir. Doğru bir değerlendirme için düşünceler süreç, içerik ve biçim olarak sınıflandırılabilir (Kaplan ve Sadock, 2004). Düşünce süreci bozuklukları genel olarak 2 grup altında toplanmaktadır:

1. Negatif Yapısal Düşünce Bozukluğu: Konuşmanın ve konuşma içeriğinin yoksullaşması
2. Pozitif Yapısal Düşünce Bozukluğu: Baskılı konuşma, enkoherans, raydan çıkma, mantıktan yoksunluk, klang çağrışım, bloklar, neolojizm, parafazi, ekolali, perseverasyon (Köroğlu, 2007). Değerlendirme yapacak kişi bu bozukluğun olup olmadığını hastanın konuşmalarından, yazım ve çizimlerinden anlayabilir (Kaplan ve Sadock, 2004). Düşünce biçimindeki bozukluklar enkoherans, gevşek çağrışım, teğetsellik, raydan çıkma ve ekolali gibi belirtilerin varlığıyla anlaşılabilir. Düşünce biçimindeki bozukluklar hastanın konuşmalarından ve yazdıklarından nesnel olarak görülebilir (Kaplan ve Sadock, 2004). Düşünce içeriğindeki bozukluklar ise hastanın belli bir uyaranı nasıl yorumladığı ve o uyaran hakkında ne düşündüğüyle ilgilidir. Sanrılar, düşünce içeriği bozukluklarına verilebilecek en iyi örnektir (Kaplan ve Sadock, 2004).

Algı Bozuklukları
Şizofrenide algı bozuklukları varsanılar ve yanılsamalar olarak kendini göstermektedir. Varsanıda nesne yoktur; yanılsamada nesne vardır, ancak yanlış algılanır (Köroğlu, 2007). Şizofren hastalarda varsanısal yaşantılar yaygın görülen bir durumdur ve herhangi bir duyu organı bu yaşantılardan etkilenebilir. Ancak en fazla görülen türü işitsel varsanılardır (Kaplan ve Sadock, 2004). Hasta, birtakım seslerden, konuşmalardan veya gürültülerden bahseder. Seslerin, ismini söyleyerek kendisini çağırdığını veya bu seslerle birebir konuştuğunu bildiren hastalara oldukça sık rastlanmıştır (Köroğlu, 2007).

Duygulanım Bozuklukları
Şizofren hastalarda ‘’duygu-düşünce-çevre’’ üçlüsü arasındaki etkileşim bozulmuştur. Duygulanım bozuklukları genel olarak 3 alt başlıkta toplanabilir:
1. Duygulanımda Düzleşme/Küntleşme: Kişi duygusal tepkiler vermekte veya duygularını ifade etmekte güçlük çeker. Yüz ifadesi donuktur. Mimik ve jestleri azalmıştır.
2. Uygunsuz Duygulanım: Ciddi bir konu konuşulurken gülümseme, gülünç bir durumda hüzünlenme gibi durumun gerektirdiğine tezat tepkiler verebilir.
3. Zevk Alamama (Anhedoni) ve Toplumsal Çekilme: Kişiye daha önce zevk veren etkenlere ve faaliyetlere karşı yoğun bir ilgi kaybı ve istek konusundaki yetersizliktir. Sosyal çevreye, cinselliğe ve kültürel etkinliklere olan ilgi zayıflamaktadır. Kişi iç dünyasına çekilerek yalnız olmayı tercih etmektedir (Köroğlu, 2007).

Motor Etkinlik Bozuklukları
İşlevsellikte tam anlamıyla bir bozulma ve buna neden olarak kişinin özbakım becerilerinde, vücut enerjisi ve aktivitelerinde düşüş gözlenmektedir (Köroğlu, 2007). Kişi günlük ve basit işler bile yapılamaz hale gelebilmektedir. Motor işlevlerde yetersizlik kendini göstermektedir (Öztürk ve Uluşahin, 2008). Bazen donmuş gibi sabit bir şekilde durması katatoni, kendilerine verilen bir pozisyonu rahatsızlık duysa bile saatlerce bozmadan sürdürebilmeleri katalepsi/balmumu arazı ve kimi zamanlarda ani, taşkın davranışlar katatonik eksitasyon olarak belirtilmektedir (Davison ve Neale, 2004).


İntihar ve Saldırganlık Davranışı
Şizofreni hastası olan kişinin zihninde oluşan varsanılar ve sanrılar, hastanın kendine ve etrafındaki kişilere zarar vermesine sebep olabilir. Kişi başlarda bunun farkında olmayabilir. Bu kişiler için en büyük risklerden biri intihar eğilimli olmalarıdır. Yapılan araştırmalara göre bu oran genellikle %25 olarak saptanmıştır (Henriksson, Hillevi & Marttunen, 1993, akt. Deveci ve ark., 2008). Eşlik eden depresif belirtilerin hastalarda görülme oranının %30-40, yaşam boyu intihar girişiminde bulunma riskinin %9-13 olduğu bulunmuştur (Köroğlu, 2007). İntihar eğilimi ve girişimlerine genç hastalarda daha sık rastlanmaktadır (Deveci ve ark., 2008).
Saldırganlık davranışı ile şizofreni arasında da pozitif bir ilişki olduğu gözlenmektedir. Şizofreninin şiddet ve saldırganlığı tetikleyen en önemli semptomu sanrılar, daha sonra da varsanılar olarak bilinmektedir. Çünkü algılanan bu gerçek dışı etmenler kişiye kötülük göreceği inancı verebilir ve algıladığı birtakım varsanılar ona çevresine zarar vermesini, saldırgan davranışlarda bulunmasını söyleyebilir, onu tehdit veya ikna edebilir (Köroğlu, 2007).
Tanı ve Sınıflama
Bleuler şizofreniye alt tip olarak hebefrenik, katatonik ve paranoid şizofreniye yalın şizofreniyi eklemiştir. Bleuler, şizofreninin temel klinik belirtilerini ifade etmek için 4A formülünü kullanmıştır(Tablo-2) (Yıldız,1999). Bleuler, bu 4 belirtiye 5’inci bir koşulu da eklemeyi mümkün kılmıştır. Bu da hastanın bilinçlilik düzeyinde bulunmasıyla alakalıdır. (Öztürk ve Uluşahin, 2008). Bleuler, Kraepelin’in bozukluğu tanımlamada kullandığı sanrı ve varsanıları bu bozukluğa eşlik eden semptomlar olduğunu ifade ederek bunu “ikincil belirtiler” kategorisi altında tanımlamıştır (Kaplan ve Sadock, 2004).


Bleuler’in Temel Belirtileri (4A belirtisi) ve İkincil Belirtiler
A. Temel Belirtiler
1. Affect (duygulanımda) Bozukluk: Aşırı aldırmazlık, ilgisizlik; duygusal tepkilerde küntleşme, uygunsuzluk, dengesizlik.
2. Association (çağrışımlarda) Bozukluk: Çağrışımlarda düzen ve sürekliliğin bozulması. Düşüncede bloklar, duraklamalar, kaymalar, yoğunlaşma (kondansasyon), çağrışım sıkıştırması, sözcük salatası, garip, anlaşılmaya düşünce (dereism)
3. Ambivalans: Kişide birbirine karşıt duygu ve eğilimlerin aynı anda bulunuşu.
4. Autism (Otizm):Gerçek dünya ile ilişkiyi azaltarak ya da keserek kendisine göre bir iç dünya kurmak ve o iç dünyanın gereksinimlerine, kurallarına göre düşünmek, davranmak.
5. Bilinç, yönelim (oryantasyon) bellekte temel bozuklukların olmayışı.

B. İkincil Belirtiler
1. Düşünce içeriğinde sanrılar, kalıplaşmış, yineleyici (stereotipik) fikirler ve uğraşlar.
2. Varsanılar (halüsinasyonlar), yanılsamalar (illüzyonlar).
3. Devinim bozuklukları; donakalım (katatoni) belirtileri, katalepsi, balmumu esnekliği (flexibilitas cerea), garip duruşlar, yüz oynatmalar (mimikler), kalıplaşmış yineleyici hareketler, telkine yatkınlık, karşıtçılık (negativizm) (Öztürk ve Uluşahin, 2008).
Kurt Schneider, şizofreni için karakteristik belirtileri 1930’larda tanımlamıştır (Tablo 3). Bunlar “düşünce çekilmesi, düşünce sokulması, düşünce yayınlanması, kişinin kendisi hakkında konuşan ve davranışları ile ilgili konuşan sesler duyması, düşüncenin, hareketin ve eylemin dışarıdan kontrol edilmesi…” gibi belirtileri içerir (Yıldız, 1999). Ve Bleuler’in aksine varsanılar Schneider’in belirtilerinde daha önemli bir yer tutar.

