Sen, Ben ve Egom..
Ego insan hayatında doğuştan var mıdır? Ya da sonra mı oluşur, hiç olmasaydı nasıl bir dünya da yaşıyor olurduk, düşünmeden edemiyorum…
İlişkilerin tümü ego üzerinde kurulur. Ya ego vardır ya da yoktur, çok açık.. İki veya daha fazla iletişimde bulunduğumuz bir ortamda üçüncüsü mutlaka egolar oluyor. Freud’a göre çocukluğumuzda egoların şişirilmesi ya da şişirilmemesinden kaynaklı ilişkisel sorunlar yaşanıyor. Narsistik kişilik bozukluğu ya da sınırda kişilik bozukluğu bunlardan sadece bir kaçı ve belki de en sık rastlanır olanlarıdır. Şöyle bir gözlemlediğimizde tüm aşk veya sosyal ilişkileri ya bağlanamayan veya bağlanıp kaybetme kaygısı ile yeni patolojiler üreten insanlarla karşılaşıyoruz.
Temelde fatura yine ebeveyne kesiliyor. Peki bunu ebeveynler nasıl inşa ediyor? Elbette bir bozukluğu üretmek amaçlı eylemler değil yapılanlar. Masallar bile sanki narsistik uyuma çalışmış gibidir. Prenses kurbağayı öpüp prens yapması ya da prensin prensesi öperek uyandırması kişilere ‘yaratıcı, yaratan, yeniden var eden’ rollerini yüklemiyor mu? Yani var olmak prens veya prensesin dudağından gelen bir buseye bağlanıyor. Bunları dinleyen çocuklar kendi hayal dünyalarında yaratıcı, muktedir ve ilişkilerde egolarıyla izdivacını öne almış bireyler haline getirilebiliyor. Gizil anlamlar gerçek anlamların örtük kuvvetidir. Var eden olmak, ‘bir şey’ yapabiliyor, yapıyor olmak hayatlarında hep ‘seni ben var ettim’ anlayışını yüksek tutup narsistik bir bunalıma doğru atılan bir adım olabiliyor.
Aşk yaşamlarında yaşantıların karşılıklı vazgeçilememe durumu aslında vazgeçilemeyenin seven rolünde egoya hizmet eden kişinin varlığı olduğu biraz düşünülürse daha net anlaşılacaktır. Seven sevmekten vazgeçtiğinde ya da ayrılıklarda ‘ya benimsin ya da kara toprağın’ melankolisi benim değilsen yok ol çünkü seni ben öperek var ettim kurgusunu doğrular niteliktedir. Zira ebedi süren bir acının olmaması ve bir zaman sonra aynı toprakta yeni güller açabilmesi de bunu ispatlar niteliktedir. Bu da egonu kendi kendisi onarmasıdır sanırım.
Sen yokken egom vardı mülahazasında gelişen, pekişen bir anlamla egonun önüne geçemeyen, şeyler, kişiler etrafta bu duvarları yıkmaya çalışsa da, zili bozuk olan bir kapıyı çalmaktan öteye geçemiyor. Kapının arkasındakiler ise zilin bozuk olduğunu bile bile kapının çalmasını bekleyecek kadar kurgusuna sadık. Kurgu ve inşa yine beraberliğine devam ediyor…
İlişkilerin tümü ego üzerinde kurulur. Ya ego vardır ya da yoktur, çok açık.. İki veya daha fazla iletişimde bulunduğumuz bir ortamda üçüncüsü mutlaka egolar oluyor. Freud’a göre çocukluğumuzda egoların şişirilmesi ya da şişirilmemesinden kaynaklı ilişkisel sorunlar yaşanıyor. Narsistik kişilik bozukluğu ya da sınırda kişilik bozukluğu bunlardan sadece bir kaçı ve belki de en sık rastlanır olanlarıdır. Şöyle bir gözlemlediğimizde tüm aşk veya sosyal ilişkileri ya bağlanamayan veya bağlanıp kaybetme kaygısı ile yeni patolojiler üreten insanlarla karşılaşıyoruz.
Temelde fatura yine ebeveyne kesiliyor. Peki bunu ebeveynler nasıl inşa ediyor? Elbette bir bozukluğu üretmek amaçlı eylemler değil yapılanlar. Masallar bile sanki narsistik uyuma çalışmış gibidir. Prenses kurbağayı öpüp prens yapması ya da prensin prensesi öperek uyandırması kişilere ‘yaratıcı, yaratan, yeniden var eden’ rollerini yüklemiyor mu? Yani var olmak prens veya prensesin dudağından gelen bir buseye bağlanıyor. Bunları dinleyen çocuklar kendi hayal dünyalarında yaratıcı, muktedir ve ilişkilerde egolarıyla izdivacını öne almış bireyler haline getirilebiliyor. Gizil anlamlar gerçek anlamların örtük kuvvetidir. Var eden olmak, ‘bir şey’ yapabiliyor, yapıyor olmak hayatlarında hep ‘seni ben var ettim’ anlayışını yüksek tutup narsistik bir bunalıma doğru atılan bir adım olabiliyor.
Aşk yaşamlarında yaşantıların karşılıklı vazgeçilememe durumu aslında vazgeçilemeyenin seven rolünde egoya hizmet eden kişinin varlığı olduğu biraz düşünülürse daha net anlaşılacaktır. Seven sevmekten vazgeçtiğinde ya da ayrılıklarda ‘ya benimsin ya da kara toprağın’ melankolisi benim değilsen yok ol çünkü seni ben öperek var ettim kurgusunu doğrular niteliktedir. Zira ebedi süren bir acının olmaması ve bir zaman sonra aynı toprakta yeni güller açabilmesi de bunu ispatlar niteliktedir. Bu da egonu kendi kendisi onarmasıdır sanırım.
Sen yokken egom vardı mülahazasında gelişen, pekişen bir anlamla egonun önüne geçemeyen, şeyler, kişiler etrafta bu duvarları yıkmaya çalışsa da, zili bozuk olan bir kapıyı çalmaktan öteye geçemiyor. Kapının arkasındakiler ise zilin bozuk olduğunu bile bile kapının çalmasını bekleyecek kadar kurgusuna sadık. Kurgu ve inşa yine beraberliğine devam ediyor…






Yazan Uzman
|
Makale Kütüphanemizden | ||||
|
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.