2007'den Bugüne 92,307 Tavsiye, 28,219 Uzman ve 19,976 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Alfred Adler- Bireysel Psikoloji
MAKALE #11383 © Yazan Uzm.Psk.Dnş.Özkan KENARLI | Yayın Eylül 2013 | 66,190 Okuyucu ÇOK OKUNUYOR
ALFRED ADLER BİREYSEL PSİKOLOJİ

Özkan Kenarlı

ARAŞTIRMA RAPORU
Danışman:Yrd.Doç.Dr. Baki DUY


T.C
İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Eğitim Bilimleri Eğitimi Ana Bilim Dalı
Malatya-Ocak 2010

GİRİŞ

TEMEL FELSEFESİ

İnsanoğlunun ilerlemesi mümkün mü, muhtemel mi, imkansız mı, yoksa kesin mi sorunu, bugün herkesi her zamandan daha çok ilgilendirmektedir. Bununla birlikte, daha başlarken, ilerleme sözcüğünün tanımında bile anlaşmazlık vardır. Nedeni, herhalde insanların çoğu zaman genel bir yaklaşımın daha geniş faktörlerini gözden kaçırmalarıdır. Bilimsel sorunlarda dahil olmak üzere tüm sorunlara genellikle dar olan kendi kişisel açılarından bakmaları olmaktadır. Aynı durum, ilerleme kavramı için de geçerlidir (Adler,1993).

Herkes tüm deneylerini ve sorunlarını kendi anlayışına göre değerlendirir. Bu anlayış çoğu zaman gizli bir varsayımdır ve bunu bireyin kendisi bilmemektedir. Bilim adamlarının bile, özellikle düşünürlerin, sosyologların ve psikologların bile bu ağa yakalanmaları hem gülünç, hem de aynı zamanda hazindir. Bireysel ruhbilim de, kendi varsayımlarına, kendi hayat tarzına sahip bulunduğundan, bu kurala istisna oluşturamaz. Tek fark Bireysel Psikoloji’nin bu durumun tamamen bilincinde olmasıdır (Adler, 1993).
İnsan, bir başka doğal özellik olarak, ‘‘yaratıcı benlik’’ kavramıyla yüklüdür. Yaratıcı benlik, insanın gelişim dinamiğinin temel itici gücüdür. Kişinin olmak isteği yaşantılara, amaçlara yönelik istekler güdüsüdür. Benlik sürekli olarak kişinin kendine özgü yasam biçimine, tekliğine uygun olarak, doyum sağlayabilecek yaşantılar arayışı içindedir. Bu arayış kişinin özgünlüğü, benzersizliği temelinde gelişir, bu nedenle de bir başkasından ayırt edici özellikler taşır. Kişi yasam biçimine doyum sağlayabilecek yaşantıları bulamadığı zaman, yenilerini, başkalarını üretir ( Topses, 2003).


Adlerin Hayatı

Alfred Adler, 7 Şubat 1870’ de Viyana’da dünyada geldi. 28 Mayıs 1937’de İskoçya’da konferans verirken öldü Ticaretle uğraşan bir ailenin ikinci oğlu idi. Adler çocukluğunda zayıftı. Raşitizm hastalığına tutulmasına rağmen canlı ve uysaldı. Daha küçük yaşında ’’ölümle savaşmak’’için doktor olmaya karar vermişti. Ölüm zaman zaman onun üzerinde büyük etkiler yapmıştı (Yanbastı,1996).

Adler lisede iken pek iyi bir öğrenci olarak tanınmıyordu. Matematikte başarısızdı. Matematik öğretmeni ondan memnun değildi. Ailesine, Adler’in bir kunduracının yanına çırak verilmesini tavsiye etmişti. Adler’in babası bu tavsiye’yi dinlememiş, tersine oğlunu daha çok çalışmaya teşvik etmişti. Adler bu olayı anlatırken şöyle diyordu: ‘‘Eğer babam öğretmenimin tavsiyesine göre hareket etmiş olsaydı, belki de iyi bir kunduracı olurdum. Fakat yaşadığım sürece ancak bazı kimselerin gerçekten iyi matematikçi olabileceklerine inanırdım.’’

Gerçekten ‘‘zeki olmayan öğrenci ’’ kısa bir süre içinde sınıfın en iyi matematikçisi olmuştu. Daha çocukluğunda rasyonalist bir düşünceye sahipti. Shakespeare’in eserlerine karşı sonsuz bir hayranlık duyuyor ve onun insanı tanımada eşsiz olduğuna inanıyordu.

Politik ekonomi ve sosyoloji onu spekülatif felsefeden daha çok ilgilendiriyordu. Bununla beraber, doktorluk onun için her şeyden daha çekiciydi. Bunun için lise öğreniminden sonra girdiği Tıp Fakültesi ile Adler’in yıllardan beri beklediği gün geldi. Adler, tıp fakültesini bitirdi. 1895 yılında Viyana üniversitesi’nde doçent oldu. Göz hastalıkları ve iç hastalıkları mütehassısı oldu. Fakat göz hastalıkları ile uğraşmak onu pek tatmin etmiyordu. Adler daha ziyade sinir hastalıkları üzerine çalışmak istiyordu. Bu isteğini gerçekleştirdi ve sinir hastalıkları doktoru oldu. 1898’de Terziler Derneği için hazırladığı ‘‘Sağlık Kuralları’’ eseri onun sosyal sağlığa ne kadar önem verdiğini gösterdi. Adler bu eserinde şunları söylemektedir: ‘‘Bu küçük eserde ekonomik durumla bir mesleğin hastalıkları arasındaki sıkı münasebetleri ve düşük hayat seviyesinden gelen halk sağlığı tehlikelerini göstermeye uğraştım….’’

19 ncu yüzyılın sonunda Adler, Freud ile tanıştı . Freud’un düşmanlarına karşı açıkça savunmasına rağmen, dehasına inandığı Freud’la bazı noktalarda anlaşamıyordu. Sinir hastalıklarının cinsellikten meydana geldiğini kabul etmiyordu. Bu yüzden Freud ile Adler arasında çatışmalar oldu. Psikoloji ve genel olarak, bu iki büyük bilginin anlaşamamalarında birbirlerine yakınlık duymamaları da önemli rol oynamıştır. 1904 den itibaren Adler, Freud’dan ayrılmak istedi. Fakat Freud bunu önledi. Böylece iki bilgin bir süre daha işbirliği yaptılar (Yanbastı,1996).

1907 yılında Adler ‘‘Organik Yetersizlikler’’ adlı kitabını yayımladı. Gerek Freud, gerekse Freud’un görüşlerini paylaşanlar tarafından hiç de iyi karşılanmayan eser, Adler’in hazırladığı, ‘‘insanın bilimsel tanınması’’ nın biyolojik ve fizyolojik temellerini oluşturuyordu. Adler klasik kalıplaşmış ‘‘hastalık’’ kavramını bir yana bıraktı. Hastalığın organik bir yetersizlikten ve dıştan gelen bir etkiden meydana geldiği görüşünü ortaya attı. Adler’e göre bir kısmın veya tamamının, gerektiği gibi gelişmeyen organ yetersizdir. Organik yetersizlikler ırsidirler. Organik yetersizlikler ruh dünyasında aşağılık duygusu oluştururlar. Bu duygu bireyi üstünlüğe doğru iter. Bireyi korunmaya, ödünleyici bir güvenliğe zorlar.

1908’de Salzburg’da yapılan psikanaliz kongresinde Adler ve Freud arasındaki prensip anlaşmaları açık bir şekil aldı. 1911 Nurenberg kongresinde Adler ‘‘ Freud’un ruh hayatının cinsel nazariyesinde tenkidi’’ adlı bir konuşma yaptı. Freud bu konuşmaya cevap vermedi. Adler de Viyana psikanaliz derneğinden tamamıyla çekildi (Yanbastı, 1996).

Freud’a göre insan içgüdülerinin, arzularının, isteklerinin ve eğilimlerinin bir oyuncağıdır. İnsan, kendisine etki eden içgüdüsel güçlerle yönetilmelidir.
Adler’e göre ise insanı değerli kılan şey bir amaçtır. Bu amaç insanın düşünceleri, duyguları ve davranışları üzerinde etki yapar. Daha doğrusu, insanın düşünceleri, duyguları, davranışları bu amaca göre şekillenerek, içerik kazanır.

Freud ile Adler’ in anlaşamamalarında rol oynayan en önemli sebep, Freud’un insan hayatında haz prensibinin en önemli rol oynadığını, Adler’in ise bu işin ereklik arzusu tarafından yapıldığını kabul etmiş olmasıdır.

Adler’e göre insan denen varlık, bütünü ile bir amacın etkisi altındadır. Bu amaç, üstünlüğü, erekliliği sağlamaya çalışır. Başkalarını geçmek şeklinde kendini belli eder. İnsan yaşadığı sürece, bütün çağlarda ve yaşlarında daima herkesten daha üstün olmak, güçlü, erekli görünmek arzusunu duyar. Cinsiyet; insan hayatında her zaman rastlanan bu özvarlığı değerlendirme arzusu, her an daha yeterli ve mükemmel varlık haline ve kendini aşmada sadece ereklilik amacının bir öğesidir. Cinsiyet insan hayatını değerlendiren tek temel kaynak değildir. Cinsiyet olsa olsa, egemenlik arzusunun gerçekleşmesine yardım eden bir güçtür. İnsan cinsiyet eğilimini gerçekleştirirken erekliğini göstermek arzusu duyar. Kendisini beğendirmek ister. Bazı kimselerin cinsiyet bakımından vaktinden önce gelişmelerinin, sevmek, sevilmek ihtiyacını fazla duymalarının nedeni, başkalarından üstün, başkalarına egemen olma isteğidir. Haz duygusu egemenlik duygusundan meydana gelir. Memnuniyetsizlik duygusu ise, ereksizlik duygusunun bir eseridir (Yanbastı,1996).