Schneider’in Belirtileri
• Durum bildiren, yorum yapan sesler biçiminde işitme varsanıları
• Kendi aralarında tartışan sesler şeklinde işitme varsanıları
• Kendi düşüncelerinin sesle söylendiğini işitme
• Bedensel edilgenlik olgusu (somatik pasivite) yani dış güçler tarafından bedenin etkilenmesi
• Düşünce çalınması, düşünce sokulması, düşüncenin etki altına alınması
• Düşüncelerin başkalarınca okunması, çevreye yayılması
• Sanrısal algılama (olağan bir algının sanrısal yorumlaması)

Günümüze kadar pek çok tanı ölçütü geliştirilmiş ve bunlar değişik araştırmalarda kullanılmıştır (Köroğlu ve Güleç, 2007). Bu gün elimizde bulunan en gelişmiş tanı ölçütleri DSM-IV-TR(Tablo 4) ve ICD–10 (Tablo 5)’dur.

DSM-IV-TR şizofreni tanı kriterleri
A. Özgül Belirtiler: Bir aylık bir dönem boyunca (başarıyla tedavi edilmişse daha kısa bir süre), bu sürenin önemli bir kesiminde aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha fazlasının) bulunması:
(1) hezeyanlar (sanrılar)
(2) halüsinasyonlar (varsanılar)
(3) darmadağın (dezorganize) konuşma (örn. çağrışımlarda dağınıklık [sık sık konu dışı sapmalar gösterme] ya da enkoherans)
(4) ileri derecede darmadağın (dezorganize) ya da katatonik davranış
(5) negatif semptomlar, yani affektif donukluk (tekdüzelik), aloji (konuşamazlık) ya da avolisyon
Not: Hezeyanlar şaşılası (bizar) ise ya da halüsinasyonlar kişinin davranış ya da düşünceleri üzerine sürekli yorum yapmakta olan seslerden ya da iki ya da daha fazla sesin birbiriyle/ birbirleriyle konuşmasından oluşuyorsa A tanı ölçütünden sadece bir semptomun bulunması yeterlidir.
B. Toplumsal/mesleki işlev bozukluğu: İş, kişilerarası ilişkiler ya da kendine bakım gibi önemli işlevsellik alanlarından bir ya da birden fazlası, bu bozukluğun başlangıcından beri geçen sürenin önemli bir kesiminde, bu bozukluğun başlangıcından önce erişilen düzeyin belirgin olarak altında kalmıştır (başlangıcı çocukluk ya da ergenlik dönemine uzanıyorsa, kişilerarası ilişkilerde, eğitimle ilgi ya da mesleki başarıda beklenen düzeye erişilememiştir).
C. Süre: Bu bozukluğun süre giden belirtileri en az 6 ay süreyle kalıcı olur. Bu 6 aylık süre, en az bir ay süreyle (başarıyla tedavi edilmişse daha kısa bir süre) A Tanı Ölçütünü karşılayan semptomları kapsamalıdır; prodromal ya da rezidüel semptomların bulunduğu dönemleri kapsayabilir. Bu bozukluğun belirtileri, prodromal ya da rezidüel dönemlere, sadece negatif semptomlarla ya da A Tanı
Ölçütünde sıralanan iki ya da daha fazla semptomun daha hafif biçimleriyle (örn. acayip inanışlar, olağandışı algısal yaşantılar) kendilerini gösterebilir.
D. Şizoaffektif Bozukluğun ve Duygudurum Bozukluğunun dışlanması: Şizoaffektif Bozukluk ve Psikotik Özellikler Gösteren Duygudurum Bozukluğu dışlanmıştır, çünkü ya (1) aktif evre semptomları ile birlikte aynı zamanda Majör Depresif, Manik ya da Mikst Epizodlar ortaya çıkmamıştır ya da (2) aktif-evre semptomları sırasında duygudurum epizodları ortaya çıkmışsa bile bunların toplam süresi aktif ve rezidüel dönemlerin süresine göre daha kısa olmuştur.
E. Madde kullanımının/genel tıbbi durumun dışlanması: Bu bozukluk bir maddenin (örn. kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) doğrudan fizyolojik
ICD–10 şizofreni tanı ölçütleri

G1. Şizofreniler için (1) grubundaki belirtilerden en az birisinin açıkça bulunması, eğer belirtiler çok açık değilse bunlardan en az ikisinin bulunması ya da (2) grubundaki belirtilerden en az ikisinin bulunması ve bunların en az 1 ay ya da daha uzun süre, zamanın büyük bölümünde sürmesi gereklidir.
(1) Aşağıdakilerden en az birisi bulunmalıdır.
(a) Düşünce yankılanması, düşünce sokulması veya çekilmesi ve düşünce yayınlanması;
(b) Kontrol edilme, etkilenme ya da edilginlik sanrıları (beden hareketlerini, özel düşünceleri, eylemleri ya da duyuları etkileyen); sanrılı algılama;
(c) Hastanın davranışlarını yorumlayan ya da kendi aralarında hastayı tartışan işitme varsanıları ya da bedenin belli bölgesinden gelen varsanısal sesler;
(d) Tümü ile olanak dışı, kültüre uygun olmayan, süreklilik gösteren başka sanrılar. Örneğin dinsel ya da siyasal kimliğe ya da insanüstü güç ya da yeteneklere sahip olma (örneğin hava durumunu denetleme, başka dünyalardan yabancılarla iletişim kurabilme);
(2) Ya da Aşağıdakilerden en az ikisi bulunmalıdır;
(a) Herhangi bir türden inatçı varsanılar; bu varsanılar duygulanımla uyum göstermeyen gelip geçici ya da yarı sistemli sanrılara ya da aşırı değer kazanmış fikirlerle birlikte olmalı ya da haftalarca, aylarca kesintisiz olarak her gün bulunmalıdır;
(b) Düşünce akımında kopma ve başka düşünce sokulmalar, bunun sonucunda oluşan çağrışımlarda dağınıklık (enkoherans), uygunsuz konuşma ya da neolojizm;
(c) katatonik davranış, örneğin eksitasyon, bedeni belli bir pozisyonda tutma, balmumu esnekliği, negativizm, mutizm ve stupor;
(d) “negatif belirtiler”, örneğin belirgin apati, konuşma azlığı, uygusal tepkilerde küntleşme ya da uygunsuzluk gibi; bu belirtiler genellikle sosyal çekilme ya da sosyal performansın düşmesine yol açarlar; bu belirtilerin depresyona ya da nöroleptik tedavisine bağlı olmadığının bilinmesi gerekir.;

G2. Sık kullanılan dışlama ölçütleri
(1) Aynı zamanda manik epizod ya da depresif epizod belirtileri için de ölçütler karşılanıyorsa, G1 (1) ve G1 (2) ölçütleri duygudurum bozukluğu gelişmeden önce karşılanmış olmalıdır.
(2) Bozukluk organik beyin hastalığı ya da alkol madde entoksikasyonu, bağımlılığı ya da bırakılmasına bağlı olarak ortaya çıkmamıştır (Köroğlu ve Güleç 2007).

Alt Tipler
Darmadağın (Dezorganize) Tip
Aşağıdaki tanı ölçütlerinin karşılandığı Şizofreni tipi:
A. Aşağıdakilerin hepsi belirgindir:
(1) Darmadağın (dezorganize) konuşma
(2) Darmadağın (dezorganize) davranış
(3) Donuk ya da uygunsuz affekt
B. Katatonik Tip için tanı ölçütlerini karşılamamaktadır.

Katatonik Tip
Aşağıdakilerden en az ikisinin klinik görünüme egemen olduğu Şizofreni tipi:
(1) Katalepsi (balmumu esnekliği olmak üzere) ya da stupor ile belirlendiği üzere motor hareketsizlik.
(2) Aşırı devinsel etkinlik (motor aktivite) (açıkça amaçsız ve dış uyaranlardan etkilenmeyen)
(3) Aşırı negativizm (hareket ettirmeye yönelik tüm yönermelere açıkça amaçsız bir direnç gösterme ya da hareket ettirmeye yönelik girişimlere karşı rijid [katı] postürü sürdürme) ya da mutizm.
(4) Postür alma (istemli olarak uygunsuz ya da bizar postürler alma), basmakalıp hareketleri belirgin mannerizmler ya da belirgin grimasın olması ile belirlendiği üzere istemli davranışlarda gariplikler olması.
(5) Ekolali ya da ekopraksi

