2007'den Bugüne 92,307 Tavsiye, 28,219 Uzman ve 19,976 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Aile ve Eşler Arası Sorunlar Üzerine Birkaç Söz
MAKALE #5458 © Yazan Psk.İzzet GÜLLÜ | Yayın Eylül 2010 | 7,169 Okuyucu
Günümüzün modern bireyi Yaşam Sporla Evlilik Kulübü arasındaki maça en az 1 – 0 yenik başlıyor. Birazdan bahsedeceğim atak sonunda gelen bu golün şaşkınlığıyla eşler savunmada daha çok açık veriyor, böylece aile içi ve aile dışı sorunların hızlı kontrataklarına karşı evlilik kurumunu savunmada güçsüz kalıyor, derken peş peşe goller gelmeye devam ediyor. Bu nedenle günümüzde çoğu eş 90 dakika (50, 60 yıl) dolmadan maçı çoktan kaybetmiş oluyor.

Herhangi bir maç sadece saha içinde yapılan birtakım işlerle kazanılmıyor. Bir maça çıkılırkenki strateji, taktik ve teknikler, yani maçın nasıl ve ne şekilde oynanacağına dair felsefe sonucu birebir olarak belirliyor. Eğer beyinlerde yer tutmuş doğru bir strateji / taktik yoksa futbolcuların şık ayak marifetleri, düzenli yardımlaşma çabaları, gol yolundaki şahsi becerileri ve takım olarak sergiledikleri yüksek performans maçı kazandırmaya yetmiyor.

Evlilik ilişkisi de bu anlatılanlara çok benziyor. Çünkü her ikisi de belli bir maksadı gerçekleştirmek için bir araya gelmiş, ekip olma bilinciyle hareket etmeleri gereken kişilerden oluşuyor. Ancak az önce de belirttiğim gibi, evlilik kurumu sahasında mutluluk / mutsuzluk kupası maçına (kazanma ya da kaybetme müsabakasına) çıkan eşlerin bu maça çıkarken sahip oldukları taktiksel özellikler (felsefe) sonuç açısından büyük önem taşıyor.

“Hele maç bir başlasın bakalım, yenmeye çalışırız, olmazsa da en fazla yeniliriz, dünyanın sonu değil ya, üstelik de bu gayet medeni bir seçenektir” diyerek maça çıkan bir takımın bu gayet medeni olan seçimi maç kazandırmaya kuşkusuz ki yetmez. Bilakis bu düşünce stratejisi kaybetmenin ilk adımı olarak düşünülebilir. Günümüzdeki evlilik binalarının üzerinde yükseltildiği en zayıf zemin (arsa) işte budur. Böylesi bir arsa / arazi üzerinde sağlam bir bina belki yükseltilebilir ancak uzun süre ayakta yaşatılamaz. Çürük zemin üzerinde kurulmuş çelimsiz evlilik binası kuzeyden esen iletişimsel sorunlar, güneyden esen kişisel farklılıklar, doğudan gelen hayatın bilumum zorlukları ile batıdan kopup gelen algı ve arzu sorunları gibi güçlü kasırgalar karşısında fazla direnemez, kısa sürede yıkılır. Böylesi bir yapıda ya bireyler bir an evvel binayı boşaltarak hayatlarını kurtarmaya ya da kısa bir süre sonra –“ruhen” altında kalarak ölmeye mahkumdurlar. O halde evliliği yaşatacak birinci ilke şudur:

Nasıl ki dünyaya gelindiğinde “hele bir yaşayalım görelim, olmazsa intihar eder kurtuluruz” denmiyorsa aynı şekilde evlilik “baktık olmadı, yıkarız” denilerek içine balıklama atlanılacak bir oyuncak kurum değildir. Doğru olan, “Evliliği mutlaka ama mutlaka yaşatacağım, bu uğurda ne gerekiyorsa yapacağım, her bedeli de ödeyeceğim” diyerek, böylesi bir düşünce ve kararlılıkla ile evlenmeye adım atmaktır. Bu doğru tutum maça en azından gol yemeden 0 – 0 başlamak demek olacaktır.

Burada anlatılan gerçeğin ışığında meseleye bakınca eşlerin evvela evliliği; temel bir takım artıları yanında bazı eksileri de olan, dolayısı ile ilaç kullanırken ki etki / yan etki analizinde olduğu gibi sağlıklı bir tercih gerektiren, aslında alternatifi de bulunan, dolayısı ile kimsenin “ne yapayım, başka seçenek yok” diyerek mahkum ve mecbur olmadığı, bilerek ve isteyerek lades dediği yaygın bir yaşama biçimi olduğunu, ama dediğim gibi, tek ve mutlak yaşama şekli olmadığını bilmeleri, böylece evliliği ne abartma ne de küçümseme hatasına düşmeden tam ve doğru olarak anlamaları büyük önem taşır.

