2007'den Bugüne 92,313 Tavsiye, 28,222 Uzman ve 19,980 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Sosyal Fobi Düzeyinin Algılanan Kontrol Üzerindeki Yordayıcı Etkisi
MAKALE #21854 © Yazan Psk.Dnş.Tuğçe SOYLU | Yayın Ekim 2020 | 1,802 Okuyucu
BÖLÜM I
GİRİŞ
Literatür incelendiğinde, farklı araştırmacılar tarafında, birçok kontrol tanımı yapıldığı görülmektedir. Örneğin Weisz (1986), kontrolü, niyetlerimizin ortaya konması olarak tanımlamıştır. Roodin (1986), kontrolü, bireyin başarılı olmaya, kişisel yeterliliğe inanmaya, istenen sonuçları elde etmeye ve karar vermeye ilişkin güçlü bir beklentisi olarak tanımlamaktadır. Stes’e (1995) göre kontrol, bireyin bir diğer kişinin davranışlarını amaçlı olarak düzenlemesidir. Thompson (1981), kontrole bilişsel açıdan yaklaşmıştır, kontrol kavramını, insanların çevrelerine yönelik etkili bir farkındalık geliştirmelerini sağlayan ve bilişsel stratejileri de içeren inançlar olarak tanımlamıştır. Skinner ve Connell’a (1986) göre kontrol, bireylerin yaşamlarında önemli sonuçları ortaya çıkaran faktörlerin neler olduğuna ilişkin genelleştirilmiş inançlarıdır (akt. Eryılmaz, Ercan; 2011). Kontrole sosyolojik açıdan yaklaşan Katovich (1996) kontrolü, bir aktörün kişi, grup ya da obje üzerindeki etkisi olarak tanımlamaktadır.
Yukarıdaki tanımlamalara ve kontrolün işlevlerine bakıldığında, kontrolün önemli bir psikolojik yapı olduğu görülmektedir. Psikoloji literatüründe bu yapı, öğrenilmiş çaresizlik (Peterson, Maier ve Seligman, 1993), denetim odağı (Lefcourt, 1982), yükleme kuramı (Weiner, 1985) ve öz yeterlilik (Bandura, 1981; 1986) kuramları çerçevesinde ele alınmıştır. Skinner (1995), bu kuramları, algılanan kontrol kuramları bağlamında değerlendirmiştir, kuramların farklı ve ortak noktalarına odaklanarak kendi kuramsal tanımlamasını yapmıştır. Yaptığı kuramsal tanımlamasında kontrolü, “algılanan kontrol” olarak ele almıştır.
Skinner’e (1996) göre, algılanan kontrol, bireyin amaçlı olarak istenen sonuçları ortaya koymasına ve istenmeyen sonuçları önlemesine dayanmaktadır. Bireyler, istenen sonuçları gerçekleştireceklerine inandıkları zaman, onların kişisel kontrole, algılanan kontrole ya da kontrol duygusuna sahip oldukları söylenebilir (Skinner ve Connell, 1986). Ayrıca bu inançlar, başarı beklentisi ya da sonuç yordayıcısı olarak da adlandırılmaktadır (Skinner, 1996). Skinner’in (1995, 1996) algılanan kontrol kuramında, kontrolün amacı, aracı ve uygulanması gibi üç önemli boyut bulunmaktadır. Bu bağlamda kontrolde amaç, istenen sonuçları gerçekleştirme ve istenmeyen sonuçlardan kaçınmadır. Kontrolün aracı, kontrolün hangi yollarla gerçekleştirildiğini ifade eder. Kontrolün uygulanması ise, bireylerin ya da grupların kontrolü kullanmasıdır (Skinner, Chapman ve Baltes, 1988).
Tüm bu kontrol ve algılanan kontrol tanımlamalarına baktığımızda, algılanan kontrol düzeyinin, herhangi bir davranışı gerçekleştirmenin kendi kontrolünde olup olmadığı yönünde bireylerin yetenekleri ve imkanlarıyla ilgili algılamalarını ifade ettiğini görürüz.
Cüceloğlu (1998), “kişilerin davranış özelliklerini açıklayabilmek için, onların içinde yetiştiği aile ortamını, nasıl bir çevre içinde hangi etkilerin altında büyüdüklerini bilmek isteriz. Bu isteğimizin altında bireyin bugünkü davranışıyla içinde yetiştiği ortamın özellikleri arasında bir ilişki olduğu düşüncesi yatmaktadır.” (s., 331) demektedir. Her ana–baba bilerek ya da bilmeyerek, çocuklarına karşı değişik tutum alabilmektedir. Örneğin, ailede kimi çocuklar, daha çok sevilirken, kimilerine baskı yapılmakta; kimileri de istenmedik çocuk olarak kabul edilmektedir ya da daha çok hoşgörü gösterilmektedir. Bütün bu tutumlar, çocuğun hem kişiliğinin, hem de sosyal gelişiminin değişik biçimler kazanmasına neden olmaktadır (Yavuzer, 1979; akt. Erkan ve ark., 2002).
Araştırmalar, sosyal kaygılı bireylerin ebeveynlerini, aşırı koruyucu, ilgi bakımından eksik, reddedici, utanma taktiklerini daha çok kullanan kişiler olarak algılama eğiliminde olduklarını göstermektedir. Eastburg ve Johnson (1990; akt. Hudson ve Rapee, 2000), yüksek okula devam eden utangaç kız öğrencilerin, annelerini daha az kabul eden, daha çok kontrol edici olarak sınıflandırma eğiliminde olduklarını belirtmişlerdir. Sosyal kaygısı yüksek olan kız öğrenciler, sosyal kaygısı düşük olan kız öğrencilerle kıyaslandığında, babalarını daha çok reddedici, daha çok ihmal edici ve daha çok otoriter, disiplin kullanan kişiler olduğu; annelerinin de daha çok ihmal edici ve aşırı koruyucu olduğu bilgisini vermişlerdir (Erkan, 2002). Arrindell, Kwee, Methorst, Van Der Ende, Pol ve Moritz (1989) ise sosyal fobiye sahip yetişkinlerin kendi ebeveynlerini reddedici, duygusal sıcaklığı az ve davranışlarında tutarsız olarak değerlendirdiklerini bulmuştur (akt. Özdikmenli Demir, 2009).
Bireylerin, sağlıklı birer kişilik geliştirebilmek için, özellikle yaşamlarının erken yıllarında sağlıklı disipline ve tutarlı bir sevgiye ihtiyaçları vardır. Bireyin yetiştiği aile ortamının kişilik oluşumuna etkisi çok büyüktür. Özellikle çocukluk döneminde kişilik gelişimine ilk ve en önemli etki önce aileden gelir. Bireylerin ilk gelişim dönemlerindeki kimlik kazanma evrelerinde, anne ve baba önemli rol oynar. Çocuğun doğup büyüdüğü aile ortamı her yönüyle kişilik oluşumunun özellikle gelişimin ilk evresinde önemli rol oynadığı ve bu etkinin, daha sonra bireyin yetişkin döneminde de, davranışlarını şekillendiren kişilik özelliklerinde kendini gösterdiği vurgulanmaktadır (Avcı, 2006; akt. Savi, 2008). Bütün bu açıklamaları incelersek yaşamın erken yıllarında, anne ve babadan alınan, sağlıklı ve / veya tutarlı tutumlar olmayan aşırı kontrol edicilik (otoriterlik) ve / veya ihmal edici tutumların ileride, bireyin sosyal fobi geliştirmesine zemin hazırlayabileceğini görürüz.
Sosyal fobi, ilk olarak DSM – III’te yer almıştır. Esas özelliği, bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını yaşadığı toplumsal ortamlarda mahcup ya da rezil olacağı konusunda belirgin ve sürekli bir korkunun olmasıdır (Turan ve ark., 2000). Sosyal kaygı DSM-III-R‘ de “başkalarınca değerlendirileceği bir ya da birden çok durumdan sürekli korkma; utanç duyacağı ya da rezil olacağı biçimde davranabileceğinden veya bir şey yapacağından korkma” olarak tanımlanmış, örnekleri arasında da toplum önünde konuşurken, konuşmasını sürdüremeyecek olma, başkalarının yanında yemek yerken, yedikleriyle boğulacakmış gibi olma, genel tuvaletleri kullanamama, başkalarının önünde yazı yazarken elin titremesi, sosyal durumlarda soruları cevaplandıramayacak olma ya da aptalca şeyler söyleyecek olma durumları belirtilmiştir (DSM-III-R, 1989; akt. Erkan ve ark., 2002). Sosyal fobi (sosyal anksiyete bozukluğu=SAB), bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını yaşadığı toplumsal ortamlarda mahcup ya da rezil olacağı konusunda belirgin ve sürekli bir korkunun olmasıdır. DSM-IV’e göre sosyal fobisi olan kişi, korkulan toplumsal ortamlarda kaçma veya kaçınma davranışı gösterir, ya da yoğun anksiyete veya sıkıntıyla buna katlanır. En önemli klinik özellik, başkaları tarafından incelenme ve değerlendirilmeye yönelik mantıksız bir korku yaşanmasıdır (Dilbaz ve Güz 2001a; akt. Gültekin ve Dereboy, 2011).