Paranoid Tip
Şizofreninin kadın ve erkekte eşit olarak en sık görülen alt tipidir (Belli ve ark., 2007; Geçtan, 1982). DSM-IV-TR bu tipi sanrı ve varsanıların olduğu fakat katatonik ve dezorganize tiplere özgü davranışlar göstermeyen bir alt tip olarak kabul eder. Paranoid tipte ilk epizod genellikle katatonik ve dezorganize tiplere kıyasla daha ileri yaşlarda görülür (Köroğlu ve Güleç, 2007). Yirmili otuzlu yaşlarda bulunan şizofreni hastaları genellikle çevrelerinde kendilerine uygun bir “sosyal yaşam” oluşturmuşlardır. Paranoid kişileri bireysel beceriler katatonik ve dezorganize tipte olan hastalara göre daha iyidir. Karakteristik özellikler taşıyan bir paranoid, “gergin, şüpheci, savunucu ve tedbirlidir”. Bununla ilişkili olarak bu kişiler, “düşmanca ve saldırgan” davranışlara eğilimli olurlar (Kaplan ve Sadock, 2004). Genelde “perseküsyon (kötülük görme) sanrıları” gözlenir. Bazen de kişi kendini aşırı üstün, bilgili, önemli biri olarak ifade ederek “grandiyöz (büyüklenme) sanrıları” gösterir. Eşlerinin kendilerini aldattığına inanarak “sanrısal kıskançlık” da gösterebilirler. Paranoid şizofreni olan kişiler çevrelerinde olan olaylar kendilerine yönelik yordamalarda kullanarak “etkilenme (referans) fikirleri” oluştururlar (Davison ve Neale, 2004). Arkar ve Eker (1996), bir paranoid şizofreni hastasının sosyal ortamda en az kabul gören bir tanı grubu olduğunu ifade etmiştir (akt. Eliüşük, 2008). Çünkü sanrısal düşünceler nedeniyle saldırganlık oranı en yüksek paranoid şizofreni alt tipidir (Grossman, Haywood, Cavanaugh, Davis, Lewis, 1995. akt., Uçanay Sönmez, 2008). Ayrıca intihar riskinin de en fazla olduğu alt tiptir (Fenton ve ark., 1997). Aşırı dindar olma, metafizik ve felsefe ile meşgul olma, cinsellik üzerine aşırı yönelme görülebilir. Paranoid şizofreni hastaların konuşmaları çok mantıklı gelebilir fakat iyi takip edildiğinde bilişsel çarpıtmalar fark edilebilir. Hastalar, hastalıklarını kabullenmezler ve bunu gizleyecek stratejiler geliştirirler (Öztürk ve Uluşahin, 2008).

Dezorganize (dağınık/ darmadağın/ hebefrenik) Tip
Başlangıcı genelde 25 yaş öncesidir. Bu hastalar amaçsız ve dağınık bir şekilde aktiftirler. Gerçeklikle bağlantısı olmaya hareketlerde bulunurlar, durup dururken sırıtırlar, anlamsız yere yüzlerini buruştururlar (grimas), görüntülerine ve sosyal davranışlarına dikkat etmezler. Duygusal ifadeleri dağınık, anlamsız ve çoğu kez bir amacı olmadan atak tarzında gülmeleri vardır (Kaplan ve Sadock, 2004). Bu tipteki kişilerin düşünce bozuklukları yüzünden, paranoid tipteki gibi şiddet davranışları belirli kişilere yönelik değildir. Bu yüzden çevrelerine zarar verme tehlikesi daha azdır (Uçanay Sönmez, 2008). Bu tip hastalarda aşırı hareketlilik ve stupor (katatonik donma, çevrede olup bitene tepki vermeme durumu) arasında hızlı geçişler görülebilir (Köroğlu ve Güleç, 2007). Kişilerin gerçeklikle bağlantılarının oldukça zayıf oluşu göze çarpar. Ayrıca, din, felsefe ve başka soyut disiplinler üzerinde uğraşmaları, hastanın aklından geçenleri tahmin etmeyi güçleştirebilir. Varsanı ve halüsinasyonlar tutarlı bir tema içinde değildir. Konuşmalarında bazen “ilginç soyut sözler” sarf ederler, ancak bunları çabuk unuturlar, arkasında durmazlar, önemsemezler (Yıldız, 1999). Gidiş özellikleri bakımından en ağır türdür (Öztürk ve Uluşahin, 2008).

Katatonik Tip
Başlangıç yaşı 15–25 yaş civarıdır katatoni (donakalım) ve katatonik taşkınlık( aşırı hareketlilik) görülür ve bu başlangıç aniden olur (Öztürk ve Uluşahin, 2008). Kişi genelde stupor durumda bulunur. Kişi bu durumda sanki bir heykel gibi saatlerce, hatta günlerce hiç hareket etmede durabilir. Gözler boş bakar, surat anlamsızdır, hiçbir uyarana tepki göstermez, günlük bakımları zorlaşır. Kişi bu donma süresince etrafında olup bitenden habersiz gibi görünür fakat normal hale geldiği zaman çevresinde olup bitenleri hatırlar. Katatonik donma aniden katatonik taşkınlığa dönüşebilir. Kişi bu sırada aşırı hareketlidir, bağırır, naralar atar, hızlı adımlarla yürür, düzensiz bir şekilde konuşur, çevresindekilere saldırıp yaralayabilir hatta intihar girişiminde bulunabilir (Geçtan, 1982).

Etiyoloji
Şizofreninin ortaya çıkmasında biyolojik ve çevresel faktörlerle bunlara eşlik eden bazı psikolojik faktörlerin etkili olduğu düşünülmektedir.
Biyolojik nedenleri araştıran araştırmacılar daha çok aile çalışmaları, ikiz çalışmaları ve evlat edinme çalışmalarına odaklandığı görülmektedir (Davison ve Neale, 2004). Aile öyküsü ve ikiz çalışmalarıyla belirlenen genetik faktörlerin şizofreninin gelişimine katkıda bulunduğuyla ilgili deliller gittikçe artış göstermektedir (Uçar Altınay, 2005).
Şizofren akrabalarının hastalık geliştirme oranlar(Goottesman ve ark.,987; akt. Davison ve Neale, 2004);
Yakınlık Şizofreni yüzdesi
Eş 1.00
Torun 2.84
Yeğen 2.65
Çocuklar 9.35
Kardeşler 7.30
Çift yumurta ikizleri 12.08
Tek yumurta ikizleri 44.30

Tabloya bakarak şizofreni akrabası olmayla şizofreni riski taşıma arasındaki ilişkiyi görebiliriz. Ancak şizofreninin ortaya çıkmasındaki bütün nedenler genetiğe bağlanmamalıdır. Eğer her şey genetikle ilgili olsaydı tek yumurta ikizlerinin şizofren olma riskleri eşit olurdu (Davison ve Neale, 2004). Bununla birlikte tek yumurta ikizlerinden hasta olanın hastalığı arttıkça diğerinin hasta olma riski de ona bağlı olarak artış göstermektedir (Goottesman ve Shields, 1972; akt. Davison ve Neale, 2004). Diğer bir görüş ise şizofreninin doğuştan geldiği yönündedir. Yapılan bir araştırma da katılımcıların %8,9’u şizofreninin doğuştan geldiği şeklinde görüş belirtmişlerdir (Sağduyu, Aker, Özmen, Ögel ve Tamar, 2001). Heston (1966)’un yaptığı bir araştırmada da şizofren anne-babaların çocuklarının şizofreni tanısı alma riskinin genel popülasyondan yüksek olduğu görülmüştür (akt. Davison ve Neale, 2004).
Şizofreninin biyokimyasal nedenleri üzerinde yapılan araştırmalar daha çok dopamin üzerinde yoğunlaşmaktadır. Dopaminin şizofreninin ortaya çıkmasına neden olduğu yönündeki hipotez oldukça kabul gören bir durumdur (Uçar Altınay, 2005). Crow ve arkadaşlarına (1968) göre şizofrenini pozitif semptomlarının nedeni dopaminin aşırı salınımı sonucu beyindeki mesaj iletiminin artmasıdır (akt. Oltman, Neale ve Davison, 2003). Ancak tüm araştırmalar bu hipotezi desteklememektedir. Diğer taraftan amfetaminler negatif belirtileri iyi yönde etkilerken, pozitif belirtileri kötüleştirme eğilimindedir (Davison ve Neale, 2004).
Şizofrenide genetiğin ne derece etkili olduğunu görmemize yardımcı olan bir diğer araştırma yöntemi de evlat edinme çalışmalarıdır. Bu prosedüre göre şizofren anne-babanın çocukları, sağlıklı anne-babalara evlatlık olarak verilmiş böylece şizofrenideki çevre faktörünün ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Bu prosedürün en tanınan uygulayıcılarından birisi olan Heston’un (1966) yaptığı bir evlat edinme çalışmasına göre şizofren anne-babaların çocukları ne kadar sağlıklı ortamda yetiştirilirse yetiştirilsin kontrol grubundaki diğer çocuklara göre daha fazla risk taşımaktadırlar (akt. Davison ve Neale, 2004).
Şizofreninin etiyolojisini açıklamaya çalışan bir diğer görüşte Seheff’in Etiketleme Kuramıdır. Seheff (1966)’e göre şizofreninin ortaya çıkma nedenlerinden birisi de kişiye şizofreni tanısını içeren bir etiketin yapıştırılmasıdır. Bu etiketlemenin sonucunda kişi sosyal rol olarak hastalığı kabullenir. Bu görüş her ne kadar bazı açılardan kulağa hoş gelse de Gove (1979) gibi bu kuramın sorunlarının olduğunu öne süren araştırma ve araştırmacılar mevcuttur (akt. Davison ve Neale, 2004).
Şizofreninin etiyolojisini tek başına ne genetik/biyolojik yatkınlıklar ne de etiketleme kuramı tam olarak açıklayabilmiştir. Bu nedenle araştırmacılar çevresel faktörlerin etkinliğini araştırmışlardır. Uçar Altınay (2005)’in yaptığı bir araştırmaya göre düşük sosyoekonomik durum ve bilişsel yetersizlik ile şizofreni arasında bir ilişki bulunmuştur. Bu araştırmayı destekleyen bir diğer araştırma da Sağduyu ve arkadaşları (2001) tarafından yapılmıştır. Yapılan bu araştırmada katılımcıların %54,3’ü şizofreniye yaşanılan sorunların neden olduğunu belirtirken, %46’sı sosyal sorunların hastalığa neden olduğunu belirterek çevresel ve sosyal olaylara dikkat çekmişlerdir.
Sosyoekonomik sınıf ile şizofreni ilişkisiyle ilgili çalışmaların tamamına yakını şizofrenideki en yüksek oranın alt sosyoekonomik düzeydeki kişilerin yaşadığı yerlerden çıktığını göstermektedir (Hollingshead ve Redlich, 1958; Srole ve ark., 1962; akt. Davison ve Neale, 2004). Hellingshead ve Redich’in yaptığı bir araştırmaya göre en düşük sosyal sınıftaki şizofreni oranı, bu sınıfa en yakın sınıftan iki kat daha fazladır. Bu bulgular benzer toplumsal araştırmalarla desteklenmiştir (Kohn, 1968). Sosyoekonomik düzeyle ilgili bir açıklamaya göre; şizofrenler, hastalığın başlangıcındaki olumsuz olaylar sonucu en alt sosyal sınıflara sürüklenmektedirler (Oltman, Neale ve Davison, 2003).
Şizofreniye neden olan psikolojik faktörlere bakıldığında psikanalitik yaklaşımın şizofreniyi açıklayış biçimi dikkat çekmektedir. Bu yaklaşımın takipçisi olan ve düşüncelerini bu görüş üzerine kuran terapistlerin çoğu, erken çocukluk yıllarındaki anne ile olan ilişkilerin şizofreninin ortaya çıkmasında etkili olduğunu belirtmişler ve bu dönemdeki annelerin, aşırı koruyucu ve dominant davranışlarının çocuğun egosunun yeterince gelişmesinin önünde bir engel oluşturduğunu belirtmişlerdir (Oltman, Neale ve Davison, 2003). Bu şekilde ortaya çıkan zayıf egonun şizofreninin ortaya çıkmasına zemin hazırladığı düşünülmektedir (Cüceloğlu,2006; Oltman, Neale ve Davison, 2003). Goldstein (1987)’in yaptığı bir araştırma anne-baba tutumu ile karmaşık ilişki birleşiminin şizofreniye yakalanma riskini arttırdığı şeklindeki görüşü desteklemektedir (akt. Atkinson ve ark., 2006, s. 556).
Tüm bu araştırmaların sonuçlarını değerlendirecek olursak, şizofreninin ortaya çıkış nedenleri oldukça karışık nedensellik göstermektedir. Bu nedenledir ki şizofrenin ortaya çıkışını sadece bir nedene bağlamak oldukça zordur. Bu nedenle şizofreninin etiyolojisiyle ilgili araştırma yapılırken kalıtım, çevre ve psikolojik etmenler birlikte ele alınmalıdır.

