2007'den Bugüne 92,260 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!


Uzman Üyelerimizin Öykü ve Şiirleri

Site üyemiz uzmanlar tarafından yazılan şiir ve öyküleri tarih sırasında sırasına göre aşağıda bulabilirsiniz.

Engel Olamazsın
ŞİİR | © Yazan Nalan EYİN | Yayın Şubat 2010
İçimde,
Büyüyüp yeşermeyi
Bekleyen bir ümit var.
Ne kadar örtsen de
Üstünü toprakla,
Bir gün bütün filizler
Boy verir.
Engel olamazsın...



Bu şiir, 13.09.2007 tarihinde noter tarafından tasdik ettirilmiştir. Lütfen isim belirtmeden kullanmayınız.
 
     Beğenin    
Değişim-1
ÖYKÜ | © Yazan Nalan EYİN | Yayın Şubat 2010
BİR KADIN

Keşke bir kitap okuyarak değişseydi gerçekten insanın hayatı.Hani bir yazar demiş ya, bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti. Ben çok okudum , çok okudum ama değiştirmedi bendekileri. Her geçen gün, ömrüm eksilirken, taşıdığım yük daha da artmaya başladı. Çevremdekilerin bana nasılsın , diye sorması bile canımı acıtır oldu. Gerçekten nasıl olduğunuzu merak etmiyor çünkü insanlar. İyiyim de ve geç sohbete! Eskiden manevi yanım daha kuvvetliydi ama son yıllarda, onu da kaybettiğimi hissediyordum. 36 yaşında defalarca düşük deneyimi yaşamış, her seferinde mutlu sonu canı gönülden dilemiş, minicik elleri, minicik ayakları olan bir bebeği kucağıma alabilmenin ümidiyle dualar etmiştim. Ama olmuyordu işte. Doktorlar nedenini bulamıyordu. Yapılan onlarca test ve tetkike rağmen hiçbir gerekçe gösteremiyorlardı. Eşimle aramızdaki uçurum da gittikçe büyüyordu. Biz bu evliliği, sırf kendimize benzeyen çocuklar yapabilelim diye inşa etmemiştik. Ya da ben öylesine inandırmıştım kendimi. Eşim çok alkol alıyor, her akşam elinde 2-3 şişa bira ile eve gelmeyi adet edindi. Buna da bir itirazım yok ama hiç konuşmuyoruz. Sorduğum sorulara bile yanıt vermiyor. Sanki kendi evimde bir gölge gibiyim. Bu noktaya nasıl geldik, bırak konuşmayı kavga bile etmiyoruz. Edemiyoruz. Sanki konuşsak, aramızda konuşması yasak olan konu ağzımızdan kaçacakmış gibi alarm halindeyiz.

Evliliğimizin ilk yılları çok güzeldi. İkimiz de doğayı tabiatı sevdiğimiz için, bahçe düğünü yapmıştık. Şimdiki jenerasyon kır düğünü diyor ya. Arada sırada eski fotoğrafları çıkarıp bakıyorum, iki yabancının suretlerine bakar gibi...Biz değiliz onlar...Çok eskide kalmışlar...

Evin içinde geziyorum..Bir şey eksik, adını koyamıyorum ama; sanki tam şurada ya da ne bileyim öteki odada bir şey eksik. O kayıp şey bulunsa, yüzümüz gülecek, neşemiz yerine gelecek...Ne olduğunu bir türlü çıkaramıyorum.Amaçsızca dolapların içini açıp, karıştırıyorum. Salonda duran çok sevdiğim antika sandığın başına diz çöküyorum. Sandığın kapağını kaldırıyorum...Katlanmış seccadelere bakıyorum. En son kimbilir ne zaman namaz kıldım, hatırlamıyorum bile. Ve o anda aklıma bir Hadis-i Şerif geliyor: "Allah, hangi kuluna bir hayır dilerse, ona bir musibet gönderir." Bunca zaman dilimde, yüreğimde eksik olan parçanın ne olduğunu ancak şimdi kavrayabiliyorum. İçimde bir coşkunun kıpırdadığını hissediyorum.Bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülüğün, Allah'ın rahmetinden ümidini kesmesi olduğunu hatırlıyorum. Bir kitap okumadan, ama bir hadis okuyarak da insanın hayatı değişebilirmiş onu anlıyorum...







Bu öykü, 13.09.2007 tarihinde noter tarafından tasdik ettirilmiştir. Lütfen isim belirtmeden kullanmayınız.
 
     Beğenin    
Yaşam, Bölünmüş Bir Dizi Parçadan İbarettir Aslında...
ÖYKÜ | © Yazan Nalan EYİN | Yayın Şubat 2010
Yıllarca hep yazdım, hep biriktirdim. Bir kitap yazmak ve yayımlamak niyetiyle. Görüşmeler esnasındaki gözlemlerim ve teorilerden tutun da, ilham kaynağı olan her türlü yazılı ve görsel veriler, bazen okuduğum bir kitap bazen izlediğim bir film, kendi yaşamımda edindiğim gözlemler, anılar, elbette acı veren şeyler ve tam tersi hayata tutunmamı sağlayan şeyler de dahil...Mesleki anlamda bir psikoloğun "ben oldum" demesi asla mümkün değildir; gün geçmiyor ki yeni bir şey öğrenmeyelim. Ben de öğrenme konusunda hiç durmadığıma inanıyorum. Hep, bir yenidoğan gibi dinlemeyi, bakmayı değil görmeyi hedef edindim. Yani sıcak tuttum hayata karşı-insanlara karşı merak duygumu.

Buradan hiç tanımadığım bir okura ulaşabilmek, en karanlık, en karamsar durumda dahi insanların bir çıkış noktası bulabileceğine, çare üretebileceğine örnek teşkil edebilmek için çok değişken özellikte karakterler kurguladım. Uzun soluklu bir roman yerine kısa kısa bu karakterlerin ağzından adeta günlük tadında yazılmış parçalar derledim. Kimbilir belki ileride bu karakterleri bir romanın içinde de kurgulayabilirim.
Karakterlerin hiçbiri tek bir kişi olmayıp; tanıdığım-gözlemlediğim birden fazla kişiden yola çıkılarak kurguladığım sanal kişiliklerdir.

Keyifli okumalar dilerim :)

:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Bu öykü, 13.09.2007 tarihinde noter tarafından tasdik ettirilmiştir. Lütfen isim belirtmeden kullanmayınız.



ŞEYTAN BİLE KORKAR AŞKTAN...






KADIN(1) Gönül



Aşık olmak...Dahası, sana güvenmek istiyorum...Daha önce de yaşadım aşkı...
Çok yoruldum...Tükendim...Aldandım ve aldatıldım...Ama asla pişman olmadım...Aşkın tabiatında da bu duygular yok mu zaten! Yaşamımın en sakin, kendimce en olgun döneminde rastladım sana.Tesadüflere inanmam ben...Sanki tam da bu şekilde, bu zamanda karşılaşmamız gerekiyormuş da, kaderin ipleri bizleri çekiştirivermiş gibi hissederim hep.

Nerden başlasam? Senli mi sensiz hayatı mı başlangıç alsam...Hayatta her insanın bir yolu vardır. Hiçbir şey yapmasa bile, takip edebileceği; uzanıp giden bir yol. Ama insan , yetinme fıtratıyla doğmuyor ki! Yaşadığını hissedebilmesi için , ille de risk alması gerekiyor.

Sana hiç söylemediğim bir şey var aslında. Senin için kıymetsiz, benim için sembolik bir anlamı olan bir detay. Resmen tanıştırıldığımız tarihten önce, görmüştüm seni. Dünya büyük ama bizlere gene de küçük herhalde. Beyaz bir araban vardı, arabayı parkettin, dışarı çıkıp bagajı açtın. Ellerinde bir pet shop ismi yazılı karton poşetler vardı. Hayvanları seviyor anlaşılan dedim. İnsanları gözlemlemeyi oldum olsaı severim, sen de benim için günlük gözlem anlarından biriydin aslına bakarsan.

Aradan çok uzun zaman geçti. Ben henüz tanışmadığımız için seni ve sana dair gözlemlerimi de unuttum. Hatta geçen zamanda umulmadık bir aşka yelken bile açtım. Öyle çok sevildim, öyle çok şımartıldım ki anlatamam. Çok sevilmekten bile bıktım, ayrıldım. Geride hep sızlayan kalpler bıraktım...Seni tanıyana dek, yaşantımdaki en kötü, en bencil insan bendim anlayacağın...

Duygu denizim ne kadar çalkantılı olursa olsun, iş yaşantım da o derece düzgün olmuştu. Başarılı bir öğrencilik hayatım olduğu söylenemezdi; ama sınıfta çok sessiz ,çok sakin, bu yüzden vasatiliğime rağmen öğretmenlerin gözüne batmayan , kendi halinde, içine kapanık bir çocuktum. Küçüklüğümden beri hep eczacı olmak istemiştim. Dayım da eczacıydı. O zamanlar, eczaneler birer süpermarket havasında değil; eczacıların bizzatihi formüller hazırladığı dönemlerdi. İşte o dönem , benim hayallerimi süsleyen altın bir dönemdi. Pasif geçen öğrencilik hayatımı, çok çabalayıp bir son dakika golü ile üniversite hayatına taşımak istesem de ne yazıkki başarılı olamamıştım.İki sene üst üste sınava girdim, kazanamayınca da üstelemedim. Dayımın yanında çalışmayı düşündüm ama dayımı çok erken bir yaşta kalp krizinden kaybedince, eczane apar topar devredildi. Çocukluk hayallerim, formüller, eczane her biri zavallı Bülent Dayım gibi birer birer eksildiler hayatımdan...Babamı 9 yaşındayken kaybetmiştim. Dedemi ise hiç tanıma fırsatım olmamıştı. Bir baba gibi bana kol kanat geren, sevgi ve şefkatiyle sarmalayan dayım da hayatımdan çıkınca ; tadını çok iyi bildiğim yalnızlığım çevrelemeye başladı beni. Neden böyle oluyordu? Neden hayatımdaki erkekler, hep çok erken, hep zamansız bırakıp gidiyorlardı beni?

