2007'den Bugüne 92,260 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!


Uzman Üyelerimizin Öykü ve Şiirleri

Site üyemiz uzmanlar tarafından yazılan şiir ve öyküleri tarih sırasında sırasına göre aşağıda bulabilirsiniz.

İnsan
ŞİİR | © Yazan Barbaros İRDELMEN | Yayın Aralık 2018
İnsanca doğmalı

Büyümek
Okumak
İnsanca olmalı

Çalışırken
İnsanca doymalı insan

Saygı sevgi ve onurla
Sevenleriyle yaşamalı
Gezmeli ağzının tadıyla
İnsanca yaşlanmalı

İnsanlık
Hakkı olmalı insanın…

Barbaros İrdelmen
30 09 2018, İstanbul
 
     1 Beğeni    
Eğlenelim Bu Gece
ŞİİR | © Yazan Barbaros İRDELMEN | Yayın Aralık 2018
İçecek miyiz?
Bu fiyatlarla mümkün mü?
Maça mı gideceğiz?
Bu fiyatlarla mümkün mü?

Nasıl eğleneceğiz
Hastaneye gideceğiz
Nöbetçi doktoru döveceğiz
Direnirse alırız canını

Kafa atmayı
Yumruk atmayı bilmez
Kavga bile edemez
Kolay olur eğlenmesi

Karısı ailesi
Ya varsa çocuğu
Bize ne
Engel mi eğlenmemize?

Bedava, hadi gidelim eğlenmeye

Doktor nerede, hastaya bakıyor
Şurada sedyede yatan hastayı
Kurtarmaya çalışıyor

Sedyedeki!
Aha… Sedyedeki babam benim
Doktor kulun kölen olayım kurtar
Kurtar onu, hepimize o bakıyor…

Barbaros İrdelmen
13 10 2018, İstanbul
 
     2 Beğeni    
Terapi Öyküleri 1 Deprem
ÖYKÜ | © Yazan Şahnur YAMAN | Yayın Kasım 2018
Merhaba dedi psikolog bayan. Nasıl olduğumu sordu.
Hiç tanımadığım bilmediğim bir memlekette nasıl olabilirdim ki. Garip duygular içindeydim.. 45 yaşındaydım. Van'da doğmuştum. Erken yaşta evlenmiş, 4 çocuk babası olmuştum. Ev ve iş arasında geçip giden, çocukların ve evin ihtiyaçlarına yetişebilmek için didinip durduğum senelerim vardı benim.*İyiydi hanımım da sağolsun. Bir gün olsun incitmedik birbirimizi. Yok demez, kötü demez. Şükür ile kanaat ile yaşar giderdik.
23 Ekim günüydü. Eşimle beraber hastaneye götürmüştük küçük kızımı. Saat ikiye geliyordu. Bir sarsıntı başladı. Korktum. Ama kendim için bir korku değildi bu. Eşime baktım. Biri ölecekse o ben olmalıydım. Çocukların annelerine ihtiyaçları vardı. Onun kalması gerekiyordu. Ya kızım.. Önünde daha çok seneler vardı.

Koştuk. Hep beraber koştuk. Çıkmaya çalıştık. Herkeste korku ve panik hakimdi. Çıktık ama çok şükür. İyiydik. Mahalleye döndük. Mahalle yerle bir olmuştu. Şehir başka bir şehir olmuştu sanki artık.Evimiz yıkılmıştı. Soğuk günlerde kalabilecek bir yerimiz yoktu.
Kaybettiğim iki arkadaşıma son vazifemi yerine getirip uzun yolları geçerek Mersin'e Silifke Kampı'na gelmiştik.Hiç alışık olmadığımız anlar yaşıyorduk. İhtiyaçlarımızı başkaları karşılıyordu. Zordu. Ama hamd olsun hayattaydık.Ve üşümüyordu çocuklarım en azından..
Geçmişimi, 45 yıllık hayatımı, tüm anılarımı bırakıp gelmiştim buraya... Psikolog, depremde yakın birini kaybettiniz mi diye sordu.Dedim ki ben yakın birini kaybetmedim ama herkesimi kaybettim sanki.Mahallemi, arkadaşlarımı, memleketimi...
Acımı anlayamayacağını ama kampta kaldığımız bu süreçte psikolojik destek için görüşmelere devam edeceğimizi söyledi.Yasımı yaşamam gerektiği ve bunu yaşarken nelerden, kimlerden destek alabileceğimi anlattı.
Biraz o anlattı.
Çokça ben anlattım.

Anlattıkça konuşmayıp içime biriktirdiğim acılarım çıktı ortaya.

Hiç ağlamamıştım mesela bunca yaşanana. Bizim oralarda erkek adam ağlamazdı ya. Anlattıkça ağladım.
Ağladıkça rahatladım.
Bu acımı şu an geçiremezdi evet hiç kimse ama en azından artık bu acıyla nasıl yaşamam gerektiğini biliyordum..*
 
     1 Beğeni    
Bahar
ŞİİR | © Yazan Gülden TEZGEL | Yayın Ekim 2018
Bahar
Bir yanım ilkbahar, diğeri son...
Bilinmez ardı yaz mı kış mı!
Tazelenmenin coşkusu, bırakmanın hüznü...
Yaram merhemim baharın iki yüzü.
Eylül,2018.
 
     2 Beğeni    
Dişler ve İnciler
ŞİİR | © Yazan Ayşegül ÖZTÜRK | Yayın Ekim 2018
SAĞLIK ELBETTE DEĞERLİ,
DİŞLER SANKİ BİRÇOK İNCİ,
İNCİLERDEN DE DAHA GEREKLİ,
DEĞERİNİ ELBETTE BİLMELİ,
 
     Beğenin    
İnsanlik Hali
ŞİİR | © Yazan Büşra BUMİN | Yayın Ekim 2018
Öyle bir hale geldik ki artık;
Kimse kimseyi dinlemiyor ama
Herkes dinlenilmek istiyor.
Kimse kimseyi anlamıyor ama
Herkes anlaşılmak istiyor.
Kimse kimseyi mutlu etmiyor ama
Herkes mutlu olmak istiyor
Ve öyle bir hale geldik ki artık
Kimse sevmeyi bilmiyor ama
Herkes sevilmek istiyor.
Böyle bir hal işte insanlık hali
İnsan kalabilmek için bütün mücadelemiz.
 
