2007'den Bugüne 92,259 Tavsiye, 28,211 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!


Uzman Üyelerimizin Öykü ve Şiirleri

Site üyemiz uzmanlar tarafından yazılan şiir ve öyküleri tarih sırasında sırasına göre aşağıda bulabilirsiniz.

Serçe Kuşunu Elle Beslemek
ÖYKÜ | © Yazan Bahattin GÖKTAN | Yayın Ekim 2012
• SERÇE KUŞUNU ELLE BESLEMEK

Bir gün İstanbul’un azda olsa kalmış olan güzelim parklarından birinde oturmuş simit yerken, birkaç serçenin bana yaklaştığını yediğim simitten dökülen susamları yediklerini fark ettim. Susamlar 15-30 cm arasındaki bir mesafeye dökülüyor ve serçeler ürkekçe de olsa gelip onları alıp kaçıyorlardı. Alışmışlar diye düşündüm çünkü ben diğer insanlardan farklı olarak serçelere güven verecek biri olduğumu düşünmüyordum. Bütün bu keyif verici olup biteni seyrederken bir serçenin bana daha da yaklaştığını, aramızdaki mesafenin 10 cm kadar kaldığını fark ettim ve elimdeki küçük bir simit parçasını çok sakin ve dikkatlice ona doğru uzattım. Çok ama çok dikkat ediyor, o güven mesafesini korumak için tüm dikkatimi serçeye ve elimin ucundaki simit parçasına odaklıyordum. Bir müddet sonra serçe geldi elimden simit parçasını aldı ve hızla uzaklaşıp gitti. Şaşırmıştım, yaşayan bir serçeye ilk kez bu kadar yaklaşıyordum, bir serçeye en son bu kadar yaklaştığımda; çocukken sapanla avladığım serçeyi hatırladım ve şu anda yaşadıklarıma biraz vicdan azabı biraz da; ‘’çocukluktu ne yapayım’’ dediğim işe yarar bir savunmayla baktım. Bizim serçeye gelince 2 dakika sonra tekrar gelmişti ve daha cesur bir biçimde bana yaklaşıyordu, ben yine dikkatli ve nazik bir biçimde ona elimdeki simit parçasını uzattım o yine aldı ve uçtu. Sonrasında birkaç arkadaşını daha alıp gelmişti ve daha cesur ve kararlı bir biçimde bana verdikleri görevi yerine getirmem için, gidiyor ve geliyorlardı. Bir anda serçeleri eliyle besleyen bir hale dönüşmüş, onlarla kuruduğum güven ilişkisinin mutluluğunu yaşıyordum. Onlar ne yaşıyor diye düşünürken, parkta keyifle oynayan oğlum hışımla yanıma geldi ve ‘’baba beni sallarmısın ?’’ diye masum isteğini iletti. Serçeler hışımla gelen oğlumdan öyle ürkmüşlerdi ki, pııırrr diye uçtular ve gittiler. Serçelerin uçup gitmesine ben yol açmamıştım yaşamın doğal akışı (oğlumun benden onu sallamamı istemesi) buna neden olmuştu. Bu durum karşısında üzülsem de, dövünmemem gerekiyordu.


Bahattin GÖKTAN
Uzman Psikolog
 
     Beğenin    
Neredeyim
ŞİİR | © Yazan Selçuk ONART | Yayın Ekim 2012
Neredeyim, bu dünyanın neresindeyim?
Aradım sordum, cevabı yoktu.
Derin okudum, maziye gittim.
Ne mazi, ne ati, her biri boştu.
Derd etmedim bunu kendime,
Ne ilktim, ne sondum, kendi halimde.
Rüzgar mı? Kum, toz mu? Su damlası’mıydım?
Bilen yok, çözen yok, meçhul, bomboştu.

www.drselcukonart.com
Selçuk ONART 23. 07 . 2008
 
     Beğenin    
Geçer
ŞİİR | © Yazan Selçuk ONART | Yayın Ekim 2012
Gün gelir, hafta gelir, ay geçer, yıllar geçer
Göz açılır, göz kapanır, mevki geçer, mal geçer.
Doyamadan, sevemeden, can geçer, canan geçer.
Hayalidir bu konak, yaş geçer, rüya biter.

www.drselcukonart.com
Dr.Selcuk Onart
 
     Beğenin    
Çöl Çiçeği
ŞİİR | © Yazan Halil İbrahim DURAN | Yayın Ekim 2012
Aşk, artık şarkı mısralarında bir yaz yağmuru,
Sen deniz kıyısında bir çöl çiçeği,
Ben bir denizim
Yaprakların gibi kurak dudaklarında,
Savuruyor meltem gülüşlerin polenlerini susamış denize
Bir bal tanesi tuza karışıyor...
Neden varamıyor sana susamış denizim
Neden yağmıyor bana susamış yaprakların

Halil İbrahim DURAN
 
     Beğenin    
Anlamsızlık
ŞİİR | © Yazan Halil İbrahim DURAN | Yayın Ekim 2012
Nereye yol alıyorum yine
Daha söylenmesi gereken şarkılar var dilimde
Anlatabilsem birilerine
İyi ama kimim ben? diye
Bulabilsem bilnmeyen yolculuğum nereye
Konuşabilsem kendimle yalnızlığım üzerine
Nefes alabilsem saplantılarımın yerine
Bir de kandırabilsem gözyaşlarımı gururumun yerine
Yenebilsem korkularımı düşlerimde
Anlamlandırabilsem anlamsız yalnızlığımı senle
Anlatabilsem kendimi kendime
İyi de kimim ben? niye?

