2007'den Bugüne 92,262 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Hümanistik Psikoloji
MAKALE #861 © Yazan Psk.Dnş.Özden ŞENKOYUNCU | Yayın Mart 2008 | 22,258 Okuyucu
HÜMANİSTİK PSİKOLOJİ

Son yıllarda çeşitli psikoloji öğretilerinden yararlanıp bunların çağdaş yorumunu ve bileşimini yapan araştırmacılar yeni bir psikoloji akımı başlatmışlardır. Hümanistik Psikoloji akımını etkileyen ilk adımlar Avrupa’daki varoluşçu analitik eğilimdir. Bu eğilim hem felsefenin insanın klinik incelenmesine uygulanması arzusu hem de Freud’un insan modeline tepki olarak doğmuştur. Birleşik Devletlerde 1950’lerin sonuna doğru benzeri bir hareket başlamış, 1960’larda yüzeye çıkmıştır.

Akademik Psikolojide 1950’lere kadar iki önemli ideoloji okulu egemendi.Davranışçılar ve psikanaliz.Bazı Kişilik Kuramcıları 1940’larda hem davranışçılığın hem de psikanalizin sınırlılıklarından rahatsız olmaya başladılar.( Örneğin, Allport, Maslow, Rogers) Bu iki yaklaşımın insanı insan yapan en önemli bazı özellikleri dışladığını düşünüyorlardı. (Örneğin, seçim, sevgi, öz farkındalık ) 1950’de bu kişiler resmi olarak “Hümanist Psikoloji” adını verdikleri yeni bir ideolojik okul kurdular.Böylece psikolojide “üçüncü güç” doğdu. 1961 yılında Amerikan Hümanist Psikoloji Derneği Hümanist Psikoloji dergisini kurdu. Derginin yazı kurulunda Carl Rogers, Rollo May, Abraham Maslow gibi isimler vardı 1962 yılında şu resmi açıklama yapıldı. “Hümanist Psikoloji birincil olarak ,ne davranışçı kuram ne de klasik psikanalitik kuramda sistemik bir yeri olmayan insan kapasitesi ve potansiyelleriyle ilgilenmektedir: Örneğin, aşk, yaratıcılık, benlik, gelişme, organizma, temel gereksinim giderilmesi, kendini gerçekleştirme, yüksek değerler, varolmak, olmak, kendiliğindenlik, oyun, mizah, sevgi, şefkat, doğallık, ego üstünlüğü, nesnellik, özerklik, sorumluluk, anlam, adil davranış, aşkın deneyim, psikolojik sağlık ve ilgili kavramlar.”A. Sutich, American Association of Humanistic Psychology.

1963 te derneğin başkanı James Bungental beş temele öneri ortaya koydu.
1. İnsan insan olarak, parçalarının toplamının yerine geçer (yani insan parça işlevlerinin bilimsel olarak incelenmesiyle anlaşılamaz)
2. İnsan, insani bağlamda varlığına sahiptir (yani,insan kişiler arası yaşantıya aldırmayan parça işlevleriyle anlaşılamaz.)
3. İnsan farkındadır (ve insanın sürekli, çok katmanlı öz farkındalığını tanımada yetersiz olan psikolojiyle anlaşılmaz. )
4. İnsanın seçimleri vardır (insan varlığının seyircisi değildir, kendi yaşantılarını kendi yaratır).
5. İnsan kasıtlıdır (geleceği hedefler, amaçları,değerleri ve anlamı vardır)

Amerikan hümanist psikoloji alanı Avrupa varoluşçu geleneğiyle eşanlamlı değildir.Avrupa’daki varoluşçu gelenek insanın sınırlılıklarını ve varolma trajedisini vurgulamıştır. Belki de bunun nedeni savaşlar ve belirsiz varoluş yüzünden coğrafik ve etnik sınırlılık durumunu daha fazla tanımış olmalarıdır. Oysa Amerika’da yayılma,iyimserlik,sınırsız ufuklar ve pragmatizmle iç içe bir yaşam vardı.Bu nedenle ithal edilen varoluşçu düşüncenin Amerika’da belirgin bir Amerika’da yayılma,iyimserlik,sınırsız ufuklar ve pragmatizmle iç içe bir yaşam vardı.Bu nedenle ithal edilen varoluşçu düşüncenin Amerika’da belirgin bir Yeni Dünya vurgusu vardır.Avrupa’da odak noktası sınırlar, belirsizlik, olmamak anksiyetesiyle yüzleşmek iken, Amerika’da potansiyel gelişimi, farkındalık, kendini gerçekleştirme ve Ben-Sen ilişkisine önem vermektedir.( Yalom, 2001 )

Hümanistik Psikoloji ile Varoluşçuluğun ortak yanları iki ekolün de gelişme ve büyümeye yönelik modeller üzerine oturmasıdır.Ama temel kavramlarda bazı ayrılıklar vardır.Hümanistik ekol, sağlıklı bireyin kendini gerçekleştirmesini teşvik eder .Temel fark manevi boyutun Hümanistik Psikolojide ele alınmaması,yadsınmasıdır.Böylece,egoya ve varoluşsal boyutlara yönelir, benlik güçlenmesi temel amaçtır.Varoluşçu Psikoloji ise insanın kendini gerçekleştirmesinin ötesinde, kendini aşma yeteneğini ön plana çıkarır.(www.benotesi.com)

