2007'den Bugüne 92,307 Tavsiye, 28,219 Uzman ve 19,976 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Terk Depresyonundan Sakınmak: Masterson Yaklaşımı’nda Gerçek Kendiliğe Karşı Sahte Kendilik
MAKALE #22284 © Yazan Uzm.Psk.Gizem KARAKAŞ | Yayın Nisan 2021 | 3,111 Okuyucu
ÖNSÖZ
Masterson Yaklaşımı, kişilik bozukluklarının yapısı ile gelişimini açıklayan ve psikoterapisini hedefleyen psikanalitik bir kuramdır. Kuramda yer alan gerçek kendilik kavramı günümüz insanlarının yaşadığı pek çok uyum bozucu duruma açıklık getirmekte ve yeni bir bakış açısı sağlamaktadır.
Bu çalışmanın amacı gerçek kendilik aktivasyonunun sekteye uğrama nedenleriyle bilrikte, bu zorlanmayı yaşayan kişilerin Masterson Yaklaşımı perspektifinden incelenmesidir. Projede Masterson Yaklaşımı’nın bütünleştirici yönteminin nasıl geliştiğine, gerçek kendilik kavramına ve terk depresyonu kuramına yer verilmiştir. Buna ek olarak kendilik gelişimiyle ilgili literatüre katkı sağlayan pek çok farklı kuramcının görüşlerinin de kısaca aktarılması amaçlanmıştır.
Kuram çerçevesinde kişilik bozuluğu görülen bireylerin gerçek kendiliklerinin ne şekilde zarar gördüğü ve neden kendi kendilerine bu döngüden çıkmakta zorlandıkları aktarılmıştır.
Erken intrapsişik gelişimde oluşan gerçek kendilik aktivasyonunda yaşanan aksaklıklar, kişilik bozukluklarına temel oluşturmanın yanı sıra bireylerin öz saygılarının azalmasına ve yaratıcılıklarının bastırılmasına da neden olduğu gözlemlenmektedir. Dış dünya ile sağlıklı bir uyum içinde olmak, yaratıcı çözümler üretebilmek, özsaygı ve duyguların düzenlenmesi ve olumsuz duygulanımların üstesinden tümgüçlü bir birey olarak gelinebilmesi için gerçek kendiliğin tutarlılığının önemi klinik gözlem ve araştırmalarla aktarılmaya çalışılmıştır.


İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ İ
İÇİNDEKİLER İİ
KISALTMALAR İİİ
ŞEKİL LİSTESİ İV
GİRİŞ 1
1. MASTERSON YAKLAŞIMINA GENEL BAKIŞ 2
1.1. Kuramın Gelişimi 2
1.2. Kuramlararası Bütünleştirme 3
1.3. Masterson’ın Terapötik Yaklaşımı 4
1.3.1. Terapistin Duruşu ve Terapötik Tarafsızlık 5
1.3.2. Tanıya Özgü Müdehale 6
2. GERÇEK KENDİLİK VE SAHTE KENDİLİK 8
2.1. Kendilik Nedir? 8
2.2. Gerçek Kendilik 10
2.3. Gerçek Kendiliğin Yapısı 11
2.4. Gerçek Kendiliğin Gelişimi 12
2.5. Kendilik Kapasiteleri 12
2.6. Sahte Kendilik 13
3. TERK DEPRESYONUNDAN SAKINMAK 18
3.1. Terk Depresyonuna Kuramsal Bakış 18
3.2. Gerçek Kendiliğe Karşı Sahte Kendilik 20

SONUÇ 25
KAYNAKLAR 27
ÖZGEÇMİŞ 28


KISALTMALAR
1. ÖNİP: Ödüllendiren Nesne İlişkileri Parça Birimi
2. GNİP: Geri Çekilen Nesne İlişkileri Parça Birimi
ŞEKİL LİSTESİ

Şekil 1: Kendilik aktivasyonu bastırılma döngüsü 15
Şekil 2: Travmalı Kendilik Bozukluklarının Tedavisi 16
Şekil 3: Kendilik bozuklukları üçlüleri 23

GİRİŞ


Masterson 40 yılı aşkın sürede yaptığı çalışmalar, araştırmalar ve klinik gözlemler sonucunda literatüre çok kıymetli kavramlar eklemiş ve kişilik bozukluklarının psikoterapisi için yeni ufuklar kazandırmıştır. Gerçek kendilik ve terk depresyonu konularında edindiği bulgular doğrultusunda yazdığı kitaplar, kişilik bozukluklarının yapı ve gelişiminin anlaşılmasına yeni bir boyut getirmiş ve entegratif bir bakış sağlamıştır.
Çalıştığı klinikte Masterson, borderline kişilik bozukluğu belirtileri gösteren hastalar üzerinde uzun süreli gözlemlerde bulunmuş ve bu ergen hastaların eyleme vurumları kontrol altına alındığında depresyon belirtilerinin alevlendiğini belirlemiştir. Böylece eyleme vurmanın depresyona karşı bir savunma olduğu görüşü ortaya çıkmış ve teorik kaynağını Mahler’in çalışmalarından alan “Terk Depresyonu Kuramı”nın temelleri atılmıştır. Çalışmaların daha da derinleşmesi sonucunda gelişimsel duraksamaların, kendilik gelişimini de duraklattığı ve kişilik bozukluklarının böylelikle gelişme ortamı bulduğu sonucuna ulaşılmıştır (Masterson J. F., Gerçek Kendilik, 2016).
Masterson’a göre kişilik bozukluklarının temel patolojisini oluşturan kendiliğin gelişim duraksamalarına maruz kalmasının ana nedenleri genetik faktörler, ayrılma – bireyleşme evresinde yaşanan olumsuz etkileşimler ve ayrılma stresidir. Bu etkenler kendilik gelişiminde duraksamaya neden olur ve sahte kendiliğin savunmacı önlemleriyle gerçek kendilik bastırılarak hastalar terk depresyonu korkusundan korunmaya çabalar. Gerçek kendiliğin aktivasyonu için yapılan her müdehale ayrılma anksiyetesi ve savunmaya neden olan terk depresyonunu tetiklemektedir. Hastalar kendilik aktivasyonu için gerekli potansiyele sahip olmalarına karşın terk depreyonuna karşı gelişen korku nedeniyle aktivasyondan kaçınmakta ve gerçek kendiliğin anlamlı doğasına karşı sahte kendiliğin savunmalarına sığınmaktadırlar (Masterson, Tolpin, & Sifneos, 2014).

1. MASTERSON YAKLAŞIMINA GENEL BAKIŞ



1.1. Kuramın Gelişimi


James F. Masterson, 1960’larda “ergen bunalımı”adlı kuramla ilgilendiği dönemde çalışmalarının temeli atılmıştır. Yaptığı literatür taramaları sonucu ilgili kuramı destekleyen bir çalışmaya ulaşamamış ve kendi araştırmasını oluşturmaya karar vermiştir. Bu karar sonucu on iki yıl süren bir araştımaya başlamış ve çalışmaya devam etmekte olduğu hastanede yatarak tedavi gören hastaların geçmişine, ayaktan tedavi gören hastaların ise olası geleceklerine yönelik izlemler yapmıştır (Masterson J. F., 2008).



Yaptığı çalışmalar sonucunda Masterson, ergenliğin sonlanmasıyla semptomların kaybolmadığını fark etmiş ve elde ettiği bulgularla Ergenliğin Psikiyatrik İkilemi adlı kitabını yayınlamıştır. Kitap borderline kişilik bozukluklarıyla ilgili bazı sorulara cevap aramaktadır. Masterson borderline kişilik bozukluğu olan ergenlere tanı koymakta zorlanmazken, tedavi sırasında eyleme vurmaları kontrol altına alınmaya çalışıldığında ergenlerin depresif olduklarını gözlemlemiştir. Bu gözlem; eyleme vurmanın depresyona karşı bir savunma olduğunu belirten ilk psikodinamik düşünceye yol açmıştır(akt; Aydın, 2010).
Sorulara cevap aramakta olan Masterson, bu dönemde Bowlby’nin çocukların ayrılamaya karşı verdiği tepkileri üzerine yaptığı çalışmadan ve Mahler’in “Otizm Sembiyoz; Varlık ve Kimlik Algısında İki Bozukluk” adlı makalesinden etkilenmiş ve bu iki çalışmayı birbiriyle karşılaştırmştır. Bu karşılaştırma sonucunda borderline ergenin bir ayrılama / bireyleşme başarısızlığı içinde olduğunu, bunun nedenininse egonun gelişimsel bir duraklaması ve annenin egonun gelişimini desteklemekteki yetersizliğinden kaynaklandığını görmüştür. Ergen, yaşadığı destek eksikliği sonucunda diğer savunmalara ek olarak terk depresyonu yaşamaktadır. Elde edilen bulgular Masterson’ın önce Borderline Ergenin Tedavisi; Gelişimsel Bir Yaklaşım ve bundan beş yıl sonra tedavisindeki başarının kanıtı niteliğinde olan Borderline Ergenden İşlevsel Yetişkine; Zaman Testi adlı kitaplarında yayınlanmıştır.
Masterson’ın cevap aradığı bir diğer soru, maternal libidinal ulaşılmazlık ve egonun gelişimsel duraklaması arasındaki bağlantının anlaşılmasına ilişkindi. Yanıt nesne ilişkileri kuramında ve intrapsişik yapı kavramında yatmaktaydı. Arayışı Masterson’ı dört farklı düşünceyi bir araya getrmeye itmiştir:
1. İlk üç yıldaki ayrılma/bireyleşme evresinde annenin libidinal ulaşılmazlığı
2. İntrapisişik yapının nesne ilişkileri kuramı
3. Zihinsel işleyişin iki ilkesi üzerine Freud’un yazdığı makale
4. Borderline hastaların iyileştikçe, daha kötü, yani daha depresif hissettiklerine dair edinilen klinik gözlemler
Borderline üçlüsü adı verilen ve kendilik aktivasyonunun anksiyete ve depresyona, bunların ise savunmaya yol açtığını ifade eden kavram bu bütünleştirme sonucunda meydana gelmiştir. Masterson çalışmalarını derinleştirdikçe bu kavramın sadece borderline kişilik bozukluğu için değil tüm kişilik bozuklukları için geçerli olduğunu fark etmiş ve onu “Kendilik Üçlüsü Bozuklukları” olarak yeniden adlandırmıştır. Böylelikle Masterson’ın ileriki yıllarda yayınlayacağı Gerçek Kendilik, Görünen Kendilik ve Kendilik Bozukluklarının Psikoterapisi gibi pek çok çalışmanın temelleri atılmıştır.
Kuramın betimlenmesi 40 yıldan fazla süre almış ve önce gelişimle başlayıp nesne ilişkilerine, sonra gelişimsel kendilik ve nesne ilişkilerine kadar uzanan derin araştırmalar sonucu, bağlanma kuramı ve nörobiyolojik beyin araştırmalarının da kurama katkılarıyla gelişmiştir (Masterson J. F., 2008, s. 15-19).



