2007'den Bugüne 92,312 Tavsiye, 28,221 Uzman ve 19,978 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!


Prof.Dr.Ramazan AKDEMİR'in Öykü ve Şiirleri
 
  1. Hastanın Böylesi ÖYKÜ | Eylül 2009
  2. Birazdan Gün Doğacak ŞİİR | Şubat 2008
  3. Kar Musıkısı ŞİİR | Şubat 2008
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
 Yazarla İletişim  


Hastanın Böylesi
ÖYKÜ © | Yayın Eylül 2009
1999 yılı Ocak ayı, yoğun yağmurlu bir akşam vakti, İstanbul'da bir hastanede 3 asistan doktor nöbet tutmaktadır.
Oldukça yoğun bir nöbet geçmektedir. Acil servise 80 yaşlarında bir ihtiyar son nefesinde getirilir. Akciğer ödemi tedavisi başlanan hasta koroner yoğun bakıma yatırılarak tedaviye başlanır. 3-4 saat içinde genel durumu düzelen hasta konuşmaya başlar. Görünüşü, bakışları ve en sıkıntılı halinde bile çıkardığı sesler dikkat çekicidir. Üstü başı çok temizdir ve 80 yaşına kadar gayet bakımlı bir insandır. Bir süre sonra, hastada karın ağrısı başlar.
İdrar sondası takılmaya çalışılsa da başarılı olunamaz. Bu sırada sonda numaraları 18-16-14 gibi numaralarla küçülür iyice ama hasta her türlü acıya rağmen sonda takılamadığı için sürekli kıvranır fakat şikâyet etmez. En nihayetinde hep " ne olur izin verin ayağa kalkıp idrarımı yapayım" dese de hep "yok, yoook, katiyyen olmaz, kalkamazsınız, mutlaka sonda takılacak" denir ve bu sefer daha sert metal tel ile defaatle sonda için zorlanır ve artık hastanın idrar yerinden kırmızı kanlar damlamaktadır. Bu arada hasta doktorlara asla şikâyet etmez ve her defa metal tel ile zorlanıp yeniden 14 lük sonda denendiyse de başarılı olunamaz. Dudaklarındaki kıpırdanmalardan sürekli dua ettiği anlaşılan hastanın ağzından dökülen “aman ya rabbi, bana sabırlar ver... aman Allahım bana dayanma gücü ver " sözü orada bulunanlarda derin bir ürperti uyandırır. Bu ses o kadar içten o kadar kendi halincedir ki, doktorlar hastanın son teklifini kabul ederler ve hasta ayağa tutunarak kalkar ve hasta kanla karışık idrarını büyük bir kolaylıkla yapar. Rahatlayan hasta kısa süre sonra da çektiği acılar etkisiyle olacak ki derin bir uykuya dalar. Bütün gece kıdemli asistan doktoru uyku tutmaz. Düştükleri rezil durum karşısında en sonunda sabaha karşı vicdanıyla hesaplaşmasını yener ve hastadan gidip özür diler. Şöyle kulağında eğilerek hastadan helallik ister ve durumu izah eder. Hasta büyük bir sükûnetle cevap verir ve "siz göreviniz yaptınız evladım bu benim imtihanım. Ama size minnettarım" der.