GESTALT EKOLÜ

Hümanistik psikoloji, klasik psikoloji ekollerinden Gestalt Ekolünü temsil etmekte olup onunla uyumlu bir yaklaşım sergilemektedir. İnsan merkezli ve onu bütünlüğü içinde kavramayı ön planda tutan ekol, Rogers, Maslow, Sartr, Binswagner, Frankl ve Charlotte Bühler gibi isimler tarafından temsil edilmektedir. Bu ekole göre, insan tepkide bulunan bir varlık değil, hızını kendinden alan ve oluşum halinde olan bir varlıktır. Onlar betimleme, yordama ve denetim altına almaktan ibaret olan pozitif bilim metoduna karşıdırlar. Çünkü söz konusu bu metotlardan ilk ikisi bir yana üçüncüsü (=denetleme) uygulanamaz bir yöntemdir onlara göre. Çünkü insan özgür, bilinçli ve yaratıcı, gaye sahibi bir varlıktır. Dolayısıyla onlar sosyal kontrol mekanizmasına tam anlamıyla karşıt bir tutum sergilerler. Onlara göre bilimsel tutum başlı başına bir amaç değil ancak olsa olsa bir araçtır. Nihai amaç insanı anlamaktır.

Hümanistik psikologlar, özellikle metodoloji bakımından fenomenci tutumu benimsediler. Onlara göre davranış ancak davrananın açısından görülebildiği ölçüde anlaşılabilir. Buna, kişiyi içerden anlamaya çalışma da denmektedir. İnsanı içerden kavramanın en kestirme yolu ise iç gözlem ve tecrübî anlayış metodudur. İnsan gibi bilinçli bir varlığa dıştan bakmak ve onu yordama imkânsızdır. Çünkü o bir cansız nesne veya eşya değil, edim gücünü içten alan dinamik bir varlıktır. Kısaca Hümanistik Psikoloji varoluşçuluk ve fenomenolojici felsefe görüşlerinden geniş ölçüde etkilenmesi bakımından son yıllarda felsefeden tamamen kopma eğilimi gösteren psikolojinin felsefeye yaklaşmasını temsil etmektedir. (www.geocities.com)

FENOMENOLOJİK YAKLAŞIM

Fenomenolojik Yaklaşım kendini ve dış dünyayı kendine özgü bir biçimde algılayan kişinin öznel yaşantısına verilen isimdir. Fenomenolojik yaklaşımı savunanlar insanın davranışını anlamak için, onun kendine özgü anlayışını ve yaşantısını bilmemiz gerektiğini savunurlar.Kişinin davranışını biçimlendiren en önemli etken, onun kendini ve çevreyi o andaki anlamlandırış biçimi, başka bir deyişle o andaki fenomenidir.

Fenomenolojik Yaklaşım bireyin öznel yaşantısına önem verir, onun dışında başka hiçbir veri tanımaz.Bu psikologlara göre deneysel yöntem,bireyin tümlüğünü görebilme yeteneğinden uzak, son derece sınırlı bir yöntemdir.

Bireyin seçme özgürlüğü,seçeneklerinin farkında oluşu insanın en önemli özelliğidir.İnsan davranışını denetletebilen bir varlıktır ve bütün çabası kendini gerçekleştirmek,geliştirmek ve yaşamını anlamlandırmaktır.İnsanın temel doğası, Freud’un inandığının aksine, sınırsız bir şekilde olumludur.( Cüceloğlu, 2003)

EĞİTİMDE HÜMANİSTİK PSİKOLOJİ

Hümanistik yaklaşımının katkılarıyla insan doğasının olumlu olarak değerlendirilmesi gündeme gelmiştir. Bu nedenle günümüzde psikoloji normal dışılık yerine normallik üzerine bilgi üretme eğilimindedir. Hümanistik eğitimde,kişisel rehberlik hizmetlerini öğretmenin insan doğasına ilişkin tutumlarını belirler. Günümüzde bir boyutu ile öğrenci merkezli eğitim adını da verdiğimiz bu yaklaşımda,öğretmen bireysel farklılıklara dayalı çeşitliliğinin verimliliği artırdığını bilen ve demokratik tutumlara sahip bir rehberdir.
Hümanistik eğitimin doğal parçalarından biri sınıf atmosferidir. Sınıf atmosferinin demokratik olarak işletilmesi ve öğretmen tutumlarının saygı ve değer vermeye dayalı olması ön koşullar olarak ileri sürülmektedir.Bir başak model olarak ele alınması gereken yaklaşım seçim teorisidir. (Özbay, Şahin, 2000) Seçim teorisi veya gerçekçilik terapisinde kişinin bir bütün olarak ele alınması,duygu,düşünce,eylem,fizyolojisiyle herhangi bir davranışın toplam davranış olarak değerlendirilmesi söz konusudur. Hümanistik anlayışta olduğu gibi seçim teorisi de insanın içsel olarak çalıştığını hareket noktasını kendisinin ve seçimlerinin oluşturduğunu vurgular. Her birey kendi hayatını yönlendiren seçimlerini uyuma dönük bir süreç olarak ele alır,kendisini sonuca götürsün veya götürmesin belli seçimler gerçekleştirir. Böylece sınıf veya okul ortamı,birileri tarafından işletilen,yönetilen,ceza ve ödüllerin verildiği ve kararları doğrultusunda yaptığı davranışlara dayalı sorumluluk almasını gerektiren bir atmosfer olarak algılanacaktır.Günümüzde tüm çabaların öğrencileri dışsal motivasyon yerine içsel motivasyonla donatma üzerine odaklaştığı görülmektedir. İçsel motivasyonu yaratmanın yollarından biri kişiye seçim özgürlüğünü vermek seçimlerinin sonuçlarını kendi yaşantılarıyla ona göstermektir. Sınıf ortamın öğretilen yer değil öğrenilen yerdir. Bunun yanında temel insan ihtiyaçları olan sevme,sevilme,ait olma,güçlü olduğunu ve özgürlüğünü hissetme ve eğlenme gibi ihtiyaçların karşılandığı bir mekana dönüştürülmesi gerekmektedir.