     Beğenin    
Balat
ÖYKÜ | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Temmuz 2018
İstanbul’un yaz günlerinden bir Pazar. Oğlumuz anneannenin yanında. Evimizin neşesi gitti. O mutlu olduğu için biz de mutluyuz.Ayrılığa sabredeceğiz. Bedenim beni zorlamaya başladı. Ancak ruhum ve heyecanım hala İstanbul için çarpıyor. Ah canım Murat eşlik edemiyor bana . Birbirimizin özgürlüğüne saygıyla yola devam.Beni anladığı için ona binlerce teşekkürler. Dünkü sakin ve doğayla olan günden sonra aklimda kalan Balat’a yolculuğum başlıyor.
Arabamız yok. Üç toplu taşıma aracına bineceğim. Süprizler daha metroda başladı.Karadeniz ezgileri kemançe ve gitarla bizi karşıladı. İyi ki varlar sokak müzisyenleri.Ezgiler. İstanbul miyatürleri beni hep etkiler.Renkleriyle ve İstanbul görselleriyle.İçim açılır. Sirkeciye merdivenlerden çıkarken bedenim beni yarıyolda bırakmasın diye kendime bakmam gerektiğini birkez daha anladım. Aldığım hernefes için binşükür. Sevgili Bilge hanımın söylediği gibi hergünebinsukur.@bilgece12 Sirkeci garına adım attığımda ikinci sürpriz beni bekliyordu. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu Tasarım festivalinin standlarını gördüm. Barış’a minik alışveriler yaptım. Sinoplu genç arkadaş burda daha mutlu olduğunu söylüyor.Okulu bittiği halde dönmemiş. Pozitif enerjisiyle İstanbulda daha kendi olduğunu söylüyor.Yola çıktığı liseden okul arkadaşıyla. Otomasyon ve grafik okuyan gençlerin yolu açık olsun.www.mycizim.com
Küçük şehirlerde herşey gözlenir.Gizli kurallar vardır. Özgür olamazsın.Ben de İstanbul’u kalabalıkta kayboluş için severim.Ankaradaki üniversite yıllarından sonra kendim olduğum şehir.
Eğlenceli çoraplar üreten @OneTwoSock dan bir çorap aldım. Tarihi Sirkeci garının tren seferlerini okudum. Aziz Nesin’in Silivri deki Nesin köyüne gitmiştim yıllar önce oradan. Kısmet belki Edirne, Sofya olur birgün.Trenleri ayrı severim .
Üçüncü araçla Balat’a vardım. Ucuz kira ve iş imkanı için yaşanan bu bölgede fakirleşme devam ediyor. Habitat zirvesinde ortaya atılan fikirle Fener-Balat semtlerinin rehabilitasyonu gündeme gelmişti. 2003 de hayata geçirilen proje devam ediyor. Merak ediyorum yeni Balat’ı.
Sokağın başında 1879 dan dededen toruna geçen “Merkez Şekerci” uzattı bir tarçınlı şeker, götürdü beni babama ve çocukluğuma. Bir türk kahvesi içtim. Yanında lokumu.Eskiden ahır olan yer restore edilmiş. Arkasında saray varmış.
Güler yüzlü evsahibim yolu tarif etti. Dar sokaklardan ilerlemeye başladım. Yerel halkı, amcaları, çocukları gördüm . Bir usta 15 yıldır oymacılık yapıyormuş. Onun dükkanından sonra küçük bir dükkanda kunduracı çalışıyordu. Bir taraftan renkli kafeler. Eski eşyalar satan antikacılar var.Terekeci gibi.Ama bazıları sanki biraz da bitpazarına dönüşmüş dükkanlar görüyorum.Harabe evler. Eski kapılar.Bir yerde eski plaklar.Hayranı olduğum Zeki Müren söylüyor. Babamın çocukluğumuzda arkadaşına hediye ettiği plaklar ve pikap geliyor aklıma. Rico cafeden canlı latin müzikleri çalıyor.İçerde dans ediyorlar.Ne güzel. Bedeni bırakmak müziğe.
Biraz ilerde Balat-Agora meyhanesi .İçerden gündüz haliyle gelen müzik İsmail Hakkı Demirci ve Erkan Oğurdan Zeynebim. İki değerli sanatçı.Eskiden meyhaneleriyle ünlü Balat şimdi değişmiş.
Balat Ekmek fırını ve simidi ünlü. Hala eskiye özlemle, aralarda bakkallar.
Bir Balat hatırası fotoğraf çekiniyorum.Sonra naneli bir limonatayla soluklanıyorum orda. Halice bakarak. Eski mutfak eşyaları, mutfak rafları ve kuzine soba.Evim olursa bu raflardan yapayım, Eskişehirde teyzemde gördüğüm çinko tabaklardan alıp, rafa dizeyim diye hayal kuruyorum.
Ordan yürümeye devam ettiğimde solda birsürü çiçeğin olduğu bir ev dikkatimi çekti. Tam çaprazında @minik.kalpler.balat-Çocuk İyilik ve Aşevi tabelası dikkatimi çekti. Evin sahipleri oradaydı. Çocuklar cıvıl cıvıl. Tahran’dan gelmiş Rıza beyle tanıştım.Güleryüzüyle ve sohbetiyle üç katı gezdim. Onun anlattıklarını dinledim.Yüzündeki gülüşü ve gözlerindeki ışıltıyla.Moldovyalı eşi Mariya ile tanıştım. Çiçeği seven oymuş.125 tane çiçeği varmış.Gözü gibi baktığı. Murat ve Barışla buraya yine gelmek istiyorum.Balatın 65 çocuğu için iyilikleri düşünen bu güzel insanlar beni çok duygulandırdı.Orta katta çocuk kitapları yani bir kütüphane var. Oyuncaklar var. Giysi ve oyuncak yardımı kabul ediliyor. Üst katta birşeyler yiyip içtiğinizde gönlünüzden geleni oraya bırakıyorsunuz.Çocuklara sabah çorbasını Mariya yapıyor. Çocukların en büyüklerinden 17 yaşında olan bir genç kız orda çalışıyor.Kötü alışkanlıklardan çocuklar uzak tutuluyor diyor Rıza bey. Aileler güveniyor onlara. Biraz sohbet ediyoruz. Masanın altında küçük yazılar var. Ziyaretçilerin yazdığı.Dünyanın heryerinden. İyilik bulaşıcıdır. Ben de bir not bırakıp vedalaştım.Tekrar gidebilmek umuduyla.
Geçmişte Yahudiler, Museviler, Ermeniler,Rumlar yaşamıştı buralarda. Sanayi yeri olacakken, atelyeler olacakken değişimler yaşamıştı Balat. 6-7 eylül olayları. Göçler, büyük Balat yangını. Değişmişti buralar. 1950 lerde Karadenizliler geliyor. Sonra 1980 sonrası Doğu ve Güneydoğu’dan buraya yerleştirilen aileler.
1990 larda Elimde fotoğraf makinesi Fener tarafından eski ahşap bir evde tanımıştım Cizreden gelen kalabalık aileyi. Birlikte çay içip sohbet etmiştik. Büyük oğlu askerdeydi. Evlerini, eşyalarını ve geçmişlerini bırakıp buralara gelmek zorunda kalmışlardı. Atölyelerde çalışmaya başladı küçük çocuklar ve okulu bırakmışlardı.Çok üzülmüştüm. Onlara daha sonra tiyatro bileti alıp bırakmıştım ya işte o kadar.Kalırlar kaderleriyle ve anılarımda.
Rengarenk İncir Ağacı Kahvesi dikkatimi çekti. İçerden Yeşilçam müzikleri çalıyor. İncir ağacının etrafı renkli sandalye ve masalarla donatılmış ve insan kalabalığı. Film afişleri ve şiirler.Çayımı yudumladım.Yukarı doğru uzayan merdiven. Merdivenli mektep sokak. Oraya çıkamadım. Karşıda sokak aralarında asılı çamaşırlar dikkatimi cekti.Yaşam devam ediyordu.Zıtlıklar arasında. Dimitrinin müzesinde renkli şemsiyeler açık hava müzesine-tarihi duvarlara eşlik ediyordu.
Aşağı geri döndüğümde Balat Mezatçısını gördüm. Biraz izledim satışı. Eğlenceliydi.İlerdiğim de yol beni Rum patrikanesine ve kiliseye götürdü. Sinagoglar ve camiler.Tarihin içersinde yerini almıştı. Yıllar önce içini gezdiğim Kırmız mektep-Fener Rum okulu tepelerde kalmıştı. Görkemli kırmızı tuğlalarıyla.
Kafam karışıyor. Renkli cafeler. Oranın yerlileri ve şimdi oraları alanlar. Kültürü korumak olmalı asıl olan sadece turizm yeri değil. Tuhaf duygular sardı beni. Halk kendini nasıl hissediyor. Kiracılar oradan gitmek zorunda kalacaklar mı? İş imkanları var mı? Gerçek sahipleri kimler? Merak ediyorum.
Sahile doğru ilerlediğimde daha bakımlı restore edilmiş evler devam ediyordu. Yavaş yavaş deniz yoluyla Kadıkoy üzerinden evime dönüş yoluna geçtim. Geride tarih , kültür, yaşam kaldı. Tüm kültürler birarada fakirlikle bile mutlu olunurken şimdi hayal oldu.Çocuklar için daha güzel olmalı dünya.
Akşam güneşinin kızıllığı gibi sevgi ısıtsın içimizi.
 
