2007'den Bugüne 92,307 Tavsiye, 28,219 Uzman ve 19,976 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Ben İnsan Değilmiyim
YAZI #7484 © Yazan Psk.Emine ARMAN | Yayın Ağustos 2022 ÇOK OKUNUYOR
İnsan olmak zor zanaat.Her şey programlandığı gibi gitmiyor. Aslına bakarsınız yaşadığımız tüm bu olan bitenin hissettirdiği korku ve kaygının temelinde, olayların kontrolünü elimizde tutamamanın dehşetini yaşarız. Anne karnında ekmek elden su gölden, adeta karnımızı doyurmak için bile kılımızı kıpırdatmadığımız bir dönemde, bir anda doğum sancısı başlar. Yola koyuluruz, ya da bir anda annemizin karnından çıkartılırız. Anlamını veremeyeceğimiz bir çok şey olur. Bir anda göbek kordonumuz kesilir ve içimizde tarif edemeyeceğimiz bir acı ile ilk nefesimiz alırız.

Elimizde meramımızı anlatacak ağlamamamızdan başka hiçbir şey yoktur. O ağlama hissi yavaş yavaş bir iletişim mekanizması haline dönüşür. Kasiyere verdiğimiz bedel mukabili karşılığında istediğimiz ürünü alır gibi, annemizden sütü , popomuza temiz bezi alırız. Ağlamanın gücünü keşfederiz. Ağlama ile elimizin kolumuzun hiç bir şeye gücünün yetemediğini bildiğimizden, hiç bir şeyi kontrol edemezken, içimizde yaşadığımız bebek olmanın dehşetini ,ağlayarak kontrol ederek, telafi mekanizması geliştiririz..

Büyüdükçe zihnimiz gelişip algılamalar arttıkça, o kuru alışveriş ilişkisi başka duyguların da içinde olduğu bir al ver ilişkisine dönüşür. İçimizde hissettiğimiz o açlık halinin nasıl bir şey olduğunu anlayamamamızdan, annemizin varlığının sürekliliğini bilebilecek bir algımızın henüz oluşmamasından, sevilecek, değer verilecek ya da büyüyüp bu acizlik ve çaresizliğin sonsuza kadar sürmeyeceğini bilemediğimizden, yaşadığımız şey tam bir cehennem halidir. Ağlayıp ihtiyaçlarımızı anında gören bir varlığın, hayatımızın içine dahil olduğunu bildiğimiz anda, bu anlık cehennemlerden anlık cennet hallerine yeniden geçiş yaparız. Meme emerken gülümseyerek minnetimizi, ısırarak kızgınlığımızı da araya sıkıştırırız bazen. Bütün bu olanları olanca tatlılığımızla yaparız.

Bizim dünyamızda hal böyleyken, anne baba olduğumuzda hiç de öyle sürekli bir cennet hali değildir bizim de yaşadıklarımız aslında. Daha çocuk istemeye karar verdiğimizde başlar kaygılarımız. İçinde bulunduğumuz şartlar ve iç dünyamız ne denli konforlu ise, bu kaygılarımızı o kadar az oranda yaşarız. Fakat durum tam tersi ise, bir yandan bir yavrumuz olması düşüncesi ,diğer yandan o yavruya bakım verebilme sorumluluğu arasında git geller yaşarız. Çocuğumuza bakabilcek miyiz? Çalışan bir anne miyim? Düzenli bir gelirimiz var mı? Evde çocuğumuzu bakarken, gerekli desteği yakınlarımdan görebilecek miyiz? Çocuğumun karnını doyurabilecek miyiz? Hasta olsa doktora götürebilecek miyiz? İyi bir eğitim aldırabilecek miyiz? Onu dünyadaki kötülüklerden koruyabilecek miyiz? Bütün bunların içinde maalesef ki, bir anne ve baba olarak etrafımızdakilere nasıl laf yetiştireceğiz ? Herkesin farklı bir biçimde yaşayabileceği kaygılar.

Bebeğin içinde yaşadığı kaygı, anne babanın dünyasında da aynı şekilde kaynamaya başlar. Karnı tok sırtı pek hali, ancak bir bebeğin erken zamanları için mutlu olmasına yetmektedir. Zamanla bebek ayna arar. Gülümseyen bir yüz, kendisine “ce” yapan birilerini. Aynı şekilde bebeğin gülümsediği anda, anne babanın yaşadığı mutluluk hali, tarif edilmenin çok ötesindedir.