Sosyal fobinin ya da DSM - IV'teki isimlendirmesiyle sosyal anksiyete bozukluğunun (SAB), yaygın ve yaygın olmayan şeklinde iki tipi bulunur. Yaygın SAB daha sıktır ve bu hastalar pek çok farklı toplumsal ortamlarda korku duyarlar. Yaygın SAB hastalarında bozulma ve komorbidite daha fazladır. Yaygın olmayan tipte SAB'si olan kişiler (izlenirken toplum önünde konuşmak ve yazmak gibi) özgül bir toplumsal ortamda korku duyarlar ve bu kişiler daha az yardım ararlar. SAB'nin klinik gidişi kronik, düzelme göstermeyen ve yaşam boyu süren bir hastalık şeklindedir ve hastalarının yarıdan fazlasında ergenlik döneminden önce başlar (Moutier ve Stein 1999; akt. Sayar ve ark., 2000).
Sosyal fobi sosyal ortamlarda, performans gerektiren durumlarda ya da genel olarak insan ilişkilerinde yaşanan doğal kaygının ötesinde yaşanan bir korku ve kaygı durumudur. Başkaları tarafından değerlendirileceği, birden çok durumdan sürekli korkma, aşağılanacağı, utanç duyacağı ya da rezil olacağı biçimde davranabileceğinden korkma durumu olarak tanımlanmıştır (Dilbaz, 2000). Sosyal fobinin bilişsel nedenlerini inceleyen araştırmacılara göre sosyal fobinin özünde olumsuz değerlendirilme korkusu yer almaktadır ( Weeks ve ark., 2008; akt. Mercan ve ark., 2012). Bu kaygı yaşantısına daha sonra sosyal beceri eksikliği de eklenebilir. Sonuç olarak, sosyal ortamlardan ve sosyal ortamlarda bazı eylemleri yapmaktan kaygı duyma ve kaçınma tepkileri ile kendini gösteren sosyal fobi ortaya çıkabilir. Sosyal fobi toplumun değişik kesimlerinde görülen, kişide önemli birtakım sosyal sorunlara yol açan yaygın ve ciddi bir problemdir (Bayramkaya ve ark., 2005).
Yani sosyal fobik birey başka insanlar tarafından incelendiği durumlarda, sosyal ortamlarda ya da performans göstermesi gereken durumlarda rezil olacağı, utanacağı ve utanmasının diğerleri tarafından fark edileceği korkusunu yaşamaktadır. Sosyal fobi yaşayanlar hata yapma, gülünç duruma düşme ya da kendilerine yakışmayacaklarını düşündükleri davranışları sergileme korkusu içindedir. İnsanlarla ilişkilerinde arka plana itilmiş olmaktan, kendilerine dostça davranılmamasından, aptalca görünmekten, kontrolü kaybetmekten, panik yaşamaktan, ne söyleyeceğini bilememekten ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkabilecek bazı bedensel ve fizyolojik değişikliklerin fark edileceğinden korku ve kaygı duymaktadır. Sosyal anksiyete yaşayan bireyler genellikle yaşadıkları yoğun korku ve kaygının gerçekçi (rational) olmadığının farkındadırlar ancak sosyal bir ortama girdiklerinde ya da diğer insanlarla olan bir etkileşim durumunda korku ve kaygı hissetmekten kendilerini alamamakta ve bu korkunun yaşamlarını kontrol etmesiyle başa çıkamamaktadırlar (Doğan, 2010).
Aile faktörünün yanı sıra, Dereboy (1993)’a göre, ergenliğin son aşamasına karşılık gelen üniversite eğitimi döneminde birey kendisini özerk bir kimse olarak kabul ettirme ve kendini gösterme çabası içine girmektedir. Bu dönemde genç için sosyal ilişkilerde başkaları üzerinde bıraktığı izlenimlerin niteliği çok önemlidir. Bundan dolayı birey kendisi ile ilgili büyük bir beklenti içine girer. Birey bu beklentilere cevap veremezse sosyal kaygı düzeyi artar ve sosyal fobi kendini göstermeye başlar. Öte yandan üniversiteye girişle beraber birey sosyalleşmenin en yoğun olduğu ortama girer. Burada olumlu sosyalleşme sürecini yaşayamayan bireyde gelecek yaşamında karşılaşacağı zor durumlara karşı ayakta durmada zorluk çekme, özgüven duygusunu geliştirememe ve sonrasında kimlik bocalaması gelişebilir. Bu açıklamadan yola çıkarak sosyal fobinin yalnızca ailedeki algılanan kontrol düzeyinin düşük olmasına bağlı olmadığını, bunun haricinde, herhangi bir davranışı gerçekleştirmenin (kişinin kendisi hakkında sahip olduğu, çevresinde olumlu sosyal etkiler bırakma gibi beklentilerini gerçekleştirebilmesi vb.) kendi kontrolünde olup olmadığı yönünde bireyin yetenekleri ve imkanlarıyla ilgili almalarını ifade ettiğini ve davranışın niteliğini kolaylaştıran ve / veya baskı altına alan tüm faktörlere bağlı olarak şekillendiğini söyleyebiliriz.
1.1. Problem Cümlesi
Birey tarafından algılanan kontrol düzeyinin, bireyin sahip olabileceği sosyal fobi (sosyal kaygı bozukluğu) düzeyini yordama derecesi nedir?
1.2. Alt Problemler
1. Bireyin yaşamının erken dönemlerinde maruz kaldığı tutarsız ebeveyn tutumlarına bağlı olarak, ortaya çıkan düşük orandaki algılanan kontrol düzeyinin, bireyin sonraki yaşam dönemlerinde sahip olabileceği sosyal fobi düzeyini yordama derecesi nedir?
2. Bireyin kendisi hakkında sahip olduğu, çevresinde olumlu sosyal etkiler bırakma vb. beklentilerini gerçekleştirip gerçekleştirememesine bağlı olarak artan veya azalan algılanan kontrol düzeyinin, bireyin sahip olabileceği sosyal fobi düzeyini yordama derecesi nedir?
1.3. Sayıltılar
Bu araştırmanın sayıltıları şunlardır:
1. Araştırma kapsamındaki Ege Üniversitesi öğrencileri Alan Genel Kontrol Ölçeği ve Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeğini içtenlikle yanıtlamışlardır.
1.4. Sınırlılıklar
1. Bulgular yalnızca Alan Genel Kontrol Ölçeği ve Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeğinin ölçebildiği niteliklerle sınırlıdır.
2. Araştırmada elde edilen bulgular, Ege Üniversitesi öğrencileri ile sınırlıdır ve bu yüzden diğer üniversitelerde öğrenim gören öğrencilere genellenmesinin araştırmacıları doğru ve / veya yeterli sonuçlara ulaştırmayacağı düşünülmektedir.
1.5 Tanımlar
Bu araştırmada geçen bazı temel kavramların tanımlarına aşağıda yer verilmiştir.
Öğrenilmiş Çaresizlik: Öğrenilmiş çaresizlik kavramı, Seligman tarafından çeşitli olaylara yönelik olarak, farklı durumlar ve zamanlarda belli nedensel açıklamalar yapma eğilimini ifade eden bir kavram olarak ortaya atılmıştır. Bir davranış ile bu davranışın sonucu arasında bir bağlantı olmadığını öğrenmesi sonucunda bireyin benzer durumlarda gereken davranışı yapmaması olarak tanımlanmaktadır (Aydın, 1985; akt. Ercan, 2002).