1.2. Kuramlararası Bütünleştirme


Masterson’ın kuramının evrimi onlarca yıl süren kuramı üzerinde çalışırken edindiği yeni bakış açısı, onu bütünleştirici bir vizyon edinmeye yönlendirmiştir. Kuramın gelişimi büyük bir emek harcanmasını zorunlu kılmış, bu süreç oldukça zorlu ve zahmetli bir mücadele gerektirmiştir.
Masterson yaklaşımı, gelişimsel bağlanma ve nesne ilişkileri kuramlarını nörobiyolojideki gelişmelerle bütünleştiren bir psikodinamik psikoterapi biçimi sunmaktadır (Tuncer, Kapısız, & Dönmez, 2018).

Masterson’ın kuramını geliştirme aşamasında ilerlerken, Mahler ve Stern’in çocuk gözlemi araştırmalarına ek olarak Bowlby’nin Bağlanma Kuramı ve Ainsworth’un Eichberg ile yapmış olduğu bağlanma araştırmaları normal kendiliğin gelişimi hakkında yeni ufuklar edinmesini ve kendi borderline hastalarının normal gelişim sürecinde yaşadığı tutukluk ve başarısızlıkları açıkça görmesini sağlamıştır.
Bu aşamadan sonra maternal libidinal erişilmezlik ile gelişimsel tutulma arasındaki bağlantının ne olduğu sorusuna yanıt “ Nesne ilişkileri Kuramı” ile gelmiş ve Masterson’ın kendilik ve intrapsişik yapının gelişiminde maternal kabulün rolü hakkındaki düşüncelerinin gelişmesine ortam sağlamıştır ve Donald Rinsley’nin katkıları konuda derinleşilmesine katkıda bulunmuştur. Bu gelişmelerin sonucu olarak Masterson “Borderline Kişilik Bozuluğunun Doğuşunda ve İnrapsişik Yapısında Annenin Rolü” adlı makaleyi yazmış ve Nesne İlişkileri Kuramı ile ayrılma –bireyleşme gelişimini bütünleştirmeyi önermiştir. Yazdığı makaleyi Rinsley’e göndermiş ve Rinsley çalışmaya Fairbairn’in nesnde ilişkileri hakkındaki görüşlerini de entegre etmeyi önermiştir.
Masterson yaptığı onca araştırma ve çalışmaya, yazdığı onca yayına rağmen hala teoride bir eksiklik olduğunu düşünmekteydi ki bu da kendilik gelişimine yeterince vurgu yapılmamasından öte gelmekteydi. Bağlanma kuramı ve nörobiyolojik araştırmaların da katkılarıyla kendilik kavramının detaylandırılarak çerçevelenmesi ve gerçek kendilik kevramının gelişip kurama entegre edilmesiyle “Masterson Yaklaşımı” olarak adlandırılan perspektif ana hatlarıyla oluşmuştur (Klein & Masterson, 1989).


Kuramlar arası bütünleştirici bir yaklaşım gözetirken Masterson, şu soruyu da asla gözardı etmedi: İnsan yavrusu nasıl bir dünyaya doğuyordu? Her bebeğin dünyaya eşit koşullarda gelmediği aşikardı(akt. Aydın, 2010). Bu soru üç faktörle açıklanan bir kavram doğurmuştur: Doğa, çevre ve kader’in etkisi. Doğa genetiğe, çevre çocuğun kendilik gelişiminin büyüme evrelerinde anne tarafından ne kadar desteklendiğine, kader ise dış faktörlere dikkat çekmektedir (Masterson J. F., 2008).

1.3. Masterson’ın Terapötik Yaklaşımı


Masterson yaklaşımının ana hedefi nesne ilişkileri ve bozulmuş gerçek kendilik kapasiteleri bağlamında kişilik bozukluklarının psikoterapisidir. Kişilik bozukluğu olan bir bireyin gerçek kendilik aktivasyonu bastırılmış ve yerini sahte kendiliğe bırakmıştır. Dolayısıyla psikoterapi süreci, bireyin gerçek kendilik aktivasyonunun gerçekleşmesi temelinde yapılandırılmalıdır. Bu yapılandırma terapistin, hastadan kendilik desteğine sahip olmasını, kendini ortaya koymasını ve kendini yatıştırabilmesini beklediği bir duruşu olmasını gerektirir (Masterson J. F., 2008).


. Bu yaklaşım perspektifinden psikoterapiyi sürdüren psikoterapistler; farklı kişilik modellerini intrapsişik yapıları ve gelişimsel faktörleri göz önünde bulundurarak değerlendirebilmekte ve her kişilik yapılanmasının tedavisini kendi özelinde ele alabilmektedirler (Tuncer, Kapısız, & Dönmez, 2018).


Terapist gerçek kendilikle konuşmalı, etkinleşebilmesi onu uyarmalı ve kenilik aktivasyonuna ket vuran süreçlerin tekrarlanmasına engel olmak için çerçeve kullanarak terapiyi yapılandırmalıdır. Bu müdehaleler, hastanın gerçek kendilik aktivasyonunun “ne” olduğunu farketmesi ve “nasıl” gerçek ilişki kurulabileceğini keşfetmesi olasılığına ulaşmak amacını içerir. Hastanın gerçek kendiliğin yeniden işlenmesi ve yapılandırılması bu yolla gerçekleşecektir (Masterson J. F., 2008, s. 178-181).
“Terapi hem sol hem sağ beyni, hem kalbi, hem aklı, hem tekniği, hem de gizemi içerir” (Masterson J. F., 2008).


1.3.1. Terapistin Duruşu ve Terapötik Tarafsızlık


Terapötik tarafsızlık, psikanalitik yönelimli psikoterapiler kapsamında son yıllarda sık sık tartışma konusu haline gelen bir olgudur. Terapistin tarafsızlığının ne denli mümkün olduğunun sorgulanması ve terapistlerin bu konuda ne kadar istekli olduğu konusu tartışmaların başını çekmektedir (Masterson J. F., 2008).
Terapötik tarafsızlık kavramı terapistin, hastayla kişisel bir ilişki içinde bulunmadan tarafsız ve nesnel bir duruş olarak tanımlanabilir. Hastanın iyileşmesi amacıyla, hasta ve terapist arasında uzlaşılarak belirlenen bu durum “terapötik ittifak” olarak adlandırılır.
Kişinin savunmalarıyla yüzleşebileceği bir ortam yaratmak adına terapötik tarafsızlığın korunması ve sürdürülmesi büyük önem taşımaktadır. Terapistin sakinliği, hastaya kendi içsel çatışmalarıyla başedebilecek potansiyelde olduğu konusunda güven veren örtük bir mesaj iletir. Hasta bu halde yatışarak devam edecek motivasyona erişir (Masterson J. F., 2016).
Terapist, terapötik tarafsızlığını koruyarak kişinin gerçek kendiliğinin koruyucusu olur. Hastayla kişisel bir ilişki kurulması ve tarafsızlığın kaybı, hastanın iyileşmesi için en etkili araç olan algı ve yargının nesnelliğinin yitirilmesine neden olacaktır. Ancak çok sık rastlanan bir yanılsama vardır ki o da ; terapötik tarafsızlığın terapistin katı ve tamamen duygusuz birer nesne olarak var olması gerektiği hatasına düşülmesidir. Terapist “merhametsiz bir tahta parçası” değildir (Masterson J. F., 2014).
Tüm yazılanlara ek olarak bilinmelidir ki, terapötik tarafsızlık tüm terapi süresince her hasta karşısında korunması gereken bir duruş değildir.Kişilik bozukluğu olmayan hastalarla ya da kişilik bozukluğunun üstesinden gelmiş kişilerde terapistin öznelliği terapinin ihtiyaçlarını karşılayabilir (Masterson J. F., 2008).


1.3.2. Tanıya Özgü Müdehale


Masterson borderline, narsisistik ve şizoid kişilik bozuklukların psikoterapisinin tanıya yönelik olarak ayrıştırılabilmesi için gelişimsel açıdan belirleyici faktörler önermiştir. Kişilik bozukluklarının her birinin ayrı bir intrapsişik yapılanması vardır ve kendine özgü terapötik yaklaşıma ihtiyaç duyar.