Freud’a göre sinir hastalıkları çoğu zaman, doğrudan değil, dolambaçlı yollarla gerçekleşmeye çalışan cinsiyet içgüdüsünden doğar. Adler bu hastalıkların aşağılık duygusundan meydana geldiğini söylemektedir. İnsanın kader karşısındaki durumunun üç ana probleme bağlı bulunduğunu kabul etmektedir :Sosyal Hayat, Meslek, Aşk Problemi…

‘‘Bireysel Psikoloji Derneği’’ nin kurulduğu 1912’den itibaren Adler okulu gelişmeye devam etti. Freud’un görüşlerini anlattığı Viyana Üniversitesi Adler’e görüşlerini açıklama imkanı vermedi. Kolay yılmayan Adler, evinde görüşlerini yaymaya çalışarak, görüşlerinin herkes tarafından anlaşılmasına uğraştı. Adlerciliğin fazla ilgi toplamasının nedenlerinden biri de, eğitime kolaylıkla uygulanabilmesiydi (Yanbastı,1996).
Adler’in en önemli eserleri : Organik Yetersizlikler, Sinirli Mizaç, Tedavi Etmek veya Aydınlatmak, Pratik ve Nazari Bireysel Psikoloji, İnsanın Tanınması, Bireysel Psikoloji Tekniği, Hayatın Manası
’’Organik Yetersizlikler’’ adlı eser, bütün Adler nazariyesinin ana konularını işlemektedir. Adler burada çeşitli organların anatomik ve fonksiyonel değerinin bağıntılığı üzerinde durmaktadır. Organlardaki yetersizliklerin ödünleme yollarını aradıklarını belirtmektedir.
‘‘Sinirli Mizaç’’ aşağılık duygusunun kaynağını, gelişmesini ve sosyal ödünlemesini incelemektedir.
‘‘İnsanın Tanınması’’ Adler psikolojisinin temellerinin yansıtmaktadır. İnsanlar arasındaki ilişkileri iyileştirme yollarını göstermekte insan hayatının nasıl düzenlenmesi gerektiğini anlatmaktadır.
‘‘Hayatın Manası’’ organik maddenin esnekliği, uygunluğu ve savunma mekanizmaları hakkındaki düşünceleri özetlemektedir. İnsanda bu imkanlar arasında organik maddenin en yüce fonksiyonu olan, ruhsal fonksiyonun yer aldığını açıklamaktadır. Adler bu eserinde ruh hayatını yöneten kanunlar üzerinde durmaktadır. Aşağılık duygusunun ödünlenmesini dinamizmasına izlemektedir. İnsanın kendi varlığı ve dünya hakkındaki görüşü, hayat stilini araştırmaya elverişli psikolojik yollar, hayat problemleri, vücut ve ruh problemi, morfoloji, dinamizma ve karakter, aşağılık kompleksi, üstünlük kompleksi, başarısızlık tipleri, sinir hastalığı, cinsel sapmalar, hayatın manası gibi çok önemli konuları yepyeni bir görüşle ele almaktadır.

TEMEL KAVRAMLAR

İnsan Doğasına Bakış

Adler Freud’un temel teorilerini altüst etmiştir. Çünkü Freud’un önemle üzerinde durduğu biyolojik ve içgüdüsel belirleyicileri aşırı derecede sınırlayıcı bulmaktadır.Adler, Freud gibi bireylerin, yaşamın özellikle ilk altı yılının kişilik gelişiminde önemli olduğuna inanır. Adler’in ilgi odağı, bireylerin geçmişi ne şekilde algıladıkları ve ilk karşılaştıkları olaylara ne şekilde yorum getirdikleridir (Corey,2008).

Adler’e göre;
• Davranışlar insanın geleceğe yönelik amaçları tarafından belirlenir,
• Her insanın bir yasam biçimi vardır. Yasam biçimi her insanın tek ve özgün olduğunu açıklayan bir ilkedir,
• İnsan doğduğu andan itibaren diğer insanlarla iç içedir. Bundan dolayı Bireysel Psikoloji bir sosyal psikoloji kuramı olarak da nitelenebilir,
• Birey incelenirken, onun olayları nasıl algıladığına ve diğer insanlarla ilişkilerinde kendisini nasıl değerlendirdiğine önem verilmelidir.
Adler kişiliği çevrenin (sosyal belirleyiciler) belirlediğini savunur. İnsan öncelikle sosyal dürtülerle motive olur. Geçmiş yaşantıların önemi yoktur. Önemli olan kişinin geçmişteki algılarıdır ve bu algıların bugünkü yasamı nasıl etkilediği önemlidir. İnsan davranışlarının bir amacı ve bir hedefi vardır. Freud gibi, bilinçaltı süreçlerin kişiliğin merkezini veya kişiliğin oluşmasındaki önemini Adler pek benimsemez. Adler kişiyi kendi seçimlerini yapabilen, sorumluluk alabilen, hayatı anlamlandırabilen ve mükemmele ulaşmak için çabalayan biri olarak görür ( Topses, 2003).
Adler’e göre davranışların ortaya çıkış nedenleri bireyin çevresindeki olaylarda aranmamalıdır. Bireyin değer yargıları, geliştirmiş olduğu tutumlar, ilgi alanları ve düşüncelerdir. Davranışların oluşumunda çevredeki gerçek olaylardan çok, bireyin onları nasıl gördüğü ve yorumladığı önemlidir (Özdogan, 2000).
Adler’e göre, benlik ‘yaratıcı’ benlik kavramıyla anlatılır. Yaratıcı benlik, insan doğasına özgü bir özelliktir. Çünkü her insan, kendini yapmak, oluşturmak, geliştirmek ister. Her bireye özgü ve yaratıcı benliği içeren yasam stratejisi (stil) vardır.
Birey için güvenilir, anlamlı ve doyumlu bir yasam olmadığında; birey, kendini geliştirmek için ‘yaratıcı ben’ini devreye sokar. Çünkü yaratıcı ben, bireyin yasamı daha anlamlı, doyumlu, güvenilir yapmanın ve bireyin kendisini geliştirmesinin ön koşulunu oluşturur (Topses, 2003).
Adler’e göre, kişiliğin merkezinde bilinç bulunur. Bilinç, bireyin amaçlarının düzenleyicisidir. Bu amaçlardan birincisi güçlü olma, üstün olma duygusudur. Başkalarından üstün olma istemidir. Bu istek, aynı zamanda, bireyin kendini gerçekleştirmek isteğinin temel itici gücü olarak yorumlanır. Adler’in ‘yaratıcı benlik’ kavramı, Carl Rogers’in basını çektiği Hümanistik Psikoloji’nin geliştirdiği ‘kendini gerçekleştirme’ kavramının kaynağını oluşturur (Topses, 2003).

Gerçekliğin Subjektif Olarak Algılanması:

Adler dünyayı diğer bir deyişle ortadaki gerçeği danışanın dünyasından görmeye çalışır (empati). Adler’in davranışları inceleme yönteminde, algıları, düşünceleri, amaçları ve diğer öznel tepkileri üzerinde kişiyi konuşmaya yöneltme biçimi bulunmaktadır.İnsanı yanıltan gerçekler değil, onları algılamadaki yanlışlardır (Adler,1985).
‘‘Sübjektif gerçek’’ bireyin algılarını, düşüncelerini, duygularını, inançlarını, yargılarını ve sonuçları kapsamaktadır. Davranış, bu sübjektif bakış açısının üstünlük sağlayan yönüyle anlaşılmalıdır (Corey, 2008)

Aşağılık Duygusu (Yetersizlik Duygusu):

İnsan düşünebilen, sorumluluk alabilen yapıcı bir varlık olarak tanımlanır. İnsanoğlu dünyaya eksiklik duygusuyla doğar. Eksiklik duygusu yaratıcılığı getirir. Çocuğun ilk altı yılı aşağılık duygusunun kompenzasyonu (dengelenme) için çok önemlidir (Adler, 1930).
Topses’e (2003) göre, patoloji, eksiklik duygularının karmaşaya (kompleks) dönüşerek, abartmalı ya da yapay bir biçimde ortaya çıkması sonucu oluşur.

Üstünlük Duygusu (Kusursuzluk Ereği):

Eksiklik duygusu ile mücadele etmek, yani üstünlük çabası insanın yaratılısında vardır. Bu duygular evrenseldir, herkeste vardır ve normaldir. Bu duygular bireyin ölümüne kadar sürer. Birçok insan böyle bir duygunun varlığını kabul etmek istemez. Çünkü eksiklik toplumsal ölçütlere göre arzu edilmeyen bir durumdur. Ne var ki, insan değerlendirme yaptığı durumlarda eksiklik duygularıyla yüzleşmek zorunda kalır. Benzer değerlendirmeler ve bunun sonucu yaşanan duygular çocuk için de söz konusudur.
Eksiklik can sıkıcı olduğu kadar olumlu bir acıdır. Boşalım arayan gerilim durumuna benzer. Eksiklik duygusu; insanın kendisi yetersiz bir varlık olarak algılaması ya da düşünmesi ve buna eslik eden gerginlik ya da tedirginlik gibi olumsuz duygulardan oluşur. Eksiklik bazen yüz yüze gelindiği durumlarda fark edilir. Davranışları güdülmeyen bir güç olarak bireyin eyleme geçmesini sağlar.

Adler tarafından kullanılan ‘‘üstünlüğün’’ diğerlerine karşı kazanılan üstünlük anlamına gelmediğini de unutmamak gerekir. Daha çok, algılanan düşük konumdan, algılanan daha yüksek bir konuma, yani hissedilen eksiden, hissedilen artıya ilerlemek anlamında kullanılmıştır (Corey, 2008).

Amaçlı ve Hedefe Yönelik Davranış:

Bireysel Psikoloji, tüm insan davranışlarının bir amacı olduğunu ileri sürmektedir. İnsanlar kendileri için hedefler belirlerler ve davranış bu hedef doğrultusunda gerçekleşir (Corey, 2008)

İnsanlar, kavramları yasamın karmaşası içinde yolunu bulabilmek için yaratır. Kendine özgü imgelenmenin ürünü olan bu düşünceler, yasamın amaçlarını saptar, duygu ve davranışlarını da bu amaca doğru yönlendirir. Adler bunun için imgelemsel amaç (Fictional goal, fictional finalism) terimini kullanır. Bu kavrama göre davranışlar insanın, geleceğe yönelik amaçları tarafından belirlenir. Terapist kişinin amaçlarını bilirse, onun hangi davranışları gösterebileceğini önceden kestirebilir. Adler’in burada tanımladığı, nesnel bir gerçek olmayı, kişinin o anda varolan geleceğe yönelik düşünce ve beklentileridir (Corey, 2008).

Kişiliğin Bir Parçası Olarak Kompleks (Karmaşa) Kuramı:

Adler’e (1985) göre, insanın amacı bilinirse, kişiliği de çözülebilir, çünkü onun hayat görevlerine karsı tepkisinin çerçevesi bilinmiş olunur. İnsanın genel davranışının bir kısmı, psikolojik komplekslerin gelişmesidir. Kompleks elbette ki somut bir şey değildir ancak, anlamlı şekilde aynı doğrultuya yönelmiş olan bir çok hareketi karakterize eder. Sahibi tarafından anlaşılmaz, fakat onun tarafından kullanılır. Herkeste bulunur. Davranışları komplekslere dayanmayan insan yoktur.