Denetim Odağı: Rotter'e (1966) göre denetim odağı inancı bireylerin geçmişlerindeki pekiştirici yaşantılarına dayalı olarak davranışlarının sonuçlarını kendi kontrollerine veya kendi dışlarındaki odakların (şans, kader, Tanrı vb.) kontrollerine bağlamaları sonucu oluşan bir özelliktir (akt. Tümkaya, 2000).
Öz Yeterlilik: Öz yeterlilik, kişinin çevresinde olup bitenler üzerinde etkili olabilecek biçimde bir edimi başlatıp sonuç alıncaya kadar sürdürebileceğine olan inancı olarak tanımlanmıştır (Bandura, 1994; akt. Yıldırım ve İlhan, 2010).
Sosyal Beceri: Beceri analizine göre, sosyal beceriler; etkileşimi başlatma, sürdürme ve sonlandırmaya ilişkin beceriler, hoş olmayan durumlarla başa çıkma, çatışma çözme ve atılganlıkla ilgili beceriler olarak sınıflandırılmıştır (Jenson, Slone ve Yough, 1988; akt. Kapıkıran ve ark., 2006).
Sosyal Fobi (Sosyal Kaygı Bozukluğu): Bireyin tanımadığı insanlarla karşılaştığı ya da başkalarının gözünün üzerinde olabileceği, bir ya da birden fazla toplumsal ya da bir eylemi gerçekleştirdiği durumdan belirgin ve sürekli bir korku duymasıdır (DSM - IV, 1994; akt. Öztürk, 2014).
Algılanan Kontrol: Herhangi bir davranışı gerçekleştirmenin kendi kontrolünde olup olmadığı yönünde bireylerin yetenekleri ve imkanlarıyla ilgili algılamalarını ifade etmektedir.
1.6. Araştırmanın Önemi
Bu araştırmada, üniversite öğrenimi gören bireylerin gerek yaşamlarının erken dönemlerinde gerek yakın geçmişte maruz kaldıkları olumsuz yaşantılar (tutarsız ebeveyn tutumları, kendisi hakkında sahip olduğu, çevresinde olumlu sosyal etkiler bırakma vb. beklentilerini gerçekleştirememesi vb.) sonucunda azalan algılanan kontrol düzeylerinin, yaşamlarının sonraki dönemlerinde sahip olabilecekleri sosyal fobi düzeylerini yordama derecesini ortaya koymak amaçlanmıştır.
Bu araştırma, literatürdeki, bireylerin sahip olduğu algılanan kontrol düzeyi ile bireylerin sahip olabileceği sosyal fobi düzeyi arasındaki ilişkiyi inceleyen nadir araştırmalardan biridir. Bu araştırmanın, üniversite öğrenimi çağına gelmiş (dolayısıyla çocukluk ve ergenlik dönemlerini tamamlamış) bireyler ile gerçekleştirilmiş olması ve üniversite ortamının, kişinin kendini diğerleri üzerinde olumlu veya olumsuz bir etki yaratarak kendini kanıtlaması ve / veya çevresini kontrol edebilmesi için en elverişli ortamlardan biri olması da göz önünde bulundurularak, bireylerin, algılanan kontrol düzeylerine bağlı olarak sahip oldukları sosyal fobi düzeylerine ilişkin bir farkındalık elde etmelerini sağlaması beklenmektedir.
Literatüre bakıldığında, algılanan kontrol düzeyinin ülkemizde sadece 2007 senesinden itibaren ele alınmaya başlandığı söylenebilir; fakat araştırmalarım sonucunda ulaştığım verilere göre, ülkemizde sosyal fobi başlığına dair yapılmış ilk araştırma, 1991 senesine aittir. Ancak araştırmamın problem belirleme veya kaynak tarama aşamalarından herhangi birinde, algılanan kontrol düzeyi ile sosyal fobi arasındaki ilişkiye dair herhangi bir araştırmaya rastlamamış bulunmaktayım. Bu nedenle, bu çalışmanın psikolojik danışman adayları için bir kaynak olabileceğini düşünmekteyim.
BÖLÜM II
İLGİLİ YAYIN VE ARAŞTIRMALAR
Bu bölümde, bireylerin algılanan kontrol düzeyine ilişkin kavramlar ile sosyal fobiye (sosyal kaygı bozukluğuna) ilişkin kavramlar açıklanmış ve söz konusu olan başlıklarla ilgili olarak yapılan çalışmalar özetlenmiştir.
2.1.Algılanan Kontrol Düzeyi
“algılanan kontrol” terimi, ilk olarak, kişilik psikolojisi alanında, 1954 yılında, Julian B. Rotter tarafından “denetim yeri (locus of control)” adıyla ortaya atılmıştır. Herbert M. Leftcourt ise 1966 yılında, “Internal versus external control of reinforcement: A review” başlıklı çalışmasında “denetim yeri” terimine yer vermiş ve 1976 yılında, bu terimi “denetim odağı” olarak güncellemiştir.
Psikoloji literatüründe “kontrol” kavramı içerisinde de ele alınan bu kavram, öğrenilmiş çaresizlik (Peterson, Maier ve Seligman, 1993), denetim odağı (Lefcourt, 1982), yükleme kuramı (Weiner, 1985) ve öz yeterlilik (Bandura, 1981; 1986) kuramları çerçevesinde ele alınmıştır. B. F. Skinner 1995 yılında, bu kuramları, algılanan kontrol kuramları bağlamında değerlendirmiştir, kuramların farklı ve ortak noktalarına odaklanarak kendi kuramsal tanımlamasını yapmıştır. Yaptığı kuramsal tanımlamasında kontrolü, “algılanan kontrol” olarak ele almıştır. Skinner’e (1996) göre, algılanan kontrol, bireyin amaçlı olarak istenen sonuçları ortaya koymasına ve istenmeyen sonuçları önlemesine dayanmaktadır. Skinner ve Connell’a (1986) göre algılanan kontrol, bireylerin yaşamlarında önemli sonuçları ortaya çıkaran nedenlerin neler olduğuna ilişkin genelleştirilmiş inançlarıdır. Bireyler, istenen sonuçları gerçekleştireceklerine inandıkları zaman, onların kişisel kontrole, algılanan kontrole ya da kontrol duygusuna sahip oldukları söylenebilir (Skinner ve Connell, 1986; akt. Eryılmaz ve Ercan, 2011).
Skinner’e (1995; 1996) göre, algılanan kontrol çok yönlü bir kavramdır. Skinner (1995), alan genel algılanan kontrolün (domain general perceived control) yanında alan özel algılanan kontrolün (domain spesific perceived control) de bulunduğunu belirtmektedir. Alan özel algılanan kontrolle çalışırken, kontrolle ilişkili olduğu düşünülen bir alan bulunmasını ön şart olarak sunmaktadır. Daha sonra, çalışmaların ilgili hedef alana uygun olarak yapılandırılması gerektiğini belirtmektedir. Alan özel algılanan kontrolle ilgili olarak, akademik başarı (Skinner, Wellborn ve Connell, 1990; Skinner ve Welborn, 1992), arkadaşlık ilişkilerini yürütme (Skinner, 1990), stresle başa çıkma (Skinner ve Wellborn,1994; Palancı, 2000), stresle ve depresyonla başa çıkma (McLaren ve Cowe, 2003) ve madde kullanımı (Nagoshi, 1999) gibi ilgili alanlarda çalışmaların yapıldığı görülmektedir (akt. Eryılmaz ve Ercan, 2011).
2.2.Sosyal Fobi
Sosyal fobi, 1966’da Marksve Gelder tarafından tanımlanmasına karşın ilk kez Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nın 3. Baskısında (DSM - III) yer almıştır. “Sosyal fobi” kavramı, konuşurken, piyano çalarken veya yazı yazarken başkaları tarafından gözlenme korkusu duyan hastaları tanımlamak için ilk kez 1903’de Janet (phobies des situations sociales) tarafından kullanılmıştır (Dilbaz, 1997).
Sosyal fobi kişinin başkalarınca değerlendirileceği birden çok durumdan sürekli korkma; aşağılanacağı, utanç duyacağı ya da gülünç duruma düşecek biçimde davranacağından korkma durumu olarak tanımlanmıştır. Sosyal fobisi olan insanlar sosyal ortamlarda veya performans gerektiren durumlarda olumsuz değerlendirilip aşağılanacağı konusunda aşırı bir korku duyarlar (Dilbaz, 1997).