HÜMANİSTİK PSİKOLOJİ VE REHBERLİK

Rehberliğin amacı bireyin kendini gerçekleştirmesine yardım etmektir. Günümüzde, kendini gerçekleştirme genel olarak psikolojik danışma ve rehberlik alanındaki tüm hizmetlerin amacı olarak kabul edilmektedir.Psikolojik danışma ve rehberlik yardımının amacı olan kendini gerçekleştirme (self-actualizing) rehberlik alanında benimsenmiş, son yılların önemli kavramlarından biridir. Kendini gerçekleştirme, bireyi bir bütün olarak ele alan ve özellikle normal bireyin gelişimini inceleyen "hümanistik psikoloji" akımının geliştirdiği bir kavramdır.

· Kendini gerçekleştirmekte olan bireyin taşıdığı özellikler, aslında, psikolojik sağlığı yerinde olan çağdaş insanda bulunması gerekli özelliklerdir. Bu özelliklerden genel olarak benimsenen bazıları şöylece özetlenebilir;
· Kendini gerçekleştirmekte olan birey daha yeterli bir kişiliğe sahiptir; daha verimlidir.
· Kim olduğunu gerçekçi bir gözle algıladığı gibi kim olabileceği hakkında daha tutarlı bir görüşe sahiptir.
· Kendini gerçekleştirmekte olan birey hem kendisi ve hem de başkaları hakkında iyi düşüncelere sahiptir; insan değerlerine saygı duyar; onları benimser ve geliştirir.
· Kendini gerçekleştirmekte olan birey zamanını iyi kullanır; geçmişten daha çok geleceğe dönüktür; yaratıcıdır.
· Kendine saygı duyar ve kendini olduğu gibi kabul eder; duygularını açığa vurmaktan kaçınmaz.
· Kendini gerçekleştirmekte olan birey değişmeye ve yeni yaşantılara açıktır.
· Kendini, değişmekte olan bu gerçek dünyanın yine değişmekte olan bir parçası gibi görür, vb.

Kendini gerçekleştirme, birey için, kuşkusuz, yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Her bireyin belirli bir dönemde belirli bir gerçekleşim düzeyi vardır. Bu gerçekleşim düzeyinin zaman içinde olumlu yönde gelişmesi beklenir. İşte, psikolojik danışma ve rehberlik yardımının amacı da yukarıda sıralanan özellikler bakımından bireyin bu gerçekleşim düzeyini geliştirmek ve en uygun seviyeye çıkmasını sağlamaktır (bitlis.meb.gov.tr/bitlisakmlweb/rehberlik.htm)

HÜMANİSTİK PSİKOLOJİ VE EMPATİ

Günümüzde empati kavramını en iyi şekilde açıklayan açıklayan Carl Rogers’dır. Rogers, kişiler arasında önemli yeri olan empati kavramı üzerinde çok araştırma yapmış ve bu kavramı farklı zamanlarda farklı şekillerde tanımlamış, 1970 yılında ise empatiyi son şekli ile tanımlayarak diğer araştırmacıların da bu tanım üzerinde mutabık kalmasını sağlamıştır.Rogers’a göre : “empati, bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak,o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması,hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecidir”. Carl Rogers’ın yapmış olduğu bu tanımı , Üstün Dökmen üç öğeye ayırarak açıklamıştır. Birinci öğe olarak ; empati kuracak kişi , kendisini karşısındakinin yerine koymalı , olaylara onun bakış açısıyla bakmalıdır.Karşımızdaki kişiyi anlamak için dünyaya onun penceresinden bakmalı , olayları onun gibi algılayıp yaşamaya çalışmalıyız.Bunun için de karşımızdaki insanın rolüne geçmemiz gereklidir. Bunu yapmazsak empati kuramayız. İkinci öğe olarak ; empati kurmuş sayılmamız için, karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak algılamamız gereklidir. Empati kurarken karşımızdaki kişinin düşünceleri , empatinin bilişsel nitelik yönünü oluşturur. Böylece empatinin iki bileşeni ortaya çıkmaktadır. Fakat Hoffman’a (1978)
göre ise empatinin bilişsel , duyuşsal ve güdüsel (motivasyon) olmak üzere üç bileşeni vardır. Bu nedenle araştırmacılar arasında görüş farklılıkları vardır. Empati tanımındaki üçüncü ve son öğe ise, empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın karşıdaki kişiye iletilmesi davranışıdır.Karşımızdaki kişinin duygularını tam olarak anlasak bile, eğer anladığımızı ona ifade edemezsek empati kurma sürecini tamamlamış sayılmayız.Örneğin ; bir arkadaşımız derslerinin yoğunluğu nedeniyle bunalmış ve sıkıntı duymaktadır.Bu sıkıntısını gelip size anlatırsa ve sizde onun duyduğu bu sıkıntıyı anladığınız ve hissettiğiniz halde ona bunu “evet seni anlıyorum, derslerinin yoğunluğu seni bunaltmış ve bu nedenle sıkıntı duyuyorsun” şeklinde değil de tam zıt duygularla “boş ver aldırma” şeklinde yansıtırsak empati kurmuş olmayız.Ve hatta arkadaşımız bizim hakkımızda “en iyi arkadaşıma sıkıntılarımı anlattığım halde o bile beni anlamadı , artık beni hiç başkası anlamaz” şeklinde yanlış düşünce ve yargıya varabilir.
Empati kurarken ifade edilen duygunun şiddetine dikkat etmek ve karşımızdaki kişiye onu yansıtırken duygunun şiddetine uygun tepki vermek gerekir. Yine empati kurarken kişinin sadece sözel tepkilerine değil, ses tonuna , konuşma temposuna , jest ve mimiklerine hatta duruşuna bile dikkat etmek gerekir. Empati kurarken nesnelliği kaybetmemek , karşımızdaki kişinin korku , kaygı , neşe ve öfke gibi duygularıyla bunalmamak gerekir.Yani karşımızdaki kişiyle özdeşim kurmamalı ya da sempati duymamalıyız.