Toplumsal İlgi Tipolojisi ve Toplumsal İlgi :

Toplumda bireylerin birbirleriyle kurdukları başarılı ilişkiler ve diğerleriyle yapıcı yönde ilgilenmek ruh sağlığa temel göstergesidir. Adler’in ‘Toplumsal İlgi’ adını verdiği davranışlar dizisi, ruh sağlığı yerinde olan bir insanın toplumla beraber yasayabilmesi için kesinlikle olması gereken bir süreçtir. Bu tür davranışları geliştiremediği durumlarda kişilik bozukluğu söz konusudur. ‘Toplumsal İlgi’ aslında doğuştan var olan, doğumdan sonraki duyu organlarının gelişimiyle gündeme gelen bir yetenektir ve kendiliğinden ortaya çıkar ki anne-bebek ilişkisi buna en bariz örnektir. Kendisi dışındakilerin farkında olmayla çocukta baslar. Anneyle başlayan yakınlık sevecenlik oyuncaklara, arkadaşlara yönlendirilir. Sosyal ilgi; başkalarını tanımak, onlara ilgi göstermektir. Freud’un ‘Ego’ kavramını Adler ‘Benlik’ olarak tanımlar. Adler’e göre insan aslında dost ve yardımseverdir. Benmerkezcilik, çocuğun çevresiyle etkileşimde öğrenmediği kusurlu bir davranıştır. Adler’e göre toplumsal duygunun eksikliği ya da yokluğu normal dışı davranışların temel belirtisidir. Çevresi tarafından sömürülen ve itilen çocuk diğer insanlara karsı sevecenlik geliştiremediği gibi, amaçlarını da diğer insanların çıkarlarına karsın bir biçimde tasarlar. (Topses, 2003).

Topses’e (2003) göre, toplumsallaşma sürecinde, sağlıklı toplumsallaşmanın temel ölçütleri olarak kabul edebileceğimiz özellikler su baslıklar altında toplanabilir:

1. Kendini olumsuz ve olumlu özellikleriyle kabul ettiği gibi, başkalarını da olumlu olumsuz özellikleriyle kabul edebilme,
2. Genel bir yaklaşım olarak başkalarının varlığını yargısız ve eleştirisiz olarak algılama,
3. Kendisinin yanında, başkalarının da hak ve özgürlüklerinin olduğunu kabul etme,
4.Karşılıklı alışveriş, işbirliği, paylaşma davranışlarını sıkça gösterebilme,
5. Başkalarıyla olan ilişkilerinde anlayış ve empatim davranış geliştirebilme,
6. Kendi kendisiyle olduğu kadar başkalarıyla olan ilişkilerinde iletişim kanallarını açık ve saydam olarak sergileyebilme,
7. Aşırı genellemeci; toptancı, kalıp yargılardan uzak olabilme, İnsan davranışlarının nedenlerine ilişkin görüş ve anlayış geliştirebilme,
9. Başkalarının yanında kendini güvenli, özgür ve özerk hissedebilme.

Hayat Tarzı (Yaşam Stili) :

İnsan bir “bileşim=birlik” olarak yaşamını sürdürür. Bireysel Psikoloji’nin bas görevi, her bireydeki bu birliği kanıtlamaktır. Bu birliğe “hayat tarzı” denilmektedir. Hayat tarzı çocukluğun ilk altı yılında algılamalar ile oluşur ve her birey için özgündür (Adler, 1985).
İnsan ilk altı yılından sonraki yaşamında bu ilk yıllarda oluşturduğu yasam biçimine uygun şekilde davranışlarda bulunur. İnsan sonraki yasamın kendine özgü yasam biçimlerine anlatım bulabilmek amacıyla yeni yollar geliştirse de, genellikle bunlar ilk yıllarda oluşan temel birimin devamı niteliğindedir. Adler insanı yasam içinde birer aktör ya da aktris veya üreten bir varlık olarak görür. Adler’e göre insanın en önemli ayırıcı niteliği, bütünlüğünü ve özgünlüğünü koruma çabasıdır. Kişi ara sıra uygunsuz ve sapkın davranışlar gösterse de, davranışlarına belli bir tutarlılığı sürdürmek için çabalar.
Kişilerin kendine özgü yasam biçimleri asla diğer bir kişiyle aynı değildir. Yeryüzünde insan sayısı kadar yasam stili vardır. Adler, çevrenin birey üzerindeki etkisi üzerinde de durur. İnsan doğduğundan beri sosyal bir varlıktır ve ailesinden, arkadaşlarından, çevreden etkilenir. Bu etkileniş onun yasam stilini meydana getirir.
Her ne kadar özellikle yaşamın ilk altı yılında yaşananlar sahip olduğumuz biricik stili oluştursa da, bundan sonraki yaşamımızdaki olaylar kişilik gelişiminde önemli bir role sahiptir. Yaşanan olayların kişilik üzerinde olumsuz etkileri yoktur. O olayları yorumlama biçimi kişiliği şekillendirir (Corey, 2008).

Doğum Sırası ve Kardeşler Arası İlişkiler:

Küçük yasların açık kıskançlığı, yas ilerledikçe üstü örtülü olarak, çekişme ve anlaşmazlıklar biçiminde sürer gider. Ana ve babanın, kıskançlığı en uygun yollardan ele aldığı, ayırım gözetmediği evlerde bile, belli ölçüde yarışma ve çekişme vardır. Kıskançlık gibi, kaba ve yıkıcı olabilen bir duygunun yarışmaya dönüşmesi, önemli bir gelişmedir. Bunu sağlayabilen ana ve baba başarılı sayılmalıdır. Bununla birlikte, kardeşler arasındaki çekişmenin, ara sıra alevlenmesi de olağandır. Çünkü kardeşler hem birbirine bağlıdırlar, hem de karsıdırlar. Özellikle ana baba yanında birbirinden yakınmaları ya da çekişmeleri en üst düzeye varır. Oysa yalnızken daha az çekişirler. Hele dışarıda birbirlerinin koruyucusu kesilirler (Yörükoğlu, 2003).

Çocuğun hayat tarzının gelişiminde kardeşleri ile mücadeleye girmesinde (aşağılık/üstünlük kompleksleri nedeniyle) kendisine ait sıcak aile ortamının artık kaybedildiği zannı başrolü oynar ve ilişki ile birlikte mevcut ruhsal yapı farklı bir yapıya döner. Bu durumda her kardeşin doğum sırası ve hatta cinsiyeti bu mücadele için farklılık yaratır. Tespit edilen önemli doğum sıraları şunlardır: 1. Oldest (En büyük kardes), 2. Second of only two (İki kardeşten küçüğü), 3.Middle (Ortanca Kardes), 4. Youngest (En küçük kardeş), 5. Only (Tek çocuk). Mücadele kendinden önceki ve/veya sonraki kardeşle olmakla beraber, üstünlük için yarış mantığı temel öğedir. Özellikle toplumsal ilgi gelişiminin en zayıf oluştuğunun tespit edildiği çocuklar en küçük kardeş ve tek çocuklardır (Adler, 1930).

En Büyük Kardeş:

Genellikle ilginin odağında olmuştur. Ailenin ilk göz ağrısıdır ve en fazla ilgi ona gösterilmiştir. Fakat bu durum yeni bir kardeşin doğumu ile son bulur. Artık ilgi yeni bebeğe yönelmiş ve o tek olma özelliğini yitirmiştir. Yeni gelen bebek onun alışmış olduğu sevgiyi çalmıştır ve paylaşmaya alışmalıdır. İlk çocuğun gelişi eşlerin toyluk dönemine rastlar. İlk gebelik ve ilk doğum eşler için en heyecanlı olaydır. Evliliğin bu ilk ürünü, en yüksek beklentilerle karşılanır. Eşler en çok ilk çocuklarını kendilerinin bir örneği gibi görmek eğilimindedirler. Bu sakınca yanında, ilk çocuğa verilen önem ve ana babanın gösterdiği yakın ilgi toyluklardan doğan yanılgıları önemsiz kılabilir (Yörükoğlu, 2003).

Bağımlı olmaya, çok fazla çalışmaya ve hep önde olmak için çaba göstermeye eğilimlidir. Sahneye bir kardeş çıktığında, kendini ilgi odağının dışında bulur. Artık tek veya örnek değildir. Yeni gelenin, adeta davetsiz misafir olarak, alışık olduğu sevgiyi elinden aldığına inanmaya hazırdır (Corey,2008)

İki Kardeşten Küçüğü:

Doğdu günden beri ilgiyi öbür çocuk ile paylaşmaktadır. En tipik özelliği büyük çocuk ile sürekli bir yarış içinde olması ve genel olarak her zaman tetikte olmasıdır (Corey ,2008). Onu geçmeye çalışır ve bunu iyi öğrenir. İkinci çocuğun mücadele etmesi gereken başka bir durum daha vardır: kendisinden büyük ve güçlü olan kardeşiyle ve kendinden sonra gelen kardeşin yarattığı sorunla bas etmek zorundadır. Bu nedenle ikinci çocuk diğer kardeşleri kadar yetenekli olmadığı inancı geliştirebilir. Bunun için yaşıtlarıyla da sürekli yarış halinde hissedebilir. İkinci çocuktaki yeteneklerine karsı oluşmuş şüpheleri, onun ilerideki yaşamında tepkici, başkaldırıcı ve kendisini asma içinde olmasına sebep olabilir ya da tam tersi bir durum söz konusu olabilir. Yenilgileri kabul eden, ezik ve karamsar bir kişilik geliştirmesine sebep olabilir. İkinci kardeşin aileye katılısı, daha az heyecanlı, daha olağan sayılan bir olaydır. Karıkoca, ana ve baba rollerini daha iyi öğrenmiş, toyluk ve tedirginliklerinden sıyrılmışlardır. İkinci çocuğun sorunları, ilk çocuğunki gibi abartılmaz. Daha hoşgörülü, daha az kaygılı bir tutumla ele alınır. Beklentiler ve bunun sonucu, ilk çocuğa yapılan baskılar azalmıştır. Daha az kollanan çocuk da kendi doğrultusunda gelişme olanağını daha kolay bulur. Oynayacak bir abla ya da bir ağabeyi vardır. Çevreye daha kolay uyar, daha çabuk arkadaş edinir. Ablanın ya da ağabeyin kıskançlığını çekerek büyüdüğü için, daha girgin ve girişken olur. Kendinden büyük ve kendinden sonra doğan kardeş arasında sıkışıp kalabilir (Yörükoglu, 2003).

Ortanca Kardeş :

Kendisini her zaman iki kardeş arasında sıkışmış hisseder. Yasamın üzüntülü ve kendisinin aldatılmış olduğunu düşünür. Hep ‘‘Yazık bana, zavallı ben’’ durumundadır. Adler bu tür çocukları problem çocuklar olarak görür (Yörükoglu, 2003).

