Suçluluk Duygusunun Yükü
HEM SUÇLU HEM YÜKLÜ
Bireyler, geçmişte yaşadıkları duygusal ihmal ve reddedilme deneyimleri nedeniyle derin bir suçluluk, çaresizlik ve kendi duygu ve düşüncelerini ifade etme, kendini dışa vurma, varlığını ortaya koyma konusunda zorluk yaşayabilirler. Sıkışmış, donmuş, karanlıkta kalmış ve çözülmeyi anlaşılmayı, bir kaynak yada destek bulup dışa akmayı bekleyen duygular kendilerini metaforlar, semboller ve rüyalar aracılığıyla yüzeye çıkmaya çalışırlar. Bu bireylerin kendilerini ifade etme ve duygusal ihtiyaçlarını karşılama konusunda desteklenmeye ihtiyaçları vardır. Terapi süreçleri de duyguların kökenlerini ve sıkışıp kaldıkları anıları keşfedip, bu anılar üzerinde duygu odaklı çalışarak bireylerin kendilerini daha güçlü ve değerli hissetmesine yardımcı olacaktır. Bireylerin duygularının öteki/dinleyen tarafından anlaşılma çabaları bile kendilerini daha güçlü, önemsenmiş ve değerli hissetmelerine yol açar.
Suçluluk hissi ve çaresizlik duyguları kişinin yoğun duygusal çalkantı yaşamasına sebep olur. Bu duygusal çalkantı ilişkilerinde kendini belli eder.
Suçluluk hissi geçmişte yapılan hatalar ve söylenen sözlerle ilgili pişmanlık ve kendini sorgulama durumuna sebep olur. ‘Yanlış mı yaptım, yanlış bir şey mi söyledim?’ gİbi ifadeler, bireyin kendi eylem ve sözleri ile ilgili sürekli endişe duymasına, kendisini sorgulamasına ve kendisinden emin olamamasına sebep olur. Dalgalı denizde yutulma endişesi, kontrol edemediği duyguları, karanlık ve karmaşık duygu denizinde sürüklenmesine benzer. Duygusal iniş çıkışlar ve belirsizlik duyguları, hem tehditkar bir şimdiyi hem de tehditkar ve tehlikeli bir geleceği yaşantılaması anlamındadır.
Bu kişiler, kendilerini ifade etmek ve duygularını dile getirmek için sürekli yargılanmayacakları ortamlar ve kişiler ararlar. Fakat genelde kehaneti doğrulayacak ilişki ve ortamların içinde kendilerini bulurlar. Çünkü kaotik ortam o kadar bildik ve alışıldık bir durumdur ki o çerçevenin dışına çıkamadıkları için kötü hissettikleri dalgalı ve karanlık içine tekrar tekrar girerler.
Çocukluk yıllarında duygusal ihtiyaçların karşılanmasının ne kadar önemli olduğunu tekrar tekrar söylemeye gerek yok. Duyguların çocuğun zihinsel ve duygusal gelişim dönemlerinde görmezden gelinmesi, ‘varlık’ olarak yok sayılmakla eşdeğerdir. Bizler duygularımızı ifade edebildiğimiz ve duygularımızın kabul edildiği ölçüde varlığımızı sürdürebiliriz. Aksi takdirde görülmeye çalışarak, onay ve kabullenilme ihtiyacı içinde ve kendimize değer verilmesine bekler halde buluruz.
Görmezden gelinen duygular( duygular neredeyse benlikle eş değerdir) bastırılır ve benliğin derinliklerine itilir ve bilinç dışının derinliklerine hapsolur. Sanki bu duygular cezalandırılması gereken kötü şeylermiş gibi. Bu ‘sözde’ cezayı hak eden duygular kişi de ‘kötü bir şey düşünmüş ve kötü bir şey yapmış’ gibi suçluluk duygusunun temellerinin atıldığı zemini oluşturmaya başlar. Suç işleyen kötüdür, cezalandırılmalıdır ve değersizdir. Suçluluk duygusunun tohumu atılmış olur.
