2007'den Bugüne 92,260 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!


Uzman Üyelerimizin Öykü ve Şiirleri

Site üyemiz uzmanlar tarafından yazılan şiir ve öyküleri tarih sırasında sırasına göre aşağıda bulabilirsiniz.

Sağanak
ÖYKÜ | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Temmuz 2014
SAĞANAK

İstanbul Şelalele evlerinde, 8 kattayım. Tedavisine ara verip-dinlendirdiğim emekli öğretmen Gülseri hanımın sırtı pencereye dönük. Yapığımız Egzersizle ve kızını yanında görünce canlanan bu zarif, hassas bayana sanki karamsalığını bıraksın diye gökten, sağanak halinde inci gibi dizi dizi yağmuryağdı birden. Sandalyesinden bastonuna tutunarak, pencereye doğru yol aldı. Camın önündeki saksıları boş görünce, çiçek ekelim bunlara dedi. Yaşama tutunurken..
Okadar güzel yağdıki yağmur, aşağıdaki havuz, şelale restaurant ve yeşillikler bir başka güzel göründü tepeden. Hayat böyle bir şey, umut her zaman vardır. Berekettir yağmur. Gözlerim yağmur sonrası gökkuşağını aradı. Sağanak yağmur hafiflemeye başladı. Sandalyesine geri oturan Gülseri hanım, eşi Cahit bey, Kızları Burcu , kızı gibi gördüğü kalbinin güzelliği yüzüne yansıyan Nergis –sevgi selinde etrafındayken türk kahvemizi yudumladık. Daha iyi olacağına inandığımız hastamız diğer kızını da soruyordu. Mutlu ne zaman gelecek diye. Annelerinin etrafında pervane olan bu iki kadın , iki anne sevgiyle hep yanlarındalar onun..

Oradan ayrıldığımda arkadaşım Evren aradı. Birlikte bir yürüyüş yaptık. Beklediğim gökkuşağını gösterdi Evren. Karşımızda, renkleriyle. İçimden güzel dilekler geçti. Oğlum da bu sene görmüştü ilk gökkuşağını ne kadar sevinmişti babası gösterdiğinde evimizin mutfak penceresinden..
Yolun solunda,aylardır önünden geçip, içini merak ettiğim cafe bizi içeri çekti. Güzel bir bahçe bizi karşıladı. Ahşap masa etrafında oturduk Hava kararmıştı. Huzurlu bir atmosfer ve serinlikte. Sırtımızda şalımızla haftanın yorgunluğunu attık iki dost. Çok sevdiğimiz Koşuyolundaki hayatımız ve Karamel cafe geldi aklımıza . Yıllar önce orada ne keyifler yaşamıştık. O sırada Cafenin adı dikkatimi çekti. SAĞANAK..
Bazen hayat size sürprizler yapar böyle. Yolunuz düşerse birgün Ataşehirin –Küçükbakkalköy –ışıklar caddesindeki bu saklı bahçeye bizi hatırlarsınız …Cezerye eşiliğinde , çini desenli fincanları ve güleryüzlü çalışanlarıyla kahvenizi keyifle yudumlarken..SAĞANAKta…

Ataşehir
2014
 
     Beğenin    
Mermerli Plajına Veda
ÖYKÜ | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Haziran 2014
MERMERLİ PLAJINA VEDA
Antalyadan İstanbul'a ün kaldı. Yoğun geçen dost sohbetli günlerin sonunda oğlum Barış'la başbaşa Mermereli plajının yolunu tuttuk. Girişinde kuruyemişçi ve Kahramanmaraş dondurmacısı vardır. Dondurma sevdası abinin espirili satışı nedeniyle uğramadan geçemedik. Kahkahalarla 3 top dondurma alındı. Ön bahçede sevgili peyzaj mimarı Ümit arkadaşımızın dokunuşlarıyla can bulan bahçe içimizi açtı. Güleryüzle kaşılandığımız mermerli restaurant girişinden ücretimizi ödeyip,ahşap korkuluklu merdivenlerden inmeye başladık. Manzara tepeden o kadar güzelki bakmadan, bir duraklamadan geçilmiyor. Konyaltı plajı, gezi tekneleri ve Güllük evleri..Tarihi Kaleiçinde pansiyon ve otellerde kalan turistler geliyor bu plaja. Antalyadan çocuklu aileler var bizim gibi.
Çalışkan, güleryüzlü ekip hemen şezlongları-yeri ayarlıyor. Sizi sarmalayan kumsalda, herkes saygılı. Rahatsızlık veren yok. Deniz yatağı ve arkadaş bulan Barış, eğlenirken ben de kendimi sulara bıraktım.Birara kumdan kaleler yaptı. Yalnız kaldığında ben de katiıldım.Kumdan baraj, kale yaptık.Çocukluğumda Larada kampta olduğu gibi.Dalgalar kumları yıktığında tekrar tekrar yaparsınız...
Tekrar sırtüstü denizin üstündeı ,kollarım açık ,gökyüzünü seyrettim. Mermerli restaurantı,solumda yat limanından kaleiçine geçiş yapan yerli, daha çok yabancı turistler..Kayalıklarda oturan gençler, sağımda Murat'ın çok sevdiği zakkumlar-pembe,beyaz ve sıklemen enklerinde.Solda merdivenlerin başında aıllarımdaki kokulu sarı,turuncu çiçekler. Elinize aldığınızda dağılıverir, hayat gibi akar gider .Onun için koparmamalı, kaybetmemeli -elindekinin değerini bilmeli insan.Gözlerimi kapatıp açmayı çok sevrerim.Gökyüzü bir başka görülür. Sırtımı plaja döndüğümde, nem ve sisden Toroslar-heybetiyle. Göremediğim Olimpos dağları..Gezi tekneleri, sessizce süzülüyorlar. Denizin dibindeki kumu ve taşları, küçük kayaları görebiliyorsun. Akşam üstü dalgalar kayalıklara çarpıyor. Kalabalıkta, yalnızlığı da yaşayabiliyorsun. Suya tüm sıkıntıları bırakmak istiyorum. Yaz, güneş ve denizin suyu. İyileştiriyor bedeni ve ruhu.
Akdeniz, mermerli sizi bekliyor. Sevdiklerinizle ve şükürle..
Antalya, Haziran 2014
SALİME YILMAZ
 
     Beğenin    
Kadınlar Hamamı
ŞİİR | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Haziran 2014
KADINLAR HAMAMI
Etrafta
Beyaz mermer
Taşlar
Akan şifalı sular
Buhar yükseliyor
Tavana
Siyah,beyaz,kınalı saçlı kadınlar
Bir arada arınma yerinde
Kirlerden ve
Dertlerden
Tasların mermere dokunuş sesi
Ortada mermer blok
Sıcacık
Üstünde uzanan
Bedenler
Köpükler altında
Canlanan ciltler
Arınma bitmiş
Ayrılık vakti
Bir nine
Yaklaştı bize
Kolları kalkmıyor fazla
Kurutmak istedi
Beyazlamış saçlarını
Elimde ısıtıcı
Oturtuktan sonra
Başladım taramaya
Saçlarını
Uzun, ince telli saçlar
Isındakça kurudu
Kurudukça ayrıldı, tel tel
Isınan sadece onlar değil
Omuzlara da iyi gelmişti
Anneannemin yerine koydum onu
Taradım saçlarını
Dualarıyla
Ayrıldı benden
Kadınlar hamamındaki teyze
2014 ESKİŞEHİR
 
     Beğenin    
Kadın Yollarda
ŞİİR | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Haziran 2014
KADIN YOLLARDA
Bir kadın
Zayıf,bakımsız
Çiçekli,uzun,bol bir elbise
Elinde bir çift çorap
KADIN yalnız,
KADIN yollarda
KADIN otogarlarda
Elinde çorap
Arar oğlunu
Kapımız çalmıştı
Birgün ,
Bizi bulmuş
Babamın ,annemin
Adını vermiş
KADIN yorgun
KADIN bitkin
KADINA su ısıttı
Annem
Yıkandı-apak oldu
Sevdi beni ve kardeşlerimi
Okşadı başımızı
Biraz ürksek,korksak da
Sevmiştik onu
Kendi çocuğunu
Arayan KADIN
Bulamamış,
Elinde bir çift çorap
KADIN yollarda
Birgün duydumki
Bulmuş oğlunu
Hasret bitmiş
Kendinden kopardıkları
Oğluyla
Kavuşmuştu
Yıllar sonra
Bir adam Antalyada
O da gitmişti
Elinde oğlunun fotoğrafıyla
Aynı kader mi
ONLARINKİ
KADIN ebediyete gitti
Sahipsiz kalmıştı
Çare olunamamıştı
Hastalanan ruhuna
O adam
O hayatta
Yalnız değil
Kaderiyle
Sımsıcak yuvasında

2014 istanbul Eskişehir otobüs yolculuğunda
 
     Beğenin    
Eskişehir Yollarında Sevdalar
ÖYKÜ | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Haziran 2014
ESKİŞEHİR YOLLARINDA SEVDALAR

Çocukluğumun Eskişehiri
Kömür kokan
Soğuk,karlı
Odunpazarı hayalimde
Annemin kardeşlerinin-ailesinin Erzincandan göçettiği şehir
Babamın akrabaları da yaşar orada.Çocukluğumdan hatırladığım Dayım ve Yengem, kuzenler.Teyzemler ve çocukları.
Bir seferinde kına gecesinde yaktığım kınalı ellerimi kumaşlarla kapatıp, sarılı Pupuş yengemde yatmıştım.Sabaha karşı elim açılmış, baba tarafının en titiz,pırıl pırıl yengemizin çarşafları kına olmuştu. Çok utanmıştım..
Eskişehirde Nevin adında bir arkadaşım olmuştu.Yüzü, gönlü güzel arkadaşım evlendiğinde ben daha üniversite öğrencisiydim. Hamileyken eşi çatışmada şehit düşmüştü. Gerçek başkaydı. Sırrı hala yüreklerde. Gencecik çocuklarımız yıllarca askerde devlet eliyle de ziyan olmuştu.Geride peri gibi bir kız çocuğu kalmıştı. Yıllar sonra Eskişehirden babası olmayan çocukları bahrına basan Darüşşafakada okumaya başladı arkadaşımın kızı. Annesiyle Şişlide bir sinemada “Titanic” filmini izlemek için buluşmuştuk. Bir başka hissedilmişti ordaki aşk. Gözyaşlarımız Nevin ve Turabi’nin sevdaları içindi.Çocukluğumun Eskişehirine ya tatilde ya da cenazelerde giderdik.Yılbaşı ve bayramlar ayrı bir güzeldir.
En çok da DÜĞÜNlerde gitmeyi severdik. Türkü sohbetleri,sazlarla,sözlerle herkes doğaldır.Olduğu gibidir. Yaşam acı ve tatlısıyla dolu dolu geçer.Paylaşım vardır, acıyı ve sevinci de …Evler tek katlı,içleri tertemizdir. Değişen çağa uyacaktır orası da.Duyduğum tramvay geçecekmiş sokaklardan ve evler 3 katlı apartmanlara dönmektedir..O sokakların dili olsa halayları anlatır bize. Türkmen ve Alevi insanlar birarada yaşar.
Yıldıztepede..