En Küçük Kardeş :

Her zaman ailenin bebeğidir, hiç büyümez. Aile de onu gözünde büyütmez. Ailenin ilgisini diğerleri ile paylaşmak zorunda değildir. Ailenin hep oyuncak bebeğidir ve devamlı şımartılabilir. Çevre onunla hep sevimli küçük çocuk olarak ilgilenir. Bu durum küçük çocuğun ben merkezci tutumlar geliştirmesine sebep olabilir. Büyüdüğü zaman da hep çevresinin kendisine ilgi göstermesi gerektiğini düşünür. En küçük çocuğa genellikle her evde “bebek” gözüyle bakılır. Ana baba yaslandıkça tutumlarında gevşeklik ölçüsüne varabilen bir yumuşama olur. Çoğunlukla tasarlanmadan doğan bu son çocuğun uzun bir süre çocuk kalması istenir. Disiplin daha gevşemiştir. Çocuk evin en küçüğü olmanın bütün önceliklerinden, üstünlüklerinden yararlanır; isteklerinin hepsini elde eder. Abla ve ağabeylere karsı “O daha küçük!” diye korunur. Yaramazlıkları daha hoşgörüyle karşılanır. Kısacası, bencil ve şımarık büyütülmesi için iyi bir ortam bulmuştur. Delikanlılık çagına gelse de evin “koca bebeği”dir. Durumunu kendi çıkarına kullanmaması için de bir neden yoktur (Yörükoglu, 2003).

Tek Çocuk:

Adler dikkat edilmesi gerektiğini vurgular. En büyük kardeşlerde görülen karakteristik özellikler görülebilir. Kendisi ile ilgili problemleri vardır. Toplumsal davranışların kazanıldığı alışveriş ortamından yoksundur. Hep anne-baba tarafından korunuyorsa ileride de bu tür davranışları çevresinden bekler. Tek çocuğun karsılaşabileceği en büyük tehlike; ailenin istemediği bir zamanda dünyaya gelmişse, bu tür duyguların hedefi olabilir, çünkü ebeveynin olumsuz duygularını yönelttiği tek nesnedir (Yörükoglu, 2003).

Bilişsel Harita

Bu süreçle kendisini davranışa iten amaçların neler olduğunun danışanın anlamasına yardım edilir. Hiçbir davranış amaçsız yapılmaz. Adler yaklaşımını benimsemiş terapistler davranışın amacını oluşturan algılamalarını araştırırlar. Algılamaları etkileyen etmenler şunlardır (Yörükoglu, 2003);

Erken Hatıralar:

Erken hatıralar kişilerde bir bilişsel harita oluşturur, kişi bu haritaya göre dünyayı (dış çevreyi) algılar. Yaşanan olaylara, erken anılara eslik eden duygu ve düşünceleri danışana sorulur. Spesifik anılar, inançları ve temel hataları gösterir. Farklı birçok hatıra dinlenebilir. Genellikle en az üç tanesi dinlenmelidir. Herkesin kendine özgü bir mantığı vardır. İlk hatıralar (Early recollections), dünyayı nasıl gördüğünü, nelere inanıp değer verdiğini, yasam hedeflerini, kendisini neyin motive ettiğini etkiler. İlk çocukluk anıları, ayrı bir önem taşır. Bir kez kişinin yasam üslubunu, ilk oluşum evrelerinde ve en yalın dışavurumlarıyla gözler önüne serer.İlk anıların meslek seçimi danışmanları için taşıdığı değer hayli büyüktür. Ayrıca, ilk anılar çocuğun annesiyle, babasıyla ve ailenin diğer üyeleriyle ilişkisini yansıtan bir aynadır. Anıların tastamam gerçek olup olmaması pek önemli değildir, önemli olan, söz konusu kişinin bu anılarda dile gelen yargısıdır. “ Daha çocukken söyle şöyle biriydim” ya da “Daha çocukken dünyayı söyle şöyle görüyordum” gibi (Adler, 1985).

Referansların İçsel Çatısı:

Davranışların altında yatan her şey kişinin kendine nasıl baktığındadır. Adlerian Terapi’de bu soruya cevap olarak “Cognitive Map” ine girerek” verilir. Adlerian Terapi’de, özellikle iç görü kazandırma aşamasında yorumlama yapılır. Adler’e göre terapi yeniden eğitici bir programdır. Yasam felsefesi değiştirilir, çünkü yasam felsefesi yasam biçimini etkiler ve davranışı üzerinde etkileri gösterilir. Adlerian danışmanlar, terapinin bilişsel yönlerine (Cognitive Map) odaklanır. Danışmanlar temel hataları (kendine ve/veya diğerlerine değer vermesinde ve düşünmesinde bencillik, gerçekçi olmayan istekler, güven eksikliği, başkalarına güvensizlik) değiştirmeye çalışırlar (Yörükoğlu, 2003).

Rüyalar ve Gündüz Düşleri:

İnsanların düş görmekten amacı, gelecekteki yaşamları için bir yol göstericiye kavuşmak, sorunları için çözümler ele geçirmektir (Adler, 1985).
Düşler uyanık kimse için hiçbir anlam taşımazlar. Bilimsel açıdan düşü görenle uyanık kişi aynı insandır, düşün de tutarlılığa sahip bu insan için bir amaç taşıması gerekir. Gerçekleşmemiş isteklere düşlerde doyum aranması eğilimi, belli bir insan tipinde kişiliğin bütünüyle uzlaştırılabilir. Düşün uyanık yaşamsal bir çelişki oluşturmadığı, bireyin diğer yaşamsal devinimleri ve dışavurumlarının izlediği çizgiden hiçbir zaman ayrılmadığını tespit edilmiştir. İnsanın bütün gününü üstünlük amacına ulaşma eğilim ve çabası yönettiğine göre, geceleyin de aynı eğilim ve çabanın kafasının meşgul etmesi gerekmektedir. Her insan sanki bir ödevin üstesinden gelmesi, sanki düşlerinde de üstünlük peşinde koşması gerekiyormuş gibi düs görmek zorundadır. Düş, yasam üslubunun bir ürünüdür; yasam üslubunun kurulup çatılmasına ve güçlendirilmesine katkıda bulunmaktadır (Adler, 1985).

Tasa ve kaygılar altında insan günlük yaşanan tedirgin durumu uykuda da devam etmektedir. Uyurken sağa sola dönüp durmak, ama yataktan düşmemek gerçekle ilişkinin sürüp gittiğini gösterir (Adler, 1985).

Erkeksi Protesto:

Adlerin geliştirdiği önemli kavramlardan biridir.Kadında doğuştan gelen eksiklik duyguları yönünden (yani toplumun erkeksi değerlere öncelik ve önem vermesi yüzünden) erkeksi sayılan değerleri (evlenmek, ev işleri yapmak, erkeğe hükmetme isteği vs) reddetmesi, kendine güvenmemesi ve aşırı durumlarda kendi cinsiyetini reddederek erkeksi tavırlar göstermesi eğilimidir (Geçtan,1998).

TERAPÖTİK SÜREÇ

TERAPÖTİK AMAÇLAR

Adler yaklaşımına göre, psikolojik danışmanın dayanak noktası, danışan ve psikolojik danışman arasındaki ortak özelliklerdir. Genel olarak terapötik süreç, karşılıklı saygıya, bireyin yaşam tarzı içindeki yanlış hedeflerin ve yanlış varsayımların belirlenmesine, araştırılmasına ve açıklanmasına dayanmaktadır (Corey,2008)
Danışanın farkındalık düzeyi artırılarak, yasam hedeflerini yeniden yapılandırarak, irrasyonel düşünce kalıplarını rasyonel düşüncelerle değiştirerek terapinin hedefleri gerçekleştirilir. Danışma süreci yeniden yapılandırma olarak da görülebilir. Danışan tekrar eğitilir ve yeni yapılandırmasını hayatında kullanabilmesi için cesaretlendirilir. Danışma süreci, bilgi vermeyi, öğretmeyi, rehberlik etmeyi ve danışmayı içerir. Danışmada en güçlü davranış değiştirme tekniği cesaretlendirmedir. Danışanın çarpık düşünce kalıpları cesaretlendirme yoluyla değiştirilebilir. Danışanın kendine inancı artırılır. Cesaret, kişinin sosyal ilgi olarak bilinen davranışları göstermesine neden olur (Kaya ve arkadaşları, 2004).
Cesareti azalmış insan, Adler’e göre yasamın çizgisinde değil de, ise yaramayan tarafındadır. Danışmalarda danışana yeni bilişsel haritalar kazandırılır. Eğitim yoluyla danışanların kendilerine yeni bir bakış açısı kazanmaları için cesaretlendirilir. Bu yeni bakış açısı kendisine olduğu gibi diğer kişilere ve topluma karsı da geçerliliğini muhafaza eder (Topses, 2003).

Mosak’a göre terapinin hedefleri (Corey, 2008) ,Danışanın;

• Sosyal ilişkileri güçlendirmek;
• Aşağılık duygusuyla başa çıkabilmeleri için danışanlara yardımcı olunması,
• Danışanın algı ve hedeflerinde, yasam stilini değiştirmede yardımcı olunması
• Hatalı güdülenmenin değiştirilmesi,
• Diğer insanlarla eşit olduğunu göstermek,
• Toplumun bir üyesi olduğunu fark ettirmek,
• Danışanların topluma katkı sağlayan bireyler haline gelmesi için desteklenmesi.

TERAPİSTİN ROLÜ VE İŞLEVLERİ

Adler yaklaşımını benimsemiş olan psikolojik danışmanlar, yanlış inançlar, hatalı değerler ve hedefler nedeniyle danışanların cesaretsiz oldukları ve etkisiz eylemlerde bulunduklarının farkındadırlar. Adler yaklaşımını benimseyenler, temel hatalarını keşfettiği ve bunları düzelttiği takdirde, danışanların kendilerini daha iyi hissedecekleri ve daha iyi davranacakları varsayımı doğrultusunda çalışırlar. Terapistler, güvensizlik, bencillik, gerçek dışı hırslar ve kendine güven eksikliği gibi düşüncede ve değer sistemindeki başlıca hataları araştırma eğilimindedirler (Corey, 2008).
Terapistin temel işlevi, danışanın eylemleri konusunda kapsamlı bir değerlendirme yapmaktır. Terapistler, anne-babalar, kardeşler ve evde yaşayan kişilerde dahil olmak üzere, anket şeklinde danışanların aile bütünlüğü hakkında bilgi toplarlar. Özetlendiği ve yorumlandığında bu anket, bireyin ilk sosyal dünyası ile ilgili bir görünüm sunar. Bu bilgiyle terapistin, danışanın başarılı ve başarısız olduğu başlıca alanlar ve dünyayı algılama konusunda verdiği karardaki rolüyle ilgili önemli etkiler hakkında bir görüş açısı elde etmesi mümkündür (Corey, 2008)

TERAPİST VE DANIŞAN ARASINDAKİ İLİŞKİ
Adler yaklaşımını benimsemiş olan psikolojik danışmanlar, işbirliğine, karşılıkla inanca, saygıya, güvene ve hedeflerin düzenlenmesine dayalı, her ikisinin de eşit olduğu danışan-terapist ilişkisinin en iyi ilişki olduğunu düşünmektedirler. Danışanın iletişim modeline ve güvenle hareket etmesine çok özel bir değer verirler (Corey, 2008).
Terapinin başlangıcından itibaren ilişki, iki kişinin belirli ve karşılıklı olarak fikir birliğine varılmış hedefler doğrultusunda eşit düzeyde çalışmasıyla nitelendirilen, müşterek bir ilişkidir.
Psikolojik danışma oturumunun başlangıcında, psikolojik danışmanların, danışanları ile görüşerek; danışanların, ne istediklerini, hedeflerine ulaşmak için nasıl bir plan yaptıklarını, hedeflerinde başarılı olmalarını nelerin engellediğini, verimli olmayan bir davranışı, nasıl yaratıcı bir davranışa dönüştüreceklerini ifade ederler (Corey, 2008)