Ertesi gün herkes işine gücüne devam ederken o hastanın adının Mustafa Karadağ olduğu öğrenilir. Hastane bekleme koridoru an be an dolmaya başlar. Pek çok bay ve bayan, iyi giyimli, İstanbul beyefendisi, esnafı ve üniversiteliden oluşan kalabalık bir gurup dışarıdadır. Aralarında bilindik en çok satan gazetelerden çalışanlar, muhabirler vardır, bürokratlar vardır ama kimse haber filan veya rahatsız edici davranış içinde değildir. Klinik şefi bir temsilciye bilgi verir, hastanın acil sorunu kalmadığı söylenip hasta yakınları tedaviyi ve reçeteyi de alarak, daha sonra eko çektirmek üzere kendi isteğiyle taburcu olur. Daha önceden bilinen bir kalp hastalığı olmadığı için eko gerekliği anlatılır ve hasta evine gider.
Aradan 20 gün kadar geçmiştir ve yine aynı ekip nöbetçidir. Çok iyi giyimli 2 bey ve aydın görünümlü, modern ve son modaya uygun giyimli 2 hanım gelip aynı kıdemli asistana o hastadan bahseder ve uygun durumdalarsa eko çekilip çekilemeyeceği söylenir. Aslında nöbet koşullarında yapılmayan bir olay olsa da bu rica karşısında asistan doktor kayıtsız kalamaz ve eko çekmeyi kabul eder.
Karşısında 20 gün önceki hasta yerine aksakallı, çok düzgün konuşan ve son derece sağlıklı duran bir ihtiyar vardır. Kimseden yardım almadan kendi kıyafetlerini çıkarır ve eko çekilir. Bu arada hastanın bakışları doktorun üzerindedir ve onu izlemektedir. Doktora " sen çok değerli bir insansın, sana hayatımı borçluyum, evladım, sen insana hizmet etmekten zevk almayı biliyor ve bunu çok iyi yapıyorsun" der. Kendisinin de, hekim olmasa da bu tarz hizmetler yapmaya çalıştığını, fakir ve kimsesiz çocukları bakıp büyüttüğünü, onları yurt içi ve yurt dışı üniversitelerde bizzat kendi parasıyla okuttuğunu, hala da bu işlere devam ettiğini, bu işleri yaptıkça mutluluğunun arttığını, kendi öz çocukları olmasa da bu yetiştirdiği ve yardım ettiği kimselerin kendi öz evlatları gibi uzun yıllar önce ölen karısını aratmadan hizmetlerini gördüğünü anlatır. Yanındaki bay ve bayanların hepsi kendisine "baba" diye hitap ettiğini ve nöbetleşe kendisine baktıklarını anlatır.
Durum asistan doktorun biraz tuhafına gitse de olaya biraz şaşırmaktan kendini alamaz. Yaşlı hasta asistan doktora "artık bundan sonra sen de kabul buyurursan sen de benim evladımsın" dediğini duyar ve biraz bu sözden hoşlanmaz. Çünkü der:" benim öz annem ve babam bana her türlü görevlerini yaptılar ve ne diye başkası bana "evladım" desin der. Son derece resmi bir tavırla eko çeker, bu arada hastada ileri aort yetersizliği vardır ve ameliyat zamanı gelmiştir. Hastanın bir de diyabeti ve aktif mide ülseri vardır ve oldukça ileri bir yaşta olduğu için durum kendisine anlatılır. Yanındakiler biraz düşünme ve karar verme için zaman isterler, tedavi düzenlenip hasta ve yakınları gönderilir. Aradan epey uzunca bir süre geçtikten sonra ameliyatsız ilaçla tedavi olmaya karar verirler. 6 ayda bir, hasta, aynı asistan doktora gidip olağan eko ve muayenelerini olsa da, her defasında asistan doktor olayı resmi tavırlarla geçiştirir.

