2007'den Bugüne 92,313 Tavsiye, 28,222 Uzman ve 19,980 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Freud’un Aile Yaklaşımı ve Eleştirel Bir Bakış
MAKALE #7124 © Yazan Murat MANGIR | Yayın Haziran 2011 | 17,726 Okuyucu
Freud’un yaşamında 1887’ye kadar geçen on yıllık süreyi psikanalizin temelinin attıldığı dönem olarak adlandırabilmek mümkündür (Geçtan, 2002). Psikanaliz; hastaların içsel dünyalarına inerek kendilerini daha iyi tanımalarına ve daha sağlıklı bir uyum düzeyine erişebilmelerine olanak sağlayan ilkelerdir (Geçtan, 2000).Freud, kendi psikanalizinden hareketle oluşturduğu psikanalitik kuramıyla histeri, gelişim dönemleri, ego, narsisizm gibi birçok konuya açıklık getirmiştir. Freud’un kuramı ve kavramları bireysel bir psikolojiyi ele almaktadır. Fakat insan toplumsal bir varlıktır. Bu nedenle hem toplumdan etkilenme hem de toplumu etkileme potansiyeline sahiptir. Bu bakış açısından hareketle bu çalışmada Freud’un bireysel psikoloji kuramının aileye yaklaşımı ele alınmıştır. Freud’un aileye yaklaşımı iki bölümde incelenmiştir. Birinci bölüm Freud’un psikoseksüel gelişim kuramı, nesne ilişkileri ve ego oluşumu konuları ele alınmıştır. İkinci bölümde ise Freud’un açıklamalarına eleştirel bir bakış getirilmiştir.

Bebek, gelişiminin ilk aylarından itibaren kendini diğer nesnelerden yavaş yavaş ayırt etmeyi öğrenmektedir ve bebeklik çağında en önemli nesnelerin bir kısmı çocuğun kendi bedeninin parçaları, örneğin el, ayak parmakları ve ağzıdır. Bunlar haz kaynaklarıdır ve bu kendine yönelmiş libidoya Freud narsisizm adını vermiştir (Freud, 1914 akt.; Başarır, 2005) Narsizm kavramı bir çocuk için kullanılırsa, bu genellikle erken gelişme çağlarının bir özelliği ya da normal bir dönem olarak algılanmaktadır (Geçtan, 2002).

Çocuğun farkına vardığı ilk nesnelere olan tutumu doğal olarak tamamen bencildir ve ilk önce nesnenin verebileceği hazlarla, yani nesnenin kendi gereksinmelerini doyurucu yönüyle ilgilidir. Bebek bir nesneye ilk defa bir yatırım yapmaktadır ve o zamana kadar o nesne ortada yoktur. Nesneyle sürekli ilişkinin, yani ani bir gereksinme olmadığında bile sürekli bir nesne yatırımı ancak yavaş yavaş zamanla gelişir. En erken nesnelere kısmi nesne olarak adlandırılır. Bu, annenin çocuk için bir tek nesne olarak ortaya çıkması için uzun zaman geçeceği anlamını taşımaktadır. Ondan önce annenin göğsü, süt şişesini tutan eli ya da yüzü çocuğun hayatında değişik nesnelerdir. İlk nesne ilişkilerinin özelliği nesne ile özdeşim kurulmasıdır. Ego gelişmesinde çok büyük önemi olan, yaşantılara ve deneyimlere bağıntılı başka bir süreç de genellikle çevredeki kişilerle olan, Freud’un nesne ile özdeşim (idantifikasyon) olarak adlandırdığı süreçtir. Özdeşimden kastettiği düşünce ve davranışların, bir ya da birçok yönden birisi ya da bir nesne gibi olması olayı ya da süreci¬dir (Geçtan, 2002). Freud, özdeşim sürecinde nesneden uzun süreli ya da sürekli ayrılık ya da nesnenin fizik olarak ölümü anlamına gelmek üzere nesne kaybı adını vermiştir. Bu durumlarda yitirilen nesne ile özde¬şim kurmaya kuvvetli bir eğilim bulunmaktadır. Bir klinik durum olan depresyonların psikopatolojisinde yitirilen nesne ile düzenli olarak yapılan bilinçdışı özdeşim önemli bir rol oynamaktadır.