Epidemiyoloji
Şizofreni, kişisel ve maddi yükümlülüğü çok olan ciddi akıl hastalıklarından biridir. Prevelans ve insidansı araştırmalara ve ülkelere göre farklı sonuçlar vermektedir. Genel olarak yaşam boyu yaygınlığı %0.5 ile %1.5 arasındadır (Robins ve Regier, 1991). 1 yılda popülasyonun %0.025’i ile %0.05’i şizofreni tedavisi görmektedir (Burchanan ve Carpenter, 2007). 1 yılda ortaya çıkan yeni şizofreni vakalarının sayısı binde 0.11 ile 0.7 arasındadır (Ceylan ve Çetin, 2005). Hastalık genel olarak 45 yaş altında başlar ve geç başlangıçlı olanlar daha az yıkıcı bir seyir izler (Kültür ve Mete, 1997; akt. Uçanay Sönmez, 2008).
Duygularını güç ifade eden şizofreni hastalarının psikopatolojik özellikler, etkilenme kaygısı, ilaçların yan etkileri, depresif yaşantı gibi sıkıntılara maruz kaldıkları görülmektedir. Bazı vakalarda süreç hipokondriyak ve bedensel belirtilerle başlayabilir. Bedensel şikayetler aşırı beden duyumu, aşırı değerlendirilmiş bedensel fikirler, bedensel sanrılar ve bedensel yakınmalardan oluşabilir. Somatizasyon, duygusal zayıflığın ve sıkıntının bir dışa vurumu olarak ortaya çıkmaktadır ve hastanın sıkıntılarını arttırarak psikiyatrik bozuklukların prognozunu ve yeti yitimini olumsuz etkilemektedir (Özen ve ark., 2009).
Şizofreni hastalarında metabolik sendroma sebep olan durumları hareket azlığı, dengesiz beslenme, aşırı sigara tüketimi, antipsikotik ilaç kullanımı ve fiziksel sağlığa gereken önemi vermeme olarak sıralayabiliriz. Şizofrenide kardiyovasküler komplikasyonlar, gün geçtikçe, ölüm nedenlerinin başında gelmekte ve buna da metabolik sendrom bileşenleri neden olmaktadır. Yapılan çalışmalar şizofrenide metabolik sendrom sıklığının büyük bir orana sahip olduğunu göstermektedir (%28.3-%61) (Kaya ve ark, 2009).
Hasta yakınlarına şizofreni olgusu tanımlanarak verildiğinde yakınlar, durumu ruh sağlığı olarak nitelendirmekte ancak şizofreni isim olarak verildiğinde yakınların %76.5’i şizofreniyi akıl hastalığı olarak nitelendirmektedir. Şizofreni etiyolojisinde sosyal sorunlar %62.9, kişilik zayıflığı %65.3, psikososyal faktörler %10 oranında sorumlu tutulmaktadır. Hasta yakınlarının neredeyse tamamı tıbbi yöntemleri ve psikiyatrları tercih etmektedir. Yakınların %72.2’si hastanın saldırgan davranışlarda bulunduğunu, %91.8’i de hastanın hayatıyla ilgili bir konuda tek başına doğru bir karar verebilecek durumda olmadığını belirtmiştir (Sağduyu ve ark., 2003). Epidemiyolojik araştırmaların öncülerinden Shirley Star’ın 1950’li yıllarda 3000’in üzerinde A.B.D. vatandaşı üzerinde yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre; halk ruhsal hastalık olgularını neredeyse belirleyememekte ve ruhsal hastalıkları tehdit edici, korku verici, mantıklı düşünmeyi engelleyen bir durum olarak değerlendirmektedir (Star, 1955).
Yapılan çoğu araştırmanın sonuçları da ruhsal hastalıkların tehlikeyle ilgili ön yargıların arttığına ve etiketlemenin bu bireylerin yaşamlarını olumsuz yönde etkilediğini göstermiştir (Link ve ark. 1997; Markowitz 1998; Pescosolido ve ark. 1999; Crisp ve ark. 2000).
Şizofrenideki pozitif ve negatif belirtilerin depresyon ile örtüştüğü ve DSM-IV-TR kriterlerine uygun olduğu görülmektedir. Örtüşen negatif belirtiler duygulanımda küntleşme, dikkat kusuru ve apatidir. Bunlar şizofreninin emosyonel bileşenleriyle ilişkilendirilebilecek belirtilerdir. Tipik olarak ortaya çıkan bu benzerlik içerik açısından farklıdır. Bu farka sebep olan durum ise olumsuz duygulanımdır. Şizofrenideki emosyonel yalıtım nevrozlardaki olumsuz duygunun ifade edilmesine engel olmaktadır (Aydemir, Danacı ve Pırıldar, 2002). Şizofren bireylerde depresif belirtilerin prevelansı %20 ile %80 arasındadır. Bu durum ortalama %25 olarak bildirilmiştir. Depresif belirtiler hastalığın prognozunu, gidişini ve sonlanışını kötü yönde etkilemektedir (Kayahan ve Veznedaroğlu, 2006).
Hastalığın şiddetini ölçen Klinik Global İzlenim Ölçeğinden alınan sonuçlara göre; ruhsal hastalık sınırında olanların kadınlardaki oranı %13.8, erkeklerdeki oranı %11.57; hafif derecede hasta olanların kadınlardaki oranı %21.53, erkeklerdeki oranı %23.15; orta derecede hasta olanların kadınlardaki oranı %29.23, erkeklerdeki oranı %31.57; ağır derecede hasta olanların kadınlardaki oranı %26.15, erkeklerdeki oranı %20 olarak bulunmuştur. Buna ek olarak, her iki cinsiyette klinik derecede anlamlı bir fark bulunamamıştır (Güz, 2000).
Paranoid tip her iki cinsiyette de en sık görülen alt tiptir ve oranı %80’dir.. Rezidüel alt tip, erkeklerde %16, kadınlarda %12’dir. Başlangıç yaşına göre değerlendirildiğinde, erken başlangıçlı şizofreni (EBŞ) grubunda %63.6 oranında paranoid alt tip, yetişkin tip şizofreni (YTŞ) grubunda %84.6 oranında paranoid alt tip saptanmıştır. Rezidüel alt tip, EBŞ’de (%27.3) YTŞ’ye oranla (%10.3) daha yüksektir; ancak arada istatistiksel anlamlılık görülmemiştir. Ayrıca EBŞ’ye, YTŞ’den 50 kat daha az rastlanmaktadır. Hastalık öncesinde erkeklerde %96, kadınlarda %80 stresli bir yaşam olayı bulunmaktadır. Ailede psikiyatrik hastalık öyküsünün olması erkeklerde %72, kadınlarda %52 oranında etkili olmuştur. Kronik fiziksel hastalık ise erkeklerde %60 etkili iken, kadınlarda %88 etkilidir. Alkol kullanımı erkeklerde %20, kadınlarda %4 ve sigara kullanımı erkeklerde %80, kadınlarda %20 olarak bulunmuştur (Amuk ve ark. 2004).
Yaşın artmasıyla birlikte şizofren kişilerde dikkat işlevinin azaldığı, fakat diğer bilişsel alanlarda belirgin bir değişiklik olmadığı söylenebilir. Bununla birlikte şizofreni hastalarında bilişsel işlevlerin normal bireylere bozuk olduğu da bir gerçektir (Alptekin ve ark., 2004).
Şizofreni tanısı almış hastaların yakınlarının da bu durumdan etkilenmemesi söz konusu değildir. Bildirilen sonuçlara göre hasta yakınlarının %88.8‘inin yaşamında değişiklik olmuştur. %31.9‘luk kesim üzüntü, korku, huzursuzluk bildirmiş, %43.7’lik kesim nispeten baş edebildiğini söylemiş, %48.7’lik orandaki kesim tıp dışında çarelere müracaat etmeyi tercih etmiştir. Yakınların %96.2’si şizofreniyle alakalı bir eğitim sürecinden geçmemiş, %65.7’si başvurdukları tıbbi kurumlardan yardım beklemiş, %40’ı da yakın ilgiye ihtiyacı olduğunu belirtmiştir. Hasta yakınlarının sağlık eğitimine en fazla ihtiyaç duyduğu konular, hastanın yasal hakları, hastalığın tekrarlaması halinde çıkacak belirtiler, şizofreni tanısı almanın toplumda oluşturduğu sorunlar ile başa çıkabilme ve sosyal destek konularıdır. Bu ihtiyaç duyma durumu, hasta yakınlarının medeni durumu, eğitim durumu, gelir düzeyi, hastaya yakınlık derecesi, bir dernek veya grup üyesi olma gibi etkenlere göre değişkenlik göstermektedir (Babacan Gümüş, 2006).
Şizofreni hastalarında intihar durumu çoğu kez erken başlangıçlı şizofrenide görülmektedir. İntihar eden hastaların %75’i evlenmemiş genç erkeklerden oluşmaktadır. %50’si ise daha önce intihar girişiminde bulunmuş kimselerdir. Ayrıca depresif belirtileri de şizofreni hastalarında intihar için bir risk unsurudur (Turla, Aydın, Gündüz ve Boz, 2007).
Şizofreni tanısı almış kişiler en yüksek sigara içme prevelansını göstermektedirler (%88). Psikiyatrik hastalarda toplam sigara içme sıklığı %79, şizofren hastalarda ise bu durum %85 olarak görülmektedir. Şizofreni, sigara içimi ve ağır içicilik durumu için risk oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, erkek şizofren bireyler bayan şizofren bireylere göre daha fazla sigara tüketmektedir. Erkek hastaların %71’i, bayan hastaların ise %42’si sigara kullanmaktadır. Şizofren hastalarda kanser sebepli ölüm oranı yüksek değilken; kardiyovasküler hastalıklar, karşılaştırmalı olarak genel popülasyondan 2 kat daha fazladır. Herran’ın araştırmasında ayakta tedavi olan şizofren hastaların %64.1’i sigara kullanmaktadır. Bu hastalarda sigara içimi ile hastalık semptomları arasındaki ilişki incelendiğinde, 88 kronik şizofren hastasının 49’unda içilen sigara sayısının bilişsel semptomların şiddetiyle ilişkili olduğu bulunmuştur. Şizofren hastalar, muhtemelen kognitif işlevleri düzeltmekten ziyade, pozitif ve negatif belirtileri iyileştirmek için sigara içmektedir, yani kendi kendini tedavi etmektedir. Ağır içici gruptaki hastaların %93,3’ünün paranoid tip şizofreni tanısı aldıkları, normal içici gruptakilerin %60’ının ve sigara içmeyen gruptaki hastaların %40’ının paranoid tip şizofren oldukları belirlenmiştir (Demir, Ceylen, Önal ve Özgün, 2002).
Şizofreni hastalarının %87.9’unda kentsel yerleşim öyküsü bulunmaktadır. Hastaların %54.5’inin tedaviye isteyerek geldiği, %45.5’inin ise yakınları tarafından getirildiği bildirilmiştir. Hastalar şizofreninin alt tiplerine göre ayrılırlarsa, %78.8’i paranoid tip, %19.7’si ayrışmamış tip, %1.5’i ise rezidüel tip şizofreni olarak belirlenmiştir (Dankı, Dilbaz, Okay ve Telci, 2007).