Evet evlilik çoğumuzun zannettiği üzere bizi yirmi dört saat havada uçuracak bir cennet hayatı değildir. (Böyle düşünenler zaten düşünce olarak çoktan uçmuş durumdadırlar. O yüzden, onların tekrardan uçmaya değil, yere inerek ayaklarını gerçeğin toprağına basmasında fayda vardır). Çünkü cennet bu dünyada değil, ötede alemde, ahret yurdundadır. (Ancak cenneti burada arayanlar ahrette değil, ne yazıktır ki bu dünyadadırlar.) Yine evlilik ucu bu dünyaya uzanmış bir cehennem çukuru da değildir. Evlilik sadece ve sadece tek alternatifi olan “bekarlık” gibi son derece olağan, günahı sevabı bulunan insani ve son derece makul bir yaşama şeklidir. Tek farkı ondan daha yaygın, daha köklü, daha çok kabul görmüş bir yaşama tarzı olmasıdır, o kadar. Evlilik, “içinde olduğumuz hayatı yaşama biçimidir” dedim. Bu temel gerçeği ortaya koyduktan sonra şöyle bir hatırlatma kaçınılmazdır:

Bütün yaşantısı, anıları, arzuları, plan ve beklentileri ile tüm algı ve alıcıları bekarlık zeminine göre programlanmış kişilerin evlilik tarlası üzerinde mutluluk ürünü hasat etmeye çalışmaları gökyüzünde, bulutlara olta atarak balık avlamaya çalışmaları kadar boş ve manasız bir uğraşı olacaktır. O halde evlilik öncesinde, duygularımızı dinledikten sonra “daha hazır değilim” diyerek gösterdiğimiz itinayı bu hususlara karşı da göstermekte, eğer tarlamız müsait değilse de (olur ya, bazı tarlalar doğası gereği çoraktır çünkü, ekim için uygun değildir. Onlar da rıskını tarlada değil başka şeylerde, mesela ticarette aramalıdırlar) evliliğe mecbur olmadığımızı anımsayarak boş yere kürek çekmemekte, elin kızını yahut adamını alıp mutlu olacağız telkin şekerlemeleriyle, düğün ve dernek oyunlarıyla kandırmamakta, böylece hiç olmazsa -manevi- kanına girmemekte, hem kötü örnek olarak milyonları bu mühim kurumdan soğutmamakta fayda vardır.

Diğer yandan evlilik tek bir gıdaya da benzetilebilir. Dolayısı ile sadece vitamin ya da protein, yahut mineral ihtiyacımıza, bunların da tamamına değil ancak bir bölümüne cevap verebilir. Bütün gıdayı, üstelik de yeterli bir dozda sadece bu “bir ürün” ile karşılamaya çalışmak hem o ürüne haksızlık, hem cahillik, hem de kendi adımıza büyük bir yanılgı olacaktır. Bu durumda evlilik günah keçisi yapılacak, aile kurumuyla ve partnerle ilgili olarak içine girilen soğuma süreci daha da fazla hızlanacaktır.

Halbuki evlilik hayatı hayat yapan, bizi mutlu yahut mutsuz kılan onlarca parçadan sadece birisidir. Evlilik, hayatımız için gerekli olan sosyal ihtiyaçlarımıza, saygınlığımıza, bazı paylaşımlarımıza vs. imkan veren meşru bir araçtır. Ancak mutluluk ya da mutsuzluğumuzu, gülmemizi ya da ağlamamızı, velhasılı her şeyimizi bir ona bağlamak ve -teşbihte hata olmasın- bütün gıdamızı sadece ondan beklemek büyük bir yanılgıdır. Bu hata susuzluğun ayrı açlığın ayrı, sevginin ayrı ilgi görmenin ayrı bir ihtiyaç olduğunu bilmemeye, bunlardan sadece birini yerine getirmekle, mesela sadece bol su içerek açlığının da, sevgisizliğin de gitmesini ,böylece doymayı ve sağlıklı beslenmiş olmayı beklemeye benzer. O halde bir temel nokta daha:

Evlilikte mutsuzsanız suç evliliğinizde olmayabilir. Hatta suç büyük olasılıkla her şeyi onun cılız omzuna yükleyen sizde, kendinizdedir. Bu durumda iğneyi biraz olsun kendimize batırmakta yarar vardır.

Önemli:

Pek çok şey gibi evlilikte yaşanılan, içine düşülen dönemsel ya da kronik mutsuzluk da bir sonuçtur. Bu sonuca neden olan etkenlerden birisi de evliliğe “sevgi” zannettiğimiz ama aslında adına “heves” demenin daha doğru olduğu duygularla adım atmamızdır. Eğitim seviyemiz ne olursa olsun, çoğumuz gelip geçici bir duygu demek olan hevesi sevgi zannediyor, bu duygunun verdiği heyecanla ve sabırsızlıkla bu işin kollarına atılıyoruz. Zaman geçiyor, eşlerimizin de bizim gibi yiyen, içen, kızan, terleyen, küsen, hasılı etten ve kemikten varlıklar olduğunu iyice anlayınca gözümüzü çevreleyen sis bulutu dağılıyor, büyü bir anda bozuluyor, yani heves bitiyor, sevgi sandığımız şey bir anda tuzla buza dönüşüyor, biz de attan düşmüşe dönüyoruz. Bu durumda içimizde pek bir şey kalmıyor, önümüzde ise evliliğin ürettiği yığınla sorun… Akabinde de, “Hisler bitmiş, sadece hayatımızı kaplayan posaları olan yığınla sorun kalmış ise bu işi niye sürdüreyim ki” mantığı gelişiyor, bu da işin cabası oluyor haliyle.