Sosyal kaygının şimdiye kadar yapılmış birçok tanımı vardır. Burada yaygın olarak kullanılan ve Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayınlanan DSM-IV kitabındaki tanıma yer verilmiştir. Bu tanıma göre sosyal kaygı; “Bireyin tanımadığı insanlarla karşılaştığı ya da başkalarının gözünün üzerinde olabileceği, bir ya da birden fazla toplumsal ya da bir eylemi gerçekleştirdiği durumdan belirgin ve sürekli bir korku duymasıdır” (DSM-IV-1994; akt. Öztürk, 2014). Sosyal kaygı yaşayan bireyler, yaşadıkları kaygıyı başka insanların anlayacağından ve gülünç duruma düşeceklerinden korkmaktadırlar (Karacan, 1996). Sosyal kaygısı olan insanlar karşılıklı etkileşimi başlatmak istemezler. Daha az, daha seyrek, daha kısa süre konuşurlar, kendilerini daha az dışa vururlar ve bazen sosyal kaygı yaratan ilişkiden kendilerini bütünüyle çekerler.
Sosyal fobi, oldukça karmaşık bir sosyal durumdur. Çok çeşitli nedenleri olduğundan dolayı, bireylerin deneyimledikleri sosyal fobinin nedenini bulmak zor olabilir. Bu yüzden sosyal fobi açıklanırken, bireysel özellikler, geçmiş yaşantılar, kaygının yaşandığı ortam, beceri eksikliği gibi ayrıntılılara girmekte yarar vardır. Literatürde sosyal fobiyi inceleyen birçok yaklaşıma rastlamak olasıdır.
Biyolojik yaklaşıma göre sosyal fobiye etki eden biyolojik faktörler kalıtım ve beyin olarak ele alınabilir. Anne-babaların yaşamış oldukları herhangi bir tür kaygı bozukluğu, kalıtım olarak çocuklarına geçmekte ve çocuklarının da bir şekilde kaygı sorunu ya da sosyal kaygı geliştirmelerini mümkün kılmaktadır. Bu şekilde sosyal kaygıya sahip olan birey de çevresiyle iletişim kurmakta güçlük çekmektedir (Merikangas Venevoli, Dierker ve Grillon, 1999). Sosyal kaygı üzerine yapılmış çalışmalar, özellikle birinci derece akrabalarında (anne baba/çocuk, kardeşler) sosyal kaygı sorunu bulunan bireylerin, olmayanlara göre sosyal kaygı yaşamaya daha yatkın olduklarını göstermiştir (Stein Chartier, Hazen, Kozak, Tancer ve Lander, 1998). Küçük yaştan itibaren farklı ailelerin yanında yetiştirilen aynı kalıtımsal özellikleri taşıyan tek yumurta ikizleri kullanılarak pek çok sayıda çalışma yapılmıştır. Böylece aynı ailede yaşamanın doğuracağı etkiler dışarıda bırakılmıştır. Kalıtımın sosyal kaygı üzerindeki etkisini araştıran bu tür çalışmalar, özellikle şunu göstermiştir. Eğer ikizlerden birinde sosyal kaygı gelişmişse, diğerinde de bu sorunun görülmesi %30 ile %50 arasında mümkün olmaktadır (Kendler, Karkowski ve Prescott, 1999).
Sosyal kaygı, nicelik olarak çeşitlilik göstermesine rağmen, hemen hemen her kültürde bulunmaktadır. Sosyal kaygının gelişimini ya da yoğunluğunu etkileyen kültürel faktörler, toplumun utangaçlık ve kaçınmaya karşı olan tutumlarıyla doğrudan ilişkilidir. Eğer utangaç ve sosyal kaygı yaşayan insanlar, toplum tarafından olumsuz “damga” yerlerse, bu durum onların sağlıklı ilişkiler kurma yeteneğini veya çalışma ve eğitim hayatlarını etkilemektedir. Bir başka deyişle, yenilen bu damga, bu bireylerin kendisine veya başkalarına olan güvenlerini azaltmaktadır. İklime dayalı değişkenler de, sosyal kaygı oranlarını etkilemektedir. Örneğin sıcak iklime sahip ülkelerdeki bireylerde, kaçınma davranışı daha az, kişiler arası ilişkilerde de artış görülmektedir. Akdeniz ülkelerinde sosyal kaygı yaşayan bireylerin oranları İskandinav ülkelerine göre daha düşük seviyededir. Bunun yanında ülkenin eğitim ve gelişmişlik düzeyi de sosyal kaygı yaşayan bireyleri nicelik olarak etkilemektedir. Eğitim düzeyi yüksek anne-baba, arkadaşlar ve profesyonel yardım kuruluşları sosyal kaygılı bireylere destek olarak bu sorunu çözmelerinde yardımcı olmaktadırlar. Kollektif (toplumcu) olarak nitelendirilen kültürlerde, kendilerini utangaç olarak niteleyen bireylerin sayısı daha fazladır. Oto-kontrol, ket vurma ve boyun eğme kültürün bir parçası olarak görülmektedir. Japonya’da bireyler davranışları ya da görünüşleriyle başkalarını kıracakları veya utandıracakları düşüncesiyle korku yaşamaktadırlar. Bu korku da bireylere bir çeşit sosyal kaygı olarak yansımaktadır. Çin’de yapılan araştırmalar, batılı ülkelerdeki bulguların aksine, utangaç-çekingen çocukların akranları arasında daha fazla kabul gördüğünü ortaya koymuştur. Aynı zamanda bu utangaç ve çekingen çocuklar liderlik vasıflarına sahip ve yetenekli bireyler olarak algılanmaktadır. Görüldüğü gibi sosyal kaygı yönünden doğu ve batı kültürleri arasında farklılıklar göze çarpmaktadır. Sonuç olarak utangaçlığa olan bakış açısı kültürden kültüre değişmektedir (Xinyin, Rubin ve Boshu, 1995; akt. Öztürk, 2014).
Psikanalitik yaklaşıma göre kaygılar, yasaklanmış cinsel veya saldırgan dürtülerin bilince gelmesiyle bireyin cezalandırılacağı düşüncesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu durum bireyde yansıtma ve kaçınma savunma mekanizmalarını harekete geçirir ve kaygı durumu ortaya çıkar. Sosyal kaygı da aynı mekanizmayla hareket ederek kabul edilemez nitelikteki bilinçdışı arzu ve fantezilerle bunlara karşı gelişen savunmaların bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Sosyal kaygı üzerinde utanç yaşantıları, suçluluk duygusu ve ayrılık kaygısı olmak üzere üç temel dinamiğin etkili olduğu söylenebilir. Sosyal kaygı yaşayan bireylerde, bilinçdışı olarak dikkat çekme ve insanlardan onaylayıcı tepkiler alma isteği bulunmaktadır. Bireyler çevrelerindekiler tarafında onaylanmaz ise bu durum bireyin utanmasına ve eleştirilme duygusu yaşamasına neden olmaktadır. Yaşanılan bu duygu durumu, bireylerin sosyal kaygı yaşamasına ve sosyal ortamlardan kaçınmasına neden olmaktadır (Türkçapar, 1999).
Davranışçı yaklaşıma göre sosyal kaygı, öğrenilmiş davranışların bir sonucudur. Birey ya yaklaşım alarak ya koşullanma yoluyla ya da bilgi aktarımı yoluyla sosyal kaygıyı öğrenmektedir. Birey, günlük yaşantısında kaygı yaratan bir sosyal durumla karşı karşıya geldiğinde kaygı belirtilerini göstermektedir. Daha sonra benzer bir yaşantıyla karşılaştığında da aynı gerilimi yaşamaktadır. Artık birey söz konusu olumsuz sosyal olaya karşı koşullanmıştır ve her tekrarlandığında kaygı yaşamaktadır. Birey şartlanmış olduğu durumun yaşatmış olduğu olumsuz yaşantılardan korunmak için, sık sık kaçma davranışını göstermektedir. (Öztürk, 2014).
Bilişsel yaklaşım, insanların sahip oldukları bazı düşünce, inanç ve olayları algılama biçimlerinin, sosyal kaygının gelişmesinde ya da en azından var olan sosyal kaygının daha da artmasında etkili olduğunu vurgulamaktadır. Bilişsel yaklaşıma göre, sosyal kaygının temelinde düşüncenin yanlış yönlendirilmesi vardır. Yanlış düşünce sonucu olumsuz davranışlar ve duygusal rahatsızlıklar ortaya çıkmaktadır. Kazanılmış olan yanlış bir bilişsel şema, sosyal kaygının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Yanlış inançlar sonucunda, yaşanan deneyimler ve bu deneyimlerden çıkarılan sonuçlar bireyin kendisini tehdit altında hissetmesine ve sonuç olarak da sosyal kaygı yaşamasına neden olmaktadır (Beck ve Emery, 1985).
