2007'den Bugüne 92,312 Tavsiye, 28,221 Uzman ve 19,979 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Aşk Nedir? Cinsel Sevgi ve Duygusal Sevginin (Romantik Aşk) Karşılaştırılması
MAKALE #11698 © Yazan Uzm.Psk.Bilge ÇAPOĞLU | Yayın Kasım 2013 | 12,464 Okuyucu
AŞK NEDIR?
Cinsel Sevgi ve Duygusal Sevginin (Romantik Aşk) Karsılaştırılması

Aşk araştırmacıları aşk kelimesinin tanımı üzerinde bir anlaşmaya varamamıştır. Aşkın çeşitli tanımlarının olması, bir dizi duygu ve düşüncenin altında toplanabildiği bir şemsiyeye benzetilmesine neden olmuştur.

Evrimsel bakış açısına göre aşk evrimsel bir eş seçimi stratejisidir. Bazı çalışmalar aşkı “optimal biasing” (“en iyi meyil”) veya risk alma stratejisi açısından değerlendirmiştir. Bazı çalışmalar ise romantik aşkı kültürel olarak yapılandırılmış “master motive” (“hakim olma motivasyonu”) olarak ele almıştır

Araştırmacılar arasında, aşkın biyolojik veya kültürel olarak davranışa yön verdiği konusunda çok az uyuşma olsa da cinsel davranışın biyolojik temeli ile ilgili az çatışma vardır. Bazı araştırmacılar daha bütünleştirilmiş bir biokültürel yaklaşımı benimseyerek kültürün sadece biyolojik bir sonsöz anlamına gelmediğini, ama doğa ve yetişme tarzı yani kültür arasında bir iç içe geçme olduğunu düşünmektedir. Bazı araştırmacılar ise kültürün romantik aşk ile ilgili semboller ve ideolojilerinin kadın erkek ilişkisindeki dürtünün belirleyicisi olduğunu ileri sürmektedir. Böylece kültürel sembol ve idealler biyolojik bir merkezde şekillenmiş olmaktadır.

Son zamanlarda bazı araştırmacılar aşkın gerçek bir cinsel kimyası olduğu görüşünü desteklemektedir. Aşıklar diğer kişiye bağımlı hale gelmektedir ve bu bağımlılık gücünü kaybetmeden önce yedi yıla ihtiyaç duymaktadır. Bu süre aynı zamanda çocuk yetiştirme için gerekli süre ve erkeklerin “yedi yaş itkisi”yle tanıştıkları süredir. Buradan yola çıkarak bu çalışmalarda aşk: cinsel çekim ile tetiklenen derin kökleri olan kimyasal proseslerin olası bir kültürel ifadesi olarak görülmektedir.

Evrimsel yaklaşımı eleştiren bir araştırmacı ise dünyanın pek çok yerinde toplumların çift bağlarını düzenlediğini böylece aşk ve kimyanın cinsel ve ebeveynsel köklerden bağımsız oluştuğunu iddia etmektedir. Ayrıca sadece evliliklerin romantik aşkın dürtüsüyle tertiplenerek yapıldığı Batıda, evliliklerin düzenlendiği toplumlara göre, büyüme hızının düşük ve nüfus yoğunluğunun az olduğuna dikkat çekmektedir.
Biyolojinin romantik aşkın gerekli koşulu olmasa da, romantik aşkı uyandıran ve şekillendiren dolaylı olsa da yeterli bir koşul olduğu gerçektir. Ne aşk cinsel üreme için gerekli koşuldur ne de üremek için en uygun partneri seçmek için evrensel bir kriterdir. O zaman biz aşk ve cinsellik arasında oluşabilecek olası ilişki çeşitleriyle ilgili teorik kapıları açmak zorundayız. Fakat kültürel yapısalcılar ve evrimsel psikologların bakış açıları bir koşul yapılandırmıştır. Bu koşul: aşkın bağımsızlığı ve cinselliğin ise karşılıklı bağlı olmasıdır.

