2007'den Bugüne 92,259 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!


Uzman Üyelerimizin Öykü ve Şiirleri

Site üyemiz uzmanlar tarafından yazılan şiir ve öyküleri tarih sırasında sırasına göre aşağıda bulabilirsiniz.

İmtihan!
ŞİİR | © Yazan Mehmet UZUT | Yayın Mart 2017
Kişi en sevdiğiyle imtihan olur.
Bir bakarsın yar olmuş,
Bir bakarsın evlat,
Bir bakarsın anne- baba,
Bir bakarsın para.
Ya da peşinden koştuğun her ne varsa.
Nelerden kopamıyorsan,ayrılmamam,onsuz olamam diyorsan,
işte o senin imtihanın.
Hani Yakup Yusuf Yusuf diye kaybetmişti ya gözlerini,
işte Yakub'un imtihanıydı Yusuf.
Hani Yusuf sırt çevirmişti ya züleyha'ya,
işte imtihanıydı züleyha.
Nuh sınanmıştı evladıyla,
Ve kıvranmıştı acılar içinde Eyyub, onlar da imtihandaydı.
ve daha nice peygamber
Ve onlar en sevilen kullardı Rabb'in,
ama en çileli imtihanlara garkolanda onlardı.
Farkedemiyoruz acizliğimizi ve her imtihanda çakıyoruz, çakılıyoruz.
Akledemiyoruz;
her çakışımızda sevgiliden uzaklaştığımızı.
Ya da yaşama gayesi ve imtihan olgusunun farkındasızlığını.
O nedenledir ki,
her başarısız imtihanda sürekli başkasını suçlayışımız,
Kendi mücadelemizi başkasının veya başka bir gücün sırtına yükleyişimiz.
O sebep oldu! Onun yüzünden oldu! O olmasaydı!
hep çaresizliğimizin suçlusunu arama çaresizliği,
Ve çaresizliğimizi sorgulayamamanın dengesizliği.
Ve o nedenledir ki,
Sınavda başarısız olan öğrenci suçlar öğretmenini,
Maçta kaybeden takım suçlar hakemi,
Seçimi kaybeden parti suçlar rakibini.
.....
Ve;
Çıkarlarımıza ilişen herşeye direnişimiz
Ve daha niceleri...
Kimse dönmez kendisine,
ve sormaz kendisine.
Ya ben!
Hiç mi suçum yok?
Peki ben ne yaptım?
Sessizlik,
Ve Kendimize cevap verememe acizliğimiz...
İşte Hepsi,
imtihanın farkında olmamanın sonucu...

Psk.Mehmet UZUT
 
     9 Beğeni    
Adım Su
ÖYKÜ | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Şubat 2017
Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede doğdum. Su hayattır.Yerüstü ve yeraltı, bereketli toprakları olan ülkemde yaşarım.Bir kız cocuğuyum.
Annem ve babamla Ege’de bir köyde hayatımız.Hepimizin babası madende calışır. Vardiyalı çalışırlar onlar. Bekleriz yollarını her vardiye dönüşü. Bazen uyanık, bazen uykuda sıcaklığını hissederiz babamızın. Babamın kazma, kürek tutan güçlü elleri vardır ve diğer amcaların.TAK, TAK,TAK,TAK Ellerini öperim babamın , bembeyaz ellerini. Ben uykudayken saçımı okşayan ellerini. Biliyorum o eller eldiven takmadığında, kömür karasıdır. Sadece eller mi? Yüzü kömür karası. O yüzden ışıldar iki cift göz , yıkanmadan önce. Bazen hüzün vardır o gözlerde. Bazen sevinc vardır , bazen muzurluk ısıltışı. Hele evine geldiğinde huzur vardır o gözlerde.
Alısılşa da madende , yerin altında çalışmaya acaba bir kaza-patlama-yangın olur mu? Korkusu vardır. Babamın ve diğer amcaların.Kelle koltukta ÖLÜM . İS, AŞ.. Karın tokluğuna
Helal para ve alın teridir evlerimize giren.Yetmez para çoğu zaman
Krediler alınır bankalardan, borç olunca daha mecburdur çalışmak
Bereketli topraklarda yaşıyoruz dedim ya. Aslı öyle olmamış, destek olunmayınca üretime, tarıma, toprağa.Tütün para değil, pamuk para değil.Nereye gitsin babamlar köyden başka.Okumadıklarından.Çalışırlar kömür ocaklarında,yerin yedikat dibinde.GÜNIŞIĞI GÖRMEDEN.Doğmuş cocukları ve doğacak çocukları vardır. Onların geleceği. Herşey onlar içindir.
Dedeleri, dayıları, amcaları ve ağabeyleri madenden gecinen kız ve erkek arkadaslarım vardır. Eğer okumazlarsa erkek arkadaşlarımın da kaderi madenci olmaktır. Ben bu sene okula başlayacağım.Köyün okuluna gideceğiz arkadaşlarla. Babam benim icin hayaller kurar. Büyüyüp, meslek sahibi olmamı istiyor.
Annem de isterki kızım, kınalı kuzum yani kızı ben Su , okusun, gelin olsun. Eşi madenci olmasın, kendi gibi olmasın. Eşi ve cocuklarıyla daha korkusuz yasaşın…
Annem sabahları babama, arkadaşlarıyla ocakta yemek için azık hazırlar. Domates, peynir, soğan olmazsa olmaz.Sıcak yemek de olur bazen. Bir parça tavuk,et, kurufasulye.. Konur bir poşete. Sabahları tüm amcaların elinde olur bir azık torbası.. Annemin başında, kenarında oyası ,desenli yazması, ici kıpır kıpır, kocasının işten gelişini bekler her vardiya dönüşü. Bir kardeş istiyorum. Annemle babam akşam yemeğine oturduğumuzda onlara, sıkılıyorum diyorum.Bir kardeşim olsa ne güzel onunla oynardım diyorum. Babam da istiyor ama gecim kaygısı, gelecek kaygısı. Ama ikna ettim galiba, annem de istiyor bir kardesim olsun.Kardeslerini ve sevgilerini hissederken.
Gündüzleri ev işlerini bitiren komşu teyzeler ve annem , evlerde buluştuklarında sohbetler ederler, şakalasırlar, danteller ve oyalar yaparlar bize, çeyizimize. Okuyup büyük insan olduklarımızı hayal ederler. O köyden onlar çıkamasa da, çocukları icin umutları vardır. Dertlenirler zaman zaman.Sıcak bir çay unutturur herşeyi. Sohbet ve çocuk cıvıltıları. Sek sek, ip atlamak, evcilik oyunlarımız arasındadır. Tüm çocuklarla yakantop ve saklambaç oynamayı çok severiz. Arada sırada kavgada ederiz ama barışmak çok uzun sürmez. Ağaçlara tırmanız, derede yüzeriz,kırlarda koşarız, düğünlerde oynarız. Severiz birbirimizi köyümüzde.
Biz çekirdek aileyiz. Bir haberim var size, annem bebek bekliyor. Kardeşim olacak.Erkek olacakmış. Simdiden adını ben koyacağım diye tutturdum. Adı TOPRAK olsun istiyorum. Onu çok seveceğim, ona masallar anlatacağım, umut ve sevgi dolu masallar.Çiçekleri, böcekleri , dağları ve insanları, sevgiyi. Abla oluyorum abla.


Günlerden bir gün. Sokaktayız, hava daha aydınlık.MAYIS AYINDAYIZ 2014 SAAT 15 CİVARI.. Köyde bir telaş baslar, Köyde bazen düğünler birlestirir bizi bazen de acılar. Madende yangın var, mahsur kalmış babalarımız, dedesi, abisi, akrabası olanlar var. Annemin yanına koşuyorum. Daha kücüğüm anlamaz sanıyorlar, biliyorum, babam icerde ve onu bir daha göremeyebiliriz ve diğerlerini.Kardesim daha doğmadı, yoksa babamı hiç tanıyamayacak mı?Korku, bekleyiş, gözyaşları. Annem ağlıyor, ona sımsıkı sarılıyorum. Aradan saatler gecti , saatler birbirini kovalar. Bitmek bilmeyen saatler ve yürek çarpıntısı.
“KADINLAR BEKLESİYOR MADEN OCAĞININ BAŞINDA” Kadınlar bekleşiyor ve cocuklar bekliyor annelerini evlerde ..Köye haber geliyor “babama ulaşılmış,ölmüş”. Ellerini öptüğüm, saçlarımı okşayan sert elli,kalbi yumuşak BABAM..7 YASINDAYIM AMA ÖLÜMÜ ÖĞRENDİM Biliyorum bir daha gelmeyecek . Karnı da açtı , ona yemekler yapmıstım, gelecekti diyor annem. Karnı actı.Gidenin ardından..Bu sene okuyacağım okulun bahçesinde kılındı cenaze namazları babamın ve mesai arkadaşlarının. Yan yana gömüldüler mezarlığa.
Acımızı yasarken bize giysi, oyuncaklar geldi. Bizim ihtiyacımız yok ki onlara.. Aramıza, bize desteğe ağabeyler ablalar geldi. Psikologlarmış ve gönüllüler.. Bazen hiç konusmadan sarıldık. Sadece sarıldık. Birlikte ağladık. Bazen annemlerle konuştular. Yası ve acıyı ve geleceği.. Gruplar halinde resimler yaptık, oyunlar oynadık. Bazımız resimlerde aileyi bir arada çizdik, bazılarımız da baba yoktu resimlerde. Bazılarımızda erkek olan arkadaşlarımız evin erkeği olmuştu. Bazı arkadaşlarımın huyu değisti. Öfkeli, kızgın.”Baba neden öldün?Bizi niye bırakıp gittin diyor?”