Empati kurmada ,karşımızdaki kişiye yardım etme davranışı vardır. Kendisini sıkıntıda hisseden bir kişi arkadaşına sıkıntısını anlatırsa ve arkadaşı da o kişinin sıkıntısını empatik bir şekilde dinleyip onu geri yansıtırsa , o kişinin sıkıntısı biraz hafiflemiş olur ve böylece empati kurularak sıkıntılı olan kişiye yardım edilmiş olunur. Empatik anlayış insanları birbirlerine yaklaştırma, iletişimi kolaylaştırma özelliğine sahiptir. İnsanlar, kendileriyle empati kurulduğunda başkaları tarafından anlaşıldıklarını ve kendilerine önem verildiğini hissederler. Bu da insanları rahatlatır. Empatik beceri ve eğilimleri yüksek olan kişilerin çevreleriyle olan iletişimi yüksek düzeydedir. Çevreleri tarafından sevilen kişilerdir. Çünkü çevrelerindeki kişilere empatik şekilde davranarak onlara yardım etmektedirler. ( Dökmen, 2004, syf 134-152)

CARL ROGERS VE FENOMENOLOJİK YAKLAŞIM

Rogers iznelci ve fenomenoloji ile yaklaşım getirmiştir. Davranışlar ancak insanın öznel bakış açısını anlayarak değerlendirebilir. Rogers'a göre insanın kendi varoluşunun bilincinde olması onun dengeli, gerçekçi kendini ve diğer insanları zenginleştirici davranışlar geliştirmesine neden olur. Rogers insanları doğuştan iyi huylu ve çevresiyle etkin ilişki kurabilecek diye niteler.

Bireye terapistin yardım edebilmesi için üç nitelik gereklidir.
Empati: Terapist danışanı anlayabilmesi için onun fenemenolojik dünyasına eğilmesi gerekir.
Değer Verme: Terapist danışana koşulsuz değer vermeli onu hiçbir zaman yargılamamalıdır.
İçtenlik: Terapistin içtenliği duruşunda süren ilişkisinde bir andan, diğerine hissedebildiği yaşantılarından kaynaklanır. (Geçtan, 1980)
Rogers danışandan hız alan Psikolojik danışma terimini ortaya attı. Danışanın duygularına karşılık veren sıcak bir tutum önerilmektedir. Rogers’in görüşleri insancıl psikoloji akımından sayılmaktadır. İnsanı güdüleyici en önemli güç kendini gerçekleştirme amacıyla gizil güçlerine etkinlik kazandırma eğilimi insanda doğuştan vardır. Bir insanın bir yaşantıyı olumlu veya olumsuz nitelemesi bu davranışın organizmasının gelişmesine ve zenginleşmesine katkıda bulunup bulunmaması değil, diğer insanlardan öğrendiği değer verilme koşullarına uyup uymamasıdır. Bireye ilişki içinde bulunan terapist onu koşulsuz kabul edici bir ortam içine sokacaktır.
Empatik anlayış gereği kendini onun yerine koyacaktır. Burada iki kavram önemli, empati ve içtenlik. Terapist danışanın iç dünyasına kendisini vererek bu duyguları kendi içinde yaşamaya çalışır. (Empatik anlayış) Bunu yaparken kendi yaşantısını da anlamaya çalışır bunu da içtenlik denir. (Geçtan, 1980).

Carl Rogers (1961 - 1977) insan doğasına iyimser bakan psikologlardan birisidir. Her insan doğuştan mutluluğu arar, potansiyelini gerçekleştirmek için çabalar demekte gelişme ve iyiye doğru değişme insanın doğasında vardır. Bir kimsenin kendisi ile ilgili algılamaları ve kanaatleri onun benlik bilincini oluşturur. Olumlu benlik bilinci için koşulsuz sevgi (unconditioned love) gereklidir. Koşulsuz sevgi birey ne yaparsa yapsın onun sevgi ve saygıya layık olduğunun kabulüdür. Bu tür sevgi içinde büyüyenlerin benlik anlayışları, güçlü ve olumludur. (Cüceloğlu, 1998)
Rogers’a göre birey benliğin her yönünü algılama özgürlüğüne sahiptir. Bireye yapılabilecek yardım onun yöneltmekten ziyade (direct) yüzleştirmektir. (Facilitate). Benliğini kabul eden birey savunma mekanizmalarına çok az ihtiyaç duymaktadır. Gelişme açıktır. (Gladding, 1988)

ABRAHAM MASLOW

1 Nisan 1908'de New York Manhattan'da doğdu. Yalnızlık, mahcubiyet, aşağılık duyguları, depresyon ve mutsuzluk dolu bir çocukluk ve delikanlılık dönemi geçirdi. Nefret dolu ve itici bir kadın olarak gördüğü annesini hiç sevemedi; mutaassıp bir Musevi olan annesi sık sık Tanrı'nın kendisini şu veya bu şey için cezalandıracağını söylerdi. Bu tehditlerin de etkisiyle, daha küçük yaşta dine güvenmemeye karar verdi ve ateist oldu. Buna rağmen, o dönemin anti-Semitik eylemlerinden ve hücumlardan diğer Yahudiler kadar o da etkilendi.