Bu suçluluk, çaresizlik, ihmal kişide aynı zamanda büyük bir yük oluşturur. Görülmemiş, ihmal edilmiş ve çarsiz bırakılmanın yanında bunların yükünü de yıllarca taşımak zorunda kalır. Yani ‘hem suçlu hem de yüklü’ olur.
Sağlıklı başa çıkma yöntemlerinin elde edilerek, duygusal yükün hafifletilmesiyle kişi aklanma ve değerli hissetmeye başlama yoluna girer.
Görülme-duyulma ve anlaşılma ihtiyacı kişileri, ötekilerine aşırı yardım etme davranışına (yardım etmenin kötü bir şey olmasından söz etmiyorum) ve hatta neredeyse kişiyi diğerkamlık/alturizm noktasına getirir.
Bu da kişinin zaman zaman duygusal ve fiziksel kaynaklarının tükenmesine sebep olur. Belli bir zaman sonra birey her ne kadar bunu yapmak istese de ötekine yardım ettikten ve destek olduktan sonra kendisini yorgun, bitkin ve tükenmiş hisseder. Bu tükenmişlik sonucunda her zaman ‘artık başkalarına yardım etmeyeceğim’ kararı tekrar tekrar verilir ve bozulur ve sarmal içinde çaresizlik duygusu daha çok pekişir. Yardım etme ihtiyacının yaratmış olduğu içsel motivasyonla -adı üstünde bireyin kendi ihtiyacı- yardım edilen kişinin üzerinde büyük bir etki yaratacağı düşünülür yani yüksek bir beklentiye girilir. Bu beklenti karşılanmayınca büyük bir hayal kırıklığı yaşanır. Oysa ki yardım gören kişi memnun olmuştur fakat bu aldığı yardımın yardım edenin hayatında önemli/ benliksel bir mücadelenin sonucu olduğunu bilmediği ve farkında olmadığı için bu yardımı sıradan bir iyilik olarak karşılar. Yardım eden ise hayal kırıklığı ardından kendisini kötü hissetmeye devam eder. Zaten hissetmiş olduğu değersizlik duygusu bir kata daha artar. ‘Değerli olsaydım yaptığım iyiliklerde değerli olurdu’ gibi negatif ve bozuk bir düşünce daha çok alevlenmiş olur. Görüldüğü üzere kökensel nedenler bulunup üzerinde çalışılmadıkça, yapılan eylemler ve düşünceler kişiyi daha çok açmaza ve karanlık dalgalı deniz içinde yutulma endişesinin sürekli yaşamasına neden olur.
Bu kişiler bastırılmış kendi içsel duygularının nereden geldiğini bilemedikleri çığlıklarının etkisiyle ( burada abartı olsun diye yazmadım ‘çığlık’ bu durumdaki bireylerin kendi ifadeleridir), karşı tarafla ‘empati’ zannettikleri ‘sempati’ içine girerler. Kendi bastırılmış duyguları yerine- çünkü bireyin onları tanımlaması, nereden ve ne zaman geldiğini bilmeleri çok zor- başkarının acı ve sorunlarıyla aşırı ilgilenme ve yüklenme, yeniden bu kişilerde yoğun duygusal çalkantı ve yorgunluğa sürükler ve sonuçta yine bir tükenmişlik durumu ortaya çıkar. Tükenmişlik iç huzursuzluğu ve kendini kötü hissetme durağına tekrar getirir.