Müdehalelerin ortak hedefi sahte kendiliğin aşılmasıyla gerçek kendiliğe erişmektir. Ancak gerçek kendiliğin açığa çıkması için gerekli donanımlar her bir kişilik bozukluğunun kendi özelinde farklılaşmaktadır (Masterson J. F., 2008).



Borderline kişilik bozukluğu olan ve ayrılma-birleşme stresiyle terapötik ittifaktan geri çekilmeye eğilimi olan bir hasta ile çalışırken terapistin görevi ustalıkla yapılacak bir “yüzleştirme” olacakken, narsisistik kişilik bozukluğunda terapğst bambaşka bir duruş ve süreç için hazır olmalıdır (Masterson J. F., 2014). Terapötik müdehale yüzleştirmeden narsisistik kırılganlığın yorumlanmasına kayacak ve iletişimsel örtüşme sürecinde büyüklenmeci kendilikle konuşulmadığına emin olunması gerekecektir (Masterson J. F., 2016).


Şizoid kişilik bozukluğunda ise durum bambaşkadır. Hastaların ikili kontrol edilme ve çaresiz yalnızlık kaygıları güvenlik konusunda hassasiyete neden olur ve “şizoid ikilem” gün yüzüne çıkar (Masterson J. F., 2008). Terapist hastaya dayatmada bulunmamaya ve sınırlarına hassasiyet göstereceğini görünür şekilde ifade etmeye çabalamalıdır. Terapi sürecine giriş şizoid ikilemin yorumlanmasıyla olur ancak bu yorumlama kendilik aktivasyonunu tetikler ve aktivayon da anksiyete ile terk depresyonuna neden olur. Terapist hastanın ritmine özen göstererek süreci ilerletmesi ve sabırlı olması hastaların terapiyi terk etmemesi için son derece kritiktir (Tuncer, Kapısız, & Dönmez, 2018).
Sonuç olarak Masterson kuramı perspektifinden bakıldığında, terapi sürecinin; her hastanın gerçek kendiliğini ortaya çıkaracak şekilde yapılandırılması ve sürdürülmesi elzemdir. Terapistin duruşu, hastanın kendilik aktivasyonunu beklediği ve desteklediği nitelikte olmalıdır ve sahte kendilikle iş birliği yapmaktan kaçınılmalıdır (Masterson J. F., 2008).

2. GERÇEK KENDİLİK VE SAHTE KENDİLİK


2.1. Kendilik Nedir?
Kendiliğin tanımını yapmak ve doğasını açıklamak oldukça karmaşık bir konudur. Psikanaliz çerçevesinde pek çok kuramcı tarafından kendiğilin yapısı ve gelişimi anlaşılmaya ve açıklanmaya çalışılmıştır. Bu çabalar farklı kuramların gelişmesine neden olmuştur.
Freud, kendilikle ilgili çalışmaların temelini atarak diğer araştırmaların önünü açmıştır. Yapısal kişilik kuramıyla, kişiliği; id, ego, süperego adı verilen üç sisteme ayırmıştır. İd; içgüdüleri kapsayan ve genetik olarak aktarılan gizil güçleri ifade eder, ego; kişiliğin yürütme organıdır ve eyleme ulaşmak için seçilecek yolları denetler, süperego ise; kişiliğin vicdani ve ahlaki temsilini oluşturur (Geçtan, 2002).
Freud Ich (ego) kelimesiyle kendiliği açıklamış ve pre-ödipal dönemde kendilik gelişimin sınırlarını kabaca çiziştir. Ancak bu süreç o kadar çok vaktini almıştır ki daha detaylı bir kendilik gelişimi üzerine odaklanamamıştır ve bu aşama diğer kuramcılar devreye girmiştir (Masterson J. F., 2014).
Daha bütüncül bir bakış açısına olan ihtiyaç Jung’un kişilik kavramlaştırmasının temellerini oluşturmuş oldukça kapsamlı bir kişilik kuramı gelişmiştir. Kişiliğin bölümleri, kişiliğin enerji kaynakları ve kişiliğin gelişimi ve yaşam boyunca değişimi konularının beraberinde getirdiği sorular; psişe, bilinç, ego, kişisel bilinçdışı, kompleksler, kolektif bilinçdışı ve arketip kavramlarını oluşturmuştuır (Geçtan, 2002).
Jung kendiliği, insanın tasarımında bulunan, kişinin bütünlüğünü ve en büyük hayallarine olan ihtiyacınında anlam bulan bir arketip olarak görmüştür.
Rank, ayrılma anksiyetesi ve doğum travması üzerine odağını çevirmiş (Masterson J. F., 2016) ve insanları üç bölüme ayırarak ortalama insan, nevrotik ve artist olarak adlandırdığı kişilik tiplerini oluşturmuştur (Geçtan, 2002).
Adler (1940), erken çocuklukta edinilen bilgilerin kendilikte oluşan aşağılık duygularının aşırı telafisi şeklinde açığa çıkarak hayat tarzını oluştuduğu ve bu durumun da yaratıcı kendiliğin işlev göstermesini engellediği yorumunu yapmıştır. Benzer şekilde Horney (1946, 1950), bastırılmış bir gerçek kendilik ve idealize edilmiş bir kendilik olasılığını öne sürmüştür. Sullvan (1970) ise kendiliğin gelişiminin güvenliğin ve ihtiyaçların giderilmesinin sağlanmasıyla doğru orantılı olduğunu düşünmüştür(akt; Masterson, 2016).
Erikson, ego savunma mekanizmalarının bilinçli olarak aktive edilmesine gerek olmadan psişik dengemizi sağladığını; her kişisel kimliğin, kendi deneyimiyle ego ve kendilik yönü barındırdığını açıklamıştır. Erikson’a göre; birey psikososyal deneyimlerinde edindiği kendilik imgelerini başarıyla bütünleştirdiğinde kendilik yönü ortaya çıkar (Masterson J. F., 2014).
Hartmann (1958, 1964) kendiliği bütün bir kişi olarak tanımlamış, Jacobson (1964) ise kendilik temsilini fiziksel ve zihinsel kendiliğin ego sistemindeki bilinçdışı, bilinç öncesi ve bilinçli intrapsişik temsilleri olarak açıklamıştır. Kernberg (1982), karakter terimini kullanarak kendiliği bütüncül bir yapı olarak düşünmüştür.
Kohut, kendiliği bütünüyle, nesne tasarımlarına benzer bir şekilde, zihinsel aygıtın bir içeriği olarak açıklamış fakat zihnin aygıtlarından biri olmadığını önemle vurgulamıştır (Kohut, 1998a). Kohut’un teorisi, nesne ilişkileri bulgularıyla zıt düşmesi açısından Masterson yaklaşımıyla örtüşmemektedir (Masterson J. F., 2016).
Kohut(1998b)’a göre çocukta sağlıklı bir kendiliğin gelişmesini sağlayan kaynak, kendilik nesnesinin en azından belli zamanlarda uygun aynalayıcı yanıtlar verme kapasitesidir; patojen olan kendilik nesnesinin zaman zaman başarısız olması değil, kendilik alanında kendi psikopatolojisine bağlı olarak, uygun yanıt verme kapasitesinin süreğen zaafiyetidir. Dönüştürerek içselleştirme yoluyla kendiliğin bütünleşmesine yol açan ve insanı yaşam boyu ayakta tutan temel kendilik saygısı ve kendine güven için bir depo oluşturmasını sağlayan, çocuğun narsisistik gereksinimlerinin yerinde ve yeterince tatmin edilmeden bırakılmasıdır.
Kendiliğin kavramsal gelişiminin eriştiği bu noktadan sonra Mahler’in araştırmaları, kavramın yeni bir boyut kazanması için ihtiyaç duyulan zemini sağlamıştır. Normal gelişen çocuklar ve anneleriyle yapılan gözlemsel çalışmalar, “doğru gidenin ne olduğu” konusunda perspektif sunmuştur ve nesne ilişkileriyle kendilik gelişimi arasındaki bağlantının keşfedilmesi yardımcı olmuştur (Masterson J. F., 2014).
Kendilik gelişimi; bağlanma kuramında altı çizilen, yakın duygusal ilişki içinde olmayı sağlayan güveli bağlanma ve nesne ilişkileri kuramında belirtilen, özerkliğin kazanımını ifade eden sağlıklı ayrışma kapasiteleri tarafından desteklenmektedir (Masterson J. F., 2008).
Klein’e göre; nesne ilişkileri kuramlarında çoğunlukla kendiliğin, “olgun nesne tasarımı ve ayrılma – bağlanma ilişkileri ” çerçevesinde açıklandığı görülmektedir(akt.; Aydın, 2010 ).
Nesne ilişkileri kuramından edindiği bilgiler ve klinik gözlemleri sonucunda Masterson; kendilik tasarımı, kendilik kabulü, yatıştırma, kendini haklı görme, kendilik iddiası gibi kendilik işlevlerinin maruz kaldığı güçlüklere odağını yöneltmenin kişilik bozukluklarının terapisi için gerekliliğini keşfetmiştir. Sonraki çalışmalarında kapsamı genişleterek kendilik işlevlerinin zorlanmalarının terk depresyonunun önemli bir sonucu olmasının yanı sıra, ego saplanması da içerdiğini farkederek, kendilik gelişimindeki bir duraksamanın eş zamanlılıkla ego işlevlerinde de bir duraksamaya neden olduğu sonucuna ulaşmıştır. Elde ettiği bu sonuç Masterson’ın, “Gerçek Kendilik” yaklaşımının ortaya çıkmasına yön vermiştir (Masterson J. F., 2016).