Derken ilk tanışmadan itibaren 6 yıl geçmiştir. Kıdemli asistan uzman olup İstanbul ile bağlarını koparmış ve günlük iş yoğunluğu ve meşgaleler arasında hem de o eski asistanlarla yılda bir görüşür olmuştur. O hastayla da 2 yıldır hiç görüşmemiştir.

O ilk gece nöbette bulunan asistan doktorlardan biri, o gece gelen o iyi eğitimli ve sonraları bir özel üniversitede öğretim üyesi olduğu öğrenilen bayanlardan biriyle evlenir ve bir ikiz çocukları olur.

İlk gece kıdemli doktor, uzman olup başka bir ile tayin edilir ve bir süre sonra üniversitede öğretim üyesi olarak hizmet etmeye başlar. Eşinin dedesi ve nineleriyle birlikte, şirin bir köyde ikamet etmekte ve üniversiteye gidip gelmektedir. Ailesinden ayrı kalmanın da verdiği bir hasretle o dede ve nineyi çok sevmiş ve birlikte çok güzel günler geceler geçirmişler, özellikle dedesiyle hem köyde bahçe işlerinde, hem balık avlamada bazen hastanede güzel anlar paylaşmışlardır.
Derken bir geceki dede felç geçirmiş ve hemen doktor dedesini kendi hastanesine yatırmıştır. Hastalık o kadar ağır seyreder ki çoğu uzak illere dağılmış oğlan ve kızlarına haber veremeden yatışının ertesi akşamı dede ölür.
Bu ölüm doktoru o kadar üzer ki.... Babaanne tarifi mümkün olmayan bir acı içinde ve gözyaşlarını hiç tutamaz. Zorlukla dedenin diğer illere dağılan çocuklarına ve Almanya'daki oğluna haber gider. Doktor son bir gayretle babaanneyi önce arabasıyla köye bırakır, daha sonra hastaneye cenazeyi köye götürmek için almak üzere yola çıkar. Daha sadece çocukların ve ücra köyün halkının haberi vardır olaydan.
Doktor tam hastaneye yaklaşmışken, şehir girişi cep telefonu çalar. Arayan tok bir sesle "evladım" der. O sesi tanımıştır doktor ve ses lütfen arabanı sağa, müsait bir yere çeker misin evladım der. Arabayı sağa çeken doktor " başın sağ olsun evladım, deden öldü, Allah rahmet eylesin " der. Doktor kendini tutamaz, tüm vücudu artık yaşadığı acıyı ve üzüntüyü taşıyamaz olmuş ve ağlamaya başlamıştır. Telefondaki ses uzun uzun nasihat eder, doktor 20-25 dakika dinledikten ve ağladıktan sonra rahatlar. Ses "hadi sil gözyaşlarını,, dua et, o senden çok razıydı, hep sana dua ederdi der ve hizmetin kalan kısmı için devam etmesini söyler.
Doktor o acılı anlarda olayı tam olarak yorumlayamaz. Bir zaman sonra, "bu nedir böyle" diye düşünür. Bu kişiye ben telefon açmadım, olayı bilmiyor ve benimle 2 yıldır görüşmeyen ve etrafımda zaten var olan 3-5 kişi de o kişinin benim hastam olduğunu bile bilmezken olaya anlam veremez.
Cenaze, defin, okuma, ziyaretler, derken olay unutulur gider.