Hastalığın Seyri
Şizofreninin tanı sistemlerinde kullanılan kriterler tutarlılık göstermektedir. Ancak hastalığın gidişi, şizofreni tanılı hastalar arasında farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklar hastalığın ortaya çıkışını takip eden 5 yıl boyunca belirgin bir şekilde görülmektedir. Daha sonra hastanın durumu sabit bir hal almaktadır. Hastanın bu döneme olabildiğince az bilişsel yeti yitimi ve olabildiğince yüksek tedavi uyumuyla ulaşması hastalığın prognozu için büyük önem taşımaktadır (Üçok, 2008). Şizofreninin gidişinde relaps ve remisyon dönemleri görülür. Relaps döneminde belirtiler şiddetlenirken, remisyon döneminde hafifler (Yılmaz, 2010).
Şizofreninin alt tipleri prognoz açısından farklılık göstermektedir. Alt tipler prognoz açısından değerlendirildiğinde, en iyi prognozun Paranoid Tip’te, en kötü prognozun ise Dezorganize Tip’te olduğu görülmektedir (Uçanay Sönmez, 2008).
Kalıcı özellik gösteren ve eksiklik semptomları da denilen negatif semptomların çoğunlukta olması prognozun kötü olacağına işaret etmektedir (Uçanay Sönmez, 2008). Ayrıca hastalığın erken yaşta başlamış olması, ailede bir şizofreni öyküsünün bulunması, duygusal semptomların bulunmaması, sosyal desteğin zayıf olması, hastanın bekar olması, saldırgan davranışlar göstermesi, hastalığın gizli başlamış olması, premorbid işlevselliğin zayıf olması, hastalığın fazla nüksetmesi ve ilk epizoddaki tedaviye kötü cevap verilmiş olması da hastalığın seyrinin kötü olacağını yordamaktadır (Yılmaz, 2010).
Hastalığın prognozunun iyi olacağını belirleyen nitelikler arasında kadın olma, hastalığın geç başlamış olması, aniden başlamış olması, pozitif belirtilerin çoğunlukta olması, hastanın evli olması, duygusal semptomların varlığı, ailede nevrotik bozukluk öyküsünün bulunması, premorbid işlevselliğin iyi olması, sosyal desteğin güçlü olması, hastalığın seyrek nüksetmesi ve ilk epizoddaki tedaviye iyi cevap verilmiş olması sayılabilir (Yılmaz, 2010).

Eşlik Eden Hastalıklar
Bu bölümde şizofreniye eşlik eden diğer psikiyatrik hastalıklar ele alınacaktır. Şizofreni ile eşzamanlı görülen hastalıkları ifade etmede en sık kullanılan terim olan ek tanı, genellikle örtüşen etiyoloji ve eşzamanlı ortaya çıkışı ifade etmektedir (Tiryaki, Özkorumak ve Ak, 2007).
Toplumdan rastgele seçilenlerin oluşturduğu bir örneklemle yapılan araştırmaya göre, şizofreni hastalarının %85’inde bir ya da birden fazla şizofreniye eşlik eden psikiyatrik bozukluk bulunmuştur (Bland, Newman ve Orn, 1987; akt. Tiryaki, Özkorumak ve Ak, 2007).
Aryle’ye (1990) göre şizofreni tanısı alan hastaların %35’i düzenli olarak panik atak geçirmektedir. Aynı araştırma da; hastaların %20’sinde sosyal fobiye rastlanmıştır. Diğer taraftan Bayle ve arkadaşları şizofrenide panik atak sıklığını %47,5 olarak belirtmiştir (akt. Alpay ve Karşıdağ, 2006). Yapılan başka bir araştırmaya göre ise %60 oranında şizofreniye anksiyete ve duygudurum bozukluklarının eşlik ettiği görülmektedir (Braga, Mendlowicz ve Marrocos, 2005; Tibbo, Swainson, Chue ve LeMelledo, 2003; akt. Tiryaki, Özkorumak ve Ak, 2007). Komorbidite ile ilgili yapılan diğer çalışmalar sonucunda ise şizofrenilerde obsesif kompulsif ya da obsesif kompulsif bozukluk görülme olasılığın %3,8-59,2 arasında olduğu görülmüştür (Poyurovsky ve Koran, 2005; akt. Bahçe ve ark., 2008). Alpay ve Karşıdağ’ın (2006) araştırmasına göre şizofreni sosyal anksiyete komorbiditesinin %13-39 arasında olduğu belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi şizofreni gerek kendisine eşlik eden diğer psikiyatrik hastalıklar gerekse araştırmaların sonuçlarının tam olarak tutarlılık göstermemesi sebebiyle oldukça karışık bir hastalıktır.