Peki bu aynalama sırasında her şey yolunda gidebilecek kadar sistem mükemmel midir? Ta bi ki hayır. İnsan yavrusu ben merkezli doğar. Yani bir öteki kavramı henüz oluşmamıştır. Zaten anne karnında göbek bağıyla anneye bağlandığından, ilişkileri simbiyotik dediğimiz, birbirinden beslenen, birbirine bağımlı bir ilişkidir. Hal böyle olduğunda bebeğin zihninde, doğduğunda, henüz ayrı bir birey olduğu kavramı yoktur. Bu yüzden beklemeye tahammülsüzdür. Ağladım mı memem gelecek, ağladım mı altım değişecek, acıktım mı gece uyanacaksınız, keyfim yok kucağına alacaksınız, saat kaç olursa olsun ve siz ne yapıyorsanız yapın. Sizin de bir dünyanız olduğunu henüz anlayacak zihin yapım yok.

Ebeveyn olarak toz pembe hayallerle, bir gülüşüne dünyayı feda edebileceğimiz bir masumiyette o minik yavrumuzun hayatımızda ki varlığına hazırlanırken, olacak olumsuz durumlardan çok, mutlu olaylara odaklanırız. Diğer şeyler içinde, bir şekilde üstesinden geleceğimize inanırız çocuk yapmak istediğimizde.

Sonra ne olur? Ne anne baba makinedir, ne de bebek. İşin içine duygular girer. Bebek bakım verenleri her geciktiğinde, yavaş yavaş durumları içselleştirmeye başlar. Tabi karnını doyurup altını temizlemelerine rağmen, hala ağlayan bir bebeği susturamayan bir ebeveynde , aynı şekilde iç dünyasında fırtınalara kapılmaya başlamıştır. Ben bebeğime bakamıyor muyum? Yetersiz miyim? İyi bir anne değil miyim? Babalar içinde, durum farklı değildir.
Her istediği anında olmayan bebek, yavaş yavaş yeterince sevilebilecek bir varlık olmadığını, kabul görmediğini, varlığının önemsenmediğini hissederken, sonra ki deneyimlerle bu hissedişler arasında gelgitler yaşar. Bir papatya falı gibi, durum seviyor sevmiyor olayına dönüşürken, zamanla bu düşüncelerden biri galip gelir. Aynı korku ebeveynde de tetiklenir.

Aldığımız tuvalet eğitimi çocukluk yapımızın köşe taşlarından ikincisidir. Artık kontrol duygumuz ilk defa tamamı ile bize aittir. O güne kadar dışa bağımlı olan çocuk, ilk defa içinde her türlü kontrolün kendisine ait olduğu bir şeyi keşfeder. Anüsteki sfinkter kaslarının gelişmesi ile beraber, çocuk artık tuvaletini tutma ve bırakma gücünü elde etmiş olur. Bu dönemde uzlaşı olmadan, zorla verilecek tuvalet eğitimi, çocuğa hiç bir şeyi kontrol edemediğini deneyimleterek, yaşadığı acizlik, yetersizlik, değersizlik, kabul görmeme karşısında, kendine duyduğu öfkenin sonucunda, tam tersi bundan sonra daha fazla kontrol etmesi gerektiğini ya da hiçbirşeyi kontrol edemeyeceğini hissini yaşatır.

Çocuk kendi hakkında bir kanıya varır ve yaşamın sonraki dönemlerinde, davranışlarını bu kanı etrafında çerçevelendirir.Aslında hepimiz daha biz ortada yokken olan etkenlerden başlayarak ,bugünkü yaşamımıza kadar bir çok şeyden etkilenir ,etkiler, hem kendimiz; hem de hayat üzerinde yorumlama yaparız.

Öncelikle belirtmeliyim ki mükemmel anne babalık yoktur. Anne babalar bir robot gibi yalnız çocuğunun etrafında olması gereken varlıklar değildir. Annenin kendine ait bir dünyası, babanın kendine ait bir dünyası vardır ve o dünya da da bir çok şey olup bitmektedir. Hayatın üzerimize yüklediği başka roller, sürekli bizi çekiştirmektedir. Bize düşen, tüm bu rollerin içerisinde ebeveyn olduğumuzda o ebeveynliğin hakkını verebilmektir. Bir çocuğu düşünüp planladığımızda ve onu dünyaya getirdiğimizde, onu ve geleceğini teminat altına almak, maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamak bizim sorumluluğumuzdadır. Eksiklerimiz, sorunlarımız, anlaşamadığımız bir çok nokta olacaktır tabiî ki.