İhmal edilmişliğin en büyük sonuçlarından biri de söz konusu kişilerin benlik sınırlarını bilemez hale gelmeleridir. Bu tür çalkantılı, kontrol edilmesi güç duygularla başa edebilmek için kişinin kendi benlik sınırlarını bilmesi nereye kadar kendi ihtiyaçları ve hangi noktadan sonra kendi ihtiyaçlarını göz ardı ettiği ve ötekine yardım etmenin sınırları nerede bitmesi gerektiğini anlaması önemlidir. Yani nereye kadar ‘ben’ nereden sonra ‘öteki’ başlıyor bunun ayırd edilmesi kişiyi başından beri açmaza sürekleyen ihmal duygusunu engellemesine, kendisine haksızlık etmemesinin ciddiyetine ve kendi ihtiyaçlarının aciliyetinin farkına varmasını sağlar. Farkındalık kişinin benlik sınırlarını anlamasına yardımcı olur.
Suçluluk hissi ve Çaresizlik
Sesıini duyurma çabası
Görülme ihtiyacı ve Görülme Çabası
Görülmeyeceğine dair olumsuz ve negatif algı
Benlik Sınırlarını Belirleyememek
Kendi ihmal edilmişliğini aşırı Yardım Etmeye Yöneltme
Tükenmişlik Duygusu
Beklentiler ve Gerçekler Arasındaki Uyumsuzluk ve sonuçta yaşanan Hayal Kırıklığı
Kendi benliğini ve ihmalini gidermeye yönelik aşırı karşılık beklentisi
Kendi İhtiyaçlarını görmezden Gelme
Aşırı Empati Yorgunluğu
Sosyal Karşılaştırma ve Kendisini öteki Karşısında Değersiz Hissetme
Yoğun kaotik duyguların Etkisiyle Yoğun Kaygı ve Endişe
Yaşamsal Yüklerle Baş Edememe ve Yetersiz Hissetme
İhmal Edilmişliğini Onaylatacak Ortam Ve İlişkilerde Bulunma
Bir Zamanlar Yaşadığı Gibi Duygusal Olarak Ulaşamadıkları ve Ulaşılamaz Partnerlerin Seçimi
Pandemos Psikolojik Danışmanlık
Klinik Psikolog/Psikoterapist
Fatih SÖNMEZ
Bireyler, geçmişte yaşadıkları duygusal ihmal ve reddedilme deneyimleri nedeniyle derin bir suçluluk, çaresizlik ve kendi duygu ve düşüncelerini ifade etme, kendini dışa vurma, varlığını ortaya koyma konusunda zorluk yaşayabilirler. Sıkışmış, donmuş, karanlıkta kalmış ve çözülmeyi anlaşılmayı, bir kaynak yada destek bulup dışa akmayı bekleyen duygular kendilerini metaforlar, semboller ve rüyalar aracılığıyla yüzeye çıkmaya çalışırlar. Bu bireylerin kendilerini ifade etme ve duygusal ihtiyaçlarını karşılama konusunda desteklenmeye ihtiyaçları vardır. Terapi süreçleri de duyguların kökenlerini ve sıkışıp kaldıkları anıları keşfedip, bu anılar üzerinde duygu odaklı çalışarak bireylerin kendilerini daha güçlü ve değerli hissetmesine yardımcı olacaktır. Bireylerin duygularının öteki/dinleyen tarafından anlaşılma çabaları bile kendilerini daha güçlü, önemsenmiş ve değerli hissetmelerine yol açar.
Suçluluk hissi ve çaresizlik duyguları kişinin yoğun duygusal çalkantı yaşamasına sebep olur. Bu duygusal çalkantı ilişkilerinde kendini belli eder.
Suçluluk hissi geçmişte yapılan hatalar ve söylenen sözlerle ilgili pişmanlık ve kendini sorgulama durumuna sebep olur. ‘Yanlış mı yaptım, yanlış bir şey mi söyledim?’ gİbi ifadeler, bireyin kendi eylem ve sözleri ile ilgili sürekli endişe duymasına, kendisini sorgulamasına ve kendisinden emin olamamasına sebep olur. Dalgalı denizde yutulma endişesi, kontrol edemediği duyguları, karanlık ve karmaşık duygu denizinde sürüklenmesine benzer. Duygusal iniş çıkışlar ve belirsizlik duyguları, hem tehditkar bir şimdiyi hem de tehditkar ve tehlikeli bir geleceği yaşantılaması anlamındadır.