     1 Beğeni    
Anlaşılmamak Tüm Kötülüklerin Anasıdır
ŞİİR | © Yazan Nihan ARDA | Yayın Haziran 2018
Ne büyük zanaat anlamak ve anlaşılmak.
O öfkeli,dikenli hallerimiz,en uzak kalışlarımız,bir sürü şeyi söyleyemeyişimiz,ağız dolusu susmalarımız..
Anlaşılmadığını hissetmek tüm olumsuz duyguların ana’sıdır! Çünkü anlaşılmadığını hisseden kişi,bir çok duyguya gidip gelebilir. Öfkelenebilir,incinebilir,kızabilir,küsebilir.Ve aslında hava gibi,su gibi en temel ihtiyaç olan anlaşılma isteği nihayete ulaşamadığında insan yalnız hisseder. Yalnızlaştıkça söylemez,söylemedikçe içinde daha da büyür.

Sen kendince iyiliğim için bir şey söylersin,
Ben istenmediğimi zanneder kırılırım.
Ben sana kızarım çünkü gitmenden,düşmenden,üzülmenden korkuyorumdur.
Sen uzaklaşırsın çünkü bunalırsın çünkü seni çok bunaltmışlardır.
Ben de senin gözünde “onlar” gibi olurum.
Sonra ben “onlar” gibi olmamak için çırpınırım.
Sonra benim çırpınıp değiştiğim kişi,sana bilindikten,tanıdıktan çok uzak gelir.
Sen de kalbini daha uzaklara taşımak istersin.

Sonra sen de ben de öylece kalırız kendimizle. Halbuki tüm öfkem,korkumdan ve senin tüm uzaklaşmaların yine aynı korkudanken. Aynı korkuyu,kaygıyı yaşarken nasıl da acımasız oluruz birbirimize fark etmeden.Bilsek,anlatsak derdimizi ne de şefkatli olabiliriz birbirimize,tabi bir o kadar da saygılı.
Biz ta en başından gerçek duygular nasıl ifade edilir hiç bilmiyoruz ki,ne hissediyorsak onu göstermesi daha kolay bize göre daha kabul edilebilir bir başka duyguyla çıkartıyoruz.
Mesela en başından; Kızmak,bağırmak yerine, “Oğlum,oradan düşmenden korkuyorum.” diyen anneler olsak, her şeyi kontrol etmeye çalışan değil de “seni kaybetmekten korktuğum için,neler yaptığını bilmek istiyorum” diyen sevgililer,eşler olsak. Hiç konuşmamak yerine,”bu söylediğin beni çok kırdı.” diyen arkadaşlar edinsek.İçimizden sarılmak geldiğinde sarılsak,üzülmek geldiğinde üzülsek,kızmak geldiğinde de kızsak ama nedenini anlamaya çalışarak ve anlatarak.