Aşk ve cinsellik arasındaki iliskiyle ilgili farklı teorilerin özetini yapan Aron ve Aron (1991) dört ilişkisel modelden bahsetmektedir.
1. Cinsellik temeldir ve aşk cinselliğin yüceltilmesi veya yeniden formüle edilmesidir (Freudyen Teoriler)
2. Cinsellik temeldir ve aşk onun ikincil sonucudur. (Orn. Evrimsel psikologlar ve bağlanma teorileri)
3. Aşk ve cinsellik ayrı yapılardır (Orn. Lindholm)
4. Aşk temeldir ve cinsellik aşkın küçük bir bileşenidir. (Orn. Strenberg 1988)

Lindholm kültürlerarası çalışmalardan elde ettiği aşk ve cinselliğin bağımsız motivler ve durumlar olduğu konusunda ikna edici detaylar sunmuştur. Eğer aşk ve cinsellik genetik olarak birbiriyle bağlantılı ise o zaman su sorular sorulmalı: hangi durumda bağlantılılar veya hangi durumda ayrılar? Lindholm hâlihazırda var olan sosyo kültürel süreçlerin aşk ve cinselliği nasıl şekillendirdiğini de sorgulamaktadır. Kendi görüşünü Godden(1992) in postyapısal gorus olan “(confluent)birlesen aşk” görüşüyle karsılaştırmaktadır. Bu görüş, bireylerin sosyal veya psikolojik yapısal sınırlandırmalardan kurtulup kendi duygusal ve cinsel ihtiyaçlarını tatmin edebileceklerini öne sürmektedir. Lindholm Weberian ve Freudyen bakış açısının takipçisi olarak romantik aşkın fizikötesi dürtülerin sonsuz birliğe doğru kültürel şekillendirmesi olduğunu düşünmektedir. Ona göre romantik aşk cinsellik gibi değildir ve farklı motivasyonlardan kaynaklanmaktadır. Batılılar sosyal dünyanın giderek daha fazla kişisel olmayan ve bürokratik hale gelmesiyle tutkulu ve fizikötesi aşk iliskilerine girmeye zorlanmıştır. Bu nedenle insanların aşka hem güvensiz bir dünyadan kaçış hem de anlam bulmak için daha fazla motive olacaklarını öne sürmektedir.

Lee (1976) “The Colors of Love” adlı kitabında aşkı renklere benzeterek çok yönlü bir aşk stilleri teorisi oluşturmuştur. Lee tek yönlü ve tek gerçek aşk tarzını tarif eden araştırmacılara karşı çıkmıştır. Daha sonra tanımladığı altı aşk tarzıyla bağlantılı cinsel ilişki tarzlarını ve “tabu cinsel ilişki tarzlarını” tariflemistir. İdeolojinin, gücün ve sınıfın aşk ve cinsellik tarzlarını şekillendirdiğini öne sürmüştür. Romantik aşkın heteroseksüel ask ve cinsellik anlamına geldiği kültürel ideolojileri eleştirmiştir.

Lee, romantik aşkın temelinin 20. yüzyılda Fransız şövalyelerinin evlilik ve cinsellikle ilgili sosyal düşüncelerden kurtulmak ve yeni bir statü elde etmek için bireysel ilgileri meşrulaştırmaya çalışmalarına dayandığını ileri sürmektedir. Romantik aşkın kapitalist bir iklim yaratarak gruplardan çok, bireylerin daha fazla değişken ve özgür hareket edebilmesine olanak tanıdığını düşünmektedir. Buradan yola çıkarak aşk ve cinselliğin nasıl post-modern toplumlarda “tüketici malları” haline geldiğini ve kişinin kendini ve potansiyel partnerini bir araç ve hizmet olarak tanımlamak için ona kişisel değerler atfettiğini anlatmaktadır. Yeni teknolojilerin ve kaynakların yaygınlaşmasıyla aşıkların buluştuğu yerler ve nasıl buluştuklarının değiştiğini de eklemiştir (yerel veya global ve yüz yüze veya monitörden).

Regan prototip deneyler ve konuşma analizi yöntemini kullanarak, cinsel arzunun, tutkulu aşkı diğer aşk türlerinden ayıran anahtar kavram olduğunu göstermiştir. Cinsel arzunun romantik aşkta Bati kültürlerinde önemli bir bilesen olduğunu iki çalışmasıyla desteklemiştir.

Cramer ve Howilt ise romantik aşkta her zaman cinsel arzunun olamayabileceğini düşünmektedir. Bu durumun karmaşık ve duruma özel olduğunu ileri sürmektedir.
Aşkın kültürden kültüre değişiklik gösterdiği de, kültürel normların sabit duygular yaratabileceği de düşünülmektedir.

