2007'den Bugüne 92,260 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!


Uzman Üyelerimizin Öykü ve Şiirleri

Site üyemiz uzmanlar tarafından yazılan şiir ve öyküleri tarih sırasında sırasına göre aşağıda bulabilirsiniz.

Hastalık
ŞİİR | © Yazan Uveys Veysel BECERMAN | Yayın Haziran 2021
Bana kalsa cezam hemen şimdi olsun derim...
Size yalvarmayacağım ve yaptığınız çok aptalca.
Süründürüp işkence etmenize
köle yapmanıza bile razıyım
ama ona asla....
Haksızlık bu neden ben
ve nedir farkım ki bu işkence...
Sonra sıkıca bağladılar ellerini ve ayaklarını
ve zehiri bir şırınga yardımıyla
vucuduna enjekte ettiler...
Evet dünyada bir insanoğlu daha
adı AŞK olan
zehirden tattırılıp köleler sınıfında
yerini almıştı.
(2003)
 
     2 Beğeni    
Çıldırma
ŞİİR | © Yazan Uveys Veysel BECERMAN | Yayın Haziran 2021
Küçük bir akvaryum içinde nefes almak için uğraşan çitlendik balığı gibiyim. Yetmiyordu okyanuslar yetmiyordu artık üzerime giydiğim beden... ya da belki her şey birazcık eksikti ve yetmiyordu hiçbir şey. Bir şeyler doğruydu ama hayıtımda hep yanlışlar kol geziyordu. Sevmek bile yetmiyordu bu şehirdeki insanlara birazcık aldatılmak ruhlarında vardı. Yorulmuştum ve artık uğraşmaktan nefes nefese kalmaktan hep hayatımdan birilerinin gelip bedenimden, beynimden parça kopartmalarından sıkılmış sadece biraz sessizlik arıyordum.(2002)
 
     2 Beğeni    
Anlamsızlık
ŞİİR | © Yazan Uveys Veysel BECERMAN | Yayın Haziran 2021
Okuduğum romanın son sayfasında olduğum halde okuduğum masaldan anladığım tekşey her aşkın küçük şeytanı bir cücenin kesesindeki sihiriyle bittiği. Sihiri çözmek için uğraşırken birden kendimi tek başıma birini bekliyor ya da asla gelmeyeceğini hissediyor gibi bir muammanın içindeyken gördüm. Yalnız olmak artık koymuyordu. Hissetmiyordum artık gidenin ardında bende kalan korkuyu, almıyordum yastığına sinmiş kokusunu ve acıtmıyordu parmağıma batan iğnedeki nefret. Dolaptaki süt kutusu ile tek kalmak bile endişelendirmiyordu artık beni çünkü ilk değildi tek kalışım ilk değildi kalbimin üzerindeki sökükleri dikmek.( 2002)
 
     2 Beğeni    
Ne Senin Yüzün Güldü, Ne İçime Sindi
ŞİİR | © Yazan Uveys Veysel BECERMAN | Yayın Haziran 2021
Hayatta inşa edip bir sarsıntı ile yok olan değerlerim varmış. Herşeyin inceldiği yerden kopması ve gerçekten olmayınca olmaması. Belki payımızda mutluluk vardı belki de yanlızlık bunu hiç anlayamadık ; aslında hiç anlamaya çalışmadık. Kaderin hep aynı yolda beni çizmesi ve herşeyin içime sinmemesi. işte bu yüzden nöbetçi sevgili olamam derim hep ve bu yüzden sevgilim sen uyanmadan sesizce hayatına girdiğim gibi sesizce giderim. Kaç yanlışdan doğru çıkar diye hesaplamalara gerek duymam. Anlamam çıkartmalardan, bölmelerden ve sağlamalardan sadece yanlızlar şehrine gidip unutmak payıma düşen gülücükleri. Alacakaranlığın ötesinde bir şehir de içinde biraz yorgun biraz ortamdan sıkılmış ve ışığa aşık olan floresan kelebeğinin ışıkla dans edişini sonra şok eden finalıni yani ölümünü seyretmekteyim. O kadar fazla ki duygu, üstümüzden geçen leyleklerin kanat seslerini bile işitiriz. (üniversite yıllarımdan yazdığım bir deneme)
 
     2 Beğeni    
Sen-Ben İlişkisi
ŞİİR | © Yazan Mehmet Şirin AKÇA | Yayın Haziran 2021
benimkisi tekrarı olmayan bir aynılığın ısrarı
seninkisi aynı ısrarın olmayan bir tekrarıydı hepsi bu...

baktığında sen bendeydin, benleydin, bendin
bense sendeydim, senleydim, sendim...

ben dediğin sende yeşeren, sen olunca ben oluveren
sen dediğin bende büyüyen, ben olunca sen oluveren bir var oluş değil mi?
 
     3 Beğeni    
Ne Kadar Gidersem O Kadar Kendime Geldim
ŞİİR | © Yazan Mehmet Şirin AKÇA | Yayın Nisan 2021
Sabah uyanıklığı anlamsızlığı sinmiş sanki bu şehre
Birazdan geçmeyecekmiş gibi bu boşluğun mahmurluğu
Nereye gitsem, ne kadar uzaklaşsam ve ne kadar kaçsam da
Tekrar döndüğüm yer kendim oluyorum...
Meğer bu anlamsızlık ve boşluk
Bulunduğum yerde, bulunduğum zamanda veya bulunduğum bedende değilmiş
Tam içimde, en derinimde
Beni ben yapan, ben dediğim yerde...
Meğer bu anlamsızlık, bu boşluk tam da benmişim
Haberim yok;
 
     4 Beğeni    
Ginlenmek
ÖYKÜ | © Yazan Zeynep BALKIZ | Yayın Mart 2021
Sen, senden bir tane daha olsun istedin. Aynı senin gibi düşünmemi ve aynı senin gibi hissetmemi, aynı şeylere gülüp aynı şeylere ağlamamı istedin... Bunu bir noktaya kadar yapabildim fakat yaptıkça da sınırlarımı yitiriyordum. Oynadığı rolün etkisinden çıkamayan oyuncu gibiydim.. Artık yaptığım, düşündüğüm, istediğim herşey bana mı ait yoksa sana mı çözemiyordum, kafam ve sınırlarım net değildi ve çıkmaza girmiştim. Ben sende kaybolmuştum ve kendime giden yolu bulamıyordum. Bunun sebebinin kendimden kaçmak olduğunu sonradan keşfettim.
Kendinden korkanlar ve kendinden gizlenenler başkalarının gölgesi olarak kalır. Kendinden kaçtıkça kaybolur kayboldukça kendine daha çok uzaklaşır ve başkalarına bağımlı kalır. Kendi kendini yok eder.. Bu denli gizlendiği için başkalarında kaybolmaya ve onların gölgesi olmaya mecbur bırakır kedini. Kendi içindeki acıya denk düşen acılar bulur başkalarında ve onlara ağlar. İçindeki yangını görmemek için dışardaki yangınlara su taşır. Başkalarının en iyi dert ortağıdır, herkes herşeyini ona anlatır ama ona kimse sormaz. Çünkü içindeki yangını kendinden bile gizliyordur. Neden peki? Yangını gizlerse yanmayacağını zannettiği için. Oysa her dakika her saniye yanıyor, yangının süresini uzatıyor. Bir kere olsun o yangının içinden geçmeye cesaret etse.. Zira içindeki nefret, öfke, yalnızlık yangınını ancak onu dibine kadar yaşayarak söndürebilecek. Uzun lafın kısası önce kendi yanacak ki sonra başkaları onun yangınına su taşısın.
 