Bazı arkadaşlarım çok sessiz. İçine kapandı. Susan susan ama bir oyunda içini döken arkadaslarım.Madenci Seti oyununda madenci olup kurtardılar madenciyi.Döktüler içlerindekini dısarıya. Altını ıslatan,tırnak yiyen arkadaşlar.Fotograflar çekti bazı arkadaşlar atölye kuran abiyle.Ellerinde hayattan kareler.
Anneler sakin görünmeye çalışıyorlar ama çocuklardan çıkarıyorlar acılarını, öfkelerini. Bi başına kaldılar. Geçim sıkıntısı, çocuklar, kolay olmayacak bir de yürek yarası, bir yastığa başkoyulan esin yokluğu..Halbuki ağlasalar,babalarımızı özlediklerini bize söyleseler,biz daha anlayacağız ölümü. Çekirdek aile olamayacağız. Çoğumuz büyüklerin evine sığınacağız. Paylaşacağız sofrayı.
Kader diyen var. Bu nasıl kader olur? Neden ülkemizde maden ölümleri var. Dünyada da madenden geçim sağlanıyormuş derdi babam.Anlatırdı. Maaşlar iyiymis. Cocuklarını rahatça okutabilirlermiş.Ölümler oralarda çok azmış.Çin de bile.Çünkü tedbirler alınırmış.Hava odaları varmış, İs tedbirleri varmış, maskeler bilem farklıymış.İş bitince madende bekletilmezmiş,çıkılırmış. Yapılan iş beğenilmediğinde tekrar tekrar yaptırılıp, mesaisi kesilmezmiş işçinin . Rapor aldığında da anlayışsız olmazmış patronlar.İşçi bir eksiği görüp söylediğinde baskı olmazmış. Susturulmazmış.. Korkutulmazmış. Onun dediği önemsenirmiş. Hemen tedbir alınırmış. Denetlemeye gelen amcalar hani babamdan çok çok maaş kazanan amcalar ve evine –çocuğuna o parayla bakan amcalar sadece ilk katlara bakarlarmış. Yerin yedi kat dibine inmezlermiş.Zaten önceden bilinirmiş denetlemeye gelecekleri. Onların denetledikleri iş sahipleri de sıcak yuvalarında, devletimizin zarar ettiği maden ocaklarında düşük maaliyetlerle işçi sırtından kazanır ve kazandırırmış. Sendikacılar da susarlarmış parayla.


İyi , dürüst çalışan, insana-çalışana değer veren firmalar da varmış artık. Ama sayıları azmış daha. Masal gibi dinlerken babamı uykum gelirdi ve huzurla uyurdum.Babama birşey olmaz derdim. Acı haberler ilk değildi benim bereketli topraklarımda. 1941..Armutçuk,Amasya,Kozlu,Amasra,Sorgun,Ermenek,Küre,
Dursunbey,Odaköy,Karadon,Kesan,Kücükdoğanca,Soma??
Türküler yakıldı yıllarca “Madenciye Ağıt” “kara elmas tabut olmus,gerekirse ölüm derler”“Açık yoksulluk var diye ,Bu kadar da ucuz ölünmezki”“Yanar bedenler” “Yitip giden umutlar” “Oy gülüm oy Oy gülüm Oy. “Yetim kalır,oğlu kızı”
Aylar geciyor. Kendi gücümüze ihtiyacımız var. Bu sadece bizim acımız değil. Toplumun acısı. Kayıp acısını yoğun yasıyoruz. Daha güçlü ve yeterli değiliz. Değersiz ve ezilmiş hissediyor büyükler. Çaresizlik var.Öfke var.Hakkını aradığında yıllar önce Yeni Çeltekde işçiler, tutuklanan ilk maden işçileri olarak tarihe geçerler dünyada.. “Birgün gelir,Kazma kürek yürüyeceklerse yeryüzüne ,Değişecek yazgıları ,Hey gülüm hey”..Geride kalanlar Adalet istiyorlar. Güvenmek istiyorlar devlete ve işverenlere. Biliyorlar ki yine çalışacak kalan, kurtulan erkekler tekrar madende Borçlar var. Kız, oğlan evlenecek.
Ölümden kurtulan babamın arkadaşı diyorki
“BEN ÖLÜYÜM ZATEN İNSAN KAÇ KERE ÖLÜR”Kİ
ADIM SU,Annem SOLUDUĞUM HAVAM,BabamKOR ATEŞİM YÜREĞİMDE 5 AY GECTİ.Kardeşim doğdu. Adını TOPRAK koydum.
Her gece yatağımda usul usul ağlarım, güzel kızım, canım kızım diyen babamın yastık altındaki fotografına bakarken anneme hissetirmeden...Biliyorum anneler çökerse çocuklarda çöker Ege dağlarının ateşinde.
 
     3 Beğeni    
Herediya Herediya
ÖYKÜ | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Şubat 2017
Uzun bir otobüs yolculuğu boyunca pencere kenarından dısarıyı seyrederek giden bir kadın. Uzun, bukle bukle saçları, kuzguni renginde. Üzerinde yeşil uzun keten elbise. Gerdanını açıkta bırakan geniş yakasının kenarlarına renkli ipliklerle kırçiçekleri işlenmiş, varacağımız coğrafyanın çiçekleri gibi. Bileğinde yöre kadınlarının tülbentlerindeki gibi zarif yuvarlak ve renkli boncuklar. Kulağındaki küpe, büklümlü gümüşten ucunda tek yeşil taş. Engebeli doğa gibi.Sol elinde Fadima ananın yüzüğü. Şifa ve bereket temsilcisi. Düzgün bawo gibi.
Gözlerindeki ışıltıyı zaman zaman dalgınlığa bırakıyor.Bakıyor yol boyunca gördüğü yeşilliklere, dağlara,topraklara, sarı, mor kırçiçeklerine. Hüzün kaplıyor sanki varacağamız yere doğru. Çalıyor hafif kısık sesteki yörenin türküleri. Bir yanık aşk ezgisi söyleniyor erkek sesinden.Kendine küsen kadına,sevdiğine söyler.Herediya herediya
Erzingan değil ki gidip getireyim
İstanbul değil ki gidip göreyim
Almanya çok uzak
Almanya çok uzak



Yüreğinde biryere dokunur zazaca ezgi. Bir damla gözyaşı süzülür yanaklarından.Gerisini içine akıtmıştır sanki.
Gün ağarmaya başlıyor. Sabaha karşı herkes derin uykuda. O uyanık. Yavaş yavaş gün doğmaya başlıyor, ışık hüzmeleri ağaçlarda ve onun yüzünde. Bir canlılık geliyor sanki. Hüzünlü türküler neşeli ezgilere bıraktı. Dilbera Dersime, halaylar..Yavaş yavaş uyanmaya başladı herkes.
Sarp kayalardan, griliklerden oraya varılır. Kekik,reyhan kokulu dağlar. 1938 Dersim .. Munzur, 33 Kurşun, Nevala Kasaba ,Harçik ırmağı beş yüz metre aşağısına kıpkırmızı akar. Yalnız bir kadın kendini suya atıp, Harçik ırmağını geçer. Sadece Mazgirt tarafına giden bir gelin kurtulur.." Türkler, Kürtler, Zazalar, Aleviler, Ermeniler, Türkmenler.. Sürgüne gönderilen ailelerden zorla alınan Dersimin kızlarından güzel ve sağlıklı olan seçilip subaylara evlatlık verilir.Türkleştirme adına batıya gönderilirler.Dersimin kayıp kızları olarak tarihe geçerler. Diğerleri KARA VAGON da sürgün yolculuğuna çıkartılır. Sürgünde hayatta kalanlar dağılmışlar ülke coğrafyasının bir yerlerine. Zorla sünnet edilen, dini değiştirilen Dersimli Ermeniler halen tanıklar arasındadır.Süngüyle karnından darbe alan bir kadın hamiledir.Kızı doğar o ölürken ve topuğunda taşır o süngü izini hala hayatta.Şahit olan bir asker sonra bir hamal “Ben Dersim savaşında askerdim o kadar Kürt öldürülüyordu ki bende kendi halkımı öldürmemek için elime kurşun sıktım'' der eşyalarını taşırken genç öğrencinin .Kopan sağ elin parmaklarıdır.Genç öper başına koyar o eli..
Geçmişle yüzleşmelidir.
Dersimliler Yıllarca beklemişler götürülenleri. Beklemişler,beklemişler.Ağıtlar yakmışlar.Kalanlar kan kırmızı olan nehirlerinden umudu yeşertmişler.
BARIŞIN geldiği bir dönem. Merak edilen coğrafya ve insana yapılan yolculuk. Yokluk,yoksulluk ve kanlı topraklardan geçenler .Özgürce ve insanca yaşamak istemişler.Dersimde..Dersim dört dağ içinde
Dersim, dört dağ içindeGülü, bardağ içinde
• Dersimi hak saklasın,
• Bir gülüm, var içinde.
• Ne oldu ağama ne oldu
• Sarardı benzin soldu
• Ağam burdan gidelim
• Bu yerler viran oldu


Yıllarca önce burada başlamıştır kavuşulamayan aşk öyküsü.İnsana ve doğaya duyulan aşk. Gönül sevdalanmış yamaçlara.Gurbetlik ve hasretlik öyküsü.Uzun boylu, esmer, beyaz saçlı adam. Gözünde gözlük. Dingin ve huzurlu bir ifade var yüzünde.