2.2. Gerçek Kendilik
Gerçek kendilik kavramı, Masterson yaklaşımının temel yapı taşlarındandır (Masterson J. F., 2008). İntrapsişik anlamda kendiliği ve kendiliğin duygulanınlarına etki eden nesne ilişkilerini ifade eder. Burada kullanılan “gerçek” kelimesi, normal ya da sağlıklı anlamına gelmektedir.
Yaşamın ilk üç yılında çocuğun kendine has özelliklerinin anne ve bakım veren kişilerce cesaretlendirilerek desteklenmesi gerçek kendiliğin gelişmesi ve bütünlüğünü sağlaması için önem teşkil etmektedir. Gelişimin bu basamağında oluşabilecek aksaklıklar, kendilik gelişiminin sekteye uğrayarak kişilik bozukluklarının gelişmesine neden olabilmektedir.
Gerçek kendilik; egonun yanında ve egoyla birlikte, kendine has ya da bireyleşme isteklerini gerçek dünyada yaratıcı bir şekilde belirledikten sonra ifade etme ya da dile getirebilmenin yanı sıra kendilik saygısının düzenlenmesi için sürekliliği olan bir kaynak sağlamak amacıyla etkin bir adaptasyon ve savunma yapmak için çalışmaktadır (Masterson J. F., 2016).
Masterson’ın kuramında aktarılan gerçek kendilik kavramının, Winnicott'un hakiki kendilik tanımı ile karıştırılması sık karşılaşılan bir durumdur. Winnicott’a göre hakiki kendilik; bireyin kendi ihtiyaçlarını toplumun ihtiyaçlarından ayırt ederek, doğru derecelendirmelerle kendi ve diğerlerinin ihtiyaçlarını ölçmesi, sıralaması ve yaşantısında bu farkındalıkları harekete geçirmesini içermektedir. Masterson ise gerçek kendilik kavramı ile daha kapsamlı bir yapılanmaya işaret etmektedir. Ona göre gerçek kendilik ego ile iş birliği yapar ve birinde yaşanan duraksama diğerini de etkiler ki bu gelişim ve duraksamaların tamamı da bireyin kişiliğini ve gerçek kendiliği etkiler (Klein, 1989; akt. Aydın, 2010).
Gerçek kendilik, varlığını egoya paralel bir şekilde sürdürür ve bu anlamda ego psikolojisinden ayrı düşünülemez. Bununla birlikte gerçek kendiliğin kendi kapasiteleri, kendine has bir gelişimsel eğrisi ve bozuluğunda görülen psikopatolojileri bulunmaktadır. Ego gelişimindeki herhangi bir duraksama ile kendilikte de bu duraksamayla eş zamanlı gelişen bir bozukluk meydana gelecektir (Materson, 2016).
Erikson’a göre(2968); kimlik oluşumunun hem ego yönü hem de kendilik yönü vardır. Kendilik genellikle bilinç öncesinde var olur fakat bilinçli hale gelmesi mümkündür. Yani ego çoğunlukla bilinçdışı çalışırken, kendilik istediğinde bilinç düzeyinde var olabilir(akt.; Masterson, 2016).
Nesne ilişkileri çerçevesinde gerçek kendilik (Masterson, 2014 ); “kendiliğin ve önemli başkalarının intrapsişik imgelerinin toplamının yanı sıra, o imgeler tarafından rehberlik edilen ortam içindeki eylem kapasitelerinin beraberinde o imgelerle ilintili duyguların toplamı”ndan oluşmuştur.
Borderline ve narsisistik kişilik bozukluklarında, gerçek kendiliğin bütün kapasiteleri bir dereceye kadar hasar görmüştür. Dış dünyayla başa çıkabilmek için gerçek kendiliklerini kullanamayan borderline ya da narsisistik hasta bunun yerine sahte savunmacı bir kendiliğin işlevsiz uyumundan yararlanır. Borderline kişilik bozukluğunda bu sahte savunmacı kendilik, terk depresyonuna karşı gerileyici savunmalara dayanır. Narsisistik kişilik bozukluğunda ise sahte savunmacı kendilik, büyüklenmeci ve tümgüçlü nesne temsillerine ve bunlara bağlı olarak gelişen savunmalara dayanmaktadır (Masterson J. F., 2016).
Masterson’a (2014) göre gerçek kendilik; bireyin ve dünya imgelerinin temsillerini yaratan çeşitli imgelerin sürekliliği ve ilişkiselliğini sağlamaya ek olarak, kişinin kendine özgü bireysel isteklerini belirleyen ve gerçekliğin içinde bu istekleri aktaran bilinç olarak tanımlanabilir. Bu şekilde insanın özgün bir varlık olarak kendilik imgelerini tanıma ve ilintilendirme becerisi gelişir. Gelişen bu beceri doğrultusunda birey kendilik imgesi ve davranışlarının, kendiliğinin özgün ve dürüst ifadesi olduğunu deneyimleyerek kimliğinin sürekliliğini sağlar, “gerçek” hisseder ve değişen durumlara yaratıcı bir işlevsellikle uyum sağlamayı başarabilir.
Gerçek kendilik, birbiriyle çelişse dahi pek çok çeşitli kendilik imgesini içselleştirebilir, karışıklara çözümler üretir. Çeşitliliklerden uyumlu bir bütün oluşturur ve davranışlar üzerinde bir navigasyon görevi görür. Gerçek kendiliğin hayata yaptığı rehberlik sayesinde birey, amaçlarına ulaşmak için uygun yollar keşfeder ve dış çevre ile intrapsişik gerçeklik arasında yakalanan bu uyum özsaygının gelişmesiyle taçlanır (Masterson J. F., 2014).