     Beğenin    
Kendinden Kopuş
ŞİİR | © Yazan Mehmet Şirin AKÇA | Yayın Ocak 2021
Zaman bulamıyoruz
Durup kendi içimize bir bakmaya
Duygularımıza, bedenimize, düşüncelerimize
Bakıyorsak bir tek aynaya, aynadaki silüetimize
Ona da bakmak denirse tabi
Bakmaya çalıştıkça yabancılık çekeriz
Yabancılık çektikçe de korkmaya başlarız
Korkumuz arttıkça
Kaçmaya başlarız kendimizden, aynadan, silüetimizden
Kaçtıkça kovalar kaygılarımız
Kaygılarımız kovaladıkça bizi
Daha hızlı kaçmaya çalışırız
Daha hızlı kaçtıkça
Üşüşür olumsuz düşünceler, duygular
Üşüştükçe üstümüze
Karanlığımız ve kaosumuz artar
Arttıkça içinde olduğumuz karanlık ve kaos
Kaybolmaya başlarız
Uzaklaşırız kendimizden
Uzaklaştıkça kendimiz olmaktan çıkarız
İyice yabancılaşırız...
Kendimize yabancılaştıkça
Aynadaki kişiye daha çok yakınlaşırız belki de
Artık iki yabancı gibi durabiliriz aynanın iki tarafında
Birbirimizi tartabilir, birbirimize hareket çekebiliriz
İki yabancı gibi değiliz
Aynadaki benim silüetim değil,
Ben aynadakinin silüetiyim sonuçta
Kimbilir ki gerçekten
Hangimizin gölge, hangimiz yansıma olduğunu?
 
     8 Beğeni    
Ayna
ŞİİR | © Yazan Müjgan SONUÇ | Yayın Aralık 2020
Bir kez baksan aynaya
Göreceksin Kendini,
Gözlerinin içinde
O uzaktaki Sevgili,
Senin için bu yolları kaç bin yıl dolaştım
Her insanı diri kılmaya çalıştım,
Bir kez baksan aynaya
Göreceksin kendini
O uzaktaki sevgili
Seninle Diri..
Bize ihsan edilen sana da ihsan edilendir.
Sakın kendini yerden yere vurma,
Bağışla.
Eğer kendini çok uzağa atarsan,
Seni kendinle imtihan ettirir.
Eğilip secdesini,
Öyle kendi kendine
O bakan gözlerden
Kendisi etirir.
Bir kez baksan aynaya
Göreceksin Kendini
O uzaktaki Sevgili seninle Diri.
M.S
2020 /Bursa
 
     3 Beğeni    
Bakış
ÖYKÜ | © Yazan Mehmet Şirin AKÇA | Yayın Kasım 2020
Doğacaktı, doğdu.
Niçin?
Batmak gibi bir hedefi vardı...
Batacaktı, battı.
Niçin?
Doğmak gibi bir hedefi vardı...
Böyle devam edip durdu,
Ne milim şaşma ne de milim şaşırma ile
Kimine göre doğarken kimine göre battı,
Kimine göre batarken, kimine göre doğdu.
Kime göre doğup kime göre battığı
Baktığı yer belirledi.
Nerden bakarsan farklı görürsün,
Baktığın yer değişirse farklı görürsün farklı gördüğün..
Tek bir yerden bakarsan
Gördüğün olur tam bir kör düğüm...
 
     7 Beğeni    
Sağlık Savaşcısı
ŞİİR | © Yazan Barbaros İRDELMEN | Yayın Ekim 2020
Allah’ın hasta bir kulunu
Sağlığına kavuşturmak
Hem de en tehlikeli
Görünmeyen yaratıklarla
İnanılmaz bir cesaretle savaşarak
İyileştirmeye çalışmak

En kutsal hizmet
Önce Allah sonra o

Dövülür
Bıçaklanır
Katledilir kurşunla
İşini yaparken korumasızdır
Pervasız kalkar ona katil eller

Cephede en önde
Virüs ilk onun ciğerini deler
Nefessiz kalarak kapanırken gözleri, der
Son nefesinde yetim evlat bırakıyorum
Sahip çıkın ne olur bakın benim çelimsize

Yeminine sadık onuruyla savaştı hepsiyle
Ne kılıcı ne kalkanı vardı elinde

En korkuncu Co-Vid’le sağlık cephesinde
Ne aşısı vardı ne serumu
Korumasız ve cephanesizdi
Sağlık adına şehit düştü babanız
Siz küçüktünüz…

Barbaros İrdelmen
İstanbul, 12 10 2020
 
     3 Beğeni    
Sekseniki
ÖYKÜ | © Yazan Aygün ÖZER | Yayın Eylül 2020
Sessizlik…Derinlemesine,odada hiçbir boşluk bırakmayan yapışkan bir sessizlik.Anıya ulaşmak için bakışların bir noktaya sabitlenmesi.Bir süre öylece beklemek.Hikayenin saklandığı yerden zihne çağırılması.Tekrar yazılması.Belki de şimdiye kadar onlarca üzerinden geçilen bir bağlantı noktası.Ruhların buluşması.Çatallanma.Ondakiyle bendekinin çarpışması.

Ne kadar akılsız bir adammışım.O pis kahveye her gün gidiyor,en iki üç saatimi orada kağıt oyunuyla geçiriyordum.Çok fazla sigara içiyordum o sıralar sadece ben değil herkes içiyordu.Kahvede dumandan göz gözü görmüyordu.

Bir süredir belirgin şekilde zayıflamıştım.İnatçı bir öksürük peşimi bırakmıyor,geceleri de ateşim yükseliyordu.

O gün yine oyun masasındaydım.Oyunun en heyecanlı yerinde yine bir öksürük nöbetine tutuldum.Ne yapsam geçmek bilmiyordu,neredeyse nefesim kesilecekti.Ciğerlerimden gelen şiddetli bir öksürükten sonra ağzımın içinde sıcak bir doluluk hissettim.Ne olduğunu anlamak için,pantolon cebimden mendilimi çıkarıp içine tükürdüm.Gördüğüm şey bedenimi dehşetle titretti.Kandı.Emin olmak için bir daha tükürdüm mendilime.Yine kandı.Korkuyla, nefes nefese kendimi dışarıya attım.Oyun arkadaşlarımdan Musa da arkamdan geldi.

O anlarda sonum annem gibi olacak diye düşündüm.Onbir oniki yaşlarımda iken veremden kaybetmiştim onu.İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı.Açlıktan,bakımsızlıktan köyümüzden başka insanların da ince hastalıktan öldüğünü hatırlıyorum.Annem son günlerinde,hasta yatağında küçücük kalmış yüzünde iyice belirginleşen hüzünlü gözleriyle bana bakar,elinden hiçbir şey gelmeyen insanların umutsuz teslimiyetine sessizce gömülürdü.Oğlunu acımasız bir dünyada tek başına bırakacaktı bir süre sonra.

Kendine malik olmayan kocası,oğlunun babası olacak adam, o, kanlı öksürüklerle sona adım adım yaklaşırken,karşısına geçip ‘geber,geber’ diye bağırdığı günden itibaren ölüme olan yürüyüşü sanki daha da hızlanmıştı.O sessiz,silik,donuk adamdan böyle bir öfkenin çıkması annesini şaşırtmış mıydı?Yoksa bu zaten bildiği şiddet ve acımasızlık sarmalının sadece bir halkası mıydı?

Dışarıda Musa’yla birkaç laf konuştuktan sonra doktora gitmeye karar verdim.Musa’nın arabasıyla hızlıca ilçeye ulaştık.

