Aile İçi Şiddet Tükenen Eşler
Eşe duyulan ihtiyaç fıtrattan yani yaratılıştan gelir. Allah-u Teala ilk insanı, Hz. Adem (a.s)’ı yarattığında ona eş olarak Hz.Havva annemizi yaratmış ve yeryüzünde yaşayan tüm insanlık Hz.Adem (a.s) ile Hz. Havva annemizin cennette yaptıkları ilk evlilik ile meydana gelmiştir. Yani evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı insanın yaratılışına eken Allah u Teala’dır, bizi ve her şeyi yaratan öyle istemiş ve bizleri bu ihtiyaçla dünyaya göndermiştir. Sanırım bu sebeple evlilik yaşına gelen kişiler evlenmeyi arzulamakta, yine çeşitli sebeplerle evlenemeyen kadın ya da erkeklerde birtakım psikolojik sorunlar baş göstermektedir. Örneğin, Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2012 yılında yaptığı bir araştırma evli olan kişilerin bekarlara göre daha mutlu olduğunu ortaya koymuştur. Tabi bu ülkemizdeki durum, dünyanın her yerinde durum aynıdır iddiasında bulunmak yanlış olur. Çünkü Türkiye bilindiği üzere Müslüman nüfusu fazla olan bir ülke ve dinimiz evlilik dışı ilişkileri yasaklar, bu da Türk insanını evlenmeye daha fazla teşvik eden sebeplerden biri.
Evlenme yaşı giderek çeşitli sebeplerle (üniversiteyi bitirmek, iş kurmak, hazır hissetmek, aşık olmak, zengin olmak, zengin bir talip bulmak….) daha büyük yaşlara ötelense de insanların çoğu eşe duyduğu psikolojik ihtiyacı evlenene kadar flört etmek, çıkmak, partner edinmek, birlikte yaşamak gibi yeni dünya düzeni aldatmacalarıyla karşılamaya çalışmakta, bu psikolojik ihtiyacın önüne geçememektedir. Bu ihtiyacı bize veren Allah’tır ve O bu ihtiyacı karşılamanın meşru yollarını Kuran-ı Kerim ve Peygamber efendimizin (s.a.v) sünnetleriyle bize bildirmiştir. S. Muhammed Saki Erol’un Aile Saadeti kitabında dediği gibi “İlk yuva cennette kurulmuştur. Bu sebeple Allah için yapılan evlilikte cennetten bir tat vardır.” Gerçi günümüzde evlilik tu kaka gösterilmeye, evlilik dışı ilişkiler meşrulaştırılmaya çalışılsa da insanın eşe ve yuvaya duyduğu ihtiyaç bitmeyecek, bu ihtiyaç doğru temellendirilmediği sürece mutsuz insanlar güruhundan öte gidilemeyecektir.