Bu kişiler, kendilerini ifade etmek ve duygularını dile getirmek için sürekli yargılanmayacakları ortamlar ve kişiler ararlar. Fakat genelde kehaneti doğrulayacak ilişki ve ortamların içinde kendilerini bulurlar. Çünkü kaotik ortam o kadar bildik ve alışıldık bir durumdur ki o çerçevenin dışına çıkamadıkları için kötü hissettikleri dalgalı ve karanlık içine tekrar tekrar girerler.
Çocukluk yıllarında duygusal ihtiyaçların karşılanmasının ne kadar önemli olduğunu tekrar tekrar söylemeye gerek yok. Duyguların çocuğun zihinsel ve duygusal gelişim dönemlerinde görmezden gelinmesi, ‘varlık’ olarak yok sayılmakla eşdeğerdir. Bizler duygularımızı ifade edebildiğimiz ve duygularımızın kabul edildiği ölçüde varlığımızı sürdürebiliriz. Aksi takdirde görülmeye çalışarak, onay ve kabullenilme ihtiyacı içinde ve kendimize değer verilmesine bekler halde buluruz.
Görmezden gelinen duygular( duygular neredeyse benlikle eş değerdir) bastırılır ve benliğin derinliklerine itilir ve bilinç dışının derinliklerine hapsolur. Sanki bu duygular cezalandırılması gereken kötü şeylermiş gibi. Bu ‘sözde’ cezayı hak eden duygular kişi de ‘kötü bir şey düşünmüş ve kötü bir şey yapmış’ gibi suçluluk duygusunun temellerinin atıldığı zemini oluşturmaya başlar. Suç işleyen kötüdür, cezalandırılmalıdır ve değersizdir. Suçluluk duygusunun tohumu atılmış olur.
Bu suçluluk, çaresizlik, ihmal kişide aynı zamanda büyük bir yük oluşturur. Görülmemiş, ihmal edilmiş ve çarsiz bırakılmanın yanında bunların yükünü de yıllarca taşımak zorunda kalır. Yani ‘hem suçlu hem de yüklü’ olur.
Sağlıklı başa çıkma yöntemlerinin elde edilerek, duygusal yükün hafifletilmesiyle kişi aklanma ve değerli hissetmeye başlama yoluna girer.
Görülme-duyulma ve anlaşılma ihtiyacı kişileri, ötekilerine aşırı yardım etme davranışına (yardım etmenin kötü bir şey olmasından söz etmiyorum) ve hatta neredeyse kişiyi diğerkamlık/alturizm noktasına getirir.
Bu da kişinin zaman zaman duygusal ve fiziksel kaynaklarının tükenmesine sebep olur. Belli bir zaman sonra birey her ne kadar bunu yapmak istese de ötekine yardım ettikten ve destek olduktan sonra kendisini yorgun, bitkin ve tükenmiş hisseder. Bu tükenmişlik sonucunda her zaman ‘artık başkalarına yardım etmeyeceğim’ kararı tekrar tekrar verilir ve bozulur ve sarmal içinde çaresizlik duygusu daha çok pekişir. Yardım etme ihtiyacının yaratmış olduğu içsel motivasyonla -adı üstünde bireyin kendi ihtiyacı- yardım edilen kişinin üzerinde büyük bir etki yaratacağı düşünülür yani yüksek bir beklentiye girilir. Bu beklenti karşılanmayınca büyük bir hayal kırıklığı yaşanır. Oysa ki yardım gören kişi memnun olmuştur fakat bu aldığı yardımın yardım edenin hayatında önemli/ benliksel bir mücadelenin sonucu olduğunu bilmediği ve farkında olmadığı için bu yardımı sıradan bir iyilik olarak karşılar. Yardım eden ise hayal kırıklığı ardından kendisini kötü hissetmeye devam eder. Zaten hissetmiş olduğu değersizlik duygusu bir kata daha artar. ‘Değerli olsaydım yaptığım iyiliklerde değerli olurdu’ gibi negatif ve bozuk bir düşünce daha çok alevlenmiş olur. Görüldüğü üzere kökensel nedenler bulunup üzerinde çalışılmadıkça, yapılan eylemler ve düşünceler kişiyi daha çok açmaza ve karanlık dalgalı deniz içinde yutulma endişesinin sürekli yaşamasına neden olur.