Doktor muayenemi yaptıktan sonra, öğretmen bey verem olmuşsunuz, vakit kaybetmeden Validebağ Sanatoryumu’na gidin,orada tedavinizi yapacaklardır dedi.

Muayenehaneden çıktıktan sonra,yaşadığım şoktan sıyrılıp düşünmeye çalışıyordum.Hayatım bir anda altüst olmuştu.Annen,seni ve abini bırakıp gidecektim.İyi olup olmayacağım da belli değildi.Sen küçüktün,bir buçuk yaşındaydın.Bütün bu duruma ben sebep olmuştum.Herşeyi berbat etmiştim.O an ölmek istedim.

Musa beni hastaneye götürmeye gönüllü oldu.Eve döndüğümde annene durumu açıkladım.Gerekli şeyleri yanımıza alıp,yola koyulduk.

Geç bir saatte İstanbul’a vardık.Son arabalı vapura yetişemediğimiz için,o akşam Validebağ’a gidemedik.Biz de o geceyi geçirmem için Zincirlikuyu’daki devlet hastanesine yöneldik.

Yol boyunca öksürüklerim ve kanamam hiç eksilmemişti. Hastaneye vardığımızda iyice bitkin düşmüştüm.Beni apar topar sedyeyle bir odaya aldılar.Yolun sonuna gelmiştim.

İşte yatakta öyle bitmiş durumda ölümü beklerken odanın kapısı açıldı ve üzerinde beyaz üniformasıyla esmer bir kadın içeri girdi.Yanıma yaklaşıp nasıl olduğumu sordu,üzerime eğilip beni muayene etmek istedi.

Sen kimsin diye sordum şaşkınlıkla,o da ben doktorum dedi.Ben de ‘hadi be oradan Çingene,defol git,beni sen mi iyileştireceksin diye avazım çıktığı kadar bağırdım.Çıldırmış gibiydim.Kadın kızdı,alın bunu müşahedeye götürün dedi gürültüye gelen hastabakıcılara.Beni derdest edip sedyeyle delilerin olduğu koğuşa götürdüler.Kadın ona hakaret ettiğim için beni cezalandırdı.Şimdi düşünüyorum da hatalıydım, öyle konuşmamalıydım.Ama kadın hakikaten çingeneydi.

Sonra Musa, Necati amcama olan biteni anlatmış telefonda.Amcam da benim gibi öğretmendi,benim öğretmem olmama sebep olan insandır.Bana çok emekleri geçmiştir.Koşturup geldi hastaneye.

Öğretmendir,aydın insandır,öyle davranmasını hastalığına verin,kendinde değil sağlıklı düşünemiyor diye doktorla konuşup,onu ikna etmiş.İki üç gün sonra beni cankurtaranla Zincirlikuyu’dan Validebağ’a transfer ettiler.

Validebağ’a getirdiklerinde ölü gibiydim.Benimle ilgilenen doktorun bakışlarından, durumumun ne kadar ümitsiz olduğunu anlayabiliyordum.Başka hastalar da vardı yattığım koğuşta.Bir sabah onlardan biri ölünce,iyice kendimden umudu kestim.Burası ölecek olanların tutulduğu yerdi.

Ama ölmedim.Yavaş da olsa uygulanan tedaviyle iyileştiğimi hissediyordum.İştahım geri geliyordu,daha rahat nefes alabiliyordum.

Güneşli bir gün,koğuş arkadaşlarım gibi dışarıya çıkıp şezlonga uzanıp dinlenmek istedim.Şezlong,hemen yatağımın yanındaki pencerenin önündeydi.O sırada doktor yanında hemşiresiyle koğuşa girdi.Yatağımın boş olduğunu görünce,yazık oldu kurtaramadık dediğini duydum.Şezlongda doğrulup,açık pencereye doğru cılız bir sesle ben buradayım doktor bey dedim.Sesimi duyup beni gören doktor,otoriter bir ses tonuyla ne arıyorsun orada hemen yerine geç dedi.Kalkıp içeri geçip,yatağıma uzandım tekrar.

Doktor beni muayene etti.Kulak memelerimdeki kızarıklığı işaret edip,çok şükür seni kazandım,artık iyileşiyorsun dedi.Ve ne zaman dışarıya çıkacağını ben sana söylerim,o zamana kadar talimatlarımı harfiyen uygulayacaksın,tamam mı dedi.

Durdu.Gözleri nemlendi.İçinden yükselen hıçkırıklar boğazında düğümlendi.Ağlamasını bastırmak için kendiyle yoğun bir mücadele içindeydi.Birşey söylemedim.Yaşadığı duygusal kabarmanın sönmesini bekledim onunla birlikte.Bu sessizlik uzun sürmedi.

Hastalığa yakalanmadan önce,son tartıldığımda sekseniki kiloydum.Sekiz aylık tedavinin sonunda tekrar o kiloya ulaşmıştım.Köye geri döndüğümde yanaklarım tombul tombuldu,bacaklarım pantalonuma sığmıyordu.

**

Hikayeyi bitirmişti. Bakışları bedenim üzerinde dolaştı.Sen kaç kilosun diye sordu.

Bilmiyorum,epeydir tartılmadım ama sanırım sekseniki dedim.
 