Halil İbrahim DURAN
 
     1 Beğeni    
Hiç Bir Şey...
ŞİİR | © Yazan Halil İbrahim DURAN | Yayın Ekim 2012
Hiç bir hüzün fırtınası yıkamaz
Sensizlik ağaçımı
Hiç bir yaz ısıtamaz
Benliğimdeki kışı
Hiç bir ıssızlık kaplayamaz
Kayıp çığlığımı
Hiç bir boşluk dolduramaz
Sağır anlamsızlığımı
Hiç bir ölüm uyandıramaz
Renksiz düşlerimi
Hiç bir ton veremez
Kederimin siyahını
Bu yüzden çizemem ya yalnızlığımın portresini
Yok ki bu dünyada yalnızlığımın siyahı


Halil İbrahim DURAN
 
     Beğenin    
Korkulu Rüyalar-Iıı
ŞİİR | © Yazan Halil İbrahim DURAN | Yayın Ekim 2012
Ağlamak istiyorum şarkılarımdaki anılarla
ağlayamıyorum...
Ağlamak istiyorum
Geçmişteki sevgilerime
ama;
Arkama dönüp baktığımda
Ne anılarımın, ne de kendime ait
Bir hüzün çiçeğinin bile olmadığını görüyorum
ağlamak istiyorum ama; yok
Tekrar sarılmak istiyorum
Anılarıma ve
Ağlamak istiyorum ama;
Yüreğimin yarısı yok
Ağlamak istiyorum ama ; yok

Oysa içimde biriktirdiğim derin yaralarım var
İçimde git gide çoğalan başı boş çığlıklarım var
Ağlamak istiyorum....yok
Neden diye soruyorum
Benden sürekli kaçan gölgeme
Sana sığınmak istiyorum
Ağlamak istiyorum

Neden kaçıyorsun benden
Kadere sarılır gibi yanıt veriyor
Bunun nedeni ben değilim
Güneşe sor diyor!
Ağlamak istiyorum...yok

Aşıklara aşk veririken yakalıyorum
Batan güneşi
Neden bırakmıyorsun gölgemi benim
Dostum olsun, niye?
Niye sürekli benden kaçıyor?
Kızgın ışık saçan büyük yıldız
Kırılgan ışıklarıyla yanıtlıyor, soğuk nefretimi
Bunun nedeni ben değilim! Gözyaşları ile dolu ses
Sürekli başımı döndüren dünyaya sor
Ağlamak istiyorum yok.

Hüzünlerle dolu
Ağlamak isteyen
Bir yağmur bulutuna rastlıyorum
Çıkarıyor beni gökyüzüne
Serseri bir yıldıza teslim ediyor
Bakıyorum yeryüzüne
Uzayıp giden boşluktan
Görüyorum dertlerle dolu dünyayı
Görüyorum nedensiz dünyamı
Ağlamak istiyorum...yok
Soruyorum neden?

Biranda kulaklarımda yükseliyor
Belirsizlikle dolu sözcük
Hayır......
Bir arkadaşız olmaz diyor
Neden diyorum
Körelmiş kulaklarmın ısrarıyla
Neden???
Biz arkadaşız diyor başıboş iki göz
Beynim yankılanıyor..Belirsiz iki sözle
rüyalarımdan uyanıyorum
ve Karanlıkta Kayboluyorum


Halil İbrahim DURAN
 
     Beğenin    
Ben, Bende Değilim
ŞİİR | © Yazan Halil İbrahim DURAN | Yayın Ekim 2012
Çöküyor üstüme gün ortasındaki karanlık
Gece başladı içimde
O yalnız kalınan yer
Ben, bende değilim
Bir kere olsun kendimi bulamadım
Kendimi kimlere sorayım
Benden ayrılıp kaçsa sevgin
Rahatlasa yüreğim
Yüreğimde ağır ve acıllı bir gece
Çöküyor üstüme gün ortasındaki karanlık
Gece başladı içimde ve dışımda...