TERAPÖTİK UYGULAMA

1.Aşama. İlişkinin Kurulması
Adler yaklaşımını benimsemiş psikolojik danışman, danışanların yaşantılarındaki sorumluluk duygusunun farkına varmalarını sağlamaktadır. Danışanla işbirliği içerisinde çalışmakta ve bu ilişki derin, ilgi ve yakınlığa dayanmaktadır. Terapist ve danışanın birlikte, açıkça belirttiği hedeflerin bir düzenlemesi yapılmadığı takdirde terapinin ilerlemesi mümkün değildir. Etkili olabilecek bir psikolojik danışma süreci, danışanın önemli olarak gördüğü, tartışmak ve değiştirmek istediği kişisel sorunların üzerinde durmalıdır (Corey,2008).
Danışanın terapiste güvenmesi çok önemlidir. Danışmada, danışan ile terapist arasındaki ilişki bir partner ilişkisi olarak görülebilir ve bu ilişkide her iki taraf birlikte çalışır. Terapötik süreç, ancak terapinin hedefleri bastan belirlendiği zaman mümkün olacaktır. Terapistler bu evrede pozitif düşüncelere, cesaretlendirme ve destekleme üzerinde durur. Adler yaklaşımını benimsemiş terapistler, teknikler kadar danışanların subjektif olan deneyimlerine de dikkat ederler. Danışanların kapasitelerine ve problemlerine göre kullanılacak teknikler bu evrede belirlenmelidir. Bu evrede danışanın danışma sürecine katılımı sağlanır. Danışan sürece iştirak ederken, terapist empati kurar (Prinz ve Arkin, 1994).

Terapi sürecinin bu ilk aşamasında dikkat edilecek hususlar (Corey,2008) şöyledir:
• Psikolojik danışmanlar, terapinin ilk birkaç dakikasında beş duyuyu da kullanarak, mümkün olduğunca çok bilgi toplamak üzere kendilerini eğitmelidirler.
• Danışana odaklanmak ve onu dinlemek, danışanın, ses tonundan, duruş biçiminden, jest ve mimiklerinden hatta konuşmasındaki duraksamalardan açığa çıkan mesajlara çok fazla dikkat edilmesi gerekmektedir
• Danışanların yetersizlikleri ve sorumluluklarıyla ilgilenmek yerine, sahip oldukları değerli özelliklerin ve güçlerin farkına varmalarını sağlarlar.
• Terapistler, danışanlarda bulunabilecek umutsuzluğun ve cesaretsizliğin panzehiri olan desteği ve güveni sağlarlar.
• Terapistler, tekniklerin kullanılmasından çok, danışanın sübjektif deneyimlerine daha çok önem verirler. Tekniklerini, her bir danışanın gereksinimlerine uygun hale getirirler.
• Psikolojik danışmanın başlangıç aşamasında kullandıkları başlıca teknik, empati kurarak danışanla ilgilenmek, dinlemek, danışanın sübjektif deneyimini mümkün olduğunca yakından izlemek, danışanın hedeflerini saptamak, açığa kavuşturmak, danışanın semptomları, eylemleri ve etkileşimlerindeki amaçları konusundaki düşüncelerini belirtmektir
• Terapist, danışanın hem sözlü , hem de sözsüz mesajlarını kavramak için çaba gösterir.
• Terapistin hedefi, danışanın yaşamındaki davranış kalıplarına ulaşabilmektir.

2.Aşama: Bireysel Dinamiklerin Araştırılması
Danışanı yönlendiren psikolojik dinamiklerin ortaya çıkarılması amaçlanmaktadır. Adler Yaklaşımına göre Terapistler, psikolojik danışmanın ikinci aşamasını, iki görüşme şeklinde gerçekleştirmektedir. Bunlar; Subjektif görüşme ve objektif görüşmedir.

Subjektif Görüşme:
Subjektij görüşmede danışman, hikayesini mümkün olduğunca tam anlatması için, danışana yardımcı olmaktadır.Bu aşamada sadece aktif dinleme yeterli değildir. Bu aşamada, merak, odaklanma, ilgilendiğini gösterme, danışana hissettirilmeli ve uygulanmalıdır. Danışmanlar, danışanın yaşama karşı verdiği mücadele ve yaşama olan yaklaşımının amaca yönelik yanları ile ilgili ipuçları yakalamak için dinlerler.
Subjektif görüşmede, kişinin yaşamındaki davranış kalıpları ortaya çıkarılmalı, kişi için nelerin işleyeceği konusunda hipotezler geliştirilmeli ve danışanın yaşamındaki çeşitli sorunlarla ilgili neyin daha önemli olduğunu saptanmalıdır (Corey,2008).
Kısa terapi kullanan danışman, danışana: ‘‘Seni ve senin sahip olduğun güçleri daha iyi anlamam için paylaşmak istediğin başka şeyler var mı?’’, sorusunu sorabilir.
Adler yaklaşımını benimseyenler subjektif görüşmeyi genellikle: ‘‘Yaşamınız nasıl farklı olabilir ve bu semptoma yada soruna sahip olmasaydınız bundan başka ne yapardınız?’’ sorusuyla sona erdirmektedirler.
Danışmanlar bu soruyu ayırıcı tanı koymak için kullanırlar. Özellikle fiziksel semptomlar konusunda, bu ayırıcı tanı diğerinden farklı değilse, sorunun organik olabileceğinden ve tıbbi müdahale gerektirebileceğinden kuşkulanırlar

Objektif Görüşme:
• Danışanın yaşamındaki sorunların nasıl başladığı
• Bu sorunları hızlandırıcı herhangi bir olayın olup olmadığı
• Şimdiki ve geçmişte aldığı ilaçlar da dahil olmak üzere tıbbi geçmişi
• Sosyal geçmişi
• Şimdiki durumda danışanın terapiyi tercih etmesinin nedenleri
• Kişinin yaşam görevlerine karşı verdiği mücadele
• Yaşam biçimiyle ilgili bir değerlendirme, gibi bilgilerin elde edilmesi yolları araştırılmaktadır
• Adler ve Dreikurs tarafından geliştirilen görüşme yaklaşımına dayalı olarak yaşam biçiminin değerlendirilmesi, bireyin aile bütünlüğünün ve ilk çocukluk yaşantılarının araştırılmasıyla başlamaktadır.
• Psikolojik danışmanlar aynı zamanda, bireyin ilk anılarını yorumlamakta, bireyi sosyal çevrede büyümüş bir bütün olarak anlamaya çalışmaktadırlar.
• Yaşam biçimi değerlendirilmesi, kişinin yaşam görevlerine karşı verdiği mücadelesini anlamak ve bu mücadeleyle ilgili özel yorumlarını ve mantığını anlamak için, bütüncül bir hikaye oluşturmanın yollarını araştırmaktır

Aile Bütünlüğü:
Adler yaklaşımına göre değerlendirme, kişi daha küçük bir çocukken aile bireylerinin üstünlük durumunun, doğum sırasının, anne-baba ilişkilerinin, ailenin sahip olduğu değerlerin, geniş aile ve kültürün değerlendirilmesi de dahil olmak üzere, büyük ölçüde danışanın aile bütünlüğüne ve aile sistemine dayanmaktadır. Değerlendirme sürecinde, danışanın çocukluluk döneminde ki aile atmosferi de dahil olmak üzere, doğum sırası, ebeveyn ilişkileri, aile değerleri, akrabalık ilişkileri ve aile kültürü beraber ele alınır (Corey,2008)
Aile ile ilgili psikolojik danışma sürecinde yanıt aranan sorular şunlardır:
• En sevilen çocuk kimdi?
• Babanızın çocuklarla ilişkisi nasıldı? Annenizin ilişkisi nasıldı?
• Babasını en çok seven çocuk hangisiydi? Annesini en çok seven kimdi? Hangi yönlerden
• Kardeşleriniz arasında sizden en çok farklı olan hangisiydi? Hangi yönden?
• Kardeşleriniz arasında sizi en çok seven hangisiydi? Neden?
• Bir çocuk olarak ailedeki konumunuz nasıldı?
• Anne babanız nasıl geçinirdi? Anlaştıkları konular nelerdi? Anlaşmazlıkları nasıl çözerlerdi? Çocuklarına nasıl bir disiplin uyguladılar?

İlk Anılar:
Adler yaklaşımını benimseyen danışmanların diğer bir değerlendirme işlemi de olayları, duyguları veya anılarla ilgili tepkilerini hatırlayabileceği danışanın ilk anılarını sormaktır. İlk anılar, danışan tarafından açık ayrıntılarıyla bir defada görüntülenecek olgulardır. Adler, milyonlarca anı arasından, asıl inançlarımızı ve hatta yaşamımızdaki temel hataları yansıtan özel anıları seçebileceğimizi ileri sürmüştür (Corey,2008).
Bu anıların anlatılmasını sağlamak için psikolojik danışman: ‘‘ ilk anılarınızı dinlemek istiyorum. Lütfen hatırlayabileceğiniz en erken yaşınıza giderek geçmişi düşünün ve bana bir kez olan bir şeyden söz edin’’ diyerek kendine özgü bir yol izleyebilir.
Tüm anıları öğrendikten sonra, psikolojik danışman ayrıca ‘‘ Hangi bölüm sizin kontrolünüzün dışındaydı? Tüm anılarınızı bir film gibi gözünüzün önünden geçirebilseydiniz ve bir karede dondurabilseydiniz ne olurdu? Kendinizi o anı yaşıyormuş gibi düşünün, ne hissederdiniz? Tepkiniz ne olurdu’’ gibi sorular sorabilir.
Adler yaklaşımını benimsemiş terapistler, ilk anıları çok sayıda farklı amaç için kullanabilirler. Bunlar:
• Bireyin kendisi, diğerleri, yaşam ve etik ile ilgili inançların değerlendirilmesi,
• Danışanın psikolojik oturumu ve psikolojik danışma ilişkisiyle ilgili düşüncelerinin değerlendirilmesi,
• Mücadele kalıplarının saptanması,
• Bireyin gücünün, değerli niteliklerinin ve konuyla ilgili fikirlerinin değerlendirilmesi,

İlk anıların yorumunda, şu sorulara yanıt aranır (Corey,2008):

• Birey anılarında en çok hangi bölümün üzerinde duruyor? Danışan gözlemci durumunda mı, yoksa katılımcı mı?
• Anılarında başka kimler var? Bireyle ilgili diğerleri hangi konumda yer almakta?
• Anıların egemen olduğu konular ve tüm kalıpları hangileri?
• Anılarla hangi duygular ifade edilmekte?
• Birey neden bu olayı hatırlamayı tercih etti? Bununla birey neyi ifade etmeye çalışmakta?