Brooklyn'de Erkek Lisesi'ni bitirdi; çok zeki, yetenekli ve bol okuyan biriydi. New York Şehir Koleji'nde hukuk tahsiline başladı ama bir gece kitaplarını atıp okulu terk etti. Cornell Üniversitesi'nde felsefe ve psikoloji okumaya başladı. Oradaki psikoloji hocası Prof. Edward B. Titchener'i soğuk bulup beğenmediği için, bir sömestre sonra New York Şehir Koleji'ne döndü. Bu sırada 20 yaşındaydı ve 19 yaşındaki kuzini Bertha ile evlendi (bu "gelenek" ona yabancı değildi çünkü kendi anne babası da kuzendiler). Orada da mutlu olamayınca Wisconsin Üniversitesi'ne gitti, iki sene sonra felsefe dalında yüksek lisansını aldı. John. B. Watson'un davranışçılık ekolüne merak salıp psikoloji doktorasına başladı. 1934'de doktorasını aldı ama gerek Büyük Buhran döneminin gerekse anti-Semitik akımların etkisiyle, akademik bir görev bulamadı.
Tıp fakültesine başladı ama kısa bir süre sonra, tıbbın da tıpkı hukuk gibi insanları tutkusuz ve olumsuz açıdan ele aldığına inanarak Tıp Fakültesini de terk etti. Hayatı boyunca sıkıldığı her şeyi terk etme huyu bundan sonra da sürdü. Ertesi sene New York'a geri döndü ve Columbia Üniversitesi'ndeki Teacher's Koleji'nde E. L. Thorndike'ın asistanı oldu. Bir sene kadar insan cinselliği üzerinde çalıştıktan sonra oradan da sıkıldı ve ayrılıp Brooklyn Koleji fakültesine girdi.

1930'lar ile 1940'lar arasında New York'da zamanın hemen bütün ileri gelen Avrupalı psikologlarıyla irtibat kurdu. Bu kişilerin çoğu Nazi tehdidinden kaçan Yahudi psikanalistlerdi. Aralarında Erich Fromm, Karen Horney, Max Wertheimer ve Kurt Golstein sayılabilir. Alfred Adler'den çok etkilendi ve uzun bir süre onun seminerlerine devam etti. Bu arada tanıştığı antropolog Ruth Benedict'ten de çok etkilenip Kanada'da yaşayan Yerliler üzerinde araştırmalar yapmaya başladı. Buradaki gözlemleri kültürel farklılıkların esasen yüzeysel olduğu inancına varmasına yol açtı; bu da, ileride geliştireceği ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramı için ufuk açtı.
Brooklyn'deki dersleri çok ilgi çekerdi ve popülerdi. Konu hakkında hiç bir eğitimi olmamasına ve sadece uzaktan duyduklarıyla bir şeylerden haberdar olmasına rağmen, öğrencilerine psikanaliz uygulamaya çalıştı. Bir süre sonra da, psikanaliz yerine, kendince geliştirdiği kısa süreli psikoterapi seansları yapar oldu. Sonradan bunlardan da büyük ölçüde vazgeçti.

1940'lı yılların ortalarından itibâren sağlığı bozulmaya başladı. 1946'da, henüz 38 yaşındayken, iyice rahatsızlanarak iki kızını ve karısını alıp California'da Pleasanton'a taşındı ve ismen de olsa Maslow Cooperage Corporation'un başına geçti. 1949'da kısmen düzelerek Brooklyn Koleji'ne geri döndü. 1951'de, Waltham Massachusetts'de yeni kurulmuş olan Brandeis Üniversitesi'nin psikoloji bölümünün başına geçti. Bol miktarda yazı yazıyordu ve şöhreti de iyice artmıştı ama, dâima olduğu gibi, burada da hiç mutlu olamıyordu. Öğrencilerinden artarak gelen ders verme tekniğiyle ilgili eleştirilere kızıyor ve ürküyordu. 1967 Eylülü'nde ciddi bir kalp krizi geçirdiğinde, 20 sene önceki teşhis edilemeyen garip hastalığının da aynı şey olduğunu fark etti. Zaten sıkılmıştı, talebeleriyle sorunlar yaşıyordu. California'daki Menlo Park'ta Saga Administrative Corporation'dan gelen iş teklifini kabûl edip, oraya geçti. Burada belli bir işi gücü yoktu, kafasına göre yazıyor, düşünüyor ve keyfine bakıyordu; onu eleştiren kimse de yoktu. 8 Haziran 1970'de, koşu yaparken, 62 yaşında şiddetli bir kalp krizi ile vefat etti.

Hayatı boyunca pek çok ödül almış, 1967-1968 yıllarında Amerikan Psikoloji Birliği başkanlığı yapmıştı. Öldüğünde, sadece bir psikoloji profesörü olarak değil, en az o kadar da iş idaresi, eğitim, hemşirelik, ilahiyat gibi konulardaki yazıları, konuşmalarıyla tanınıyordu.