     Beğenin    
Yemci Abdullah
ÖYKÜ | © Yazan Mehmet Zeki İLGAR | Yayın Temmuz 2020
Aramızdan ayrılalı iki yıl oldu. Babam rahmetli, dedikoduyu sevmez, haram yemez, boş duranı ve tembellik yapanları sevmezdi. Bugün vefat yıldönümünde ona dair duygu ve düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Pendik’te bize yemcinin oğulları diyorlar. 1970 li yıllarda biz üç kardeş üniversitede okuyorduk. Biraz da Marksist-leninist teröristlerin şehiri yaşanmaz hale getirmelerinin de etkisiyle ve bizim okumamızı desteklemek maksadıyle babam rahmetli Kars’tan İstanbul’a göç etmek zorunda kalmıştı. Pendikte rahmetli Muzaffer dedemin satın aldığı arsa üzerinde betonarme bir ev yaptıktan sonra önceleri en iyi bildiği iş olduğu için inşaat işleriyle uğraşmıştı. Kalfalık, taşeronluk gibi işlerle uğraşırken; İnşaat sektörü krize girince bir kamyon odun getirerek mahallede odunculuk yapmayı denemişti. Odunların yarısını sattıktan sonra diğer yarısını gece hırsızlar götürünce kantarı kullanmak amacıyla eve yakın bir yerde Şehit Fethi Caddesi üzerinde ara bir sokakta komşulardan birinin boş dükkanlarından birini kiralayıp yemciliğe başlamıştı. O zaman yeni mahallede çok sayıda bostan, bahçe ve ahır vardı. Yem işi bayağı tutmuştu. Yusuf amcamı da ortak ederek yemin yanında un vb. ürünler de satmaya başlamıştı. Mahallede yapılaşma sonrasında yemci dükkanını mahalle bakkalına dönüştürerek hatırladığım kadarıyla 2012 yılına kadar çalışmaya devam etti.
Rahmetli babam çok dürüst, çalışkan ve girişken bir insandı. Sözü, sohbeti severdi, latife yapmayı iyi bilirdi ama biraz otoriterdi. 12 yaşındayken babasız kalmıştı. Çocuk yaşta duvar ustalığı, çobanlık ve çifçilik yapmak zorunda kalmıştı. Ömrünün son zamanlarında çok zayıfladığı için denge sağlamakta zorlanıyordu. Biz hastanede veya evde kardeşler olarak sırayla gece nöbetleri tutuyorduk. Bu nöbetler bana babamı tanıma fırsatı sunmuştu. O güne kadar babamla uzun boylu sohbet etme imkanım olmamıştı.
Bir sohbet esnasında çocukluğunun nasıl geçtiğini sorduğumda; babası hayattayken ve amcalarla birlikteyken herşeyin çok güzel olduğunu söyledi. Onun anlattığına göre bizimkiler (Zekeriya dedem ve kardeşleri) Arpaçay’a bağlı Vanaza köyünden göç edip Mağaracığa geldiklerinde beşkardeş birlikte yaşamışlar. Rahmetli anneleri (Besti nene) ayrılmalarını istememiş. Yıllarca bir hayatın içerisinde yaşamışlar. Bir süre sonra sorunlar yaşanınca Yahya ve Haley dedeler ayrılarak kendi evlerini kurmuşlar. Muhtar, Balabey ve Zekeriya kardeşler birlikte yaşamaya devam etkişler. Üç kardeşin çocukları birlikte büyümüşler. Sonra babam 10-12 yaşlarındayken Zekeriya dedemi de ayırmışlar. Ayrıldıktan kısa süre sonra da vefat etmiş.
Babama Zekeriya dedem hakkında neler hatırlıyorsun diye sorduğumda; sessiz, sürekli çalışan ve üreten, kötülük düşünmeyen bir insandı. Karsın kurtuluşundan sonra (1918) daha 15 yaşındayken askere yazmışlar. O zamandan sonra İstiklal savaşının tüm aşamalarında bulunmuş bir gaziymiş. Köyde çok sevilen bir insandı. En küçük kardeş olduğu için tüm işler ona yüklenmiş, biraz da kendisi yüklenmiş. Babama “ bak oğlum ben kendime dikkat etmedim, çok yıprandım ve yoruldum, sen kendine dikkat et” diye nasihatte bulunmuş. Babam rahmetli baba nasihatine çok bağlıydı. Kendisine çok dikkat ederdi. Temizliğine, yemesine, dinlenmesine, sağlığına önem verirdi.
Dedem kime benziyordu? diye sorduğumda; Yusuf amcana benziyordu, onun gibi iri-yarı ve kuvvetli bir insandı. Ot yüklü arabanın tekerleği kırıldığında tek başına omuzlayıp arabanın tekerini yerine takılmasını sağladığını olayın şahitleri anlatmış. Bu arada Yusuf amcamın da çok çalışkan ve iyi bir insan olduğunu ifade etmek isterim.
Adını kim koymuş? diye sorduğumda; ben doğduğumda evde Kağızmanlı bir aile dostu varmış. Misafire hürmeten onun adını koymuşlar. Adamın adı Abdulbaki imiş. Nufusta Abdullah olarak yazmışlar. Köyde Baki adı kullanılmış (Terekeme dilinde Bagı).
Bagı babam rahmetli köyde açılan ilkokulun üç yıllık döneminden mezundu. Askerliğini Jandarma olarak yapmıştı. Anlattığına göre askerlik sonrası polislik, maliye memurluğu gibi fırsatlar çıkmış fakat babaannem(Döne anam) izin vermemişti. Mağaracık köyünde tarım ve hayvancılıkla uğraşmak zorunda kalmıştı.
Bugünlük bu kadar. Babamla sohbetlerimizin başka boyutlarını da ileride paylaşmak dileği ile…
 
     Beğenin    
Balkonlu Ev
ÖYKÜ | © Yazan Mehmet Zeki İLGAR | Yayın Temmuz 2020
Babam vefat ettikten sonra Cabamı ziyarete gittiğim günlerden birinde dedim ki “Caba babamla nasıl evlendiniz”. Aslında ben hem sohbet etmek hem de anımsama terapisi uygulamak istiyordum. Çayımızı yudumlarken anlatmaya başladı: Oğul ben bebekken yetim kaldım ama, anam ve amcalarım sayesinde çocukluğum ve gençliğim güzel geçti. Evlilik çağına gelince taliplilerim çoktu. Babanın da beni istediğini dayımın hanımı Şamama ablam ve abimin hanımı Hünkar ablam söyledi. Bu arada Şamama ablam “Bagı sana balkonlu ev yapacak” dedi. Baban o zaman köyün en iyi duvar ustası ve en yakışıklı delikanlısıydı. Vekil abiyle birlikte; Emin dayıma, Niyazi amcama yaptığı evler herkesin hayranlığını kazanmıştı. Ben de Alosman amcamın balkonlu evini çok seviyordum. Babanı kabul etmemde “Balkonlu ev hayalim”, akrabalık bağlarımız, babanın dürüst ve güvenilir olması etkili olmuştu. Ayrıca onun da benim gibi yetim büyümüş olmasının etkisi de olabilir. Yazı-kader işte. 1952 yılında evlendik, ilk yıllarda çok yoksulluk yaşadık; ama baban geçte olsa sözünü tuttu, yirmi beş yıl sonra İstanbul Pendik’te balkonlu evi yaptı.
Evet, Cabam dediysem yanlış anlamayın öz annemden bahsediyorum. Övünmek gibi olmasın, adımın da etkisiyle olacak; Caba kısaltmasını ben icad etmişim. Evdeki amcalar, halalar ve akraba olan herkes ona Cahan abla derken ben hem tasarruf yapmışım hem de ana dediğim birinin varlığı etkili olmuş. Bu arada beni rahmetli Döne nenem emzirmiş, en küçük halam Belkıs ile aramızda 5-6 ay varmış, cabamın sütü yeterli olmayınca nenem devreye girmiş. Rahmetli beni çok şımartmış, biraz da erkek evlattan ilk torunu olmamın etkisi olmuştur. (kız evlattan ilk torun Serdar abidir). Cabam diyor ki evin işleriyle uğraşırken ben “ana gel otur, ne sen yorul ne de ben bırak gelin çalışsın” dermişim. Onlarda gülüşürmüş.
Döne anamdan da Cabamdan da hiç şiddet içeren tepki gördüğümü hatırlamıyorum. Hep güzellikle ikna etmeye çalışırlardı. Ben çok nazlıydım, her pişeni yemezdim. Misafirlerden önce benim payımın verilmesini isterdim. Özellikle kaz pişmişse mutlaka birileri gelirdi. Kokuyu mu alırlardı bilmem. Zaten misafiri bol bir aileydik. Bu arada geniş bir aile olduğumuzu da ifade edeyim. “Misafirsiz sofraya oturulmazdı” dersem abartma olmaz. Ramazanda iftara yakın bizi caddeye gönderirlerdi, kimse varsa çağırın diye. O yıllarda sonbahar geldiğinde Digor’un köylerinden Karsa alışveriş için gelenler çok olurdu. Bir gece kalıp sabah erkenden yola çıkarlardı. Gece konaklamak için tercih ettikleri evlerden biri bizim evimizdi. Kapıya gelen hiç kimse geri çevrilmezdi. Allah misafiri kabul edilirdi. Belki de o yüzden herşey çok bereketliydi.
Çocukluğuma ilişkin anılarım o kadar çok ki. Muzaffer dedem ve Döne nenemle ilgili olanları ayrı bir yazıda ele almayı planlıyorum. Bu günlük bu kadar.
 