Evlerde Hz. Ali’nin ve 12 imamların fotoğrafı başköşededir. Cemevi vardır. Sevinç ve acıyı paylaştıkları, dualar ettikleri ibadethanede.Helvalar pişer ,kurbanlar kesilir.Hala kabul etmeselerde liderler, inançlar yaşanır binlerce yıl Anadoluda olduğu gibi. Renkleriyiz bu coğrafyanın ve dünyanın. İnanç özgürlüktür.Yok sayılamaz. Asimilasyonların bedelini ilahi adalet sorar dünyada.
Erkeklerin çoğu inşaatta çalışır. Maden kazasından sonra ikinci sıradadır inşaat kazaları. Emek verirler, kazmayla, kürekle, malayla..Alın teri akar akar..Türküler eşlik eder her taşa. Binalar yükselir ve umutlar. Zamanla çocuklar okumaya başlar. Meslek sahibi olurlar. Onlar öğretmen Suat, Kimya mühendisi Nilüfer, Radyolog Ayfer, Havacılıktan Ertan, Doğancan, Cem ve adını ve mesleklerini bilemediğim diğer sevgili Yıldıztepeli gençler.
Değişen dünyada modern düşüncelidir insanlar. Şehrini severler. Yeni çehresiyle Anadolu Üniversitesi şeh-ri Eskişehir. Artık kömür kokmaz. Çalışkan bir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşan. Kuzenimin eşi Betül ,duyduğu gururunu anlatmıştı , onun başarılarını ve kültür faaliyetlerdeki emekleri için.Modern şehir sımsıcaktır. Porsuk çayı geçer ortasından.
Yıllar önce “ Kalabak” suyunu ve çeşmelerini hatırlarım. Dayımların evinden soğuk, karlı –buzlu yollarda da çeşmeye inilirdi. Heyecanla. Taşınırdı bidonlarla, kaplarla sular evlere. Çeşme sohbetleri ve çocuk sesleri hatıramda.
Dayımın Bakkalı vardı. Yengem Gülistan bize ordan çerezler verirdi , bol bol. Şekerler avucumuzda ,sokakta oynardık. Yıllarca işletmişlerdi orayı , gece –gündüz emekleriyle çocukları için. Mahallenin bakkalıydılar..
Bir de kahve açmışlardı sonra evlerinin sokağının köşesinde. Erkeklerin toplandığı. Rahmetli babamda oraya gittiğimizde uğrardı-dost sohbetleri için.

Anneannem yaşardı O şehirde.
Başında kırmızı fesi
Açtığında kınalı saçları, dayımların evinde o zaman gözüme çok büyük görünen çift kişilik yatakta bir seremoniyle kat kat giysilerini giyinişini hatırlarım. Beşi bir yerde (altın) boynundadır.Bir de 5 şişle ördüğü , elinden düşürmediği patikleri vardır. Torunları EBO derlerdi. Selvi Ebonun patikleri torunlarının çeyiz sandığında yerini almıştır.
Dedem beyin kanamasından öldüğünde ailenin büyüğü Anneannem, uzunyıllar yaşamıştır. Yediği içine ekmek doğradığı “yoğurt” hatıramda.
Yıllar sonra kendi gibi yaşlı bir akarabasını teyzemin evinde banyo yaptırırken kalçasını kırmıştı. İki muzip yaşlıyı görür gibiyim. Doktor ameliyatta şaşırmıştı.
90 yaşın üzerindeki nenenin kemiklerine. Genç kız gibi demişti. Zayıflığı ve yediği yoğurttu sebebi.
Düğünüme gelen Anneannem ilk defa boğaz köprüsünden geçmişti. Emek verdiği, büyüttüğü torunlarından değildim ama diyaloğumuz hep iyi olmuştu. Birgece onu rüyamda görmüştüm. Önünde bir tas, içinde su ve elinde türbe toprağı-TEBERİK. Onun hayır duaları ile dünyaya geldi oğlum Barış, diye düşünürüm. Enson onunla telefonla konuştuğumuzda Allah bana bir yol göstersin demişti. Dizleri ağrıyordu. Ona oğlumun fotoğrafını göndermiştim. Bana Karaoğlanı bekliyorum demişti. Gideceğimiz için ona takmak için altın aldırmış-komşusuna. Ertesi gün vefat ettiğinde “huzura” erdiğini biliyordum. Oğlumu görmemişti ama bütün çocukların sevdiği ebo için mahallenin çocukları da üzülmüştü. 5 çocuk yetiştiren, merhametli, çalışkan, eli bol Selvi.
Patikleri-desenleriyle evimde. Yaşarken değer verilmeli insana..

Bir gün Haydarpaşa garından annem ve oğlum Eskişehire doğru yola çıktık. Eşim Murat bizi uğurlamıştı. Dayım Binalinin torunları Hazal, Pelin, Melisa ve komşu çocukları Topaç gibi olan 5 aylık oğlumu ellerinden düşürmemişlerdi. Hasret gidermiştik. Dayımın omzundan inmeyen “can dostu kuşu”nuda tanımıştık.
Eskişehir denilince akla bir de hamamlar gelir. Şifalı sular. Her şehre gelen misafir muhakkak bir hamama götürülürdü. Lise yıllarımda edebiyat dersinde anlattığımda ,öğretmenimiz gülmüştü de utanmıştım. Şifalı sular arındırır bedeni dertlerden.Bir seferinde yaşı biraz büyümüş,tanıdığımız erkek çocuğunu kız kıyafeti ile akrabalar içeriye sokmuştu da , ortaya çıkmıştı gerçek. Çok eğlenceli hamam sefasında bazen yoğun günlerde su-tas kavgaları da olur. İçilen soğuk bir gazoz , yenilen bir simit unutturur herşeyi. Yanakları al al olmuş kadınlar çıkar hamamdan evlerde pişer çaylar ve yemekler. Bir sonraki sefer için tekrar plan yapılarak zaman akar gider.
Dayım bizi Eskişehirin tren garından uğurlarken akrabalarımızı geride bırakarak Haydarpaşaya doğru yola koyulmuştuk.
2014 Haziran ,okullar kapandı.
Bu sefer İstanbuldan trene binemiyoruz. Seferler başlamadı henüz.
Kara yolu kullanacağız.
Barış ve beni eşim Murat uğurlarken Barış “ baba seni seviyorum” dedi ve öptü. Keşke sen de gelseydin baba dedi. Ne kadar az söyleriz –seni seviyorumu –ne kadar az sarılırız en yakınlarımıza. 1992 de Sarılmakta zorlandığımı paylaştığımda İlk psikoloğum demişti bu yüzden mi sık yolculuk yapıyorsun…
Yollar ayıran ve kavuşturan yollar. Sevinçle ve hüzünle, kahkaha ve gözyaşlarıyla.Yüreğini bırakırken ve yüreğini açarken.
Yol hikayeleri
Oğlum ve ben 8 yıl sonra Eskişehir yolundaydık. Otobüsün rahat hat oluşu, televizyon izleme imkanı Barışı çok mutlu etti. Anneme herzaman değer veren, birlikte büyüdükleri amcasının oğlu Mehmet abi davet etmişti. Oğlu Kenan ve Ezginin düğünü olacaktı. Babamın vefatından sonra eşi Nurcan ablayla sık aramışlardı annemi.
Kuzenim Sezgin abisi oğlumu bekliyor.Sesi ve sazıyla sevgisini tellere verir Sezgin. Duyarlı, dürüst, adam gibi adam Sezgin. Çalışsa da başka işlerde sazları ve türküleri yanındadır. Dost sohbetleriyle. Hissederek, anlamlarını düşünerek söyler türküleri gerçek değerini bilenlere. “Babamdan bana miras saz kaldı” der.Yakınlaştırır türküler baba oğulu. Mesafeler azalır. Baba söyler yanık sesiyle, çalar oğlu.

Rıza eniştem, çalışkan ,emektar eniştem. İşini çok sever. Şantiyelerde yurt dışında çalışırken yanık türküler söyler gece yatmadan .Koğuşta herkes hissetmiştir gurbeti. İstediği çocuklarının mutluluğu.Kızı Belgin evlenince kalmıştır severek evlendiği Naciyesiyle..