Az evvel ülkemizde evlilerin bekarlardan daha mutlu olduğunu söylemiştim. Bu yıl Wisconsin Madison Üniversitesi’nin 11 yıldır sürdürdüğü araştırma tam tersi sonuçlar ortaya koymuş, bekarların evlilerden çok daha az stresli ve mutlu olduğunu söylemiştir. Bunun sebebi olarak sürekli devam eden eş dırdırı ve ev işleri ile ilgili çıkan basit kavgaların evli insanların uzun süreli stres oranlarını yükselttiğini ve onları bekarlara kıyasla depresyona girmeye daha meyilli hale getirdiğini savunmuşlardır. Oysa evlilikte huzur her şeyden önemlidir. Bu da her şeyden önce niyetle ilgilidir, başlangıçtaki niyet. Henüz evlenmemiş çiftlerin niyetlerini düzgün inşa etmeleri evli çiftlerin ise gözden geçirmelerini tavsiye ederim. Niyetin ne? Eşinle huzurlu, mutlu, ömür boyu bir yastığa baş koymak mı yoksa “Olursa olur olmazsa olmaz, ben buyum, bu yaştan sonra değişecek değilim, o kendine çeki düzen versin benim istediğim gibi davransın yeter, yoksa bana eş mi yok, eli mi sallasam ellisi” mi? Niyet bozuksa, evlikte bozuk olur, insan niyetine göre hareket eder, niyet iyiyse davranışta güzel ve iyi olur. Sürekli dırdır ederek, başının etini yiyerek, yıkıcı eleştirerek, hakaret ederek incittiğin eş senin eşin, o mutsuzken mutlu olman, o ağlarken senin gülmen mümkün mü? Eşler bunu fark etmeli, kendi mutluluğu ve huzuru eşinin mutlu ve huzurlu olmasına bağlı, zaten uğraşacak bir yığın sorun varken bir de eşlerin birbirine sorun çıkarması tarafları yalnızlaştırmakta, güvensiz, desteksiz bir zeminde hissettirerek büsbütün bir kaosa itmektedir. Depresyon, panik atak, obsesif kompülsif bozukluklar, ülser, sırt ve baş ağrıları ve daha birçok psikolojik ve bedensel rahatsızlıkların kaynağı kişinin kendini doğru şekilde ifade edememesinden kaynaklanır. Kendini ifade etmekte sıkıntı yaşayan bir danışanım bir seansında yine yapamadım Tuğba Hanım, yine merkezimden konuşamadım diyerek şu örneği seansa taşımıştı: “Dün doğum günümdü ve eşim hediyeyle gelir ve beni yemeğe götürür diye düşünmüştüm, içeri girer girmez “Niye hala yemek hazır değil?”diye çıkıştığında “Sen gerçek bir öküzsün, düşüncesiz herif deyiverdim , aslında doğum günümü unutman beni çok üzdü, üstelik yemeğe de götürürsün diye hayal kurmuştum şu an büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum telafi edemez misin demek istemiştim.” Evet gerçekten de iletmek istediği mesajla alakasız bir mesaj iletmiş hem eşini incitmiş hem kendi incinmiştir. Bu örnekte olduğu gibi çok basit sebeplerle bile doğru iletişim kurmayı başaramayan çiftler birbirlerinin huzurunu, yuvalarının tadını bozmaktadır. Oysa söz büyü gibidir, tesir eder, hele olumsuz söyler çivi gibi kalır zihinlerde, sen bir kez kızgınlıkla edersin ama eşin hep aynı düşünceyi devam ettirdiğini sanır, sen düzelirsin o düzelmez, özür dilenmedikçe, demek istediğim aslında buydu denmedikçe, ezber bozulmadıkça, bir de bu durumlar sıklıkla yaşanıyorsa kişi yapısına uygun çeşitli psikolojik ve bedensel rahatsızlıklara duçar olur.
Aile içi şiddet dünyada ve ülkemizde çok yaygındır. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’nun 1995 yılında yaptırdığı bir araştırma ülkemizde ailelerin %34'ünde fiziksel , %53'ünde sözlü şiddet uygulandığını ortaya koymuştur. Çocuklara yönelik fiziksel şiddetin % 46, aile içi cinsel şiddet ve tacize rastlanma oranının ise % 9 olduğunu tespit etmiştir. Bu araştırmanın en çarpıcı tarafı, şiddete maruz kalanların % 80'inin yapacak fazla bir şey olmadığına dair geliştirdikleri inançtır, yani şiddeti pasif şekilde kabullenmiş ve öğrenilmiş çaresizlik içine girmişlerdir. Kocacık tarafından 2004 yılında yapılan daha günce bir araştırma; 695 kadının % 54'ü ailelerinde şiddet gördüklerini, şiddet gördüğünü söyleyenlerin % 35,2'si en az 4 yıl ve daha fazla zamandır şiddete maruz kaldıklarını söylemişlerdir. Bu araştırmada kadınların % 42,3'ünün dayak, % 40,1'inin tehdit ve küfür, % 12,6'sının yaralama, % 3,2'sinin cinsel taciz ve tecavüz, % 1,4'ünün eve kapatma ve % 0,4'ünün öldürülme tehdidi ile karşı karşıya kaldıklarını, bu grubun % 40,4 'ünün evlerinde, çocuklara karşı da şiddet uygulandığını bildirmişlerdir. Şiddetin fiziksel ya da psikolojik her türü insanı olumsuz yönde etkiler. Şiddet sadece şiddet görenleri değil tanık olan kişileri de olumsuz yönde etkiler, hele bu kişiler psiko-sosyal gelişimlerini tamamlamış çocuklarsa durum daha da vahim hale gelir. Çocukluklarında aile içi şiddete maruz kalanların yetişkin hayatlarında şiddete meyil ettiklerini ortaya koyan sayısız veri vardır, şiddet fıtrata aykırıdır, doğuştan gelmez, sonradan öğrenilir ve maalesef nesilden nesle aktarılır.