     Beğenin    
Narsistik Bir Annenin Kızından Mektup
ÖYKÜ | © Yazan Sümeyye ARSLAN | Yayın Temmuz 2020
Canım çok yanıyor. Dünden beri durup durup aklıma geldikçe ağlıyorum. Geçmişi düşünüyorum. Herşey yerine oturdukça daha da bir üzülüyorum. Ama yine fark ediyorum ki en ağrıma giden hep hatalarını kabul etmeyip sürekli başkalarını ve beni suçluyor olman. Kırdığın kalbin sorumluluğunu alamayacak kadar yüreksiz olman. Meğer ben hep kendi yaralarımı kendim sarmak zorunda kalmışım. Oysa ben seni affetmek istiyordum anne. Affetmek için sana kızgınlığımı, kırgınlığımı anlatıyordum. Yaramı gör, kabul et ve sar diye. Üflesen geçerdi anne. Öpsen, sarsan, kalbimi özürünle sıvazlasan o yara geçerdi.

Çocuktum ve çocuk yüreğimi nasıl tamir edeceğimi bilmiyordum. Esasen tamir nasıl edilir hiç görmemiştim senden. Ne kendimi, ne de başkalarını tamir edebiliyordum.

Yaralarım hep derinleşti ve apse yaptı anne. Oysa inan ben senden senin benden beklediğin gibi kusursuzluk beklemiyordum. Hatalarınla da sevebilirdim seni. Keşke sen de sevebilseydin kendini. Hataların o kadar ağır geliyordu ki sana bir özürün ile iyileşecek yüreğimdeki tüm acılardan daha baskın gelen kibrini dinledin anne. Sen buna gurur diyordun. Oysa benim gözümde her özür dileyişinle daha da yücelirdin anne.

Haklı olman, iyi olmamın önüne ne çok geçti dimi anne. Sen haklı ol anne. Hep haklı kal. Benim yalnız, kimsesiz hissetmem pahasına da olsa haklı ol anne.

Beni ne çok unuttun, benim yerime her yerde oysa ne çok inisiyatif sahibiydin anne. Ben yoktum ama benim yerime aldığın iyiliğim kisvesi adı altında o kadar çok tercih vardı ki…

Hayatıma yeni bir şeylerin girmesinden çok korktum anne. Onlarda sen gibi olacaklar diye, onlarda özür dilemektense beni suçlayacaklar diye çok korktum. Hep kaçtım. Kendim hariç herkezden kaçtım.

Sonra seni içimden çıkarmak istedim ama yaşamla göbek bağım kesiliyor gibiydi anne. Sensizlik de senin varlığında acı vericiydi. Ama sahibi olmadığım suçluluk duygusu altında da ezilmekten çok yorulmuştum.

Şimdi ise yalnızım. Kendime, içimde senin yetersiz bulduğun o küçük kız çocuğunu bulmaya ve ona sarılmaya çalışıyorum. Ona onun etiketlendiği, suçlandığı ne varsa onların o olmadığını söylemek istiyorum. Ona tüm etiketlerin üstündeki gerçek olmayan ağırlıklarının seni güçlü hissettirmesi için, ne de büyük devasa bir yükle başa çıkmış harika bir annesinleri çevreden duyabilmen için değiştirildikleri gerçeğini, sana öfkelenmek uğruna, güvensiz hissetmek uğruna da olsa söylemek istiyorum.

Ona sevilmeyecek biri olmadığını, senin sevmeyi beceremediğini anlatmak istiyorum. Senin sarmadığın yaraları bugün senin ölümünle artık sadece benim sarmak zorunda olduğumu biliyorum.

Yaralarımı sarıp seni affetmek istiyorum anne… İçime bakışlarım ve öfkem hep bundan… Seni affetmek istiyorum.

Uzm. Klinik ve Endüstriyel Psikolog Sümeyye Arslan
 
     Beğenin    
Bir Telkin Hikayesi
ÖYKÜ | © Yazan Mesut KARTAL | Yayın Şubat 2020
Bir zamanlar köyün birinde Zahid diye bir adam yaşarmış. Zahid köylüler tarafından çok sevilmez ve dışlanırmış. Zahidin kimi kimsesi yoktur. Zahid yalnızlıktan ve arkadaşlarının olamayışından çok üzgünmüş.
Bir gün zahid köyün kahvehanesine gider ve arkadaş edineceği hayali kurar.
Kahvehane içerinde bir kalabalık , herkes güler, sohbet eder, oyun oynarlarmış.
Zahid içeri girer, kalabalığa selam verir. Kahvehanedekiler zahidi görmezden gelirler.Boş bir masa gören zahid hiçbir şey olmamış gibi yalnız başına masaya oturur. Kahvehane işleticisi ve aynı zamanda çayocağına bakan Rıfat abi zahide bakar.
Zahid rıfat abiden çay ister ve çayı geldiği gibi birden anlamsızca;

Rıfat abi geçenlerde başıma ne geldi bir bilsen diye bir yalana başlar.

ZAHİD:
Rıfat abi geçenlerde 3 kişi önümü kesti. Bunlardan biri silahlı , diğerleri sopalı bıçaklıydı. Silahı olan bana ateş etti ama kurşun beni teğet geçti. Silahı olanın elindeki silahı aldım sıktım, öldürdüm adamı. Diğerlerine de ateş açtım ama öldüler mi onlar bilmiyorum.

Tabi bu olay rıfat abinin ilgisini çeker;

RIFAT ABİ:

Ee sonra ne oldu zahid !

ZAHİD:

Abi kaçtım hemen ve bir kaç gün saklandım. Beni bulabilrler.


Bu hikeye rıfat abinin ilgisini çektiği kadar kahvehanedeki bir kaç kişinin daha ilgisini çeker ve zahidin masasına otururlar.

Bu durum zahidin hoşunda gider ve hikayeye dahada abartı ekler.


Ertesi gün tekrar kahvehaneye gelir ve zahidin masasında üç beş kişi daha orturur.

Zahid günlerce bu hikayeyi anlatır hatta yolda gördükleri insanlarada anlatır.

Aradan 1 ay geçer ve zahid köyün yolunda yürürken köyün yolunun ilerisinde jandarma racı görür. Zahid korkar ve saklanır kuytu bir yere. Elleri titrer, kalp ritim dengesi altüst olur.

ZAHİD:

Ben ne yapacağım, beni yakalarlarsa idam ederler, hapse atarlar , öldürürler ve daha çok gencim...


Jandarma aracı kaybolur gider ve zahid rahatlar. Tam bir kaç adım ilerlerken;

ZAHİD:

Ben neden jandarmalardan kaçtım ve korktum?
İyi de ben kimseyi öldürmedimki , bu yaşadıklarım gerçek değildi ki!


Evet zahid haklıydı ama farkına varamadığı anlattığı hikeyelere kendisinin bile inanmasıydı.

Farkında olmadan inanarak anlattıkları kendisini bile inandırmıştı.




Zihnimizi kandırabilir yada penceresini değiştirebiliriz.

Telkinler kendimize inandırmaya çalıştırdığımız yorumlar ve düşüncelerdir.

Çoğu psikoterapist danışanlarına telkinlerle iyileşme yöntemi uygular.

Her gün kendimize yolladığımız olumlu/olumsuz mesajlar zamanla gerçek bizmişiz gibi ve yaşanmış gibi olur.

Bazen bir şeyi o kadar çok isteriz ki zihnimiz bedenimizi o şeye inanmaya iter.” Gary Small
 
     3 Beğeni    
Kiraz Kırtasiye
ÖYKÜ | © Yazan Aygün ÖZER | Yayın Şubat 2020
Birkaç gün önce sokaktan geçerken gözüne çarpmıştı. Yürüyüşünü biraz yavaşlatmış,içeride olan biteni anlamaya çalışmıştı.Cadde üzerindeki yönlendirme tabelasının daha büyük bir örneği dükkanın giriş kapısının üzerine ortalanarak asılmıştı.Yaşadığı mahallede bu kadar merkezi bir konumda olması iyiydi.Geniş aydınlık girişi,sevimli sıcak raf düzeniyle ilerde ihtiyaç duyduğunda çarşıya inmeden uğranılacak bir yer olduğu mesajını pek güzel veriyordu.