Yıllar önce Kuzenim Ertanın , “Gaziantep oyunu” oynayışı-coşkusu bizi çok etkilemişti.Lise yıllarında içimde kalan halk danslarına üniversitede kavuşmuştum. Gösteriye bile çıkmıştım.Sonra İstanbuldada tutkum devam etmiş, 1 yıl emek vermiştim.Diğer Kuzenlerim, Ertan gibi halk danslarıyla büyümüşlerdi. Bedenlerinde halaylarımızın ritmi ve davulun ritmi, zurnanın sesi ve ilk temiz aşklar yaşanır sokak düğünlerinde .
Kuzenim Ayferin içli sesi. Dayımın Alevi deyişleri. Muhabbet masasında toplanılır, zaman su gibi akardı.Ah ne güzel hepsi. Hayat galesinde ne kadar az paylaşsak da paylaşılanlar çok kıymetli. Şehriban ve Hüseyinin evlerinde eşimle dost sıcaklığı yaşanmıştı. Kuzen Dilek ve Meral Ankarada yaşasalar da kopamazlar Eskişehirden. Sıcaklığından…
Hasan Dayımda evini açtı yazları.Almanyadan geliyor. Muhabbet dostu-eşi can yoldaşı yengemle. Kendi dünyalarında ve topraklarında.
Sevgili Erdal, büyük amcamızın oğlu. Büyüdü, ailesi oldu. Akrabalarına düşkündür. Sanat ruhu ve yeteneği vardır onda. Çinilerdeki desenlere yansır dünyası ve ahşap işlerine.
Haziran 2014
Geçen sene evlenen kuzen Belgin ve kuzen çocuğu Dilan .Huzur ile yeni yuvalarında . Düğünleri kısmet olmadı ama Kenan ve Ezginin düğünüyle buluştu akrabalar.
Taksiden indiğimizde, sokakta pişirilen yemekler yenmiş, evlerden kadınların elinden çıkmış ince ince sarılmış dolmalar bizi bekliyordu. Davul, zurna ve halaylar. Bir gün önce Ankaraya iki otobüs kız almaya- kız tarafının kına gecesine gitmiş. Otobüsde türkülerle coşulmuş, kız tarafı herkesi güzel bir atmosferde ağırlamış, çerezler, tülbentler dağıtılmış, kız tarafının gelenekleri uygulanmış, sevgi ve saygıyla gençler kucaklanmış .
İkinci kınadayız
Sanki eskiyi yeniden yaşıyoruz. Ertan yine ritme uymuş, eşi ve kızkardeşi Nilüferle coşkularını hepimize yansıtıyorlardı. Nilüferi hiç bu kadar mutlu görmemiştim. Kuzen Dilek erkek kılığına girmiş, yüzene siyah bıyık ve sakal yapmış, erkek kıyafeti ve erkek ayakkabısıyla ..Köy seyirlik oyun yaptılar sevgili Cafer amcanın-Gülbeyaz ablanın kızı Nilüfer ile. Yıllar sonra Dileğin yeteneği beni şaşrttı. Gurur duydum. Umarım Ankarada bu yeteneğini değerlendirir. Halaya ben de katıldım. Oğlum bizi izledi. Kültürümüzü bilsin istiyorum. Bu sene okulda o da folklorda oynadı. Umarım her yöremizi en güzel anlatan halk dansları sevdası yüreğine düşer. Çocuklar büyümüş, halayda onlar da yerlerini, almıştı. Komşular, akrabalar evlerini açarlar,düğün sahibine destek olmak için. Orada tanıştığım Emine evine davet etti –kuzenleri ve beni .Bembeyaz döşediği evinde ağırladı. Çaylar içildi.Zeycan, Aysel, Leyla, Nilüfer….Eskilere gidildi. Çocuklar olmuş, aileler büyümüş..
Misafirler ertesi gün olacak salon düğünü için evlere paylaşıldı. Kuzenim Ertan ve eşi Betül benle Barışı evlerine aldı. Yıllar önce Bakkalcı Hüseyin kızı olarak tanıdığım sarışın –renkli gözlü Hülya da bizimle. İki çocuğu ile güleryüzlü, mantıklı Hülya . Ertesi gün halayda farkettiğim, sarışın –renkli gözlü yakışıklı oğlunun sınavı vardı da geceyi zor etti. Doğa, Pelin ve Barış kaynaştılar evde de. Birlikte oynadıkları top da onları yakınlaştırmıştı. Sabah evde küçük kızların süslenme heyecanı ve zarif,narin Hazal çok tatlıydılar.
Düğünde gelinin sesinden bir türkü ve damadın sazıyla hoş bir sürpriz oldu.Güleryüzleriyle sımsıcaklardı. Bir sevda öyküsü daha başlıyordu.
Bana bir başka sevdayı hatırlattı .
Sevgili Abdurrahman, duyarlı, duygulu, kalbi güzel kuzenim. Antalyada okuduğunda Leyla’ya olan aşkını anlatmıştı.Kavuşacağı için mutluydu. Almanya da düğünü olacaktı. Eğitim için Almanyaya gittiğimde düğününde ben de vardım. Odaya girdiğimde gözlerin nasıl ışıldamıştı. Ben orda sana anneni-babanı hissettirmiştim.Şimdi Leylada burda .Eskişehirde . Senden ona emanet yavrunuzla Encandan bahsettik. Oğlun seninle ayni mesleği okuyor. Annesi onunla gurur duyuyor.Senden ve sevdanızdan bahsettik. Burada sen yoksun. Senin büyüdüğün topraklarda. Leyla.Acı içinde, SAKLASA DA herkesten gözyaşları içine akıyor. Bırakıp gitsen de bizi, döndün topraklarına..
ANNEANNEMİ VE SENİ ZİYARET ETTİKTEN SONRA BAŞLADI YENİ YOLCULUĞUMUZ …
Sevinci ve acısıyla selam olsun sana eski Yıldıztepe…
YILDIZTEPE, ESKİŞEHİR 2014
 
     Beğenin    
Anadolu Kavağı İstanbul
ÖYKÜ | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Haziran 2014
ANADOLU KAVAĞI

1988
İstanbulda yeni bir hayata başlıyorum. Antalyada devlet hastanesinde çalışmak istememiştim. Arayışım beni Taksim-Elmadağ-Fransız Pasteur hastanesine el rehabilitasyonuna İstanbula getirdi. Bilimsel ve idealist ortamda çok mutlu olmuştum.
Büyüdüğüm şehir Antalyayla kıyaslıyordum 7 tepeli şehr-i İstanbul’u. Burada yaşayacaksam bu şehri tanımalıydım. Bir turist gibi. Kültürüyle, tarihiyle, güzellikleriyle…
Karar verdim, sevmeye .

İSTANBUL ANADOLU YAKASI
Arabada 4 kişiyiz. Uzun, kıvrıla kıvrıla giden sahil yolunda Çengelköy, Anadolu Hisarı,Kanlıcayı geçiyoruz, Beykozdan Anadolu Kavağı yoluna uzanıyoruz. Ahşap evler başlıyor. Sağdan yol Cenevizliler tarafından yapılmış-YOROS kalesine çıkıyor. Solda iskele, balıkçı restaurantları, tatlılar ve kediler…
Anadolu Kavağına aşkım o gün başlamıştı. Kaleden boğazı seyrederken, diğer yanınız Karadenizi görür. TEPEDEN SEYREYLE İSTANBULu..

Yolculuklarım bu küçük balıkçı kasabası şeklinde yaşamı olan yere gönül bağıyla da bağlandı. Arkadaşım Şükranı İngilizce kursunda tanımıştım.Her kurstan bir dost kalır bana.Can dost. Vakur, sağ duyulu, hayatı erken yaşta babasız kaldığında bir başka öğrenmiştir. Sıkıca bağlı olduğu –değer verdiği annesi ve kız kardeşleri benimde sevdiklerimdir. Bir de beni Mehlikayla tanıştırmıştır. Sakin, yeşil gözlü arkadaşım. İyi niyetli…
Üç kişi , Anadolu Kavağı, Doğanay Restaurant…
Sohbetler, tanıştığımız garson,,Bizi herseferinde özenle karşılar ve saygıyla..
Yıllar sonra Sevgili Hocamız El Cerrahı Ayan Gülgönen ve Dr. Yılmaz İnan ile yabancı misafirleri ağırlamak için oraya gittiğimizde çok hoş karşılanmıştım.

Kara yoluyla gittiğimiz Anadolu KAVAĞI yolculuklaımız deniz yoluna dönmüştü. Bazen Sarıyerden geçerdik, Şükran ve Mehlika Yeşilköy ve Bakırköyden gelirdi.

Çoğu zaman DİLENCİ VAPURU nu kullanırdık.. İçindeki yabancı turistlerle yalılara uğraya uğraya giden vapur. Eminönünden kalkar, Beşiktaşa , Kanlıcaya, Sarıyere,Rumeli Kavağına uğrar, isteyen orada iner, isteyen son durak Anadolu Kavağına gider.RUMELİ kavağında da çok sevdiğim Hakan ve Fundayı tanımıştım. Hala dostlukları ve büyüttükleri çocuklarıyla hayatımızdalar.
Anadolu Kavağına indiğimizde gidiş-dönüş olan vapur bileti ile yaklaşık 3 saat oradasınızdır. Para durumuna göre balık ekmek yemek de güzeldir. Sonra başlar kaleye doğru yürüyüş. Annemi ve halamı da götürmüştüm yıllar önce. Kardeşim Nazanla fotograflarımız vardır.
Sonra eşim Muratla gitmiştik. Oğlumuz Barışı da alıp gideceğiz , orayı tanısın istiyoruz.

Bir bakarsınız yağmurlu bir günde ordayım, bir bakarsınız karlı bir günde, bir bakarsınız ışıl ışıl yaz günlerinde. Oturanlar aynı ailelerdir. Oteli yoktur. Bozulmamıştır halkı. Sağlık sorunlarını Beykoz da hallederler. Bir seferinde el hastam oradan gelip giden biri olmuştu.

Fotograf makinamla dolaştığımda evleri de dolaşmış, sohbetler yapmıştım. Evlerin biri Üniversiteli Kadınlar Derneğinin değerli üyelerinden Dr. Elgizindi. Yıllarca veremli hastaları iyileştirmişti. Kardeşi Türkan hanımın omzunu, elini- hırsız-kapakaçtı olayıyla yaralamıştı da öyle tanışmıştık. Birlikte TÜKD de çalışmıştık. Evlerinde dua okunmuştu da o zaman görmüştüm Elgiz hanımın evini.Organize ettiğim “KADININ ADI YOK” adlı fotograf sergisinde YANI BAŞIMDAYDILAR.
YILLAR GEÇTİ.
Haziran 2014
7 yıldır İstanbulda değildim.
Anadolu KAVAĞINA stajeri olduğum GÜLTEN SERHATLI HOCAM VE BENİM STAJERİM OLMUŞ EVREN LE oradayız. Stajer olduğu yıllardan beri , sevincimi-üzüntümü paylaşan, oğluma emeği geçen , birlikte çalışmaktan onur duyduğum dostum, meslektaşım..

Kara yoluyla serin bir günde ulaştık. Kaleye doğru çıktığımda kahvaltı ve yemek yenen salaş yerleri gördük. Onların arasından yukarı çıktık. Karadeniz önümüzde . Acı olan 3. köprünün ayakları dikilmişti. Karşımızda.