Bir insan neden şiddete baş vurur? Çünkü insan en iyi bildiğini yapar, elindeki en iyi seçenek olarak onu gördüğünden öyle davranır. Bir gün bir delikanlı için babası randevu almıştı ve kapıyı açtığımda ağzı yüzü darma duman bir gençle karşılaştım. Aklıma ilk gelen büyük bir kavgaya karıştığıydı. Baba sehpaya yumruğuyla vurarak “Doktor hanım doktor hanım söyleyin şu ite derslerine çalışsın, keşke babam beni dövseydi de ben okusaydım” dediğinde sebebini öğrendim. Şimdi kim bu baba kötü bir babadır diyebilir? Adam çocuğu okusun diye dövmüş, o an elindeki en iyi seçenek dövmek gibi görünmüş. “Baban sana şiddet uyguladığında babanı yanında dostun gibi mi yoksa karşında düşmanın gibi mi algıladın?” sorusunu gence yönelttiğimde o karşımda düşmanım gibi dediğinde baba ağlıyordu. Görüyorsunuz ya şiddette niyet iyi de olsa, kötü algılanıyorken, gerçekten kötü niyetle uygulanan şiddetin yıkım yapmaması imkansız.
Şiddete maruz kalan veya şiddet görme korkusuyla yaşayan kişiler genellikle kendini ifade edemedikleri için bastırılmış yoğun öfke yaşar, yaptığı her işte tedirgin, attığı her adımda ürkek hareket ederler. Sıklıkla çaresizlik, bıkkınlık, bunaltı, sıkışmışlık, kaygı yaşar. Stres süreleri uzadıkça birçok psikolojik ve bedensel hastalıkla mücadele etmek zorunda kalırlar.
Şiddetin türü ve derecesi ne olursa olsun, tüm ailelerden uzak olması dileğiyle.
Evlenme yaşı giderek çeşitli sebeplerle (üniversiteyi bitirmek, iş kurmak, hazır hissetmek, aşık olmak, zengin olmak, zengin bir talip bulmak….) daha büyük yaşlara ötelense de insanların çoğu eşe duyduğu psikolojik ihtiyacı evlenene kadar flört etmek, çıkmak, partner edinmek, birlikte yaşamak gibi yeni dünya düzeni aldatmacalarıyla karşılamaya çalışmakta, bu psikolojik ihtiyacın önüne geçememektedir. Bu ihtiyacı bize veren Allah’tır ve O bu ihtiyacı karşılamanın meşru yollarını Kuran-ı Kerim ve Peygamber efendimizin (s.a.v) sünnetleriyle bize bildirmiştir. S. Muhammed Saki Erol’un Aile Saadeti kitabında dediği gibi “İlk yuva cennette kurulmuştur. Bu sebeple Allah için yapılan evlilikte cennetten bir tat vardır.” Gerçi günümüzde evlilik tu kaka gösterilmeye, evlilik dışı ilişkiler meşrulaştırılmaya çalışılsa da insanın eşe ve yuvaya duyduğu ihtiyaç bitmeyecek, bu ihtiyaç doğru temellendirilmediği sürece mutsuz insanlar güruhundan öte gidilemeyecektir.