Etrafımızdaki kişiler hemen devreye girdiler, henüz devlet memurluğu sınavı da olmadığı için Haseki Hastanesi'nde veri hazırlama memuru olarak işe girdim. Kan Bankasında çalışmaya başladım.

Tabi hastane ortamında yeni arkadaşlar ve yeni bir çevreye dahil olmaya başladım. Rahmetli dayımı yakınen tanıyanlar , çalıştığım bölüme arada sırada uğruyor ; hal hatır soruyorlardı. İnsanların beni çabucak benimsemesi , benim de sosyal çevreme adapte olmamı hızlandırdı. O eski sessiz Gönül gitmiş, yerine rahat iletişim kurabilen, sosyal paylaşımdan zevk alan, canlı, yaşam dolu bir Gönül gelmişti. Bu arada çok okuyor, kendimi sürekli geliştirmeye, bilgi ve görgümü arttırmaya çalışıyordum. Bunun bana geri dönüşümü şöyle olacaktı. Hemen pek çok kurumda olduğu gibi, hastanelerde de bir hiyerarşi ve sınıf sistemi vardı.Benim bilgi ve becerimi arttırmam, hastane içinde kademeli olarak daha iyi şartlarda çalışacak ortamlara geçmemi sağlamış ve aynı zamanda arkadaş çevremin de , memurlardan ziyade hemşire ve doktorlara dönüşmesine yol açmıştı.

BEŞ SENE ÖNCESİ...
KADIN (2) Selin

2 Kız kardeşten küçük olanıyım. Ama ablam o kadar hercai ki , ablalık yapma görevi de bana düşüyor. Anne ve babam emekli türkçe öğretmeni. Bu yüzden, küçükken evde güzel yazı yazmak benim için tam bir işkenceye dönerdi. Öğretmen çocuğu şöyle olur, öğretmen çocuğu böyle olur, baskılarıyla büyüdüm. Hayır sevgisiz de değillerdi. Ama disiplin hayatımızın en önemli ağırlık noktasıydı. Bugün geçmişe dönük bakınca iyi ki öyle olmuş diyorum ama. Her zaman çalışma disiplinine sahip bir insan oldum, bir hekim olarak da aynı çalışma disiplini ile hareket ediyorum ve hastalarım için en iyisini yapmaya çalışıyorum. Hastalarım tarafından sürekli takdir ediliyorum. Arkadaşlarım tarafından , ailem tarafından seviliyorum ama nedense içimde mutluluğu hissedemiyorum. Soner'le beni 3 sene önce tanıştırdılar, herşey çok hızlı gelişti. O yıl, bir yurt dışı programına yazılmış ve eğer olursa Türkiye'ye dönmemecesine gitmeyi planlıyordum. Ama Soner çok tutkulu, çok sahip çıkan , beni sürekli yanında isteyen bir sevgiliydi. Benden iki yaş küçüktü. Aileden kazanmış olduğum şartlanmalar neticesinde , kadın ve erkek herkesin belli fiziksel özelliklere sahip olmasını şart koşuyordum beynimde. Şişman insana tahammülüm yoktu mesela.Soner, bu açıdan bulunmaz insanlardan biriydi. Kabul etmeliyim ki, benim kadar kitap okuyan, entellektüel düşünen, bilgili , görgülü değil ama bütün arkadaşlarımın imreneceği kadar yakışıklı! Evlilik aşamasında ailesinden dolayı çok sıkıntılar yaşadık. İnanılmaz huysuz bir annesi var. Oysa, benim anneciğim ne kadar hanımefendi...Üzerinde bizim oturacağımız eşyalara bile müdahale etmeye kalkışınca, kendimi tutamadım, "Size ne oluyor böyle, neden bize karışıyorsunuz! " dedim. Keşke biraz dilimi tutsaymışım, düğünümüz onlar yüzünden çok soğuk, çok yavan, tatsız tuzsuz geçti. Hepimizin burnundan geldi... Soner'in asistanlığının btmesine daha bir yıl var, bu yüzden evin esas maddi sorumluluğu benim üzerimde. Ama hiç sorun değil, bu maddi dengenin benim lehimde oluşu, evdeki hiyerarşinin de ister istemez lehime dönüşmesine yol açıyor. Ben ne dersem, evde o oluyor! Çok seviyorum kocamı! Sürekli beni mutlu etmeye çabalamasına, etrafımda pervane olmasına bayılıyorum. Arkadaşlarım ise kıskançlıktan adeta çatlıyorlar...

DAYI (Bülent)

Ben Gönül'ün dayısıyım. Sevgili yeğenimin gözünde, hayran olunası, kahraman bir dayı. Babam eczacıydı, benim de aynı işi devralmam, ailenin tek erkek çocuğu olarak baba mesleğini devam etmem bekleniyordu. Bense uçaklara hayrandım, hep pilot olmak, sonsuz semalarda metalden dev bir kuşun kanatları eşliğinde uçmak, uçmak ve aşağıya doğru süzülmek isterdim. Gezmek, yeni yerler, yeni coğrafyalar görmek, yeni insanlar tanımak isterdim. Mahallenin yaşlı genç hastalarının ilaç özgeçmişlerini dinlemek değil! Ama bunu babama kabul ettirebilmek ne mümkün...Nuh dedi de, ağzından peygamber lafı çıkmadı. Annem zaten çok pasif, hayatında hiçbir konuda ne bir fikrini beyan edebilmiş, ne de bir şey önerebilmiş bir kadındı. İtiraz etmesi ise düşünülemezdi bile. Beni korumak bahasına bile olsa, babama ağzından tek bir sözcük bile çıkaramazdı. Nitekim de öyle oldu, ben istemediğim halde İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'nden mezun olmuş ve babamın eczanesinde babamla birlikte çalışmaya başlamıştım. Babam, az bir zaman sonra, ilerleyen yaşı ve ağrıyan dizlerini bahane ederek; işi tamamen benim omuzlarıma yıktı. Tabi eczanedeki kalfamız Salih Amca'yı da demirbaş bırakarak. Böylece, eczanede sinek vızıldasa, babam haberdar olabiliyordu. Çünkü, bana hiç güvenmiyordu. Hiç sesimi çıkarmadım, arada sırada dışarı yürüyüşe çıkıyor sonra geri dönüyordum. Hayatımda hiçbir renklilik, yani hayallerime beni yakınlaştıracak hiçbir şey yoktu...Askerliğimi yapmak için Manisa'ya gittim. Döndüğümde, yine bana sormadan, evlilik yapmam kanaatine varılmış ve hayatımı birleştireceğim eşim bile seçilmişti. Babama söz söyleme, sesimi yükseltme ihtimalim sıfırdı. Acısını zavallı anneciğimden çıkardım.Çok ağladı annem, çok gözyaşı döktü. Bir yandan beni teskin etmeye çalışırken, bir yandan da Sema'yı bana övmeye başlayınca; bu evlilik kararının ardındaki esas rolün babamdan ziyade anneme ait olduğunu sezinledim. Sema , liseden sonra okutulmamış, sessiz, kendi halinde bir kızcağızdı. Çirkin denemezdi ama beni vuracak cinsten bir güzelliği de yoktu hani. Babası peynircilik yapıyordu. Beş erkek kardeşten sonra dünyaya gelen tek kız çocuktu ama buna karşın, evdeki tek kız çocuğu olmanın herhangi bir konforunu yaşamadan büyütülmüştü. Önce imam nikahı ardından belediye nikahımız kılındı. Bu defa annem, aynı evde yaşamamızı deliler gibi arzu ederken, babam eczanenin 2 bina ötesindeki binada oturan kiracımızı evden tahliye etmiş ve bizim için dayayıp döşemişti. Önce mesleğim sonra da eşim , benim fikrim dahi alınmadan belirlenmiş; bana da bu seçili yoldan ilerlemek düşmüştü.

Eczacılığı sevmiyordum, gelen hastalara da özel ilaç hazırlamak yerine, hazırdaki ilaçları vermeyi tercih ediyordum. Benim için yaptığım iş, ticaretten farksızdı. Evden ayrılmak çok işime gelmişti. Artık daha keyfi hareket edebiliyor, evden 2-3 günlük kısa süreliğine dahi olsa uzaklaşabiliyor; arkadaşlarımla daha fazla görüşme imkanı bulabiliyordum. Bu arada Sema'yı eşim sıfatıyla hiçbiryere götürmüyor; o da bana bir günden bir güne "bey, nereye gidiyorsun" demiyordu. Evleneli 6-7 ay olmuştu ve etraftan neden çocuk yapmıyorsunuz nidaları yükselmeye başlamıştı bile! Benim için baba olmak fikri çok uzak ve yabancıydı. Ama Sema'nın bir çocuk sahibi olmak arzusunu ben bile çok iyi fark edebiliyordum. Bir kaç ay sonra, Sema hamile kaldı. Ne yazıkki 4 aylık gebeyken şiddetli bir kanama neticesinde bebeğimizi düşürdü. Günlerce, haftalarca ağladı. O kadar ki, eğer isterse, bir süreliğine annesinin evine gidip orada dinlenmesini bile önerdim. Ancak bunu, evden kovulmakla eş tutup, şiddetle reddetti. Sonraki yıllarda da her gebeliği nedeni anlaşılamayan bir biçimde düşüklerle sonuçlandı. İçimdeki ses, sorunun bende olduğunu, çok kötü olduğumu, Tanrı'nın beni babalığa layık kılmadığını düşünmeye başlamıştım. Ve yine biliyordum ki, Tanrı pekala haklıydı. Ben kötüydüm...