Tepede sert esen rüzgar, çekilen fotograflar, anılar. Her zaman kıyıda yemek yerken bu sefer tepedeki yerlerin birinde yemeğimizi yedik. Kahvemizi içtik. Üç kadın. Bu sefer Şükran, Mehlika, Salime değil. Gülten, Evren ve Salime.
YİNE YAŞANMIŞLIKLAR, KIRGINLIKLAR VE UMUTLAR BİZİMLE.
Bol oksijen ve dost sohbetiyle aşağı inerken, salıncakta sallandık. Dalından kiraz topladık. Henüz tam olmasalar da bol bol yedik. Aşağıya inerken yemyeşil ağaçlar , orman hala yerinde diye sevinmiştik. Evren,diğer stajerlerimizle oraya ilk defa benimle geldiğini hatırladı.
İskeleye yaklaşınca kalabalık artmıştı. Midyeler, balıklar, kediler…
Doğanay restaurantın çalışanları kavağın güllerinden hediye ettiler. Sardunyaların önünde fotograflar çektirdim. Kıyıda oturan teyzenin birine DR.Elgizi sordum. Rahmetli olduğunu biliyordum. TÜRKAN hanım da iki yıl önce vefat etmiş. Gönlü iyiliklerle, insanlara yardımla dolu bu insanlar da yeni yolculuklarına gitmişlerdi. Evleri satılmıştı.

Kreplere yan gözle bakarak, lokmadan tadarak, dondurmalarımızı yedik. Evlerin önündeki kayıklara doğru yürüdük. Yıllardır yalıda oturan Kavaklı İstanbul Beyefendisi Mimar bir beyle sohbet ettik. Rahmetli abisi Hidroklimatoloji kürsüsüne yıllarca büyük emek vermişti. Onu andık.

Akşam oluyordu, eve dönme vaktinde yola koyulduk. Beykoz Korusunun yanından bizi bekleyen sürpriz, iki tarafı ağaçlarla olan upuzun yoldan çevre yoluna çıktık.

Gülten hanım İstanbuldan ayrılacak.İstanbul aşkı bizi tekrar bir araya getirecek biliyorum.

Onu tanımanın özelliğiyle, gülüşü ve zerafetiyle, meslek sevdasıyla , iki evladı ve eşiyle mutluluklar diliyorum..
Evren, güzelliğinin yanında iç güzelliğini her zaman koruyacağına inanıyorum.

Anadolu KAVAĞI birleştirir insanları. Şehirden uzakta kendinizi başka bir yerde , sakin ve huzurlu hissedersiniz.
Hala gitmediyseniz orada sizi bekliyor……
Kirazlar olmak üzere.. .
“Dereseki”yolunuzun üzerinde. Yıllar önce makinamı alıp gittiğimde tatmıştım kirazlarını…
ANADOLU KAVAĞI
HAZİRAN 2014
 
     Beğenin    
Yüzleşmek
ÖYKÜ | © Yazan Kerem GÜMÜŞ | Yayın Mayıs 2014
"Neden Bu Kadar Öfkelisiniz?"

Günlerdir kafamı kurcalıyordu bir takım şeyler. Birileri hakkımda bir şeyler söylüyor ve bu beni ciddi manada rahatsız ediyordu. Öfkelendiriyordu. Sanki onlar beni çok tanıyorlar, ben kendimi hiç tanımıyormuşum gibi geliyordu. Ama tanımıyorlardı işte. Ben o bahsettikleri çocuk, gördükleri tablodaki kişi değildim. Hem nerden bilecekler de beni öyle yorumlar yapacaklar ki? Bu güne kadar neyimi görmüşler de bu kadar acımasız konuşabiliyorlar? Hayatlarını önyargı üzerine kurulu olan bu insanlar, tek tük hareketlerle neyi anlatmaya çalışıyorlar?

Öfkeli olduğum doğrudur. Bu yorumlara, bu yaşananlara, bu hayata… Beni anlamayan herkese ve her şeye… Bilmiyorum. Belki de yine kendimi kandırıyorum. Tüm bu öfkemi bir kalkan yapıp kendime, bir şeylerden kaçıyorum. Yüzleşmekten korktuğum o kadar çok şey var ki… Ve onlardan o kadar çok kaçmışım ki… Hakkımda duyduğum ve kabullenmediğim bütün kelimeleri, cümleleri duyunca bu denli öfkeleniyorum. O kadar kaçmışım ki her şeyden… O kadar korkmuşum ki yüzleşmekten; karşıma çıkınca ondandır yabancı hissedişim. Ben galiba… Galiba biraz kendime öfkeliyim…

Bazı şeyleri itiraf etmenin zamanı geldi sanıyorum. Ama çok korkuyorum. Bu içimde barındırdığım iyi / kötü özelliklerimi itiraf edince insanların beni sevmemesinden o kadar çok korkuyorum ki… Sanki gerçek benin bir değeri yokmuş gibi. Sanki özümde yaşayan kişi benden çok uzaktaymış gibi… Kalbimde o uzaklaşmanın ve yüzleşecek olmanın yükünü öyle bir taşıyorum ki… Ama aslına bakarsanız da kendim olarak sevilmeyi deliler gibi de istiyorum. Çünkü artık gerçekten çok sıkıldım. Rol yapmaktan, olduğum gibi davranmamaktan, kendimi insanlara karşı kapatmaktan… Anlaşılmaz olmaktan ve sevilmemekten… Sevilmemekten o kadar çok yoruldum ki… Gerçekten sevilmek istiyorum, deli gibi… Huzuru bulmak istiyorum. Koyup kafamı, ağlamak, boşalmak istiyorum. Boşaltmak istiyorum içimdekileri. Sakinleştirilmek istiyorum birileri tarafından. Ben buradayım, demek istiyorum. Hata yapmaktan korkmamak, ne yaparsam yapayım, aynı bunlar, dememek ve delice bağlanmak istiyorum; belki de hayata… Derinden gülmek istiyorum. Birilerinin yapmacık olmalarını sezmemek istiyorum. Ve sevmek istiyorum. Sevmekten korkmak yerine, savaşmak istiyorum. Ciddi manada sevilmek istiyorum… Bağırmak, çağırmak; içimdekileri dökmek istiyorum. Ve bunları yaparken kimsenin alınmamasını, beni anlamasını hatta destek olmasını istiyorum.. Çünkü artık gerçekten çok yoruldum. Çok sıkıldım bu oyunlardan. En güzel yaşlarımı, en güzel zamanlarımı bu denli acılarla geçirmekten çok bunaldım…

Korkmuyorum artık hiçbir şeyden. Eski günlerdeki gibi dikilip hayatın karşısına ekliyorum; Ben varım ve buradayım! Artık hiçbir şeyden kaçmıyorum….

"Nasıl hissediyorsunuz şimdi kendinizi?"

Rahatlamış, daha huzurlu. Galiba artık daha iyiyim…

"Günlük hayatta kullandığınız maskeler size ciddi manada zarar verecek ve sizi adım adım yalnızlığa sürükleyecektir. O yüzden lütfen bazı şeyleri kendinize ve çevrenize itiraf etmekten kaçınmayın. Kendinizi daha iyi hissedebilmek için ve en en önemlisi kendiniz için bu adımları atmaktan korkmayın. Bazı kişiler ve bazı olaylar size geçmişte birtakım zararlar vermiş olabilirler. Ama geçmişteki hatalar için geleceğinizi bu denli zindan hayatına çevirmeniz size eziyet olacaktır.. Allah yardımcı/mız olsun.."
 
     Beğenin    
Yaşamaya Değer
ÖYKÜ | © Yazan Remzi KARAKAYA | Yayın Mayıs 2014
Tavşan bir gün düşünmüş.Ben hep korkuyorum,ürkeğim, çakaldan kurttan,ayıdan,aslandan hatta kuşlardan bile korkuyorum.Böyle yaşamanın anlamı yok demiş.En iyisi intihar edeyim demiş.İntihar için bir göl seçmiş.Gölün kıyısına hızla varmış.Kurbağalar tavşandan korkusuna hepsi göle atlamış.Tavşan bir kez daha düşünmüş demek ki benden korkanlar da var,hayat yaşamaya değer deyip intihar fikrinden vazgeçmiş.
 
     Beğenin    
Orda Bir Köy Var Uzakta
ÖYKÜ | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Nisan 2014
ORADA BİR KÖY VAR UZAKTA
Atike ÖZKAN
KALEME ALAN SALİME YILMAZ