Nesne ilişkileri, özde¬şim eğilimi, yani o nesne gibi olma isteğini taşımaktadır. Ego gelişmesi ne kadar ilkelse özdeşim eğilimi de o kadar kuvvetli olmaktadır. Eğer özdeşim, yetişkinin hayatındaki nesne ilişkilerinde önemli bir rol oynamaya devam ediyorsa bu, egonun patolojik kabul edilebi¬lecek kadar az gelişmiş olmasının bir kanıtıdır (Başarır, 2005).

Çocuk iki buçukla üç buçuk yaş arasında yaşamın en derin ve belirleyici nesne ilişkileri dönemine girmektedir. Dürtü görüşü yönünden ruhsal yaşamı anal düzeyden fallik düzeye geçer ve dürtüsel yaşamında nesnelere karşı duyduğu en kuvvetli istek ve dürtüler fallik istekler olmaktadır. Ancak çocuk daha önce¬ki devirlerdeki dürtüsel yaşamını dolduran anal ve oral istekleri hemen bırakmamakta ve bu prefallik istekler, fallik dönemde de devam etmektedir. Dürtüsel yaşamda, yani id'de oraldan anala, analdan falliğe olan gelişmeler, kalıtımsal ve biyolojik eğilimlere bağlıdır. Üç ya da dört yaşındaki bir çocuğun egosu daha tecrübeli, daha bütünleşmiş ve bunla¬rın sonucu çocukta kısmi nesne ilişki¬leri yerini tam nesne ilişkilerine bırakır. Böylece annenin bedeninin birçok parçası birden “anne” denen bir tek nesne olarak algılanır. Bundan başka, çocuğun nesne ilişkileri artık oldukça süreklilik kazanmıştır. Ego gelişmesinin ilk dönemlerinden farklı olarak bu dönemde nesne uzun süre yok olsa da nesneye yatırım devam eder. Buradaki ana nokta, fallik döneme geldiği zaman çocuğun nesne ilişkilerinin her yönden eşit olmasa bile yetişkin veya büyük çocuklarla kıyaslanabilecek bir düzeye gelmiş olmasıdır. Fallik dönemin en önemli nesne ilişkileri oedipal kompleks adı altında toplanmıştır (Başarır, 2005).

İki buçuk yaşından altı yaşa kadar olan süreye fallik dönem olarak adlandırıldığı gibi oedipal dönem de denilmektedir. Oedipal kompleksi ortaya çıkaran nesne ilişkileri hem normal, hem de patolojik gelişmede önemli bir rol oynamaktadır.

Freud, bilinçdışı yaşamda diğer cinsten olan anne babaya ensest ve aynı cinsten olana karşı öldürücü öfke ve kıskançlık hayallerinin bulunduğunu ortaya koymuştu ve buna oedipus kompleksi adını vermiştir (Freud, 1900 akt.; Poster, 1989) Oedipal kompleks anne ve babaya karşı olan iki yönlü tutumdur. Bir yanda kıska¬nılan ve nefret edilen babayı ortadan kaldırma duyguları ve anneyle olan cinsel ilişkide onun yerini alma isteği, öte yanda ise kıskanılan ve nefret edilen anneyi ortadan kaldırma ve baba yanında onun yerini alma biçiminde özetlenebilir. Oedipal komplekste önemli bir nokta duyguların yoğunluğu ve derinliğidir. Oedipal dönemin başlangıcında erkek ya da kız çocuğun en kuvvetli nesne ilişkileri annesiyledir: Annenin çocuğun ruhsal dünyasındaki temsili diğerlerinden daha fazla libidoyla yüklüdür.