Az evvel ülkemizde evlilerin bekarlardan daha mutlu olduğunu söylemiştim. Bu yıl Wisconsin Madison Üniversitesi’nin 11 yıldır sürdürdüğü araştırma tam tersi sonuçlar ortaya koymuş, bekarların evlilerden çok daha az stresli ve mutlu olduğunu söylemiştir. Bunun sebebi olarak sürekli devam eden eş dırdırı ve ev işleri ile ilgili çıkan basit kavgaların evli insanların uzun süreli stres oranlarını yükselttiğini ve onları bekarlara kıyasla depresyona girmeye daha meyilli hale getirdiğini savunmuşlardır. Oysa evlilikte huzur her şeyden önemlidir. Bu da her şeyden önce niyetle ilgilidir, başlangıçtaki niyet. Henüz evlenmemiş çiftlerin niyetlerini düzgün inşa etmeleri evli çiftlerin ise gözden geçirmelerini tavsiye ederim. Niyetin ne? Eşinle huzurlu, mutlu, ömür boyu bir yastığa baş koymak mı yoksa “Olursa olur olmazsa olmaz, ben buyum, bu yaştan sonra değişecek değilim, o kendine çeki düzen versin benim istediğim gibi davransın yeter, yoksa bana eş mi yok, eli mi sallasam ellisi” mi? Niyet bozuksa, evlikte bozuk olur, insan niyetine göre hareket eder, niyet iyiyse davranışta güzel ve iyi olur. Sürekli dırdır ederek, başının etini yiyerek, yıkıcı eleştirerek, hakaret ederek incittiğin eş senin eşin, o mutsuzken mutlu olman, o ağlarken senin gülmen mümkün mü? Eşler bunu fark etmeli, kendi mutluluğu ve huzuru eşinin mutlu ve huzurlu olmasına bağlı, zaten uğraşacak bir yığın sorun varken bir de eşlerin birbirine sorun çıkarması tarafları yalnızlaştırmakta, güvensiz, desteksiz bir zeminde hissettirerek büsbütün bir kaosa itmektedir. Depresyon, panik atak, obsesif kompülsif bozukluklar, ülser, sırt ve baş ağrıları ve daha birçok psikolojik ve bedensel rahatsızlıkların kaynağı kişinin kendini doğru şekilde ifade edememesinden kaynaklanır. Kendini ifade etmekte sıkıntı yaşayan bir danışanım bir seansında yine yapamadım Tuğba Hanım, yine merkezimden konuşamadım diyerek şu örneği seansa taşımıştı: “Dün doğum günümdü ve eşim hediyeyle gelir ve beni yemeğe götürür diye düşünmüştüm, içeri girer girmez “Niye hala yemek hazır değil?”diye çıkıştığında “Sen gerçek bir öküzsün, düşüncesiz herif deyiverdim , aslında doğum günümü unutman beni çok üzdü, üstelik yemeğe de götürürsün diye hayal kurmuştum şu an büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum telafi edemez misin demek istemiştim.” Evet gerçekten de iletmek istediği mesajla alakasız bir mesaj iletmiş hem eşini incitmiş hem kendi incinmiştir. Bu örnekte olduğu gibi çok basit sebeplerle bile doğru iletişim kurmayı başaramayan çiftler birbirlerinin huzurunu, yuvalarının tadını bozmaktadır. Oysa söz büyü gibidir, tesir eder, hele olumsuz söyler çivi gibi kalır zihinlerde, sen bir kez kızgınlıkla edersin ama eşin hep aynı düşünceyi devam ettirdiğini sanır, sen düzelirsin o düzelmez, özür dilenmedikçe, demek istediğim aslında buydu denmedikçe, ezber bozulmadıkça, bir de bu durumlar sıklıkla yaşanıyorsa kişi yapısına uygun çeşitli psikolojik ve bedensel rahatsızlıklara duçar olur.