İnsan psikolojisinden anlıyor olması bir başka yapmıştır onu. 20 yıl aradan sonra memleketindedir. Sürgün olmak vatanından uzakta ve sevdiklerinden. Nasıl hisseder diye düşünürdü kadın.Geride bıraktıklarının özlemine nasıl dayandı adam.Geridekiler neler hissetti acaba onu özlerken ve kavuştuklarında. Uzakta hayatını teröre karıştırmadan meslek sahibi olarak yaşaması tek tesellileri.
Orada , aynı evde tesadüf karşılaştılar. Sıcak aile ortamı, kahvaltılar, sohbetler.. Merak edilen ilde gezme planları yapıldı. Fotograf makinası kadında.Adam elinde küçük bir defter. Tepeden yükseğe doğru çıkılır. Yaşlı bir teyzenin yanına varılır. O tepede babananne-nene vardır. Beyaz , boncuklu tülbentinin altından kınalı saçlar görünür. Yüzü esmer, kırışıklıklar içinde . Elleri yılların izlerini taşıyan eller, renkli taşlı yüzüklerle süslü parmaklar. Adam ona eskileri sorar. Yazar, yazar. 90 yaşında maniler söyler onlara. Çaylar yudumlanır. Kadın hayran hayran bakar adama. Onlar konuşurken kendi dillerinde. Küçük sarı saçlı bir kız çocuğu vardır. Tepede , adı Rojda.Güneşin doğuşudur adının anlamı. Güneş batmaya başlar .Sarı ışıklar sarar kadını, aşağıda sıra sıra evler. Uzakta Munzur çayı görülür. Üzerinde köprüsüyle.Yanından geçip gidilen çay. Aşağıya inildiğinde şehirdeki fotografçıdan hatıra alınır yörenin bahardaki görüntüleri ve karlı fotoğrafları. Kar unutturur mu acaba geçmişi, siler mi acaba kırmızları olan nehirlerdeki acıları..
Birlikte planlar yapılır. Gün ortasında Munzur çayına gidilir. Yaz aylarından biri. Hava sıcak.Suda yüzülür, koyup götürecek gibi olan sularda dertler de sıkıntılar da atılır. Çocuklar gibi eğlenilir. Dağlar sarar etraflarını. Geçit vermez dağlar.
Ertesi gün Ovacığa-gözelere gidilir. Piknik yapılır. Sohbetler edilir. Adam kendi dünyasında.Adama telefon gelir uzaklardan. Bekleyeni vardır. Hayat arkadaşı. Planları vardır evlilik için.Uzakta.
Kadın adama hayran, suya hayran,toprağa hayran,insanlara hayran .Sıcak ve canayakın insanlara.Kadın yeşillikleri, geçilen geçitleri, yükselen dağları seyreder, seyreder.
Bir efsanedir oralarda Düzgün Bawo.Hani şu babasına ismini söyledi diye dağlara çıkan, çıkarken yollarda ayak izi olan, yaşadığı mağarada su çıkan efsane, kutsal insan. Dürüstlüğün temsili sayılmış, şifalar bulmuş insanlar yıllarca.
Ziyaret yerine giderken kadın minübüsde. Kalabalıklar. Kıvrıla, kıvrıla çıkılan dağ yolu. Sarı toprak. Uzakta yeşiller arasında köyler. Tepeye varıldığında kalabalık, kurban kesenler ve herköyde görebildiğiniz oraların geleceği kızlı, erkekli çocuklar.Sürgüne gönderilenlerin siyah beyaz fotograflarındakinden farklı, bakımlı,renkli giysiler içinde Çocuklar bunlar.
Kadın ve adam sohbete başlarlar köylerden gelen çocuklarla. Okula giden çocuklar kışın ailelerden ayrı, bölge okulundadırlar. Kadın ister onlardan birer anı. İster onlardan resimler. Çizerler dağlarını,nehirlerini,evlerini, okullarını, arkadaşlarını , çiçeği, böceği,nehirdeki balıkları.Onlar o coğrafyanın çocukları.Ülkemin çocuklarına hem çok yakın hem çok uzakta yaşarlar dünyalarında.Adları Sibel,Eda,Ufuk,Salime,Birgül,Serkan,Şahin,Sebahat,Gülistan,Leyla,Gülseren...
Birlikte fotograf çekinirler. Tek tek fotograf makinasını incelerler, kareler çekerler amatörce ve heyecanla..Kadın mutludur. Adam mutludur. Kadın hayran çocuklara, kadın düşünür Düzgün babayı.Dürüstlüğün timsalini, dertlere deva efsaneyi. Seyreder ve hisseder doğayı. Daha çok insan görmeli buraları. Adam hayran hayran bakar kadına. Okumuş, aydın bir Türkiyeli kız. Gurur duyar onunla ve onun gibilerle.
Memlekete hasret adam , daha sonra yine gelecektir buralara. Kadın ondan önce yola koyulucak Erzingana doğru. Uğurlanır dost ellerle. Kadın uzun dar , ıssız yollardan, evlerin olmadığı yollardan geçer, gider gider.Minübüsteki sıcak, samimi insanlarla. Geçmişlerinde ne acılar vardır .Yüzlerine ve yüreklerine iz bırakmış. Işınlanmış gibi hisseder kadın oralara. Geride dağlar. Yanık bir ezgi çalar dönüş yolunda. Munzur, karşılıksız bir duygu. Sevmek için karşılık gerekir mi? der kadın. Koşulsuz ve karşılıksız da sevilir.
İstanbula vardığında bir başkadır soluduğu hava, kalbi. Türküleri dinler ,zazaca. Anlamasa da hisseder yüreğinde ezgileri. Hisseder o toprakları ve kalp çarpıntısını. İçine kapanır, acısa da içinde bir yerler, yemeden içmeden kesilse de bir süre.. Elgajiye türküsündeki gibi,
Çıkınımda sevgi vardı bir de hasretlik eklendi
• Viran eller viran eller
• Gülüm benim gülüm benim Viran eller
Hayatta bir şans vermek ister kadın kendine. Acaba?Düşer yollara. Kadın gider Almanyaya. Alman arkadaşı ona bir davetiye gönderir. Petradan Adamı arar ve trenle yola çıkar.
Küçük, kitaplarla dolu evindedir onun.Kadının öğrenci kuzeni de katılır onlara. Tanışırlar. Bir albüm hediye eder kadın adama Munzur fotoğraflarından oluşan ve birlikte geçen bir haftanının anılarından sevdiklerinin fotoğrafları. Adam şiirler yazmıştır, kendi dilinde. Okur kitabından şiirler ONLARA. BİR CAFEDE Birlikte Munzuru anlatırlar ve ülke topraklarının güzelliğini fotograf gösterisiyle..Gezerler işyerini,kasabayı. Adam,İnsanlardan uzak, evlerine kapanmış, ruhsal sıkıntılı birçok insan vardır der bu evlerde hastalarından yola çıkarak. Alman hayat arkadaşı misafirini ağırlar. Dost sıcaklığında gezdirir kadını sonbaharında Almanyanın. Sarı, kırmızı,yeşil yaprakların bastıklarında çıkan hışırtı sesinde, kalede ve nehir kenarında. Kahve yudumlarlar birlikte ve sohbet. Adam uğurlarken kadını mis gibi kokan kahve dükkanından bir kahve makinası hediye eder. Kadın döner İstanbula . Anlamıştır artık birbirlerine bir söz etmeselerde . Mutluluklarını ister onların. İçerken kahvesini, tutar dumanında adamın yüzü ve hüzün kaplar yüreğini. Boğazda 45 dak kalır.
Kadının ağzından o anlar…
Zorunluluklar,koşuşturmalar sürerken,gelgitlerle dolu insan ilişkilerimin arasında ben kendim için ne yapmak istiyorum? dediğimde İSTİNYE iskelesindeki İSKELE çay bahçesindeydim.
Saat 16.15
Kasım 18
Deniz kenarı...
Yuvarlak masam ve önümde bahçe duvarına monte edilmiş bir lamba.İki yakayı birleştiren ikinci köprü karşımda.Üzerinde arabalar. Solunda Mihrabad korusu, sağında Rumelihisarüstü. Henüz Yokolmamış ağaçlar...
Garsondan önce bir çay istiyorum.Cam bardakta çayım geliyor.Gökyüzünde salına salına uçan kuşlar gözüme çarpıyor.Gri lekeler halinde. Aklımda Şamil ve Almanya'da tanıdığım dostlar: Hasan,Soner,Metin,Güven,Cumali,Elif,Ulrike,Petra...
Şamil, kendim için ve senin için tüm manzarayı belleğime işliyorum.Elimde fotograf makinam yok,fırçam yok.Önümde ise eşsiz bir fotograf,bir tablo var.Ben o tablonun hem içinde hem de dışındayım.Gökyüzünde beyaz bir kuyruk,küçük bir ışık uzanıyor.Yeşilköy'e giden bir uçak.İçinde sizlerin olduğunu ve birazdan burada buluşacağımızı hayal ediyorum.
Hasan,Soner,Metin,Güven,Cumali,Elif,Ulrike,Petra...
Sis bastırıyor.Sahil boyunca arabalar farlarını yakarak geçiyor.Sokak lambasının yanan ışığının aksi boğaz sularında.Aksin içinde süzülen balıkçı teknesini görüyorum. Solumdan,sağımdan,köprünün altından tekneler geçiyor;birer,ikişer.Bir tarafta büyük bir sakinlik,ahenk hakim. Bir tarafta yerinde duramayan deniz dalgaları, ışıltıları,yosun kokusu.
Dinginliğin içinde,sağa sola yalpalayan bir sonbahar yaprağı.Biz miyiz acaba?