Orda bir köy var uzakta
Uzakta değil şuracıkta yakınınızda
Döşemealtı-Yağca köyündeyim
Adım ATİKE
Mavi gözlerim, beyaz tenim
Tülbentimden görünen ak düşmüş saçlarım var
Zengin olmasa da mutlu bir evde geçti çocukluğum. 13
yaşlarındayken başladım halı dokumaya. Üç kişi oturduk halı
tezgâhına. Dokuduğumuz halılar satılırdı hemencecik. Ucuz
ucuz. Şimdilerde değerli ama yapan da yok evlerde. Kalanlar da
evlerdeki sandıklarda, anılarda.
İlkokulu okudum okumasına da kafam almadı bir türlü. Halen
okuyup yazamam, ezberim iyiydi ama. “Muhtar gibi kadınsın”
derler bana, ederim boyumdan büyük laflar. Hayat okulunu
okudum ya. 20 yaşımdayken amcamın oğluyla nişanlandım.
Bekledim asker yolu. Evlendiğimde pamuk tarlalarında çalıştım,
hayvanlara baktım. Yaylada buğday-harman yaptım.
Köyde hamile kalmak da işe göredir. Kışın doğan çocuk büyütülür,
yazın kaynanaya bırakılır, başlanır işlere. Ölü doğan iki
bebeciğimden sonra dört çocuğum var şimdi. İlk çocuk kız. Sonra
doğan erkek çocuk, dışkısını yuttuğu için doğarken, engellidir
Mehmet Ali’m. Ankaralara götürmek istediğimde görümcem
karşı çıkmıştı. Ben “Keşkelerim olmasın” dedim “Bakarsın evdeki
kızcağızıma”. 3 ay Ankara’da tedavi ettirdim. Çaresi yoktu kuzumun.
Ben oralardayken küçük kızım sağmış sütleri, bakraç taşımış
minicik bedeniyle, yokluğumu hissettirmemiş.
Üçüncü bebeğim de kız olmuştu. Büyüdüler, ortaokula
başladılar. Bir gün bir servis kazası geçirdiler köyle-Yeniköy arası 30
116
çocukla. Kafa travması geçirdi büyüğü. Bekledik günlerce yoğun
bakımda. Küçüğünde de kırıklar vardı. Çok şükür iyileştiler. Cebiş
(kurbanlık keçi) kestik. Dualar ettik. Ben “Çocuklarım erkek
eline bakmasın, okusun” dediydim. İki kızım da ortaokul bitince
okumak istemediler. Sonra da şikâyet etmediler hayatlarından.
Evlendiler, çocukları oldu. Şimdi üç torunum var onlardan.
14 yıl aradan sonra dördüncü çocuğum doğdu. Bekletildim
doğum için hastanede. Kanamam vardı. Bir terslik olduğunu anlamıştım.
Bağırıyordum “Kendine zarar vermesin, düşmesin diye
somyaya bağlayacağım bir çocuk daha istemiyorum” diye. Çığlığı
duyan hemşire acıdı da nöbetçi doktora söyledi. “Çocuğu kurtarmalıyız,
kalp atışı yavaşlamış” diye apar topar sezaryene aldılar
beni. “Tüpleri bağlayın, ben üretim çiftliği miyim?” dedim. Sonunda
kocamdan izin alıp bağlamışlardı tüplerimi. Adını Ümit
koydum çocuğumun. Sarışın, çilleri var şimdi yüzünde. Her şeyi
gecikiyordu oğlumun, “Bir şey var” diyordum. Oturması da gecikmişti.
2 yaşında teşhis kondu “Beyin felci” diye. İlk zamanlar
tedavi hizmeti alamadık. Evde ilgileniyordum her şeyiyle. 6 yaşında
başladı rehabilitasyona. Devam ediyoruz şimdi, memnunum
çabalardan. Hiç yalnız bırakmam onu, istese de bedenim biraz
dinlenmek, hep yanıbaşındayım. Arar gözleri beni. Sırtımda taşıdığım
büyük oğlum için köy evimizin dışına bir asansör yaptırdık
şimdi. Rahatladım ecik. Eve kapamıyorum onu, bahar geldiğinde
o da canlanır toprak gibi. Bir de kaynanam vardır benim, hani
ben çalışırken çocuklarıma bakan. Geçirdi yarım felç, benzedi
kaderi torunlarına. Gelir 3 ay bende kalır, sonra diğer çocuklarında.
Bir de garip anam vardır. Bunama hastalığından oldu o da.
Kardeşlerim ilgilenir onunla. Gönül koysalar da bana, edemem
daha fazlasını. Son yıllarda uykusuzluk başladı bende de. Sabahı
erdim. Bedenim bıraksa beynim bırakmaz, beynim bıraksa bedenim
başlar sızlamaya. Uykuya hasretim şu sıralar. Hiç geçirmedim
kuzularımdan başka bir yerde bir gün. İyi gelecek biliyorum.
Bir nefes alsam, bir dinlensem. Sonra onlara da iyi olacak benim
yeni halim. Kısmet, bir gün olur herhal.
Yağca’da bahar başkadır. Nar çiçekleri açar. Geleneksel Nar
Festivali yapılır her yıl. Bakarım çocuklara binerler bisikletlerine.
Ah bir konuşabilselerdi, anlasam da gözlerinden, seslerinden her
117
şeyi. Ah bir yürüselerdi, onların ayakları da olsam giydirebilsem
ışıltılı ayakkabıdan Ümit’ime, koşsaydı. Binselerdi renkli bisikletlerine.
Bir ben mi yanarım onlara? Babaları benden yangın.
Akşamın sessizliğinde, çocuklar uyuduğunda kalırız baş başa,
dertleşiriz beraber “Biz ölürsek ne olacak?” diye. Az mı akmıştı
gözyaşlarım pamuk tarlarında çalışırken, gizli gizli? Az mı akmıştı
gözyaşlarım dokuduğum halıların ilmiklerine?
Benim kaderim, şekerlerim derim onlara…
Uzakta değil
Yanıbaşınızda
Şuracıkta
Yağca köyünde
Ben Atike!


ANTALYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ YAYINLARI: 12
HERKESİN BİR HİKÂYESİ VAR
II
BAŞARILI KADIN HİKÂYELERİ PROJESİ SAHİBİ:
Antalya Büyükşehir Belediyesi
Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı
MART 2013
 
     Beğenin    
Zülfinaz
ÖYKÜ | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Nisan 2014
ZÜLFİNAZ
Onu yıllar öncesinden hatırlıyorum. Komşumuz, annemin
iyi dostu, dert ortağı.
Çalışkandı, işine giderdi, dört çocuğuna kanat germişti. Kısa
boylu, kıvırcık saçlı. Sokağı dönüşünde yalpalayarak yürüyor.
Dizleri rahatsız. Onlar bir dile gelse neler anlatır bize. Yılların
yorgunluğu…
1945 Erzincan-Tercan-Karaçay köyü doğumlu. Ağa kızı Serfinaz
ile Kazım’ın ikinci çocuğu. Annesi ahırın yanındaki bir odada
büyütmüş onları. Annesi okumamış ama kültürlü. Babasıyla
evlenince annesi zenginlikten düşmüş yokluğa ama sabırlıymış.
Arpa ekmeğiyle büyümüş Zülfinaz. Nüfus çoğalınca 3 yaşındayken
dedesi yanına almış onu. 7 yaşına kadar kardeşlerinden ayrı
yaşamış.
Okul çağı gelince ailesinin yanına dönen Zülfinaz, anne ve
babasının sevgisine hasret. Kardeşleri kucaklar onu sevgiyle ve o
da okullu olur. Ancak bir dönem okuduktan sonra ailesi tekrar
göndermez onu okula. Oysa hayali okuyup öğretmen olmaktır.
10 yaşına gelince nenesi ölür. Gözleri görmeyen dedesine baksın,
onun gözü-eli-kolu olsun diye tekrar gönderirler onun yanına.
Arkada gözü yaşlı kardeşleri.
15 yaşına geldiğinde çok hizmet etmiştir. Saçları belinde, güzel
mi güzel, akıllı mı akıllı bir genç kız olmuştur. Dedesi altınlar
aldığı bir çocuğa söz vermişti. Gelin olacaktı Zülfinaz. Kader bu
ya bir genç gelir atın sırtında, öğretmenlik yapacakmış. Camın arkasından
gördüğü bu uzun boylu, yakışıklı Yaşar amcadır. Tanıştıklarında
utanmıştı ama kaymıştı gönül. Çareyi kaçmakta buldular
rıza olmayınca. Bir ayın sonunda dede razı gelir ve başlık
parasıyla yaşı büyültülerek nikâhları kıyılır. O sırada babası onu
gördüğünde akıtır gözyaşını kızı için gizliden. Uzaktan da annesi.
Gelinliği dikilir. Bir odada işlemeli yastığa oturtulur. Uzun saçlarını
ellerinde taraklarla kızlar tarar, tarar. Maniler eşliğinde 10
tane ince örük örülür. Zülüfleri kesilir.
53
Mendilim el ele
Düşmüşüm gurbet ele
Yedi mendil çürüttüm
Gözyaşım sile sile
Kına yakıldı. Davul zurna tutuldu. 3 gün 3 gece yemekler
yendi, halaylar çekildi. Amcası duvağı örttü. Göl kıyısında gezildi.
Gelin olacağı eve vardığında atın üzerindeydi. Gökten bir
elma attı Yaşar, düştü Zülfinaz’ın duvağına ve kalbine. Bir inek
verdi kaynana. Süpürge koydu önüne, aldı. Demir kondu, aldı.
Gelenekmiş. Çalışkan dediler ona. Kaynana çivi çaktı ayaklarının
önüne, evlilikleri sağlam olsun diye. Diğer köye öğretmen olarak
gitti eşi her sabah. İki evlat verdi ona Zülfinaz, biri erkek, biri kız.
1966 yılında Erzincan depremi olur. Devlet ev verir ama karar
verir eşi İstanbul’a taşınırlar. Daha bir ay geçmeden haber gelir
ve daha önce de çalıştığı Karayolları, Antalya’da iş imkânı sunar.
Böylece Karayollarında Muhasebe Müdürü olur ve TRT’deki mutlu
yuvalarında başlar yeni hayatları. Akşamları elinde fileyle gelirdi
kocası. Tatlıydı dili. Değer verirdi. İsteyerek evlenmişti onunla.
Bir kat yatakla başlayan hayatlarında hiç unutamadığı tel dolabıdır.
Özenerek kaplarını yerleştirdiği. Bir erkek, bir kız daha katılır
aileye. Dört çocuk olmuştur. Okula gönderir onları. Şehre uyumu
çabuk sağlamıştır Zülfinaz. Geçim sıkıntısı başlar zamanla. Kazanıyordur
eşi ama paylaşıyordur da bir o kadar akraba, eş-dostla.
Eskiden ilk olarak çekirdek aile düşünülmezdi şimdiki gibi. Önce
başkalarıydı. Hatırlar, misafir geldiğinde çocuğunu banyoda yazılıya
hazırladığını. Çalışmak ister. “Sırt sırta verelim” der. “Kadın
parası yemem” derdi o zaman erkekler. Ayıp değildi çalışmak.
Antbirlik’e işçi alınacaktı. Gece okulunda okur-yazar belgesini de
alıp başlar, çalışanların çocuklarına kreşte bakmaya. Vardiyalı çalışır.
Hem eve bakar, yemek, temizlik yapar, hem kocasına hizmet
eder. İşini çok sever. İki yıl sonra işi fabrikada iplik başındadır.
HER İPLİK BİR ANIDIR. Her iplik dertlerden uzaklaşmaktır.
Zamanla yaralar açılır yaşamında. Mutlu insanları istemez ya
mutsuzlar, kıskanırlar ya. Zarar verseler de Zülfinaz güçlüdür, o
annedir ve eştir. Sarılsa da yaralar, kalır izleri. 21. yılında emekli
olduğunda 3 çocuğunu evlendirmişti.
54
Erkekler gurbete Almanya’ya giderler. “Onlar uzakta da olsa
mutlular ya başka ne isterim” der. Gelinleri ve torunlarının mutlulukları
tek isteği. Zülfinaz ve Yaşar’ın toplam yedi torunu var.
Her zaman ona karşı anlayışlı olan eşiyle sürüyor hayatı. Kırgınlıkları
bırakmalı geride, affetmeli ve vedalaşmalı hayatla.
Bir yastıkta başlayan sevdalarının, bir yastıkta devam etmesi
dileğiyle. Ölene kadar.zülfinaz
SALİME YILMAZ-ANTALYA


ANTALYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ YAYINLARI: 12
HERKESİN BİR HİKÂYESİ VAR
II
BAŞARILI KADIN HİKÂYELERİ PROJESİ SAHİBİ:
Antalya Büyükşehir Belediyesi
Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı
MART 2013
 