Aşk konusunda yapılan önemli araştırmalardan söz ettikten sonra diğer bazı önemli düşünürlerin fikirlerinden bahsetmek de yerinde olacaktır. Örneğin Osho der ki aşk cinsellikten ibaret değildir. İki yüreğin aynı ritimde atmasıdır. Güzel yüzlerle ve bedenlerle ilgili bir şey değil, çok daha derin, bir ahenk meselesidir. Osho`ya göre cinsellik tohum, aşk ise onun çiçeğidir. Eğer tohumu kınarsak çiçeği de kınamış oluruz. Cinsellik aşka dönüşebilir. İnsanin bir gün cinselliği aşması gerekiyor, ama aşabilmek için onu sonuna dek yaşamak lazım ve eğer bunu doğru yapmazsan aşman çok zor olur. O yüzden yaşamak aşmanın bir parçasıdır. Eğer cinsellik aşka dönüşmezse sakatlanmıştır. Cinsellik enerjisi bastırıldığında çirkinleşir. Cinsellik biraz çocukça bir şeydir. Biz olgunlaştıkça cinselliğin üzerimizdeki bakisi azalır. Bu da iyiye işarettir.
Osho`ya göre aşk yalnızca biyolojik esaretin ötesine geçtiğinizde gerçekleşebilir. Aşk ancak o zaman güzeldir. Osho aynı zamanda kıskançlığın olduğu yerde aşkın olmadığını, kıskançlığın aşkla ilgili değil cinsellikle bağlantılı olduğunu düşünmektedir.
Lisa M. Diamond`a göre ise her ne kadar cinsel arzu ve romantik aşk birlikte anılsa da, temelde farklı sübjektif deneyimlerdir. Bu temel farklılığın sebebi her deneyimin evrimsel orijinindeki farklılıklardır. Cinsel arzunun temelinde cinsel eş bulma, romantik aşk temelinde ise çocuk-bakici bağlanması yatmaktadır. Oxitosinin kadınlarda fazla olması da, kadınların erkeklere göre aşk ve arzuyu daha çok bağlantılı görüyor olmalarının bir açıklaması olarak düşünülmektedir.

Diamond akademik makalesinde her hangi bir cinsel arzu duymayan romantik aşıkların mümkün olduğunu gösteren gözlemsel kanıtların olduğunu belirtmiştir. Ayrıca hormonsal değişikliklerin henüz yaşanmadığı çocukluk dönemlerinde de romantik aşkların yaşandığı bildirilmiştir.

Elaire Hatfield ve Richard L. Rapson yaptıkları bir araştırmada bazı noktalara dikkat çekmişlerdir. Deneysel sosyal psikologların romantik aşk duygusunu “diğeriyle birleşme arzusu” ve sex araştırmacılarının ise cinsel arzuyu “diğeriyle cinsel birleşme arzusu” olarak tanımladıklarını vurgulayan makalede bu iki ayrı fenomenin aynı paradigma kullanılarak çalışılabileceği savunulmaktadır.

Maslow`a göre ait olma ihtiyacımız doğa tarafından belirlenmiştir. Tutkulu ve erotik aşk çoğu zaman bu arzulanan birleşmenin hatalı bir şekilde gerçekleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Yakınlaşmayı engelleyen dışlanmışlık duygusuna son vermek istemekteyiz. Cinselliğin uyandığı dönemlerde bu engeller bir birleşmenin gerçekleşebilmesi için geçici olarak ortadan kaldırılmaktadırlar. Eğer bu birleşme bağımlı ve gereken olgunluğa ulaşmamış ise “kendini gerçekleştirme” aşamasının önünde bir engel oluşturacaktır. Erich Fromm`a göre de “Kişilerarasındaki birleşme arzusu insanlığın en önemli itici gücüdür. Erotik aşk tam birleşme için bir yakarıştır. Doğası gereği özeldir ve evrensel değildir.”

Brenda Schaeffer “Sevgi mi Bağımlılık mi” adlı kitabında, gerçekte olgun bir insan için, erotik sevgi ile manevi sevginin birbirlerini tamamlayıcı özellik taşıdıklarını ifade etmiştir. Cinselliğin maalesef çoğu zaman yalnızlık korkusunu geçiştirmek için kullanıldığını ve bu bağlamda, bu tür sevginin bağımlı bir sevgi olduğunu belirtmiştir.