Aklıma okuduğum bir yazı geliyor."Denizsiz sehir kanaatkardır. Deniz tuhaf şeydir.Yüzünüzü denize verdiğinizde arkanızı dönersiniz insanlara.Bu yüzden, Ankara mı? Bakacak tek şey insan yüzleridir.Bu yüzden insanlar kırıp dökmeye cesaret edemez kolay kolay."
Gürültüden, kavgalardan uzak bir İstanbul köşesi,sisli İstanbul akşamı.Tepelerde dantel gibi ağaç silüetleri.Bir dost sesi duymak istedim.Aynı şehirde ve denizden uzakta ve sizler.

Yüreğimde dostum Turgut.Denizi ne çok severdi.Ve hayatı, YENİKÖY'ü.
"Hala gülüyorsak böyle içten,Yaşamak isteğimizdendir böyle derinden" demişti.
Ezan sesi geliyor kulağıma.Dilimde onun dizeleri.,
"Ve nalınlar, bir cami avlusunda,
Belki bir hikayenin sonunda.
Belki yeni başlangıçlarda.."

Yüzüm denize dönük...Deniz şehirlerinde yalnız kalabilir insan,denize kalır,kendine...
Orta şekerli kahvem gelmişti.Senin için içiyorum Şamil...
Masamın önündeki küçük lamba yandığında: sahil boyundaki sokak lambalarının, yalıların ışıkları ve sudaki akislerini seyrettim.
Ayrılık vakti gelmişti.Önümden bir adam geçti. Elindeki iplerde sarı,kırmızı,mavi,yeşil, rengarenk büyüklü-küçüklü balonlar gökyüzüne çekti beni.Çocuklar ve çocukluğumuz geldi aklıma.Yaşayabildiklerimiz, senin dediğin gibi Şamil,yaşayamadıklarımız.Şansımız veya şansızlığımız.Eşit başlamamıştık veya öyle sanıyorduk.Yaşatacağımız içimizdeki çocuk ve umut...

Yanımda gayrimüslim yaşlı çift " sizde mi şiş'liye"...
İstanbul..
Saat 17.00
45 dakika
Yıl 2000

Kadın için yazgı devam ediyor. Düzgün baba bilirdi hızır orucunda rüyasında gördüğü ona su veren adamı.Muradı çıkacaktı karşısına kadının aylar sonra. Adam evlenecekti Almanyadaki Alman hayat arkadaşıyla ..Kadın evlenecekti İstanbulda .Doğacaktı çocukları adamın ve kadının.
Munzur,doğa ve Düzgün baba çağırmıştır sanki kadını oraya tekrar yola çıktığında..Yanında Muradı ve adını Barış koydukları üzüm gözlü oğluyla ..
 
     3 Beğeni    
Salkım Söğüt
ÖYKÜ | © Yazan Salime YILMAZ ALTUNBAY | Yayın Şubat 2017
Sıcak bir yaz günü. Vücudumuz yapış yapış. Akdeniz’in nemli havası, nefes almak zorlaşıyor. Toros dağları sakin, heybetli, devinimiyle, inci gibi Konyaaltı sahilinin yanında uzanıyor.Uzaklarda Çıralı, Olimpos.Tanrıların yeri.
İlkbaharda dağlardayken; içime çektiğim havayı, kekik kokularını, çamları hafızamda canlandırıyorum. Bedenimin ve ruhumun enerjiye, güce ihtiyacı var. Çocukluğumun geçtiği bu şehirde Antalya’da, şimdi oğlum ve eşim yaşıyoruz. Üniversitede okuduğum Ankara’dan sonra yerleştiğim geride bıraktığım gönlümün ve gençliğim şehri İstanbul hala kalbimde. Antalya’da oğlumu ailemle büyütür, eşime destek olabilirim diye buradayız. İstanbullu biri “oradan uzakta zor yaşar” diye düşünürüm hep. Ancak eşim çok istedi Antalya’da olmayı, oğlumuz için.
Eve doğru yürüyorum. Kapıyı açtığımda eşim masanın başında. Önünde sabahtan beri birikmiş sigara dolu kültablası.Etrafa yayılmış küller. Şişeler sıralanmış. Gözler kıpkırmızı. Kafasını kaldırdığında beni farkeder gibi oldu. “Artık yeter dediğimde”, beni duymuyordu sanki. Uzun süredir ilaçlarını içmiyor, kısır döngü halinde hastalığıyla boğuşuyor, içkiyi artırıyordu.
Fotograf sergisinde tanışmayla başlayan , gazete ve sanat dergilerine konu olan aşk evliliğimiz 10 yılını doldurmuştu. Oğlumuz 5 yaşına gelmişti. Anneanne ve dede sevgisiyle. Canı kadar onu seven teyzesiyle. Bana kreşten geldiğinde “Anne, babam yine çakır keyif mi ?” diye sorduğunda içim cız ederdi. Kendi kendine konuşup, sızan babayı görmek onu üzerdi.
“Onu yalnız bırakmayalım anne. Ben onu çok seviyorum anne”derdi.Onun yanında uyumak isterdi.Yalnız hissetmesin diye.
Ertesi günü beni ve oğlumuzu bir başka adam beklerdi.
“Canım, yavrum, aşkım ben kötü bir insan değilim” diyen. Özür dilerdi önceki gün için. Babamız “bir var dı bir yoktu”.
İnce, hassas duyarlı, karıncayı incitmeyen, bir de beynine söz geçiremeyen, duygularını kontrol edemeyen, kendi dünyasında anlamsız söyler söyleyen, gerçeklikten kopan , mutsuz bazen aşırı sevinçli, bazen mutlu bir baba.
Oğlumla ben, 3.5 yaşından beri “ Ebru sanatı” ile ruhumuza şifa buluyoruz. Kitrenin iyileştirici gücü ve suya yapılan resim bize iyi geliyor.
Oğlum anneannesinin yanında .Babasının bu geceki halini görmedi. Masa başında, sızmış ve kopmuş.
Kendine bir zarar verir endişesiyle,içim rahat değil. Hastane yatırma süreçleri ülkemizde hiç de kolay olmuyor. Hasta isteği çok önemli. Ancak “ Duygu durum bozukluğu-bipolar” hastalığında içgörü kaybı olunca bu süreç sağlıklı olamıyor. Hasta yakını olarak yatışı içine sindirme süreci sancılı. Bu kararsızlık hastaya da zarar vermeye başlıyor.
Ben ve oğlum , babamızı çok seviyoruz. Bizim için çok değerli. Yuvamızda sağlık ve huzuru özledik.
Güçlü olmaya çalışıp telefona sarılıyorum. Herşey yolunda ve su gibi gitsin diye dua ediyorum
112 arıyorum. Mesleğimi söylüyorum. Özel durumumuzu anlatıyorum.Sesim titriyor. Karşıtaraftaki ses , doktora bağlıyor. Anlayışlı biri. Derdimi anlıyor. Adresi zor veriyorum. Gözlerim doluyor. Destek olarak polis arabasıyla, ambulans geliyor. Sakin, soğukkanlılar. Yalnız olmadığım için seviniyorum. Bilseler de yaşayan daha iyi bilir ya, her geldiklerinde bir aileye, bir insana nasıl hayat veriyorlar. Sihirli bir değnek gibi. Acı acı çalan siren sesi , rastgele duyduğmuzda nasıl içimizi acıtır. Dua ederiz içindekine. Bizim için de bir umut, kurtuluş. Balkonlardan merakla bakan komşular. Ambulansdaki sağlık elemanları, doktor, ATT ler. Gencecik , pırıl pırıl insanlar. Apartmanın 3. katına, komşumla çıkıyorlar. Eşimin bana düşmanlık beslememesi için yanlarında değilim.Onlara zorluk çıkarmadan aşağıya iniyor. Ben de saklandığım diğer binanın bahçe duvarının arkasından onu izliyorum. Oradaki komşu genç adam bana bakıyor, anlam veremiyor. Can dost, komşu amca arabasıyla beni hastaneye götürüyor. Hala “insanlık var” diye seviniyorum. Çoğu zaman ne yazıkki akrabalarınız değilde, kan bağı olmayanlar halden anlıyor. Kendileri de yaşamışlarsa sıkıntılar. Yakınlarınızın yüreği kaldıramıyor bu süreci. Bana ve oğluma üzüldüklerinden.
Hastaneye vardığımızda acilden içeri giriyoruz. Beni de içeri aldılar.Hasta kayıda kayıt yaptırdım. Acilde açık servisde perdeler arkasındaki her yatakta bir hasta.Yanlarında yakınları. Ortadaki büyük deskin arkasında, bilgisayarlar. Telefonlar sürekli çalışıyor. Acil planlamalar yapılıyor. Servislerle diyaloğa geçiliyor. Personel yönlendiriliyor.Radyografi çekimleri için. Sinema filmlerindeki gibi çalışan bir yer orası. Deneyimli bir ekip var. Babamın hastalığından sık sık gittiğimizden biliyorum. Hasta yakınları anlayışlı ve sakinse , oradakiler bir başka motive oluyorlar. Yakınlar, bazen ağlamaklı, bazen kızgın, öfkeli, sabırsız. O zamanlar da hastayı düşünüyorlar.Krizi iyi yöneterek.
Hayranlıkla oradaki ekibe bakarken biz arka taraftaki müşahade odasına alınıyoruz.Tek yatak var. Asistana “uzun süredir ilaçları almadığını” söylüyorum. İğneyi yaptırıyor. Ben yanındaki sandalyede eşimin elini tutuyorum.İlk hikayeyi benden alan asistan, doktor ile görüşmeye gidiyor. Doktor diğer bölümde, hasta başında,asistanlarla..
Eşim beni farketti. Gülümsüyor. İğnesi yapıldıktan sonra tuvalete gitmek için koluna giriyorum.Dualar ediyorum, yatış kararı çıksın. Onun ruhunun acısını yaşamasam da anlayabiliyorum. 18 yaşında ortaya çıkan bu hastalık, yıllardır onunla. Benim ve oğlumun sevgisi ailemize yetmiyor. “Kimyasal sorun, ilaç şart diyorum” ama içgörü gittiğinde herşey başa sarıyor.
Asistan yanımıza yaklaşıyor. Servisde yatak yok , başka şehire göndereceğiz diyor. Ben üzgün, kırgın,yalnız,çaresiz. Çalışıyorum, izin alamam , eşimin hiçbir yakını sahip çıkmıyor. Anne , babası hayatta değil. Ablası ve yakınları “başlarına kalır diye” arayıp sormuyor.”Lütfen , biz bekleriz , Oğlum küçük, maddi olarak başa çıkamam diyorum.” “Bekleyin” diyorlar. Eşim uyumaya başladı. Kapıda birçok acile gelen hasta yakınlarına laf anlatmaya çalışan güvenlik görevlilerinden izin alıp, bir kahve için çıkıyorum. Hastane bahçesindeki kafede kahvemi yudumluyorum. Nöbetçi doktor ve sağlık personeliyle. Etrafta hasta yakınları, sigara içenler. Nem hala yüksek.Gece yarısı , ağaçlarda bir kıpırtı yok. 10 dakika içinde geri dönüyorum. Yatış olursa diye evden eşyalarını aldırmıştım. Eksikleri komşum marketten alıyor. Odaya gittiğimde eşim hala uyuyordu. Ben sabırsızlıkla gelecek cevabı bekliyorum.Müdürüme geceden haber verdim durumu. Oğlum, anneannede.Telefon açıyorum, “Biz iyiyiz, seni çok seviyoruz, babanı merak etme diyorum” İçimde fırtınalar. Biliyorum her fırtınanın arkasından bir dinginlik olacak. Umutsuz yaşanmıyor. “Eğer gece yanında kalacaksanız , sabah yer boşalıyor dendi”. Çok mutluyum, rahatladım. “Çok şükür diyorum.” Ambulans bizi gece yatılı psikiyatri servisine doğru götürüyor. Binaya girmeden, havadaki nemin azaldığını bedenimde hissediyorum. Bahçedeki salkım söğüt ağacı dikkatimi çekiyor.Yaprakları huşuyla salınıyor. Hemşire kayıt yapıp, beyaz odaya bizi alıyor. Sessiz ve sakin bir servis gecesi.Odalar kapalı. Soğuk odada tek battaniyeye sarılıyoruz. Birlikte yatıyoruz.Ben hasta yakını olarak daha yorgun hissediyorum,ondan önce sızıyorum.Huzurlu bir uykuyla. Herkesin uğramak istemediği acil kapısı , bana ve aileme umut vermişti.Öğlene doğru onu emanet edip, odasına yerleştirip huzurla çıkıyorum.
Akdenizin sıcağı yüzümü ve bedenimi ısıtıyor.Acilde herşey yolunda gidip, insani davranıldığı için şükrediyorum. Biliyorum ki biz ordan gece çıksaydık , kendi isteğiyle tekrar hastaneye gelemeyecektik.
1,5 ay süresince öğlen ziyaretler yaptık, baba toparladıkça son zamanlarda salkım söğüt ağacının altında bahçede oğlumla babası kısa kısa görüşmeler yaptı, öptü, kokladılar birbirlerini . Bir gün ağacın altında oğlumun kulağındaki mp3 de Emre Aydın “soğuk geceler” çalıyordu.
“Durdu zamanım bir şey diyemedim,
Gitmek istedin ve gittin.
Aynı gökyüzünde, ayrıydı güneşin,
Söyle bari, iyi misin?
Burası soğuk, soğuk odalar,
Yoksun neye yarar örtünsem kat kat yorganlar.
Soğuk, soğuk olanlar,
Vurdum dibe kadar halimden yalnız uyuyanlar anlar.”