Değerlendirme
Şizofreni tanı konulması oldukça zor bir bozukluktur. Bunun sonucu olarak tanı koymayı kolaylaştırmak için çeşitli ölçekler geliştirilmiştir ve güvenilirliği test edilmiştir. Bu ölçeklerden her biri farklı semptomları belirleyebilecek şekilde düzenlemiştir. Bu ölçekler aşağıda kısaca açıklanmıştır.
Kısa Psikiyatrik Değerlendirme Ölçeği (BPRS): Overall ve Gorham’ın geliştirdiği, yedili likert tipi ölçüm sağlayan, 18 maddeden oluşan bu ölçek görüşmeci tarafından değerlendirilir. Başta şizofreni olmak üzere tüm psikotik bozuklukların ve psikotik özellikler gösteren depresyonun değerlendirilmesinde kullanılır. Psikotik ve bazı depresif belirtilerin şiddetini ve değişimini ölçen bu ölçeğin asıl amacı farmakolojik tedavi sürerken oluşan değişikliği ölçmektir. Türkçe geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları yapılmamıştır (Aydemir ve Köroğlu, 2009, s. 43-44).
Pozitif Semptomları Değerlendirme Ölçeği (SAPS): Andreasen tarafından geliştirilen, Şahap Erkoç, Oğuz Arkonaç, Cem Ataklı ve Erdoğan Özmen tarafından Türkçe’ye uyarlanan ölçeğin Türkçe geçerlilik çalışması yapılmamıştır. Şizofreninin pozitif semptomlarının düzeyini, dağılımını ve değişimini ölçmek amacıyla kullanılır. Görüşmeci tarafından değerlendirilir. Altılı likert tipi ölçüm sağlayan bu ölçek 4 alt ölçekten oluşur. Bu alt ölçekler şunlardır:
1. Varsanılar
2. Hezeyanlar
3. Garip Davranışlar
4. Formal Düşünce Bozukluğu
Ölçek toplam 34 maddeden oluşmaktadır (Aydemir ve Köroğlu, 2009, s. 46-47).
Negatif Semptomları Değerlendirme Ölçeği (SANS): Andreasen’in geliştirdiği bu ölçeğin Türkçe’ye uyarlama çalışmaları Şahap Erkoç, Oğuz Arkonaç, Cem Ataklı ve Erdoğan Özmen tarafından yapılmıştır. Türkçe geçerlilik çalışmalarında yüksek korelasyonlar bulunurken, Türkçe geçerlilik çalışması henüz yapılmamıştır. Şizofreninin negatif semptomlarının düzeyini, dağılımını ve değişimini ölçmek amacıyla kullanılan bu ölçek görüşmeci tarafından değerlendirilir. Altılı likert tipi ölçüm sağlar. 5 alt ölçekten oluşur. Bu ölçekler şunlardır:
1. Affektif Küntleşme
2. Aloji
3. Anhedoni
4. Apati
5. Dikkat Eksikliği
Ölçek toplam 25 maddeden oluşmaktadır (Aydemir ve Köroğlu, 2009, s. 71-72).
Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçeği: Şizofreni hastalarının veya diğer bir psikotik bozukluğa sahip hastaların, son 1 hafta göz önüne alınarak, belirti ve işlevselliklerini değerlendirme amacıyla kullanılır (Ulaş ve ark., 2007). Görüşmeci tarafından değerlendirilir. 7 tanesi pozitif, 7 tanesi negatif belirtileri ve 16 tanesi genel psikopatoloji belirtilerini içeren toplam 30 maddeden oluşmaktadır. Türkçe geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları Kostakoğlu, Batur, Tiryaki ve Göğüş (1999) tarafından yapılmıştır (Aydemir ve Köroğlu, 2009, s. 88-91).
Calgary Şizofrenide Depresyon Ölçeği (ADÖ): Şizofreni ve diğer bir psikotik bozukluğu olan hastalara uygulanan ölçek bu hastalardaki depresyonu değerlendirmek, depresif belirtilerin şiddetinin değişimini ve düzeyini ölçmek amacıyla kullanılır. Görüşmeci tarafından değerlendirilir. Dörtlü likert tipi ölçüm sağlayan toplam 9 maddeden oluşmaktadır. Türkçe geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları Aydemir, Esen Danacı, Deveci ve İçelli (2000) tarafından yapılmıştır (Aydemir ve Köroğlu, 2009, s. 93-96).
Şizofrenide Eksiklik Sendromu Çizelgesi: Şizofreni hastalarında eksiklik sendromu olan ve olmayan grupları belirlemek amacıyla kullanılır. Görüşmeci tarafından değerlendirilir. Beşli likert tipi ölçüm sağlayan bu ölçek 4 temel ölçütten oluşur. Birinci ölçütte bulunan belirtiler şunlardır:
1. Kısıtlı Duygulanım
2. Duygusal Erimde Azalma
3. Konuşma Yoksulluğu
4. İlgi Yoksunluğu
5. Amaç Duyusunda Azalma
6. Sosyal Dürtüde Azalma
İkinci ölçütte, birinci ölçütte bulunan belirtilerin son 12 ayda görülme sıklığı ve üçüncü ölçütte, bu belirtilerin birincil olup olmadığı değerlendirilmektedir. Dördüncü ölçütte ise bütüncül puanlama ve sınıflandırma yapılmaktadır. Ölçeğin Türkçe geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları Çıtak, Oral, Aker ve Şenocak (2006) tarafından yapılmıştır (Aydemir ve Köroğlu, 2009, s. 100-101 ).
Ekstrapiramidal Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (EBDÖ): Nöroleptik kullanan psikiyatrik hastalarda ekstrapiramidal yan etkileri ölçmek ve değerlendirmek amacıyla kullanılır. Görüşmeci tarafından değerlendirilir. Dörtlü likert tipi ölçüm sağlayan 4 bölüm ve toplam 22 sorudan oluşmaktadır. Ölçeğin Türkçe geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları yapılmamıştır (Aydemir ve Köroğlu, 2009, s. 103).

Tedavi
Şizofreni tedavisi için standart bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır ve önerilen en iyi metot hastaya biyopsikososyal tedavi süreçlerle yaklaşmaktır (Köroğlu ve Güleç, 2007, s. 197). Öztürk ve Uluşahin (2008) şizofreninin tedavisiyle ilgili temel ilkeleri özetle şöyle sıralamışlardır:
1) Şizofreni tedavisinde temel amaç sadece belirtilerin yatıştırılması değil, hastalığın işlevselliği bozucu etkilerini olabildiğince önlemek ve kişinin toplumsal uyum sağlamasına yardımcı olmaktır.
2) Basit ve tek bir yolu olan bir tedavi yoktur, her şizofreni hastasının farklı özellikler sergilediği ve çok yanlı bir tedavi yöntemi olduğu bilinmelidir.
3) Tedavi süreciyle ilgilenen hekimin/terapistin hastaya olan davranışları güven verici, açık olmalı ve hastanın kişilik yapısına karşı saygılı tavır ve davranışlarda bulunması önemlidir.
4) Hekimin/terapistin iyimser, sabırlı ve umutlu olması gerekir.
5) Hastaya ve ailesine şizofreninin ciddi boyutları ve nasıl davranılması gerektiği anlatılmalıdır.
6) Regresyon (ağır gerileme), taşkınlık ve katatoni, panik belirtileri, kendine ve çevreye zarar verme, aile yapısının bozuk olması ve hastanın ayaktan tedaviye açık olmaması gibi durumlar hastaneye yatırma gerekçesi olabilir.
7) Akut dönem yatıştıktan sonra tedavi sona erdirilmemelidir.
8) Şizofreni hastasının güven, saygı ve bağlılık problemi olabileceğinden hekim dolaştırılması çok tehlikelidir (s. 296- 297).
9)
Farmakolojik tedavi şizofreni tedavisi için son derece önemlidir. Buna ek olarak elektro konvulsif terapi (EKT) ve psikolojik terapi de düzelmeye yardımcı olması açısından sıkça kullanılmaktadır.
Burada şizofreni tedavisinde yardımcı olabilecek psikolojik tedavi yaklaşımları kısaca özetlenecektir.