“Tükenmiş İliskiler” kitabının yazarı Daphne Rose Kingma`ya göre ise aşk (burada romantik aşk kastediliyor) varoluşumuzla ilgili birçok temel soruları cevaplarken diğer bütün deneyimlerden daha fazla kullandığımız bir cevap olduğu için güvenli bir liman gibidir. Büyüdüğümüzde, çocukluğumuzda yaşantımızın oluşturduğu güven duygusuna benzer bir duygu yaratabilmek için aşk iliskileri yaratmaktayız.

Kingma`ya göre ilişkilerde ruhsal gelişimimiz açısından önem taşıyan deneyimler iki gruba ayrılır: Çocukluğumuzdaki bazı özel eksiklikleri telafi edilmesi ve çocukluğumuzla ilgili hikâyelerin duygusal anlamlarının keşfedilmesi. Genelde aşk ilişkileri ebeveynlerin çocuklarına vermeleri gereken en temel, katışıksız, koşulsuz sevgi ve kabulden yoksun bırakılmaları nedeniyle bu yaraları sarmak için bir araya gelmek olur. Diğer taraftan Kingma`ya göre ne kadar önemli olursa olsun cinsellik bir ilişkiyi sürdürmek için yeterli değildir.

“Ailenizi Keşfedin” adlı kitabın yazarı John Bradshaw`a göre “aşık olmakla” aşk aynı şey değildir. Bu büyük olasılıkla genetik bağlanmanın bir türüdür. Doğa bebek ister. Bu nedenle “aşık olan” insanların birbirlerine yönelik son derece güçlü erotik dürtüleri vardır.
“Aşık olma” hali duyguları çok güçlendirir. Aklı bir karış havada olma hali ilkel anne-çocuk kaynaşmasını canlandırır. İnsan eğer bebekliğindeki bu duygularını hala çözümleyememişse, o günlerde yoksun kaldıkları tüm duygusal gereksinmelerin karşılandığını görür. Bu olay da her zaman için kısa vadede her şeyden vazgeçmeye değecektir.

Diğer taraftan Erich Fromm`a göre tüm evrende varoluş için gereksinimi duyulan özgün bir oluş, biyolojik bir oluş vardır: bu erkek ve dişi kutuplar arasındaki birleşme arzusudur. Kutuplaşma düşüncesi en açık biçimiyle erkek ve kadının bir zamanlar bir bütün olduğunu, sonradan iki parçaya ayrıldıklarını ve o günden beri her erkek parçanın, yeniden bütünleşmek için yitirdiği dişi parçayı aradığını anlatan mitolojik öyküde dile getirilmektedir. Efsanenin anlamı yeterince açıktır. Cinsel kutuplaşma insanı karşı cinsle birleşmeyi aramaya iter. Erkek ve kadın kutuplaşması her erkeğin ve her kadının içinde vardır. Fizyolojik olarak kadın ve erkek, her ikisi de karşı cinsin hormonlarına sahiptirler. Ruh bilimsel olarak da kadın ve erkek iki cinsiyetlidir. Erkek ya da kadın kendi içinde birliğe ancak erkek ve dişi kutupları birleştirerek ulaşabilir. Kutuplaşma tüm yaratıcılığın kaynağıdır.Dolayısıyla cinsellik burada birleşme ve sevme gereksinimlerinin bir belirtisi olarak kabul edilmektedir.

Fromm`a göre cinsel sevgi, var olan sevgi türlerinin en aldatıcısıdır. Bu sevgi bicimi, o ana kadar iki yabancı arasında var olan barikatların birden yıkılmasıyla “aşık olmanın” yakıcı deneyimiyle karıştırılır. Bu ani yakınlaşma yapısı gereği kısa ömürlüdür. Yabancı yakından tanınan bir kişi haline geldikten sonra arada yıkılacak barikat kalmaz. Artık üstesinden gelinecek bir yakınlaşma yoktur ortada. Eğer, diğer insanin yaşam deneyimi derin, kişiliği sınırsız ise, onu hiçbir zaman yakından tanımak mümkün olmaz. Ve aradaki barikatları yıkma mucizesi her gün yeniden tekrarlanır. Fakat insanların çoğu, başkalarının kişiliklerini kendi kişiliği gibi kısa zamanda tanır ve tüketir. Böyle insanlar için yakınlaşma sadece cinsel iliskiyle sağlanır. Diğer kişinin ayrılığını sadece bedensel bir ayrılık olarak düşündükleri için bedensel birlik, ayrılığın üstesinden gelmektir onlar için.