2.3. Gerçek Kendiliğin Yapısı
Kendilik organizasyonunu daha iyi anlaşılmasını sağlamak için Masterson ve arkadaşları (2016), kurama birkaç tanımlayıcı açıklama getirmiştir.
Kendilik tasarımı: Moore ve Fine (1968)’a göre kendilik tasarımı, bireyin belirli bir durumda, belirli bir süre kendi hakkındaki zihinsel imgesi. Bu imge bilinçli ve gerçekçi olabileceği gibi, bilinçdışı düzeyde ve çarpıtılmış da olabilir(akt.; Masterson, 2016 ).
Kendilik temsili: Egonun katkısıyla zaman içinde bireyin edindiği farklı kendilik tasarımlarının birleşmesiyle oluşan bu yapıyı Moore ve Fine (1968), kendilik temsili olarak açıklamışlardır (akt. Masterson, 2016).
Aşırı-düzenli kendilik organizasyonu: Horowitz ve Zilber (1983) bu terimi, var olan ikincil kendilik tasarım ve temsillerinin düzenlenmesini sağlayan yapı için kullanır. Süreklilik organizasyonu için büyük önem taşır ( akt.; Masterson, 2016 ).
Bütün kendilik: Sağduyuyu içeren bir kavramdır. Bireyin öteki insan ve nesnelerle farklılığını ortaya koyduğu kişilik gerçekliği (Masterson J. F., 2016).
2.4. Gerçek Kendiliğin Gelişimi
Masterson (2016) gerçek kendiliğin; genetik etkenler, çocuğun bedensel ve algısal duyumları, çevre ile baş etme kapasitesi ve nesne ilişkileri formlarının bütüncül etkisi ile oluşup geliştiğini aktarmaktadır.
Klein’e göre bir çocuğun gelecek yaşantısına bir kendilik bozukluğu taşıyıp taşımayacağını bağlanma stillerine ek olarak genetik faktörler, mizaç ve çevresel faktörler belirlemektedir. Nesne ilişkileri açısından bakıldığında, kendiliğin gelişimini yordamak için ayrılma – birleşme evrelerinin ve bağlanma süreçlerinin araştırılması oldukça önem taşımaktadır. Kendilik kuramları penceresinden incelendiğinde ise kendilik, kişinin bireyleşme yolunda attığı adımlar sırasında maruz kaldığı nesne ilişkilerinin yapısı ve libidinal oluşumların bireyleşme girişimlerine etkisiyle ilişkili olarak gelişmektedir. Gelişen bu yapı kişinin kendini ne şekilde sakinleştireceğini ve duygularıyla nasıl baş edeceğini belirlemektedir. Yapılan gözlem ve araştırmalara göre bebekler duygularını stabilize etmek ve streslerini azaltabilmek için, bakım veren kişiler onları ne şekilde yatıştırıyorsa kendilerini o yöntemle yatıştırmaya eğilimli olmaktadır. Tüm bunlardan yola çıkılarak kendilik kuramlarının kendilik sürekliliğine ağırlık verdiği söylenebilir (akt.; Aydın, 2010 ).
İlk 3 ayda bebek için temsili olarak farklılaşmamış bir matriksin varlığı söz konusudur. 3 – 18 aylar arası, annenin ödüllendiren ya da engelleyen etkileşimleri bu matriksten iki kendilik temsili oluşmasını sağlar. En kritik evrelerden biri olan ayrılma – bireyleşme evresinde (18 – 36 aylar) fiziksel olarak anneden ayrılma kapasitesinin oluşması, bebeği kendilik temsili ile nesne temsilini birbirinden ayırması için motive eder. Gelişim ilerledikçe iyi – kötü nesne ve kendilik temsilleri en son alt evrede birleşir. Bu bütünleşme ego ve kendilik gelişimi açısından çok önemli bir aşamadır. Sonucunda deneyimlenen özdeşleşme ve içe yansıtma süreçleri, çocuğun ego işlevlerini içselleştirmesine, hoşgörü, dürtü denetimi ve ego sınırları geliştirmesine neden olur. Çocuk artık insanı hem iyi hem kötü, bir bütün olarak algılar, hayal kırıklıklarına karşın o kişiye yatırımı sürdürebilir ve kişinin yokluğunda dahi intrapsişik imgesini zihninde tutabilir (Materson, 2016, s. 46 - 48).
2.5. Kendilik Kapasiteleri
Gelişim evrelerinde edinilen tecrübeler sonucu birey, sorunlar ve zorluklarla baş etmesine yardıncı olacak, içsel yol gösterici olarak işlev görecek duygu ve düşünce örüntüleri geliştirir. Bu örüntüler, ilişkilere yaklaşım ve gündelik olaylarda kendini ifade etme yöntemine şekil veren gerçek kendiliğin güç ve kapasitelerini oluşturur (Masterson J. F., 2014).
Masterson (2016)’ın belirlediği kendilik kapasiteleri aşağıdaki gibidir:
1. Duygulanımın spontanlığı ve canlılığı: Duygulanımı derin, canlı, coşkulu, yoğun, heyecanlı ve kendiliğindenlik içeren bir şekilde deneyimleyebilme kapasitesi.
2. Kendini haklı görme: Anne – babanın, çocuğun gelişen kendiliğini kabul edip desteklemesi sonucu çocuk, kendiliğinin varlığına ve haz tecrübelerine hak kazandığına inanır. Bu inancın zayıf ya da şişkin olması kendilik bozukluklarında görülen bir durumdur.
3. Kendilik aktivasyonu, iddiası ve desteği: Kişinin bireyleşme isteklerini belirleme ve bu istekleri hayata aktarabilme, sürdürebilme ve savunabilmek için gerekli olan iddiayı ortaya koyabilme kapasitesi.
4. Kendilik aktivasyonunun kabulu ve kendilik saygısının sürdürülmesi: Kendiliğin, olumlu ya da olumsuz bir yaşam olayı karşısında uyum göstermesi ve üstesinden gelebilme beceresini kabul etmesi. Bu kapasite, özsaygı gelişimi için önemli bir yapı taşıdır.
5. Acı veren duygulanımları yatıştırmak: Karşılaşılan durum ve olgulardan bağımsız bir yolla yeni planlar belirleyebilme kapasitesi. Acı veren duygulanımın yatıştırılması için önem taşır.
6. Kendiliğin Sürekliliği: “Ben”in yaşanan bir deneyim içindeki varlığını sürdürmesi, yeni bir deneyimdeki “Ben” ile aynılık içerisinde var olabileceğinin bilincinde olunması ve bu durumun kabulü.
7. Kararlılık: Bir hedefe ulaşmak için kendiliğin; adanmışlık içinde, istikrarlılıkla engelleri aşmaktaki azmi ve ısrarcılığı.
8. Yaratıcılık: Var olan örüntüler, yeni durumlarla uyumlu hale gelecek şekilde değiştirebilme kapasitesi.
9. Yakınlık: Terk edilme korkusu ya da yutulma anksiyetesini en az seviyede yaşarak bir ilişki içinde var olabilme ve kendini olduğu gibi ortaya koyarak yakın ilişki içinde kalabilme kapasitesi.
Kişinin olumlu bir gerçek kendilik deneyimlemesi, zorlukların üstesinden gelebilmesi, yaşamsal uyum geliştirmesi, olumsuz duygulanımlarla baş edebilmesi, kendini özgürce ortaya koyabilmesi ve kendilik sürekliliği geliştirmesi, sağlıklı ilişkiler kurup bu ilişkileri sürdürebilmesi gibi pek çok yaşamsal fonksiyonun gelişmesi ve düzenlenebilmesi açısından kendilik kapasiteleri önemli görülmektedir. Kişilik bozukluğu tanısı alan bireylerde bu kapasitelerden bazılarının yeterli işlev gösteremediği ve bu nedenle kişilerin zorlu deneyimler yaşadıkları dikkat çekmektedir.
2.6. Sahte Kendilik
“Hayattaki ‘anlam’ı nasıl buluruz? Bu soru insanoğlunu çağlar boyu dönüşümlü olarak heyecanlandırmış ve dehşete düşürmüştür ve kaçınılmaz olarak her nesli, o nesil doğduğunda kendinden önce gelen zamanın haklı çıkaracağı nasihati kendisi için sınayarak ve tecrübe ederek heyecanlandırmaya ve dehşete düşürmeye devam edecektir. Ama gene de, denemek ve tecrübe etmek boşa harcanmış çabalar değildir. Sonuç olarak hiçbir insanoğlu, hayatının gerçek anlamını sadece daha önce gitmiş olanlardan miras kalan anlamı kabullenerek bulamaz. Kişisel anlam benimsenmeli, yaratılmalıdır, çünkü onu yaratma süreci tecrübe etmeyi ve denemeyi gerektirir. Sahte kendilik ne dener ne de tecrübe eder; o, tecrübe etmeye karşı bir savunmadır (Masterson J. F., 2014, s. 22).”
Sahte kendilik kavramı, gerçek kendiliğin bir savunması olarak kendine yer bulur ve Masterson yaklaşımına göre kişilik bozukluklarının oluşmasına ortam sağlayan en önemli gelişim unsurlarından biridir. Kişi gerçek kendiliği aktif olduğunda yaşayacağı acı dolu tecrüben kaçınmak için, yıllar içinde geliştirmiş olduğu sahte kendiliğine tutunur, ancak bu girişim gerçek kendiliğin fedasıyla sonuçlanacak diğer olumsuzluklara neden olur ve içinden çıkılması güç bir sarmal oluşur.
Winnicott’a göre sahte kendilik; çocuğun tümgüçlülük algısının anneyle uyumsuz bir patern içermesi sonucu katı bir biçimde engellenmesi ile geliştirdiği, çevreden alamadığı uyumlu ve olumlu ortamı sağlamaya yönelik bir eylemdir. Çocuk gerilimden uzaklaşmak için adım adım sahte kendiliğe tutunur ve kendiliğin arzu ve isteklerinden sıyrılarak anne ve diğer ötekilerin isteklerine uygun davranmaya çabalar. Böylelikle sığ bir uyum tecrübesi gerçekleşir ve sahte kendilik iyiden iyiye çocuğun benliğini kuşatır (Winnicott, 2013).
Masterson’a göre ise sahte kendilik gelişim sürecinde ebeveynle sürdürülen ilişkinin sonucunda meydana gelir. Kendiliğin gelişimi sırasında çocuk, ödüllendirici nesneden kopup ceza veren nesneye maruz kalmamak için kendi ihtiyaçlarından çok bakım verenin ihtiyaçlarını gözetir. Uyum bozucu bu deneyimler sonrası çocuk sahte savunmacı kendilik geliştirir ve böylelikle kendilik bozukluklarının temelleri atılmış olur (Klein, 1989, akt. ; Aydın, 2010).
Annenin çocuğun kendiliğinin ondan ayrışmaya başlayan yönelmelerine verdiği katı tepkiler sonucunda çocuk, ayrılma anksiyetesinden kaçınmak için sahte kendilik aracılığıyla gerçek kendiliğinin kapasite ve ihtiyaçlarının bastırılmasıyla aktivasyondan kaçınır. Şekil 1’de gösterildiği gibi; kendilik aktivasyonunun gerçekleştirilmesine yönelik her bir girişim, ayrılma anksiyetesi ve savunmaya neden olan terk depresyonunun tetiklenmesine ortam sağlar. Birey kendilik aktivasyonu için gerekli potansiyele sahiptir, ancak depresyondan kaçınmaya duyulan ihtiyaç aktivasyona engel olur. Bu döngü tekrar tekrar kişiyi sınar, ta ki gerçek kendilik korkusuzca var olmayı başarana kadar (Masterson, Tolpin, & Sifneos, 2014).
Şekil 1: Kendilik aktivasyonu bastırılma döngüsü

Kişilik bozukluğu olan hastalar, çoğu zaman ne kadar zarar gördüklerini görmezden gelerek, olumsuz duygulanımlarından kaçınmak amacıyla sahte kendiliğin hükmü altında kendilik yıkıcı davranışlara yönelirler. Bu davranışlar onları daha da çıkmaza sokar ancak sahte kendiliğin sabotajı altında bunu farketmeden kötü hissetmekten korunmaya gayret ederler. Sahte kendilikten kaynağını alan kendilik yıkıcı davranış, durumlarla uyumsuz bir şekilde başa çıkılmaya çalışılması ile patolojik bir görüngüye sahip olur. Kişiler sahte kendiliğin engelleyici mesaj ve taleplerine o kadar ikna olurlar ki, başka bir yol olduğuna kendilerini bir türlü ikna edemezler. Sahte kendiliğin mesajı nettir, onun olduğu yerde umuda yer yoktur (Masterson J. F., 2014).
Kişisel ilişkilerde ise sahte kendilik, yutulma ve bırakılma korkularının neden olabileceği acı dolu duygulanımlardan kaçınmak için hayali dinamikler içeren ilişkileri gerçek ilişkilere tercih eder. Böylelikle hastaları, kendilerini ortaya koymalarının sonucunda yaşayacakları çatışmadan koruyacağı yönünde ikna eder.
Travmalı kendilik bozukluğunda durum biraz daha karmaşık bir hal alabilmektedir. Travmaya maruz kalan kişi; başa çıkma mekanizmalarının tamamen bastırıldığı, gerçek manada hayatını tehdit eden bir yaşam olayıyla karşılaşmıştır. Travmatik anılar, düzenlenmemiş duygusal deneyimler yaratarak amigdalanın aşırı uyarımına neden olarak, bu bilgileri organize etme görevi olan hipokampusun kısa devre yapmasına neden olmaktadırlar. Travmalı kendilik bozukluğu olan hastalar karmaşıktır ve tedavi karakter ve travmanın çalışacağı iki boyutu birden kapsamalıdır (Masterson J. F., 2008).
Şekil 2: Travmalı Kendilik Bozukluklarının Tedavisi