Sosyal beceriyi, bireylerin günlük yaşamlarında, evlerinde, okullarında ve iş ortamlarında çevrelerindeki insanlarla başarılı bir şekilde etkileşimde bulunma yetenekleri olarak açıklamak mümkündür (Öztürk, 2014). Sosyal beceri eksikliğinin sosyal kaygı üzerindeki etkisi bilinen bir gerçektir. Sosyal becerisi eksik bireyler sosyal ortamlara girmekten endişe duymakta ve korkuya kapılmaktadırlar (Bacanlı, 1999).
Sosyal kaygı yaşayan insanların kaygı yaşamalarının altında yatan nedenlere yönelik yapılan araştırma sonuçlarına göre, insanların başkaları tarafından nasıl algılandıkları ve değerlendirildikleri ile ilgili algılama düzeylerinin, yaşadıkları kaygı üzerinde etkili olduğu ortaya konmuştur (Leary, 2001). Çünkü insanların karşılaştıkları iyi ya da kötü durumlar ve aldıkları ceza veya ödüller kısmen insanların başkaları üzerinde bıraktıkları izlenimlere bağlıdır. Bu nedenle, insanlar karşılıklı etkileşimde bulundukları kişiler üzerinde belirli izlenimleri bırakma konusunda güdülenirler (Öztürk, 2014). Bu ifadelere bakarak söyleyebileceğimiz gibi, insanlar, arzu ettikleri izlenimleri yaratamadıklarına inandıkları zaman da kendilerini kaygılı hissetmektedirler.
Kendini sunma yaklaşımı, insanların değer verilmediği ve en çok dışlandığı durumun dört özellik etrafında yoğunlaştığını ortaya koymuştur (Leary, 2001). Bunlardan birincisi, yeterli beceriye sahip olmamaktır. Eğer insanlar beceriksiz imajını karşılarındakilere hissettirirlerse, değer görmezler. Bir kişinin başka insanlara değer vermesi bazı işleri yapabilme becerisine bağlı olduğu için, becerikli olma özellikle önem kazanmaktadır. İkincisi ise yeterince çekici olmamaktır. İnsanlara değer vermeme genellikle kişinin fiziksel görünümünden de kaynaklanabilir. Fiziksel açıdan çekici olan bireyler, çekici olmayanlardan daha çok beğenilirler ve insanlar çekici olmayan bireylerle olan ilişkilerine fazla önem vermezler. Grup kuralları, bu süreçte önem kazanan üçüncü özelliktir. İnsanların başkaları tarafından kabul edilirlikleri, önemli grup kurallarını ya da standartlarını çiğnediklerinde tehlikeye düşebilir. Sosyal normların küçük çaplı çiğnenmesi, insanların düşüncesiz ya da sosyalleşmemiş olarak görünmelerine neden olmaktadır. Etik kuralların çiğnenmesi ise insanların ahlaksız olarak algılanmaları için bir sebep oluşturmaktadır. Her iki durumda da grup kurallarından sapan kişiler genellikle değer görmezler. Son olarak nezaketsizlik ön plana çıkmaktadır. Sosyal etkileşimin parçası olan bireyler kırıcı davrandıklarında önemsenmezler. Onlardan uzak durulur ve dışlanırlar. İnsanlar, sosyal olarak uyumsuz, sıkıcı ya da nahoş olarak gördükleri insanlara değer vermezler. En azından sevdikleri insanlarla olan ilişkilere verdikleri değeri vermezler (Öztürk, 2014). Sonuç olarak grup normlarına uyan, fiziksel açıdan çekici, becerikli ve nazik olan insanlar doğal olarak kabul edilirler ve grupta istenen kişi olurlar. İnsanların kendileriyle ilgili oluşturmaya çalıştıkları izlenimlerin birçoğu bu dört faktörden birine girer. Bu faktörler ilişkisel değer verme ve / veya vermemenin en önemli belirtileri olduğundan bireyin iyi bir izlenim oluşturmak için yaşamış olduğu kendini sunma kaygısı çoğu zaman sosyal kaygıyı da beraberinde getirir.
Leary ve Atherton (1986), kendini sunma davranışının iki tür beklentinin sonucunda oluştuğunu ortaya koymuşlardır. Bunlar, kendini sunma ile ilgili yeterlik beklentisiyle kendini sunma ile ilgili sonuç beklentisidir. Kendine yeterlik beklentileri bir bireyin bazı davranışsal eylemleri yerine getirme becerisi konusunda kendine duyduğu inançtır. Bunlar sonuç beklentilerinden farklıdır. Sonuç beklentileri bir bireyin belirli bir davranışın belirli davranışsal çıktılar üreteceğini tahmin etmesidir. Bu iki tür beklenti kavramsal olarak birbirinden bağımsızdır. Kendini sunma ile ilgili yeterlik beklentisi “Benim “x” davranışını sergileme olasılığım nedir?” cümlesiyle örneklendirilebilir. Öte yandan kendini sunma ile ilgili sonuç beklentisi, belirli bir davranışın sergilenmesi sonucu belli bir izlenimin bırakılabilmesi konusundaki olasılıktır. “Eğer ben “x” davranışını sergilersem, “y” izlenimini bırakma olasılığım nedir?” gibi (akt. Öztürk, 2014). Vertue (2003) sosyal kaygıları ve oluşumunu incelediği birleştirilmiş modelinde ağırlıklı olarak bağlanma kuramından yola çıkmış ve sosyal kaygıların çok küçük yaşlarda ortaya çıktığını, bebekle bakıcısı arasında kurulan ilişkinin bunun temelini oluşturduğunu belirtmiştir. Bağlanma kuramının da öngördüğü gibi, bebek yaşamda kalabilmek için çevreye uyum sağlamaya çalışmakta, biyolojik ve sosyal gereksinimlerini sağlanabilmesi için bakıcısı ile bir bağ kurmakta ve hayata ilişkin ilk algıları da kurduğu bu ilişki doğrultusunda şekillenmektedir. Bebek daha yaşamının ilk aylarında oluşturduğu içsel çalışma modelleri (internal working models) ile kendi benliği ve diğer insanlarla ilgili temsillerini oluşturmaktadır. Bireyin oluşturduğu bu içsel çalışma modelleri olumsuz yönde ise, diğer insanlara yönelik güven oluşmamış ve birey bu konuda kaygılı ise kendi davranışlarının da başarıya ulaşacağına güven duymamakta ve yoğun bir kaygı yaşamaktadır (akt. Özdikmenli Demir, 2009).
Son dönemlerde bebek-anne etkileşiminin ve bağlanma tarzlarının incelendiği bazı çalışmalar (örn: Barhaim, Dan, Eshel ve Sagi-Schwartz, 2007; Murray ve ark., 2008; Rosnay, Cooper, Tsigaras ve Murray, 2006) ise sosyal fobinin etiyolojisinde bağlanma yaşantılarının rolüne dair ipuçları sağlamıştır. Rosnay ve arkadaşları (2006) 12-14 aylık bebekler ve anneleri ile gerçekleştirdikleri çalışmalarında sosyal kaygı gösteren annelerin bebeklerinin yabancı bir kişinin odaya geldiği durumda daha fazla korku yaşadıkları ve kaçınma türünde davranışlar sergilediklerini bulmuşlardır. Bebeklerin 10 yıl boyunca incelendiği bir başka çalışmada (Barhaim ve ark., 2007) on iki aylıkken ambivalant bağlanma sergileyen bebeklerin güvenli bağlananlara göre ilerleyen yıllarda daha fazla okul fobisi yaşadıkları saptanmıştır. Aynı zamanda özellikle ambivalant bağlanmaya sahip olan erkek çocuklarının 11 yaşlarına geldiklerinde sosyal fobi düzeyleri de güvenli bağlanan çocuklara kıyasla daha yüksektir. Murray ve arkadaşları (2008) nın 10-14 aylık bebekler ve anneleri üzerinde gerçekleştirdiği araştırmalarında sosyal fobisi olan anneye sahip bebeklerin daha fazla davranışsal ketlenme yaşadıkları ve yabancılara karşı kaçınma yaşadıklarını bulmuşlardır. Özellikle annesi sosyal fobiye sahip erkek çocuklar artan korku tepkileri vermişlerdir.