Hep ıstırap, acı ve ağrılar çekti; kronik yorgunluk, hipoglisemi, kalça artriti ve müzmin kalp sorunları vardı. Mahcup, aşırı anksiyöz ve kendine kızan, mutsuz, izole ruhsal yapısını seneler süren psikanalize rağmen hiç aşamadı. Performans anksiyetesi sorununu ölünceye kadar yaşadı. Evliliğinde de hep soru işaretleriyle ve sevgi güvensizliğiyle beraber yaşadı, bunu yazdıklarına yansıttı. Ölümünden bir ay önceki son makalesinin girişinde hiç bir zaman cesur bir lider ve hatip olamadığından yakınarak "ben mizaç olarak cesaretsizim" diye yazıyor ve ekliyordu "bu da bana hayatım boyunca bitkinlik, gerginlik, korku, endişe ve kötü uykulara mal oldu" Annesine karşı nefreti de asla sönmedi, öldüğünde cenazesine gitmeyi reddetti. Bu mizaç, karakter ve kişilik özellikleri, her kuramcı gibi, onun kişilik kuramına ve ideolojisine de yansıdı. Asla olamadıklarını ve inanamadıklarını "kendini gerçekleştirme", "hümanistik tavır", "holistik-dinamik teori" gibi kuramsal yaklaşımlarla ideolojize etti, küçük yaşta kaybettiği Tanrı inancını teolojiye ve transandansa olan merakıyla (zirve yaşantılar, din ve ilahiyatla ilgili yazılar) ikame etti.
Kısacık tıbbiye yaşantısı haricinde tıpla hiç alakası olmadığı gibi, doğal olarak, hiç bir zaman da psikiyatr(ist) olmadı.
( Feist, Feist, 2002, syf 492-523)

HÜMANİSTİK PSİKOLOJİDE DANIŞMA

Hümanistik Psikolojinin nihai amacı insanın kendini gerçekleştirmesi,kendini oluşturması varolmasıdır.Bir danışma amacı olarak kendini gerçekleştirmek,kişinin bütün yeteneklerini ve olanaklarını ortaya çıkarması, işler hale getirmesi ve bunları yaşamını daha doyumlu hale getirmek için kullanması demektir.Kişinin kendini gerçekleştirebilmesi için, başkalarıyla uyum içinde olmaya, onlarla karşılıklı sevgi alışverişinde bulunmaya gereksinimi vardır.Kişinin sevgi ve arkadaşlık ihtiyacı doyurulduğunda daha çok sosyalleşmiş olacaktır.

Kendini gerçekleştirme danışma amacı olarak çok yerinde bir amaçtır, bütün kapıları açabilir. Çünkü bu modelde uyum güçlüğü yoktur, kişinin kişisel ve kişilerarası amaçlarını birden kapsar, birey-toplum ikilemi yoktur, danışmada sadece anormalleri değil yardıma ihtiyacı olan normalleri de kapsar, durgun değil devamlı süregiden bir oluşumdur ve doğrudan hayatın anlamına bağlıdır.

Kendini oluşturma ise kendini gerçekleştirmeden daha fazla oluşumu, ömür boyu sürekliliği ifade etmektedir.Kişi bütün yaşamı boyunca işte bu benim diyeceği bir kişiliği oluşturmaya çalışır.

Varoluşçu Psikolojinin ortaya attığı bir nihai amaç da varolma ihtiyacıdır. Kişinin varolma bilincinde olması, yani kendinden ve nereye gideceğinden haberdar olması, temel bir ihtiyaçtır.Kendi varoluşunun sorumluluğuna sahip bir insan ise varlığına yönelmiş ve yönelecek bütün tehdit ve tehlikelere karşı uyanık ve onlardan haberdar olacaktır.Bilinçli ve sorumluluk sahibi bir insan olarak tehlikelerle yüzyüze gelmek ve onlarla yüzleşmek cesaretine sahip olacaktır.

Yukarıda söz edilen kavramlardan danışma için nihai bir amaç ortaya çıkmaktadır:Bir insan olduğu için üstün bir değer verilen bir kişi olarak danışanın,bulunduğu toplum yapısı içerisinde kendi hayat biçimine uygun bir şekilde kendi potansiyel ve olanaklarını işler hale getirmesine, bu varlığını devamlı sürdürmesine, kendi varoluşundan sorumlu olmasına, kendini bilme ve kabul etmesine, kendi varlığına yönelik bütün tehditlerin bilincinde olmasına ve bunlarla mücadele etmesine yardım etmek.

DANIŞMANIN AMAÇLARI

Her danışma seansında, ele alınan problemin gereğine, danışanın o andaki ihtiyacına,danışmanın anlayış ve görüşüne göre değişme gösterir.Bununla beraber hemen her seansta ulaşmak istediğimiz bazı amaçlar vardır:
1-Rapport kurma ve sürdürme:Danışanla danışman arasında sıcak ve dürüst bir ilişki kurma ve sürdürme.
2-Boşalma:Danışan; onda gerginlik yaratan problemi objektif bir şekilde incelemesini engelleyen duygu ve düşünceleri anlatıp boşaltarak hafifler.
3-Semptomların kaybolması veya hafiflemesi:Danışanın kuvvet toplamasına ve kendini danışmaya daha iyi verebilmesine yardım eder.
4-İfadelendirme:Danışanın problemini kelimeler halinde ifade etmesini sağlamak ve ifade gücünü arttırmak.
5-İçgörü geliştirme:Danışanın kendini yeni bir ışık altında, daha önce tanımadığı boyutlarda görmeye ve kabul etmeye başlamasıdır.İçgörü, kişinin algı alanını yeni baştan organize etmesini gerektirir. Ögeler arasındaki ilişkiler yeni bir şekilde görülmeye başlanır.İçgörü arttıkça danışan, kendini daha iyi ve gerçekçi bir şekilde tanıyacak, anlayacak ve kabul edecektir.Bu şekilde danışanın temel potansiyelleri daha etkili bir şekilde harekete geçecek, kişinin kendi bütünlüğüne erişmesine yardım edecektir.
6-Anlayış, duygu ve saygının iletişimi:Danışman danışanının sadece sorununu anlamakla yetinemez.Danışanına yardıma hazır olduğunu, değer verdiğini, saygı duyduğunu aktarmak zorundadır.