Çocuklarımızda bir robot değildir, onları proglamlamak istediğimiz bir biçimde karşılık vermeyebilirler. Aslında çocuklarımız zaten programlanmış, kendine has bir biçimde dünyaya gelmektedir. Önemli olan uzlaşmayı, ortak noktada buluşabilmeyi, hata yaptığımızda konuşup özür dilemeyi becerebilmektir. Bir ebeveynin esas gücü çocuğundan özür dileyebildiğinde başlar. Dozunda ve doğru bir disiplin, çocuğun yaşına uygun iletişim ve onların kendi potansiyellerini ortaya çıkaracak bir birey olarak, varlıklarını ortaya koyabilecekleri sağlıklı bir ortam oluşturmak önemlidir.

Ebeveynlik ve çocukluk genellikle iyi niyetle başlayan yolculuklardır; fakat, hayat karmaşıktır. Rolümüz ne olursa olsun- ki burada yalnız ebeveynlikten bahsetmiyorum- sevgili, arkadaş, karı koca, dost, çalışan v.s gibi insana ait tüm rollerde içimizde ki o ben merkezli çocuk sürekli, ihtiyaçlarının anında karşılanmasını, beklentilerine hemen cevap verilmesini, söylediklerinin hemen onaylanmasını, önemsenilmesini, sevilmeyi, koşulsuz kabul edilmeyi ister. Aynı şeyi karşımızdaki kişi de istemektedir.İnsan olmanın bir biçimidir bu. İki kişinin ya da daha fazla yapının olduğu yerde hal böyle olduğunda, narsistik yapımız ciddi bir kırılganlık yaşar.

Herkesin olası çatışmalarda vereceği tepki , geçmiş yaşamımızdaki otorite- itaat arasında şekillenen narsistik tohumun yapısına bağlı olarak değişir. Benden bize geçmek hiç kolay değildir. Gelişim sabır,zaman, sebat, merak, anlayış,kavrayış,sorumluluk, hepsinden önemlisi cesaret ister.Çünkü içimizde ki o ben merkezci narsistik tohuma karşı insan kalma mücadelesini vermek basit bir iş değildir.
Reddedildiğimizde, eleştirildiğimizde, onaylanmadığımızda,kısıtlandığımızda, istenilmediğimizde, yargılandığımızda, kabul görmediğimizde, işte o yaşadığımız bebeklikteki dehşet yeniden uyanabilir. Herşey bilinç dışımızda kayıtlıdır çünkü . Ne kadar medeni bir biçimde, hayatın içerisinde tutunmaya çalışırsak da, içimizde ki o bebeklikten gelen hayatta kalma dürtümüzden dolayı, olması gereken ve bu yüzden bizi kendi ihtiyaçlarımıza odaklayan narsistik o tohum, olası tüm bu durumlarda yeniden yeşerebilmektedir. Hayata dair savunma biçimlerimiz buna göre şekillenmektedir.

Kimse “yalnız ben” diyen narsistik tohumdan muaf değildir. Bir bebek ” ben” dediği için hayatta kalır çünkü. Fakat daha sonra içselleştirdiğimiz yaşantılar, maruz kaldığımız durumlar, o tohumu farklı seviyelere taşır. Kimimiz de belki hala bir tohum, kimimiz de bir filiz, kimimiz de bir fidan, kimimiz de bir ağaç, kimimiz de de başka ağaçları düşünmeyecek kadar kök salıp, başkalarına nefes alacak alan bırakmayacak kadar kökleri ile bahçenin her yerini işgal etmiş.

İnsan olmak zor zanaat sevgili dostlarım. Hem de çok zor. Ol demekle öyle kolay olunmuyor. Sağlıklı bir aile de büyümek, sıfırdan tertemiz bir evde yaşamaya benzer, olan kirler çabucak silip süpürülür. Daha az sağlıklı ya da sağlıksız ailede yaşamak ise eskimiş veya virane bir evde, hem tadilat yapmak zorunda olup; aynı zamanda orada yaşamaya çalışmak demek. Atılacak ,taşımak zorunda olduğunuz ne çok moloz ve yeniden taşıyıp öreceğiniz ne çok duvar, sıvayıp döşemeniz gereken ne çok seramik, takacağınız ne çok kapı pencere var. Üstelik her yer tıka basa eşya doluyken.