Şekil 2’de travmalı kendilik bozukluğunun psikoterapisinde travma çalışması ve karakter çalımasının Masterson Yaklaşımı’na göre şematik anlatımına yer verilmektedir. Travma çalışmalarında derinleşmeden önce yeterince karakter çalışması yapıldığından emin olmak, hastanın taşma ve yoğun anksiyete yaşamaması için önem taşımaktadır. Dengeli bir bütünleştirme, hastanın gerçek kendiliğinin ortaya çıkması için olanak sağlamaktadır (Masterson J. F., 2008).
Sahte kendiliğin varlığı, bireylerde öz saygı eksilmesine de neden olur. Bu durumda kişinin gerçek kendiliği oldukça zayıflamıştır. Kişi öz saygısı eksildikçe hayatını kontrol altına alabileceğine yönelik inancını kaybeder ve başına gelen olumsuzluklar için hayatın adaletsizliğinden yakınır, dış dünyayı suçlayarak problemlerinden kaçınma yoluna girer.
İnsanların hemen hepsi zaman zaman hayattaki amaçlarını, kendiliklerinin değerli olup olmadığını, mutluluğu, çalışmayı, ilişkilerini ve diğerlerini düşünür ve sorgularlar. Ancak bu sorgulamalara cevap ararken kendilik yıkıcı davranışlarıda bulunmadan, düş kırıklıklarının üstesinden gelebilir ve zor durumlarla baş edebilirler. Gerçek kendilik ve sahte kendiliğin bireyde yarattığı en büyük değişim bu becerilerin yansıması olarak kabul edilebilir (Masterson J. F., 2014).


3. TERK DEPRESYONUNDAN SAKINMAK


“Yabancı bir toprakta yabancı (Masterson J. F., 2014)”
Terk depresyonu yaşayan insanların kendiliği, sahte kendilik tarafından kuşatma altındadır. Kuşatılmış kendilik, kendi vücuduna bile yabancı olabilir. Dünya bir düşman, her şey tehlikedir. Kişi o denli kendine uzaktır ki, “yabancı bir toprakta yabancı” gibi, ne yapacağını bilemez haldedir. Normal insanların gündelik olarak kullandığı çözüm yolları ve başa çıkma mekanizmaları bu kişiler için tamamen bilinmezdir. Kendilikleri bir hiçliğin içinde kaybolmuştur ve dağılmanın eşiğindedirler (Masterson J. F., 2014).


3.1. Terk Depresyonuna Kuramsal Bakış



Terk Depresyonu Kuramı, Masterson’ın literatüre kazandırdığı en önemli çalımalardan biridir. Masterson’ın kuramında yer alan terk depresyonu, bilenen kriterlere sahip depresyondan çok daha yaralayıcı ve yıkıcı bir tabloyla seyreder. Bu deneyim o kadar zorlayıcıdır ki, kişi duygularından kaçınmak için sahte benlik tarafından yönlendirilen uyum bozucu savunmalara yönelir (Psikoterapi Enstitüsü).


Kuram, teorik temellerini Margaret Mahler’in yaptığı çalışmalardan almaktadır. Masterson, çalıştığı ergenlerin davranışları üzerinde yaptığı gözlemler sırasında ergenlerin, bebeklerin ayrılma – bireyleşme evresinde sergilediği ikircikli tavırlara benzer davranışlarda bulunduklarını fark etmiştir. Ayrılma – bireyleşme evresinde anne sağlıklı bir tutum içinde bulunur ve süreci desteklerse çocuğun evreyi başarıyla tamamlamasını kolaylaştırarak destek olur. Aksi halde bebekler yapışma – uzaklaşma döngüsüne girer ki bu döngü ileride bireyin kendilik bozuklukları geliştirmesine neden olabilir (Masterson J. F., 2016).


Elde ettiği bulgular sonucu Masterson, ergen hastalarında fark ettiği bu gelişimsel duraklamayı, nesne ilişkileri teorisiyle birleştirmiştir. Masterson(2016)’a göre gelişimsel duraklamadan kaynaklana içsel nesne ilişkileri tasarımı iki birimden oluşmaktadır:


1- Ödüllendiren Nesne İlişkileri Parça Birimi(ÖNİP)
2- Geri Çekilen Nesne İlişkileri Parça Birimi(GNİP)


ÖNİP ödüllendirilme, GNİP cezalandırma sinyali vermektedir. Bebeğin ayrışma – bireyleşme girişimleri annenin sevgisini geri geri çekmesiyle sonuçlanırsa (GNİP), çocuk olumsuz duyguların peş peşe yaşandığı, acı veren terk depresyonuna düşmektedir. Bunun sonucu olarak yaşadığı olumsuz duygulara tahammül etmekte zorlanır ve kendilik aktivasyonunu geri çekerek savunmacı bir tutum içine girer ve annenin sevdiği bebek olarak kalabilmek için ÖNİP’te kalmaya çabalar.


Sonuç olarak Masterson’ın “Kendilik Üçlüsü” adını verdiği kavram ortaya çıkar; kendilik aktivasyonu terk depresyonuna, terk depresyonu ise savunmalara neden olur. Bu döngü tekrar tekrar yaşanır (Masterson J. F., 2016).


Terk depresyonu, bireylerin dayanılması güç bir yalnızlık, değersizlik ve çaresizlik yaşamalarına neden olur. Masterson, terk depresyonunun neden olduğu bu şiddetli duygular “Mahşerin Altı Atlısı” olarak adlandırmıştır: Depresyon, panik, hiddet, suçluluk, çaresizlik ve boşluk. Kendilik algısı bozulmuş kişiler bu duyguların yoğunluğuna dayanamayabilir.



Terk depresyonu yaşamakta olan birey, benliğini kaybolmuş hissedebilir ve hayatında tekrar denge hissetmek için gerekli kendilik donanımına sahip olmayabilir. Bu depresyon derinleştikçe kişi gerçek kendilik aktivasyonundan ümidini kesebilir ve intihar düşünceleri görülebilir.



Depresyonu öfke takip eder. Depresyonun şiddeti arttıkça hedefi oldukça dağınık, sorumluluğu dış nesnelere yüklenmiş bir öfke belirir. Hastalar genellikle bu öfkenin nedeni sorulduğunda sadece kızgın olduklarından bahseder ve ana nedeni belirtmekte güçlük çekerler.



Öfke ise panik ve korkuya neden olur. Ancak bu işlevsel olmayan bir korku halidir ve kaynağını gerçek bir tehlikeden almaz. Panik öfkenin dışa vurumunun gerçekleşmemiş olması sebebiyle ortaya çıkar. Kişi ya öfkeyi dışa vurarak diğerlerinin sevgisini yitirecektir, ya da bağımlılığın pençesine tutunup çaresiz durumda kalacak ve öfkesini bastıracaktır.



Gerçek kendiliği bastırılmış olan bireyler, terk depresyonundan kaçınmak için eyleme vurum gerçekleştirirler. Kendilik yıkıcı davranışlarla terk depresyonundan sakınmak, onların yegane işidir. Burada amaç, kendilik aktivasyonunun yol açtığı terk depresyonun ortaya çıkmasının yaşatacağı korkudan kaçınmaktır (Masterson J. F., 2014, s. 80 - 98).

3.2. Gerçek Kendiliğe Karşı Sahte Kendilik

Ben uslu bir çocuktum, bu rolü kendime çok uygun buluyordum ve o rolden çıkmak istemiyordum. Babamın ansızın bu dünyadan çekip gidişi, bana eksik kalmış bir Oidipus Kompleksi bağışlamıştı; evet, Üstben’im yoktu, ama saldırganlığım da yoktu. Annem bana aitti, hiç kimse ona sakin bir şekilde sahip oluşuma karşı çıkmıyordu; şiddeti de, hıncı da bilmiyordum; kıskançlık denen o zor öğrenilir şey benim için söz konusu değildi; bu duygunun sertliklerini; dolayısıyla da gerçekliği, başlangıçta, yalnızca neşeli yanlarıyla tanımıştım. Kime ve neye karşı başkaldıracaktım; bir başkasının kaprisi, hiçbir zaman benim yasam olma iddiasında bulunmamıştı. Ayakkabılarımın giydirilmesine, burnuma ilaç damlatılmasına, yıkanmama ve ovuşturularak kurulanmama, giydirilmeme ve soyulmama, süslenmeme ve okşanmama uslu boyun eğiyordum. Uslu numarası yapmak kadar hiçbir şey hoşuma gitmiyordu. Hiç ağlamıyordum, pek az gülüyordum, gürültü patırtı yapmıyordum. Ama yalan söylüyordum kendime. Skandaldan çok korkuyordum; insanları şaşırtmak istiyorsam, bunu, erdemlerimle yapacaktım. Kolay zaferler, aslında iyi olduğuma inandırdı beni; övgülerle karşılaşmam için doğal hareket etmem yeterliydi. Seyredenlerin soluğunu kesen ve rolünü durmadan geliştiren aktörün prenslere yaraşır özgürlüğü vardı bende. Hayranlık duyuluyordu bana, demek ki ben, hayranlık duyulacak biriydim. Güzel olduğum söyleniyordu bana ve buna inanıyordum. Değerimin farkındayım ben. Ama doğal olarak iyi olmam yeterli değildi, bir peygamber olmalıydım.