02.02.2001

Halil İbrahim DURAN
 
     Beğenin    
Yalnızlığım Üzerine...
ŞİİR | © Yazan Halil İbrahim DURAN | Yayın Ekim 2012
Geri döndün demek!..
Niye?
Benim yalnızlığım seninkinden daha yalnız ve daha soğuk
Yalnızlığım izin vermiyor artık bana
Biliyorsun yalnızlığım yönetiyor artık beni
Kabul etmiyor seni
Kapladı bütün benliğimi
Savaşmıyorum dünyayla artık sen gittiğinden beri
İşlemiyor nükleer silahları

Konuşmuyorum artık kuşlarla
Anlatamıyorlar dertlerini dilsiz yalnızlığıma
Küfür etmiyorum artık rüzgara
Soğutamıyor, soğuk yalnızlığımı daha fazla
Kavga etmiyorum artık tanrıyla
Lanetleyemiyor lanetli yalnızlığımı bir daha
Sığındığım karanlığı sevmiyorum artık
Yalnızlığım daha karanlık
Korkmuyorum artık yalnızlıktan
Tek dostum çünkü yalnızlığım


Halil İbrahim DURAN
 
     Beğenin    
Seni Seviyorum X
ŞİİR | © Yazan Halil İbrahim DURAN | Yayın Ekim 2012
seviştiğimizde
Seni Seviyorum
sevişme...

sensiz kaldığımdan ötürü
Seni Seviyorum
sensizlik....

seni sevmek istediğimde
Seni Seviyorum
istediğimde...

yalnızlığımı yaşattığın için
Seni Seviyorum
yalnızlığım...

balık ekmek yerken
Seni Seviyorum
2.250 + salata...

kentkartım bitmiş, metroya binerken
Seni Seviyorum
son paramla bir bira içmiştim...

uyumak istediğimde
Seni Seviyorum
hani olur ya bazen kaçarsın her şeyden...

yolda yürürken
Seni Seviyorum
uzayıp giden boşlukta...

kendimle çatıştığımdan ötürü
Seni Seviyorum
benliğimde...

ben görmezlikten gelirken "nasılsın?" dediğinde
Seni Seviyorum
iyilik..işte her zamanki gibi...

beni aradığında
Seni Seviyorum
1 cevapsız arama...

kafam güzelken
Seni Seviyorum
yalnızlığımın mezesi...

kaçarken kendimden
Seni Seviyorum
kaybolmak...

beni sevdiğinden ötürü
Seni Seviyorum
beni...

seni sevdiğimden ötürü
Seni Seviyorum
seni...

beni sevdiğim için
Seni Seviyorum
ben...

beni sevdiğin için
Beni Seviyorum
sen...


01.04.2003

Halil İbrahim DURAN
 
     Beğenin    
Korkulu Rüyalar-Iı
ŞİİR | © Yazan Halil İbrahim DURAN | Yayın Ekim 2012
Seni çekiyorum her nefes alışımda içime
Sağnak yağıyor gözyaşlarım sen diye
Yalnızlığımı her düşündüğümde
Uzat diyorsun ellerini bana
Karanlık rüyalarımın yalnızlığında
Uzatamam ellerimi artık sana
Paylaşamam yalnızlığımı da
Şizofreniyim artık yalnızlığımla


Halil İbrahim DURAN
 
     Beğenin    
Korkulu Rüyalar-I
ŞİİR | © Yazan Halil İbrahim DURAN | Yayın Ekim 2012
Boğuluyorum her nefes alışımda
gökyüznün karanlığında
Boğuluyorum, her aklıma gelişinde
okyanusların derinliğinde
Boğuluyorum, her baktığında bana
yalnızlığımın kollarında
Boğuluyorum, her kaçışımda yalnızlığımdan
korkularımın duvarlarında
Uyandım şimdi rüyalarımdan
seni düşünüyorumda
Boğuluyorum gözyaşlarımda.....


Halil İbrahim DURAN
 
     Beğenin    
Sen Gittiğinde
ŞİİR | © Yazan Halil İbrahim DURAN | Yayın Ekim 2012
Sen gittiğinde,
Bir parçamı da aldın gittin yanında
Sen gittiğinde,
Hüzünlerin bayramı vardı
Dokuz gün hüzünlerin şenlikleri...
Sen gittiğinde
Acılar çaldı kapımı
Açmadım, kapımı acılara
Ama; zorla kırdılar yüreğimin kapılarını
İçine hüzünler yerleştirdiler

Sen gittiğinde,
Bir parçamı da almıştın yanında
Atmıştın bir kıyıya düşünmeden belli
Yoksa üşür müydüm
Bu yalnızlığın cehenneminde

Sen gittiğinde,
Benliğimi düşürüp kaybettim
Yırtık ruhumdan
Delmişti ruhumu yokluğunun pençeleri
Aradım umarsızca
Kaybolmuş benliğimi
Karanlık kederli sokaklarda
Şuursuz gözlerimle

Ararken benliğimi
Yitirdim umudumu sessizce.
Yalnızlığım çıktı karşıma
Boş sokaklarda.
En büyük dostum oldu
İçki masamda yalnızlığım.
Umutsuzca aradık yalnızlığımla
Seni,içki şişelerindeki sarhoş yudumlarda.
Seni doldurdum
Hep bitmeyen kadehlerime
Bir de gözyaşlarımı...