Ayrıca, sosyal kaygısı yüksek olan ilkokul çocukları üzerinde gerçekleştirilen bir araştırmada (Muris, Merckelbach ve Damsma, 2000) bu çocukların davranışlara yönelik algılarında yanlılıklar yaşadıkları ve bir sosyal olayı korkutucu olarak algılarken bu konudaki kararlarında normal çocuklara göre daha hızlı davrandıkları bulunmuştur. Sosyal kaygısı yüksek çocuklar kendilerine anlatılan çeşitli sosyal ortamlarda bulunma ile ilgili hikayeleri daha başından korkutucu bulmuşlar ve tepki vermişlerdir. Bu durum çocukların bilişsel yapılanmalarındaki yanlılık ve duygusal düzenleme ile ilgili bir sorunlarının varlığı ile açıklanabilir. Aynı zamanda sosyal fobiye sahip bireylerin sosyal alanda yaşadıkları sorunlarla başa çıkmada problem çözme ve sosyal destek alma gibi olumlu başa çıkma stratejileri yerine kaçınmayı tercih ettikleri de bulunmuştur (Keskin ve Orgun, 2007).
Görüldüğü gibi sosyal fobi, birden çok yaklaşım ile açıklanabilen ve birçok nedeni olan, bireyin sosyal ortamlardan uzak durması ve kişilerarası ilişkilerden kendini soyutlaması nedeniyle oldukça zarar verici bir davranış bozukluğudur.
Sosyal fobinin başlangıç yaşı hakkında farklı bulgular bulunmakla birlikte, Tillman ve arkadaşları (2003) sosyal fobinin de içinde bulunduğu birçok davranış bozukluğunu 7-16 yaş grubu üzerinde inceledikleri araştırmalarında sosyal fobinin başlangıç yaşının 7.3 olduğunu bulmuşlardır. Sosyal fobinin çocukluk döneminde ortaya çıktığını belirten başka araştırmalar da mevcuttur. Örneğin, Boyd ve arkadaşları (1990) fobilerin görülme sıklığını ve başlangıç yaşlarını inceledikleri çalışmalarında sosyal fobinin ortaya çıkış sıklığında 11-17 yaşları arasında bir artış olduğunu bulmuşlardır. Yirmili yaşlarda bu rahatsızlığın başlama sıklığı iyice düşmekte ve daha da ilerleyen yaşlarda neredeyse yok denecek kadar azalmaktadır (akt. Özdikmenli Demir, 2009).
Schneider, Johnson, Hornig, Liebowitz ve Weissman (1992) 18 yaş ve üzerindeki 18.000 yetişkinle gerçekleştirdikle çalışmalarında sosyal fobinin başlangıç yaşının 13.3-15.5 yaş arasında olduğunu bulmuşlardır. Kendler, Neale, Kessler, Heath ve Eaves (1992) tek yumurta ve çift yumurta ikizi olan kadınlar üzerinde yaptıkları araştırmalarında sosyal fobinin başlangıç yaşı olarak onlu yaşlara denk geldiğini (çocukluk ve ergenlik) ve hayvan korkusu ve özgül fobinin ardından başlangıç yaşı açısından üçüncü erken bozukluk olduğunu saptamışlardır (akt. Özdikmenli Demir, 2009).
Sosyal fobinin yaşam boyu görülme sıklığının %1-%2.3 arasında olduğu belirtilmektedir ve tüm fobiler arasında sosyal fobi 1/4 oranında görülmektedir (Boyd ve ark., 1990). Ülkemizde sosyal fobinin prevelansını incelemek amacıyla yapılan az sayıda çalışma olup üniversite öğrencilerinde sosyal fobininin yaşam boyu yaygınlığının %9.6, son bir yıllık yaygınlığının ise %7.9 olduğu bulunmuştur (İzgiç, Akyüz, Doğan ve Kuğu, 2000). Ergenlerden oluşan (13-17 yaş) bir örneklem grubunda ise sosyal fobi görülme oranının %14.4 olduğu kaydedilmiştir (Bayramkaya, Toros ve Özge, 2005). Genel olarak sosyal fobiye eşlik eden (comorbidity) diğer davranım bozuklukları incelendiğinde bunların; agorafobi, özgül fobi, somatizasyon bozukluğu, majör depresyon, obsesif-kompulsif bozukluk, distimik bozukluk ve bipolar bozukluk olduğu bulunmuştur (Schneier ve ark., 1992). Kendler ve arkadaşları (1992) sosyal fobiye majör depresyon, genellenmiş kaygı bozuklukları ve panik bozukluğun yanı sıra, alkolizm ile yeme bozukluklarının eşlik etme oranlarının da anlamlı olduğunu tespit etmişlerdir.
BÖLÜM III
YÖNTEM
Araştırma raporunun bu bölümünde, araştırma modeli, araştırma evreni, araştırma örneklemi, araştırmada kullanılan ölçme aracı, elde edilen verilerin analizine ilişkin açıklamalara yer verilmiştir.
3.1.Araştırma Modeli
Bu araştırma, üniversite öğrencilerinin sahip olduğu algılanan kontrol düzeylerinin, sahip oldukları sosyal fobi düzeylerini düzeylerini yordayıp yordamadığını anlamak üzere yapılacak betimsel tarama araştırmalarından ilişkisel araştırmadır. Araştırmanın bağımsız değişkeni algılanan kontrol düzeyi, bağımlı değişkeni ise sosyal fobi düzeyidir. Araştırma bir yordama çalışması olduğu için bağımsız değişken yordayıcı, bağımlı değişken de yordanandır.
Büyüköztürk, Çakmak, Akgün, Karadeniz ve Demirel (2013)’e göre betimsel araştırmalar, verilen durumu olabildiğince tam ve dikkatli bir şekilde tanımlar. Betimleme araştırmaları, mevcut olayların daha önceki olay ve koşullarla ilişkilerini de dikkate alarak, durumlar arasındaki etkileşimi açıklamayı hedef alır. Bu araştırmalara betimsel araştırma, kullanılan yönteme betimleme yöntemi denir (Kaptan, 1998).
Fraenkel ve Wallen (1996)’a göre tarama araştırması geçmişte ya da şu anda halen var olan bir durumu var olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlar. Araştırmanın konusu olan olay, birey ya da nesneler değişime uğramadan kendi koşulları içinde, oldukları gibi tanınmaya çalışılmaktadır. Araştırmanın amacı örneklemi tanımlamaktır (akt. Meydan, 2010).
Christensen (1988)’a göre tarama, yaygın bir şekilde kullanılan bir araştırma tekniğidir. Tarama genelde, popülasyonu temsil eden bir örneklemden anketler, yapılandırılmış görüşmeler vb. kullanarak standart bir bilgi / veri toplama yöntemi olarak tanımlanmaktadır. Başka bir deyişle tarama belirli bir konunun belirli bir zamandaki durumunu araştırmayı gösterir (akt. Yaka, 2005).
3.2.Araştırma Grubu
Bu araştırmanın evrenini 2017 – 2018 öğretim yılında Ege Üniversitesi bünyesinde lisans öğrenimi görmekte olan öğrenciler oluşturmaktadır. Araştırma tüm evren üzerinde uygulanmıştır. Araştırma evreninde yedi fakülte, bir fakülte (ikinci öğretim), beş yüksekokul, bir konservatuvar, yedi meslek yüksekokulu olmak üzere toplam yirmi bir fakülte/yüksekokul/meslek yüksekokulu yer almaktadır.
3.3.Veri Toplama Araçları
Bu bölümde veri toplamak amacıyla kullanılan Alan Genel Algılanan Kontrol Ölçeği ve Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeği (LSAS) tanıtılmıştır.
3.3.1.Alan Genel Algılanan Kontrol Ölçeği
Alan Genel Algılanan Kontrol Ölçeği, Eryılmaz (2007) tarafından geliştirilmiştir. Ölçek, tek boyutlu ve %40 oranında açıklanan varyansa sahiptir. Ölçeğin Cronbach Alfa güvenirliği, .71 bulunmuştur. Ölçeğin test-tekrar test güvenirliği ise, yeterli düzeyde bulunmuştur. Ölçeğin ölçüt geçerliği, özsaygı ölçeği ile incelenmiştir. Yapılan analizler sonucunda alan genel algılanan kontrol ölçeği ile özsaygı arasında orta düzeyde ve pozitif yönde ilişki bulunmuştur (.44; p<.01). Ölçekten yüksek puan almak, algılanan kontrolün yüksek olması anlamına gelmektedir.
