2007'den Bugüne 92,311 Tavsiye, 28,221 Uzman ve 19,978 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Fındıkkabuğundan, İncir Çekirdeğine: Logoterapi
MAKALE #5459 © Yazan Uzm.Psk.Dnş.İzzet Zülküf ÇELİK | Yayın Eylül 2010 | 8,572 Okuyucu
FINDIKKABUĞUNDAN, İNCİR ÇEKİRDEĞİNE: LOGOTERAPİ
(Bir Kitap Özeti)

Özet

Nöroloji ve Psikoloji alanlarında profesör olan V. E. Frankl’ın, “İnsanın Anlam Arayışı” adlı eseri kendi sistemi olan “Logoterapi” yaklaşımının temel kitabıdır. Üçüncü Viyana Psikoterapi Okulu olarak kabul gören bu psikoterapi yaklaşımının ülkemizde yeteri kadar ilgi görmemiş olması düşündürücüdür.
Kitap iki ana bölümden oluşmaktadır. Kitabın birinci bölümü (Toplama Kampı Deneyimleri) yazarın yaşamından bir kesit, ikinci bölümü (Fındık Kabuğunda Logoterapi) ise kitabın teorik yönünü oluşturmaktadır. Kitapta toplama kampı deneyimlerine yer verilmesinin nedeni yazarın kamp deneyim ve gözlemleri sonucunda Logoterapi’ye ulaşmış olmasıdır. Bu özet Logoterapi çalışmalarımın kaynağını oluşturan İnsanın Anlam Arayışı adlı kitap etkilenmem sonucu ortaya çıkmıştır. Bundan on yıllar öncesinde de insanların hızlı ve köklü değişebileceğine inanan bilim adamlarının olduğunu bilmek eminim ki bugün hem Psikolojik Danışmanlık yapan tüm profesyoneller için hem de kendisini ve yaşamını değiştirme gayreti içerinde olan tüm danışanları için bir ilham kaynağı ve cesaret arttırıcı olacaktır.

Anahtar kelimeler: logoterapi, anlam, yeniden insanlaştırma

GİRİŞ

Yukarıdaki başlığı atmamın iki sebebi var. Birincisi V. E. Frankl’ın kendi kitabında “Fındık Kabuğunda Logoterapi” başlığı ile anlatmaya başladığı bölümdeki sıkıntısı ile paralel niteliktedir. Kitabın o bölümünde yazar şu açıklamayı yapıyor; “Okura, Almanca dilinde yirmi cilt gerektiren onca malzemeyi kısa bir bölümde aktarmak, neredeyse umutsuz bir işti.” İnsanın Anlam Arayışı adlı eser o kadar çok şey barındırıyor ki, hepsini hakkıyla bu yazıda anlatmak, bende de benzer sıkıntılara neden olmakta. İkinci sebep ise Logoterapi ile ilgili yaptığım kaynak taraması esnasında yaşadığım hayal kırıklığından ileri geliyor. Kendi adıma “Karun Hazinesi” olarak gördüğüm, yazarının da “fındıkkabuğuna” sığdırmaya çalıştığı eserinin ülkemizde incir çekirdeğini dolduracak kadar ilgi çekmediğini fark ettim.

İkinci sıkıntıyı geride bıraktıktan sonra diyebilirim ki, özetlemeye çalışacağım eser, bu ödevin sınırlarını aşacak kadar geniştir. Bu nedenle yazarın, öz yaşam öyküsünü anlattığı kısımdan çok az bahsedip, Logoterapiyi anlattığı ikinci kısım üzerinde daha fazla durmaya çalışacağım.

BİRİNCİ BÖLÜM

Toplama Kampı Deneyimleri

Kamp yaşamını ve gözlemlerini anlattığı bu bölümde ilk dikkati çeken şey, kamp sakinlerinin kamp yaşamına yönelik ruhsal tepkilerinin analizidir. Yazar, kamp sakinlerinin, kamp yaşamına gösterdikleri ruhsal tepkinin üç farklı evre olarak ortaya çıktığını gözlemler. Bu evreleri sıralarsak;

1) kampa alınışlarını izleyen dönem,
2) kamp rutinine çok iyi uyum sağlanıldığı dönem,
3) serbest bırakılmayı izleyen dönem.