Biz rahatlasak,karşımızdaki rahatlasa.
Anlasak,anlaşılsak.
Ve hayat daha yaşanır olsa..
 
     3 Beğeni    
Turşu
ÖYKÜ | © Yazan Cemile AKTAN | Yayın Nisan 2018
Turşuuuuuuu………
Turşuuuuu….
Turşu… gel oğlum.
Tünediği tahta sopanın üzerinde kanadını yelpaze gibi açıp sesin geldiği yöne başını çevirdi. Dikleşti, tekrar sesi dinledi. Hala, pürdikkat sesin geldiği yöne bakıyordu. Konuşmaya başladı. Ne dediğini anlamıyorum ki…
Seni çok özledim mi ? dedi
Sıkıldım … çıkart beni kafesten mi? dedi
Yada verdiğim yemi beğenmemiştir….. şikayet ediyordur.
Kafesin başında durdum. Hayran hayran buz mavisi renginde, uçuşan tüllerden yapılmış elbise gibi duran tüylerine bakarak muhabbet kuşumu seyrettim. Üç aydır bana misafirdi kendisi. İlk günler çok korkmuştu. Hiç sesi çıkmıyor, yokmuş gibi sessizce tahta tünekte bekliyordu. Bıkmadan her fırsatta kafesin başına gidip adını tekrarladım. Nihayet hareketlenmeye başladı. Cıvıldayarak kafesin içinde dolandı. İçgüdüleri ona güvende olduğunu, yeni evini tanıması gerektiğini haber veriyordu. O kadar çaresiz ve savunmasız ki. .Her hareketten her sesten ürküyor, içgüdüsel olarak delice kanat çırpıyordu. Hele birde kıskanç köpeğimiz sheldon havlamaya başladı mı….. oyyyyyy oyyyyyyy ortalık birbirine giriyordu.
Şimdi nasıl bir güven geldiyse sesi apartmanı inletiyor. Susturmak ne mümkün? Hiç susmuyor. Sürekli, sağa sola başını çevirip bir şeyler anlatıyor. Cikcik konuşuyor… Bu haliyle balkondan sarkıp, günlük havadisleri mahalleliye yayan yaşlı teyzeler gibi.
Turşu, kafesini ve yeni evini öyle benimseyip sahiplendi ki, suyu bitince suluğunu gagasıyla oynatıp gürültü yaparak su istediğini haber veriyor. Artık, sheldonun havlamalarını da saf dışı etti. Öyle ki sheldon kafese gelip havladığında, oda kafesin kenarına gelip ona çemkiriyor. Ve kızımız sheldon gidip yerine oturuyor. O kadar hızlı öğrendiler ki birbirlerinin alanına girmemeyi.
Turşu konuşunca, sheldon susuyor hiç duymamış gibi davranıp yan yan kesiyor turşunun kafesini.. Sheldon havlamaya başlayınca da turşu susup dinliyor.
Böyle anlarda insanların neden birbirlerini anlamamak için savaştıkları geliyor aklıma. Halbuki mutlu olmak ve birlikte yaşamak için ihtiyaçları olan her şey var.
Akıl, mantık, saygı, sağduyu, vicdan, merhamet, ahlak, iyi olma içgüdüsü, sevgi, empati, hoşgörü ve daha fazla duygu.
Oysa her şeyi ötekileştiriyoruz, bir kalıba sokuyoruz. Herkese bir isim takıyoruz. Kadın olmak, güzel olmak, şişman olmak, yabancı olmak, uzun olmak, zayıf olmak, zengin olmak, köylü olmak, kentli olmak, okumuş olmak, dindar olmak, ateist olmak, yardımsever olmak. Örnekler sonsuz olabilir. Farklı olmak sadece yaşamın bir rengidir. Doğada, insandan başka hiçbir canlı diğerine farklı olduğu, güçsüz olduğu için kin gütmez, eziyet etmez.
İnsan olmak çok zor. Güçlü olmak sorumluluk getirir, başka yaşamlara saygı gerektirir. İnsan dediğimiz canlı türünün büyük çoğunluğu, bu bilincin farkına bile varamadan ölüp gidiyor. Hırsları, açgözlülüğü, sahiplenme duygusu ve egosu farklı yaşamları yok ediyor. Acı olansa, zekasıyla her zaman bu kötülüğüne bir kılıf uyduruyor olabilmesi. Evrensel olan bu sorunun ilk basamağı ise ailede başlıyor. Bunun farkında olmak ne büyük yük. İçim daraldı…… İyi ki doğada hayvanlar ve bitkilerde var. Onları seyretmek bile insan olmaya çabalamak için güç veriyor.
Şuan da olduğu gibi ikisi birlikte sessiz kalıp ortalığı bana bıraktıkları da nadiren olmuyor değil. Sessizlik zamanı benim tahsilat zamanım diye düşünüyorum… ikisini de seviyorum, besliyorum, bakım yapıyorum. Güven de yaşamalarını sağlıyorum. Onlarda bana saf sevgilerini veriyorlar. Biri ellerimi gagalıyor diğeri kollarımı tırmalıyor.
Çizik içindeki ellerime her baktığımda içgüdüleri sayesinde bana güvenmeyi öğrenen, birbirinin alanına saygı duyarak aynı ortamda birbirini saf dışı bırakmayı becerebilen ve bedelini de sevgileriyle ödeyen turşu ve sheldona minnettarım.
Tahsilat zamanı beni hiç yormuyorlar….
 