Artık eczaneye daha seyrek uğrar, dışarıda daha fazla vakit geçirir olmuştum. Günü birlik, yerli yersiz pek çok ilişki yaşıyor, yine de doymak bilmiyordum. Hayatın benden çaldıklarını bu kadınlardan toplamaya uğraşıyordum belki de. Olmuyordu...Her yeni ilişkide, kendimeden biraz daha eksiliyor; biraz daha nefret ediyordum. Sınırlarımı çizmekte zorlanıyordum. Sosyal içicilik konumundan aktif içicilik konumuna geçmiş, gündüz gece demeden her fırsatta içiyordum. Attığım her adımda sadece kendimi değil, yakınımdakileri de felakete sürüklediğimi biliyordum. Kimi zaman kız kardeşimin eşi de bana gecelerde eşlik ediyor; birlikte fasıllara gidiyor, eğleniyor , bolca yiyor, bolca içiyor ve sarhoş biçimde dönüyorduk meyhaneden. Bir gece, çok alkollü olmama rağmen, direksiyonun başına geçtim. Yapma, sarhoşsun dediler ama dinlemedim. Aslında ölmek için, bizzatihi kendi değersiz yaşamıma son vermek için geçmiştim direksiyona. Eniştem de benimle birlikteydi, o da sarhoşlukta benden geri kalır durumda değildi. Eve varamadık, çarpma anında bayılmışım, gözümü açtığımda hastanedeydim, kızkardeşimin eşi ise çarpma sırasında arabadan fırlamış ve boynu o dakika kırılarak can vermişti...Kardeşimin yüzüne bakacak gücüm yoktu...O ise asaletinden, bana tek kelime bile etmedi...

Hastaneden çıktıktan sonraki günler, içimdeki vicdan azabı elimi kolumu bağlamış, değil eczaneye gitmek; elimi yüzümü yıkamak için bile yatağımdan dışarı çıkmak istemiyordum. Minik Gönül o sıralar 8-9 yaşında olmalıydı, ve herşeyden habersizdi. Ben hala onun biricik dayısıydım. Beni suçlamadan bakan tek gözler onun masmavi gözleriydi. Birbirimizde baba ve kız evlat duygularını bulmaya çalışıyorduk adeta. Toparlanmamı, çalışma hayatına geri dönmemi Gönül'e borçluydum. Minicik kalbiyle onun şefkate ihtiyacı varken, sanki o benim içimdeki yaralarımı sarmaya çabalıyordu...İşime dört elle sarıldım. Çok çalıştım...Yaşamımda başıma gelen bu imtihandan ders almaya çalıştım. Ancak içimi kemiren suçluluk duyusu da boş durmuyordu. Her geçen gün beni daha dibe doğru çekiyordu. Gönül büyüyordu, eninde sonunda gerçekleri öğrenecek ve benden nefret edecekti. İşte buna tahammülüm yoktu. Sabah, her zamanki gibi evden çıktım, çırak dükkanı açmıştı, bugünlük izinlisin dedim. Çok sevindi, sorgulamadan, montunu kaptığı gibi çıktı gitti koşar adım. Kapıyı içerden kilitledim. Avucum içindeki tıp mucizelerine, insanlara şifa gayesiyle üretilmiş haplara teker teker baktım...

Hapları aldıktan sonra , hayatımda ilk defa sadece kendi irademle bir karar almış olmanın mutluluğunu hissettim. Evet, ölecektim ama hiç olmazsa kendi kararımla! İlk kez, bir başkası yerine kendim için kendim karar vererek...

Eve geldim, Sema yine her zamanki gibi sessiz ve mahcup, kapıda karşıladı beni. Bir kadın hiç mi bakmaz kocasının yüzüne..Ne soğuk, ne tutkusuz, ne ihtirassız bir kadın...Bilemiyorum, herşey başka türlü olabilir miydi...
Yemek hazır, soğumasın dedi. Sofraya oturdum. Ağzımın hiç tadı yoktu. Ömrümün son ziyafetine baktım alıcı gözle...Yanımdaki sandalyeye oturdu. İlk kez beni süzdüğünü, yüzümü incelediğini sezdim. Bakışlarımız buluştu. Geçen yıllara rağmen, değişmemişti yüzü, hala beyaz ve pürüzsüz...Sanki içine doğmuştu kadıncağızın, bana adeta vedalaşır gibi bakıyordu. Utanmasam, boynuna gömülüp ağlayacağım bile gelmişti o anda...Nafile, yapamadım...
Eline sağlık dedim.
--Afiyet olsun.

Kanepeye uzandım...
...

Anlamsız yaşamımda, ağzımdan çıkan son sözler: "Affet beni Gönül" oldu...


SEMA (DAYININ EŞİ)

Sesim çıkmaz benim...Doğarken bile ağlamamışım da ebe popoma kaç şaplak atmış...Daha doğar doğmaz, hayatın tokadıyla tanışmışım yani. Evin en küçük çocuğuymuşum. Ama öyle şımartılmadım da, bilakis değersiz, fazlalık yaratan bir varlıktım ben onların gözlerinde...Babam, bir kerecik olsun, kızım diye evladım diye sevmemiştir beni. Hatta, düşünüyorum da, adımı bile söylememiştir çoğu zaman. Evde sadece varlığım değil, ismimin anılması bile gereksizmiş demek ki...Okumayı çok isterdim.Komşunun kızları çantasında defterleri, kitapları, renk renk kalemleri ile annesi tarafından okula uğurlanırken ne çok imrenirdim onlara. Kimbilir nasıl güzel şeyler öğreniyorlardı orada. Liseyi bitirene kadar yalvar yakar okuyabildim. Hem babam, hem de abilerim engel oldular okumama. Halbuki, öğretmenim bana hep, zehir gibi bir zekaya sahip olduğumu söylerdi. Benden 2 sınıf yukarıda olan abimin çözemediği matematik sorularını bile ben çözerdim de, abim de kıskançlıktan pataklardı beni...Liseden sonra okumak, üniversite tahsili yapmak, öğretmen olmak isterdim en çok...Ne yazık ki okutmadı babam.

20 yaşıma girdiğimde evdeki baskılar da iyice artmaya başladı. Mahalleyi bırak, şöyle bir nefes almak için kapı önüne çıkmam bile yasaktı. Evde kalmış muamelesi yapmaya ve gelen kısmetleri değerlendirmeye başladılar. Evdekiler, her kısmeti iş başvurusu değerlendirir gibi sıkı bir incelemeye tabi tutuyorlar ve tabii ki benim duygularımı sorma zahmetine girmiyorlardı. Bir eczacı genç varmış, gizli gizli kulak misafiri olduğumda en çok onun bahsini duyuyordum. Allah biliyor ya, hiç görmesem de en çok onun olmasını diliyordum. Çünkü, ne de olsa tahsil görmüş, anlayışlıdır, yol yordam bilen bir insandır diyordur. Dİğer kısmetlerim ise hep ticaretle uğraşan, odun kafalı adamlardı!

Eczacı olan genç acaba beni nerede, ne zaman görmüştü de bana talip olmuştu. Kalbim, bu hiç görmediğim adam için deli gibi atıyor, gündüz ve gece durmadan onu düşünüyordum.

Sade bir düğünle, ailelerin ve mahalle eşrafından ileri gelenlerin katıldığı bir kalabalık önünde evlendik. Evlendiğim ilk gece, olayların gelişiminin benim sandığım gibi değil; bambaşka olduğunu içim kanayarak öğrendim. Ben de sevilmek istiyordum oysa... Bülent, çok sessiz, kavgası gürültüsü olmayan bir adamdı. Bu yönü ile abimlere hiç benzemiyordu. Ama soğuktu da. Öyle sevgisiz, öyle ciddi, öyle katı bir duruşu vardı ki, çok çekiniyordum ondan. KArı-koca olarak pek çok şeyi paylaşmamaıza rağmen, hiç konuşmadığım, iç dünyamı hiç paylaşmadığım bir yabancıydı benim için. Bir yabancıyla sevişmek gibiydi eşimle sevişmek...Ruhsuz sevişmelerdi...Yaşadığım bu mutsuzluğu ve yalnızlığı yok edebilmek için bir evlada sahip olmayı çok istedim. Bana ve ona benzeyen çocuklarımız olursa; aramızdaki uçurumlar kapanır diye umut ediyordum. Ama olmadı...Allah'ım bana evlat nasip etmedi. Her hamilelikte, işte bu sefer diye yoğun sevinçler yaşarken, düşen her bebekle ümidimi ve enerjimi kaybetmeye başladım. Bülent de eskisi gibi değildi. Daha hırçındı. Hemen her gece eve sarhoş geliyordu. Üzerine sinmiş alkol ve sigara kokusunun gerisinden gelen kadın kokusunu alabiliyordum. İçten içe kinleniyordum ona. Beni sevsin, başka kadınlara ihtiyaç duymasın istiyordum. Kendimi tanımakta zorlanıyordum. İçimdeki öfke her geçen gün büyüyor ve büyüyordu. Sadece bana ait olsun, sadece benim olsun istiyor ama buna vakıf olamıyordum. O halde neden yaşıyordu...İçimde susturamadığım hırçın ses, eğer onu bu dünyadan gönderirsem, ona kimsenin bir daha dokunamayacağını, yaşarken bana ait olmadığı halde; ölünce sadece benim rahmetli eşim olacağını söylüyordu bana. Uyanık olduğum bütün saatler boyunca aynı nameyi tekrarlıyordu beynimin içinde...