Dehşet verici bir ailede yaşamak ise, kışın ayazında bulabildiğin bir kovukta yaşamaya benzer. Derdiniz donmadan ölmekten korunup, hayatta kalmak ve yalnız karnını doyurabilmeyi dert etmek demek. Bu kişiye gidip de yapılan entelektüel konuşmalar, o tir tir titrerken , karnı guruldarken, kulağına girer mi? Biz ohalde, o kovukta olsak ;kulağımıza girer mi? O anda gerçekten ihtiyacımız olan şey ne?
Hayatta kalma dürtüsü tüm o beklentilerin üstündedir ve herkes çocukluğundan itibaren öğrendiği hayatta kalma biçimlerini deneyimler. Bu yüzdendir insan olarak, hepimizin farklı biçimlerde hayatta tezahür etmemiz, bu yüzdendir hepimizin farklı kimlikler geliştirmemiz. Doğduğunda çöpe bırakılan bir bebekle , özenle bezenle beklenen, tüm sülalenin gün sayarak karşıladığı bir bebeğin geleceği ne kadar birbirine benzeyebilir.

Yine de hayata dair bilebileceğimiz şey, hayatın mucizelere de gebe olduğudur. Doğduğunda çöpe bırakılan bir bebeği , verildiği kurumda karşılayan sıcak şefkatli bir el, ya da o hep beklenen bebeğin doğarken yaşadığı bir olumsuzluk, bu iki insan yavrusunun hayatın seyrini de değiştirebilir.Kim bilebilir?

Hayata dair anlamların kesin çizgisi yoktur. Bu yüzden zordur insan olmak, insan kalmak. Önyargılarımıza sıkı sıkıya tutunmamızın altında bu belirsizliğin dehşetinden kaçmak vardır. İnsan olmak hepimizin yüklendiği bir sorumluluktur. Bazı olaylar bizim kontrolümüzdedir; bazıları değil. Hepimizin belirsizliğin ve kaygının içinde yaşadığı bu günler, hayatta kalma dürtümüzün yeniden daha kuvvetli bir biçimde aktive olduğu bir dönemdir.

Hepimizin kısıtlanmanın etkisi ile, hani o hep ben diyen, isteklerinin hemen olmasını isteyen, özgürlüğüne düşkün o içimizde ki çocuğu, şimdi kendimiz hakkında neler hatırlatıyor bize. Acı anlar bizi en çok geliştiren, bizi bir başka “ben”e dönüştüren, olan sorumsuzluklarla ya da dayanışmalarla “biz” diye bir şeyin olduğunu da gösteren, hayatımızın seyrinin akışını başka bir tarafa kaydırabilen olaylardır. Hepimizin bu küresel salgından hissesine düşen bir acısı, bir derdi muhakkak vardır.

Sevdiklerimize bir şey olmadan, sağlığımız yerinde, insan, hayvan, toprak, deniz ve atmosfer için daha güzel bir dünya olmasını diliyorum. Hep birlikte güzel yarınlarımız olsun.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Emine ARMAN Fotoğraf
Psk.Emine ARMAN
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi33 kez tavsiye edildi
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Emine ARMAN'ın Yazıları
► İnsan ve İletişim Psk.Dnş.Muhittin DAR
► İnsan Değişir mi ? Psk.Berivan ŞENTÜRK
► Tükenen İnsan Psk.Özlem AKKEL
► İnsan Olmak... Öznur SİMAV
► Sosyal İnsan Psk.Ziya ÜNLÜTÜRK
► Yalnız İnsan! Psk.Füsun BUDAK
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,976 uzman makalesi arasında 'Ben İnsan Değilmiyim' başlığıyla benzeşen toplam 26 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
◊ Boğazdaki Lokma Ağustos 2022
◊ Sen Cahilsin Ben Değil ÇOK OKUNUYOR Ağustos 2022
◊ Acıdan Geçmek Ağustos 2022
◊ Sevecekmisin Beni Ağustos 2022
◊ Galıleo’nun Ahı Tutar Mayıs 2015
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


00:38
Top