Çok bir zaman geçmeden işi buraya düşecekti. Oğulları sabah teslim etmeleri gereken ödev için alınması gereken çıktıları hatırladığında vakit epey geç olmuştu. Kendisini çarşıya inemeyecek kadar yorgun ve üşengeç hissediyordu. Kısa zamanda ve az zahmetle kırtasiyede olma düşüncesi onu hemen sardı.Hazırlandı ve evden çıktı.Beş dakika sonra oradaydı.

İçeriye girdiğinde, kendisine yönelen erkek ve kadının bakışları bir hayli bilgiyi ona taşımıştı.Onların mekanın sahibi ,karı koca,esnaflıkta acemi,kırtasiye konusunda da pek tecrübelerinin olmadığı hemen anlaşılıyordu.Dükkanda ondan önce gelen başka bir müşteri vardı.Müşterinin istediğini bulabilmek için raflar arasında epey bir dolaşan adam,birkaç örnek gösterip her seferinde bu değil cevabını alınca nihayet kan ter içinde pes edip,’elimizde kalmamış’ özlü sözüne sığınmıştı.’Yarın gelir ama’ derken kendi söylediğine duyduğu inançsızlık apaçıktı ve müşteri de pek açıkgöz bir şeye benziyordu.

Kendisine sıranın daha gelmediğini anlayan adam, tüm bunlar olup biterken, dudağında hafif bir tebessümle kenarda beklemişti. Müşteri dükkandan çıkınca,arzusunun ne olduğunu ona sordular.Sorarken de aradığı şeyin makul ve mevcut olması konusundaki beklentilerini bangır bangır duyurdular.Adam, umarım benim ve sizin beklentilerimiz örtüşür diye kendine sessiz konuştu.Güçlü bir ihtiyaç karşılama isteği yükseldi içinden.Halden anlayan ve para bırakmaya dünden razı bir müşteri rolüne hemencecik girdi.Role girerken de biraz beceriksizleşip, biraz da çocuklaştı.Dükkan sahipleri o kadar yenik düşmüşlerdi ki, ona göre çok bilmiş bir müşteriye daha dayanacak güçleri kalmamıştı.

Adam ihtiyacını söyleyip olumlu karşılık alınca flash belleği cebinden çıkarıp kadının kocasına uzattı. Koca, bir önceki müşteriyle yaşadığı çarpışmanın ağırlığını omuzlarından silkelemek güdülenmesiyle hızlı ama biraz da sarsak hareketlerle bilgisayara yöneldi.Flash belleği bilgisayara taktı ve adamın adını söylediği dosyayı açıp, istediği çıktıları almak için yazıcıya yönlendirdi. Bir on saniye bekledikten sonra yazıcıdan bir hareket gelmeyince tekrar denedi. Ancak bir türlü çıktılar gelmiyordu.

Bu aşamada kocanın karısı inisiyatifi almak istedi. Önce yapılması gerekenlerle ilgi birkaç hatırlatma yaptı. Koca hafiften rahatsız bir vurguyla ‘söylediklerini zaten yaptım’dedi. Kırtasiyede tansiyon yükselmeye başlamıştı.Kadının kocası, ne olursa olsun bu sefer başarılı olmak istiyordu. Sadece biraz daha zamana ihtiyacı vardı. Adam bu zamanı ona verme konusunda oldukça istekliydi. Acelesi yok gibi davranmaya kararlıydı her ne kadar oğulları evde onu sabırsızlıkla bekliyor olsalar da.

Koca tekrar ve tekrar denedi;bir türlü olmuyordu. Her denemeden sonra, yüzündeki kızarıklık ilk önce beliren pembe rengin açık tonundan daha koyu tonlara ve sonra komşu daha koyu renklere evriliyordu. Adam renk körü olmasına rağmen bu değişimi görebiliyordu.

Kadının dümeni almak için ısrarlı müdahaleleri kocayı daha da kızdırıyordu. Karısının aktif hale gelmesi onun beceriksizliğinin kanıtıydı sanki.Karı-koca gittikçe derinleşen bir gerilimin ve tartışmanın içinde bulmuşlardı kendilerini. Adam, kenarda beklemeye devam ediyordu. Ortamı yumuşatmak için bir zamanlar başarısızlıkla sonuçlanan kendi lokanta açma ve işletme deneyiminden bahsetti.’ Başlangıçlar her zaman zordur ve ben bunu çok iyi bilirim’ dedi.’Telaş etmeyin ben beklerim.’Bunları söylerken sonsuz bir anlayış abidesi gibi hissetti kendini. O, empatiyle örülmüş yeni bir müşteri modeliydi. Anlayışlıydı ve kapsayıcıydı.Adam bu yüce duygularla sarhoş olmuşken,kadın ‘sizin işiniz olmayacak’ dedi kararlılıkla. Adam şaşırdı,biraz duraksadıktan sonra,’sorun yok ben beklerim’ dedi. Kadın’ hayır beklemeyin lütfen,başka bir yerde de çıktıları alabilirsiniz.’

Adam, bir türlü çözülüp gidemiyordu. İçine girdiği rol onu dükkana mıhlamıştı sanki. Kadının kocası, bu uzayıp giden ağdalı zaman parçasında, öfkeyle bilgisayarla ve yazıcıyla cebelleşip duruyordu. Nihayet derinden gelen bir vınlama sesiyle yazıcı kendisinden bekleneni verdi.Adam buradan gidebilecek olmasına sevindiğinin ayırtına vardı.Olgun müşteri olmak onu bir hayli yormuştu.

Adam parayı ödeyip kırtasiyeden çıkmak üzereyken karı-kocaya iyi akşamlar dileklerini sunarken kadının kızgın bakışlarıyla karşılaştı. O anda değil ama sonra bu bakışlar üzerine düşündüğünde, sonsuz sınırsız anlayışının ve kabulünün karşı taraf için nasıl bir sınır işgali ve eziyet olduğunu anladı.
 