Kişilik Öncelikleri:
Adler yaklaşımın benimsemiş İsrailli psikolog Nira Kefir, temel olarak dört öncelik belirlemiştir:
• Üstünlük çabası
• Kontrol
• Rahatlık
• Hoşnutluk
Üstünlük çabasına odaklanmış bir kişi, zorluklarla karşılaştıkça, savunucu bir iletişime girerek, stres veya zorlamalı duruma karşı hızlı tepkide bulunur. Her öncelik, bireyin mücadelesinde kullandığı destekleyici inançlarla birlikte egemen bir davranış kalıbı içermektedir.Öncelikler, diğerleriyle ilgilenmek ve belirgin olma düzeyine ulaşmak için izlenecek yollar haline gelmektedir.
Kefir’ e Göre Öncelikleri Yansıtan Dört Davranış Kalıbı:
1) Üstünlüğü kullanan kişiler, liderlik veya başarı olma için çabalarlar. Genellikle çok çalıştıklarından ya da aşırı yüklenildiklerinden şikayet ederek, yaşamın anlamını kaybetmesini önlemeye çalışırlar (Corey ,2008).
2) Kontrollü kişiler, alay konusu olmamak için garantiler arayan kişilerdir. Güvenliğe kavuşmak için toplumdan uzaklaşma bedelini ödemeye hazırdırlar
3) Rahatlık arayan kişiler, bedeli ne olursa olsun, stres veya acıyı önlemek isterler. Sorunlarıyla başa ve bu konuda karar vermek eylemlerini erteleme eğilimlerindedirler.
4) Hoşnut olmayı amaçlayan kişiler, sürekli onaylanma ve kabul görme yollarını araştırarak reddedilmeyi önlemek isterler. Sevilmeme korkularının yanı sıra, onay almak için aşırı kabul edici davranışlar içine girebilirler.

Bütünleştirme ve Özetleme:
Danışanla yapılan, hem subjektif hem de objektif görüşmelerden alınan danışanla ilgili materyal bir araya getirildiğinde, elde edilen verilerin bütünleştirilmiş bir özeti yapılır.
Yaygın özetler, bireyin subjektif deneyimleri ve yaşam hikayesinin öyküsel bir özeti; aile bütünlüğünün ve gelişimsel verilerin bir özeti; ilk anıların, kişisel güçlerin ve değerli niteliklerin bir özeti ve mücadele stratejilerinin bir özetidir.

3.Aşama: Kendini Anlamayı ve İç Görü Kazanmayı Cesaretlendirme

Adler yaklaşımını benimsemiş terapistler, insan yaşamında neredeyse her şeyin bir amacı olduğuna inanmaktadırlar. Kişisel farkındalık ve kendini anlama, ancak davranışın gizli amaçlarının ve hedeflerinin bilinç düzeyine çıkarılmasıyla mümkündür. İç görü, terapötik ilişki içerisinde değişimin temelini oluşturan, kişisel farkındalığın özel bir formudur. İç görü, sonuca ulaşmanın bir aracıdır. Sadece iç görü kazanılması sağlamak amaçlanan bir sonuç değildir(Corey, 2008)
Kendini açma ve iyi zamanlanmış yorumlarda bulunma, iç görü kazanma sürecini kolaylaştıran tekniklerdir. Bunlar, burada ve şimdi şeklindeki davranışlara ve bireyin girişimlerinden doğan beklentilere ve umutları üzerine odaklanır (Corey,2008)
Adler yaklaşımına göre yorumlar, psikolojik danışma sürecinde de incelemeye açık olacak şekilde birer olasılık olarak sunulan açık uçlu sorulardır: ‘‘bana öyle geliyor ki….’’ ‘‘bu şöyle olabilir mi…’’ veya ‘‘ bu durum bana böyle görünüyor….’’ gibi ifadelerdir. Bu süreç boyunca danışanlar, sorunlarının sürmesine katkıda bulunan güdüleri ve bu durumu düzeltmek için ne yapabileceklerini anlamaktadırlar.

4.Aşama: Yeniden Oryantasyonla Yardımcı Olmak

Terapötik sürecin son aşaması, yeniden oryantasyon ve yeniden eğitim olarak bilinen ve iç görünün uygulamaya geçildiği, uygulamaya geçirildiği süreçtir.
Adler yaklaşımını benimsemiş terapistler, kendini küçümsemeye, tecrit etmeye ve inzivaya çekilmeye karşı koymakta ve danışanların cesaret kazanmalarına ve içlerindeki güçle, diğerleriyle ve yaşamla bağlantı kurmalarına yardımcı olmanın yollarını araştırmaktadırlar. Bu aşama süresince, cesaretlendirmekten başka hiçbir müdahale önemli değildir.

Cesaretlendirme Süreci:
Cesaretlendirme psikolojik danışmanlığın tüm aşamalarında odaklanılan ve Adler yaklaşımının en ayırt edici özelliğidir. Kişilerin yaşamlarında değişiklik yapmayı dikkate almalarını sağladığı için özellikle çok önemlidir (Corey,2008).
Adlerian terapistler, danışanın cesaret göstermesini ve cesaretinin güçlenmesinin güçlenmesini sağlayacak tüm fırsatları değerlendirirler.
Terapistler, cesaretsizliğin insanların işlevselliğini engelleyen temel olgu olduğuna inanmaktadırlar ve cesareti bir panzehir olarak görmektedirler.

Değişim ve Yeni Olasılıkların Araştırılması:
Sorumluluk üstlenme, yeniden oryantasyonun en önemli bölümüdür. Danışan değişmek istiyorsa, kendileri için görevler oluşturmaya ve sorunları için belirli eylemlerde bulunmaya istekli olmalıdır.
Psikolojik danışman ve danışan, olası alternatifler ve bunların olası sonuçları üzerinde dururlar, bu alternatiflerin danışa ait hedefleri nasıl karşılayacağını değerlendirir ve belirli eylem biçimi konusunda karar verirler.
Bir Fark Oluşturmak:
Farklılık, davranışlarda veya düşüncelerde veya algılamada yapılan değişikliklerle ortaya çıkabilir. Değişimin gerçekleşmesi için kullanılan tekniklerden bazıları, ilişkinin şimdi ve buradalığı, öneride bulunma, mizahtan yararlanma, paradoksal müdahaleler, eğer öyleyse türü sorular, kendi kendini yakalama alıştırması, düğmeye basma tekniği, dışsallaştırma, yeniden yazma, tuzaklardan kaçınma, yüzleştirme, hikayeler kullanma, ilk yaşam anılarının analizi, sorumluluk üstlenme, ev ödevi vermedir (Corey ,2008)

KULLANILAN TEKNİKLER

1) Şimdilik ve Buradalık: Danışanın geçmişi (geçmişteki davranışları) pek önemli değildir, önemli olan şimdi ve burada ne düşündüğü, ne hissettiği ve nasıl bir davranışta bulunduğudur (Prinz ve Arkin,1994).
2) Paradoksal niyet: Adler’e göre bu yöntem güçlü bir değişiklik yaratır. Danışana bıkkınlık getirilir. Ev ödevleri verilerek aklına geldikçe düşünmesi ve gerekiyorsa bir gün bunu yapması seklinde sürekli düşünmesi sağlanır. Daha sonra danışanda bir yerden sonra duygu tasması yaşanır. Danışan duygusunu yasar yaşar ve bir yerden sonra duyarsızlaşır (Prinz ve Arkin,1994).
3) .......Miş gibi davranmak :Danışan olmak istediği kişi gibi olmaya cesaretlendirilir. Burada terapist oyun oynama (role-playing) tekniğini kullanır. Rol yaparak gerçek hayatta da böyle davranabileceği belirtilir. Danışanın bu sayede cesareti yerine gelir ve daha sık uygulaması yönünde teşvik edilir.
4) Danışanın Düşüncelerinin Biraz Karıştırılması: Danışanın düşünceleri karıştırılır. Böylece olumsuz inancın değiştirilmesi ve düşüncelerinin sarsılması sağlanır.


5) Danışanın Yanlış Düşünceyi Söylerken Kendi Üzerinde Yakalaması: Danışanın bu düşüncesini söylerken birden kendisini yakalaması yönünde eğitilir. Ev ödevi verilir. Danışma dışında ödev verilen sözcükleri söylediğinde terapistin sözünü hatırlaması ve o ifadenin yerine başka bir ifade kullanması istenir.
6) Düğmeye Basma: Mutluluk ve mutsuzluk veren düşünceler vardır, böylece bir olay karsısında o olaya yüklenilen anlam doğrultusunda mutluluk veya mutsuzluk hissederiz. Bu danışanın kendi imkanları dahindedir. Terapist danışana bunu anlatır, danışan evine iki düğme ile döner. Terapist bir olay karsısında danışanın ne hissedeceğini ve davranışlarına nasıl yön vereceğinin kararının kendi elinde olduğunu artık bilir. Bunun seçim sorumluluğu kendisine aittir (Prinz ve Arkin,1994).
7) Yoğun Bebekliğe Dönüsü Engelleme: Danışan, kendine zarar verici örüntülerle danışmaya gelir. Bu örüntüler yanlış varsayımlar ve genellemeler olabilir. Danışmada kendisine ilgi gösterilmesini isteyebilir. Danışmaya bu amaçla gelmiş olabilir. Terapist danışanın bu tuzağına düşmemeli, bu durumu fark ederek bu tür davranışı desteklememelidir.
8) Özet ve Sonlandırma: Terapist her danışmanın sonunda o ana dek yapılan çalışmaları özetlettirir. Danışan öğrendiklerini tekrar gözden geçirmiş olur. Yeni davranışlarını unutmaz. Her terapide öğrendiklerini uygulamak için cesaretlendirilir (Prinz ve Arkin,1994).

UYGULAMA ALANLARI

Adler psikolojik yardım mesleklerinde çalışacak bireylerin özellikle koruyucu ve iyileştirici boyutu vurgulayarak sosyal değişimi kolaylaştırıcı kişiler olmaları gerektiğini ileri sürmektedir.Adlerin özellikle koruyucu ruh sağlığı konusundaki öncü çalışmaları, bireysel psikolojinin okullarda yaygınlaşmasına ve aileler ile çalışmada yararlı sonuçlar elde edilmesini sağlamıştır
Bireysel psikoloji, tıbbi bir model olmayı, gelişimsel bir modeli benimsemesinden dolayı, çocuklara yönelik psikolojik danışma ve rehberlik, aile danışmanlığı, evlilik danışmanlığı, aile terapisi, grup danışmanlığı, çocuklarla, ergenlerle ve yetişkinlerle birlikte bireysel danışmanlık, kültürel çatışmalar ile başa çıkma, ceza ve tevkif evleri, rehabilitasyon danışmanlığı ve ruh sağlığı kurumları gibi yaşamın çeşitli alanlarına uygulanabilir niteliktedir (Corey,2008).