Psikolojik Tedaviler
Farmakoterapi şizofreni tedavisi için zorunlu olsa da, psikososyal terapilerin düzelmeyi hızlandırdığı bilinmektedir (Kaplan ve Sadock, 2004). Öztürk ve Uluşahin (2008) şizofreni tedavisinin sadece somatik tedavi yöntemleriyle mümkün olmadığını vurgulayarak psikososyal müdahalenin önemine şu maddelerle dikkat çekmiştir:
• İlaçlar son 60 yıldır tedavi sürecinde kesin bir iyileşme sağlayamamışlardır.
• İlaçlar, şizofreninin negatif belirtileri üzerinde etkili olamayıp, bunların direncini artırıcı şekilde etki göstermişledir.
• İlaçların rahatsız edici ve kalıcı olabilen yan etkilerinden dolayı hasta ilaç kullanmak istememektedir.
• Her ne kadar düzenli ilaç kullanılsa da nüksetme olasılığı yüksektir.
• Hastane dışında tutulan hastalar toplum içinde daha zor durumlarla karşı karşıya kalabilmektedir.
• Şizofrenisi olan kişinin kendi benliğine ve çevresine olan güveni tekrar kazandırılmalıdır.
• Farmakoterapi yanında psikoterapinin verilmesi hastayı ve ailesini stres etmenleriyle başa çıkma potansiyelini artırıcı bir yöntemdir.
Şizofrenide psikoterapinin önemi tartışılamaz derecede büyüktür. Bir şizofreni hastası için, insan ilişkileri, aldatmalar, entrikalar, özerkliğin yitirilmesi gibi endişelerle doludur. Bu yüzden insan ilişkilerinden uzak, içine kapanık bir yapıya bürünür. İlişki kurmak istese bile korkuları yüzünden bu güçleşir (s. 306- 307, 309).
Hastanın terapist ilişkisi tedaviye olumlu yanıt vermede oldukça önemi bir etkendir. Terapist ve hasta arasında güvenli bir ilişki kurmak güçtür. Hasta umutsuz ve yalnız olmasına rağmen, etrafındaki kişilere karşı şüpheci, düşmanca bir hal aldığından dolayı yardım almayı reddedebilir. Onun için oldukça samimi ve doğrucu bir yaklaşım kurmak terapist açısından çok önemlidir. Terapist bir arkadaş gibi günlük aktivitelerde bulunabilir, hediye alıp verebilir, onunla spor yapabilir, dertleşebilir. Buradaki asıl amaç, hastaya terapistin gerçekten ne kadar güvenilebilir biri olduğu, hastayı anlamak ve ona yardımcı olmak için çaba sarf ettiğini göstermektir (Kaplan ve Sadock, 2004).


Psikodinamik terapi
Şizofreninin tedavisinde Freud’un fazla katkısı yoktur. Şizofreni tedavisinde psikanalitik psikoterapi yöntemlerini kullanan ilk Psikiyatrist Harry Stack Sullvian’dır ve ona göre şizofreni, “erken çocukluk dönemindeki iletişime bir dönüş”ü ifade etmektedir. Sullvian ve onun yöntemini benimseyen çoğu psikoterapist bu tedavi yönteminin başarılı olduğunu ifade etseler de boylamsal analizler bunu desteklememektedir. Üstelik bahsi geçen yöntem ile tedavi edilen hastaların durumunun pek ağır olmadığı ve bu hastaların DSM-IV ölçütlerine göre şizofreni tanısı bile alamayacakları anlaşılmıştır (Davison & Neale, 2004).

Bilişsel- Davranışçı terapi
Bu tedavi,
a) Hastayla işbirliği kurulması,
b) Hastaya şizofreninin ne olduğunun anlatılması ve uygun seçenekler üzerinde konuşulması,
c) Negatif ve pozitif belirtiler üzerinde hastanın iç görüsünü artırmak,
d) İlaçların düzenli kullanılmasını sağlamak için tıbbi modelin dışında öneriler sunmak maddelerini içermektedir (Öztürk ve Uluşahin, 2008, s. 310- 311).
Davranışçı terapi hastanın sosyal becerilerini geliştirmek, kişilerarası iletişimi güçlendirmek, yetenek ve kayıpları telafi etmek odaklı izlenen bir tedavi yaklaşımıdır. Token ekonomisi ve davranış becerileri eğitimi ile hastanın çevresine gösterdiği uygunsuz davranışlar azaltılabilir (Kaplan ve Sadock, 2004, s. 137).

Aile Terapisi
Kişide meydana gelen anormallikleri en çok aile fark etmektedir. Bu yüzden psikoterapik tedavi sadece hasta odaklı olmayıp aile de göz önünde bulundurulmak zorundadır. Özellikle ilaçla tedavi sırasında en güvenilir bilgi aileden alınmaktadır. Özellikle taburcu olan şizofreni hastalarının aileleriyle birlikte yaşamlarına devam etmeleri, hekimin hasta ve ailesiyle beraber terapi sürecini yürütmesini zorunlu kılmaktadır. Çünkü psikososyal açıdan eğitimli bir aile hastanın işlevselliğini yeniden kazanma sürecini hızlandıracaktır. Ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta, hekimin hasta hakkında konuşurken hastanın da yanlarında olması, hastanın hekime ve ailesine olan güvenini artıracaktır. Hastanın ailesi zaman zaman içinden çıkamayacakları sorunlarla baş edemeyebilirler. Bu yüzden hekim aileyi, benzer durumlarla karşılaşan şizofreni hastalarının ailelerin kurduğu dernek ve gruplarla tanıştırması, ailenin yalnızlık ve çaresizlik duygularını azaltacaktır (Kaplan ve Sadock, 2004; Öztürk ve Uluşahin, 2008).

Grup Terapisi
Grup terapileri hastanın diğer şizofreni hastalarıyla beraber geçireceği seansları kapsar. Terapi süreci boyunca kişi sosyal olarak daha aktif haldedir. Hastanın iç görü kazanmasında önemli bir faktör olan grup terapisi şizofreni hastaları için yorumlayıcı olmaktan çok destekleyici tarzda yürütülmelidir (Kaplan ve Sadock, 2004).

Tartışma
Elde edilen veriler şizofreninin kompleks ve dirençli yapıda bir bozukluk olduğunu göstermektedir. Yaşam boyu prevelans değerleri, intihar yaygınlığı ve tedavi sürecinde yaşanan zorluklar ve buna benzer olumsuz süreçler göz önünde bulundurulduğunda şizofreninin incelenmesi gereken ve hakkında daha fazla bilginin gün ışığına çıkarılması gerektiği söylenebilir. Şizofreni hakkında bilimsel bir bilgiye sahip olmayan bireyler bu bozukluğu olduğundan daha tehlikeli, yıkıcı, hafif veya sıradan olarak algılayabilir, aslında şizofreni vakası olmayan kişileri şizofren diye etiketleyerek nitelendirebilir. Bu nedenle toplumun diğer psikolojik bozukluklar gibi şizofreni bozukluğu ile ilgili de geniş çaplı bir bilgiye sahip olması çeşitli yollardan sağlanmalıdır. Bununla birlikte toplumda bu bozukluğa sahip fakat farkında olmayan bireyler de bu konuda bilgi sahibi olduklarında rahatsızlıklarının farkına daha erken varmış olurlar. Tedavi sürecine baktığımızda da hastaların rahatsızlıklarını kabul etmeleri remisyona büyük bir katkı sağlamaktadır. Hastalığın diğer psikolojik bozukluklardan ve adlandırılamayan bozukluklardan ayırt edilmesi önemlidir. Şizofreniyle benzer semptomlara ve gidişata sahip birçok bozukluğun olması psikolog ve psikiyatristlerin de özenle dikkate almaları ve üzerinde kapsamlı olarak düşünmeleri gereken bir konudur. Bu nedenle hem bireyin, hem toplumun hem de terapistin bu konuda bilgili olması ve hata yapmaktan kaçınması önemlidir.
Bozukluğun tedavisinde antipsikotik ilaçların zorunlu olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu ilaçlar hastada kısmi olumsuz belirtilere yol açmaktadır bu nedenle ve tedavi programını hızlandırması ve programa katkıda bulunması amacıyla tek başına ilaç tedavisi kullanılması uygun görülmemektedir. İlaç tedavisinin yanı sıra kullanılan tedavi yöntemlerinden olan bilişsel-davranışçı tedavi hastaların da tedaviye katılmasını, içgörü kazanmasını ve ilaç kullanımı konusunda daha rahat ikna edilebilmesi açısından olumlu olarak eleştirilmektedir. Aile ve grup terapileri ise hastanın ve ailesinin daha fazla sosyalleşmesini sağlayarak sosyal bir destek kazanmalarına yardımcı olmaktadır. Etiyolojisine baktığımızda hastalığın oluşumunda kalıtımsal faktörlerin mi çevresel faktörlerin mi daha fazla etkili olduğu yönünde araştırmaların hayli fazla olduğunu görmekteyiz. Fakat yapılan neredeyse tüm araştırmalarda görülmektedir ki bireyin aile geçmişindeki şizofreni hikayesi kendisini de teğet geçmemektedir. Bu oran ebeveynlerin her ikisi de bu tanıya sahip olduğunda fazlasıyla artmaktadır. Tek yumurta ikizlerinde ve çift yumurta ikizlerinde ise sonuç tek yumurta ikizleri açısından daha olumsuz olarak gözlenmektedir. Çevresel faktörlerin ise kalıtım kadar olmasa bile şizofreninin sonradan oluşumu üzerinde etkili olabildiği araştırma sonuçlarına göre saptanmıştır. Fakat araştırmalar hızla sürerken hangi faktörün daha etkili olduğu konusunda yeni araştırma sonuçları bu dengeyi değiştirebilmekte ve kalıtımsal veya çevresel faktörlerin analizinde çok farklı yollar katedilebilmektedir. Her açıdan şiddetli bir bozukluk olarak sayılabilecek şizofreninin prevelans değerlerinin büyümesi de hastalığın tedavisinde bir an önce ilerlemeler kaydedilmesi gerektiğine dair sinyaller vermektedir. Çünkü diğer birçok psikolojik bozukluklardan farklı olarak şizofreni beraberinde saldırganlık, zarar verme ve özkıyım davranışlarını getirebilmektedir. Hakkında daha fazla bilgi sağlanması amacıyla yapılan araştırmalar ışığında şizofreni hakkında her geçen gün yeni yaklaşımlar ve yeni bilgiler ortaya sunulmaktadır. Bunlardan uygulamalarda ve sınıflandırmada en etkili ve geçerli olanı Crow’un yaklaşımı olarak kabul edilebilir. Crow (1980) şizofrenideki patolojiyi Tip I ve Tip II olmak üzere ikiye ayırmıştır. Tip I'de delüzyon, halüsinasyon ve formel düşünce bozukluklarını gibi pozitif semptomlar bulunmaktadır ve tüm bunlar dopaminerjik sistemdeki bozukluklarla ilgilidir. Tip II'de ise dil yoksullaşması, duygulanımda küntlük ve sosyal içe çekilme gibi negatif semptomlar bulunmakta ve bunlar beyindeki yapısal hasarlarla ilgilidir. Bu iki pozitif ve negatif belirtiler kümesinin şizofreniyi tanımlamadaki yeterlilik dereceleri ve bu grupların ayrımı tartışılmaktadır. Ancak uygulamaya gelindiğinde, pozitif ve negatif semptomlar ayrımının hala geçerliğini sürdürmekte olduğu görülmektedir (Karakaş ve Aydın, 1999).