O gün bana neler oldu bilmiyorum,arka banyodaki dolabı açtım. Gözlerim temizlik malzemelerini , faraşı,süpürgeyi,kovaları hızla taradı. Fare Zehirini aldım. Banyodan mutfağa geri dönmem herhalde saniyeler içerisinde oldu. Eğer daha uzun süre oyalansam, vazgeçerdim bu çılgınlıktan belki de...kim bilebilir ki...Yemeğe boca ettim fare zehirini...

Eve dönmesini sabırsızlıkla bekleyecektim, her zaman kapıyı kendi anahtarı ile açardı, belki benimle karşılaşmamak için. Ben yine de her daim kapıda hazır bulunur, başım önümde karşılardım onu. Kimbilir geceyarısını kaç geçe dönecekti eve, kendime bir türk kahvesi yaptım pencerenin önündeki kanepeye oturdum. Bir de baktım ki, karşıdan Bülent geliyor. Bu saatte eve pek dönmezdi , hayrola dedim. Hemen kapıya koştum, kalbim deli gibi atıyordu, nefes alışımı dizginlemeye; heyecanımı belli etmemeye çabaladım. Kapıyı açtı, ayakkabılarını çıkarıp ayağıyla ittirdi; terliklerini giydi. HOşgeldin, dedim. Yemek hazır, koyayım mı? Tamam, dedi. Sofraya gidip sessizce oturdu. Yeme içme ve sofra adabı konusundagerçekten bir beyfendiydi. Yemeği önüne koydum, yanındaki sandalyeye oturdum. Acaba hemen mi olacaktı, yoksa bir kaç saat sürer miydi. Yüzünü inceledim. O an içimi inanılmaz bir acıma duygusu kapladı. Ona karşı sonsuz bir merhamet duygusu. Bİr an için, ellerini tutup , dur yeme, demek geldi içimden; yapamadım. O da bana baktı bir anda. Sanki içine doğmuş gibi! Onu öldüreceğimi anlamış gibi! O saniyeler, bitmek tükenmek bilmeyen uzun yıllar gibi kazındı belleğime...Herşeyi unutsam o saniyeleri unutamam asla...Eline sağlık dedi, sofradan kalktı...Biliyordum ki aertık, yaşamımdan da bir devir kalkmıştı...Elveda Bülent...

ERKEK (1)- Gönül'ün Çocukluk Arkadaşı Tarık

Çocukluk arkadaşıyız. Onun çocukluğundan beri sesiz, sakin duruşu etkilemiştir hep beni. Kendine has zarafeti...Boncuk boncuk bakan mavi göleri...Sessizce, dillendirmeden, söze gerek duymadan taşıdığı neşesi ve kederi...Çok seviyorum ben...İçimde her geçen gün büyüterek yaşıyorum sevgimi...Soranlara ise kimse yok hayatımda, kimseyi sevmiyorum ben diyorum. Gönül de öyle biliyor. En yakın arkadaşıyım ya, Dayısının vefatında benim yanımda oturuyordu. İki çocuk sarılıp, nasıl da ağlamıştık. O dayısını kaybettiği için, bense onu çok sevdiğim için ağlıyordum...
Yıllarca, Gönül'ün en yakın arkadaşı ve yaşamının şahidi olarak kaldım yanında. Her ayrılışında bana koştu, her yıkılışında...Hayatında en değer verdiği erkekleri birer birer yitirirken; bir tek ben kaldım yanında. Ama o beni hiç farketmedi. Hiç o gözle görmedi. Bu kadar sevgiye hasret kalmıken, sürekli sevilmeye ihtiyaç duyarken, benim onu bu denli sevmeye hazır ve dahi deliler gibi seven yüreğimi hiç bilmedi...

Bir keresinde internette gezinirken şöyle bir şey okumuştum:
İranlı Bir Şair Diyor Ki,
"Aşka Uçarsan Kanadın Yanar."
Bu Söze Cevaben Hz. Mevlana Da Diyor Ki,
"Aşka Uçmazsan Kanat Neye Yarar.''

O beni sevmese de, fark etmese de ; değişmedi sevgim. Değişemezdi. Ben onu sevmeyi de sevdim çünkü ve dahi bu uğurda boşa kanat çırpmayı, o kanatları aşkın ateşinde yakmayı da, yok olmayı da...

Erkek (2) Soner

Ben yaşamayı severim. Güzel yerlerde yemek yemeyi, yeni şeyler denemeyi. Ansızın arabaya atlayıp, hiç bilmediğim güzellikleri keşfetmeyi. Kendime çok iyi bakarım. Kendi keyfim, sağlığım, mutluluğum hep başkalarından önce gelir. Kadınları da severim. Estetik benim için herşeyden önce gelir. Şişman ve bakımsız kadına hiç tahammülüm yoktur. Kadın dediğin incecik, eli ayağı düzgün, hafif makyajlı , yüzü güzel olacak. Akıllı olmasa da olur, hah hahaha!

Kendimi hiç sıkıntıya sokamam, her zaman hayatı kolay yaşamanın, çok para kazanıp, keyifli yaşamanın yolunu aramışımdır. Siyaset, politika hiç ilgimi çekmez. Müzikle uğraşmayı severim. Öğrencilik yıllarımda gitar çaldığım bir müzik grubum vardı. Pek sadık biri olduğum söylenemez. Ben flörtöz bir adamım. Günümü güzel ve keyifli geçirmek benim için yeterlidir. Selin de başlangıçta öyleydi. Bir gün laboratuarda otururken, Selin girdi içeriye. Kim olduğunu bilmiyordum o zamanlar. Dar bir kot pantolon ve beyaz t-shirt vardı üzerinde. Çok düzgün bir fiziği vardı. Hemen kim bu fıstık diye sordum arkadaşlara. Elde etmek için kafaya taktım. Çok uğraştırdı beni. Fiziken çok etkileyici ama çok katı ve kuralcıydı. Ben onu kafaya almaya çalışırken, bir de baktım ki; beni nikah masasına götürmüş. Hah hahaha! Tabii evlenince de pek boş durduğum söyleneme. Onun nöbetçi olduğu zamanlar küçük kaçamaklara devam...hah hahahahaha...

GÖNÜL

Hayatımın en ağır sınavını seninle vermem gerekecekmiş...NEden böyle şeyler yaşıyorum...Ailemdekiler duysalar kimbilir ne kadar şaşarlardı. Ah Bülent Dayıcığım...Nur içinde yat inşallah...Melek gibi adamdın...Evden işe, işten eve..Ne kadar düzenli, sesiz sakin bir yaşantın vardı senin. Peki, ben neden böyle çalkantılıyım ki...

Hastanede, nefroloji polikliniğindeyim,kayıtlar, randevular falan. Nerdeyse tüm KBB polikliniğindeki doktorlarla aram çok iyi. Yalnız bir tanesi ile pek mesafeliyiz. Dr.Selin Hanım. Çok ciddi, çok mesafeli bir kadın. Ben de sinir olurum böyle soğuk insanlara. Ama çok iyi bir doktor, hakkını da yemeyeyim. Karı-koca bu hastanede çalışıyorlar. Gel zaman git zaman, haftasonu buluşacaklarında bayan doktorlar beni de çağırır olmuşlardı. Benden başka görüştükleri pek sekreter de yoktu. Ben de onların yanında mahçup olmamak için bolca kitap okuyor, bilgimi arttrımaya çabalıyordum. Bu toplanmalarda Dr.Selin Hanım'la birbirimizi daha yakından tanıma fırsatı bulmaya başlamıştık. Aslında insan olarak çok iyiydi ama tarzı böyleydi, ne bileyim. Olaylara hep karamsar tarafından bakıyordu. Güzel bir evliliği, çok tatlı bir kızı vardı. Kocası ile evliliği bütün doktorlar tarafından takdir ediliyordu. Gerçi laf aramızda, doktorların çoğu da Selin Hanım'ı pek sevmiyordu ama neyse. Çünkü herkese karşı biraz ukala ve soğuk bir duruşu vardı değiştiremediği. Arada sırada eşi bizim polikliniğe uğrardı. Her zaman "Selinciğim" diye hitap edişi dikkatimden kaçmazdı. Yakışıklı, uzun boylu bir adamdı. Güzel giyinirdi. Kalın ama kadife gibi bir ses tonu vardı. Bir kötü huyu, pek beğenilme meraklısıydı. Yürürken kasılır, herkes kendisine bakıyor mu diye etrafı da kol açan ederdi. Benimle doğrudan hiç konuşmadı. Ben de onun Selin Hanım'ın eşi olduğunu ilk kez burada görünce, diğer doktorlardan öğrendim. Ama aslında bu onu, ilk görüşüm değildi. Daha önce de bir kez, hastane otoparkına aracını park ederken görmüştüm. Tekrar burada görünce, aniden hafıza kaydım çalışmaya başlamış ve onu geçmiş hafıza bilgilerimin içinden bir çırpıda çıkarmıştım. Nedeni yok. Öylesine...
Zaten de evliymiş adam...Ne alakamız olabilir ayol...