Deniz ve Toroslar doğal ilacımız, soğuk odalar geride kaldı. Salkım söğüt bizi sarıp sarmaladı rüzgarda dans eden yapraklarıyla.
 
     3 Beğeni    
Yalnızlığım
ŞİİR | © Yazan Barbaros İRDELMEN | Yayın Aralık 2016
Yalnızlığımı
Sarar sarmalarım
Endişelerimden bir bere başına
Karamsarlığım, atkı boynuna
Sırtına, hüzünlerimden bir palto

Geceleri
Korkularımdan, kalın battaniye üstümde
Sarınırım

Mevsim değişmez
Buz kar her yer
Soğuk ve sessiz
Yıllardır
Üşür
Titrer içim

Bahar gelsin
Yaz gelsin
Yıllardır beklerim…
 
     6 Beğeni    
Öğretmenim
ŞİİR | © Yazan İsa Ozan GÜN | Yayın Kasım 2016
Yağmur yağıyordu hafiften usul usul
Mehtaba çalan renk kıpkızıl
Bir an yüreğimin coşkusunu hissettim
Karşıdan gelen en çok sevdiğim öğretmenim

Her bir harfi sabırla, mutlulukla öğreten
Bizim için bir ömür hayatını veren
40 yıl değil bin yıl çalışsam ödeyemem
İyi ki varsın öğretmenim

Yorulurdum her daim çalışmaktan
Anlamazdım hiç kimyadan, matematikten
Bana yurdumun güzelliğini, yardımseverliği
Sabırla sen öğrettin öğretmenim
 
     11 Beğeni    
Karanlıkta Kine Sesleniş
ŞİİR | © Yazan Melek DEMİR | Yayın Kasım 2016
Gökler maviyken, dallar yeşilken yaşam uzun
Yürek severken, kalp atarken hayat güzel.
Gel sende ver elini çık o karanlık köşelerden
Gel sende tut elimi, yansıt içinde ki o ışığı dünyaya,
İnsanların, senin ışığına ihtiyacı var, gömme onu karanlıklara.
Göster gülüşünle yaşama parlamayı,
Öğret insanlara gülümsemeyi,
Senden bir tane daha sen yok, kimse senin gibi gülemez, kimse senin gibi ağlayamaz, kimse senin gibi saramaz sevdiklerini, kimse senin gibi sevemez...
Çık o karanlıklardan tut elimizi, tut sevdiklerinin elini,
Yem olma ucu bucağı olmayan girdaba,
Kalk! Ayaklarının üzerinde dur, içinde ki senle gel yanımıza,
Bizi sensizliğe mahrum etme,
Bu dünyayı seni sevenlerin göz yaşlarına boğma,
Her şeyin bir çaresi var, Yalnız değilsin kocaman bu evrende,
Kimsesizlik kavramı yoktur bu dünyada,
Belki sokakta kalan bir kedinin umudusun, belki aç kalmış bir köpeğin kurtarıcısı.
Kim bilir belki bir insan hayatının dönüm noktası,
Var bu hayatın her anın sana ihtiyacı.

''Evrenin nefes alan her canlıya ihtiyacı var, Çünkü her canlının yaşama muhakkak katacağı şeyler vardır, ya dün ya bugün yada yarın''
Psikolog Melek Demir
 
     5 Beğeni    
Ruhun En Derinindeki Duygu: Korku!
ŞİİR | © Yazan Mustafa GÖDEŞ | Yayın Kasım 2016
Korkarız!
Terkedilmekten, yalnızlıktan,
Sevgisizlikten, değersizlikten korkarız.
Kırılmaktan, dışlanmaktan,
Çaresizlikten, yetersizlikten korkarız.

Başarısızlıktan, kıyaslanmaktan korkarız.
Aldatılmaktan ve de kandırılmaktan.
Öfkemizden korkarız, zarar vermekten,
Duygularımızdan korkarız, en çok da utanmaktan…

Kaybetmekten korkarız,
Sevdiklerimizi, paramızı, sağlığımızı…
İnsanlardan korkarız, an gelir en yakınımızdan,
Annemizden, babamızdan, dostumuzdan…

Fakirlikten korkarız, çok azımız zenginlikten…
Sevmekten korkarız, kimi zaman da sevilmekten.
Geçmişimizden korkarız, gelecekten korktuğumuz kadar.
Yaşamdan korkarız, bazen en az ölüm kadar.

Sorgulamaktan da korkarız, suçlanmaktan da.
Mücadeleden de korkarız, boş vermişlikten de.
Hayır demekten korktuğumuz kadar, evet demekten,
Savaşmaktan, sevişmekten, yenilmekten…

Günahtan, hastalıktan, yaşlılıktan,
Ölüm sonrası o bilinmez boşluktan…
Bazen ölümle ilgili en kötü olan,
Korkmamızdır kalanların yaşayacağı acıdan...

Gerçeklerden korkarız mesela,
İnanmak isteriz tatlı bir yalana.
Geç kalmışlıktan korkarız, başta hayata.
Nitekim korkarız anı yaşamaya…

Ruhun en derinindedir korku.
Bin türlü isim koyduğumuz duygu.
Endişe, kaygı, evham, vesvese...
İnsanoğlu korktuğunu korkmadan söyleyebilse.
Korkmak için her zaman bir sebep arar,
Oysaki yaşam, korkunun bittiği yerde başlar.

Mustafa GÖDEŞ
Psikoterapist & Yazar
 
     6 Beğeni    
Pamuk Ananne
ŞİİR | © Yazan Sertaç KIZILKAYA | Yayın Kasım 2016
Yüreğin gibi ellerin
Gözlerin gibi sözlerin
Pamuk gibiydi Annanem.
Özlemin azalmıyor artıyor
Öğütlerin hep hatırlanıyor.
Işık oldun önümde yol gösterdin
Sabrın sonu selamettir derdin.
İçimize insan sevmeyi öğrettin
Çok özledim çok annanem.
 