Kaynaklar

Alpay, N. ve Karşıdağ, Ç. (2006). Şizofrenide anksiyete bozuklukları komorbiditesi. Düşünen
Adam, 19(2),77-82.

Alptekin, K., Kıvırcık Akdede, B. B., Kitiş, A., Akvardar, Y., Ulaş, H. ve Orhan, Z. (2004).
Şizofreni ve yaşlanma: Şizofrenide klinik belirtilerin ve bilişsel işlevlerin yaşla
ilişkisi. Türk Psikiyatri Dergisi,15(2), 91-97.

Amerikan Psikiyatri Birliği: Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması
Elkitabı, Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskı (DSM-IV-TR), Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC, 2000’den çeviren Köroğlu E,Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2001.

Amuk, T., Varma, G. ve Kalkan Oğuzhanoğlu, N. ve Ateşci, F. (2004). Şizofrenide cinsiyet
ve başlangıç yaşının sosyodemografik ve klinik özelliklerle ilişkisi. Anadolu
Psikiyatri Dergisi, 5, 101-106.

Atkinson, R. L., Atkinson, R. C., Smith, E. E., Bem, D. J. ve Hoeksema, S. N. (2006).
Psikolojiye giriş (12. Baskı). (Y. Alogon, Çev.). Ankara: Arkadaş Yayınları.

Aydemir, Ö. ve Köroğlu, E. (Ed.), (2009). Psikiyatride Kullanılan Klinik Ölçekler (4. Baskı).
Ankara: Hekimler Yayın Birliği.


Babacan Gümüş, A. (2006). Şizofreni hastalarının ve yakınlarının sağlık eğitimi
gereksinimleri. Anadolu Psikiyatri Dergisi,7, 33-42.

Bahçe, Z., Böke, Ö., Şahin, A. R., Arık, A. C., Güz, H. ve Sarısoy, G., Baykal, S. (2008).
Obsesif kompulsif bozukluğun eşlik ettiği şizofreni hastalarında yaşam kalitesi ve işlevsellik. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 9, 117-124.

Belli, H., Özçetin, A., Ertem. Ü., Alpay E., Bahçebaşı, T., Kıran, U.K., Baykız, A.F., Bayık Y. (2007). Şizofreni Hastalarında Bazı Sosyodemografik Özellikler ve Tedavi ile İlişkili Etkenler. Anadolu Psikiyatri Dergisi; 8, 102–112.

Cüceloğlu, D. (2006). İnsan ve davranışı: psikolojinin temel kavramları. Ankara: Remzi
Kitabevi.(Orijinal çalışma basım tarihi 1991).

Dankı, D., Dilbaz, N., Okay, İ. T. ve Telci, Ş. (2007). Şizofreni tanısı olan hastalarda
içgörünün aile öyküsü, pozitif ve negatif belirtilerle ilişkisi. Türk Psikiyatri
Dergisi,18(2),129-136.

Davison, G. C. ve Neale, J. M. (2004). Anormal psikolojisi (7.baskı). (İ.Dağ, Çev.). Ankara:
Türk Psikologlar Derneği Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1943).

Demir, Ç., Ceylan, M. E., Önal, O. ve Özgün, F. (2002). Şizofrenili hastalarda sigara içiminin
Antipsikotik tedavi etkinliği ve ilaç yan etkileri üzerine etkisi. Klinik Psikofarmokoloji
Bülteni, 12, 69-77.


Eliüşük, A. (2008). Şizofrenili Hastası Olan Ailelerin Algılanan Sosyal Destek ve Umutsuzluk Düzeylerinin Çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Fenton W.S., McGlashan, T.H., Victor, B.J., Blyler, C.R.. (1997) Symptoms, Subtype and Suicidality in Patients With Schizophrenia Spectrum Disorders. Am J Psychiatry. 154: 199–204.

Geçtan, E. (1982). Çağdaş Yaşam ve Normal Dışı Davranışlar (1. basım). Ankara: Maya Yayınları.

Güz, H. (200). Şizofrenide cinsiyetin klinik belirtilere etkisi. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 1(3),
143-147.

Kaplan, H. I., Sadock, B.J. (2004). Klinik Psikiyatri (1.basım). (E. Abay, Çev. Ed.). İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri.

Köroğlu, E., Güleç, C. (Ed.). (2007). Psikiyatri Temel Kitabı (2. Basım). Ankara: HYB Basım Yayın.

Oltmanns, T. F., Neale, J. M. ve Davison, G. C. (2003). Anormal davranışlar psikolojisinde
vak’a çalışmaları (4. baskı). (İ. Dağ, Çev.). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. (Orijinal çalışma basım tarihi 1943).


Öztürk, M. O., Uluşahin, A. (2008). Ruh Sağlığı ve Bozuklukları (1.cilt). (11. basım). Ankara: Nobel Tıp Kitabevleri.

Sağduyu, A., Aker, T., Özmen, E., Ögel, K. ve Tamar, D. (2001). Halkın şizofreniye bakışı ve
yaklaşımı üzerine bir epidemiyolojik araştırma. Türk Psikiyatri Dergisi, 12(2), 99-110.

Sağduyu, A., Aker, T., Özmen, E., Uğuz, Ş., Ögel, K., Tamar, D. (2003). Şizofrenisi olan
hastaların yakınlarının şizofreniye yönelik tutumları. Türk Psikiyatri Dergisi, 14(3), 203-212.

Tiryaki, A., Özkorumak, E. ve Ak, İ. (2007). Şizofreni tanısı almış poliklinik hastalarında
psikiyatrik eş tanılar. Klinik Psikofarmakolojik Bülteni, 17, 174-180.

Turla, A., Aydın, B., Gündüz, M. ve Boz, H. (2007). Şizofreni hastalarında intihar: Bir olgu
sunumu. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 8, 74-78.

Uçar Altınay, C. (2005). Şizofren Hastalarda Alkol Madde Kullanım Bozukluğu
Komorbiditesi ve Komorbiditenin Hastalık Gidişine Etkileri. Uzmanlık tezi. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1.Psikiyatri Birimi. İstanbul.

Uçanay Sönmez, E. (2008). Şizofreni Hastalarında Dönerkapı Fenomeni Değişkenlerinin İncelenmesi. Uzmanlık tezi. T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi.

Ulaş, H.,Alptekin, K., Özbay, D., Akdede, B. B., Çakır, E., Tümüklü, M., ve diğer. (2007).
Düşünce ve dil ölçeğinin Türkçe formunun geçerlilik ve güvenilirlik çalışması. Klinik
Psikiyatri,10, 77-85.

Üçok, A. (2008). Şizofreninin erken döneminde klinik özellikler ve tedavi ilkeleri. Klinik
Psikiyatri, 11, 3-8.

Yıldız, M. (1999). Şizofreni (1. baskı). Ankara: HYB yayıncılık.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Şizofreninin Tanı ve Tedavisi" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Fahri ŞAHİN'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Fahri ŞAHİN'in izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Uzm.Psk.Fahri ŞAHİN
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Uzman Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi7 kez tavsiye edildi
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Fahri ŞAHİN'in Makaleleri
► Şizofreninin Erken Uyarı İşaretleri ÇOK OKUNUYOR Psk.Hayrunnisa ŞENKAYA
► Frengi: Tanı, Teşhis, Tedavi Dr.Psk.Dnş.Ayavar Cem KEÇE
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,978 uzman makalesi arasında 'Şizofreninin Tanı ve Tedavisi' başlığıyla benzeşen toplam 70 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


11:00
Top