Adler Kuramına Ait Görüşlerden En Çok Başvurulanlar

1) Bireyin yaşam amaçlarını saptamaya verilen önem
2) Bireyin aile içinde sahip olduğu ilk yaşantılar ve bu yaşantıların halihazır davranışlarını nasıl etkilediğinin vurgulanması
3) İlk yaşam anılarının psikolojik danışma oturumlarında kullanılması
4) Temel yaşam hatalarını anlama ve onlarla yüzleşme
5) Duyguların ve davranışların büyük ölçüde bireyin inançlarından ve düşünce tarzından etkilendiğini ileri süren bilişsel görüşe önem verilmesi
6) Danışanların kendi yaşamları üzerinde değişiklik yapmasına yardımcı olmak için tasarlanmış bir eylem planı üzerinde çalışma fikrinin oluşması
7) Danışan ve terapistin amaçları üzerinde uzlaştığı, işbirliğine dayalı bir ilişki
8) Tüm psikolojik danışma sürecinde danışanın cesaretlendirilmesine önem verilmesi

ÇOK KÜLTÜRLÜ PSİKOLOJİK DANIŞMAYA OLAN KATKILARI

Adler’in kuramı, çok kültürelliğin psikolojik danışma meslek alanında önem kazanmasından çok daha önce sosyal eşitlik konuları ve insanların sosyal konulardan soyutlanamayacağı görüşünü savunmuştur.
Adler’in çok kültürellik ile ilgili olarak kendi döneminde önerdiği görüşler eksilmeden aksine daha da artarak halen geçerliliğini korumaktadır (Corel,2008)
Adlerin kuramı Bireysel psikoloji olarak adlandırılsa da, asıl ilgi odağı, sosyal kapsam içindeki bireylerdir. Bu yaklaşım kültürel olarak farklı özellikleri olan bireylerle çalışmada son derece uyumludur. Adler yaklaşımını benimseyen terapistler, danışanlarını kendi sosyal çevreleri ile birlikte ele almaları konusunda cesaretlendirilirler.

ÇOK KÜLTÜRLÜ PSİKOLOJİK DANIŞMAYA OLAN SINIRLILIKLARI

Birçok batılı modelde de geçerli olduğu gibi, Adler yaklaşımı, bireyi kendisini değişimin ve sorumluluğun asıl odağı olarak görme eğilimindedir. Çünkü diğer kültürler farklı kavramsallaştırmalara sahip olabilirler. Bireyin otonomi sahibi olması ve değişim konusuna verilen özel önem bir çok danışanla çalışırken sorun oluşturabilir (Corey, 2008)
Adler terapinin diğer bir sınırlaması da bireyin ilk çocukluk yıllarına, ilk çocukluk anılarına ve aile içi dinamikleri araştırmasıdır. Aile hakkındaki bilgilerin araştırılması bazı kültürlerde uygun görülmeyebilir (Corey, 2008)

ADLER YAKLAŞIMININ KATKILARI

Adler’in temel fikirlerinden birçoğu aile sistemleri yaklaşımı, Gestalt terapi, öğrenme kuramı, gerçeklik terapisi, akılcı duygusal davranış terapisi, bilişsel terapi, danışandan hız alan terapi ve varoluşçuluk ve post modern terapilerin şimdiki gelişmelerine giden yolu açmıştır. Bu yaklaşımların tümü de bireyin amaçlı, kendi kendine şekillendirme gücü olan ve gelişim için çabalayan kişiler olduğu görüşüne dayanmaktadır (Corey, 2008).

1) Adler birçok bakımdan, bilişsel ve post modern terapilerin şimdiki gelişmelerine giden bir yol açmıştır.
1) Adler yaklaşımı esnek ve diğer yaklaşımlarla ilişkilendirilmeye uygun bir yapısı vardır
2) Adler yaklaşımını benimseyen bir terapist kurumsal olarak bütünleştirici ve teknik olarak da eklektik olabilir
3) Adler yaklaşımı, danışanlarla çalışırken uygulayıcılara çok büyük özgürlük tanımaktadır
4) Bu terapotik yaklaşım çeşitli bilişsel, davranışsal ve deneysel tekniğin kullanımına olanak sağlar
5) Psikolojik danışmanlar, belirli bir prosedürü izlemeye bağımlı değildir.Bunun yerine, danışan için en iyi olduğunu düşündüğü geniş seçenekleri bulunan teknikleri kullanmak için kendi yargılarını kullanır.
6) Adler kısa terapinin ilk kullanıcılarından biri olmuştur. Çağdaş kısa terapi uygulamalarının birçok yönü, bu kuramla benzerlik gösterir.
Adler yaklaşımı, psikoeğitsel bir nitelik taşır, içinde bulunulan zaman ve gelecek yönelimlidir kısa süreli, bilişsel ve sistematik yaklaşımları bütünleştirerek kullanılmaktadır

ADLER YAKLAŞIMINI SINIRLILIKLARI VE ELEŞTİRİLER

Adler, tüm zamanını kuramına şekil vermek için harcama veya Bireysel Psikolojinin temel kavramlarını öğretmek arasında tercih yapmak zorunda kalmıştır. İyi tanımlanmış ve sistematik bir kurum ortaya koymadan önce kendi görüşlerini uygulamaya ve eğitim vermeye odaklanmıştır. Birçok kişi Adler’in kuramının çok dağınık ve basit olduğunu ileri sürmektedir (Corey,2008).
Adler kuramının büyük bölümü halen test edilmeyi ve araştırma altında kapsamlı analizleri gerektirmektedir.
Bu yaklaşım, sorunlarına kısa sürede çözümler bulmak isteyen ve çocukluk yaşantıları, ilk anılarını araştırmaya az düşük ilgisi olan danışanlar ile çalışmada sınırlı kalmaktadır.
Aynı zamanda, hali hazır günlük sorunlarının (ekonomik sorunlar, evlilik…) üstesinden gelmeye çalışan ve yaşam stili analizinin, günlük sorunlar ile ilişki kurmada güçlük çeken danışanlar ile çalışmada sınırlı bir etkiye sahiptir.