Aradan 6 ay geçmiştir. Doktorun eşi doğum yapacaktır ama bir türlü doğum anı yaklaşsa da hem de başka şehirde bulunan eşinin yanına gidip "bu doğum nasıl, nerde olacak, kim yaptıracak, konuşamadan bir akşam gelen telefon üzerine İstanbul'a gider.
Doktor eşinin doğum yapmak üzere bir özel hastaneye yattığını öğrenir ve doğruca oraya gider. İlk gece bir şey olmaz. Her şey yolundadır aslında. Ama hastanede büyük bir dönüşüm inşası vardır ve hastane çok yoğundur. Derken vakit tamamdır ancak, doğumhaneye alınan hasta bir türlü çıkmaz. Bir ara ben "doktorum" deyip içeri giren doktor eşinin elini sıkar, ona cesaret verir ve gelen emir üzerine dışarı alınır. Kısa bir süre sonra büyük bir gürültüyle irkilir. Herkes koşuşturmaktadır. Ne olmuştur acaba? Doktor olanları anlamaya çalışırken kendi hastasının bir türlü çıkmadığını fark eder. Sürekli dışarından koşarak ameliyathaneye insanlar girer. Zeynep Kamil Hastanesinden bir şef ve başka bir hastaneden de bir başka hoca bile çağrılmıştır.
Bir türlü içeri alınmayan ve bilgi alamayan doktor hayatının en zor anlarını geçmektedir.
Uzun bir süre sonra içeriden savaştan çıkmış gibi her tarafı kanlar içinde bir doktor çıkar ve kadın doğum uzmanı olduğunu söyler. Doktora, eşinin uterus rüptürü olduğunu, ameliyata alındığını, uterusunun tamir edildiğini, hastanın durumunun çok ağır olsa da şu anda entübe olduğunu anlatınca doktor yere yığılır.
Bu arada yanından simsiyah ve solunum desteğinde bir bebeğin geçtiğini fark eden doktor tüm yorgunluğa rağmen koşarak takip eder ve bebeğin kolunda kendi soy isminin yazdığını görünce kendi bebeği olduğunu anlar. Bebek mosmordur, hareketsizdir ve entübe haldedir. Nur yüzlü, kiloluca bebeği, küvez dışından yakından izler. Saçları aynı kendi saçı gibidir. Olayın hala şokundadır. Tam bebeğine bir dokunmak istediği anda APGAR ının 0-0 olduğunu görür ve bir an bunların anlamını hiç bilmemeyi ister. Saçlarına hafifçe dokunur ve sever. Tam bu sırada birden aklına eşi gelir. Ya "eşim, hayattaki biricik yoldaşım da entübeyse, onun da yoğun bakım ihtiyacı olursa" diye düşünür ve son bir gayretle bu durumu sorar. Eğer yoğun bakımlıksa daha güzel bir hastaneye yer bulacağını söyler. Kadın doğum doktoru buna gerek olmadığını, yarım saate kadar yerine çıkacağını belirtir.
Artık o yarım saat, yarım asırdır, bir türlü geçmek bilmez. Uzun bir süre sonra sedye ile bembeyaz, toprak rengi yüzlü bir hasta çıkar ameliyathane kapısından. Sedyeye dikkatle bakan doktor eşini tanıyamaz ve "yok bu benim güzel yüzlü, dünyalar tatlısı eşim olamaz "diye geçirir içinden. Sedye yaklaştıkça bu gelenin eşi olduğunu anlayınca üzülmeyi bırakıp yaşadığı için Allaha sonuz şükürler içindedir.
Zor günler geçer. Artık eşi vardır sadece doktorun gözünde. Mutludur eşi yaşadığı için ama bir ara aklına yeni doğan yoğun bakım geldikçe içi yanar.
Olayın 3. günüdür. 28 Mart olmuştur. Yeni doğan yoğun bakım sorumlu prof.ü hoca, doktoru çağırır ve acı sonu söyler. Artık resüsite etmeyeceklerini söyler. Doktor son bir rica ile tatlı kızına bir isim konmasını rica eder. İsim dini tören uygun sağ kulağa ezan ve sol kulağa kamet getirilir. Bu ricayı yeni doğan YB sorumlusu prof doktor yapar. Artık adı Nebile’dir. Nebile. Ne güzel bir isimdir. Ama ne kadar bahtsız bir evlattır. Yüreği yanan doktor daha hayatının baharında evlat acısıyla yanmaktadır.
Bir saat kadar sonra eline bir bebek verilir ama cansızdır bebek. Büyüyemeyecektir, baba diyemeyecektir, koşup oynayamayacaktır, oyuncak alınamayacaktır ona, parklara gidemeyecektir, annesini hiç ama hiç ememeyecektir. Babasının elinden küçücük elleriyle tutamayacaktır. O, bu dünyada sadece 3 gün yaşamıştır ve cennete gitmiştir. Cennette anne ve babasının günahları için Allaha yalvaracak ve af dileyecektir. En azından doktor buna inanmakta ve bununla avunmaya çalışmaktadır.
Ama evlat acısı ne kadar acı bir şeymiş...

İçi yanmakta doyasıya ağlayamamaktadır. Son kez resmini çektirmiş ve asla anneye göstermemek üzere o resmi saklamıştır.
Hemen daha eşi hastaneden çıkmadan 200 km ötedeki o köye dedenin öldüğü ve kabrinin olduğu köye doğru yola çıkılır.