     Beğenin    
Kadıköy ve İlişkiler
ÖYKÜ | © Yazan Can SARIOĞLU | Yayın Ocak 2020
Yine yoğun bir dönemde nefes almaya çalıştığım günlerden biriydi. Uzun zamandır hayatımda olan ve hayatımdaki yerini tam olarak tarif etmede zorlandığım kadınla görüşecektim. İstanbul’da bir cumartesi akşamı beyaz yakalıların hayatlarındaki sıkışmışlıktan bir nebze olsun kaçmak için kendilerini hunharca dışarı çıkmaya adadıkları o kutsal akşam. Kadıköy yine rengarenk bir yanda orta yaşlılar rakılarından bir yudum çekip yaşadıkları olayları biraz mizahi bir şekilde dost meclisinde anlatırken, bir yanda nispeten daha gençler arkadaşlarıyla biralarını yudumlayıp o anlık gönül meseleleriyle meşgullerdi. Kadıköy’ün sokakları bir çok duyguyu içinde barındırır neşeyle hüzün birbiriyle hep iç içedir. Kendimi yine salaş bir pubun sokağın yanındaki bir masasında bir şeyler anlatırken buldum. Sanırım cümleleri en iyi seçmeye çalıştığım insanla konuşuyordum. İçimde onla ilgili aylardır kapanmayan bir duygu beni yormaya başlamıştı. Bu duyguyu ve için yaşadığım ruh halini ona açmaya karar vermiştim ama nasıl hem ilişkiyi bitiremeyen sersem aşık olmamak , hem de yoluna devam etmek isteyen kararlı delikanlı pozisyonuna düşmeden buna yapmaya çabalıyordum. Ve aslında ikisi de değildim. Ki benim için noktaları koymak sonları yazmak hep sıkıntılı olmuştu. Cümleler sanki hep üç noktayla bitmeliydi ve her şey devam etmeliydi. Birden bende yarattığı duyguyu açmanın bir yolunu bulmuş gibi hissettim , bir şeyler aktarmaya çalıştım sanırım bu konuda başarılıda olmuştum . Öyle olsa gerek karşımaki kadın bana belki bakmak istemediğim bakmaktan korktuğum yerleri bir bir anlatmaya göstermeye başlamıştı. Bir yandan ona hak verirken bir yandan gerçeği görmemek için yüzünü eliyle kapatan çocuklar gibiydim. Evet her şey çok güzeldi aramızdaki , eğleniyorduk ikimizde kaybettiğimiz bir şeyi bulmuş gibiydik birbirimizde ama sanırım yeterli olmayan eksik bazı parçalarda vardı. İçimden bütün eksikleri de ben mi tamamlıyım arkadaş diyordum. Bir neden olmalıydı uzun ve mantıklı bir gerekçe hep hayatımda aradığım ve çoğu zaman bulamadığım sanki her defasında diğerler bulamadıklarım içinde arıyordum o gerekçeyi. Bunun üzerine yabancı olmayan bir açıklama daha geldi. Benim daha iyi insanları hak ettiğimi ve birbirimize zamanlar zarar verdiğimizi söylüyordu. Kısmen haklıydı. İlk cümle bir yandan hoşuma da gidiyordu ne kadar kendimizi bilsek de en değer verdiğiniz varlıktan değerli hissettirecek bir şeyler duymak içinizi yumuşatır. Çünkü o kadar şey yaşanır ki kendinizi değersiz hissettirecek ara sıra birinin bunu size hatırlatması gerekir. O konuştukça içimden uzun zamandır düğümlü olan bir şeyler sanki çözülüyordu. Durdum bir an oran uzaklaştı zihnim sokağa bakıyordum insanlar ya çok eğleniyor ya da çok iyi rol yapıyorlardı iki durumda canımı sıkıyordu. Kendime baktım ve yaşadıklarıma acıdım o an o bütün insanlar içinde hayat bana farklı tınısını duyurmaya çalışıyordu. Her şey hem üstüme çöküyor hem de kaldırmam için yol gösteriyordu. Gözlerimde ki ılıklığı hissettim , durdurmaya çalışsam da biri sınırı aşmıştı yanaklarımdan bardak altlığının üstüne konmuştu bile. Ama can sıkıcı gibi olan bu an aslında benim içimde en huzurlu hissettiğim anlardan biriydi bazı soruların cevaplarını bulmuş gibi rahatlamış hissettim keşke bu anı daha uzatabilme şansım olsa diye düşündüm.
 
     Beğenin    
Güneşi Karşılayan Kız ve Babası
ÖYKÜ | © Yazan Aygün ÖZER | Yayın Ocak 2020
İlkin kimin aklına geldi hatırlamıyor şimdi düşündüğünde. Gündüzden, balkonda güneşin doğuşunu karşılayalım,o vakte kadar da sohbet ederiz diye kavilleşmişlerdi aralarında.Zaten insanı canından bezdiren bu ağustos sıcağı da uyutmayacağına göre, geceyi sabahla buluşturmak en makulu olacaktı.

Baba, bu Akdeniz kasabasına bir öğleden sonra gelmişti. Uzun, aktarmalı ve dolambaçlı bir yolculuk yapmıştı buraya kadar. Ziyaretinin nasıl karşılanacağını düşünüp durmuştu yol boyunca.Tedirgin ve gergindi.Kalbi ağzında,kuş ürkekliğinde çarpıyordu. Kızının annesinden ayrılalı bir beş yıl olmuştu. Yedi tepeli şehirde haftada bir gerçekleşen görüşmeleri, kızının yaz tatili için anneannesinin yanına gelmesiyle iki buçuk ay kesintiye uğramıştı. İşte bu ayrılıktan sonra baba-kız yeniden buluşacaklardı.

Anneanne ve dede beklediğinden daha sıcak karşıladılar babayı. Bakışlarında artık damatları olmadığını hatırlatan bir kısıklık vardı,hareketleri de daha köşeliydi.Ama yine de sahip oldukları otelin bir odasını baba-kıza ayırmışlardı. Kasabada bulunacağı bir-iki gün bu odada kızıyla başbaşa kalabileceklerdi.

İlk akşamdan odada oturamayacaklarını anladıklarında,balkona geçtiler.Bir süre havadan sudan konuştular.Sonra konuşma muhabbet kıvamına gelince, kızı ona musallat olan,bazen onu dövmeye yeltenen kasabalı bir kızdan yakasını nasıl kurtardığını hararetle anlatmaya başladı babaya.

Yine kızına sataştığı bir anda kasabalı kızın hiç beklemediği bir darbeyi karın boşluğuna yapıştırmıştı. Acı içinde yere çöken kız, bundan böyle bir daha saldırgan tavrını göstermeye cesaret edememişti. Babaya kalsa belki de böyle bir savunma davranışını kızına tavsiye etmezdi. Muhtemelen, alternatifleri zihninden geçirdikten sonra, kavgaya karışma beladan uzak dur kızım derdi. Böylece kızının yaşadığı sorun çözülmez, kangren olup giderdi.

Kızı elbetteki çözümü kendisi bulmamıştı,birisi kulağına sufle etmiş olmalıydı.Bunu yapan ya dedesi ya da anneannesiydi.Rehberlik eden her kimse,verilen taktik işe yaramış,başına bela olan kızı püskürtmüş, saldırganlığını elinden almıştı.Bunları yapmakla da bedeninin duruşundan ve yüzündeki ifadeden apaçık okunan belirgin bir değişim geçirmiş,kendine güveni gelmişti.Babanın bildiği çekingen,sessiz kız çocuğu gitmiş onun yerine konuşkan ve girişken başka biri gelip ona ait olan boşluğu bir güzel doldurmuştu.

Baba kızına hayranlıkla ve gururla baktı. Onda gördüğü değişim içini kıvandırdı.

Tüm bunlar konuşulurken gece de ilerleyip sabaha kavuşmaya gidiyordu.

Sonra, kızı bir gün Mavi Köşe Maraş Dondurmacısı’nda yaşadığı dondurma çılgınlığını babasına gülerek anlattı. Gün boyunca gide gele,dolu dolu tam yedi külah dondurma almış ve hepsini de iştahla yemişti.Yedincisinden sonra midesi bulanmış ve son yediği dondurmayı kusarak çıkarmıştı.Tam bir dondurma fanatiğiydi kızı.Yılın her zamanında yaz kış demeden dondurma yiyebilirdi.Sınırlarını zorlamak istemişti ve işin güzel olan yanı, onu durduran birisi de olmamıştı.

Kızı, coşmuş konuşuyordu da konuşuyordu.Cıvıl cıvıldı sesi.Hareketleri,elinin kolunun savruluşu enerji doluydu.Sanki geceyi bölüp,parçalara ayırıyordu.Sonra ayırdığı parçaları başka bir boyutta tekrar bir araya getirip, bütünlüyordu.