Umutsuzca dönerken
Kaybettiğim savaştan,
Yüreğimi buldum
Boş sokaklarda paramparça
Örtülüydü bir gazete parçası ile
Yüreğimin üstü.
Görülmesin diye
Acılarımın büyüklüğü
Gazetede bir yazı "faili meçhul"


23.11.2003
Halil İbrahim DURAN
 
     Beğenin    
Umudu Bekleyiş
ÖYKÜ | © Yazan Zülal ERİK | Yayın Ağustos 2012
Erkenci bir leylek süzülüyor gökyüzünden,
umudun tohumlarını bırakıp
kayboluyor yüksek duvarların arkasında...

Bir an, rengarenk dağ çiçeklerinin kokusu sarıyor çevrelerini,
gelinlik giymiş ağaçların, rüzgârla gönderdiği selamın tebessümü,
kuşların cıvıltısı inadına...
Umut, bir anlığına yalayıp geçiyor gözlerini,
ürperterek tüm bedenlerini.
Bu taştan yığının arasında özledikleri tek şey toprak,
toprağın kokusu, sevgilinin tatlı tebessümü...
Umut ve umutsuzluk harmanlanmış aldıkları her nefeste.

Bekliyorlar...

Kaç mevsim tükettiler burada, bu duvarın önünde,
güneşin karşısında, güneşi özleyerek;
gökyüzünün altında, gökyüzüne imrenerek?
Kaç leyleği selamladılar sessizce,
kaç defa el salladılar, tekrar görüşmek üzere bahara?

Bekliyorlar...

Bekliyorlar, tükenen sabırlarını yeniden üreterek.

Sulayıp içlerine akıttıkları gözyaşları ile umutlarını,
yaşatıyorlar gelecek güzel günlerin düşüyle.

Bekleyenlerden biri bozuyor sessizliği:
-Gelecek mi?
-Belki, diyor bir diğeri.

Demirden bir kapının soğuk sesiyle uyanıyorlar düşten.
Onlardan olmayan ses haykırıyor:
-Güneşle vedalaşın beyler!
Derin bir nefes alıp,
bir kez daha selam duruyorlar,
yirmi adımlık gökyüzüne...

(İçerdeki ve dışardaki tüm kader mahkumlarına
sevgi ve umutla...)
 
     Beğenin    
Korkma Küçüğüm Yanarsın En Kötüsü
ŞİİR | © Yazan Zülal ERİK | Yayın Ağustos 2012
Hey sen, küçüğüm
içten olan
sana sesleniyorum
içtenliğin beş para etmediği dünyada
içtenliğine yanan şaşkınca
duy beni...

Saklanbaç oyununun daimi ebesi yani
her seferinde kendini iyice saklamaya karar verip
ortada çırılçıplak kalan ebedi acemi...
Sen küçüğüm sen,
sen yani, kaşlarını çatmış
dudaklarını büzmüş içini çeken
kendine yine savaş ilan etmiş olan
sana sesleniyorum
duy beni

Kolay değil insanın senin gibi soyunup dökünmesi
onlar ki büyüme yolunun her keskin virajında
korunmak için hesapsız esen rüzgardan
büründüler üzerlerine en pahalısından
üzeri hayal kırıklıkları ile işlenmiş örtülerini
ve döne döne kendi etraflarında
kaybettiler anadan firan özlerini...

Kolay değil küçüğüm
sana sesleniyorum
bir kalbin kendini hapsettiği korku tünelinden ışığa çıkması
kan kırmızı, çıplak, savunmasız
hiç kolay değil
duy beni

Sen küçüğüm sen,
sen yani, kaşlarını çatmış
dudaklarını büzmüş
içini çeken,
sana söylüyorum
özenme hiç allı pullu giysilerin ardına saklanmaya
ipliği hayal kırıklığıdır o kumaşın
dokuyanı korku
sızdırmaz ışığı, havayı
duy beni

Özenme küçüğüm
elmas kakmalı bin bir surat maskelere
kör eder seni.
Barış kendinle küçüğüm
çıplaklığınla barış.

Sana söylüyorum
özenme saklanbaç oyunlarının daimi galiplerine,
korkma be küçüğüm kaybetmekten
sen ki damarlarında taşırsın tarih öncesinden
anka kuşunun ölümsüz gücünü.

Marifet saklanmakta değil
kovalamakta hiç değil!
Marifet çokların içinde dimdik durmakta
gerekiyorsa yangının ortasında
ELİNİ UZATIP UMUDA
İŞTE BEN DİYEBİLMEKTE
KORKMA KÜÇÜĞÜM YANARSIN EN KÖTÜSÜ
AMA DOĞARSIN TEKRAR GÜÇLENEREK KÜLLERİNDEN
SEN TEK DUY BENİ..
 