     Beğenin    
Değişim-Annem
ÖYKÜ | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Nisan 2014
DEĞİŞİM
Salime YILMAZ
Kış zamanı, yıl 1951… Erzurum Aşkale’nin bir köyünden
dokuz aylıkken Erzincan’ın Tercan ilçesi Yaylacık köyüne
taşınırlar. Beş kardeşin ortancası olarak dünyaya gelir. Yuvarlak
yüzü, al yanağı uzun örgü saçlarıyla annem Sakine Pekgöz.
İlkokula başlar, kızlı erkekli sınıflarında. Dayılarım “kız kısmı
okumaz” derler, annem çok üzülür ve okulu yarım kalır. Sessiz,
sakin, tarlada çalışır, koyun sağar, ekmek pişirir annem. Aklında
hep kitapları. Babası istermiş okumasını ama ağabeylerin sözü
geçmiş. Her ne kadar o ağabeylerin kızları üniversite okusa da o
zaman öyleymiş. Yıllar geçmiş annem on beş yaşına gelmiş.
Köyün yakışıklı, sesi güzel, türküler söyleyen, halayda başı
çeken genç delikanlının da etrafında bir sürü hayranı varmış. Kendi
de bunların farkındaymış. Küçük yaşta annesi ölünce İstanbul’a
gurbete gitmiş. Karda, soğukta, Cağaloğlu’nda gazetelerin
üstünde yatmış. Adapazarı–İstanbul trenlerinde limon satmış,
bahçıvanlık yapmış. Sonra askerliğini bitirince babası onu devlet
kurumunda işe koymuş Antalya da. Köye döndüğünde babası
artık oğlu evlensin istemiş. Onu idare edebilecek, çalışkan, iyi
aile kızı annemi düşünmüş “Hanlı Yusuf ’un kızı Sakine- gelinim
olsun” demiş ve bunu babama söylemiş. Aklı havalarda babam
evlenmeyi daha düşünmüyormuş ama yine de “Tamam” demiş.
46
Annemi bir akrabası evine çağırdığında babam da gelmiş.
Annem çok korkmuş. Babam elini tutmuş ve “Seni babandan
isteyeceğiz” demiş. Annem yüzüne bile bakamadan kaçmış. Onu
tanıyormuş ama “gölgesi bile ağır” gelirmiş. Elini de tuttu. Artık
hayır diyemez. Namus…
Annem, dedemden istenmiş. Anneme sormuşlar. Elini
tutmuştu ya hayır diyemez. Aslında başka gençler de varmış
annemi isteyen. Kader demişler. Annem gelinlik giymiş, atın
sırtında. Geleneklere göre damdan bir elma atılırmış gelinin
başına. Elma düşmüş… Davullar, zurnalar, yemekler, halaylar…
Annem büyükbabamın evine gelmiş. İlk aylarında hamile
kalmış. Bir gün tandırın üzerinden banyo kazanı kaldırırken
düşük yapmış. Yaşasalardı iki ağabeyim olacakmış. Aradan
daha bir yıl geçmeden bana hamile kalmış. Dağların arasında,
kerpiçten yapılmış evlerin olduğu, baharda rengarenk çiçeklerle
bezeli şirin yerde dünyaya gelmişim 1967’de. Köyün ebesiyle
devletin ebesi kavga etmiş benim için doğurturken. Toprak
bağlanırmış bezime sıcak tutsun diye. Tahta beşikte sallıyorlarmış
beni. Dedem koymuş adımı: Salime. Annem, halalarımla, üvey
babaanneyle iyi anlaşırmış ve dedem değer verirmiş. Ama babam
yanımızda değilmiş. Dedem düşünmüş ve “Böyle olmaz gelsin
ailesini alsın. Sorumluluk alsın, ayrılık olmasın” demiş. Babam da
gelmiş ve bizi Antalya’ya getirmiş.
Annem, babam, ben ve bir yatak. Şark Ekspresi. Trende
yolculuk. Çok açmışım üzüm, ekmek yemişim bol bol. Annemin
sütü yetmezmiş, aç kalırmışım çoğu zaman. Artık her şey daha
iyi olacak bir arada ve şehirde. Eski Sanayi Mahallesi’nde, şimdiki
binaların olduğu yerde gecekondular varmış. Bir tanıdığın mutfağı
annemin evi olmuş. Ağzı beyaz tülbentle kapalı annemin; ağzı
var dili yok. Babam, Köy Hizmetleri’nde sürveyan olarak sürekli
köy yollarını yapmaya gidiyormuş. Annem, ben bir de yanımızda
annemin küçük görümcesi varmış. Kimseye gitmezmiş,
korkarmış. Komşular ve tanıdıkları gündüz yanına gelirlermiş.
47
Babam bana çok düşkünmüş, evine karşı sorumluymuş ama
çok titizmiş; yemekte, ütüde ve hayatın her alanında. Bir odalı
evden Fethiyeli Şükrü Amca’nın iki odalı evine geçmişler. Çok
iyi insanlarmış. Babamı evladı gibi sevmişler ve bizi de. Bir gün
babam yokken ayağıma çaydanlıktan sıcak su dökülmüş ve bir ay
boyunca annem beni pansumancı Hasan Amca’ya bir de Sigorta
Hastanesi’ne götürmüş. Sonraları bakılmış ki annemin bacağına
da o sıcak sudan dökülmüş. Korkudan söylememiş. Babam çok
kızgınmış. Susmuş, susmuş… İkinci kız kardeşim doğmuş gece
yarısı, babam arazide, görevde. Komşular doğurtmuş. Annem
şehirde ama doktora gitmeye korkarmış doğum için. Kardeşime
yaşamaz demişler zor doğunca. Babam haber alıp gelmiş ve bir iş
arkadaşının adını koymuş kız kardeşime, Nazan.
“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, aşrı aşrı memlekete
kız vermesinler” türküsünü her duyuşunda annem köyünü
özlermiş, dağlarını… Ailesi yanında olsa çok mutlu olacakmış.
Ama ne çare “gurbet o kadar acı ki ne varsa içinde”. Annem ve
babam bir evleri olsun istemişler. Zeytinköy’de elleriyle taşınıduvarını
yaptıkları, güzel-büyük bir ev. Bir süre suyu dışarıdan
taşımış annem. Babam kırk tane ağaç dikmiş; yarma şeftaliler,
elma vb. Fasulyemiz, çileğimiz… 1971 Kıbrıs Barış Harekâtı
zamanı helikopterler geçerdi, ajanslar can kulağıyla dinlenirdi.
Üçüncü kardeşime hamile olan annem için ambulans çağrılmış.
Tam kapıya geldiğinde doğmuş Ercan. Babam en sevdiği
arkadaşı olan mühendisin adını koymuştu. Kız erkek ayrımı
yoktu babamda. Hepimizi çok sever ve okutmak isterdi, özellikle
kızlar okumalıydı. Annem ve babam karar almışlar “burada
çocuklar okuyamaz daha iyi bir çevreye taşınalım” diye. Evlerini,
komşularını çok seviyorlarmış ama dünyaya bakışları farklıymış.
Orada kadınlara ilk defa pantolon giydirmeyi babam sağlamış.
Ailecek hafta sonları gezmelere, pikniklere, denize gitmekte
babam örnek olmuş. Geleceği düşünen annem ve babam
Bahçelievler’e taşınmışlar.
Annem okuma–yazma kursuna gitti, sonra diplomasını
48
aldı. Çok mutluydu. Babam destekledi. Halk Eğitim’de biçkidikiş
kursuna gitti. Yeni muhitinde çocukları Barbaros
İlkokulu’na gidiyordu. Orada, oğlunun öğretmeni ona çok örnek
oldu. Nezihe Budak Hoca’dan çok şey öğrendi; hakkını aramayı,
sesini çıkarmayı. Dört çocuk olacaktı “Hayır” diyebildi. Annem
çocuklarına karşı hep ilgiliydi. Okuldan evimize geldiğimizde
hep bizi karşılardı. Annem ev hanımıydı, diğer çocukların
anneleri de çalışmıyordu ama annem farklıydı. Evde annesini
bulamayan, yemeği pişmemiş çocukları da evine alırdı. Birlikte
o sıcaklığı yaşardık. Ev eşyasına önem verilmezdi ama akşam
sofralarında bir arada olmak önemliydi bizim için. Eğitimimize
ve gezmemize değer verildi. İlk ansiklopedimizi aldıklarında
ne kadar heyecanlanmıştık. Bize hiç “ders çalışın” denmezdi,
biz zaten çalışırdık. Annem, ev işlerini kendi üstlenirdi. Veli
toplantılarımıza muhakkak gelirdi. Erkek kardeşim anaokuluna
yazdırılmıştı ve hepimiz çok mutluyduk. Ben ve Nazan Antalya
Lisesi’ni bitirdik. Üniversite sınavında ben Hacettepe Fizik Tedavi
ve Rehabilitasyon bölümünü kazandım 1984’te. Şehir dışına kız
çocuğunu göndermek normal değildi o zaman ama bağırlarına
taş basıp beni gönderdiler. Yurtta kalarak okudum. İki yıl sonra
da Nazan, Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık bölümünü
kazandı ve İstanbul’a gitti. O da yurtta kaldı. Annem ayrılığımıza
zor alıştı. Evde el işleri, dantel yaptı sattı, yıllardır da yapardı.
Sonra bir bebeğe bakmaya başladı ve bu hem bebek için hem
annem için çok iyi oldu. Halen haberleşirler Atıl’la. Sonra Ercan;
evden uçtu kuş misali. Onunla iletişim olsun diye hayatında hiç
yapmadığı halde futbol maçını izlemeye başlamıştı. Çok sever
oğlunu, o da annesini. Anadolu Lisesi’ni bitiren oğlu İstanbul’da
İşletme okudu ve bankacı oldu. Şu an bir bankada şube müdürü.
Annem ve babam gurur duyuyorlardı bizimle. Önceliği
hep çocukları olmuştu. Şu zamanki gibi sevdalardan değildi
onlarınki. Didişirlerdi. Annem hep gönlü alınsın isterdi, babam
anlatamazdı sevgisini. Annem istemezdi ne eşya ne para. Değer
verilmekti, ömür boyu istediği. Gözünü onda açmıştı. Sanki
babam onu da bizimle büyütmüştü. Öyle derdi. Annem zaten
49
gelişmeye açıktı. Türk kadını olarak yöneticiydi, yumuşaktı
ama ailesi için her türlü savaşa girerdi, aslan kesilirdi. Gizli bir
sevgi diliydi aralarındaki. Sanki didişen onlar değildi biz bir
şey söylediğimizde, hemen babam korurdu annemi. Annem ve
babam bir bakarsın bir konuda söz birliği etmiş, tek duvar olur
karşımıza çıkarlardı. İnsanlara yardımı severlerdi. Annem her
zaman yaşlının, hastanın yanındadır. Bize de örnek olmuştur.
Bir tas çorba, bir ziyaret onun hayatındadır, paylaşır. Genç
anneleri hep girişimci olmaya zorlamıştır. Başarmıştır. Şimdi
onlar birer çalışan, üreten kadındır. Okuyamadı ama üç çocuk
okuttu. Sadece okutmadı onlara güzel değerler verdi. Babam üç
çocuk okuttum derken çevremiz ve biz bilirdik ki gizli kahraman
annemdi.
Ben İstanbul’da işe başladım. Annem, babam ve üç kardeş
tekrar İstanbul’da bir araya geldik. Annem, Antalya’da dolmuşa
hiç binmemişti “Bu şehirde herkes koşuyor normal yürüyen yok”
demişti, şaşırmıştı. Artık tek başına bir yerlere gidebiliyor, küçük
şehirdeki gibi toplum baskısı da yoktu. Kişisel olarak kendini
bulduğu yer oldu İstanbul. Okuma–yazma bilmeyen kadınları
organize etti, kurslar açtı, onlarla birlikte oldu. Annem bizimle,
tiyatrolara, sinemalara geldi, söyleşilere katıldı. İlk fotoğraf
sergimde gelip annemi bizim için tebrik etmişlerdi. Yıllar sonra
bir fotoğraf sergisinde fotoğraf konusunda yorum yaparken onu
duyunca çok şaşırmıştım. 2001’de annem ve babam Antalya’ya
döndü, kız kardeşim döndü. 2006’da ben ve eşim “oğlum
anneannesinin yanında büyüsün” diye Antalya’ya döndük.
Bıraktığımız kadar olmasa da Antalya’da yaşamak kolaydı.
Deniz ve güneş… Annem kırk altı yıllık hayat arkadaşı babamın
koah hastalığıyla son iki yıl uğraştı. Babam, annemi yanından,
gözünün önünden ayırmak istemedi. Yıllar sonra ağzından tatlı,
övgü dolu sözler çıktı. Çocuklar değil, gerçek olan hayat arkadaşı,
eşiydi. Bir de ilk torunları için çok beklemişlerdi ama şu an
altı yaşında olan Barış onlara yaşam enerjisi olmuştu. Hastalık
sırasında ikinci torun haberi de geldi. Oğlunun kızı olmuştu:
50
Defne Lavin. Yıllar sonra hastalık nedeniyle güneş gören, birinci
kat bir eve taşınıldı. Annem, aydınlık mutfakta ona yemekler
yaptı. Balkonunda kahve içtiler. Hayat zorluklarıyla da olsa
güzeldi. “Ölüm Allah’ın emri ayrılık olmasaydı” derdi annem,
annesine doyamadığında gurbette. Şimdi ölüm yakınındaydı.
Eylül 2011’de babamı kaybettik ve bir çınar devrildi yetmiş
üç yaşında. Geride onun yokluğunu her an hisseden bir eş ve
çocukları. Annem, Sakine Yılmaz, yine ayakta, yine çocuklarına
kol-kanat olmaya devam edecek.