     Beğenin    
46 Yıl Rüya Gibi Geçti, Umarım Bu Rüya Bitmez!
ÖYKÜ | © Yazan Mehmet AKSÜT | Yayın Şubat 2018
25 yaşındaydım Akçadağ Aşağı Örükçü Köyü öğretmeniydim. 4-5 sınıfları okutuyordum. Öğrencilerimi parasız yatılı okullar sınavına hazırlıyordum. Sekiz öğrencim sınava girdi ve sekizi de kazandı. Sene sonu mesleki toplantısında başarım dile getirildi. Kaymakam takdir etti. Ama İlçe Milli Eğitim Müdürü bozuldu. Sonraki yıl 13 öğrencimi hazırladım. O yıl optik form icat oldu. Benim öğrencilerime form verilmedi. İlçeden Malatya Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gittim. Yöneticiler form yok dediler. Bir odun at sobaya keyfine bak dediler!

Gömlekçi Ramazan ÖZBİLDİRİCİ’den 200 TL borç aldım. Ankara’ya Talim Terbiye Kurulu Ölçme Değerlendirme Şube Müdürlüğü’ne gittim. Basılamaz, yetişmez dediler. TTK koridoruna çöktüm. Ağlamaya başladım. Ne kadar ağladığımı bilmiyorum. Bir hizmetli omzuma dokundu:

– Delikanlı niye ağlıyorsun?

– Malatya’da öğretmenim öğrencilerimi sınava hazırladım, amirlerim kasıtlı olarak form vermediler. Burada da süre az yetişmez diyorlar. Öğrencilerim için ağlıyorum.

– Dert etme arkadaş, Vahap ÇEPE daire başkanı ve Malatya’lı. Gel seni O’na götüreyim.

Vahap ÇEPE önünü ilikleyerek karşıladı. Yer gösterdi. Hala ağlıyordum (Şimdi bu satırları yazarken de ağlıyorum) Beni dinledi. Telefona sarıldı. Az önce görüştüğüm büro ile konuştu. Bana döndü “2 gün Ankara’da kalacak yerin var mı? dedi. Kalırım, diye ünledim. 50 form basıldı, köyüme döndüm 13’ünü öğrencilerime doldurdum, kalanını İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü aracılığı ile ihtiyacı olan köylere ulaştırdım. Sınav sonuçları açıklandığında; öğrencilerimin yanında kod numarasından anladığıma göre yüzünü görmediğim ama getirdiğim formu doldurup sınavı kazanan köy çocukları da vardı…
 
     12 Beğeni    
Şiddet
ÖYKÜ | © Yazan İdil Cemre ÖZTEP | Yayın Aralık 2017
Bir haber; kocası dövmüş kadını. Uzun uzun, hınçla, doyana, tatmin olana kadar. Fotoğrafını çekmiş, arkadaşlarına göstermek, onlara evde işlerin nasıl yürüdüğünü göstermek ve “kontrol bende!” demenin hazzını yaşamak için. Fotoğraf sansürsüz. Dokunmaya değil, bakmaya kıyamayacağınız güzellikte ve özellikte bir kadının üzerine adamın parmaklarını, kemiklerini seçebiliyorsunuz. Berrak vücudunun nasıl mora boyandığını… Bir fotoğrafta oturuşu ile diğer fotoğrafta oturuşunun farkını… Hepsi gözler önünde. Bak diye, gör diye.

Kadın öldü. Bedeninden önce ruhu öldü kanımca. Göz ucuyla bile baksanız farkındasınız bunun. Bilirsiniz bazı insanlar bedenlerinden önce ölürler, bazı insanlar bedenlerinden önce öldürülürler.

Ruhum sarsıldı.

Hayat bu kadar çirkin miydi? Biz büyürken gerçekten kirlendi mi Dünya? Hani sevgiydi? Hani aşktı?

Bir hissim vardı bugüne dair. Randevu almış olan danışanıma yönelik bir tedirgin bekleyiş. Sezgilerimin farkında ama onları çok da kale almayan bir yapım var. Yine de randevu verdiğim günden beri beni rahatsız eden bir his. Dün de uyutmadı beni, sabah da belki de ilk defa alarmımı 4 defa ertelememe neden oldu.

Bazen bilirsiniz. Bazen hissedersiniz.

Algı bu. İlk gördüğün şey kadının çenesinin yanına doğru duran, silinmeye yüz tutmuş ama varlığı ve büyüklüğü ile orada duran morluk. Ruhum sarsılmış, tedirginliğim had safhada, titrek sıktım elleri ve buyur ettim. “Şu anda bir bezelye tanesi olsam ve koşarak kabuğuma geri dönsem, örtse de beni az biraz saklansam” diye dua ederek oturdum karşılarına. Ne ben bezelye tanesi oldum, ne de birisi gelip “affedersiniz, yanlış kâbus. Kalkabilirsiniz” demedi.

Her şey gerçek.

Ben, sarsılmış ruhum, kadın ve kadının elinde ıslanmış peçete adamın bağırarak halletmeye alışık olduğu her şeyin altında ezilmiş vaziyetteyiz. Bakmayın öyle… nasıl hasta yakını olmak en az hasta kadar zorsa, şiddete bir pencere olmak, tanık olmak da o kadar zor. Bir süper kahraman olmadığımı uzun zaman önce anlamış biriyim ben. İnsanım, kırılabiliyor hatta incinebiliyorum.

17 yıl. Benim tüm okul yıllarım, onların tüm şiddet anıları…

Dinliyorum dinlemesine ama bedenim kaskatı. Yüksek sesten korkuyorum ben. Bunu söylemekten hiçbir zaman utanmadım. Ses sürekli yükseliyor, ben sürekli durduruyorum. Ses kontrolünü kaybediyor, ben kontrolümü kaybediyorum. Giderek güçsüzleşiyorum, şiddete tanık iken şiddete maruz kalıyorum. Bir uyku dalgası üzerimde, müthiş bir kaçma isteğinin yanında mis gibi kadını sarma sarmalama hissi.

Yapmışlığım var. Seansta değil, korkmayın hemen. Bir alışveriş merkezinde, yaklaşık iki saat kadar kendi özel hatalarımla yüzleştirildiğim; şöyle kötüsün, böyle hatalısın, şundan dolayı yapamazsın tadında doğruluğu sorgulanmaya açık bir konuşmanın arkası. Kendimi tuvalete saklamış, oturuyorum. Bir kadın nasıl dolu dolu anlatıyor, gür sesli, inanç akıyor sesinden. Diğeri yalnızca “hm hm”’lıyor.