     Beğenin    
Öleceğinizi Bilseydiniz...
ŞİİR | © Yazan Zülal ERİK | Yayın Ağustos 2012
ÖLECEĞİNİZİ BİLSEYDİNİZ...
Yaşamda öyle anlar var ki, durup kaldığınız...
Öyle anlar var ki, hiç bir okulda öğretilmesi mümkün olmayan..
Öyle anlar var ki, bir çuval kitaba bedel...

Hiç beklemediğiniz bir anda çıkıp geliveren görünmez kazalardan bahsediyorum.
Öyle kazalar ki kırk yıl düşünsen aklına gelmeyecek türden...
Vardır hepimizin böyle bir kaç yaşantısı..
ya da yakın çevrenizden, tanıklık ettiğiniz yaşantılar;
Size ölümü hatırlatan,
öyle çok uzakta olmadığını yüzünüze haykırıveren...
Ve ölümün bir anda, hiç beklenmeyen bir anda gelebileceğini fısıldayan..

Düşünsenize evden çıkıyorsunuz,
belki o gün sevdiğinize homurdandınız,
belki siz çekip giderken o olduğu yerde kala kaldı,
gözleri buğulanmış bir halde;
belki canınızdan çok sevdiğiniz çocuğunuzu,
bir bardak kırdı diye azarladınız daha bir saat önce..

Sahi annenize en son ne zaman "seni seviyorum" dediniz?
Ya babanıza?
Kardeşlerinize? Çocuklarınıza? Dostlarınıza?
Peki ya ona?

İnsan ölüm gerçeği ile yüzleşince
tüm küslükler, kırgınlıklar, takıntılar,
yaşamak için değil, yaşamamak için bulunan tüm bahaneler,
incir çekirdeğini doldurmayan ama yaşamımızı zehir eden tüm ayrıntılar,
ne kadar komik ve anlamsız oluyor...

Ne malum bu yıl içinde ölüp gitmeyeceğiniz?
Eğer bilseydiniz bir yıl içinde öleceğinizi şimdi ki gibi mi olurdu
sevdiklerinize, en önemlisi kendinize karşı tavrınız?
Ya bir ayınız kaldığını bilseydiniz?
Ya bir hafta, belki de daha az!?
Neler eksik kalırdı içinizde?
Neyin pişmanlığını yaşardınız?
Keşke şu kadar daha zamanım olsaydı...
O zaman herşey farklı olurdu der miydiniz?
Belki de herşeyi yoluna koymak için
ihtiyacınız olan zamana, tam da şu anda sahipsiniz...
Hadi ama ne duruyorsunuz?
Düşünün bu gün, bu hafta, bu ay, bu yıl öleceğinizi bilseydiniz
neleri değiştirmek isterdiniz?
Hemen bir kağıt, kalem alın elinize
yazın alt alta
yatağınızın baş ucuna asın
acele edin
gerçekleştirdiklerinize yıldızlı bir artı koymayı da sakın unutmayın..

Dünkü pişmanlıklara yanarken
bu gün ağlayarak
hazırlıyoruz hiç düşünmeden
yarına bir kaç pişmanlık daha...
Bu gün dünden dolayı boynu bükük
Yarın bugünden dolayı öksüz
Hep eksik, hep pişman
hep mutsuz bir yaşam, geride kalan!..
 
     Beğenin    
Hey Sen
ŞİİR | © Yazan Zülal ERİK | Yayın Ağustos 2012
Hey sen,
Tekil olandan korkup çoğulu karanlığa boğanların,
Çokların içinde saklanıp güvensizlik ayazında üşüyenlerin
gizli ve ürkek bakışlarını üzerinde isyanla taşıyan...

Yani sen!
Kalabalıkları öteye kaçırmış olan,
Böyle dik,
böyle mağrur
ve en çok ta yalnız olan, çoklara inat!

Evet evet, sen!
İnadına yaşama gülümseyen,
SELAM SANA
Karşı yamaçtan...
 
     Beğenin    
Psyche ve Kelebek
ÖYKÜ | © Yazan Sinem Gül ŞAHİN | Yayın Ağustos 2012
Psikoloji; sözcük anlamına baktığınızda Yunanca ruh anlamına gelen “psyche” kelimesi ile bilim anlamına gelen “logos” kelimesinin birleşiminden ortaya çıkan ruhbilim. Bu bilimin eğitimini almaya başladığım ilk yıl, henüz bir öğrenciyken, “psyche” ‘yi sadece bir kelime olmaktan daha öteye götürüp, anlamını benim için çok daha özel kılan bir yunan mitosu ile karşılaşmıştım. Milet kralının kızı Psyche (ruh) ve aşk tanrısı Eros’u konu eden bu mitos karakterleri yüzünden bir aşk hikayesi havası estirse de yanılmayın, asıl anlatılan ruhun olgunlaşma süreci ve bu yoldaki çabasıdır.