Kız konuştu,anlattı anlattı,baba dinledi sustu sustu.Sonra bir ara söz biter gibi oldu.Derin bir sessizlik hakim oldu geceye.Karanlık ve sıcak bir sessizlik.Karşılıklı sustular.

Günün yorgunluğunun getirdiği rehavete dolanan babanın gözleri yavaşça kapandı ve oturduğu sandalyede başı önüne düşüp uyumaya başladı.

Baba,sabahın seher vaktinde güneşin ilk ışınlarıyla uyarılan göz kapakları yeni güne açılırken bakışlarıyla kızını aradı.Kızı uyumadan önce bıraktığı uyanık haliyle,sandalyenin üzerinde dimdik, gözlerini güneşe dikmiş yeni günü karşılıyordu.Sanki yeni güne değil de,geleceğine bakıyordu.

Baba uyuyakaldığı ve kızına eşlik edemediği için utandı.Kız doğumundan bugüne yedi yıllık birikimiyle,akşamdan sabaha süren deneyimiyle, belki de hayatının bundan sonrası için, bir babaya çok da ihtiyacı olmadığını anlamıştı ,kimbilir?

Aradan geçen onca zamandan sonra, şimdilerde yirmili yaşlardaki kızıyla birlikte yaşadığı o geceyi hatırlayan baba, kızının sınırları zorlayan, yaratıcı hayat yolculuğunun tam da o gece başlamış olabileceğini düşündü. Güneşi tek başına karşılayan kız,kendi zamanının ve hayatının efendisi olmuştu.
 
     Beğenin    
A.Biti
ÖYKÜ | © Yazan Aygün ÖZER | Yayın Kasım 2019
A. BİTİ

Başka yapacak bir şey yoksa eğer, günlerini minik derin penceresinden güneş ışıklarının zar zor girebildiği her daim loş bu üst odada geçiriyordu .Huzuru eline geçen kitapların,çocuk dergilerinin arasında buluyordu.Dışarıda olmayı canının istemediğini söylüyordu ısrarcılara ama aslında içten içe derin bir ürküntü yaşıyordu. Yollarda,meydanlarda,bakkal önlerinde ve içlerinde,köy kahvesinde akan hayat ona yabancı ve korkutucu geliyordu.İşleyişini,kurallarını anlayamadığı ayrı bir dünyaydı dışarısı.Yetişkin erkeklerin ve o yolda olan erkek çocuklarının doğal varlık alanları.

Akranı kuzenlerinin ve komşu çocuklarının arasındayken hissettiği yalnızlık duygusu biraz azalıyordu.Birlikte oturulan sofralarda ya da oynanan oyunlarda varoluşundan duyduğu kuşku ağırlığını yitiriyordu .Çünkü sofralara ve oyunlara açık açık davet ediliyordu.Yine de tarlada bahçede çalışırken daha emindi.Sanki, iş onu daha bir görünür kılıyordu.Çalışırken genişleyip,şişiyor aldığı aferinlerle kendi gözünde kahramanlaşıyordu.

Yaz tatillerinde geldiği bu köy vegeniş avlunun bir küşesine kondurulmuş bu kerpiç ev,kasabada geçen uzun okullu zamanlardan sonra onun cenneti oluyordu.Buradayken nefesinin rahatladığını,bedeninin gevşeyip yeni bir form aldığını deneyimliyordu.

Çiftçilik yapılmayan günlerde,kapandığı odadan çıkması için evdeki kadınlar ona dil döküyorlardı.O da niye diğer erkek çocuklar gibi dışarıda olup,kahveye gitmiyordu?Erkeklerin yeri dışarısıydı,kahvelerdi.Akranı erkek çocuklar büyümek için çoğunlukla yollarda buldukları sigara izmaritleriyle ve cep harçlıklarıyla aldıkları ya da kilerden aşırdıkları şaraplarla talim yapıyorlardı.Erkek olmak böyle bir şeydi.O da diğer çocuklara sigara ve şarapta eşlik ediyor ancak kahveye gitme dersinden her defasında sınıfta kalıyordu.

Bu odaya kapanmalar devam ettikçe,dışarıya çık ısrarlarının yanına ufak dokundurmalar da eklenmeye başlamıştı.Kadınların bazıları onu yine odaya kapanmış çoğunlukla okurken bulunca,yine a. biti gibi evdesin demeye başlamışlardı.Bunu söylerken yüzlerinde muzip bir gülümseme oluyordu.Bu sahne o kadar sık tekrarlandı ki, bir süre sonra kendini a. biti olarak düşünmeye başladı.Gizli,korunaklı,sıcak,karanlık bir ortamda yaşayan,bu ortama bağımlı tuhaf siyah bir yaratık.Bu yaşam alanına sımsıkı yapışmış ve buradan sökülüp atılmamak için saklanan ya da ölü taklidi yapan ürkek bir erkek çocuğu.Yine de ihtiyacını duyduğu bakım ve ilginin bu evde fazlasıyla olduğunu biliyordu.Ortada mutfak olarak da kullanılan oturma alanından ve ona bağlanan alt odadan gelen sesler ve hareketlilik,tüm mekana yayılan yemek kokuları ona iyi geliyor,kendini güvende hissetmesine neden oluyordu.

İlk başlarda onu kıran a. biti benzetmesini bir süre sonra kabullenmiş gibiydi.O bir a. bitiydi.Korku içinde ve bir o kadar da hülyalı bir a. biti.Ona göre dışarının fazlasıyla gerçek ve sıkıcı dünyasında olmaktansa,kitapların ve dergilerin arasında dolaşan, düşlerle beslenen bir a. biti olmak daha güzeldi.Hem sonra o odada çok da yalnız kalmıyordu.Zaman zaman diğer çocuklar da ona eşlik ediyorlardı.

Bir gün ondan 2-3 yaş büyük bir çocuk sığınağında ziyaretine geldi.Kendi şiirlerini iştahla okuyup,paylaşan bu çocuk farklı bir kumaştan dokunmuş gibiydi.İçerisiyle dışarısını buluşturmayı başarmış başka bir tür.Sokakla,şiir kadar derin içerisini barıştırabilmiş tuhaf bir bileşim.Gülümseyerek ona baktığını, anlayamadığı ve nüfuz edemediği imgelerle dolu şiirlerini okumaya çalıştığını hatırlıyordu. Ama bu bir anlamda vakitsiz bir karşılaşmaydı onun için; o sırada olan biteni anlamlandırmada uzun zaman zorluk çekecekti.Kelimeler ve sözler ağzından, parmaklarının ucundan çıkmadan,içinde sürüklendiği sisli denizden ayrılacağı günler gelmeden, a. biti olmanın korunaklığını ve utancını terk edemeyecekti.O zamana kadar daha çok bildirmeye,konuşmaya,anlatmaya ve yazmaya ihtiyacı vardı.

A. bitleri o tatlı ve ölümcül sessizlikte yaşayabiliyorlardı.

O, artık .m biti olmak istemiyordu.
 
     Beğenin    

Bu sayfada yayınlanan öykü ve şiirlerin tüm hakları yazarlarına aittir ve üye yazarlarımız tarafından TavsiyeEdiyorum.com Öykü ve Şiirler kütüphanesinde yayınlanmak üzere gönderilmiştir. Burada yer alan eserler yazarlarından önceden izin alınmaksınız başka platformlarda yayınlamaz, sadece kaynak gösterilerek ve yazar ismi zikredilerek KISA ALINTILAR yapılabilir. Aksine davranış Fikir ve Sanat Eserleri yasasına aykırılık teşkil edecektir.

01:52
Top