3.3.2.Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeği (LSAS)
Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeği (LSAS), sosyal etkileşim ve performans durumlarında sosyal kaygı bozukluğu olan hastaların korku ve/veya kaçınma düzeylerini belirlemek üzere hazırlanmıştır. Bireylerin, korku ve/veya kaçınma davranışı gösterdikleri sosyal ilişki ve performans durumlarını değerlendirmek üzere geliştirilmiştir. 24 maddeden oluşan ölçek, 11’i sosyal ilişki ve 13’ü performans olmak üzere iki alt ölçekten oluşmuştur. Sorular, hastanın son bir hafta içindeki korku ve kaçınmasının şiddeti göz önüne alınarak 1 - 4 arasında değişen Likert tipi (4 puanlık) bir ölçek üzerinde klinisyen tarafından yanıtlanır. Toplam puan, korku ve kaçınma puanlarının toplanması ile elde edilir. Ülkemizde geçerlik ve güvenirlik çalışması Dilbaz ve Güz (2001b) tarafından yapılmış olan LSAS’ın iç tutarlığı (Cronbach alpha) 0.96 bulunmuştur. Değerlendiriciler arası bağıntı katsayısı ise r=0.83 olarak saptanmıştır. Sonuç olarak LSAS’ın Türkçe versiyonu, bu dilde konuşan kişilerdeki sosyal fobi ve buna ilişkin bulguların şiddetini ölçmede nesnel, geçerli ve güvenilir bulunmuştur (akt. Gültekin ve Dereboy, 2011).
3.4.Verilerin Toplanması
Veriler 2017 – 2018 Ege Üniversitesi bünyesinde lisans öğrenimi görmekte olan tüm evrenden, güz yarı yılı sonunda, Alan Genel Algılanan Kontrol Ölçeği ve Liebowitz Sosyal Fobi Ölçeği (LSAS) araştırmacı tarafından uygulanarak elde edilecektir. Veriler toplanmadan önce öğrenciler araştırma hakkında bilgilendirilecektir. Araştırma ve / veya araştırmanın içeriği hakkında birtakım soruları olan katılımcıların soruları yanıtlanacaktır.
3.5.Verilerin Analizi
Araştırmanın bir bağımsız değişkeni (algılanan kontrol düzeyi) bir de bağımlı değişkeni (sosyal fobi düzeyi) olduğu için basit doğrusal regresyon yapılacaktır. Basit doğrusal regresyon analizinde, bir bağımlı değişken varken bir adet de bağımsız değişken vardır.
KAYNAKÇA
Bandura, A. (1981). Self-referent tought: A developmental analysis of self- efficacy.Yayımladığı Kitap J.H. Flavell ve L. Ross (Editörler), Social cognitive development: Frontiers and possible futures ( 200-239). Cambridge, UK: Cambridge University Press.
Bandura, A. (1986). Social foundations of thought and action: A social cognitive theory. NJ: Prentice Hall.
Bacanlı, H. (1999). Sosyal Beceri Eğitimi. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Barhaim, Y., Dan, O., Eshel, Y. ve Sagi-Schwartz, A. (2007), “Predicting children’s anxiety from early attachment relationships”, Journal of Anxiety Disorders, 21, 1061-1068.
Bayramkaya, E., Toros, F. ve Özge, C. (2005), “Ergenlerde Sosyal Fobi İle Depresyon, Öz Kavram, Sigara Alışkanlığı Arasındaki İlişki”, Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 15(4), 165-173.
Beck, A. T., Emery, G. and Greenberg, R. L. (1985). Anxiety Disorders and Phobias: A Cognitive Perspective. New York: Basic Books.
Boyd, J. H., Rae, D. S., Thompson, J. W., Burns, B. J., Bourdon, K., Locke, B. Z. ve Regier, D. A. (1990), “Phobia: prevalence and risk factors”, Social Psychiatry and Psychiatric Epidemiology, 25, 314-323.
Büyüköztürk, Ş., Çakmak, E., Akgün, Ö., Karadeniz, Ş. ve Demirel, F. (2013). Bilimsel araştırma yöntemleri. (15. Baskı). Ankara: Pegem Akademi
Dilbaz, N. (1997). Sosyal fobi. Psikiyatri Dünyası, 1:18-24. Numune Hastanesi Psikiyatri Kliniği: Ankara.
Eryılmaz, A. (2007). Alan genel algılanan kontrol ölçeğinin geliştirilmesi. I. Psikoloji
Eryılmaz, A. ve Ercan, L. (2011). Beliren Yetişkinlikte Romantik Yakınlığı Başlatma ve Algılanan Kontrol. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 31, 359-380.
Gültekin, B. K. ve Dereboy, İ. F. (2011). Üniversite öğrencilerinde sosyal fobinin yaygınlığı ve sosyal fobinin yaşam kalitesi, akademik başarı ve kimlik oluşumu üzerine etkileri. Türk Psikiyatri Dergisi, 22(3):150-58.
İzgiç, F., Akyüz, G., Doğan, O. ve Kuğu, N. (2000), “Üniversite Öğrencilerinde Sosyal Fobi Yaygınlığı”, Anadolu Psikiyatri Dergisi, 1(4), 207-214.
Kendler, K. S., Karkowski, L. M. and Prescott, C. A. (1999). Fears and Phobias: Reliability and Heritability. Psychological Medicine, 29, 539-553.
Keskin, G. ve Orgun, F. (2007)., “Bir Grup Üniversite Öğrencisinde Sosyal Fobi Yaşama Durumlarının ve Başa Çıkma Stratejilerinin Değerlendirilmesi”, Anatolian Journal of Psychiatry, 8, 262-270.
Leary, M. R. and Atherton S. C. (1986). Self-Efficacy, Anxiety, and Inhibition in Interpersonal Encounters. Journal of Social and Clinical Psychology, 4, 256-267.
Leary, M. R. (2001). Social anxiety as an early warning system: a refinement and extension of the self-presentational theory of social anxiety. In From Social Anxiety to Social Phobia: Multiple Perspectives, ed. S. G. Hofmann, PN DiBartolo, pp. 321-334. Boston, MA: Allyn & Bacon.
Lefcourt, H.M. (1982). Locus of control: current trends in theory and research. New York: Plenum.
Merikangas, S., Venevoli A., Dierker L. and Grillon C. (1999). Vulnerability Factors Among Children at Risk for Anxiety Disorders. Biol Psychiatry, 46, 1523-1535.
Meydan, B. (2010). Psikolojik danışman adaylarının içerik yansıtma ve duygu yansıtma becerilerine ilişkin yeterlik düzeylerinin incelenmesi. Yüksek lisans tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
Mercan, N., Oyur, E., Alamur, B., Gül, S. ve Bengül, S. (2012). İşyeri yalnızlığı ve sosyal fobi arasındaki ilişkiye yönelik bir araştırma. Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 1: 1309 -8039.
Murray, L., Rosnay, M., Pearson, J., Bergeron, C., Schofield, E., Royal-Lawson ve Cooper, P. J. (2008), “Intergenerational transmission of social enxiety: The role of social referencing processes in infancy”, Child Development, 79(4), 1049-1064.
Peterson, C., Maier, S.F., ve Seligman, M.E.P.(1993). Learned helplessness. New York: Oxford University Press.
Savi, F. (2008). 12–15 yaş arası ilköğretim öğrencilerinin davranış sorunları ile aile işlevleri ve anne – baba kişilik özellikleri arasındaki ilişkinin incelenmesi. Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı: İzmir.
Sayar, K., Solmaz, M., Öztürk, M., Özer, A. Ö. ve Arıkan, M. (2000). Yaygın sosyal fobi hastalarında çekingen kişilik bozukluğu ve psikopatolojiye etkileri. Klinik Psikiyatri, 3:163-169.
Schneier FR, Johnson J, Hornig CD ve ark. (1992) Social phobia. Comorbidity and morbidity in an epidemiologic sample. Arch Gen Psychiatry, 49: 282- 288.