Psyche güzelliği ile bir kral kızı olmaktan öteye gidip halkı tarafından tanrıçalara rakip gösterilmesiyle ün salmıştır. Tabi bu durum tanrıça Afrodit’in hoşuna gitmez. Oğlu Eros’u Psyche’yi bir canavara aşık etmesi için görevlendirir, böylece Psyche halkından uzaklaşacak ve halk tekrar Afrodit’in güzelliğine tapacaktır. Krallığa bu doğrultuda bir kehanet bile ulaşır. Fakat olaylar Afrodit’in planladığı gibi gelişmez. Eros Psyche’yi tam okuyla vuracakken onun güzelliğine kendisi vurulur ve ona aşık olur. Psyche’yi tatlı bir uykuyla uyutup kucağına alır ve gözden uzaktaki sarayına getirir. Tek bir şartı vardır Eros’un; Psyche kendisine güvenecek ve hiçbir şekilde onun yüzünü görmeye çalışmayacaktır. Psyche kabul eder ve söz verir. Eros her gece gelip sevdiğini ziyaret eder ve gün ışığı gelmeden gider. Bu şekilde mutlu bir hayat sürdürürken Psyche bir süre sonra ailesini özlemeye başlar ve ablalarını görmek ister. Onun sarayını ve mutluluğunu kıskanan ablaları kocasının kehanetteki gibi bir canavar olduğu için kendisini görmesine izin vermediği yönünde Psyche’yi kışkırtır ve eline bir mum ve hançer verirler. Gece kocan uyurken ona bak ve bir canavarsa öldürüp kaç derler. Psyche Eros’a verdiği söze rağmen gece uyurken mumu yakar ve kocasının yüzüne doğru eğer, dünyadaki en güzel yüzle karşılaşınca onun Eros olduğunu anlar. O sırada eğilen mumun omzuna damlamasıyla uyanan Eros Psyche’nin ona güvenmeyip verdiği sözü tutmadığını görünce çok incinir ve pencereden uçup gider. Psyche günlerce beklese de Eros dönmez. Bunun üzerine çaresiz Afrodit’e gidip yardım dilenir. Afrodit, Eros’u tekrar görmesini sağlayabileceğini ama bunun için şartları olduğunu, onu bir nevi sınavdan geçireceğini söyler ve Psyche’ye yapılması çok güç görevler verir. Amacı Psyche’yi yıpratmaktır ama o aşkına tekrar ulaşma çabasıyla her görevi yılmadan yerine getirir. Bu zorlu sınavlarda Psyche’nin uğraşını gören doğa da sihirle ipuçları sunarak ona yardım eder. Bu süreçte Psyche ruhsal olarak olgunlaşmaktadır. Bütün görevleri bitirdikten Psyche’deki değişimi gören Eros onu alır ve Olimpos’a götürerek gerçek bir tanrıça yapar ve sonsuza kadar beraber yaşarlar.

Ruhun güzelliğini, korkularını, çelişkilerini, güvensizliğini, sevgisini, olgunlaşma sürecindeki acısını ve huzura ulaşmasını simgeleyen bu yunan mitosunda Psyche (ruh) bir kelebek ile sembolize edilir. Çünkü kelebek de tıpkı buradaki ruh anlatımı gibi bir olgunlaşma sürecinden geçer. Önce tırtılken kendisine bir koza yapıp bu kozanın içinde belli bir süre bekler daha sonra kendi çabalarıyla kozasını yırtar ve çıkar; artık güzel bir kelebeğe dönüşmüştür. Kelebeğin kozayı açma sırasında gösterdiği çaba onu güçlendirir ve hayata hazırlar. Onun kendi çabası olmazsa ve koza dıştan bir güç ile açılırsa kelebeğin bacak ve kanatları yeteri kadar güçlenemediği için dışarı çıktığında yaşayamaz.

Tıpkı Psyche’nin gerçek huzur, mutluluk ve sevgiye ulaşmak için yerine getirmesi gereken sınavları gibi ve tıpkı bir kelebeğin yaşayabilmesi için ihtiyacı olan bu zorlu aşamadan geçmesi gibi bizim de yaşadığımız her sürecin bir anlamı ve bize kattıkları var. Önemli olan bunu doğru değerlendirip doğru adımları atabilmek. Bunu yaparken zaman zaman yardıma ihtiyacımız olabilir, işte tam bu sırada, tıpkı hikayede Psyche’ye yardım eden doğadaki sihir gibi, bize de ipuçları sunan psikoloji bilimidir.