Bu evrelerin ilki şok evresidir. Bu evreyi yazar kendi başından geçen bir örnekle açıklıyor. Kampa alınışının ilk gününde serbest bırakılacağına dair, sonradan bu duruma af yanılsaması diyor, bir duygu içerisindedir. İlk defa bir eski kamp sakini ile kurar ve ondan aldığı cevap karşısında kendi gerçekliğinin farkına tam bir şok etkisi içerisinde varır, yazar. Bu şok onu kampın gerçekliği ile karşı karşıya getirmiştir. Bu tutuklukluların çoğu için böyledir. Bu farkındalığı yaşayan tutukluların çoğu gibi o da bir süre sonra intiharı düşünür. Ama sonra bundan daha ilk gününün gecesinde vazgeçer. Bir süre sonra zaten kamp yaşamının ikinci evresine geçecektir.

İkinci evrenin genel semptomu ise “Coşkusal Ölülüktür”. “Gerçekliğin belirsizleştiği” ve tüm çabalarının yoldaşları ile kendilerinin hayatta kalabilmesini sağlamak olduğu bu dönemde bu tepkinin son derece normal bir tepki olduğunu belirtiyor. Bu devrede psikanaliz eğitimi almış meslektaşlarının, insanlarda bir “gerileme” ( daha ilkel bir ruhsal yaşama gerileme) olduğundan bahsettiklerini ifade etmektedir. İnsanların arzularının gittikçe basitleştiğini ifade eden yazar, odaklanmanın yeme üzerine olmasını yaşadıkları koşullarda normal kabul eder. Bu evrede insanların ölmesi bile, tutuklularda duygusal bir tepkimeye yol açmamaktadır:

“ Tutukluların çoğunda, ilkel yaşam, kendi postunu kurtarma işine yoğunlaşma zorunluluğu, bu amaca hizmet etmeyen her şeyin bir yana itilmesine yol açmış ve tutukluları duygusallıktan tamamen yoksullaştırmıştı.”

Yine de tüm tutukluklular için durum aynı değildir. Çevresel şartların insanların hepsinde tam bir “Coşkusal Ölülük” ortaya çıkaramadığını, bazılarının kendi davranışlarını seçebilecek kadar içsel özgürlüklerine sahip olabildikleri, yaşanılan deneyimlerle ortaya çıkmıştır.

“Toplama kamplarında yaşayan bizler, o kamptan bu kampa koşan, ellerindeki son ekmek kırıntılarını vererek başkalarını teselli etmeye çalışan insanları anımsayabiliriz. Sayıları az olabilir ama bu bile, bir insandan bir şeyin dışında her şeyin alınabileceğini yeterince gösterir: İnsan özgürlüklerinin sonuncusu; yani, belli koşullar altında insanın kendi tutumunu belirlemesi, kendi yolunu seçmesi.”

Yukarıdakilere benzer durumlar zaman zaman kampta gözlenmiştir. Yazar buradan yola çıkarak şu sonuca varır: Bir tutuklunun içsel özünün (benliğinin) sorumlusu, fiziksel nedenlerden çok, kendi özgür kararıdır.

Kamp koşulları çok kötüdür ama daha kötüsü belirsizliktir. Tutuklular ne zaman serbest bırakılacaklarını asla bilememektedirler. Tüm bu koşullara rağmen kampta iki tür insanın ortaya çıktığını gözlemler, yazar; kampa ve koşullara karşı bir meydan okuyan ve kamp yaşamını fırsata dönüştürenler ve geçmişin anılarına gömülüp bitkisel bir hayat yaşayanlar.

Her türlü koşula rağmen bazıları kendiliğinden bir anlam arayışına girmekte ve yüzlerini geleceğe çevirmektedirler. Bunlar yaşadıkları koşullara rağmen, koşullarını içsel bir fırsata çevirenlerdir. Belirsiz geleceklerine rağmen kendilerine bir gelecek bularak, yaşamlarına anlam katmışlar ve bunun sayesinde tinsel yüceliklere ulaşabilmişlerdir. Yazar da kendi geleceğine odaklananlar arasındadır. Gelecekte, üniversitede toplama kampı psikolojisi hakkında ders vermektedir. Böylece yaşadığı anın ve acıların üstüne çıkabilmeyi başarmış ve acı duygusu, katlanılabilir bir hal almıştır.