Gerçek varlığım, karakterim ve adım, yetişkinlerin eline verilmişti; kendimi onların gözleriyle görmeyi öğrenmiştim; bir çocuktum ben, pişmanlıklarıyla yarattıkları canavardım. Orada olmadıkları zaman bile, ışığa belenmiş bakışlarını bırakıyorlardı artlarında. Bir sahtekârdım ben. Oynadığını bilmeden bir rolü nasıl oynayabilir insan?
Ben babasız bir çocuktum. Kimsenin oğlu olmadığımdan, kendi kendimin nedeni oldum; gurur ve zavallılık kumkumasıydım. Annemin şefkatiyle kadınsılaştırılmış, beni dünyaya getirmiş Musa’nın yokluğuyla tatsızlaşmış, büyükbabamın yüceltmeleriyle kibir küpüne dönmüştüm. Yaradan’ın yalnızlığına hazırlıyordum kendimi. Tehdit altındaydım; gerçek varlığım, sonuna kadar bu sıraladığım, yalanların tehlikesi altındaydı (Sartre, 2010).”


Yukarıdaki satırlar, Sartre’in 59 yaşında yazdığı öz yaşam öküsünü anlatan Sözcükler adlı kitaptan alıntılanmıştır. Sartre, bu kitapta büyük bir cesaretle çocukluğundan, ailesinden, onu yazmaya iten etkenlerden bahsetmektedir. Ancak daha şaşırtıcı olan, aktardığı duyguların şeffaflığı ve kendi kişiliği hakkında yaptığı yorumların bu denli açık ve detaylı olmasıdır.



Kaleme aldığı bu yaşam öyküsü ile Sartre , baskılanmış gerçek kendiliğinin sancılarını anlatmaktadır. Sahte kendiliğin savunmacı eylemleriyle gerçek kendilik baskı altına alınır ve susturulur. Kişinin kendiliğinin içinde bulunduğu bu kuşatma hali kendilik bozukluklarıyla son bulur ve gerçek kendiliği aktive etmek için yapılan girişimler terk depresyonunu tetikler. Sartre’in kendini çaresizce bitmek bilmez bir döngünün içinde hissetmesinin nedeni terk depresyonundan sakınmak için gerçek kendiliğinin sahte kendiliğe karşı verdiği mücadeledir.


Sartre’in anlatıları dikkatle okunduğunda; nesne ilişkileri yapılanması, bağlanma örüntülerindeki bozulmalar, benliğinin uğradığı gelişimsel duraklamalara dair ipuçları, sahte savunmacı kendiliğin onu işlevsel uyama ne şekilde ittiği, terk depresyonu belirtisi olarak sayılabilecek acı veren duygulanımlar, yaşadığı ikircikli duygular, narsisistik savunmalar kendini açıkça ele vermektedir.


Masterson (2016)’ın, kendilik kavramıyla ilgili elde ettiği bulgu ve sonuçları detaylı olarak kaleme aldığı Gerçek Kendilik adlı kitabında; gerçek kendilik ve yaratıcılığın ilişkisinin tartışıldığı kapsamlı bir bölüm yer almaktadır. Bu bölümde Masterson, Jean Paul Sartre de dail olmak üzere bazı sanatçı, düşünür ve yazarların gerçek kendiliklerini arayış yolculuklarıyla ilgili kısmi tahmin ve çıkarımlarda bulunmaktadır.



Masterson (2016)’a göre Sartre; narsisistik kişilik bozukluğu içinde sıkışmış durumdaydı. Onu normal üstü bir seviyede idealize eden ve gerçek kendiliğini kabullenmekte güçlük çeken ailesi, sahte kendiliğin savunmalarının gelişmesi için uygun ortamı yaratmıştır. Bakım veren kişilerin bu idealleştirici tutumu, Sartre’i uyumlu davranmak için yansıtmalarla aynalayıcı bir tutum içinde olmaya itmiştir. Gerçek kendiliğini bunun sonucunda sahte kendilik tarafından sabote edilmiş ve kendi olmaktansa ailesinin “mükemmel” yansıtmalarıyla özdeşim kurarak yutulma ve yalnızlık korkularına karşı uyum bozucu savunmalar geliştirmiştir.



Sonuç olarak Sartre ailesinin kabul göstermediği kendiliği, kendisi yaratma cesarati göstermiş ve duygusal kendilik dilemmasını rasyonalize ederek, entelektüelleştirme aracılığıyla gerçek kendiliğini harekete geçirmiş ve yazmaya başlamıştır.
Gerçek kendilikleri savunmalarla bastırılmış, kendilik bozukluğu olan bireylerin geçmişlerini psikoterapi olmaksızın bu denli detaylı hatırlayabilmeleri istisnaidir. Kendilik arayışının doğal yollarla işlevsel yaratıcılığa evrilmesi de öyle. Çoğunlukla işlevsel olmayan ego savunma mekanizları tarafından çocukluk travmaları ve geçmiş anılar çarpıtmalara uğramakta, bastırılmakta ve dirençlerle karşılaşılmaktadır. Dolayısıyla gerçek kendiliğin hürriyetini kazanması uzun ve zorlu bir süreçtir.


Sahte kendilik gücünün kaynağını terk depresyonunun beraberinde getirdiği zorlu durumlardan kaçınma isteğinden almaktadır. Terk depresyonu ihtimali kişiye büyük bir korku vermekte, bunun sonucunda gerçek kendilik terk depresyonundan sakınma pahasına feda edilerek sahte kendiliğin savunmaları belirmektedir.



Gerçek kendilik algısı bozulmuş kişiler için terk depresyonu oldukça korkutucu ve baş edilmesi güç bir durumdur çünkü, çocukluk travmalarının yeniden sahnelenmesiyle eş değerdir. Kişiler, ebeveynin desteklemekte eksik kalması nedeniyle geliştiremedikleri kendilik kapasitelerinin yetersizliğiyle tekrar tekrar sınanırlar. Hayatlarına aldıkları insanlar da bu örüntülere uyumlu olacak şekilde seçildiği için “kendi olmanın doğru olmadığı” ve cezalandırıldığı mesajı doğrulanır, öz destek kapasitelerinden yoksun kendilik güvenli alana dönmek ister ve geri çekilerek terk depresyonundan kaçınmak için defalarca sahte kendiliğin buyunduruğu altına girer. Güvende hissetme ihtiyacı, gerçek kendiliğin feda edilmesiyle sonuçlanır (Masterson J. F., 2014).


Terk depresyonundan gerçek kendiliğin fedası yoluyla sakınma örüntüsü çocuklukta öğrenilmektedir. Gelişim sürecinde gözlenen ego durakmaları; yadsıma ve yapışma, sakınma ve uzlaşma, yansıtma ve eyleme vurma gibi ilkel savunma mekanizmalarının aşırı kullanımıyla sonuçlanmaktadır. Terk duygularından korunmak için çocuk ayrılma durumlarına yadsıma mekanizmasıyla tepki verip, yapışma eğilimi göstermektedir. Başta çok cazip görünse de çocuk, annenin sevgi ve ilgisini kaybetmemek için gerçek kendiliğin çağrılarına kulak tıkar ve kendini ortaya koyarsa terk edileceğine inanır. Bu kalıplar içselleştirilerek intrapsişik yapıya yerleşir ve model gerçek kendilik aktive edilene kadar bütün hayat boyunca sürekliliğini korur. Üstesinden gelmek için yeterli mekanizmalara sahip değilken terk depresyonunu deneyimleyen çocuk, yetişkin olduğunda terk depresyonu her tekrarladığında çocuklukta yaşadığı deneyimi hatırlar ve yine baş edemeyeceğine inanarak kaçınmak için sahte kendiliğe teslim olur.
Sağlıklı gelişim eğrisine sahip çocuklar için yaşam boyu karşılaşılan güçlükler gelişip değişmek ve büyümek için bir fırsatken, terk depresyonu deneyimlemekte olan küçük bir çocuk için bu olaylar çöküntüye neden olup sönmüş bir kendilik hissine yol açabilmektedir. Terk dinamiği bu yönde gelişen çocukların ergenlik döneminde borderline kişilik bozukluğu belirtileri göstermesi Masterson’ın klinik gözlemlerinde sıkça rastlmış olduğu bir durumdur (Masterson J. F., 2014).


Kişilik bozukluklarının her birinin kendi dinamiği ve kendine has üçlü bileşeni vardır. Şekil 3’te bu üçlülere yer verilmiştir.