Bu kişiler bastırılmış kendi içsel duygularının nereden geldiğini bilemedikleri çığlıklarının etkisiyle ( burada abartı olsun diye yazmadım ‘çığlık’ bu durumdaki bireylerin kendi ifadeleridir), karşı tarafla ‘empati’ zannettikleri ‘sempati’ içine girerler. Kendi bastırılmış duyguları yerine- çünkü bireyin onları tanımlaması, nereden ve ne zaman geldiğini bilmeleri çok zor- başkarının acı ve sorunlarıyla aşırı ilgilenme ve yüklenme, yeniden bu kişilerde yoğun duygusal çalkantı ve yorgunluğa sürükler ve sonuçta yine bir tükenmişlik durumu ortaya çıkar. Tükenmişlik iç huzursuzluğu ve kendini kötü hissetme durağına tekrar getirir.
İhmal edilmişliğin en büyük sonuçlarından biri de söz konusu kişilerin benlik sınırlarını bilemez hale gelmeleridir. Bu tür çalkantılı, kontrol edilmesi güç duygularla başa edebilmek için kişinin kendi benlik sınırlarını bilmesi nereye kadar kendi ihtiyaçları ve hangi noktadan sonra kendi ihtiyaçlarını göz ardı ettiği ve ötekine yardım etmenin sınırları nerede bitmesi gerektiğini anlaması önemlidir. Yani nereye kadar ‘ben’ nereden sonra ‘öteki’ başlıyor bunun ayırd edilmesi kişiyi başından beri açmaza sürekleyen ihmal duygusunu engellemesine, kendisine haksızlık etmemesinin ciddiyetine ve kendi ihtiyaçlarının aciliyetinin farkına varmasını sağlar. Farkındalık kişinin benlik sınırlarını anlamasına yardımcı olur.
Suçluluk hissi ve Çaresizlik
Sesıini duyurma çabası
Görülme ihtiyacı ve Görülme Çabası
Görülmeyeceğine dair olumsuz ve negatif algı
Benlik Sınırlarını Belirleyememek
Kendi ihmal edilmişliğini aşırı Yardım Etmeye Yöneltme
Tükenmişlik Duygusu
Beklentiler ve Gerçekler Arasındaki Uyumsuzluk ve sonuçta yaşanan Hayal Kırıklığı
Kendi benliğini ve ihmalini gidermeye yönelik aşırı karşılık beklentisi
Kendi İhtiyaçlarını görmezden Gelme
Aşırı Empati Yorgunluğu
Sosyal Karşılaştırma ve Kendisini öteki Karşısında Değersiz Hissetme
Yoğun kaotik duyguların Etkisiyle Yoğun Kaygı ve Endişe
Yaşamsal Yüklerle Baş Edememe ve Yetersiz Hissetme
İhmal Edilmişliğini Onaylatacak Ortam Ve İlişkilerde Bulunma
Bir Zamanlar Yaşadığı Gibi Duygusal Olarak Ulaşamadıkları ve Ulaşılamaz Partnerlerin Seçimi
Pandemos Psikolojik Danışmanlık
Klinik Psikolog/Psikoterapist
Fatih SÖNMEZ
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Suçluluk Duygusunun Yükü" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Dr.Psk.Fatih SÖNMEZ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Dr.Psk.Fatih SÖNMEZ'in izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |






Yazan Uzman
|
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.