     4 Beğeni    
Psikolog
ŞİİR | © Yazan Gökhan BİNGÖL | Yayın Ekim 2016
Psikopattan korksaydık psikolog olmazdık
Sanma ki deli doktoruna gidiyorsun
İyi ki de gittim dersin alırsın terapiyi
Kaygıya kapılmana gerek yok
Olur da kapılırsan Psikoloğa git
Limana götürür seni fırtınalı zamanında
Oysa aslında herkesin psikoloğa var ihtiyacı
Güzel günler geçir bırak kalsın acı
 
     16 Beğeni    
Gölgelemeler
ŞİİR | © Yazan Gülderen KILIÇ | Yayın Ağustos 2016
gölgelemeler

1-Terkedilmiş bir çocuğun gölgesidir şiir.
2-Arsız bir kalp çarpıntısıdır kendi gölgesinde aşk.
3-Kadın hangi rengi taksa saçlarına, gölgesine düşen hüzün.
4-Esirse bir adam gölgesine, yenik düşer bir bahar rüzgarının büyüleyen kokusuna.
5-Gölgesinde dans eder çocuklar, dizleri kanarken ufka dalar gözleri.
6-Gölgesi konuşmuyorsa kişinin, çok konuştuğu içindir ölüm.
7-Kuşların kanatlarının gölgesinde, uçmayla kalmanın kavuşmasıdır deniz.
 
     4 Beğeni    
Umudun Sokaklarında
ÖYKÜ | © Yazan Fatih UYUMAZ | Yayın Mayıs 2016
UMUDUN SOKAKLARINDA
O gün sabahtan akşama yoktu. Akşam eve geldiğinde ıslak bir karanlığa girdi. Dışarıda köpek sesleri ev de sessizliğin sesi bir de sadece kendine yeten sobanın ateşi. Karanlıktı sokak, beklediği şey de karanlıktı. Karanlıkta ayak sesleri bekliyordu yüreğine su serpecek. Karanlıkta bir gölgenin yapbozdan bir parçanın ayrılması gibi ayrılmasını bekliyordu. Sonra aklına ışığı yakmak geldi. Islak yalnızlığının daha da ortaya çıkmasını istemese de karanlık gelir belki diye ışıkları yaktı. Lamba yanınca içindeki umut ışığı söndü. Artık yüzü gerçekten ıslaktı. Tek istediği son damlayı da yutacak o ufak gerçekti. Bir yudum zehir yutulması zor bir lokma gibi boğazda düğümlenen… arkası gelmeyen bekleyiş duyulan ses halüsinasyonları. Kendini bilmeden içeri giriş çıkışlar… bir anda hayatın anlamını kaybetmesiyle dünyaların senin olması arasındaki minik mesafede atılan binlerce tur. Bir o yanda bir bu yanda. Kalbinde salıncak gibi sallanan duyguların içinde mide bulantıları. Bu bulantıyı geçirecek tek bir ilacın olmaması… bekledi çocuk akşam karanlığında her zaman televizyon izlediği kanepenin yanındaki camda bekledi. Saatlerce izlediği televizyonun o an varlığı umrunda bile değildi. Geldi gelecek dense karanlıktan o televizyonu atomlarına ayırabilirdi küçük çocuk. Dakikalar dakikaları kovaladı, yo hayır çocuk dakikaları kovaladı elinde bir sopa olsa zamanı kırpaçlardı. Bekledi sevmediği yeşil battaniyeye sabrederse gelir diye düşündü kafasını çıkarmadan bekledi. Bilinci ikiye bölündü. Uyuyan ya da uyuduğunu sanan beyni bir de ayak sesini bekleyen. O güne kadar şımarıklığından akıttığı göz yaşlarını ne kadar boşa harcadığını düşünecek halde değildi. Ama yine de ağladı, uyudu, uyandırıldı. Yeşil battaniye de işe yaramadı.
Uyandığında hadi diyordu artık hadi, o karanlıkta o ayak sesi gelsin istiyordu. Zil çaldı birden ayak sesi gelmeden zil çaldı, hızla koştu hızlı koştuğunu düşünürdü hep hatta hızlı koştuğunda arkasına bakardı çocuk aklıyla ne kadar hızlı uzaklaştığını görmek için. Koştu kapıda bir iki yüz, değişik bakan. Beklemenin sonu gelmeyecekti anlaşılan yavaş yavaş sönüyordu iman tahtasının altındaki mum, tekrar zil çaldı artık koşmaya gerek yoktu ayak sesleri beklediğinin olmadığını çoktan haber vermişti.
Yorgun düştü en yakın arkadaşının düğmesine bastı. Havadan sudan sesler gelmeye başladı içindeki sesi bastıran. Allah’tan arkadaşının sesi çevrenin sesini bastırıyordu da kafası dağılıyordu biraz. Arkadaşı sustuğunda içindeki mumun alevi titredi tekrar. Üşüdü yoruldu ve uyudu.
Sabah uyandığında tortop olmuş yatağında beklediği haberin kapıya bırakıldığını fark etti. İlk defa öyle kelimeler okuyordu heceleyerek okudu.
Ekinözü Ad-li-ye-si
A-i-le Mah-ke-me-si
Salıncak, hayatın anlamını kaybettiği noktada durdu…
 
     1 Beğeni    
Umutlara Yelken Aç..
ŞİİR | © Yazan Ömer AKTÜRK | Yayın Kasım 2015
Her sabah açtığında gözlerini

Aç pencereni,perdeni..

Derin bir nefes al,dolsun ciğerlerin

Yüzünü yıkamak için geçtiğinde aynanın karşısına,

Gülümse kendine

Merhaba de kendinle birlikte yeni güne

İlk defa yaşadığını unutma bu günü..

Yarın başka bir gün gelecek,

Yaşayamayacaksın dünü,

Hisset her saatin tik taklarını,

Herrkese tebessüm et,

Merhaba de tanımadığın bir kişiye,

Yeni bir şiir bestele,

Yeni bir müzik dinle bugün,

Bugün doğduğunu farzet

Yeniden başla hayata

Bitip tükenmesin ilk adımın,ilk heyecanın,

Hep coşkuyla dolsun yüreğin..

Ömer AKTÜRK
 
     4 Beğeni    
Hayatı Nasıl Yaşamalı
ŞİİR | © Yazan Ömer AKTÜRK | Yayın Kasım 2015
Hayatı yaşadımı öyle yaşamalıyız ki;
Keyif almalıyız hayattan
Tıpkı 1 fincan kahve içer gibi
Yaşadıkça içimiz ısınmalı
Sıcaklığıyla,tadıyla,kokusuyla hissetmeliyiz hayatı
Hayatı yaşarken değer vermeliyiz kendimize
Diğer insanlarıda sevmeliyiz en az kendimiz gibi
Bir insanla karşılaştığımızda selam vermeliyiz
Tebessüm etmeliyiz
Kimi zaman elimizi uzatmalıyız
Kısacası değer vermeliyiz onada
Bir kuş gördüğümüzde simitimizden bir parçada ona vermeliyiz.
Sonra melodisine kulak kesilmeli
Ardından yolumuza devam etmeliyiz.
Bazen bir ağacın dibinde oturup dinlenmeli,
Güneşin sıcaklığını hissetmeli
Rüzgarın esintisini dinlemeli
Hayatın seninle değer kazandığını unutmamalısın.
Hayatı yaşadımı öyle yaşamalısın ki;
Altından daha değerli olan zamanı,
En büyük sermayen olan sağlığını
Seni tüm canlılardan üstün kılan aklını
Ataleti yenmede en büyük silahın olan iradeni
En güzel şekilde kullanarak yaşamalısın..