Bazıları ise belirsiz gelecekte bir hedef göremedikleri için, gözlerini kapayıp geçmişte yaşamayı tercih ediyorlardır. “Bu insanlar için yaşam anlamsızlaşmıştı” der, yazar. Geleceğe inancın yitirilmesi ile birlikte kesin bir son yaşanmaktadır. Bu maddi ya da manevi bir sondur ve bir kriz ile ortaya çıkmaktadır. Bunu oldukça ünlü bir besteci olan F.’nin hikayesi ile açıklamakta yarar vardır: F. Bir gün gelir yazara rüyasını anlatır. Rüyasında bir ses ona kendisine ne sorarsa sorsun yanıtlayacağını söylemiş ve soru sormasını istemiştir. O ise savaşın kendisi için ne zaman biteceğini sormuştur. Sesin verdiği cevap 30 Mart’tır. Bunu 1945 Şubatında görmüştür. Anlattığı tarih ise Mart’ın başıdır. Yazar F.’nin, rüyayı anlattığı zamanlarda umut dolu olduğunu ama gün yaklaşırken savaşın biteceğine dair herhangi bir gösterge olmaz. F. 29 Mart günü aniden rahatsızlanır. Ateşi yükselir. 30 Mart günü hezeyanlar başlar ve bilincini yitirir. 31 Mart’ta ise ölür.

Özgürlüklerine kavuştukları üçüncü evrede beliren durumu ise yazar, içsel bir gevşeme olarak görmektedir. Ama bu içsel rahatlama onları tehlikeli bir duruma da sokmuştur. Bu tehlikeyi yazar; bir dalgıç hastalığı olan vurgunla anlatır. Nasıl ki bir dalgıç vurgun yediğinde fiziksel sağlığı tehlikeye girerse, baskılı bir ortamdan birdenbire özgürlüğüne çıkan tutuklunun da ahlaki ve ruhsal sağlığının tehlikeye düşeceğini iddia eder.

Kamp yaşamı olabildiğince ağırdır. Bununla beraber yazarın “psikolojik kişiliksizleşme” dediği süreç ise serbest kalışla ortaya çıkmaktadır. “Her şey tıpkı rüyalardaki gibi gerçekdışı, gerçeğe aykırı” gözüküyordur. Bu insanların mutlaka yardım almaları gerektiği sonucuna varıştır yazar.


İKİNCİ BÖLÜM


Fındıkkabuğunda Logoterapi

İnsanın var oluşunun anlamı ve insanın anlama yönelik arayışı süreci üzerinde duran bu yaklaşım kendisini Logoterapi terimi ile ifade etmektedir: Logos, Yunancada “anlam” anlamına gelmektedir. Anlam Arayışı, Freudçu psikanalizde “haz ilkesi”nin tam karşısında yer almaktadır. Yine yazar Adlerci terapideki “üstünlük arayışını” da anlam arayışının karşısına almaktadır.

Yazara göre anlam arayışı, içgüdüsel itkilerin “ikinci bir ussallaştırılması” değil, insan yaşamındaki temel bir güdüdür. Yazar, sadece “savunma mekanizmaları” için yaşanılmayacağını, “tepki oluşumları” uğruna ise ölünmeyeceğini iddia ederek anlamı, yaşamın özüne oturtmaktadır.

Bu anlam isteminin belirli durumlarda engellenebilineceğinden söz eden yazar, engellenme halinde nevrozların ortaya çıkabileceğini ifade eder. Bu nevrozlar, ruhsal kökenli nevrozlar olmayıp, noöjenik ( yunanca zihin anlamında, “noös”ten) nevrozlardır. “Varoluşsal” kavramı burada:

1. İnsan olma durumunu anlatmak için,
2. Varoluşun anlamı için,
3. Kişisel varoluşta somut bir anlam bulmaya yöneliş, yani anlama istemi anlamında kullanılır.

NOÖJENİK NEVROZLAR

Noöjenik nevrozlar itkilerle içgüdülerin çatışmasından değil, var oluşsal engellenmelerden kaynaklanmaktadır. Bu tür nevrozlara uygun terapi yöntemi de Logoterapidir. Bu tip nevrozlarda logoterapi, hastaya kendi yaşamında anlam bulması için, varoluşsal gelişim ve gelişme krizi boyunca yol gösterir.