DANIŞMA’NIN BAŞARISINI DEĞERLENDİRME

Danışman’ın seansların ne oranda başarılı geçtiğini görebilmesi için bazı kriterler vardır. Bu kriterler danışanın davranışları yoluyla ölçülür. Bu kriterler şunlardır:

1-İçgörü ve planlara ait ifadeler: Eğer danışan seanslardan yararlanmaya başlamışsa konuşmalarında içgörü kazanmaya başladığına dair ifadeler yer almalıdır. Her seansta bu çeşit ifadelerin artmaya başlaması danışma etkileşiminin olumlu bir yöne doğru ilerlediğini gösterir.
2-Duyguların ifadesi: Danışanın özellikle tanımlanamamış ve çelişkili duygularının bilinç alanına getirilerek ifadesi ve tanınması danışmada büyük önem taşır.
3-Çalışma ilişkileri: İyi bir çalışma ilişkisinde danışanın konuşma oranı ve karşı koyma kavramından uzak olma çok önemlidir.Ancak konuşma oranındaki artış,bazen dikkati üzerinde durulacak hassas noktadan uzağa çekmek amacı da taşıyabilir.
4-Danışanın sorumluluk yüklenmesi: Danışma ilişkisinde danışanın gittikçe kendiliğinden sorumluluk alması danışmanın olumlu gittiğine dair iyi bir ölçüttür.

DANIŞMA OLUŞUMU

Danışma oluşumu, danışmanla danışanın bir sorunun çözümü için bir araya gelmeleriyle başlar ve sorunun çözümü ya da çözümün geliştirilmesi için gerekli koşulların oluşumuyla sona erer.Danışma oluşumunun üç ana aşaması vardır:İlk aşama, orta aşama ve son aşama.

İlk aşama, başlangıç ya da hazırlama aşamasıdır.Danışan danışma ortamına hazırlanarak etkileşim ortamına sokulur.

Orta aşamada danışan kendini,sorununu,mevcut koşulları ve olanakları bütün gerekli boyutlarıyla inceler, kavrar ve çözüm yollarını bulmaya çalışır.Bu aşama, gerçeklerle yüzyüze gelme, korkularla yüzleşme, kabullenme ve çareler arama aşamasıdır.
Son aşama, danışma ilişkisini sonlandırma aşamasıdır.Danışman ve danışan sorunla ilgili bütün seçenekleri incelemiş, bunlara ait gerçekçi bir içgörü geliştirmiş ve gerçekçi bir yaklaşım içine girmiştir.Son aşama, danışma etkileşiminin amacına ulaştığı aşamadır. Bu aşamada danışma ilişkilerinde ilerleme olmayacaktır.Artık danışma sonlandırılabilir.

Danışma etkileşimi ilişkileri aslında insani ilişkilerden başka bir şey değildir.Fakat bu iki arkadaş ilişkisinden farklı bir ilişkidir.Danışma ilişkisinde de insan sevgisi ve anlayışı vardır fakat bu yardım amacına kanalize olmuştur.

DANIŞMA İLİŞKİLERİNİN ÖZELLİKLERİ

Danışma ilişkileri, danışmanla danışan arasında, danışmanın gelişimi ve sorunun çözümüne yardım için, belirlenmiş yer ve zamanda, belli sosyal kurallar içinde, yardıma özgü psikolojik yaklaşım ve tekniklerle yürütülen sistemli ve uzmanlık isteyen bir etkileşim ilişkisidir.Bu ilişki hemen kendiliğinden gelişen bir ilişki değildir. Tarafların tutum, anlayış ve gayretlerini gerektirir.

Bir danışma ilişkisinin belirgin özellikleri şunlardır:

1-Yakın ilişki kurulması: Danışma oluşumunda beklenen etkileşimin gerçekleşebilmesi için danışanla danışman arasında danışanın kendini kuşkusuzca açabilmesi için, yakın, sıcak, dostane, dürüst, gerçekçi, insancıl ve samimi bir meslek ilişkisinin kurulmuş olması gerekir.
2-Baskısız danışma atmosferi: Danışma atmosferinde danışan; ayıplamalar, suçlamalar,aşağılamalar, tahrikler, kontroller gibi bütün kısıtlayıcı ve köstekleyici baskılardan uzak bir görüşme atmosferine muhtaçtır.Bu baskısız danışma ortamında danışman, danışana yardıma çalışan anlayışlı dikkatli, dürüst ve samimi bir dosttur. Bu atmosferi yaratmada mahremiyet ve danışma seansının bölünmemesi en önemli konulardır.
3-Kabul: Danışan başlı başına ayrı bir varlıktır ve onu olumlu yönleriyle olduğu kadar olumsuz yönleriyle de kabul etmek ve sevilip sayıldığını göstermek gerekir.Danışman danışanı daha iyi tanıyıp anladıkça ona olan kabul duygusu da artar.Kabul, danışma ilişkilerinde çok önemli bir terapötik kuvvettir.Danışanda bulunan gelişme ve olgunlaşma gücünü harekete geçirir.
4-Empatik anlayış: Danışan’ın o andaki duygu, düşünce, algı, tavır ve davranışlarını sanki o imiş gibi, onun baktığı ve yaşadığı açıdan bakarak, doğru ve açık bir şekilde anlamaya empatik anlama denir. Başka bir ifadeyle, başkasının duygularını, algılarını, ihtiyaçlarını kavrama yeteneğidir.
5-Gerçeklik ve tutarlılık: Danışma oluşumunda danışmanın hiçbir yapmacıklığa kaçmadan, hiç bir maske arkasına gizlenmeden, açık, samimi ve dürüst bir şekilde gerçek kendisi olarak danışma etkileşiminde bulunmasına gerçeklik denir.Tutarlılık ise terapi oluşumunda danışmanın kendi duygu ve düşünüşlerinden haberdar olarak konuşması ve davranmasıdır. Yani danışman’ın duydukları, düşündükleri ve yaptıklarının birbiriyle bütünlük içinde olmasıdır.
6-İletişim: Doğru, sade ve açık iletişim, danışma etkileşiminde önemli bir yer tutar. Danışmada kişiyi olduğu gibi kabul ve doğru anlama ne kadar önemliyse bunun danışana açık, etkili, doğru bir şekilde ve zamanında iletilmesi de o kadar önemlidir.Bir kişinin karşısındakini anlayarak dinlemesi iletişimin başlaması demektir.Karşı tarafın görüşünü dinleyip bunu somut bir şekilde ifade etmek, karşı tarafı rahatlatır.İki taraf bu noktaya gelince, artık iş ,soruna beraberce çözüm bulma haline geliyor demektir.