“Babam sattı beni, 16’ıma bastığım an yüzünü görmediğim bir adama veriverdi… Okula gitmek istiyorum diye köyü kaldırdım ayağa, onu değil beni tuttular ama yılmadım. Adam başladı dövmeye, daha ilk gece. Ya sabır dedim, o dövdü ben öğrendim. Kaçtım evden. Okuyorum ha bir yandan! Ağabeylerim buldu beni, döve döve gerisin geri koydular o eve. Yılmadım. Çocuk da yapmadım. Kendimi korudum önce. Tekrar kaçtım. Ya 4, ya 5 ben bile bilmiyorum. Oldu ama… Şimdi lise bitiyor işte, sertifikamı da aldım mıydı değme keyfime. Bu Dünya’da bir tek ben varım kardeş! En güzeli de en değerlisi de benim! Şiddet kadermiş, hah! Onu benim kıçıma anlatsınlar…”
Toparlandım çıktım kabinden. Önce elimi yıkadım sonra döndüm kadına, “gel bir gel” dedim ve sarıldım. Kaç dakika bilmiyorum. Ona ben, bana o iyi geldi. Sırtım daha dik, kalbim daha temiz çıktım o tuvaletten. Adını bile bilmiyorum ama bende bıraktığı o hissi biliyorum. O his bana emanet.

Fırladı kalktı koltuğundan, bana fotoğraf gösterecekmiş. Durmuyor, durduramıyorum. Mahkemenin önünde 32 diş fotoğrafını çekmiş, gülümsüyor. Meydan okumak yetmemiş, belgelemiş. Suratında bir zafer, dişleri her şeyi anlatıyor. Engelleyemedim, o fotoğrafa da baktım. “Dur, dur bak İdil Hanım…”; ağızda hanım ama elleri ile kolumu dürtüyor. Bir an sonrasını hayal ediyorum. O parmaklarından tutup onu odadan çıkardığımı hayal ediyorum ama bedenimin kendi kararları var. Harekete geçemiyorum.

Telefonu çalıyor ve sanki biz onun emrindeymişiz gibi “ben telefonla konuşup geliyorum, siz devam edin” diyor, elleri adeta emrediyor. Kalıyoruz karşılıklı kadınla. Ben ne diyeceğimi bilmiyorum, o ne anlatacağından emin değil. Tek bir sorum var, “neden?”

“Sevgi vardı, seviyordum” diyor.

Bir dakika! Burası hiç yaşanmamış saysak olmaz mıydı? Ben hiç sormamış olsaydım, o da bana bunu söylememiş olsaydı olmaz mıydı? Artık uyansam mı ben? LÜTFEN!

Sessizce birbirimize bakıyoruz ama ben içimden deli gibi konuşuyorum. Sevgi… Murathan Mungan “bütün güllerden derin, bir sesi var gözlerinin” diye betimler sevgiyi benim için. Nadir Göktürk “terliklerimle gelsem sana” diye anlatır. Ahmed Arif “üşüyorum, kapama gözlerini” der. Daha da buraya, bu akla, bu kalbe sığdıramayacağım nice betimlemeler.

Aşk dolu ruhum, sevgi dolu kalbim inciniyor bu acıya “sevgi” adı verildikçe. Aşka olan inancım üzülüyor bu karanlığa “aşk” denildikçe… O kutsal duygu böyle ellerde gezdikçe daha çok sevmek, daha çok aşık olmak istiyorum ben. Diyemiyorum, bunların hiçbirini diyemediğim için göz pınarımda bir ufak su damlası ile bakıyorum. Acıma değil hayır, tanık olma.

Annem geldi aklıma; “birbirinizi güzel sevin”. Babaannem arardı; “olsun İdil, sen sev o davranışını düzeltir”. “Yeter ki sen mutlu ol diye yapmayacağım bir şey yok bil bunu” dedi babam hep anneme. Dedem hep harçlığımı fazla verir “sadece kendine alma, say herkese al, beraber yiyin” diye tembihlerdi benim. Her şeyi bir yana bırak “küçük kısa aşk şiiri” benim adım. Şans mı dersiniz, tuhaf mı bulursunuz bilmiyorum.

Gerçek aşk var. Orada bir yerde.

Gerçek sevgi var. Etrafımda, her yerde.

Yeter ki sevin ama ne olur güzel sevin…

Aşk’la

Klinik Psikolog & Psikodramatist
İdil Cemre ÖZTEP
 
     Beğenin    
Kızıl Toprak
ÖYKÜ | © Yazan Ali Can GÖK | Yayın Aralık 2017
Fildişinden kulesinde kırmızı kaftanıyla yaşayan paşazade, zenginliğine zenginlik katabilmek için uçsuz bucaksız topraklarında buğday yetiştirmesi gerektiğini biliyordu.

Topraklarını kontrol etmek için pencereden baktı.

Bulutlar gökyüzünü kaplamıştı. Gri bir hava vardı. Böylece camda hafifçe beliren bir aksi oluştu. Bakışlarını gökyüzünden yeryüzüne çeviren paşazade toprağın kızıl olduğunu gördü.

Bu toprak kızıl dedi, verimsiz dedi paşazade. Bu toprakta buğday yetişmez dedi ve pencereden uzaklaştı.

Halbuki toprak kahverengiydi. Onu kızıl gösteren paşazadenin kırmızı kaftanının cam üzerindeki yansımasıydı.
 
     1 Beğeni    
Kumdan Kale
ÖYKÜ | © Yazan Ali Can GÖK | Yayın Aralık 2017
Evde oturmaktan sikilan çocuk, evin penceresinden kumsala dogru bakti ve bu gri havada kumsala kumdan kale yapmak için gitmeye karar verdi.

Aldi kovasini, tirmigini ve küregini disari çikti. Temiz havaya çikinca ayildi, kendine geldi. Üzerindeki agirlik uçup gitmisti.