Bİr gün, başhekimlikten beni çağırdılar. Dediler ki, KBB polikliniğindeki memur doğum iznine ayrılacakmış; eğer ben geçmek istersem önümüzdeki hafta pazartesiden itibaren beni kaydıracaklarmış. Aslında ben nefrolojiyi seviyordum. En fazla bayan doktorun olduğu poliklinikti. Sosyal ortam iyiydi. Ama iş konusunda hiç mırın kırın etmediğim için, tamam pazartesi başlarım dedim. Zaten bu huyumu bildileri için ilk önce bana sormuşlardı. Diğer memurların çoğu, alıştıkları rahatlıktan vazgeçmeye yanaşmıyordu. KBB hasta yoğunluğu en fazla olan branşlardan biriydi ve memurlara pek fazla dinlenecek zaman da kalmıyordu. Benim için ise, iş hayata tutunmanın, işe yaradığımı hissetmenin en önemli kaynaklarından biriydi.

Hemen arkadaşlarıma haber verdim. Artık 2 kat aşağıda kbb de çalışacaktım. Herkes hayırlı olsun dedi. Gördün mü bak,kimse ah vah demiyordu. Yeri doldurulamaz bir boşluk değildi benimki...Seher nasılsa ikimizin yerine de burayı idare edebilirdi...

Pazartesi yeni masama oturdum, doktorlar hiçbirşey demeden masamın yanımın geçiyordu. Sadece masalarına dosya bırakmak için içeri girdiğimde, yenisin herhalde? diyorlardı. Ben de en efendi ve sempatik halimle nefrolojiden geçtiğimi söylüyordum. Bir tek Dr.Soner Bey, beni masada görünce çok samimi biçimde "Canım buraya mı geçtin sen" dedi. Evet, dedim. Derken yüzüm boynuma kadar kızardı. O güldü ve geçti. Hasta bakmadığı sıralarda elinde sürekli telefon olurdu, attığı kahkahalar odasından taşıp masama ulaşırdı. Diğer doktorlardan daha fazla represant ona gelirdi. Hepbayanlar elbette, bazen bir represantı kapıya kadar uğurladığı olurdu, sonra da ardından: "Ne güzel kız değil mi Gönül, ne kadar fit" vs derdi. O böyle dediğinde mutlaka onu onaylardım ve acaba benim için ne düşünüyor diye merak etmekten kendimi alıkoyamazdım. Acaba beni de fit buluyor muydu, güzel buluyor muydu. Eşi Dr.Selin Hanım aklıma gelince bu düşüncelerden dolayı kendimden utanmama rağmen, yine de bunu düşünmekten kendimi alamazdım. Dr.Selin Hanım günde en az bir kere mutlaka uğrardı buraya. Önceleri aynı poliklinikteyken benimle fazla diyaloğa girmezken, nedense burada benimle sohbet etmeye zaman ayırır olmuştu. İçimden biliyordum ki, sırf burada biraz daha oyalanmak için benle konuşuyordu. Buna rağmen kibarlığımı bozmaz, her anlattığını dinlerdim.

O günlerde, represantlar ortalama 15 günde bir doktorları ziyaret ederken, içlerinden birisi önce haftada bir, sonraları da daha sık biçimde Dr.Soner Bey'i ziyaret eder olmuştu. Çok güzel, çok havalı bir kadındı. İnanılmaz güzellikte parfümler kullanırdı. Gittikten dakikalar sonra bile ardında bıraktığı parfüm kokusu bir hayalet gibi takılı kalırdı burada. Koridordan geçenlerin ister istemez derin soluklar alarak, bu enfes parfümü içlerine çektiğini görürdüm.

Tabi böyle bir mevzunun hastane için ne kadar renkli, ne kadar konuşulmaya değer bir konu olduğunu söylememe bile gerek yok. Haber çok kısa sürede aldı başını yürüdü...Kbb den nefrolojiye kadar gitti...Dr.Selin Hanım bir keresinde beni sıkıştırdı, ben de bilmiyorum; hiç dikkatimi çekmedi, bir dahakine bakayım kimmiş gelen , dedim. İçimdeki iyi taraf gittikçe sessizleşirken, kötü tarafın sesini yükselttiğini hissedebiliyordum. Boş ver diyordu kötü ses, sana ne, ne hali varsa uğraşsın...Soner'le gizli bir işbirliği yapıyor olmaktan umulmadık bir keyif alıyordum doğrusu...Halbuki, Selinin her geçen gün eridiğini, günde 4-5 defa oner'in odasına gelip ağladığını, kavga ettiklerini duyduğumda üzülüyordum bir yandan da...Birbirine taban tabana zıt duygular içinde bocalıyordum. Ve artık, başkalarını değil sadece kendimi ve anlık isteklerimi düşünmek, sadece kendime yönelmek istiyordum...Çok karışıktım aslında. En kendim olmaya çalıştığım dönem, aslında en fazla dağıldığım dönemdi. Karanlık bir tünelde tek başımaydım. Tünelin ucundaki ışığa doğru yürüyerek çıkmayı arzu ediyordum, ama hep ışığın ters istikametinde yürüyor; gitgide daha derin bir tünele saplanıyordum...Soner evi terketmiş, sevgilisinin evine taşınmıştı. Artık sevgilisi de eskisi gibi uğramıyordu hastaneye. Selin de artık gelmiyordu bu tarafa...Soner, artık her seferinde benile muhabbet ediyor, bazen odasından alakasız şeyler için telefon ediyor, beni özledin mi diye bana atışmada bulunuyordu. Ben hiçbir şey yapmıyordum diyebilir miyim, hayır. Onun beni beğenmesi için uğraşıyordum, beni takdir etmesi için inanılmaz bir efor sarfediyordum...Nihayet dikkatini çekebilmiştim. Bir gün telefon açtı; "YArın senin için ne renk giyinmemi istersin?" dedi. Çok şaşırmıştım. Bilmem, dedim, pembe giy! Ertesi gün hastaneye geldiğinde, üzerinde pembe polo yaka bir sweat vardı. Benim gibi, saçma detaylara takılıp mutlu olabilen bir antika kadın için ne büyük ayrıcalık ama! Telefonlarımız yerini öğlen yemeklerine bırakmıştı. Bu arada, Selin beni sık sık arıyor, ama ben bu son gelişimleri kendime saklıyordum. Selin'in tüm yaşananlara rağmen eşini ne kadar sevdiğini bilmeme rağmen ve hatta çektiği acıyı bilmeme rağmen, kendimi SOner'i düşünmekten alıkoyamıyordum...Hata yapıyordum , kimseye anlatamıyordum. Belki birisine anlatabilsem, o da beni silkeleyip kendime getirse; her şey ne kadar iyi olurdu...Mesela Sema Yengem'e anlatabilseydim. Dayımın kaybı hem beni hem de onu çok fazla derinden etkiledi. BEn baba yerine koyduğum insanı, yengem de yıllarca aynı yastığa başkoyduğu eşini kaybetmişti. Bİr günden bir güne, birirlerine seslerini yükselttiklerini bile görmemiştim. Ne kadar güzel, ne kadar asil bir evlilikti. Sadakatle ve sevgiyle perçinlenmiş, ikiyken bir yürek olmayı başarabilmiş ender çiftlerden biriydi onlar...Yengeme yaşadıklarımı anlatsam, kimbilir ne kadar ayıplardı beni...Yapamazdım...Tek başımaydım gene...Bir başıma...Tek yaptığımız öğlen tatillerinde bazen bir çorba içmeye gitmekti, bazen balık ekmek yemek. Bana sürekli eğlenceli hatırlarını, çıktığı bir geziyi veya gittiği bir konseri anlatıyordu...SÜrekli anlatıyordu...Dinlemekten büyük bir haz alıyordum. Bİr keresinde tam da birlikte yemek yerken, Selin aramaz mı!Allah'ım nasıl da paniklemiştim birden, Soner sakın belli etme diye kaş-göz yaptı. Ben de riayet ettim. Bu adrenaline bayılıyordum işte! İkimiz de, hatta bütün personel de SOner'in evden ayrıldığını, eşinin de ona boşanma davası açtığını, sevgilisi olan Tuana ile aynı evde kaldığını biliyorduk. Ama bu konuda asla konuşmuyorduk. Ben en sonunda dayanamadım, arada kızı vardı çünkü. Hem babasını hem de baba yerine sevdiği dayısını kaybetmiş bir kız çocuğu taşıyordum içimde. Annesi daha iyi bakar, dedi. Ne kadar soğuk bir baba dedim. Yadırgadım.
_Peki ya Selin? Onu sevmiyor musun artık? Aslında bu soruyu kendim için soruyordum, sanki onu sevmiyorsa beni sevebilirmiş gibi...
_Hayır, artık sevmiyorum. Ya güzelim, ben kimseyi sevmiyorum. Seni sevmemi ister misin? Hah hahahaha!