Ömer Aktürk
18.11.2010
 
     Beğenin    
Güzel Bir Gün…
ÖYKÜ | © Yazan Füsun UZUNOĞLU | Yayın Eylül 2015
Güzel bir gün.
Bu gün, hep ertelediğim bir şeyi yapacağım. En iyi arkadaşımla biraz zaman geçireceğim.
Onun beynindeki ışıltıları, ilgilerini, mutluluklarını yakalamaya çalışacağım. Onun başka insanlara bakışını, yollara, bulutlara, çiçeklere, bakışını izleyeceğim. Bir köhne ahşap binanın bakımsız bahçesini, kırılmış camlarını, zarif tahta oymalarını izlerken, yüreğindeki yitip gitmeyi bekleyen ya da yitip gitmiş şeylere karşı tortulaşmış şefkati izleyeceğim. O sarı bukleli saçları olan çocuğun yumuşak ve pürüzsüz tenini, annesinin elinden kurtulup koşuşunu ve yüzündeki o ürkek gülümsemeyi yakalarken neler hissettiğini anlamaya çalışacağım. Düşüncelerin ve görüntülerin bir kaleydoskop gibi iç içe geçtiğini, bir göz yanılsaması, düş bulutu gibi akıp gittiğini fark edecek ve kendi kendime gülümseyeceğim.
Anılarımı paylaşacağım onunla. Bu sokaktan ne zaman geçmiştim? Bu vitrine kaç kez bakmıştım?
Sonra o restoranın önünden geçerken, Emre’yle geçirdiğimiz saatleri anımsayacağım…
Hep önemli bir şeyler olurdu konuşacak. Hep önemli kararların arifesinde olurdu buluşmalarımız. Bilgelik, sevgi, telaş, bistro keyfi… Hep hareketli, hep hoş, hatırlanası akşamlar olurdu. İnsanlar sorardı:
“Ne o? Yoksa biriyle mi buluşmaya gidiyorsun ?”
“Evet” derdim, “erkek arkadaşımla buluşacağım”, yüzümde gizli bir gülümsemeyle.
Emreyle buluşmalarımızı hatırlayacağım bu gün. Bizim için özel olan sayısız yerler keşfetmemizi. Hep yaşamın gelecek günleri için hayaller kurmamızı ve kendimizi olduğu gibi, savunmasız, acımasız birbirimize açmamızı. Yüzleşmemiz gerekenleri ertelemeden, kendimizle ve birbirimizle dalga geçerek… Evet. Eğlenceli, duygulu, bazen sarsıcı olurdu buluşmalarımız. Bazı kez hoşlanmadığımız şeylerle baş başa bırakırdık birbirimizi. Sonra ayrı yerlere, kendi dünyalarımızı sürdürmeye doğru yola çıkardık.
O köşe başlarını hatırlayacağım. Çiçekçileri. O güzel çiçekçi kızın fotoğrafını çekmek için ne kadar dolanıp durduğumu… Sonra bir gün, çektiğim fotoğrafları bastırıp, tek tek onlara gösterişimi. Ne kadar da mutlu olmuşlardı…Yüzlerindeki duru, komplekssiz sevinci hatırlayacağım.
Bir kafeye gidip oturacağım. Necla ve Refikayla buluşup saatlerce konuşup gülüşüp dertleşip zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız şu kafeye. Yine etrafıma bakacağım, insanların yaşamlarını hayal etmeye çalışacağım. Acaba bu adamla kadın kaç yıldır birlikteler? Güngörmüş ve sakin bir halleri var. Giyimlerinden iyi bir gelir düzeyleri olduğu anlaşılıyor. Sonra insanların mutlu ve sakin bakışlarının ardına gizlenmiş yoksunlukları düşüneceğim. Birbirlerini nasıl kırdıklarını, nasıl yok saydıklarını… Hatta kendilerini bile! Ama yaralar küçük, ya da zaman çok uzun ve birbirlerine bakarken güzellikler görüyorlar artık. Geleceği kurarken içlerinde büyüttükleri hırslar ve yorgunluklar, yaşamanın değerini daha iyi anlamış olmanın dinginliğine bırakıyor yerini.
Birazdan sevdiğim bir salatayı sipariş edeceğim garsona. Garson her zamanki gibi görmeyen gözlerle etrafına bakacak. Ben, başka bir garsonun dikkatini çekmeye çalışacağım... Ve sonunda! Esprili, gülen gözleri olan, ince bir genç, düzgün Türkçesi ve sonsuz nezaketiyle siparişimi soracak. Ben menüden özenle seçtiğim salatamı, buzlu ve ince bir dilim limonlu diyet kolamı söyleyecek, yine etrafımı incelerken büyük bir sabırsızlıkla salatamı bekleyeceğim.
Sonra arkadaşımla paylaşacak başka şeyler gelecek aklıma. Uzun zamandır ertelediğim bir dost ziyaretini yapmak. Nilgün beni özlemle, yanaklarımdan öperek ve sıkıca sarılarak karşılayacak. Ne kadar sahici bir insan olduğunu, ne kadar yaşama bağlı ve ne kadar savaşçı olduğunu düşüneceğim. Acılarını hatırlayacağım. Alzheimer’den kaybettiği annesini ve kısa bir süre sonra onu izleyen babasını… Ara sıra gözlerine gelen gölgeyi yakalayacağım. Bir anlık hüzünlü bakışını… Bana ve başkalarına sağlam duruşunu ama aslında ne kadar duygusal ve kırılgan olduğunu…
Dostum bana kahve yapacak. “Orta şekerli” isteyeceğim bu kez. Yanında likörü ve çikolatayı arayacağım belki. Ardından bunları sıkça paylaştığım başka birini hatırlayacağım. Az şekerli kahve seven birini. Kahvenin yanında mutlaka nane likörü olacak. Mutlaka fal bakılacak… Fincanda yıllar önce çıkan İsa ve Meryem figürünü hatırlayacağım; bir kış günü, şöminenin karşısındaki bir koltukta bakılan falı…
Ardından Bostancı sahiline doğru yürüyeceğim. Uzaktan adalar görünecek. Sisli- güneşli- yağmurlu havalarda ve gecenin ışıklarında adaları canlandıracağım hayalimde. Sonra mimozaları… Bir ramazan günü bir kahvede ince belli bardakta içtiğim çayı ve sucuk ekmekle oruç bozmayı… İskeleye yanaşan vapurları, kahvede tavla oynayan kadın ve erkekleri, bir Levanten düğünü için giyinmiş şık ve renkli grubun önümden resmigeçit yapışını, kedileri, kedileri…
Bir kedi yavrusuyla oynayacağım; bir bahçenin duvarında parmaklıklara sürünen ve sevgi arayan. Onunla konuşacağım. O bana incecik sesiyle cevap verecek gözlerimin içine bakarak. Sonra aniden duvardan atlayıp kaybolacak. Emre’yi özleyeceğim, oğlumu. Kedilere olan düşkünlüğünü…
Hava yavaşça kararacak, güneş pembeden kızıla boyayacak gökyüzünü, uzaktaki o parlak yıldız belirecek. Hani hep erkenden çıkan... Bir İngilizce tekerlemeye kayacak aklım.
“Güzel yıldız, parlak yıldız, bu gece gördüğüm ilk yıldız. Bu geceki dileğim gerçekleşsin.”
Hiç o yıldıza bakarak dilek tutmadığımı fark edeceğim. Birazdan yarım ay, diğer yıldızlar, bulutlar bir bir gelecek ve ben karanlık olmadan hemen önceki o koyu maviyi, o çok sevdiğim maviyi görebilmek için, sahildeki tahta bir bankta sessizce bekleyeceğim. O maviyi beklediğim diğer akşamları düşüneceğim; yalnız, ya da paylaştığım. O maviyi bir başkasının da benim kadar sevip sevmediğini merak ettiğim, ama bunu şimdiye dek hiç sormadığım gelecek aklıma.
Sonra gök koyu bir laciverde dönecek, hafif bir rüzgâr başlayacak, ben eve doğru yola çıkacağım, küçük bir mum yakacağım, sevdiğim bir müziği dinleyeceğim ve gözlerimi kapatacağım…

Kendimle baş başa biraz zaman geçireceğim…

***
Uzaklardan gelen telefon sesi beynimde yükselerek yankılanıyor ve düşüncelerim şimdi ortasından yok edilmiş bir tablo gibi boş ve şaşkın. İsteksizce yerimden doğruluyorum.
“Bu da kim sabah sabah! Acaba kaç kez aradı? Birazdan susar belki…”
Telefona doğru acelesiz ve hoşnutsuz yürüyorum, ben ulaşamadan susmasını dileyerek. Susmuyor. Elim telefona uzanıyor.
Bir an duraklıyorum. Hayır. Açmıyorum. Ceketimi alıyorum, kapıdan çıkıyorum, merdivenlere doğru yürüyorum. Ses giderek uzaklaşıyor.
Kısa bir sessizlik, telefon yine başlıyor çalmaya. Artık çınlaması güçlükle duyuluyor. Bu kez tablom ve düşlerim bozulmayacak diye geçiriyorum içimden. Yürümeye devam ediyorum.


12/11/2008

Füsun
 
     2 Beğeni    
Evrenin Aynası
ŞİİR | © Yazan Gülderen KILIÇ | Yayın Ağustos 2015
Acılarımdan bal süzüyorum

Ruhumun kovanlarına

Değmez mi?

Bir yudum

Gökyüzü içmeye.

Bu hayat

Hep imtihana tutuyor

Geçmek değil mesel

Kalabilen görebiliyor

Olanı biteni.

Şaşkın bakma öyle

Kelimeler arasına gizlenmiş

Gölgeleri okumadan

İçindeki boşluğa

Hep yenik düşersin.

Ne kadar biriktirirsen biriktir

Kilitli kafeslerde

Paranoyak

Bir kaybetme

Sanrısına düşersin.

Yağmur yağarken

Aç avuçlarını

Damlaların

Ellerinde buluşmasına.

Bıraktığında kendini

Evrenin aynasına

Bir sırra

Teslim et kendini.

Gördüklerini

Sakın tutma

Bir yol bul

Anlat

Düşene

Koşana.

Dur bekle

Değsin

Bin yıllık hayat

Derinlerine.
 
     3 Beğeni    
Taksiler, Müşteriler ve Verilmeyen Para Üstleri
ÖYKÜ | © Yazan Hilal BEBEK | Yayın Ağustos 2015
Tek istediğin, başa çıkmaktı bu hayatla.


Bütün tabloları mm’ lik oranları hesaba kataraktan en simetrik hizalara sokarak giderdin pürüzünü hayatının. Tıkanırcasına proje yutarak doldurdun boşluğunu sevgilinin. Kusarak yediklerini, kustun anılarını. Tekrar tekrar yıka bacaklarını. Yıka, temizlen ve arın. Yıka, yıka, yıka bacaklarını. Düşünme artık günahlarını. Yıka, yıka, yıka…

Bütün taksicilerin vermediği 50 kuruşluk para üstlerinde aradın haklarını. “Alacağım o elli kuruşu !!” diye diye adaleti sağladın. Aldın, geri haklarını. Kimse kullanamaz zaaflarını?! Bütün öfkeni, tüm hakkına girilişleri, suistimal edilişleri, 50 kuruşlara geri aldın. İyi alışveriş yaptın.