Sahile vardi. Deniz yavasça kumlari döverken, o da aldi islak kumu sekillendirmeye basladi. Uzun ugraslar vererek islak kumu görkemli bir kaleye dönüstürdü. Felaketli günlerinde buraya saklandigini hayal etti. Içi isinmisti.

Hava kararmaya basladiginda kalesinin karsisinda oturmayi birakip eve dönmeye karar verdi. Kumsaldan uzaklasirken arkasinda bir gürültü koptu. Baktiginda, iki serseri çocugun kumdan kalesini yiktigini gördü.

Kalesi tekrardan bir kum yiginina dönüsmüstü.
 
     Beğenin    
Sivrisinek
ÖYKÜ | © Yazan Ali Can GÖK | Yayın Aralık 2017
Uzun ve yorucu bir günün ardından yapmak istediği tek şey yatağına girip uyumaktı. Üzerindekilerden kurtulup pijamalarını giydi. Artık uyumaya hazırdı.

Yatağa uzandı. Kendisini uykuya tam bırakacağı anda bir sivrisinek vızıltısıyla tüm keyfi bozuldu. Bu sinir bozucu vızıltıyla uyuyamazdı ki. Sivrisineğin kanını emmesine razıydı, yeter ki şu sesi kesilsin.

Bitkin bünyesinin şu an istediği tek şey birazcık uyku. Sivrisinek onun uyumasını engelliyordu. Uykusuna kavuşmak istiyorsa bu engeli kaldırmalıydı.

Kalktı ayağa, ışığı açtı. Elinde bir gazete ile sineği kovalıyordu. Köşe bucak, odada ayak basmadık yer bırakmayınca anladı, sineği yakalayamayacaktı.

Vazgeçip yatağına döndü. Tam uykuya dalacakken sinek yine tüm gürültüsüyle saldırmaya başladı. Kafasını yorganın içine çekti. Sivrisineğin sesi kesilmişti. Kafasının yorgan içinde olması biraz boğucuydu ama sinek vızıltısından kurtulmuştu.

Sinek hala dışarıdaydı ve o kafasını dışarıya çıkardığı anda tekrar saldıracaktı.
 
     Beğenin    
Deniz
ÖYKÜ | © Yazan Ali Can GÖK | Yayın Aralık 2017
Denize düştüğünde ne yapacağını bilmiyordu. Şaşkındı, kendini bir anda denizin orta yerinde bulmuştu. Etrafında ne tutunacak bir tahta parçası, ne de yardım için seslense duyacak bir insan parçası vardı.

Yüzme biliyordu aslında, fazla pratiği olmasa bile yüzebilmek için ne yapması gerektiğini biliyordu. Kendini suya bırak, su zaten seni kaldırır.

Bugüne dek hep kıyılarda yüzmüştü, yorulduğu zaman yüzmeyi bırakıp ayaklarının üzerinde durabildiği yerlerde. Şu an ise bunu yapamazdı. Su derindi.
 
     Beğenin    
Işık
ÖYKÜ | © Yazan Ali Can GÖK | Yayın Aralık 2017
Bir süredir karanlıkta duran adam, etrafını görebilmek için ışığı açtı. Işık birden tüm parlaklığıyla odaya dolunca, adamın gözleri acıdı. Gözlerini açamıyordu.

Gözlerinin odada oluşan bu yeni aydınlığa alışıp etrafı kolaçan edebilmesi için zaman gerekiyordu. Kapalı olan gözlerini ara ara aralayan adam gözlerinin aydınlığa alışıp alışmadığını kontrol ediyordu ama ne zaman bir cesaret gözünü biraz daha fazla açmaya kalksa canı yanıyordu.

Aydınlığı istiyordu adam, istemiyor değildi. Takıldığı konu, aydınlığın şu an canını acıtıyor olmasıydı. Biliyordu, çok az daha beklese alışacağını, etrafına doya doya göz atacağını. İstediğine ulaşmak için ille de kurban vermesi, acı çekmesi mi gerekiyordu? Çektiği çile kazandıklarını değerli mi kılacaktı?

Adam tam gözleri alışmak üzere iken aydınlığa, kızdı ışığa. İstemedi onu. Işığın ona verdiği acı, ışığı daha değerli kılmadı ve adam ışığı kapattı.
 
     1 Beğeni    
Sürgün
ÖYKÜ | © Yazan Ali Can GÖK | Yayın Aralık 2017
Kral babası tarafından sürgüne gönderilen prens, ülkenin uzak kıyılarına yakın bir kayalığa çıktı. Kayalığı gözüne kestiren sürgün prens burada yaşamaya karar verdi.

Burada yaşayacaktı, orası kesindi ama sürgün de olsa bir prensti ve çıplak bir adacığın üzerinde yaşayamazdı. Bir kale inşa edilmeliydi. Tek başına olmasına aldırış etmedi ve kendisini dışarıdan koruyacak olan kaleyi kayalığın üzerine inşa etmeye başladı. Aslında kendine itiraf edemiyordu fakat kale onu hiçbir şeyden korumayacaktı. Sadece dışarıdan bakıldığında burada soylu birisinin yaşadığını gösterecekti ele güne. Fakat ülkenin bu uzak kısmında kimsenin de umurunda olmayacaktı.

Sürgün prens kaleyi tamamladı ve içinde yaşamaya başladı. İlk kışı çok fırtınalıydı. Dev dalgalar kalenin duvarlarını acımasızca dövüyorlardı. Sanki önlerine çıkan bir engelmişçesine davranıyorlardı kaleye. Tüm bunlara rağmen kale tüm gururuyla onlara dayanıyordu. Etkilenmemiş gibi gözüküyordu. Hala gereğinden fazla ihtişamlıydı, sanki denize meydan okuyordu.

Sonra bir gün kale dayanamadı fırtınalara ve yıkıldı. Kaleyi yıkan fırtınaların sürekliliğiydi. Kış başladığından beri bir rahat yüzü göstermemişti. Kalenin yıkıntıları arasında kalan sürgün prens kendini çaresiz hissediyordu.
 