Aile içi şiddet dünyada ve ülkemizde çok yaygındır. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’nun 1995 yılında yaptırdığı bir araştırma ülkemizde ailelerin %34'ünde fiziksel , %53'ünde sözlü şiddet uygulandığını ortaya koymuştur. Çocuklara yönelik fiziksel şiddetin % 46, aile içi cinsel şiddet ve tacize rastlanma oranının ise % 9 olduğunu tespit etmiştir. Bu araştırmanın en çarpıcı tarafı, şiddete maruz kalanların % 80'inin yapacak fazla bir şey olmadığına dair geliştirdikleri inançtır, yani şiddeti pasif şekilde kabullenmiş ve öğrenilmiş çaresizlik içine girmişlerdir. Kocacık tarafından 2004 yılında yapılan daha günce bir araştırma; 695 kadının % 54'ü ailelerinde şiddet gördüklerini, şiddet gördüğünü söyleyenlerin % 35,2'si en az 4 yıl ve daha fazla zamandır şiddete maruz kaldıklarını söylemişlerdir. Bu araştırmada kadınların % 42,3'ünün dayak, % 40,1'inin tehdit ve küfür, % 12,6'sının yaralama, % 3,2'sinin cinsel taciz ve tecavüz, % 1,4'ünün eve kapatma ve % 0,4'ünün öldürülme tehdidi ile karşı karşıya kaldıklarını, bu grubun % 40,4 'ünün evlerinde, çocuklara karşı da şiddet uygulandığını bildirmişlerdir. Şiddetin fiziksel ya da psikolojik her türü insanı olumsuz yönde etkiler. Şiddet sadece şiddet görenleri değil tanık olan kişileri de olumsuz yönde etkiler, hele bu kişiler psiko-sosyal gelişimlerini tamamlamış çocuklarsa durum daha da vahim hale gelir. Çocukluklarında aile içi şiddete maruz kalanların yetişkin hayatlarında şiddete meyil ettiklerini ortaya koyan sayısız veri vardır, şiddet fıtrata aykırıdır, doğuştan gelmez, sonradan öğrenilir ve maalesef nesilden nesle aktarılır.
Bir insan neden şiddete baş vurur? Çünkü insan en iyi bildiğini yapar, elindeki en iyi seçenek olarak onu gördüğünden öyle davranır. Bir gün bir delikanlı için babası randevu almıştı ve kapıyı açtığımda ağzı yüzü darma duman bir gençle karşılaştım. Aklıma ilk gelen büyük bir kavgaya karıştığıydı. Baba sehpaya yumruğuyla vurarak “Doktor hanım doktor hanım söyleyin şu ite derslerine çalışsın, keşke babam beni dövseydi de ben okusaydım” dediğinde sebebini öğrendim. Şimdi kim bu baba kötü bir babadır diyebilir? Adam çocuğu okusun diye dövmüş, o an elindeki en iyi seçenek dövmek gibi görünmüş. “Baban sana şiddet uyguladığında babanı yanında dostun gibi mi yoksa karşında düşmanın gibi mi algıladın?” sorusunu gence yönelttiğimde o karşımda düşmanım gibi dediğinde baba ağlıyordu. Görüyorsunuz ya şiddette niyet iyi de olsa, kötü algılanıyorken, gerçekten kötü niyetle uygulanan şiddetin yıkım yapmaması imkansız.
Şiddete maruz kalan veya şiddet görme korkusuyla yaşayan kişiler genellikle kendini ifade edemedikleri için bastırılmış yoğun öfke yaşar, yaptığı her işte tedirgin, attığı her adımda ürkek hareket ederler. Sıklıkla çaresizlik, bıkkınlık, bunaltı, sıkışmışlık, kaygı yaşar. Stres süreleri uzadıkça birçok psikolojik ve bedensel hastalıkla mücadele etmek zorunda kalırlar.
Şiddetin türü ve derecesi ne olursa olsun, tüm ailelerden uzak olması dileğiyle.
1 Beğeni
Yazan Uzman
|
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.