Şekil 3: Kendilik bozuklukları üçlüleri

Normal sürecinde devam eden ayrılma-bireyleşme evresinde çocuk, annesinin ve kendisinin olumlu ve olumsuz yönlerini zihninde işlemleyerek, bütün haline dönüştürebilmektedir. Bunun sonucunda çocuk, içleştirilen anne imgesini kendisini sakinleştiren bir formda deneyimlemekte ve annenin çevrede görünmediği zamanlarda da kendisini güvenlikte hissetmeye devam edebilmektedir. Ancak borderline kişilik bozukluğu görülen hastalar bu evrede, kendisi ve bakım veren kişiye yönelik, tutarlılığı ve sürekliliği olan imgeler geliştirememektedir. Self ve anne imgeleri ya tam siyah ya da beyazdır; ya iyi ya kötü. Bu iki kutuplu yaşantı sürekli yer değiştirirler (Geçtan, 2003).
Sönmüş sahte kendiliğe tamamen zıt belirtilerle gözlenen ikinci bir tip de “şişmiş sahte kendilik”tir. Ne yazık ki bu kişilerin büyüklenmeci davranışları sebebiyle küstah ve alaycı olarak algılanmaları sık rastlanan bir durumdur. Gerçekte ise narsisistik kişilik bozukluğunda var olan şişmiş sahte kendilik eforları; kişinin yetersiz ve paramparça hissetmesinin sonucunda geliştirdiği savunmalardan ibarettir (Masterson J. F., 2014).
Şizoid kişiliğin savunmalarında ise, arzu edilen sevgiye ulaşamamış bir çocuğun engellenmeye maruz kalmış olmasından doğan gizli bir saldırganlık dürtüsünün bastırılması öne çıkmaktadır. Reddeden tutuma karşı çocuk öfke ve nefret gelişmekte, bu duygularla baş edemeyen ve sevdiği kişiyi yok edeceğine dair derin bir korkulara kapılan çocuk ikircikli duygular yaşamaktadır. Sevginin yıkıcı bir forma dönüşeceği korkusuyla “şizoid uzaklaşma” gelişmektedir (Guntrip, 2003).
Kendiliğin tutarlı bir biçimde kurulup kurulmayacağı, genellikle ikincil süreçlerce yönlenmektedir. Bu süreçler; kendiliğin yapı taşlarından daha baskın görüngü sağlayanların etkisiyle, kişiye zorluk çıkaran durumları telafi etmek amacıyla bütünsel bir kendiliğin oluşmasına keskin katılar sağlamaktadırlar. Gelişmekte olan kendiliğin örüntülerini pekiştirme eylemlerine girişen çocuğun kendiliği günden güne özgün bir varoluşa bürünmekte ve ya tümgüçlülüğüyle sorunların üstesinden gelebilecek kapasiteler geliştirmekte, ya da savunmalarla kendiliğini korumaya yönelmektedir (Kohut, 1998b).


Masterson yaklaşımına göre; psikoterapi sürecinde terk depresyonunun derinlemesine çalışılması büyük önem taşımaktadır. Terapötik yöntem ve müdehaleler, gerçek kendiliğin aktivasyonu amacını kapsamalıdır. İlk aşamalarda hastaların savunmalarının artması ve uyum bozucu davranışlarını kabullenmemeleri sıkça görülen bir durum olarak dikkat çekmektedir. Bu yıkıcı duygulanımların ve terk depresyonunun sindirilme aşamasında sürecin sekteye uğramaması için terapistler güvenli bir mesafede kalmalı ve hastanın ritmine uyumlu kalmaya özen göstermelidir.

SONUÇ

Psikodinamik yaklaşımın araştırmaları, insanın kişilik örgütlenmesini oluşturan parametreleri ve psikanalitik bir perspektiften bakışla kişiliğin gelişimsel aşamalarının anlayabilmek için gelişim evrelerinin en başına gitmeyi gerekli görmektedir. Çocuk büyümekteyken kendisini önce anneyle, sonra diğer aile bireyleriyle ve en nihai olarak da durmaksızın değişen dış dünyayla anlamlı ilişkiler kurabilecek şekilde dönüştürür ve tüm bu değişimlere mümkün olan en üst düzeyde uyum sağlar. Anlamlı ilişkiler çocuğun başkaları için kendi anlamını ve kendisi için başkalarının anlamını deneyimleme, böylelikle de kendi varoluşunu, yaşamı amaçlı ve yaşanası kılan insan ilişkisi değerleriyle donatma yoluyla kendisini bir birey olarak bulmasını sağlayan ilişkilerdir.
"Bir kişi haline gelirken" etkileşim halinde olduğu tüm nesneler kişinin varoluşunun ve kendini nasıl ortaya koyacağının şekillenmesine yön vermektedir. Geliştirdiği yapı ve dinamiklerin incelenmesi, kişiliğin anlaşılması ve etkin bir psikoterapi uygulaması için önem teşkil etmektedir (Guntrip, 2003).


Kişinin gerçek kendiliğinin gelişiminin kökenleri erken çocukluk dönemine dayanmaktadır. Bu süreçte dış dünyaya uyum sağlamasına engel olan faktörler yaşayan bireyler, bozulmuş bir gerçek kendilik geliştirebilmekte ve sahte kendiliğin savunmacı eylemlerinin tuzaklarına düşebilmektedirler. Yapılan bu uyum bozucu anlaşma, anlamlı doğasına karşın terk depresyonundan kaçınma uğruna gerçek kendiliğin sabote edilmesiyle sonlanmaktadır. Bununla birlikte zorlayacı duygulardan korunmak adına kendilik yıkıcı davranışlara yönelebilmektedirler (Masterson J. F., 2014).
Anlamlı bir hayat yaşamak ve yaratıcı becerilerle zorluklara çözümler üretebilmek, ancak gerçek kendiliğin aktivasyonuyla birlikte gelişen kendilik kapasitelerinin uyumlu kullanımı ile mümkündür. Tüm bunlara ek olarak gerçek kendilik aktivasyonu amacıyla yapılan girişimler, zorlayıcı yoğunlukta duygu ve yaşantıları beraberinde getiren terk depresyonunu tetiklemektedir ve kendilik algısı bozulmaya uğramış bireyler için terk depresyonu aşılması oldukça güç bir deneyimdir. Bu korkutucu duyguları yaşamaktan kaygı duyan kişiler yüzeysel alana çekilmekte, sahte kendiliğin yanıltıcı gölgesine sığınmakta ve bu bir döngü halinde tekrarlamakadır.



Masterson yaklaşımına göre kişilik bozuklarının psikoterapisinin öncelikli hedefleri; yeniden işleme, uyum bozan savunmaların eyleme vurumlarını tespit etme, bu savunmaların yaşamdaki önemini öğrenme ve uyum sağlamadır. Her kişilik bozukluğunun intrapsişik yapısı kendine has farklılıklarla donatılmıştır ve tanıya özgü müdehale gerektirmektedir. Müdehalelerin amacı hastanın gerçek kendiliğine ve gerçek kendiliğin ihtiyaçlarına ulaşmaktır (Masterson J. F., 2008). Erişilen gerçek kendiliğin sahte kendiliğin yanıltıcı fantezi dünyasından uzakta, yepyeni bir donanımla kişiye özgür bir yaşam ile buluşturması hedeflenmektedir.

KAYNAKLAR

AYDIN, M. (2010). Masterson Yaklaşımında Borderlıne Kişilik Bozukluğuna Gelişimsel Yaklaşım. Bitirme Projesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi, İstanbul.
GEÇTAN, E. (2002). Psikanaliz ve Sonrası. İstanbul: Metis Yayınları.
GEÇTAN, E. (2003). Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar. İstanbul.
GUNTRİP, H. (2003). Şizoid Görüngü Nesne İlişkileri ve Kendilik. İstanbul: Metis Yayınları.
KLEİN, R., & MASTERSON, J. F. (1989). Psychotherapy of the disorders of the self - the Masterson approach. London: Brunner - Routledge .
KOHUT, H. (1998a). Kendiliğin Çözümlenmesi. İstanbul: Metis Yayınları.
KOHUT, H. (1998b). Kendiliğin Yeniden Yapılanması. İstanbul: Metis Yayınları.
MASTERSON, J. F. (2008). Bağlanma Kuramı ve Nörobiyolojik Kendilik Gelişimi Açısından Kişilik Bozuklukları. İstanbul: Litera Yayıncılık.
MASTERSON, J. F. (2014). Gerçek Kendiliği Araken: Çağımızın Kişilik Bozukluklarını Ortaya Çıkarma. İstanbul: Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları.
MASTERSON, J. F., TOLPİN, M., & SİFNEOS, P. E. (2014). Psikanalitik Psikoterapilerin Karşılaştırılması. İstanbul: Psikoterapi Enstitüsü Yayınları.
MASTERSON, J. F. (2016). Gerçek Kendilik. İstanbul: Litera Yayıncılık.
PSİKOTERAPİ ENSTİTÜSÜ. (tarih yok). Masterson Terk Depresyonu Kuramı. http://www.psikoterapi.com adresinden alınmıştır
SARTRE, J. P. (2010). Sözcükler. içinde İstanbul: Can Sanat Yayınları.
TUNCER, M., KAPISIZ, Ö., & DÖNMEZ, N. (2018, Ocak). J.F. Masterson Yaklaşımı Çerçevesinde Şizoid Kendilik Bozukluğu ve Bu Yaklaşım Çerçevesinde Tanımlanmış Bir Danışanın Psikoterapisinin Uygulanması. Türkiye Bütüncül Psikoterapi Dergisi, 79-99.
WİNNİCOTT, D. W. (2013). Oyun ve Gerçklik. İstanbul: Metis Yayınları.



Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Terk Depresyonundan Sakınmak: Masterson Yaklaşımı’nda Gerçek Kendiliğe Karşı Sahte Kendilik" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Gizem KARAKAŞ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Gizem KARAKAŞ'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Gizem KARAKAŞ Fotoğraf
Uzm.Psk.Gizem KARAKAŞ
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Uzman Klinik Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Gizem KARAKAŞ'ın Yazıları
► Gerçek Kendilik Kapasiteleri Psk.Meral AYDIN
► Terk Depresyonu Psk.Erol AKDAĞ
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,976 uzman makalesi arasında 'Terk Depresyonundan Sakınmak: Masterson Yaklaşımı’nda Gerçek Kendiliğe Karşı Sahte Kendilik' başlığıyla benzeşen toplam 30 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
◊ Doğum Sonrası Depresyonu Aralık 2020
◊ Panik Bozukluk Aralık 2020
◊ Depresyon Aralık 2020
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


15:20
Top