     Beğenin    
Nem
ÖYKÜ | © Yazan Ali Can GÖK | Yayın Aralık 2017
Ormanda kaybolmuş bu umutsuz adam, karanlığın çökmesiyle artık iyiden iyiye korkar olmuştu. Ne zamandır dolandığını bilmiyordu. Nerede olduğunu bilmiyordu, etrafta ağaçlar vardı. Burası bir orman olmalıydı. Hava kararmıştı. Eğer bir şey yapacaksa bile şu an geç kalmış sayılırdı. Etrafını göremezdi.

Hava kararmadan evvel keşke yönünü tayin etmek için bir şeyler yapsaydı. Ağaçların yosunlu tarafına bakmak gibi… Derken aklına kutup yıldızına bakmak geldi yönünü bulmak için. Yukarı baktı. Ağaçların kasveti gökyüzünü göstermiyordu. Engeldi. İç geçirerek bir ağacın dibine çöktü adam. Şu durumuyla ilgili elinden gelen bir şey olmadığını hissediyordu.

Üzerinde hissettiği ağırlık nemden mi kaynaklanıyordu, bunu söylemesi zordu. Nefes almak zorlaşıyordu gittikçe. Artık ne yapsa fayda etmeyecekti sanki. Kurtulamayacağını kabullenmek istemiyordu.

Koştu. Nefesi kesilene kadar koştu. Zaten üzerinde nemden olduğunu tahmin ettiği bir ağırlık vardı, fazla koşamadı aslında. Öne doğru eğilip elleriyle dizlerini tutmuş nefesinin düzelmesini bekliyordu. Kafasını kaldırdığında bir ışık gördü. Işığa doğru yürüdü. Gördüğü şey tüm bu kasvetli ormanın içinde gizli bir bahçe olmalıydı.

Adam gülümsedi.
 
     1 Beğeni    
Kenarda
ÖYKÜ | © Yazan Ali Can GÖK | Yayın Aralık 2017
Sinema salonunda, film izlerken birden durdu adam ve filmi izleyen diğer insanları izlemeye başladı. Salondaki herkes pür dikkat perdeye yansıyanlara bakıyordu. Hani insanlar arada bir yabancılaşır içinde bulundukları duruma, o da öyle bir anın içindeydi şimdi.

Durdu ve düşündü. Şurada, şu kadar insan büyükçe –tahminen- beton bir kutunun içerisinde duvara yansıtılan bir ışık huzmesini izliyordu. Işık da yansıdığı yerde görüntüler oluşturuyordu.

Sonra döndü önüne ve film izlemeye devam etmeye çalıştı. Tekrardan filme yoğunlaşamadı. Arada bir salondaki insanlara tekrar tekrar seyre dalıyordu. Kendilerini öylesine kaptırmışlardı ki.

Zaten huysuz ve mutsuz bir adamdı. Bazı anların ileride mutlu anılar olarak hatırlanacağını fark etse bile o anların tadını tam olarak çıkaramazdı. Vardı kafasında sürekli bir şey ve bu onu, o anın içine girmekten alıkoyuyordu. Bazen kendi hayatının içinde olamadığını düşünüyordu. Sanki yaşamıyormuş gibi. Kenarda duruyormuş gibi. Teğet geçiyormuş gibi. Sonra geçiyordu bu düşüncesi tabi.

On beş yaşındayken, yeni yeni delikanlı olmaya başlıyorken, bir gün durdu kendi kendine ve “hayatımın kadınının kâkülleri ve koyu kahverengi saçları olsun” dedi. Neden böyle bir şey istemişti, anlayamamıştı. Fakat bu isteği suyun altında nefessiz kaldığında bir soluk nefes alabilmek için suyun yüzeyine ok gibi fırlayan bir çaresiz gibi çıkmıştı içinden. En yakın arkadaşına bahsetmişti bu durumdan, ama fazla ilgisini çekmemişti arkadaşının.

Film izlemeye gelmişti bugün buraya, değil mi? Şu an filmi izleyemiyordu. Madem istediği buydu, insanları izleyeydi. Onu da yapamazdı. Yapamıyordu işte.
 
     1 Beğeni    
Köpek
ÖYKÜ | © Yazan Ali Can GÖK | Yayın Aralık 2017
Balkonda sigarasını içen adam sokakta havlayan köpeklere bakıyordu. Sigaraya annesinin vefatından sonra başlamıştı. Ona sorsan neden başladın diye o aralar ne yapacağını bilemediğini söyler. Kocaman bir boşluk hissetmişti, çok büyük bir yokluk, eksiklik. Yapabileceği fazla da bir şey yoktu. Ne yapabilirdi? Sigaradan medet ummadı ama o aralar aklına yapabileceği başka bir şey gelmemişti.

Köpeklerden bir tanesi boş bir dükkânın camekânına düşen yansımasına doğru havlıyordu. Sanki onu korkutmak istermiş gibi.

Köpek hareket ediyor, dönüyor ve tekrar tekrar havlıyordu. Adam son nefesini alıp sigarasını söndürmesine rağmen köpeğe bakıyordu, sanki hayatının anlamını o köpeğe bakarak bulacakmış gibi.

Adam bir an için durdu. Kafasının içindeki sesleri duyabildiği nadir anlardan biriydi. Kendi iç sesini duyamayacak kadar meşgul olmayı seven birisiydi.

“Ya beni hep anlayacak ve her zaman –ne olursa olsun- sevecek olan tek kişi ile beraber olma şansımı kaçırdıysam” diye düşündü. Kendini bildi bileli böyle bir isteği vardı.

Camekandaki yansımasına havlayan köpek, yansımanın kendisine bir tehlike oluşturmadığını anlayınca yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı.
 
     Beğenin    

Bu sayfada yayınlanan öykü ve şiirlerin tüm hakları yazarlarına aittir ve üye yazarlarımız tarafından TavsiyeEdiyorum.com Öykü ve Şiirler kütüphanesinde yayınlanmak üzere gönderilmiştir. Burada yer alan eserler yazarlarından önceden izin alınmaksınız başka platformlarda yayınlamaz, sadece kaynak gösterilerek ve yazar ismi zikredilerek KISA ALINTILAR yapılabilir. Aksine davranış Fikir ve Sanat Eserleri yasasına aykırılık teşkil edecektir.

18:12
Top