SALİME YILMAZ

Antalya Büyükşeh İr Belediyesi İ YAYINLARI: 7
HERKESİN BİR HİKÂYESİ VAR
BAŞARILI KADIN HİKÂYELERİ PROJESİ SAHİBİ:
Antalya Büyükşehir Belediyesi
Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı
Mart 2012
 
     1 Beğeni    
Hayat-Nietzche
ŞİİR | © Yazan Aysun DEVRAN | Yayın Nisan 2014
Şiir

Gidene kal demeyeceksin. ..

Gidene kal demek zavallılara,
Kalana git demek terbiyesizlere,
Dönmeyene dön demek acizlere,
Hak edene git demek asillere yakışır.

Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme,
yoksa değersiz olan hepsen olursun...

Düşün...

Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter...

Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama sevgisini...

Ya çare sizsiniz yada çaresizsiniz. ..


Öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden, kendimi bir sahnede buldum,
Oynadım.

Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredeceksin.
Öyle hayat yaşadım ki son yolculukları erken tanıdım.
Öyle değerliymiş ki zaman hep acele etmem bundan anladım.
 
     Beğenin    
Üç Kadın
ÖYKÜ | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Şubat 2014
Ocak 2014

Yağmur çiseliyor
Nemli, ıslak bir Antalya akşamı
Şehrin ışıkları yanmaya başladı

Büyük şehirlerden farkı erkenden insanlar evlerine çekilmiş, sokaklarda yaz aylarının canlılığı yok, sakin ve huzurlu.

Üç kadın , üç dost Antalya sokaklarında..

Onları birleştiren iş anlayışları, onları birleştiren insana önem vermeleri, onları birleştiren yüzlerinde maskenin olmaması..

Maskeleri olmayan insanlar gönüllerini açar birbirlerine, dertlerine çözüm olamasalarda yanlarında hissederler birbirlerinin, maskeleri olmayanlar hala insanlığı yüreğinde kaybetmeyenlerdir.

Tek tük kalan turunç ağaçlarının eşliğinde , yürüyen üç kadın…

Şehrin yat limanına bakan çay bahçesinde tente altında tek kuru kalmış masa etrafında başladı sohbet. Hem birlikteydiler hem de kendi dünyalarında. Geziniyordu düşünceleri, hayalleri,umutları.. Üç ayrı yaş kuşağı; 20 li,30lu,40lı yaşlar....

Aşağıda yat limanının tekneleri, küçük anfi tiyatrosu, restaurantların masaları, boşluk,,,,
Mermerli çay bahçesi her zamanki heybeti ve güzelliğiyle karşıda.Arkasında Karaalioğlunun Kalesi…Mermerli plajı . Babamın çocukken bizi orada yüzdürdüğünü anlatır annem. Bir gün oğlumu orada yüzdüreciğimi hayal ediyorum.
Akdeniz, dalgalarıyla Mermerlinin plajına ,kayalara çarpıyor. Bembeyaz köpükler. Her çarpan dalga hayatın zorluklarını anlatıyor sanki. Kayalardan çarpıp dönen sular tekrar tekrar devinim halinde..Bazen zorluklar çıksa da hayatımızda su temizler her şeyi. Her şey yerini bulur hayatta ..Su akar bulur yolunu derler ya..Yalnız değilseniz varsa yanınızda dostlarınız her şey kolay gelir size..

Üç kadın , yağan yağmur, şehrin ıslaklığında ve sukunetinde sıcacık olur yürekleri…

Nemli, ıslak bir Antalya akşamı

OCAK 2014
 
     Beğenin    
Son Durak
ŞİİR | © Yazan İsmail ÇALIK | Yayın Şubat 2014
Güneş penceremden içeri ince çizgiler halinde süzülüyor
Ellerimi uzatıyorum güneşe ona dokunmak istercesine
Kalbim heyecanla çarpıyor o an titrerken ellerim
Sanki ilk kez ışığı gören bir bebek gibiyim.

Kendime soruyorum sen ışığı hiç gördün mü diye
Doğdun mu hiç bir annenin kucağına?
Ya da dümdüz uzanan uçsuz bucaksız bir ovaya…
Hayır doğmamıştım yeni yeni anlıyorum.

Şimdi düşünüyorum da
Ben hep rölantide yaşamışım hayatı.
Hayatı, ciğerlerine dolan temiz havadan çok,
Ceplerine dolan parayla kıyaslayanları bilmişim gerçek diye.
Egoları hep daha büyük olmuş insanların
İnsanlara besledikleri sevgiden.

Mutluluğa giden yolda ben hep geç kaldığımı sanmışım,
Ya da beni oraya götürenin çoktan beklediğim duraktan geçtiğini,
Son durağa vardığımda ise anladım ki orada beni bekliyormuş o.
Ellerini açmış,
Yüzünde ince dudaklarının oluşturduğu gamzeli bir gülümseme…

O da beni bekliyormuş onca zamandır orada.
Birçok gelen olmuş otururken o durakta
Fakat içindeki ses “işte bu!” dememiş gelenler için,
Ta ki beni görene kadar,
Ta ki bana ellerini açana kadar…

Önce korkmuş bana ellerini uzatırken,
Sonra bir sıcaklık kaplamış içini,
İçini kaplayan sıcaklık, ışık olmuş,
Sonra gelmiş gönlümün penceresinden içeri ince çizgiler halinde
Ve ben o güne kadar hiç görmemişim o gerçek ışığı
Ve ben, ellerimi uzattım ışığa, titreyerek…

İsmail ÇALIK Haziran '10
 
     Beğenin    
Sevgili Eşim İçin
ŞİİR | © Yazan Gökhun İnan YÜCEL | Yayın Ocak 2014
İlle de doğacak güneş, kara salkım saçlarına
Sana inat şevk katıyor, bu sabah mahmurluğuma.
Ne demiştik; hayli zamandır senle,
Sarıp sarmalayıp, çilekeş geçen yılları,
Ermeyecek miydik artık bizde muradına.
Xx
Dün, evlat sevgisi gibi, yandı mı senin de bağrın?
Sokulurken minik Çınar, sancılı anasına,
Titrek sesin ürperdi mi bir lahzacık bile olsa?
Hazin hazin, başın eğik, yürüyorken sen yanımda.
Xx
T an yerleri ışıdıysa,
U kte kalmaz yarınlara.
G ün yanılır şaşar mı hiç,
D oğacaktır nasıl olsa.
E vladımız da olacak
M adem ahd ettik yarına.
 