Oedipal dönemde ilk adım iki cinsiyet için aynıdır ve anne ilişkisinin çocuğu uyanan cinsel isteklerini kapsayacak biçimde gelişmesidir. Aynı zamanda onun bütün sevgi ve hayranlığını kazanma ve buna bağlı olduğu sanılan "büyümüş olma", "baba olma" ve anneye babanın yaptığını yapma isteği gelişmektedir. Anneye karşı olan cinsel istekler ve annenin tek başına aşk nesnesi olma dileğiyle birlikte genellikle babayla kardeşlerden oluşan rakipleri ortadan kaldırma istekleri de vardır. Kardeş kıskançlığının daha başka kaynakları da olmasına karşın en önem¬lisi anne ya da babaya tam anlamıyla sahip olma isteğidir. Bu kıskanç ve öldürücü istekler çocukta iki yönden yoğun çatışmaya neden olmaktadır. Bunların ilki özellikle anne-babadan gelecek olan ceza-intikam korkusudur. İkincisi ise, bu kıskançlık sonucunda anne-babasının sevgisinin kaybından korkmaktadır. (Zulliger, 2005).

Oedipal kompleksin erkek ve kızlarda gelişimsel açıdan farklı yaşanmaktadır.Erkek çocukları annesine karşı duyduğu oedipal isteklerin sonucu olarak penisinin kaybından (kastrasyon) korkmaktadır. Gerçekten penisi olmayan diğer kız ve kadınları gözlemesi onu, hadım edilmenin gerçek olabileceğine inandırmaktadır. Bu çok değer verilen organın kaybedilme tehlikesi çocukta oedipal isteklerinden dolayı büyük bir çatışma ortaya çıkartmaktadır ve bu çatışma yavaş yavaş oedipal isteklerin reddinin nedeni olur; kısmen bıra-kılır ve kısmen de bastırılır, yani bilinçdışına itilir. Erkek çocuğun, annesinin tüm sevgisine ve bedenine sahip olma isteğinin reddiyle beraber annesine karşı duyduğu kıskançlık ve öfke artmakta, bu da anneden kurtulma (onu öldürme) ve onun yerine baba tarafın¬dan sevilme isteğinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu durum da kastrasyon korkularına yol açtığından, öte yandan da kadın olmanın penissiz olma olduğunu da öğrendikten sonra, bu isteklerin de en sonunda bastırılması gerekir. Böylece ödipal dönemin hem kadınsı, hem de erkeksi kökenli isteklerine karşı kastrasyon anksiyetesi ortaya çıkmaktadır. Erkek çocuk, bedensel ve cinsel yönden hazır olmadığı için bu isteklerle ortaya çıkan çatışmaları ya bu isteklerden vazgeçerek ya da bu istekleri türlü savunma mekaniz¬maları ve egonun savunma işlemleriyle çözmektedir. Kız çocukları annesinin karşısında erkek rolü oynamak, penisi olmadığı için, kastrasyon korkusu yaratmaz, penissiz olduğunu anlaması üzün¬tü yaratmaktadır ve bu da şiddetli utanç, aşağılık, kıskançlık (penis kıskançlığı) duyguları doğurmaktadır. Kendisini penissiz doğuran anneye karşı öfke duyar. Bu kızgınlık ve ümitsizlikle sevgi nesnesi olarak babaya döner ve onun karşısında annesinin yerine almayı ummaktadır. Bu duygular da engellenince, küçük kız ya daha önceki anneye bağlılığa dönüp penisli olma ve erkek olma isteğine direnir ya da ödipal hislerini reddetmek ve bastırmak zorunda kalmaktadır (Geçtan, 2002).

Çocuk libidinal gelişmenin üçüncü ya da genital devresindeyken (beş yaş dolaylarında) üreme organıyla oynadığı için anne babası tarafından tehdit edilir. Çocuk için durum oral ve anal devirlerin tamamıyla aynısıdır. Erotik hazzı, onu anne babasıyla karşı karşıya getirir ve bedensel hazla anne babanın sevgisi arasında seçim yapmaya zorlanır. Bununla beraber, genital devrenin tek özelliği çocuğun karşıt cinsteki ebeveyne yönelik cinsel fantezileridir ve bunlarda bastırmaya uğrar. Erkek çocuk açık olarak zevk verici davranışın bir kaynağı olan penisinden vazgeçmesinin yanında bir cinsel sevgi nesnesi olan annesinden de vazgeçmek zorundadır. Buna karşılık erkek çocuk, babayı içselleştirir ve kem penisten hem de annesinden fantezi düzeyinde doyum sağlar. Başka bir deyişle, çocuk hem bir penise hem de bir kadına sahip olduğu için babasıyla özdeşleşirken, bu hazları daha sonraki bir ana erteler. Bu nedenle çocuk babası olmak için kendisinde mümkün olan en güçlü ihtiyaçları yaratır. Bu ihtiyaçlar, psikesinde süperego biçiminde yapılanıp sabitleşir. (Geçtan, 2002) Freud’un erkek çocuğun ertelenen hazzına yönelik açıklaması ve ebeveynin terk ettiği narsisizmin üretiminden hareketle erkeklerin annesine benzeyen kadınlarla evlenmesi isteği açıklanabilir.