Skinner, E.A., Chapman, M., ve Baltes, P.B. (1988). Control, means-ends, and agency beliefs: a new conceptualization and ıts measurement during childhood. Journal of Personality and Social Pscyhology, 54, 117-133.
Skinner, E.A., ve Connell, J.P. (1986). Control understanding: Suggestions for a developmental framework.Yayımlandığı Kitap M.M. Baltes ve P.B. Baltes (Editörler). The Pscyhology Of Control And Aging ( 35-69). Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum.
Skinner, E.A. (1995). Perceived control, motivation, & coping. London: Sage Publications.
Skinner, E.A. (1996). A guide to consructs of control. Journal of Personality and Social Pscyhology, 71, 549-570.
Tillman, R., Geller, B., Bolhofner, K., Craney, J. L., Williams, M. ve Zimerman, B. (2003), “Ages of onset and rates of syndromal and comorbid DSM-IV diagnoses in prepubertal and early adolescent bipolar disorder phenotype”, Journal of American Academy of Child and Adolescent Psychiatry, 42(12), 1486-1494.
Türkçapar, H. (1999). Sosyal Fobinin Psikolojik Kuramı. Klinik Psikiyatri, 28, 452-456.
Öztürk, A. (2014). Sosyal kaygıyı açıklayan yaklaşımlar. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 48, 1304-0278.
Vertue, F. M. (2003), “From adaptive emotion to dysfunction: An attachment perspective on social anxiety disorder”, Personality and Social Psychology Review, 7(2), 170-191.
Xinyin, C., Rubin, K. H. and Boshu, L. (1995). Social and School Adjustment of Shy and Aggressive Children In China. Development and Psychopathology, 7, 337-349.
Yaka, B. (2005). Psikolojik danışmanların temel psikolojik danışma becerisi düzeylerinin incelenmesi. Yüksek lisans tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
EKLER
EK – 1 ALAN GENEL ALGILANAN KONTROL ÖLÇEĞİ
(Örnek Maddeler)
Bu ölçek, hayatınıza ve çevrenize dair algıladığınız kontrol düzeyinizi kapsamlı olarak değerlendirmek için geliştirilmiştir. Bu ölçek, bireysel bir değerlendirme niteliğindedir. Katılımcıların maddelere verdikleri yanıtlar, gizli tutulacaktır. Bu nedenle, maddeleri tamamen içtenlikle yanıtlayınız.
Katkılarınız için teşekkür ederim.
Psikolojik Danışman Adayı Tuğçe SOYLU
xtugcesoylu@hotmail.com
Soru Numarası
Sorular
Hiçbir Zaman (1)
Bazen (2)
Sıklıkla (3)
Her Zaman (4)
1
Hayatımdaki kötü olayları kontrol edebilirim.
2
Hayatımın iyi olması için gerekli şeyleri yapabilirim.
3
Planlarımı uygulayabilirim.
4
Hayatımı düzenleyebilirim.
5
Kendi kendime yetebilen bir insanım.
23
EK – 2 LIEBOWITZ SOSYAL FOBİ ÖLÇEĞİ (LSAS)
Bu ölçek, bireylerin, korku ve/veya kaçınma davranışı gösterdikleri sosyal ilişki ve performans durumlarını değerlendirmek üzere geliştirilmiştir. 24 maddeden oluşan ölçek, 11’i sosyal ilişki ve 13’ü performans olmak üzere iki alt ölçekten oluşmuştur. Sorular, katılımcının son bir hafta içindeki korku ve kaçınmasının şiddeti göz önüne alınarak 1 - 4 arasında değişen Likert tipi (4 puanlık) bir ölçek üzerinde klinisyen tarafından yanıtlanır. Toplam puan, korku ve kaçınma puanlarının toplanması ile elde edilir. Bu ölçek, bireysel bir değerlendirme niteliğindedir. İlk 24 sorudaki durumlarda duyduğunuz kaygının şiddetine göre, 1 ile 4 arasında puan veriniz. Sonraki 24 soruda aynı durumlar tekrar sıralanmıştır. Bu defa bu durumlardan kaçınıyorsanız, kaçınmanın şiddetine göre yine 1 ile 4 arasında puan veriniz. Katılımcıların maddelere verdikleri yanıtlar, gizli tutulacaktır. Bu nedenle, maddeleri tamamen içtenlikle yanıtlayınız.
Katkılarınız için teşekkür ederim.
Psikolojik Danışman Adayı Tuğçe SOYLU
xtugcesoylu@hotmail.com
Kaygı
Kaçınma
1: Kaçınma yok ya da çok ender
2: Zaman zaman kaçınırım
3: Çoğunlukla kaçınırım
4: Her zaman kaçınırım 1: Yok ya da çok hafif
2: Hafif
3: Orta derecede
4: Şiddetli
Kaygı
Puan
1
2
3
4
1
Önceden hazırlanmaksızın bir toplantıda kalkıp konuşmak
2
Seyirci önünde hareket, gösteri ya da konuşma yapmak
3
Dikkatleri üzerinde toplamak
4
Romantik veya cinsel bir ilişki kurmak amacıyla birisiyle tanışmaya çalışmak
24
5
Bir gruba önceden hazırlanmış sözlü bilgi sunmak
6
Başkaları içerideyken bir odaya girmek
7
Kendisinden daha yetkili biriyle konuşmak
8
Satın aldığı bir malı ödediği parayı almak üzere mağazaya iade etmek
9
Çok iyi tanımadığı birisine fikir ayrılığı veya hoşnutsuzluğu ifade etmek
10
Gözlendiği sırada çalışmak
11
Çok iyi tanımadığı bir kişiyle yüz yüze konuşmak
12
Bir eğlenceye gitmek
13
Çok iyi tanımadığı birisinin gözlerinin içine doğrudan bakmak
14
Umumi yerlerde yemek yemek
15
Gözlendiği sırada yazı yazmak
16
Çok iyi tanımadığı bir kişiyle telefonda konuşmak
17
Evde misafir ağırlamak
18
Küçük bir grup faaliyetine
25
katılmak
19
Umumi yerlerde bir şeyler içmek
20
Umumi telefonları kullanmak
21
Yabancılarla konuşmak
22
Satış elemanının yoğun baskısına karşı koymak
23
Umumi tuvalette idrar yapmak
24
Umumi yerlerde yemek yemek
Kaçınma
1
Önceden hazırlanmaksızın bir toplantıda kalkıp konuşmak
2
Seyirci önünde hareket, gösteri ya da konuşma yapmak
3
Dikkatleri üzerinde toplamak
4
Romantik veya cinsel bir ilişki kurmak amacıyla birisiyle tanışmaya çalışmak
5
Bir gruba önceden hazırlanmış sözlü bilgi sunmak
6
Başkaları içerideyken bir odaya girmek
7
Kendisinden daha yetkili biriyle konuşmak
8
Satın aldığı bir malı ödediği parayı almak
26
üzere mağazaya iade etmek
9
Çok iyi tanımadığı birisine fikir ayrılığı veya hoşnutsuzluğu ifade etmek
10
Gözlendiği sırada çalışmak
11
Çok iyi tanımadığı bir kişiyle yüz yüze konuşmak
12
Bir eğlenceye gitmek
13
Çok iyi tanımadığı birisinin gözlerinin içine doğrudan bakmak
14
Umumi yerlerde yemek yemek
15
Gözlendiği sırada yazı yazmak
16
Çok iyi tanımadığı bir kişiyle telefonda konuşmak
17
Evde misafir ağırlamak
18
Küçük bir grup faaliyetine katılmak
19
Umumi yerlerde bir şeyler içmek
20
Umumi telefonları kullanmak
21
Yabancılarla konuşmak
22
Satış elemanının yoğun baskısına karşı koymak
23
Umumi tuvalette idrar yapmak
24
Umumi yerlerde yemek yemek
27
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Sosyal Fobi Düzeyinin Algılanan Kontrol Üzerindeki Yordayıcı Etkisi" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Dnş.Tuğçe SOYLU'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Dnş.Tuğçe SOYLU'nun izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Tuğçe SOYLU Fotoğraf
Psk.Dnş.Tuğçe SOYLU
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Psikolojik Danışman
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Dnş.Tuğçe SOYLU'nun Yazıları
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,980 uzman makalesi arasında 'Sosyal Fobi Düzeyinin Algılanan Kontrol Üzerindeki Yordayıcı Etkisi' başlığıyla benzeşen toplam 21 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


03:37
Top