Bu adam tehlikeliydi...Hem de nasıl...Öyle çok tehlikelisin ki...Bir hortum nasıl geçtiği yerip talan edip geçerse, sen de öylesin Soner...Attığın kahkahanın ardında çıngıraklı bir yılanın zehiri var. Ama nasıl da aldanmak istiyorum sana, beni sevmediğini, sevmeyeceğini bile bile nasıl da sana kanmak istiyorum. Aşık olmak istiyorum sana...Aşkın gereği biraz da acı çekmek, yanmak değil mi bencileyin? Yanmak için bedel ödemeye hazırlanıyorum...

MAntıklı hareket etmeyi hala başarabilen küçücük bir parçam, kendime rağmen bana engel olmaya çalışıyor. Bense yanmak için çalı çırpı topluyorum kaderime...

Kbb çok yoğundu, poliklinikler dolup taşıyordu. Genelde 1 hafta öncesinden 10 günlük hasta randevusunu dolduruyorduk. Cuma günü telefon açtı Soner, pazartesiye hasta yazma, bir ameliyatım var, ameliyattan çıkınca seni çok güzel bir yere götüreceğim dedi. Heyecanlandım, şimdiye kadar sadece birlikte öğlen yemeklerine çıkmıştık. Acaba nereye gideceğiz ki, dedim. Mesela Boğaziçi Üniversitesi'nin arkasındaki Arka Bahçe gibi bir yer olabilir miydi. Ağaçlıklar içinde ne kadar nefis bir yerdi.
_Neresiymiş bu özel yer?
_Söylemem, sürpriz! ÖZle beni haftasonu, tamam mı? Hahhahahaha!
_İyi tatiller...(Özlemez miyim, nasıl özleyeceğim bir bilsen...)

Seni özlemeden durabilmek mümkün müydü...Beni yokoluşa sürükleyeceğini bile bile hem de! ÖZlüyordum deliler gibi...aşık olmaktan korkuyordum...Yoksa...Zaten aşık olmuş muydum , haberim yokken?

Pazartesiyi iple çektim. Pazartesi sabahı erkenden kuaförüme gittim. Ellerime manikür yaptırdım, koyu kırmızı ojeler sürdüm. Saçlarıma dalgalı fön çektirdim. Gözlerimi ortaya çıkaracak füme rengi farlar sürdüm. Kendimi çok güzel, çok iyi, çok enerjik, harika hissediyordum. Masamda onun gelmesini bekliyorum...Koşar adımlarla girdi içeriye, ben ameliyata giriyorum, sen de git öğleden sonrası için izin al dedi. Kalbim küt küt atarak, tamam dedim.

Öğleden sonra iki gibi çıktı ameliyattan.Ben de başhekim sekreterliğinden izin yazdırdım kendime.
_Hazır mısın?
_Evet, izin aldım başhekimlikten.
_Tamam, ben bir hastaya bakıp geleceğim, sen de otoparka doğru çık istersen dedi.
_Tamam, aşağıda görüşürüz.

Soner gidince, hemen makyajımı tazeledim. Parfüm sıktım bol bol. Üzerimde somon rengi bir elbise ve keten ceketim vardı. Bu elbiseyle kendimi çok güzel hissediyordum. Yengem hediye etmişti bana, kendi gardrobundan. Bir tek babet giydiğime pişman olmuştum, keşke topuklu ayakkabılarım da olsaydı. Ama onlarla hiç rahat yürüyemiyordum.
Otoparka doğru inerken, koluma bir elin temas etmesiyle irkilmiştim. Sonerdi. Bana çok çabuk yetişmişti. Her zamanki gibi havadan sudan konuşuyorduk. Arabaya bindik. Tam kontağı çevirecekken durdu. Boynuma doğru eğilip, beni kokladı.
_Ne kadar güzel kokuyorsun sen.
_... Sadece gülümsedim.

Anahtarı çevirdi, trafik her zamanki gibi çok yoğundu. Aksaray'dan Taksim yönüne doğru döner diye beklerken, tam tersi istikamete doğru ilerlemeye başladık. Yeşilköy'e geldik. Burasını hep çok sevmiştim. Yeşilköy'ün ara sokaklarına girmeye başladık. Ben de bu arada, gözümle bir kafe benzeri yer tarıyordum. Bir süre sonra evler seyrekleşmeye başladı, buraları artık pek tanımıyordum. Sanırım Koza veya Ağaçlı mevkii gibi bir yerdeydik. İki katlı güzel bir evin bahçe kapısı önünde durdu. Ben , niye burda durduğumuzu anlayamadım.
_Hadi geldik, aç kapıyı.
_...?...
_Sana dedim ya, seni çok güzel bir yere getiricem diye.
_Hmm (Ama burası çok ıssız...Korkuyorum, ama bir şey diyemiyorum...Bana bir zarar vermezsin değil mi...)

Arabadan iner inmez bagajı açtı, karton bir poşet çıkardı. Yine aynı petshop logolu karton poşet...

Bahçenin demir kapısı kilitliydi, anahtarla açtı. Burada evi mi varmış , dedim.
_Geçsene
_Teşekkürler

Verandada masa dışında bir şey yoktu, sarı başlığı olan anahtarla evin kapısını açtı, içeriye girdi; bir kaç dakika sonra hasır görünümlü sandalyeler ile dışarı çıktı. Masanın yanına yerleştirdik. Bu defa elindeki karton poşeti içeriye götürdü. İçerden sesler geliyordu ama içeriye girmedim, bunun yerine sandalyeye oturmaya ve gerginliğimi üzerimden atmaya çalıştım. Elinde çerz kapları ile geri döndü. Sonra da biraları getirdi. Normalde birayı hiç sevmem ama reddetmedim.
Bir yandan biralarımızı yudumluyor, bir yandan da sohbet ediyorduk. Daha önce, beden dili ile ilgili bazı kitaplar okumuştum. Sandalyesini tutup bana iyice yaklaştırdı. Bana olan ilgisine yorumluyordum bunu. Bir bahaneyle eğilip kolyemi tuttu,
_Çok güzelmiş, melekleri seviyorsun galiba.

Yine konuşurken ara ara elini dizimin üzerine yaslıyordu, kalbim yerinden fırlayacakmış gibi oluyor yine de hiçbirşey belli etmiyordum ona. Saate baktım, akşam olmuştu.Yaz olduğu için günler uzundu, ama yengeme geç kalacağımı haber vermemiştim.
_Kalkalım mı artık?
_Neden?Ne güzel muhabbet ediyorduk, hahhahaha!
_Evet güzel de,beklerler beni şimdi.
_Peki güzelim, o zaman şu masayı sandalyeye içeri koyayım, sonra da seni eve bırakırım oldu mu.
_Oldu. (Başım dönüyor, hava sıcak olunca çarptı galiba bira beni...)
Sandalyeleri de içeri koydu, kapının kilidi aşağıdaydı, kilitlemek için eğildi.
_Soner, çok teşekkür ederim bu keyifli sohbet için... der demez aniden döndü ve beni öptü! Kıpkırmızı kesilmişti, böyle ani bir davranış beklemiyordum da üstelik. Şaşkınlığımı saçmalayarak dile döktüm.
_Bu ne içindi şimdi?
_Hiiç, sadece öpmek istedim seni.
Sendelediğimi hissettim...Aşk mı beni sendeleten yoksa bira mı bilmiyorum?

Gözümü açtım, hala sandalyenin üzerinde oturuyorum. Soner de bahçede volta atıyor. Elimle saçlarımı düzelttim.Kafam karışmıştı, Soner beni gördü. Hemen gülümsedi:
_Hadi bakalım küçük hanım, gidelim mi artık? HAh hahahaha.
_Evet, gidelim, dalmışım birden...

Yol boyunca gene her zamanki gibi havadan sudan konuştuk. Beni eve bıraktı, bırakırken de elimi tutup yanağıma bir öpücük kondurdu.
İyi akşamlar deyip indim arabadan.
Yengem meraktan ölmüştü.
_Bunca saat neredeydin, öldüm öldüm dirildim! Aşkolsun Gönül, nasıl bu kadar duyarsız davranabildin!
_Özür dilerim yengeciğim, arkadaşlarla iş çıkışı biraz gezelim demiştik, saatin farkına varamamışım.
_Neyse, hadi üstünü değiş, elini yüzü yıka da sofraya gel o zaman...

ERKEK (2) SONER
Hahhahahaha...KAdınları kendime aşık etmekte ne kadar başarılıyım. Bütün kadınlar bana aşık oluyor.
Bu da hayatımı oldukça kolaylaştırıyor. Gönül de bana abayı yaktı. Bundan sonra ne söylersem söyleyeyim bana pek itiraz edemez artık. Yeni kurye göreve hazır artık...

ESKİ KURYE, KADIN (3) TUANA

Beni sevdiğini sanmıştım.Yalan! Senin yüzünden evimi, işimi, ailemi ..herşeyimi kaybettim...Ne istedin benden...

Ben daha önceleri represant olarak çalışıyordum, sen beni ve hayatımı mahvetmeden önce...İşimi hiç sevmiyordum. Sürekli gidip doktor kapısı önünde beklemek, onlara dil dökmek...Sonra gidip ecza depoları ve eczaneleri takip etmek...Aylık kotaları her ay binbir stres altında tamamlamak...Trafikte stres yaşamak...Haftasonu tatil kavramı olmadan çalışmak...Ailemden uzakta, bu koskoca şehirde tek başıma hayata tutunmaya çalışmak...
 
     1 Beğeni    
Yollar
ŞİİR | © Yazan Mehmet İBİŞ | Yayın Ocak 2010
Bizi yollar büyütür, rüzgarlarında
Yandan geçen dallarda
Geçişimizi seyrederiz
Issızlık çağırır kuytusuna
Alem damla olur çıkar

Hey be yolcum!