“Logoterapi, insanı temel ilgisi sadece itkilerinin ve içgüdülerinin doyumu ve giderilmesinden ya da idin, egonun veya süper egonun çatışan istekleri arasında sadece uzlaşma sağlamaktan ya da sadece topluma ve çevreye uyum sağlamaktan ve uyarlamaktan değil, bir anlam bulma çabasından oluşan bir varlık olarak görmesi ölçüsünden psikanalizden ayrılmaktadır.” Der yazar ve logoterapiyi kesin çizgilerle psikanalizden ayırır.

NOÖ-DİNAMİKLER

İnsanın anlam arayışının insanda bir denge değil, bir içsel gerilim yaratabileceğini ifade eden yazar, ruh sağlığı için her zaman “homeostasis”e ihtiyaç duyduğumuz görüşünü ret ederek: “İnsanın ihtiyaç duyduğu şey, hemeostasis değil, benim ''noö-dinamikler'' dediğim şeylerdir. Yani kutbun birinin yüklenecek anlamla, diğerinin de anlamı verecek kişiyle temsil edildiği kutuplu bir gerilim alanındaki var oluşsal dinamiklerdir” der.


VAROLUŞSAL BOŞLUK

İnsanın, davranışlarını belirleyen içgüdülerinden bazılarını kaybetmesi ve zaman içinde ona ne yapıp etmesi gerektiğini söyleyen geleneklerin de etkisini yitirmesi ile ne yapacağını çoğu zaman bilmez bir duruma gelmiştir. “Bu durum varoluşsal bir boşluk yaratmıştır” der yazar. Bu durum tüm insanları saran bir olgudur. Bu nedenle logoterapinin, psikoterapiye destek olarak kullanılmadığı sürece hastaların tam olarak iyileşemeyeceğini savunur ve şu alıntıyı yapar “ne kadar kısıtlı olursa olsun, her terapinin bir açıdan ayrıca logoterapi olması gerekir”.


YAŞAMIN ANLAMI

Logoterapiye göre yaşamın anlamı üç farklı yoldan keşfedilebilir. Yazar bu yolları aşağıdaki şekilde sıralamıştır:

1.Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak;
2.Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek;
3.Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek.

Bunlardan ilki yani başarı yolu oldukça açıktır.


SEVGİNİN ANLAMI

Bu ikinci yoldur. Logoterapide sevgi, yüceltme anlamında cinsel itkilerin ve içgüdülerin sadece bir yan olgusu olarak görülmez. Tam tersine cinsel ilişki, sevginin bir dışa vurumu olarak algılanır.

ACININ ANLAMI

Anlam bulmak için acı çekmemiz gerekmez ancak acıdan kaçınamaz bir durumda kalmışsak, logoterapinin temel ilkesi olan anlama dönmemiz ve acıdan anlam çıkarmamız gerekir.

LOGODRAMA ve BİR TEKNİK OLARAK LOGOTERAPİ

Logoterapi birçok farklı yöntem kullanmaktadır. Logodrama ise bunlardan biridir. Amaç insanın anlam arayışında ona yol gösterecek çalışmalarla yardımcı olmaktır.

Logoterapide “hiper-yüksek-niyet” kavramı ile karşılaşırız. Bu zoraki bir niyetin, zorla arzulanan şeyi imkansız kılmasıdır. Bu aşırı niyete Frankl “hiper-yüksek-niyet” demektedir. Örneğin; bir insan mutlu olmak için ne kadar çok uğraşırsa mutsuz olma olasılığı da o kadar yükselecektir. Burada mutluluk bir sonuç ya da yan ürün olmalıdır. Mutluluk amaç yapıldığında yok edilmiş olacaktır ya da ulaşılması imkansız duruma gelecektir.