Şiir denen şeyle, en sofistike halinle en estetize küfürleri yağdırdın. Sürrealist oldun bir de üstelik, realizminin bokunu örttün. Kitap okudun, yazdın, çizdin, entelektüel oldun ? Felsefe, mitoloji, ideoloji.. Mantık, tutarlılık, rasyonalizasyon, entellektüalizasyon.. Dedin ki herşeyin var kardeşim bir gerekçesi… Neden-sonuç ilişkisi.. e kader bir de değil mi… Hiçbirşeycilik canım.. yok yok anlam önemli… 3 günlük dünya, amaan… diye diye çözdün dünyayı.

Entellektüelite pazarından iş çıkmadı, kurtarmadı, olmadı, bazen. Pazarlardan caymadın. Perşembe pazarından taze sebze alacaktın. Domatesleri çürük veren pazarcıdan sordun hesabını bütün çürük hikayelerinin. Bütün çürükleri bir hışımla geri verdin!. Seni kazıklayamaz ki kimse canım! Verecek o sağlam domatesleri! Sensin çürük! Ve o sağlam patatesleri! “Ben seçeceğim seçme hakkım var benim!” Diye diye sağlamıştın düzeni.

Birgün bir otobüse binmiştin. Akbilin bitmiş, yazık. Çaresizdin. Yalnızdın. Akbilsizdin.. Ne yapacağımı bilemiyordun. Ağlayacaktın. Akbilin, bitmiş. Kim bilebilir ki akbilsizliği senin kadar ? Akbil, istedin. En zor anında o otobüs halkından akbil istedin ! Hepsi sustu, sustu, sustu… Akbiliniz yok mu dedin ? Hepsi sustu. Delirdin. Yalan söylüyorsunuz ! Konuşun hiç mi birinizin akbili yok! Sessizlikten nefret ederdin. Ağladın, delirdin, açıklama bekledin otobüs halkından. Deli dediler muhtemelen. Olsun sen sessizliğini böyle onardın. Hesap sordun bütün bir otobüs halkından Bu büyük bir işti.. Geçmişinin bütün sessizleri o koltuklarda belirmişti. Emeği geçen otobüs halkına içten içe teşekkür ettin sonra.


Sol şeritte gitmene izin vermeyen arabayı taciz ettin bir keresinde de. Sonuna kadar bastın kornanın, sonuna kadar. Ulaşacaktın bir yere. Kavuşacağın bir yer, bir an vardı. Kavuşacaktın. Kavuşacağın bir şey vardı. Oysa o, son derece yavaştı. Sonuna kadar bastın kornaya. Sağa geçtin. Sağladın. Suratına baka baka geçtin, göz göze gele gele geçtin.. Engelleyemez ulaşacağın bir yer var senin ! Ulaşamayışlarını da böyle onardın. Ah, sol şeritte yavaş giden.. Katalizör gibi çekti öfkeni. Hep ondandı hep, bütün kavuşamayışların.


Onlarca kitap aldın. Onlarca kitap. Bilmek, öğrenmek, anlamak istedin.. anlayacak birçok şey vardı. Seni anlayacak birçok kitap vardı. Hepsini sıraladın. Acıların, kontrol altındaydı. Onlarca kitap, seni kanatlarına alıp kurtaracaklardı.

Dalıcılık yaptın bir ara da. Dalacak derinler buldun ve derinlerde aydınlık noktalar. Derinlerde yüzebildiğini gösterdin kendine. Bak işte 10 metrede bile boğulmadın! Üzerine git vurgunların! Kayaların ardını, 5 metre, 10 metre sonrasını taradın.. Yılan yoktu, timsah yoktu, köpek balığı yoktu. Tehlike yoktu. Bir ohh çekip, rahatladın.

Binilecek atlar buldun. Dizginleri ele aldın. Ne varsa raydan çıkan ne varsa hayatında kamçıladın. Sağa sürdün. Sola sürdün. Kamçıladın. Hislerini kamçıladın, kamçıladın biraz da kendini.. Arpa verip gönlünü aldın sonra atın. Okşadın yelelerini. Arzularını, hatalarını, raydan çıkışlarını böyle onardın. Ama biraz fazla kamçıladın. Hadi git gönlünü al o atın.

Bir ara kırışıklıklara sardın. Tozlara. Bir de yeni aldığın arabana dadandın. Neden çift çizgiydi o kumaş pantolonlar? Neden tozdu bütün bardaklar? Çizik mi vardı yan kaportada? Tozları yakaladın. Ütüledin kumaşları, ütüledin bütün pantolonları.. Yakaladın arabana çizik atan çocukları. Asayiş berkemaldi. Çizik, toz, kırışıklık, hepsi kontrol altındaydı. Çizik, toz, kırışıklık ?

Hatırlıyor musun bir tv ekranında izlerken, tuttuğun takım şampiyonluğu kıl payı kaçırdığında nasıl çıldırdığını? Barajı geçemedi oy verdiğin parti, hatırlıyor musun o canlı yayın ekranını? Çok çalışmıştın ama daha çok puan aldı çalıştırdığın arkadaşın, anımsadın mı puan tabelasını ve nasıl yıkıldığını ? Kıl payı kaçan hayatlar, kayıplar, acılar, kurbanlar ve mağdurlar. Hepsini birden o ekranın içine o dakika sığdırdın.

Kuyrukta önüne geçene ne güzel haddini bildirdin, ne güzel anlattın garsona tam olarak ne istediğini. Ne güzel iade ettin acımış, bayat çayı. Aa tebrikler ne güzel facebook aktivisti de oldun. Ne güzel kurtardın di mi dünyayı.

Düşündün mü hiç neden o filmdeki yalnız çocuğa fazla ağladın ? Elinde olsa yetim bütün çocukların elbiselerini onarırdın. O kadına neden fazla acıdın? Neden çok öfkelendin o adama? Evcil hayvanlar edindin, kedileri besledin. Saygıda kusur etmedin hiç dilencilere. Yaşlı dedeleri karşıdan karşıya geçirdin. Her kedide her çocukta her yaşlıda her fırsatta, sen nereni onardın ? Yetimlere diye diye o çorbaları her gece sen kime götürdün? Nerelere gittin rüyalarında her gece, hangi gemilerle nerelerden döndün?


Ağrıyan miden, neyi hazmedemedi?

Neye isyan etti dönen başın ?

Yorgunluğun, hangi yüklerini savmak istedi?

Kime kırgındı bedenin ?

Aç kala kala neyin cezasını çektin ?

Hangi faturayı ödedin?


Ve sen gün içinde.. En sıradan detaylarda. Atamadığın eşyaların, sakladığın defterler, karşılaşmak istemediğin yüzler, kızdığın şöförler, kavga ettiğin müşteri temsilcileri, yürüdüğün metrelerce tepelerde aslında hikayenin hangi kısmını sildin, çizdin, yazdın, anımsadın ?


Ne ile başa çıkmak istedin bu hayatta ?
 
     5 Beğeni    
Hep Yeniden Başlamak Gerek
ŞİİR | © Yazan Esra ERDOĞAN | Yayın Temmuz 2015
HEP YENİDEN BAŞLAMAK GEREK

CANINA OKUMAK DEĞİL ÜSTÜNE KOYMAK

İNSANA YAKIŞIR YAŞAMAK


İNSAN OLMAK

ALLAH BİR AKIL VERMİŞSE, BİLDİĞİ VARDIR DEYİP
KULLANMAK GEREK

VİCDAN SAHİBİ OLMAK

KUKLA OLMAMAK MESELA

BİREY OLMAK

AŞK OLSUN DİYE AŞIK OLMAMAK
ve
AŞKA AŞKOLSUN DEDİRTMEMEK

YAŞAMAK LAZIM KISACA

ÖYLE GELDİĞİ GİBİ DEĞİL
YAKIŞTIĞI GİBİ İNSANA... e.e
 
     Beğenin    
Hayata Dair..
ŞİİR | © Yazan Esra ERDOĞAN | Yayın Temmuz 2015
BAKIN BU ÇOK ÖNEMLİDİR... BİR İNSAN İNSANI SEVMİYORSA, KENDİNİ DE SEVMİYORDUR... GÜVENSİZDİR KENDİNE VE BAŞKALARINA... O İNSAN SİZE NE KADAR NUTUK ATARSA ATSIN BİR KÜF KOKUSU ALIRSINIZ... BU RİYANIN KOKUSUDUR ASLINDA... RİYA KÜF TUTMUŞ YÜREK GİBİ KOKAR... KOZADAN ÇIKAMAMIŞ VE ÖLMÜŞ BİR LAVRA GİBİ... SİZE ASLA BİR KELEBEĞİN KANAT ÇIRPIŞININ LEZZETİNİ TATTIRAMAYIŞI DA BUNDANDIR. e.e

Soru ve önerileriniz için benimle iletişime geçebilirsiniz.
www.esra-erdogan.com
 
     1 Beğeni    
Aşk'a Dair
ŞİİR | © Yazan Esra ERDOĞAN | Yayın Temmuz 2015
Bu ara yazasım var
Hazır elim değmişken şu aşkı da yazayım dedim.
Sonra düşündüm nasıl yazılırdı ki bir aşk
Yaşandığı bilinmeyen...
Ben de öylece bıraktım, masumiyeti çizilmemiş, kendisi yazılmamış kaldı. e.e
 
     2 Beğeni    

Bu sayfada yayınlanan öykü ve şiirlerin tüm hakları yazarlarına aittir ve üye yazarlarımız tarafından TavsiyeEdiyorum.com Öykü ve Şiirler kütüphanesinde yayınlanmak üzere gönderilmiştir. Burada yer alan eserler yazarlarından önceden izin alınmaksınız başka platformlarda yayınlamaz, sadece kaynak gösterilerek ve yazar ismi zikredilerek KISA ALINTILAR yapılabilir. Aksine davranış Fikir ve Sanat Eserleri yasasına aykırılık teşkil edecektir.

16:22
Top