4eylül08
 
     1 Beğeni    
Korkarım
ŞİİR | © Yazan Mehmet İBİŞ | Yayın Ocak 2010
Korkarım
Yağmurumu kaybetmedim örneğin
Ama sallanıyor
Önden, önce gitmem yetmiyor
Sonunda neye bağlanacağım?
Bir tutamak, bir yok ülke
Biri beni sermeli, suyumu sormalı
Elden gelmeli!
Her şey hep olmalı, hem de yepyeni

Dilli baş çoktan bağırdı
Kıyametler de aç
Gönül aklı düzülüyor
Halat hep uçurumda, incelik beklemiyorum
Ey günahlarım toplanın peşime
Sütunları çelişkilere dikeceğiz
Dilimizi güdemedik, genzimizde tıkandı
Sayın çürüme umut
Düşümden teyel atıyorum
Yol kısa fark uzun

9.haziran.2008, ataşehir
 
     1 Beğeni    
Ölümüm
ŞİİR | © Yazan Mehmet İBİŞ | Yayın Ocak 2010
Ölümüm boğazımda yuvalı
Genzimden getiriyorum
İki parmağımın arasında evirip kokluyorum
Babam kokuyor
Bu kadar(ına) sahip miyim?

4.haziran.08, bostancı
 
     2 Beğeni    
Tekerleme
ŞİİR | © Yazan Mehmet İBİŞ | Yayın Ocak 2010
Ne yön?
Bu yön
O döndüm
Ki buldum
Kaçtan kaçtım
Yok oluverdim
Adlan
Bunal dur
Kırıldı
Hak sonsuz
Benim sana yok

Ataşehir,18haziran2008
 
     Beğenin    
Deniz
ŞİİR | © Yazan Sadettin DEMİRAY | Yayın Aralık 2009
adam denize izmaritini attı
deniz sustu
adam denize çöpünü attı
deniz sustu
adam denize kendini attı
olanca dinginliğinde duran deniz
dalgalandı,köpürdü
fırlatıp adamı kumsala attı
dayanamadı böylesi kire
durulup güneşe el salladı.

sadettin demiray
 
     1 Beğeni    
Panik Agresif
ŞİİR | © Yazan Murat BİLİM | Yayın Kasım 2009
Yerimde duramazdım küçük çocukken,
Tırnaklarımı yerdim huzursuz otururken,
Büyürken anladım kim olduğumu.
Öğretilenlerin çoğu yalan azı doğru.
Yaşamak savaşmaktır diyorlardı...

Depresif ve panik haller yaşadım.
Ben hayatla değil hatalarla savaştım.
Şizofrenik duygular hatıralarım.
Büyüyordum agresif çatışmalara,
Ben hayatı değil kendimi anladım...

Çağırdım düşlerimi gerçek olsunlar.
Hayat bir düşmüş şimdi anladım.
Bakışlarım büyüdü gördüklerimde.
Histerik nöbetlerim görünmese de,
Kuşkular hezeyana dönüştüğünde...

Düşünceler uçuşuyor sanki beynimde,
Toparlamak imkansız konuştuğumda,
Bazen tekrar ederim nedendir bilmesemde.
Kendimle konuşurken anladım biraz,
Paranoya sarmış her bir tarafı...

Parçalanıyordum her gün biraz daha,
Kaç kişiliğim vardı bunalımda.
Ellerim beyaz gömlekle bağlandı.
Giderken anladım normal değildi.
Ne ben ne de düşüncelerim,
Hastane geceleri bağırma nöbetlerim...
 
     1 Beğeni    
Her Ev Bir Okul Olmalı
ŞİİR | © Yazan İzzet GÜLLÜ | Yayın Kasım 2009
ŞİİR

"HER EV BİR OKUL OLMALI"

Annemiz müşfik öğretmen, babamız ise müdür...

Her ev bir okul olmalı!

Bembeyaz bir sayfa olan çocuklarımız evde değil, bu okulda doğmalı!


Yatak odamız pansiyon, oturma odamız ise sınıf...

Her ev bir okul olmalı!

Karanlığa küfrü bırakmalı, kalkıp bir mum yakmalı. Şu zifiri cehaleti boğmalı!


Televizyon izleme saati teneffüsümüz, gardorabımızsa kütüphanemiz...

Her ev bir okul olmalı!

Güzel ülkemin her köşesi sevgiyle, ilim ve irfan aydınlığıyla dolmalı!
 
     1 Beğeni    
Tüm Dünya Kokuyor
ŞİİR | © Yazan Mahmut AKYILDIZ | Yayın Kasım 2009
TÜM DÜNYA KOKUYOR

Torunlarını ziyarete giden büyükbaba, her öğleden sonra yaptığı gibi biraz uyumak üzere uzanır. Yaramaz çocuklar şaka yapmak için onun bıyıklarına yumuşak ve ağır kokulu bir peynir olan Limburger peyniri koyarlar. Büyükbaba kısa sürede bir koku alarak uyanır.

Bu oda niye kokuyor? Diye hiddetle söylenir kalkar kalkmaz mutfağa gider. Çok geçmeden mtfağın da koktuğuna karar verir ve böylece temiz hava almak için dış kapıya yönelir. Dışarı çıktığında da onu bir sürpriz beklemektedir. Açık hava da onu ferahlatmaz ve büyükbaba herkese ilan eder: tüm dünya kokuyor.

Bu durum yaşam için de ne kadar doğrudur.

Tutumlarımızda ‘Limburger peyniri’ taşıdığımızda tüm dünya kötü kokar.

Göz bozukluğu gördüklerinizi sınırlar, görüş bozukluğuysa yaptıklarınızı.
Franklin Field
İnsanlar kırmızı bir güle doğru koşarken çoğu zaman ayaklarının altında ezilen kır çiçeklerinden habersizdirler.
Anonim
Gerçek her zaman görünen değildir.
Aristoteles
 
     1 Beğeni    
İçeriden Açılan Kapı
ŞİİR | © Yazan Mahmut AKYILDIZ | Yayın Kasım 2009
İÇERİDEN AÇILAN KAPI
Kainatın ışığı adı verilen tablo Londra Kraliyet Akademisinde sergileniyordu. İngiltere’de 18. yüzyılın ünlü ressamlarından olan William Holman Hunt’ın bu tablosunda, gece elinde bir fenerle bahçede duran filozof görünüşlü bir adam vardı. Adam bir eliyle feneri tutuyor, diğeriyle kapıya vuruyor ve içeriden bir cevap bekler halde duruyordu.

Tabloyu inceleyen bir sanat eleştirmeni Hunt’a döndü:
Güzel bir tablo doğrusu, ama anlamını bir türlü kavrayamadım dedi. Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Kapı kolu çizmeyi unutmuşsunuz da…

Hunt gülümsedi: adam sıradan bir kapıya vurmuyor ki… dedi ve tablosunun anlamını açıkladı. Bu kapı, insan kalbini simgeliyor. Ancak içeriden açılabildiği için dışında kola gereksinim yoktur.



Kim kıskanırsa kördür, kim nefret ederse sağırdır, kim kızarsa topaldır, yalnızca kim severse onun her şeyi tamdır.
Yunan Atasözü
Kalpten çıkan bütün yollar zirveye yönelir. Zirveye yanaştıkça da birbirine benzer.
Zenginliğiniz ne kadar çok şeye sahip olduğunuz değil, ne kadar az şeye ihtiyaç duyduğunuzla orantılıdır.
 
     Beğenin    
En İyi Buğday İçin
ŞİİR | © Yazan Mahmut AKYILDIZ | Yayın Kasım 2009
EN İYİ BUĞDAY İÇİN…
Her yıl yapılan ‘ En iyi buğday’ yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı.

Yarışmanın sonunda böyle kaliteli ürün yetiştirebilmenin sırrını gazeteciler sormakta gecikmedi.

Çiftçi : benim sırrım, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.

Bu cevaba oldukça şaşıran gazeteciler:

‘ Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama böyle şeye neden ihtiyaç duyuyorsunuz ki? Diye sordular.

‘ Neden olmasın? Dedi çiftçi. ‘Bilmediğiniz bir şey var; rüzgar, olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün de kalitesinin düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.



Yalnız kendisini düşünen insan, yumurtasını pişirmek için komşusunun evinin yakar.
Bacon
En mükemmel insan, başkalarına en çok yararı dokunan insandır.
Hz. Muhammed
Bir insana, kendi iyiliğine çalıştığı için değil, komşusunun iyiliğine çalışmadığı için bencil deriz.
Richard Whately
 
     Beğenin    
İki Erkek Kardeş
ŞİİR | © Yazan Mahmut AKYILDIZ | Yayın Kasım 2009
İKİ ERKEK KARDEŞ
Evvel zaman içinde iki erkek kardeşin bir buğday tarlası ve bir değirmeni vardı. Hergün birlikte çalıştıktan sonra tahılı eşit olarak ikiye bölerlerdi.

Birgün ailesi olmayan kardeş şöyle düşündü:

Bu adil değil! Benim kimsem yok, kardeşimin ise doyurması gereken büyük bir ailesi var.

Böylece her gece karanlık bastıktan sonra kimse fark etmeden kardeşinin deposuna fazladan bir ölçek tahıl koymaya başladı.

Aradan çok geçmeden öteki kardeş kendi kendine şöyle düşündü:

Bu adil değil ! büyüdüklerinde bana bakacak oğullarım var, kardeşimin ise hiç kimsesi yok.