Uzm. Klinik Psikolog Sinem Gül ŞAHİN
 
     Beğenin    
Zamanın Donduğu An
ÖYKÜ | © Yazan Mahir Efe FALAY | Yayın Temmuz 2012
Hayatı çok şükür güzeldi. Öğretmendi. Evli ve iki çocukluydu. Emekliliğine az kalmıştı.
Vakti dolsun, memlekete göç edeceklerdi. Her ne kadar oturdukları yer muteber sayılsa da, büyükşehir büyükşehirdi. Kendisi gibi yaşını başını almış eşi de fabrikada bir kazadan sonra malülen emekli olmuştu. Çocuklar da iyice büyümüş, biri evli diğeri de nişanlanma arifesindeydi.
Hayattan zevk almasını bilirdi. Gerek yıllardır yaşadığı Büyükçekmece sahilinin modern havası, gerekse de kendi mizacından dolayı açık bir insandı. Sosyalliği sever, gezmek dolaşmak büyük haz verirdi. Çevresinde de kemikleşmiş bir arkadaş grubu. Yıllardır tanıyordu hepsini. Doğal nedenlerle gruptan çıkanlar olsa da, açık havada yada çay bahçesinde oturmak, içtenlikle konuşmak ve paylaşmak yıllardır hiç bırakmadıkları bir aktiviteydi.

O sabah, her zamanki sabahlardan biriydi. Mayısın sonuna doğruydu. Güneş tüm ihtişamıyla ağır ağır yükselirken, o da gözlerini açtı. Uyanma vakti gelmiş olmalıydı. Zaten gecenin sıcağının da etkisiyle fazla uyuyamamıştı. O yüzden de yatak sefasını uzatmamaya karar verdi ve doğruldu. Ayaklarını yere koydu ve yüzünü yıkamak için banyoya seyirtti. Yolda hafiften topalladığını fark etti. Sağ bacak nedense normal gücünde değildi. Neyse, illa geçerdi. Yüzünü yıkamak için musluğa uzandığında nedense zorlandığını hissetti çevirirken. Herhalde eşi gece tuvalete gitmiş ve musluğu kapatırken fazla sıkmış olmalıydı. Diğer elinin de yardımıyla musluğu kapatıp mutfağa gitti ve her sabah yaptığı gibi demliğe çay, çaydanlığa su koydu. Çayı çok severdi. Okulda da sürekli içerdi. Ama evinde tomurcuklu çayın kokusunu okulda asla bulamazdı. çayın o bahar kokuları burnuna gelirken, çaydanlık su dolarken elindeki kasılmayı umursamamaya çalıştı. Ağırlaşmıştı çaydanlık. Bundan daha normal bir şey olamazdı.
Çay demlendi, eşi kalktı, kahvaltı yapıldı, kadın giyindi, okula gitti, akşam oldu, eve döndü.

Sabahki değişiklikleri kafasına takmamıştı. Ama sağ bacağı tüm gün hafif hafif topallamaya devam etmese iyi olurdu. Sağ eli kolu da artık nedense eski gücünde değildi. Allah allah, bir gecede olabilecek şeyler miydi bunlar? Vardır bir hayrı diyip devam etti. Ve böylece aylar geçti. Aylar geçerken, sağındaki o topallama ve güçsüzlük hiç geçmedi. Doktorları sevmezdi, genelde ukala olurlardı beyefendiler ve hanımefendiler. Ama günlerden bir gün sağ tarafındaki tüm arazlara hafifen peltek konuşmaya başladığını fark etmesi eklenince tam anlamıyla karaları bağladı. Tamam yaşından dolayı elden ayaktan kesilebilirdi. Görülmemiş bir şey miydi sanki? Ama dil? Ve hele her ne kadar daha emekli olmasa da işi öğretmenlikken dilde bozukluk fazlaydı.

Kendine güçlükle söz geçirip doktora gitmeye karar verdi. Aslında doktora gitmek hala problemdi. Hangi doktora gidecekti? Düşünüp taşınıp arkadaşlarına da sorup bir nöroloğa gitmeye karar verdi. Ama gitmişken iyisine gitmeliydi. Yine arkadaşları devreye girdi ve arandı tarandı; Şişli'de muaynehanesi olan bir Çapa prof. doktoru bulundu. Randevu alındı, gidildi ve doktor önce klasik "takip et, bak,it,çek,kaldır,indir" gibi fizyolojik direktiflerden oluşan ön muaynesini yapıp içeri, dağınık odasına yönlendirip sözü ona verdi ve şikayetleri dinledi. Kadından bir beyin MR'ı istedi. Ama bizimkisi bunu beklemiyordu. Olanları kolay kolay ciddiye almayan karakteri beyin MR'ı gibi nokta atışı bir tetkik karşısında titredi, soru işaretlerine boğuldu. Bunları da sordu ama doktordan net bir cevap olamadı. En önemli sorusu "Ne olabilir doktor bey?" oldu. Aldığı cevap kesin ve netti. "MR'dan sonra konuşacağız"

Kendisine karanlık gelen bir ses tonuyla duyduğu cevap onu daha da kaygılandırdı. Ama fark etti ki adam haklıydı, tetkik olmadan ne diyebilirdi ki? Ardından yakında görüntüleme merkezine gitti ve elinde doktorun yazdığı kağıtla MR'ını çektirdi. Hayatındaki ilk beyin MR tecrübesiydi ve ne kadar çevrelerde hoş bir şey olmadığı duymuş olsa da, düşündü ki "görmem lazımmış". Tüm o traktör motoru benzeri ve düzensiz ritmde gümbürdemeyle geçen yarım saatin ardından raporu yarın almak üzere çıktı ve eve gitti.