Kızların penisleri olmadığı için erkeklerinki kadar derin bir hadım edilme tehdidi geliştirmedikleri ifade edilmektedir. Kız çocuğu erkek çocuk kadar derin bir şekilde ebeveynini içselleştirmez ve süper egosu daha zayıftır, böylece içgüdülerini tatmin etmeyi geciktirmede daha yetersizdirler. Oysaki Freud’un ifade ettiği gibi yalnızca maddi olarak bir penise sahip olmanın ötesinde toplumun da penise atfettiği bir değer söz konusudur.

Ayrıca bir çocuğun süper egosu gerçekte anne babasının değil, anne babasının süper egosunun modeli üzerine kurulmuştur. Böylelikle süper ego kendisini kuşaktan kuşağa aktaran ve zamana karşı dayanıklı bütün değer yargılarının aracıdır. Bundan hareketle süper ego, insanlığın toplumsal davranışlarını açıklamada kullanılabilecek önemli bir kaynaktır.

Freud ‘Erkek çocuğun ilgisi üreme organına yöneldiğinde bunu ona sık sık dokunarak ortaya koyar ve eninde sonunda yetişkin insanların bu faaliyetten hoşlanmadıklarını keşfetmek zorunda kalır. Az çok basit bir şekilde, az çok da vahşice bir tehditle, vücudunun bu oldukça değerli parçasının alınıp götürüleceği beyan edilir, Tehdit genellikle kadınlardan kaynaklanmaktadır; onlar sık sık otoritelerini güçlendirmek için, çocuğu cezayı icra edeceğine inandırdıkları babaya ya da doktora göndermede bulurlar…Şimdi sahip olduğumuz görüş, genital düzenlemenin fallik devresinin bu hadım edilme tehdidi tarafından yenilgiye uğratıldığıdır.’ (Poster, 1989).

Kimse artık çocuğunu hadım etmeyle tehdit etmemektedir. Hadım edilme tehdidinin devrin burjuva aileleri için sıradanlığı söz konusudur. Freud, açıklamasını döneminin ya da sınıfının belirli şartlarına bağlamamıştır. Bütün yetişkinlerin çocuklarının genital faaliyetlerini bastırdıkları gerçeğini kabul etmiştir. Çocuğun bütün süreçte oynadığı tek aktif rol penisine dokunmasıdır. Bu dokunma daha sonra anne babası tarafından yorumlanmakta ve çocuk tarafından da içselleştirilmektedir. Anneyle baba, bu faaliyeti bastırmakta ve aynı zamanda penise olağanüstü önem vermektedir. Çocuğun mastürbasyonunun tehdit ettiği kişiler anneyle babadır ve onarın verdiği tepki durumu gerginleştirir ve durumun yapısını oluşturur. Freud, bu yapıyı anne baba üzerinden değil, çocuğun cinsel fantezileri düzeyinde açıklamıştır (Geçtan, 2002).

1915 yılında Üç Tartışma başlığı altında yayımlanan yapıtında Freud, çocuk cinselliğinin ilk belirtilerinin, beslenme ya da idrar kesesi ve bağırsak denetiminin kazanılması gibi, aslında cinsel nitelik olmayan bedensel işlevlerden kaynaklandığı görüşünü ortaya koymuştur. (Geçtan, 2002) Freud cinsellik konusunda çocuğa odaklanmış ve sorunun anne baba olduğunu gözden kaçırmıştır. Çocuğun annesiyle penisini yitirme kaygısı (anksiyetesi) insan cinselliğinin gelişiminin doğal bir fantezisi değildir. Çocuğun fantezileri anne ve babanın davranışlarına ve iletişimlerine değinilmeden anlaşılamaz ve açıklanamaz. Doğal cinsellik, doğal cinsellik fantezi devreleri yoktur; çocuk için cinsellik, kendi sınıflarının ve toplumlarının bilinçdışı temsilcileri olan anne babasıyla olan etkileşimleriyle tanımlanır (Poster, 1989).