     1 Beğeni    
Başlıksız
ŞİİR | © Yazan Gökhun İnan YÜCEL | Yayın Ocak 2014
Gül yüzünde bir tebessüm açarsa,
Ve ben bunu bilirsem,
Şu an Edirne de kör eden bu sis dağılır,
Kasvet gider,
Ve sadece sen gelirsin şair ruhuma,
Her şafak olduğu gibi…
 
     1 Beğeni    
Başlıksız
ŞİİR | © Yazan Gökhun İnan YÜCEL | Yayın Ocak 2014
Çocuksu saflığın aklım(ı) çalan,
N’olur sen de desen bir pembe yalan!
Kız aşka düş. Sen de tutul.
Var biraz sen de tasalan.
N’olur sen de olma bir pembe yalan!
Xx
Hani Haziran ayında o yaz sabahı var ya;
Sevmiştin sen de güya.
Daha o ilk bakışlar,
Sendin kalbime kor saçan,
N’olur sen de desen bir pembe yalan…
 
     1 Beğeni    
Sevginin Önemi...
ŞİİR | © Yazan Derya OĞUZ SARIALP | Yayın Aralık 2013
Çocuklarımızı koşulsuz şartsız severiz, ve bunu her daim göstermeliyiz;

Onu yaparsan seni severim, bunu yaparsan seni sevmem şeklinde konuşmamız son derece YANLIŞTIR !

Ne yaparsa yapsın, o sizin biricik oğlunuz- biricik kızınız ve onun sevilmeye ihtiyacı var.

Sevilmediğini duyan çocuk buna inanır, sevilmediğini düşünür, bu onu karamsarlığa iter.

Biz de 6 yaşımızdayken annemiz- babamız tarafından sevilmediğimizi duysaydık çok üzülürdük.

İnsanların en temel gereksinimlerinden biri de sevgidir. Karnımızın doyduğundan emin olduktan sonra sevildiğimizi de bilmek isteriz.

Çocuklar koşulsuz severler. Onu doyurduğunuz, giydirdiğiniz, okuttuğunuz için DEĞİL, sizi siz olduğunuz için severler. Siz onun biricik anne- babasısınız. Çocuğunuzun dünyasında her zaman doğruyu yapan, doğruyu dile getiren büyük KAHRAMANLARSINIZ.

Çocuğumuza onu sevdiğimizi söyleyelim, onları sevgiyle büyütelim.

Araştırmalar da bunu kanıtlamıştır. En ağır derece zihinsel geriliği olan çocuk bile onu sevdiğimizi söylediğimizde bunu anlayabiliyor.

Onu sevdiğimizi söylersek çocuğun kişilik, karakter, zihinsel gelişimine olumlu katkıda bulunmuş oluruz.

Şimdi harekete geçin, dönün ve çocuğunuza adıyla birlikte seni seviyorum deyin.

Sevgilerimle...



Psikolog Derya OĞUZ
 
     Beğenin    
Aıds ( Acil İlgilen Dilediğince Sev ) = Alf' İn Ağzından Mektup
ÖYKÜ | © Yazan Işıl KARATAN | Yayın Ekim 2013
Merhaba ;

AİDS olduğumu öğrendiğimde mama kabıma gömülmüş deliler gibi günlerdir aç olan karnımı doyurmakla meşguldum...A.İ.D.S yani " Acil İlgilen Dilediğince SEV" gibi bi şey olduğunu düşündüğüm AİDS konusu beni hiç enterese etmemiş aksine o anda oldukça mutlu mırıl mırıl bir kedi haline getirmişti. Günlerdir süren burun akıntım, deliler gibi hapşırmalarım, göğsümden gelen o boğuk hırıltılı sesler, boğazımın hemen altında ceviz büyüklüğündeki kocaman kocaman şişliklerim, yürümekte zorluk çıkartacak kadar şişen arka bacaklarım, ağrıyan kulaklarım hep bundanmış...AİDS !!!

Bense, sokak çocuğu olmanın getirdikleridir diye düşünüyordum...Açlıktan ve bakımsızlıktandır diye kanıksamıştım yaşadığım hayatı.Gerçeği nihayet öğrendim...Ben AİDS' e yakalanmıştım. Acil doyur istiyorsan sevebilirsin güzel bir duyguydu ama aslında bu ölümcül ve çok bulaşıcı bir hastalığın kısa adıydı..."KEDİ AİDS " i diye bir hastalıkmış beni yıllar sonra ilk kez bu kadar güzel ve sevgi dolu bir bakımla karşı karşıya getiren şey, ama aslında beni yavaş yavaş öldüren şeymiş bu AİDS denen hastalık...

İnanın KEDİ olmak ve AİDS'e yakalanmak bu hayattaki seçimlerimden biri değildi. Ben böyle yaratılmıştım ve sokaklarda doğmuş yine sokaklarda büyümüştüm. Kavgacı ruha sahip değildim, ama kavga etmezsem hayatta kalmayı başaramazdım ki. AIDS 'e, karışmak zorunda kaldığım kavgalarda aldığım ısırık yaralarının sebep olabileceğini öğrendiğimde gözümün önünden o harika delikanlılık yıllarım film şeridi gibi geçip gitti. Artık bir klinikte sıcak ve güvenli huzur dolu bir kedi kafesindeydim sokaklardan şimdilik uzaklaşmıştım ama tedavim tamamlandığında daha fazla burada kalmama imkan yoktu. Sokaklara geri dönebilmeme de imkan yoktu, hem benim hem de diğer kedilerin sağlığı için benim özel bakıma alınmam gerekiyordu. AİDS ısırık yaralarıyla diğer kedilere geçebilirmiş,eee ben beni ısıranı ısırmadan duramam ki, delikanlılığa sığmaz... İstemem bu lanet hastalık bir başka kediye de geçsin o yüzden benimle özel ilgilenecek bir sahip aramaya koyulmam lazım...Bunu nasıl yaparım bilemiyorum. Facebook sayfam yok, gmail adresi almayı da bilmiyorum ki durumumu herkesle paylaşabileyim...Burada tüm bunları benim için yapacak harika insanlarla tanıştım . Nevzat Bey beni Karaköy sokaklarından alıp o zor şartlarda Yeşilköy'e kadar getiren benim asıl kahramanımdır. O beni burada Işıl Hanım ve Gökçen bey adında sürekli beyaz giyen iki kişi ile tanıştırdı. Beyaz giyenler melek olmalıydı; ama ben henüz ölmemiştim ki :) Hala yaşamaya gayret ediyorum ve konuşulanlar iyi olacağım yönünde güzel cümlelerdi...Beyaz giyenlerin VETERİNER HEKİM olduklarını öğrendiğimde çok şaşırdım sırf benim için yıllarca tıp okumuş olmaları inanılmazdı. Kendimi ne kadar önemli hissettiğimi tahmin edemezsiniz.

Neyse ; AİDS'in acil ilgilen, doyur sonra sevebilirsin gibi bir anlama gelmediğini , vücuduma giren bir virusun bağışıklık sistemimi çökerttiğini öğreneli bir kaç gün olmuştu ki artık o delikanlılık namımın sürdüğü sokaklara yeniden dönemeyeceğimi öğrendim. Bir evim, bir ailem ve beni seven insanlar olmalıydı hayatımda, bana sürekli göz kulak olacak beni güzel besleyip bağışıklığımı yukarılarda tutmaya kendini adayacak sahiplerim olmalıydı yoksa hayat bana istediğim şekilde yaşamaya devam etmemi sağlayamayacaktı...

Ben sadece mırıl mırıl etrafta dolanıp, sahibimin bacaklarına sürtünüp kıtır kıtır kuru mamalarımı afiyetle yiyip sıcacık kalorifer yanında uyuyabileceğim bir hayat hayal ediyorum...Öyle dubleks, kocaman bahçesi olan, kapısında bekçi köpekleri olmayan villalar, kutu kutu çeşit çeşit konservelerle dolu kocaman bir mutfak falan hayal etmiyorum. Benimle aynı koltuğu paylaşabilecek TV seyrederken bir eliyle benim tüylerimin arasında ellerini dolaştıracak birini hayal ediyorum hepsi bu :)

AİDS olmak benim seçimim değildi ama sizin seçiminiz benim yaşam şansım olacak. Lütfen beni klinikte ziyarete gelin olur mu ? Oturalım hayat hakkında konuşalım siz anlatın ben mırıltımla size eşlik edeyim ve sohbetimiz hayat devam ettiği sürece sürsün. Ne dersiniz beni görmeye geleceksiniz değil mi?

Haaa bu arada unutmadan; İsmim ALF; hayat çok kısa bugün varım kimbilir belki de yarın yok, o yüzden şimdiden tanıştığımıza memnun oldum...

..........................................................................................................
ALF' in duygularıyla....

Bir kedinin gözünden hayata bakmaya çalıştım Onlarla hayatı paylaşan herkesin anlayabileceği cümlelerle ve tüm kalbimle sevgiler

Vet.Hekim Işıl Karatan
Yeşilköy Pet Care Veteriner Kliniği
Tel: (212) 662 73 76
Klinik GSM: 0 552 442 73 53
www.yesilkoyvet.com
 
     Beğenin    
Dejavu
ŞİİR | © Yazan Erdinç ÇAĞLAYAN | Yayın Ekim 2013
yıllar öncesinden kalma gazeteler
var şimdi,

az önce
çok katlı bir apartmandan attığım
aşkının cesedi üzerinde!

yıllar öncesinden kalma
sarı, kirli ve yırtık gazeteler
üzerine toplanıyor yığınla…
ve
başına bu cesedin,
meraklı gözler üşüşüyor usulca.

kimisi,
sadece üzülmesi gerektiğini düşündüğü için
üzülen;

kimisi,
içinden: “etmiştir de bulmuştur”
diyen;

kimisi,
sadece oradan geçerken
olaya tanıklık ettiği için,
tüm ilgileri üzerine çekmenin gururuyla
kendinden geçen…

meraklı bakışlar var,
ölü aşkının üzerinde.

ben ise,
aşkını attığım o yerden bakıp
insanlara ve öldürdüğüm cesede;

“bu anı yaşamıştım, sanki”
diye geçiriyorum içimden,
daha önce bir yerlerde…

17.59
21.01.2009
 
     Beğenin    

Bu sayfada yayınlanan öykü ve şiirlerin tüm hakları yazarlarına aittir ve üye yazarlarımız tarafından TavsiyeEdiyorum.com Öykü ve Şiirler kütüphanesinde yayınlanmak üzere gönderilmiştir. Burada yer alan eserler yazarlarından önceden izin alınmaksınız başka platformlarda yayınlamaz, sadece kaynak gösterilerek ve yazar ismi zikredilerek KISA ALINTILAR yapılabilir. Aksine davranış Fikir ve Sanat Eserleri yasasına aykırılık teşkil edecektir.

21:52
Top