DANIŞANIN DANIŞMAYA HAZIR OLMASI

Danışanla etkileşimin başlaması ve başarıyla yürümesi, danışanın bu etkileşime hazır olma derecesine bağlıdır.Danışma, gerçekte danışanın iç dünyasında yer alan bir oluşumdur.Danışmada kullanılan tekniklerin etkinlik derecesi, gerçekte, danışanın danışma etkileşimine ne kadar istekli ve açık olduğuna bağlıdır.

Son söz olarak şunu söylemek sanırım doğru olacaktır: Bir çok danışman’ın da söylediği gibi danışana rağmen terapi yapmak mümkün değildir.Bunun için toplumun pek çok kanaldan insanların psikolojik sağlığı açısından bilgilendirilmesi acil bir ihtiyaçtır. Çünkü maalesef toplumumuzun büyük bir bölümünün farkındalık düzeyi çok düşüktür. İnsanımız “kendini gerçekleştirme”den çok uzak bir yerdedir ve bunun farkında bile değildir. Oysa ki modern çağın gerekleri bizi ana-baba toplumundan yetişkin toplumuna doğru değişmek konusunda zorlamaktadır. Ama insanımız geleneksel toplum yapısı içinde kendisi olmayı hiç öğrenmemiş olduğu için farkındalık düzeyine ulaşmada hiç yardım alamamakta bu yüzden de büyük bir bocalamanın içinde yaşamaktadır. Hümanistik Psikolojinin asıl amacı olan ”kendini gerçekleştirme”nin başarılabilmesi için, önce insanların, böyle bir ihtiyaçları olduğunun farkına varması gerekmektedir. Bu nedenle modern çağa uygun bir toplum yaratmak için asıl bundan sonra terapistlere, danışmanlara, psikiyatristlere büyük iş düşmektedir.

Geleneksel kuşak ile modern çağın gerekleri arasında sıkışıp kalmış yetişkinlerin işi zor gibi görünmektedir. Ama yetişkinlerimizin terapilere katılarak kendilerini bulmalarını sağlamak, onların çocuklarını yetişkin bireyler olarak yetiştirmelerini sağlayabilir. Bu da toplum yapımızın daha sağlıklı olmasını sağlayacaktır. Görünen o ki bu günlerde Türkiye’nin buna her şeyden çok ihtiyacı vardır. İnsan olmak insancıl olmayı da beraberinde getirmelidir.
( Tan, 1992, syf 82-122)

KAYNAKÇA

Cüceloğlu, Doğan (2003) İnsan ve Davranışı, İstanbul
Remzi Kitabevi, 12. Basım

Dökmen, Üstün (2004) Kişiler Arası İlişkiler ve Empati, İstanbul
Sistem Yayıncılık, 29. Basım………….

Feist, J. , Feist, G. , (2002) Theories of Personality, New York
McGraw-Hill Publications, 5th Edition

Köknel, Özcan (1998) Kaygıdan Mutluluğa Kişilik, İstanbul
Altın Kitaplar Yayınevi, 2. Basım

Tan, Hasan (1992) Psikolojik Yardım İlişkileri, İstanbul
M.E.B. Basımevi, 3. Basım

Walsh, R. , Vaughan, F. (2001) Ego Ötesi, İstanbul
İnsan Yayınları

Yalom, Irvin (2001) Varoluşçu Psikoterapi, İstanbul
Kabalcı Yayınevi, 3. Basım

Yeşilyaprak, Binnur (2001) Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, İstanbul
Pegem Yayınları, 6. Basım

www.benotesi.com

bitlis.meb.gov.tr

www.birkok.net

www.geocities.com

historicalsense.com

www.rehberogretmen.com
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler  
► Kanser ve Psikoloji ÇOK OKUNUYOR Psk.Emre ŞENGÜR
► Pozitif Psikoloji Psk.Çağlar VAR
► Fotoğraf ve Psikoloji Psk.Barış Kemal KİRİK
► Evlilik ve Psikoloji Dr.Psk.Fatih SÖNMEZ
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Hümanistik Psikoloji' başlığıyla benzeşen toplam 14 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
 
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


17:03
Top