Raporu alacağı sabah, hayatının en tatsız sabahlarından biriydi. Ne kadar da pek önemsememeye çalışsa da, aralarında artık olmayan arkadaşlarının kimilerinin son günlerini nasıl geçirdiğini çok çok iyi biliyordu. Tüm o kaygısız, hayatı seven ve zevk alan yapısı onlar gibi muhtaç halde geçen bir zamanı kaldıramazdı. Gezip görmedikten sonra, yada hiç olmadı bir çay bahçesinde pırıl pırıl güneşli bir vakitte güzel bir çay için eski dostlarla laflayamadıktan sonra hayatın ne anlamı vardı? Evet eşi ve çocukları bir şeydi. Ama hayata kendisi için gelmişti en nihayetinde. Tamamen kendine ait zevkleri olmalıydı ve fazlasıyla da vardı.
Böyle düşüncelerle önce merkeze uğrayıp zarf içinde raporu ve fimleri aldı ve doktorun yolunu tuttu...

O günün üstünden yıllar geçti. Bir gün artık evlenmiş kızı, hakkında iyice kaygılanıp onu psikoloğa götürmeye karar verdi. Tavsiye üstüne yine Büyükçekmece'de bir tanesini buldu. Randevuya annesinin kolunda geldi. Ağır ağır içeri girdiler. Aynı ağırlıkla anne koltuğa oturtuldu. Ardından kız bir iki ön bilgiden sonra çıktı ve tüm hareketleri kadar konuşması da ağırlaşmış anne ile genç psikoloğun seansı başladı. Haftada iki seans temposuyla üç ay kadar görüşüldü. Anne artık biraz daha keyifliydi. hastalığı yüzünden ellerini ve bacaklarını fazla kullanamasa da, elleri yüzünden çoğunlukla kızının yakın ilgisine bağlı olsa da ve konuşması da iyice bozulmuş olsa da, hayat güzeldi!

Derken, seanslardan birine gelinmedi. Olabilir diye düşündü psikolog. Bir, iki oldu. İki de üç olunca..birşeyler vardı ve aramaya karar verdi. Telefonu çıkan kızı özür diledi ve bir sonrakine geleceklerini söyledi, kapattı. Ses tonundaki kasvet barizdi. Bir sonraki seansa gelindi. Kız annenin oturmasına yardım etti ve çıktı. Yüzü düşmüş gibiydi. Bir iki sıradan sorudan sonra, psikoloğun karşısındaki artık yaştan ve hastalıktan darmadağın görünen o eskilerin neşeli, kaygısız ve hayatı seven kadını ansızın bir soru sordu:


"G-gg-ggün-nnn-neş..nnn-nn-nee-dd-een..dd-doğ-ddoğğu-yyo-yor?"

Öyle bir soruydu, hiçbir yanıtı yoktu.
 
     Beğenin    
Iskalama
ŞİİR | © Yazan Hasan MIRSAL | Yayın Haziran 2012
Ne büyüktü ve de uzun yaşam
Çocuk gözlerimde
Memelerde hep süt vardı
Kuytular sıcak, orman ıssız

Pırnal altlarında aşk vardı
Sevişmelerden kalan
Çocuk düşlerimde büyüdü
Yaşam… kısacık

Ses, gül, bomba

“la soleil mi la mort ne se
Peuvent regarder en face”
-güneşin ve ölümün yüzüne
Doğrudan bakamazsınız-

Şimdi bir özet her yerde
Bu da yaşam, meğer yaşamakmış
Meğer yaşam seke seke
Iskalamakmış…

22.7.2009
 
     4 Beğeni    

Bu sayfada yayınlanan öykü ve şiirlerin tüm hakları yazarlarına aittir ve üye yazarlarımız tarafından TavsiyeEdiyorum.com Öykü ve Şiirler kütüphanesinde yayınlanmak üzere gönderilmiştir. Burada yer alan eserler yazarlarından önceden izin alınmaksınız başka platformlarda yayınlamaz, sadece kaynak gösterilerek ve yazar ismi zikredilerek KISA ALINTILAR yapılabilir. Aksine davranış Fikir ve Sanat Eserleri yasasına aykırılık teşkil edecektir.

12:42
Top