Psikanalizin ilk günlerinde Freud, nevrozların oluşumunda çocuklukta yaşanan cinsel içerikli sarsıcı olayların öneli bir rol oynadığını ifade etmiştir. Klinik deneyimleri arttıkça giderek hastaların çocukluk dönemlerine ilişkin yaşantılarının ve düşlemlerinin ortak yönlerini saptamaya başlamıştır. Bu veriler, çocukluk cinselliğine ilişkin bir gelişim kuramının temelini oluşturmuştur. Çocukluk dönemine ilişkin cinsel olguların nevrozların oluşumunda önemli bir rol oynadığına ve normal sayılabilecek insanların gelişim süreçlerinde de benzer yaşantıların yer alabileceği sonucuna varmıştır (Geçtan, 2002).

Freud, Narsisizm Üzerine Bir Giriş (1914)’te duygularını çocuğa aşırı değer verme şeklinde gösteren aileler, kendilerinin terk ettikleri narsisizmin yeniden uyanışı ve üretimi olduğunu söyleyebilir. Ebeveyn mükemmellik arayışını çocuğa atfetmektedir. Çocuk anne babasından daha iyi şeylere sahip olacaktır. Çocuk merkezli bir bakış anlayışıyla hayallerini çocuk üzerinden gerçekleştirmeye çalışan anne baba gecikmiş bir telafi yaşamaya çalışmaktadır. Freud bu konuda anne ve babanın etkin rolünü kabul etmiştir. Anne babanın çocuğa yönelik özgül duyguları vardır. Freud, bu duyguları burjuvanın özgül duygusal, toplumsal ve ekonomik ihtiyaçları odağında değil, anne babanın terk ettikleri narsisizmine atfetmiştir (Freud, 1998).

Freud, ailenin tarihi gelişimiyle duygusal ve cinsel yaşamının görüntüsünü çizmektedir. İlk yazılarıyla son yazılarında çağdaş ailenin aşırı derecede cinsel bastırmayı düzenlediğini kabul etmektedir. Ailenin Batı Avrupa’da cinsel bastırmanın çok yüksek bir seviyesini uygulamakta olduğunu ifade etmektedir. Freud, özellikle burjuva ailesinin ve şehirleşme sürecinin nevroza ve cinsel bastırmaya yol açtığını belirtmektedir: ‘Nevroz, kesin olarak ataları doğal sağlıklı kır koşullarında sert, ama dayanıklı secereleriyle yaşadıktan sonra büyük şehirlere gelerek başarılı olanlara ve kısa sürede çocuklarını yüksek kültür düzeyine eriştirenlere saldırmaktadır.’ (Caner, 2007). Freud, bastırmanın toplumsal hareketliliği olan burjuvazinin ekonomik ihtiyaçlarıyla ilişkili olduğu sonucunu çıkarmak yerine, açıklamasının uygarlaşmanın genel gereklilikleri düzeyinde yapmıştır.

Freud, cinselliği ailede aşırı sindirilmesini kınamaktadır ve Viktoryenler arasında kadınlar ve çocuklar cinsiyetsiz olarak düşünülür ve cinsel davranış üreme amacıyla sınırlandırılır, yalnızca yasal olarak evli, yaşa boyu eş olanlar arasında onaylanırdı. Çocuklara doğru cinsel eğitim verilmezdi. Sonuç olarak, Freud erkeklerle kadınların evlendiklerinde tatmin edici cinsel yaşantılara hazır olmadıklarını ve cinsel yaşamlarındaki yoksulluğun onları büyük mutsuzluklara sürüklediğini ifade etmiştir.