Yolda cenaze yıkanır. Köye varıldığında her yer insan kaynamaktadır. Herkes doktora taziyelerini bildirmekte ve teselli vermeye çalışmaktadır. Doktor yorgun ve bitkindir. Üzüntüsü o kadar fazladır ki… Bunu kimseye anlatamamaktadır. İşyerindeki insanların hiç bulunmadığını fark etse de bunu düşünecek zamanı ve takati yoktur. Ancak köylülerin neredeyse hepsi oradadır. Civar köylerden de gelenlerle 500-600 kişilik kalabalık bir cenaze namazı sonrası bebek 6 ay önce ölen büyük dedenin yanına defnedilir. Doktor bir ara "dedeciğim sana emanet " der içinden.
Tören ve taziye bitmiş ve akşam olmuştur. Herkes evine çekilmişken, doktor bir an eşini düşünür ve hemen "ben orada olmalıyım" der ve yola çıkar. Tam otobana çıkacakken telefonu çalar ve fakültenin en üst yetkilisi "doktor bey, göreve gelmediniz, hakkınızda tutanak var, lütfen hemen hastaneye geliniz ve şu hastaya bakınız..." der. Doktorun ağlayan sesi garibine giden görevli ardından bir kez daha arar ve "bir şeyiniz varsa gelin ben size rapor vereyim, istediğiniz kadar dinlenin " der. Bunun üzerine geri dönen doktor yine hastaneye varmak üzereyken yine 6 ay önceki yere geldiğinde telefonu çalar. Yine aynı ses" evladım başın sağ olsun, Allah rahmet eylesin, Allah sabırlar versin, o senin cennetteki elçin olacak, sana şefaat edecek" der. Bu sırada doktora "lütfen arabanı sağa çek der" ve doktor yine aynı yere arabasını çeker ve kendini tutamayıp hıçkırıklar içinde daha önce hiç olmadığı bir şekilde ağlamaya başlar. Telefondaki ses hep "ağlama....ağlama....ağlama evladım, der, 15-20 dakika sonra kendine gelen doktor alo dediğinde "tamam evladım, artık kedini topla eşine dön, onun şu anlar sana çok ihtiyacı var" der ve telefon kapanır. Doktor o gece İstanbul' a döner. Ama yine o sesi, o sesin ait olduğu kişinin bu olayı nasıl duyduğunu, nasıl haberi olduğunu düşünür ama bunun üzerinde daha fazla duramadan olayların akışıyla bu anı unutur gider.
Aradan yine uzun zaman geçer. Doktor artık terfi etmiştir. Hayatları bir düzen içinde ve ailesiyle birlikte o şirin köyde ve şehirde yaşamaktadırlar.
Artık doktor çok güzel günlerindedir. Bir gün yine İstanbul’a bir kongre için gitmektedir. Otoyolda akşam saat 20.00 sularında Hendek mevkiinde bir yokuşu çıkmış ve bir viraja girecektir. Hız limitlerinin biraz üzerindedir. Hava yağmaya başlamıştır. Tam viraja girerken bir araç doktoru sollamış ve ardından 3-5 araş daha hız limitleri üzerinde viraja rağmen sollama yapıp sol şeritten geçerek gözden virajı dönerek kaybolmuştur. Tam bu sırada bir telefon çalar ve doktor "belki eşim arıyordur veya gideceği kongrenin görevlileri arıyordur diye" merakla telefonu açar. Telefonda bir ses, hep o tanıdığı eski sestir ve "evladım sağ şeride geç ve lütfen yavaşla, lütfen yavaşla, lütfen yavaşla ve dur der". Doktor hemen hızını 100-80-30 a düşer ve birden biraz önce kendisini sollayıp geçen araçların yolda ters yatmış duran bir tıra çarpmış olduğunu, insanların cesetlerinin yolda dağılmış ve sağa sola yatmış olduğunu görür ve aninden hemen durur. Hemen inip yardım ve ambulanslar, ölüler ve yararlılar sonrası yeniden yoluna koyulur ve bir aklına o son numarayı geriye dönük aramak gelir. O numara 0216 ile başlayan bir İstanbul Anadolu yakası telefonudur. Telefonda bir bayan "buyurun, ben filancayım der". Doktor şaşkın vaziyette "peki bu numara size mi ait der". Bayan "bu ev ve bu numara Mustafa KARADAĞ' ın" der. Doktor "kendisiyle görüşebilir miyim der". Bayan biraz durakladıktan sonra "Mustafa KARADAĞ, babamız bir yıl önce öldü" der. Birden şaşıran doktor bir şey söylemeye fırsat bulamadan telefondaki ses "siz de onu yardım için aradıysanız onun vasiyetini biz yerine getiriyoruz, manevi evlatları olarak, buyurun gelin, biz ne kadar yardıma ihtiyacınız varsa karşılayalım der ve adresi tarif edip telefonu kapatır.
İşte şimdi doktor için ağlamak vaktidir. Doktor artık çığlıklar atarak ve bağıra bağıra ağlamaktadır. Sürekli "Allahım beni eşime ve çocuklarıma bağışladığın için sana şükürler olsun, Allahım beni eşime ve çocuklarıma bağışladığın için sana şükürler olsun diye dua eder ve oluk oluk akan gözyaşlarıyla ağlarken birden arabanın sol arka kapsı açılır.
Gelen bir polis memurudur. "Beyefendi, yardımcı olabilir miyim? İyi misiniz?", der. Doktor gözyaşlarını siler, polis memuruna teşekkür der, ama polis memuru inanmaz, sizi gideceğiniz yere götüreyim dese de, kendisini ve çalıştığı kurumu tanıtan ve iş yeri kimlik kartının gösteren doktor, polis memurunu ikna ettikten sonra yola devam eder.
Doktor bütün bu olayları, hayatının son 6 yılını yeniden, tekrar, tekrar düşünür yolda.
Allahım senin ne kulların var, Mustafa KARADAĞ isimli kulun bizim vesilemizle sağlığına kavuştu ama bize borçlu ölmedi. Sen ne yücesin, bizi bağışla, bize merhamet eyle, bize doğru yolunu göster” diye dualar eder.
O benim hayatımı kurtardı, Allah’ım beni aileme bağışladı diye şükrederek yola devam eder. Ancak, doktor bu olayı hiç bir dostuna anlatamadı. Çünkü yaşadığı olaylar zincir aslında bir tür mahremiyet barındırıyordu.. Hayatın acele ve telaşı içinde insanın kalbinde duran, ama anlatmaya yürek dayanmayacak kadar hassas bir durumdu.
Ama o doktor, aklına bu olaylar geldikçe, Allah'a şükredip o sesin sahibine hep dua etti.
Son...
 