DANIŞMA ÖRNEĞİ

‘‘Rachel on iki yaşında bir kız, şu sıra okulu asmakla dikkati çekiyor. Okula gitmeye yanaşmıyor, sözde sınıfta çalışamıyormuş’’(Adler, 2008)
Bu vak’a, okul psikoloğunun tüm uğraşlarına rağmen, hiçbir ilerleme kaydedemeyerek, vakayı Dr. Adler’e sevk etmesiyle başlar. Adler, sevk raporunun yazılış biçiminden başlayarak, terapisine başlar:
Raporun başındaki bu cümleler, aşağılık kompleksine yakalanmış bir çocuğu gayet iyi tanımlamakta. Ancak bir aşağılık kompleksinin varlığını kabullenmekle görevimizi yapmış sayılmayız. Bütün dallanıp budaklanmalarında, ilgili kompleksin peşine düşüp gereken yöntemi uygulayarak, hastamızı yetersizliklerini ortadan kaldıracak konuma getirmemiz gerekiyor. Rachen okulu asıyorsa, çevresinde kendisini okula gitmeye zorlayan erişkinlerin bulunduğundan emin olabiliriz. Kız bu erişkinlerin davranışına karşı koyarak aile içinde üstünlüğü ele geçirmeye çalışmaktadır.
‘‘ Rachel hep sorunlu bir çocukmuş. Şu andaki sorunlarının kapsamını okulu da içine alacak gibi genişletmiş’’
‘‘Hep’’ sert bir sözcük, kızın doğduğu günden başlayarak, sorunlu çocuk davranışını sergilediği pek inandırıcı değildir. Kızın yaşadığı bir olayın ardından kendini savunma durumuna geçmiş olması daha akla yatkındır. Belli ki söz konusu talihsiz yaşantı, bir kardeşçiğin dünyaya gelmesidir.
‘‘ Rachel şubat ayında uzman öğretmenlerin görev yaptığı bir High School’un küçükler bölümüne yerleştirilmiş. Daha önce bir temel okula gidiyormuş. Burada göz altında tutulup gereksinimleri dikkate alınarak davranılmış kendisine. Rachel yeni okulunda ağlamış, buradaki derslerin üstesinden gelemeyeceğini, derslerin kendisi için fazla ağır olduğunu ileri sürmüş. Gerek sınıf öğretmeni, gerek diğer öğretmenler Rachel’in temel okuldan High School’a geçişini kolaylaştırmaya çalışılmışsa da, kız yeniden temel okula döneceğim diye diretmiş. Ama geri çevrilmiş isteği, yeni okulda da karşılaşacağı güçlüklerin üstesinden gelmesi beklenmiş’’
Kızın ağlamasının aslında gereği yoktu. Yeni okuldaki çalışmaların altından kalkamayışı düpedüz yeterliydi. Ağlamakla dersin huzurunu bozmaya ve dikkatleri yetersizliği üzerine çekmeyi amaçlamış olabilir. Böyle davranmakla belli ölçüde de başarılı bir tepki ortaya koymuştur. Hatta tepkisinin fazlasıyla başarılı sayılacağını söyleyebiliriz. Çünkü on iki yaşında bir High School’a alınacak kadar zeki bir kızın yetersizliğini kimsenin kabullenmeyeceğini bildiğinden emin olabiliriz. Kuşkusuz güvenini kazanacak biri şimdiki sınıfındaki karşılaştığı güçlükleri göğüslemeye kızı ikna edebilirdi.
‘‘Sonradan Rachel, eğer bir alt sınıfa yerleştirilirse, yine okula gideceğini açıklamış’’
Eğer sözcüğünü işittik mi, yerine getirilemeyecek bir dizi koşulla yüz yüze gelmeye kendimizi hazırlamalıyız. Rachel’in yerleştirildiği sınıfa gitmek istemeyip çevresini tedirgin etmesinin asıl nedeni, karşılaştığı yeni durumu göğüsleyecek cesaretten yoksunluğudur. Kız yetersizliğiyle böbürlenmektedir. Kendisi yeni okulun beklentilerini karşılamayacağı üzerinde ne kadar diretse, anne ve babasıyla öğretmenleri de bunun tersi üzerinde o kadar büyük bir ısrarla durmaktadır. Bu da, aşağılık kompleksinin karşıtı sayılan güçlülük kompleksine dönüştürmede başvurulan yollardan biridir (Adler, 2008)
‘’ Derken kız High School’un temel okulda gittiğine denk bir sınıfına yerleştirilmiş, ama yine de sözünü tutmamış. Annesi temel okul yönetimine başvurarak kızının yeniden okula alınmasını istemişse de, isteği kesinlikle geri çevrilmiş. Bunun üzerine babası kızı dayaktan geçirmiş, ama kız yine de okula gitmeye yanaşmamış. Sonunda eğitim müdürlüğü işe el koymuş, taraflar dinlendikten sonra kızın bir hastanenin çocuk servisine yatırılması kararlaştırılmış. Rachel, bir süre okuldan izinli sayılarak buradan ayrılmış’’
Rachel’in sorununun giderek daha geniş çevreleri ilgilendirdiğini görüyoruz. Sonunda gazetelerde kıza ilişkin haberler okursak şaşmamalıyız. Rachel, hastanedeki doktorları da oyuna getirmeyi başarmıştır. Onun evde kalmasına izin vermek sorunu çözmek için yeterli değildir, çünkü hala aynı çocuktur kız. Benimsediği yaşam modelinde bir değişiklik gerçekleşmemiştir (Adler, 2008)
‘‘ Rachel, bu rapordaki soruları yanıtlamak üzere temel okula gelmiş, yanında da yeni arkadaş edindiği anlaşılan bir kız getirmiş. Arkadaşı Rachel’i okula gitmeye razı etmiş. Rachel de karar vermiş, bir sonraki güz yine okula devam edecek, ama ancak arkadaşının gittiği sınıfta okumasına izin verilirse bunu yapacakmış. Ne var ki, isteği geri çevrilmiş. Şimdi kız büyük bir tedirginlik içinde. Çünkü arkadaşı haziran ayında bir üst sınıfa geçecek, Rachel de bir daha hiç onunla aynı sınıfa gidemeyecekmiş’’
Bir arkadaşının eşliğine gereksinim duyulması ve okula devamının ilerideki bir tarihe ertelenişi, bir aşağılık duygusunun belirtilerindendir. Hastamız, elindeki olanakları ustaca kullanıp amacına ulaşmış, gerek öğretmenlerini, gerek doktorlarla anne ve babasını çok güç bir duruma sürüklemiştir. Rachel, savaşı kazanan taraftır.
‘‘ Bazen ürkek bir çocuk rolünü oynayan Rachel, okula gitmemekte direndiği süre içerisinde, güçsüz ve yumuşak başlı bir tutumla uzaktan yakından ilgisiz bir tavır sergilemiş, çeşitli fırsatlarla alabildiğine saygısız ve küstah bir davranışa başvurmuş’’
Bu ilginç açıklama, kızın başkalarıyla savaşmakta hiç sakınca görmeyen despot tipte biri olduğuna ilişkin kanıyı pekiştirmiştir. Kızın tek korkusu vardır: Yeni bir durumun karşısına yalnız başına çıkmak
‘‘Küçük bir çocukken davranışlarına kusur bulunacak gibi değilmiş, ama bir buçuk yıl önce öğretmenlerinden biri derslerindeki çalışmasını eleştirince iş değişmiş’’
Hep sorunlu bir çocuk olduğu savında bir düzeltmeye gitmemiz gerektiğini görüyorsunuz. Belki Rachel sınırsız üstünlükten oluşan bir idealin peşindedir. Hayali bir üstünlüğü amaçlamakta, Tanrı rolünü oynamak istemektedir. Bu rolün gereğini eskizsiz yeine getirebilmek için kusursuz biri olmak ve kadiri mutlak (her şeye gücü yeter) bir konuma ulaşmak zorundadır. Söz konusu rolü gereği gibi oynayamayacak duruma düştü mü, ben yokum deyip kendini oyundan geri çeker.
‘‘En çok istediği bir stenotip olmak. En çok da zencilerden korkuyor’’
Zencilerden korkması, fazla zenci bulunmayan Viyana’da pek işine yaramayacaktır. Ama Amerika’da korkuya yol açacak mükemmel bir amaçtır. Korku kızın sokağa çıkmasını önlemede, başkalarından hiç de aşağı kalmayan bir nedendir.
‘‘Öğrencilerin Rachel’in hastalığıyla ilgili görüşleri şöyle: Rachel şımarık bir çocuktu, sağlık durumundaki bozukluktan yararlanarak başkalarını her dediğini yapmaya zorladı. Hep, güçsüzlüğünü sergileyerek güç kazanmak istedi. Stenotip olma arzusu, belki bir şeyler yapabileceğini düşündüğü bir alanda (Kompozisyon) kendi kişiliğini kazanmaya duyduğu gereksinimi gösteriyor. Okula gitmeye yanaşmaması, her şeyden önce matematik dersinde karşılaştığı güçlüklerden kaynaklanmaktaydı’’
Görebildiğim kadarıyla, raporu hazırlayan bayan öğrenci Rachel’in konumunu başarılı bir şekilde özetlemiştir. Kızın annesiyle yapılan bir söyleşi, şu ek bilginin de kazanılmasını sağlamıştır: Yeni okula başladığı gün, öğretmeni kızı tahtaya kaldırmış, kendisinden bir cümle yazmasını istemişse de kız yazamamıştır. Bunun üzerine ağlamaya başlamış, öğretmeni de, ‘‘ Aptal seni, git otur bakayım yerine!’’ diyerek kızı paylamış. Rachel eve döndüğünde annesine: ‘‘Anne ben okula gitmek istemiyorum. Öğretmen kötü biri, artık okula gitmeyeceğim’’ demiş (Adler,2008).

Terapi:
Anne ve çocuk içeri girer
Adler: Gel otur şöyle! Nasılsın bakalım? Burayı beğendin mi? Okula benziyor mu?
Rachel: Evet
Adler:Buradakilerin hepsi seni seviyor. Hepsinin gözü sende. Bu seni memnun ediyor mu?
Rachel: Ediyor
Adler: Sanıyorum, nerede bulunursan bulun, her şeyin kafana göre olmasını çok istiyorsun. Sana değer verileceğinden emin olmadığın yere, bir mazeret uydurup gitmekten kaçınıyorsun. Sokağa çıkmak istemeyişini mazur göstermek için zencilerden korktuğunu öne sürüyorsun. Bütün dünyanın her zaman kendisini önemsenmesini kimse bekleyemez. Ama sen dostça davranır da başkalarının yardımına koşarsan, o vakit herkes seni sever. Biliyorum, öğretmenin sana ‘‘aptal’’ demiş, ama bu doğru değil. Sen epeyce zeki bir kızsın. Bana da öğretmenlerim hep ‘‘sen aptalsın’’ derlerdi. Ama ben gülüp geçerdim. Her öğrenci okul ödevlerini pekala yapabilir. Biz biliyoruz ki, sen de yapabilirsin. Ama zencilerden korkar da, evde kalıp dışarı çıkmazsan, o zaman sandığım gibi pek zeki olmadığını düşünmek zorunda kalırım. Yerinde olsam, babama daha sıkı sarılırdım. Eminim o seni çok seviyor. Kendilerine gerçekten ilgi duyduğunu gördüler mi, annen ve baban sana öyle kucak açacaklardır ki, ailenin önemli bir üyesi olduğunu kanıtlamak için bütün hünerini kullansan yine seni o kadar sevmelerini sağlayamazsın. İyi bir öğrenci olmayı istemiyor musun?
Rachel:İstiyorum
Adler: Bana kalırsa, bir haftada başarabilirsin bunu. Yeter ki, gayret et, çalış. İleride bir mektup yazıp, durumu bana bildirirsin sanırım?
Adler, bu görüşmede, başvurduğu numaraları Rachel’e bir bir açıklamıştır. Onu bunlardan el çekmeye yüreklendirmiştir. İzlediği amacın açmalığını görüp anladığında Rachel düzelecek, öğretmenlerinin de çalışmaya katılımıyla, iyileşme şansının daha da büyüyeceğini belirtmiştir.
Adler, bir hafta sonra kızdan mektup alır:

Sayın Dr. Adler
Öncekilere hiç benzemeyen bir hafta geçirdim. Bütün zaman evden dışarıdaydım. Sanırım, sizinle konuşmam benim için çok yararlı oldu. Miss X.’in dediğine göre, bazen okuldaki küçük çocukların dersleriyle ilgilenmemi salık vermeniz iyi bir şey olacakmış. Bu mektubu size yazmam için sekreterliğe çağırdılar. Daktiloyla yazdığım ilk mektup bu.
Saygılar
Rachel


KAYNAKÇA


Adler, A. (1930), Sorunlu Okul Çocugu, Broser (Editör), 1926 tarihinde A.Adler
tarafından verilmis bir dizi konferans metninin derlenerek kitap haline getirilmis
sekli, Çeviren: Kamuran Sipal, Cem Yayıncılık.1998.

Adler, A. (1985), Yasamın Anlam ve Amacı, Çeviren: Kamuran Sipal, Say yayınları, (2003), İstanbul

Alfred,A.(1993) Psikolojik Aktivite (Üstünlük ve Toplumsal İlgi).Say Yayınları,İstanbul


Alfred,A.(2002) Bireysel Psikoloji. 2.Baskı.Hayat Yayınları, İstanbul


Alfred,A.(2008) Nevroz Sorunları. 2.Baskı. Say Yayınları,İstanbul


Alfred,A.(2008) Yaşamsal Sorunlar. 2.Baskı. Say Yayınları,İstanbul

Corey, G. (2008). Psikolojik Danışma, Psikoterapi Kuram ve Uygulamaları. Mentis Yayınları. Ankara


Geçtan, E. (1990). Psikanaliz ve Sonrası (8. baskı). Remzi. İstanbul

Kaya, A., Baysal, A., Kaygusuz, C., Sarı, E., Girgin, G., Sahin, H., Çakır, M.A., Güven, M., Kutlu, M., Balcı, S., Terzi, S. (2004), Psikolojik Danışma ve Rehberlik, Anı Yayıncılık, Ankara.

Prinz, J., Arkin, S. (1994), “Adlerian group therapy with substance abusers”, The Journal of Adlerian Theory.

Özdoğan, B. (2000), Çocuk ve Oyun, Anı Yayıncılık, Ankara

Topses, G. (2003), Gelisim ve Öğrenme Psikolojisi, Nobel Yayıncılık, Ankara.

Yanbastı, G.(1996) Kişilik Kuramları. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No.53.2.Baskı, İzmir
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Alfred Adler- Bireysel Psikoloji" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Dnş.Özkan KENARLI'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Dnş.Özkan KENARLI'nın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     12 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Uzm.Psk.Dnş.Özkan KENARLI
İstanbul
Uzman Psikolojik Danışman
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi15 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Dnş.Özkan KENARLI'nın Makaleleri
► Adler Aile Terapisi Psk.Dnş.İnci AYDIN
► Adler Tarzı Aile Terapisi Dr.Mehmet TEKNECİ
► Bireysel Terapi Psk.Çiğdem KINIK
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,976 uzman makalesi arasında 'Alfred Adler- Bireysel Psikoloji' başlığıyla benzeşen toplam 15 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Yeme Bozuklukları Eylül 2013
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


15:14
Top