‘Sonuç, anne babacı otorite tarafından kızın aşık olmasına aniden izin verilince bu süreçte başarılı olamaması ve kendi duygularından emin olamadan evliliğe adım atmasıdır. Sonuç olarak, aşk işlevi kocalar için hayal kırıklığından başka hiçbirşey sağlayamaz. Psişik olarak kız hala anne babasına bağlıdır ve fiziksel olarak kendisini frijit olarak gösterir. Anestetik kadın tipinin uygar eğitim alanının dışında da bulunup bulunmadığını bilmiyorum. Bu tip doğrudan eğitim tarafından yetiştirilmektedir. Kocası tarafından tatmin edilmeyen nevrozlu kadın, bir anne olarak çocuğuna karşı aşırı merhametli ve kaygılıdır; sevgi için duyduğu ihtiyacı çocuğuna transfer ederek çocukta erken cinsel uyanmayı sağlar. Anne ve baba arasındaki kötü ilişki daha sonra çocuğun duygusal yaşamını uyarır ve henüz sevginin, nefretin ve kıskançlığın yoğunluklarıyla karşı karşıya gelmesine yol açar. Bu erken cinsel uyanma durumunun ifadesine hiçbir şekilde hoşgörü göstermeyen sıkı eğitim, sindire güçlerine destek sağlar ve bu yaştaki çatışma yaşam boyu sürecek nevroza neden olan gerekli bütün öğeleri içerir. (Freud, 1930 akt.; Caner, 2007). Freud bu ifadesinde anneyle babanın doyurulmamış ihtiyaçlarının çocuğun cinsel fantezilerinin doğrudan nedenleri olduğunu söylemektedir

Freud, burjuva ailesini göreli olarak toplumdan yalıtılmış olduğunu ifade etmektedir. Bu yalıtılmışlığa bağlı olarak aile yaşantısı mahrem niteliğindedir. Freud, aile üyelerinin birbirlerine ne kadar yakından bağlıysa, o kadar çok sık kendilerini diğer insanlardan mahrum ettiğini ve onlar için geniş yaşam dairelerine girmenin çok zor olduğunu belirtmiştir. Bu ifadelerden hareketle çekirdek aile mahremiyet, özellik ve yoldaşlıktır ve aynı zamanda aile ilişkilerinin yoğunluğu çarpıcıdır. Çekirdek ailede çocuk bütün duygusal ihtiyaçlarını mümkün olduğunca en dar insan çevresinden bulmak zorundadır (Poster, 1989).

Freud, psike yapısının son biçiminin çocukluk çağı boyunca, özellikle de Oedipus kompleksi zamanında şekillendiğini belirtmiştir. Oysaki çocukluk, hiçbir zaman daha geniş bir toplumsal sistemin ürünü ve o sisteme yol açan şekillendirilmiş bir yapıdaki toplumsal bir deneyim olarak kavramsallaştırılmamıştır (Poster, 1989).

Freud, çocuğun hayvan fobilerine ilişkin olarak Küçük Hans olayında anneyle babanın mastürbasyon tehdidinde oynadıkları rolü görememiştir. Freud çocuğun terapisini uzaktan, Hans’ın babasının aracılığıyla yürütmüştür. Oysaki günümüzde çocuk ve aile terapistlerine göre, anne babayla çocuk arasında derin bir psişik bağ bulunmaktadır. Bu nedenle anneyle baba problemin içindedir ve terapinin baba aracılığıyla yürütülmesi uygun değildir. Küçük Hans olayında anne ile babanın çocuğun fobilerindeki rolü Freud tarafından ele alınmamıştır (Poster, 1989).

Freud, aileyi özbilinçli olarak kurumsallaştıramıştır, aile konusundaki söylemleri incelendiğinde kuramındaki egemen kavramların bireysel kişilik ve psikanalitik açıdan indirgenmiş toplumsal bütünlük olduğu dikkat çekmektedir (Ersevim, 2002). Freud’un aileyi kavramsallaştırmasını engelleyen üç etmen vardır: bireysel tedavi etmeyi temel alan bir terapi uygulaması, bireyin ve bireyle toplum arasındaki ilişkinin yanlış anlaşılması, hatalı bir toplum kavramı (Poster, 1989).