     3 Beğeni    
Şiir-Öykü Listesi
Birazdan Gün Doğacak
ŞİİR © | Yayın Şubat 2008
Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı.

Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın.

Saçlarınız ızdırap denizinde bir tutam başak,

Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana,

O inanmışlar çağının.



Zaman akar yer direnir gökyüzü kanat gerer.

Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde.

Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz.

Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger.



Gün doğar rüzgar eser bulut dolanır.

Rahmet şarkısı söyler yağmurlar.

Alnınız en soylu isyandır demir külçelere.

Gürültü susar ses donar sevgi tohumu patlar.

Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde.



Ey bizim sabır yüklü toprağımızın kutsal ağacı.

Sen bize hayatsın umutsun mezarlar kadar derin.

Bizi tutan bir şey varsa dirilten o sensin.

Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların tüy renkli sıcaklığı.

Ey damarlarımızda donan buz yüzlü heykeller beldesinden,

Yıkıntılar sonrası sığındığım şefkat anası.

Ey dağları yerinden oynatan ses, ey mermeri toz eden rüzgar,

Ey alemi donatan ışık toprağa can veren el.



Gün olur toprak uyanır uyanır böcekler.

Sarı bozkır titrer çıplak dağlar yeşerir gök yıkanır kirli dumanlardan,

Su coşar deniz kabarır canlanır ölü şehirler.

Yemyeşil bir rüzgar eser yıldızlar arasından.



Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü.

Çatlayacak yalanın çelik kabuğu.

Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu.

ERDEM BEYAZIT
 
     Beğenin    
Şiir-Öykü Listesi
Kar Musıkısı
ŞİİR © | Yayın Şubat 2008
KAR MUSIKISI

Bin yildan uzun bir gecenin bestesidir bu,
Bin yil sürecek zannedilen kar sesidir bu.

Bir kuytu manastırda dualar gibi gamlı,
Yüzlerce agızdan koro halinde devamlı,

Bir erganun ahengi yayilmakta derinden,
Duydumsa da zevk almadim Islav kederinden.

Zahnim bu sehirden, bu devirden cok uzakta,
Tanburi Cemil Bey calıyor eski plakta.

Birden bire mes` udum, isitmek hevesiyle,
Gönlüm dolu Istanbul`un en özlü sesiyle.

Sandim ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık
Uykumda bütün bir gece körfezdeyim artık.

YAHYA KEMAL
 
     Beğenin    
Şiir-Öykü Listesi

Yazan Uzman
Prof.Dr.Ramazan AKDEMİR
Sakarya
Doktor "Kalp Hastalıkları - Kardiyoloji"
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi23 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı

Bu sayfada yayınlanan öykü ve şiirlerin tüm hakları yazarına (Prof.Dr.Ramazan AKDEMİR) aittir ve Prof.Dr.Ramazan AKDEMİR tarafından TavsiyeEdiyorum.com Öykü ve Şiirler kütüphanesinde yayınlanmak üzere gönderilmiştir. Burada yer alan eserler yazarından önceden izin alınmaksınız başka platformlarda yayınlamaz, sadece kaynak gösterilerek ve yazar ismi zikredilerek KISA ALINTILAR yapılabilir. Aksine davranış Fikir ve Sanat Eserleri yasasına aykırılık teşkil edecektir.

13:16
Top