Varoluş ve Ölüm Korkusu
Biraz ürküten ve belirsiz bir konu bu hafta ki yazımız. “Ölüm korkusu”. Varoluşsal psikolojinin beş temel sorusundan biri. “Dünyada ki tek gerçek”. “Ölüm”.
İkinci sorumuz. “Ölüm ne zaman gerçekleşecek ?”. Bilenimiz yok. İnsanı ürküten ve düşünmemeye çalışarak kaçınmaya çalıştığımız bir durum.
Sıra üçüncü soruda. “Varolma amacımız nedir ?” Hadi bakalım beyinlerimizi biraz zorlayalım. Kimi diyecek; doktor olmak, kimi diyecek aile kurmak, kimi diyecek çocuk büyütmek. Herkesin bir cevabı var elbette ki. Sanki bunların hepsi araç ve bir amaca hizmet ediyor. Kanımca bir duygunun peşindeyiz. Bu duygu belki mutluluk, belki de neşe, belki de acı ve kaygıdan uzak durmak. En önemlisi belki de ölüm gerçeğinden kaçınmak.
Diğer bir soru. “İstediğiniz hayatı yaşıyor musunuz ?” Olumsuz cevap verenlere soralım.
“Bunun sorumlusu kim ?”. İçten denetimli kişiler; tabi ki benim diyecek. Dıştan denetimli, kontrolün tamamen dışarıda olduğunu düşünen kişiler ise, ben kaderin kurbanıyım cevabını vererek, kendilerini biraz olsun rahatlatacak. Sanırım soruların hepsi; biraz karmaşık, kafa karıştırıcı ve ürkütücü.
Ölüm Delpierre’ ye göre, tek korku. Her bireyin yaşadığı ve narsistik yapısından dolayı reddettiği ve kabullenmek istemediği bir korku. Bu korkuya neler eşlik ediyor: Bilinmezlik, yalnızlık, kaybetme ve ölüm anında ıstırap çekme, cezalandırılma ve yok olma korkuları.
Ölüme farklı anlam verenlerde yok değil. Ölüm tasavvufta özel bir buluşma anı olarak tanımlanıyor. Hz.Mevlana’ nın Şeb-i arus (düğün gecesi) kavramında ki gibi.
Bir başka düşünür Epikuros, ölümün tam bir kayıtsızlık sorunu olarak ele alınması ve korkulacak bir yönü olmaması gerektiğini ünlü sözü ile belirtiyor. “Ben varken ölüm yok; ölüm varken ben yokum. O halde korkacak ne var”.
Peki o zaman neden korkuyoruz. Acaba yaşamın devam edeceği konusunda değil de, sonlanabileceğinden mi. Bunun sebebi kayıplar ve sahip olduklarımızı yitirme duygusu mu ? Dini inanç düzeyi kişinin ölüme verdiği anlamı belirliyor. Bazılarımızda ölüm korkusu ile başedebilmek için; yaşamını yoğun uğraşlarla doldurarak inkar ediyor, bir kısmı tehlikeli uğraşlarla ölüme meydan okuyor. Bir kısmımız ölümü istiyor, bir kısmımız ise kabullenme düzeyinde.
Heidegerre’ de kabullenmenin öneminden söz ediyor. Kişinin ölüm konusunda farkındalık ve dalgınlık durumunda olacağını belirtiyor. Ölümün farkındalığında olan kişi, bu dünyadaki yaşamını ona göre ayarlayabilir ve gerçek bir dönüşüm yaratabilir. Buna vasıta olarak ise örneğin; babalık rolü ile kendinden sonra yaşamını devam ettirecek bir nesil bırakabilir yada bir esere imza atabilir.
İkinci sorumuz. “Ölüm ne zaman gerçekleşecek ?”. Bilenimiz yok. İnsanı ürküten ve düşünmemeye çalışarak kaçınmaya çalıştığımız bir durum.
Sıra üçüncü soruda. “Varolma amacımız nedir ?” Hadi bakalım beyinlerimizi biraz zorlayalım. Kimi diyecek; doktor olmak, kimi diyecek aile kurmak, kimi diyecek çocuk büyütmek. Herkesin bir cevabı var elbette ki. Sanki bunların hepsi araç ve bir amaca hizmet ediyor. Kanımca bir duygunun peşindeyiz. Bu duygu belki mutluluk, belki de neşe, belki de acı ve kaygıdan uzak durmak. En önemlisi belki de ölüm gerçeğinden kaçınmak.
Diğer bir soru. “İstediğiniz hayatı yaşıyor musunuz ?” Olumsuz cevap verenlere soralım.
“Bunun sorumlusu kim ?”. İçten denetimli kişiler; tabi ki benim diyecek. Dıştan denetimli, kontrolün tamamen dışarıda olduğunu düşünen kişiler ise, ben kaderin kurbanıyım cevabını vererek, kendilerini biraz olsun rahatlatacak. Sanırım soruların hepsi; biraz karmaşık, kafa karıştırıcı ve ürkütücü.
Ölüm Delpierre’ ye göre, tek korku. Her bireyin yaşadığı ve narsistik yapısından dolayı reddettiği ve kabullenmek istemediği bir korku. Bu korkuya neler eşlik ediyor: Bilinmezlik, yalnızlık, kaybetme ve ölüm anında ıstırap çekme, cezalandırılma ve yok olma korkuları.
Ölüme farklı anlam verenlerde yok değil. Ölüm tasavvufta özel bir buluşma anı olarak tanımlanıyor. Hz.Mevlana’ nın Şeb-i arus (düğün gecesi) kavramında ki gibi.
Bir başka düşünür Epikuros, ölümün tam bir kayıtsızlık sorunu olarak ele alınması ve korkulacak bir yönü olmaması gerektiğini ünlü sözü ile belirtiyor. “Ben varken ölüm yok; ölüm varken ben yokum. O halde korkacak ne var”.
Peki o zaman neden korkuyoruz. Acaba yaşamın devam edeceği konusunda değil de, sonlanabileceğinden mi. Bunun sebebi kayıplar ve sahip olduklarımızı yitirme duygusu mu ? Dini inanç düzeyi kişinin ölüme verdiği anlamı belirliyor. Bazılarımızda ölüm korkusu ile başedebilmek için; yaşamını yoğun uğraşlarla doldurarak inkar ediyor, bir kısmı tehlikeli uğraşlarla ölüme meydan okuyor. Bir kısmımız ölümü istiyor, bir kısmımız ise kabullenme düzeyinde.
Heidegerre’ de kabullenmenin öneminden söz ediyor. Kişinin ölüm konusunda farkındalık ve dalgınlık durumunda olacağını belirtiyor. Ölümün farkındalığında olan kişi, bu dünyadaki yaşamını ona göre ayarlayabilir ve gerçek bir dönüşüm yaratabilir. Buna vasıta olarak ise örneğin; babalık rolü ile kendinden sonra yaşamını devam ettirecek bir nesil bırakabilir yada bir esere imza atabilir.
1 Beğeni
Yazan Uzman
|
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.