Freud, aileyi psikanalizin bir nesnesi olarak ele almamıştır. Freud, ‘Psikanalizin maddesini biçimlendiren gerçeklerin doğası gereği bedenle ilgili verilere ve düzensizlik belirtilerine önem verildiği kadar örnek olay tarihçelerimizde hastalarımızın bütünüyle insani ve toplumsal koşullarına dikkat etmeye zorunluyuz. Bütün bunların ötesinde ilgimiz onların ailevi durumlarına yönelecektir.’ söylemiyle aileyi psikanalizin ilgilendiği yaşantıların bağı olarak ifade etmiştir (Freud, Breuer, 2001). Freud bireyi temel aile ilişkilerine ayrıştırmaya çalışmıştır. Fakat Freud’un ele aldığı ilişkiler bilinçdışı aile ilişkileridir. Yalıtılmış bir birim olarak birey, çözümleyici için anlaşılmazdır. Bireyin iç dünyasının en kişisel ve belirgin özellikleri bu nedenle karanlıktır ve ancak aile yapısı incelendiğinde anlamlı işaretler bulunabilir. Bu durumda aile bireyin gizidir.

Freudcu psikolojinin temel ilkesi zihnin yapısının çocuklukta biçimlenmesidir. Bu nedenle zihin önceden verili bir şey değildir, ancak bir süreç boyunca gelişmektedir. Bu konuda iki soru cevapsız kalmaktadır: bu sürecin ne düzeyde evrensel ve gerekli olduğu ve sürecin ne düzeye kadar sosyolojik bir süreçten farklı olarak tamamıyla psikolojik olduğu. Freud, çocukluk dönemi zihin biçimlenmesi kavramını gerçekleşme koşullarını tam olarak derinlemesine incelemiştir. (Poster, 1989).

Freud burjuva ailesini evrensel ve gerekli bir kurum olarak savunmakta, psikolojik modeli ebedi bir model olarak varsaymakta, toplumsal sistemlerin karmaşık süreçlerini psikolojik anlamlarına indirgemekte ve kendi kuramını içinde doğduğu tarihi alandan ayrı bir bilim olarak öne sürmektedir.

Murat MANGIR
Aile Danışmanı

KAYNAKÇA

1. Başarır, Selim. ‘Freud'un Eserinde Nesne İlişkileri’. İmago Dergisi; 2. İstanbul. 2005

2. Caner, Fırat.Girne Amerikan Üniversitesi Journal of Social and Applied Science 2(4), 74-81. 2007

3. Ersevim, İbrahim.Freud ve Psikanalizin Temel İlkeleri. Assos Yayınları. İstanbul. 2002.

4. Freud, Sigmund. Breuer, Josef. Histeri Üzerine Çalışmalar. Payel Yayınları: Freud Kitaplığı Dizisi. İstanbul. 2001

5. Freud, Sigmund. Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası. Metis Yayınları. İstanbul. 1998

6. Geçtan, Engin.Psikanaliz ve Sonrası. Remzi Kitabevi. İstanbul. 2000

7. Poster, Mark. Eleştirel Aile Kuramı. Ayrıntı Yayınları.İstanbul. 1989

8. Zulliger, Hans. Çocukta Ruhsel Bozukluklar ve Tedavisi.Cem Psikoloji. İstanbul. 2005.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Freud’un Aile Yaklaşımı ve Eleştirel Bir Bakış" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Murat MANGIR'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Murat MANGIR'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Murat MANGIR Fotoğraf
Murat MANGIR
Balıkesir
Sosyal Hizmet Uzmanı
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi6 kez tavsiye edildi
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Murat MANGIR'ın Makaleleri
► Eleştirel İç Sesimle Nasıl Baş Ederim? Psk.Rüveyda ÇELENK YILMAZ
► Freud ve Psikanaliz Psk.Doğancan GÖKÇE
► Freud ve Bilincin Düzeyleri Psk.Murat TEMİZ
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,980 uzman makalesi arasında 'Freud’un Aile Yaklaşımı ve Eleştirel Bir Bakış' başlığıyla benzeşen toplam 32 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


10:56
Top