Bir ilke daha:

Sevgi ile başlayan evlilikler kalıcı olmaya, sevgi kılığında karşımıza çıkan ama aslında özü heves olan duygularla içine girilen evlilikler sudan çıkmış balık sonucunu doğurmaya daha yakındır. Öyleyse Sevgi ile hevesi birbirinden nasıl ayırabiliriz? İçinizdeki sıcak ve güzel duyguları nispeten uzun zaman süreci içinde ve gelip geçici değil de daha ziyade sabit olan bir takım özelliklerin sonucu olarak hissetmişseniz o duygu muhtemelen sevgidir. Ancak bir kişiye yönelik duygularınız güzellik gibi, kilo gibi, ten rengi gibi, saç modeli gibi, makam ve para gibi değişkenlik arz eden özelliklerle oluşmuş ise bilin ki o duygu sevgiden çok hevese yakındır. Bu iki duyguyu bir birinden ayırabilmek başka türlü çok da mümkün görülmemektedir. Bir sis bulutunu andıran bu köksüz duygu huysuz at misali sizi ve ilişkinizi hiç ummadığınız bir anda üzerinden atmaya hazırdır. Yolculuğunuzu sırf o da sonuçta bir “at” diye huysuz bir at sırtında yapmaya bile bile evet dedikten sonra “vay beni attıydı, niye attıydı, nasıl atardı” demeye hakkınız olmayacaktır.

Ve başka bir hatamız daha:

“Vermeden alma hatasına düşmek!” Evlilikte içine düştüğümüz, mutluluğumuzu peşinden alıp sürükleyen düşünce hatalarımızdan birisi de işte budur: “Vermeden almak!” Hayatın hiçbir safhasında hiçbir şey bize almadan vermediği halde (anne balarımız bile böyledir. Onlar dahi verdiklerinin karşılığını istiyorlar, bakın, hayırlı bir evlat olmamızı bekliyorlar) evlilik gibi bir kurumdan habire güzellikler alma ama karşılığında “sabır, tahammül, hoşgörü, anlayış, fedakarlık” nev’inden bedellerini (ücretini) ise ödememek gibi, buna yanaşmamak gibi, bunu saçma / mantıksız bulmak gibi yaman bir çelişkinin içinde yüzüyoruz. Sabırlı olmayayım ama evliliğim beni mutluluktan havada uçursun, anlayış göstermeyeyim ama evliliğim içimi huzurla doldursun, eş olmanın gerektirdiği şekilde davranmayayım lakin evliliğimde hiç sorun olmasın… Bu mantığın yemeden doymayı beklemekten, adım atmadan varmayı hedeflemekten nasıl bir farkı var ki!

Unutmayalım:

Gemi karaya oturursa suç gemide değil, kaptandadır, yahut gerekli itinayı göstermeyen gemi mühendisindedir. Aile geminiz batıyor yahut sorunlu açık denizlerde alabora olmak üzere ise gemiye kızmayın, ilgili mürettebata yönelin. Yani kaptan olan kendinize ve kaptan yardımcınız konumundaki eşinize yoğunlaşın. Demir, çelik, plastik, seramik, cam, ahşap gibi malzemlerden meydana gelen ve sadece "madde" olan bir geminin (aile kurumunun) bu işte ne gibi bir suçu olabilir ki!

Psk. İzzet Güllü
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Aile ve Eşler Arası Sorunlar Üzerine Birkaç Söz" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.İzzet GÜLLÜ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.İzzet GÜLLÜ'nün izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     9 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
İzzet GÜLLÜ Fotoğraf
Psk.İzzet GÜLLÜ
Sakarya (Online hizmet de veriyor)
Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi18 kez tavsiye edildiİş Adresi KayıtlıTavsiyeEdiyorum.com'u sıkça ziyaret ediyor.
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.İzzet GÜLLÜ'nün Yazıları
► Eşler Arası Sorunlar ve Etkileri Psk.Dnş.Fatma KIRIMLI TAŞKIN
► Eşler Arası Sorunlar ve Çocuk Psk.Bilge Kağan BÜYÜKKELEŞ
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,976 uzman makalesi arasında 'Aile ve Eşler Arası Sorunlar Üzerine Birkaç Söz' başlığıyla benzeşen toplam 17 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
◊ Bir Veda Yazısı Haziran 2018
◊ Bu Yazıyı İyi Anla ÇOK OKUNUYOR Haziran 2018
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


10:32
Top