Böylece her gece karanlık bastıktan sonra kimse fark etmeden kardeşinin deposuna fazladan bir ölçek tahıl koymaya başladı.

Fakat bir gece aniden karşılaştılar ve birbirlerinin ne yaptığını öğrendiler. Birbirlerine duydukları derin sevgi ve bağlılık nedeniyle sevinç gözyaşlarına boğuldular.



İnsan yaşadıkça anlıyor ki, kendi kayığını kendin çekmezsen bir yerlere gidemiyorsun.
Katherine Hepburn
Kendinin ne olduğunu bilen insan, bazı kendini bilmezlerin, onun hakkında söylediklerinden etkilenmez.
İbn Sina
 
     Beğenin    
Yıkın Heykellerimi
ŞİİR | © Yazan Mahmut AKYILDIZ | Yayın Kasım 2009
YIKIN HEYKELLERİMİ

Ey milletim, Ben, Mustafa Kemal'im...

Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim,

Hálá en hakiki mürşit, değilse ilim,

Kurusun damağım, dilim.

Özür dilerim...

Unutun tüm dediklerimi.

Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...

* * *

Özgürlük hálá,

En yüce değer

Değilse eğer...

Prangalı kalsın diyorsanız, köleler...

Unutun tüm dediklerimi.

Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...

* * *

Yoksa, çağdaş medeniyetin bir anlamı,

Ortaçağ'a taşımak istiyorsanız zamanı,

Baş tacı edebiliyorsanız

Sanatın içine tüküren adamı...

Unutun tüm dediklerimi.

Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...

* * *

Yetmediyse acısı, şiddetin, savaşın.

Anlamı kalmadıysa

Yurtta sulh, dünyada barışın.

Eğer varsa ödülü, silahlanmayla yarışın.

Unutun tüm dediklerimi.

Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...

* * *

Özlediyseniz fesi, peçeyi.

Aydınlığa yeğliyorsanız, kara geceyi.

Hálá medet umuyorsanız

Şıhtan, şeyhten, dervişten.

Şifa buluyorsanız,

Muskadan, üfürükçüden...

Unutun tüm dediklerimi.

Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...

* * *

Eşit olmasın diyorsanız, kadınla erkek...

Kara çarşafa girsin diyorsanız,

Yobazın gazabından ürkerek...

Diyorsanız ki, okumasın

Kadınımız, kızımız;

Budur bizim alın yazımız...

Unutun tüm dediklerimi.

Yıkın, diktiğiniz heykellerimi...

* * *

Fazla geldiyse size, hürriyet, cumhuriyet...

Özlemini çekiyorsanız,

Saltanatın, sultanın...

Hálá önemini anlayamadıysanız,

Millet olmanın...

Kul olun, ümmet kalın,

Fetvasını bekleyin, şeyhülislamın...

Unutun tüm dediklerimi.

Yıkın, diktiğiniz heykellerimi.

RAHAT BIRAKIN BENİ...'

Süleyman Apaydın'ın bu enfes şiirine ekleyecek bir şey yok.
 
     1 Beğeni    
Sık Sık ve Çok Gülmek
ŞİİR | © Yazan Mahmut AKYILDIZ | Yayın Kasım 2009
SIK SIK VE ÇOK GÜLMEK

Sık sık ve çok gülmek.

Zeki insanların saygısını kazanmak,

Ve de çocukların sevgisini,

Dürüst eleştirmenlerin takdirini kazanmak,

Sahte dostların ihanetine dayanmak,

Güzelliği takdir etmek,

Başkalarındaki en iyiyi bulmak,

Dünyayı bir parça daha iyi terk etmek,

İster sağlıklı bir çocukla ya da bir parça bahçeyle,

İsterse bir sosyal koşulu iyileştirerek;

Siz yaşadığınız için,

Tek bir canlının bile daha kolay nefes aldığını bilmek

İşte budur başarmak…

Ralph Waldo Emerson * YOLA ÇIKINCA HER SABAH
* AN'LAR
* DAĞ TEPESİNDE BİR ÇAM...
* SÖYLEDİKLERİMİ İŞİTİN LÜT...
* HERŞEY SENDE GİZLİ
* SIK SIK VE ÇOK GÜLMEK
* YIKIN HEYKELLERİMİ
* GN.MACARTHUR'UN OĞLUNA...
* ABRAHAM LINCOLN'DEN ...
 
     Beğenin    
Dağ Tepesinde Bir Çam Olmasan
ŞİİR | © Yazan Mahmut AKYILDIZ | Yayın Kasım 2009
DAĞ TEPESİNDE BİR ÇAM OLMASAN
Dağ tepesinde bir çam olamazsan

Vadide bir çalı ol.

Fakat, oradaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.

Çalı olamazsan bir ot parçası ol,

Bir yola neşe ver.

Bir misk çiçeği olamazsan bir saz ol…

Fakat, gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.

Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya mecburuz

Dünyada hepimiz için bir şey var.

Yapacağımız iş, size en yakın olan iştir.

Cadde olamazsan patika ol.

Güneş olamazsan yıldız ol.

Kazanmak, yahut kaybetmek ölçü değildir

Sen her neysen, onun en iyisi olmalısın…



Dauglas Malloch
* YOLA ÇIKINCA HER SABAH
* AN'LAR
* DAĞ TEPESİNDE BİR ÇAM...
* SÖYLEDİKLERİMİ İŞİTİN LÜT...
* HERŞEY SENDE GİZLİ
* SIK SIK VE ÇOK GÜLMEK
* YIKIN HEYKELLERİMİ
* GN.MACARTHUR'UN OĞLUNA...
* ABRAHAM LINCOLN'DEN ...
 
     1 Beğeni    
An’lar
ŞİİR | © Yazan Mahmut AKYILDIZ | Yayın Kasım 2009
AN’LAR…
Eğer yeniden başlayabilseydim hayata

İkincisinde daha çok hata yapardım.

Kusursuz olmaya çalışmaz.

Sırt üstü yatardım.

Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,

Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.

Elbette mutlu anlarım oldu ama

Yeniden başlayabilseydim eğer

Yalnız mutlu anlarım oldurdu.

Farkında mısınız bilmem: yaşam budur zaten:

Anlar sadece anlar.

Sizde anı yaşayın …

Eğer yeniden başlayabilseydim.

İlkbaharda ayakkabılarımı fırlatır atardım.

Ve sonbahar bitene kadar

Yürürdüm çıplak ayaklarla.

Bilinmeyen yollar keşfeder

Güneşin tadına varır, çocuklarla oynardım.

Bir şansım daha olsaydı eğer.

Ama işte 85’ imdeyim

Ve biliyorum…

Ölüyorum.
 
     1 Beğeni    
Yola Çıkınca Her Sabah
ŞİİR | © Yazan Mahmut AKYILDIZ | Yayın Kasım 2009
YOLA ÇIKINCA HER SABAH
Yola çıkınca her sabah,

Bulutlara selam ver.

Taşlara, kuşlara,

Atlara, otlara,

İnsanlara selam ver.

Ne görürsen selam ver.

Sonra çıkarıp cebinden aynanı

Bir selam da kendine ver.

Hatırın kalmasın el gün yanında

Bu dünyada sende varsın!

Üleştir dostluğunu varlığa,

Bir kısmı seni de sarsın.
 
     Beğenin    
Michael Jordan
ÖYKÜ | © Yazan Mahmut AKYILDIZ | Yayın Kasım 2009
Michael Jordan lise ikinci sınıf öğrencisiyken, okul basket takımına
alınmadı. Antrenörü, onun bu konuda yetenekli olmadığını, boyunun
kısa olduğunu söyleyerek takımda yer alamayacağını söyledi.

Eve geldiğinde Michael'in morali oldukça bozuktu. Hemen odasına
çıktı ve ağlamaya başladı. Hayalleri yıkılmıştı. Durumu fark eden annesi odaya girdi ve 'Neler oluyor?' diye sordu.

Takıma giremedim, diye yanıt verdi Michael.

Bana sen küçüksün dediler...

Annesi bunun üzerine kolunu oğlunun boynuna doladı. Bak, dedi, önemli olan, takımın içinde senin ne kadar küçük olduğun değildir; senin içinde nekadar büyük bir takım olduğudur.

Bu sözler genç basketbolcu, Michael Jordan için yeni bir başlangıç
oluşturdu. Artık ne istediğini çok daha iyi biliyordu. Bunun üzerine çalış-
maya başladı. Her geçen gün temposunu artırdı. Bir dahaki seçmelerde okul takımına girdi.

Bu onun basketbol yaşamının ilk basamağıydı.

Önce amatör, ardından profesyonel lige transfer oldu.

O şimdi, yalnızca Amerika'nın değil, dünyanın yetiştirdiği En Büyük
Basketbol Yıldızı unvanını taşıyor.
 
     Beğenin    

Bu sayfada yayınlanan öykü ve şiirlerin tüm hakları yazarlarına aittir ve üye yazarlarımız tarafından TavsiyeEdiyorum.com Öykü ve Şiirler kütüphanesinde yayınlanmak üzere gönderilmiştir. Burada yer alan eserler yazarlarından önceden izin alınmaksınız başka platformlarda yayınlamaz, sadece kaynak gösterilerek ve yazar ismi zikredilerek KISA ALINTILAR yapılabilir. Aksine davranış Fikir ve Sanat Eserleri yasasına aykırılık teşkil edecektir.

17:47
Top