“Hiper-yüksek-niyet” kavramından yola çıkılarak, “Çelişik niyet” adı verilen bir tekniğe ulaşılır. Bu, korkunun korkulan şeyi yarattığı ve aşırı niyetin arzulanan şeyi imkansızlaştırdığı gerçeğine dayanır. Bu teknik günümüzde yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Birçok farklı sorunda uygulanabilen bu teknik, kısa süreli bir tekniktir. Amaç, altında beklenti olan kaygı durumlarında verilen tepkiyi, bireyin bilinçli bir şekilde vermesini ve hatta genellikle verdiği tepkiden daha üst düzeyde vermesini isteyerek hastanın tutumunu tersine çevirmektir.

ORTAK NEVROZ

Her çağın kendine ait ortak bir nevrozu olduğunu, bu çağın nevrozunun ise “hiçlik” öğretisinde varlığını bulduğunu belirtir, Frankl. İnsanın davranışlarını seçebilme özgürlüğüne sahip olmadığını kabul eden psikoterapi yaklaşımlarının, “hiçlik” öğretisini besleyeceğini ve nevrotik bireyin inanmaya hazır olduğu şeyi (dış etkenlerin ya da iç koşullarının kurbanıyım) besleyeceğini ve güçlendireceğini ifade eder.

Logoterapi bu noktada insana ve psikoterapiye, koşullara karşı durabilme özgürlüğü kazandırır. Böylece insanın ve psikoterapinin ölümcül bir batağa sürüklenmesini önler.

PAN-DETERMİNİZM ELEŞTİRİSİ

Frankl’a göre insan, tamamen koşullandırılmış ve belirlenmiş değildir. Psikanalizin pan-determinist varsayımına bu nedenle karşı çıkar. İnsanın her hangi bir anda değişme özelliğine sahip olduğunu iddia eder:

“Başka bir deyişle, insan nihai anlamda kendini belirleyen bir varlıktır. İnsan varolmakla yetinmez, bunun yerine her zaman için varoluşunun ne olacağına, bir sonraki anda kendisinin ne olacağına karar verir.”

Buna örnek olarak da Dr. J’nin durumunu örnek verir. “İçi şeytanla dolu tek figür” dediği Dr. J.’nin yıllar sonra bir başkasından duyduğu hikayesi ise tam bir yüksek ahlak örneğidir.

PSİKİYATRİK PAROLA

Durumu ne olursa olsun her insanın, insan olma onurunu koruyacağını ve içinde taşıdığı insani özü asla kaybetmeyeceğini ifade ederek hastayı “beyin makinesi” değil, parçaların toplamından daha fazla bir şey, bir insan olarak görmenin psikiyatrinin parolası olması gerektiğini ifade eder.

PSİKİYATRİNİN YENİDEN İNSANLAŞTIRILMASI

Yazar, hastalığa, bir makinenin bozulması olarak değil de, arkasındaki insana bakarak yaklaşılmasını psikiyatrinin yeniden insanlaştırılması olarak görmektedir.

İnsanın içerisinde farklı davranış yönlerine gidecek birden fazla potansiyel vardır ve bu potansiyellerin içerisinde hangisini seçeceğine karar verecek olan da insanın kendisidir. Terapi insana bu farkındalığı kazandırmalı ve ona anlam arayışında bir yol gösterici olmalıdır.

SONUÇ

Frankl’ın bu eseri, insanın koşulları ne olursa olsun katlanabileceğine dair fikrinin en güzel örneklerinden biridir. Öyle ki, 4 yılını toplama kamplarında geçirmiş, ailesini ve arkadaşlarını bu koşullarda yitirmiş biri olarak yazar, yaşadıklarında bir anlam bulma yoluna girmiş ve tüm insanlığın yararına sunulabilecek bir çalışmaya imza atmıştır.

Frankl’ın bu öz yaşam öyküsü ve beraberindeki kuram, onun hem daha kolay anlaşılmasını sağlaması açısından hem de logo terapinin olabilirliğinin anlaşılabilmesi açısından mükemmel bir araçtır.

İzzet Zülküf ÇELİK, Uzman Psikolojik Danışman
Yaşam Psikolojik Danışmanlık ve Eğitim Merkezi

     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler  
► Logoterapi Nedir? Abdullah ÖZER
► Logoterapi ve İrade Özgürlüğü Psk.Beria Bilge ŞENER
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,978 uzman makalesi arasında 'Fındıkkabuğundan, İncir Çekirdeğine: Logoterapi' başlığıyla benzeşen toplam 3 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
 
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


09:42
Top