Fromm`a göre cinsel isteğin amacı birleşmektir. Ve bu, hiç bir zaman sadece bedensel bir açlığın, acı veren bir gerçeğin giderilmesi değildir. Cinsel arzuyu sadece sevgi uyandırmaz. Yalnızlıktan doğan huzursuzluk, hükmetmek ya da hükmedilmek isteği, kendini beğenmişlik, incitme, hatta yok etme isteği de uyandırabilir. Öyleyse görülüyor ki herhangi bir güçlü heyecana cinsel arzu karışabildiği gibi böylesi bir heyecan cinsel arzu uyandırabiliyor da, ama bunlardan sadece bir tanesi sevgidir. Birçok kişi cinsel arzuyu kafalarında sevgi düşüncesiyle bütünleştirdiği için birbirlerine duydukları bedensel isteği kolayca sevgi sanabilmektedirler. Sevgi cinsel birleşme isteği yaratabilir, bu durumda bedensel birleşmede hükmetme ya da hırs yiter, şefkat ortaya çıkar. Eğer bedensel birleşme arzusunu sevgi doğurmuyorsa, bu birleşme geçici, hazza dayalı bir duygu olmaktan öteye gidemez. Şefkat bedensel olmayan sevgi biçimleri kadar bedensel sevgide de ortaya çıkar.

Birbirine aşık, kendileri dışında başkasına hiç bir sevgi duymayan insana sıkça rastlanır. Bunların sevgisi gerçekte iki kişilik bencilliktir. Onlar kendilerini karşılıklı aynılaştıran iki insandır. Ayrı olma sorununu iki kişi yaşayarak çözümleyebilirler, yalnızlığın üstesinden gelmeyi başarabilirler. Ne var ki diğer insanlardan ayrı oldukları için birbirlerinden de ayrıdırlar ve kendilerine yabancılaşırlar. Bu nedenle cinsel sevgi iki kişilik bir yalnızlıktır.
Fromm`a göre cinsel sevgi eğer sevgiyse, tek önermesi vardır. Varlığımın ta derinliklerinden seviyorum. Karşımdaki insanin varlığının derinliklerinde yaşıyorum. Aslında tüm insanlar benzerdirler. Hepimiz bir bütünün parçalarıyız. Bir bütünüz. Böyle olduğuna göre kimi seversek sevelim fark etmemeli.

Son olarak Hellinger`in bu konudaki düşüncelerine bakalım. Hellinger`e göre ailenin temeli bir erkekle kadın arasındaki cinsel çekimdir. Bir erkek bir kadını arzuladığında da bir kadın da erkeği arzuladığında da, gereksinip de sahip olamadığını arzular. Dolayısıyla erkek ve kadın birbirlerini karşılıklı bütünleyen tamamlayıcı bir güç olurlar. Sevgi başarıya, olduğumuzu vererek ve gereksindiğimizi alarak ulaşacaktır.
Tek başına cinsel ilişki eşleri birbirine bağlar. Bağı kuran niyet ya da seçim değil, bedensel eylemin kendisidir. Cinsel birleşme sonucunda hoşumuza gitsin veya gitmesin, çiftler arasında çok özel ve derin, kopmaz bağlar oluşur. Onları yalnızca bu edim ebeveyn haline getirir. Eşler bir kez cinsel yakınlığı paylaşarak bir bağ oluşturduklarında yaralanma ve suç olmaksızın ayrılma da mümkün olmaz.
Cinselliğin ciftin bağlanmasında oynadığı can alıcı rol tenin ruh üzerindeki üstünlüğü gibi tenin bilgeliğini de gözler önüne serer. Bedensel dürtüler akıl ve iradeyi yenerek dizginleri ele geçirir.

İhtiyaçların karşılanması sevgi için yeterli değildir. Çoğu ilişki birbirinin ihtiyaçlarını ve özlemlerini karşılayacak bir eş bulmasıyla başlar. Bu bakış açısı aşk serüveni için yeterince geniş ama kalıcı bir ilişki için çok dardır. Aşık olmak kördür, aşk ise uyanık. Aşk diğerini gerçekten olduğu gibi kabul etmek ve istemektir. Bu çok derinlerde bir şeye dokunur ve aşkın gelişmesini sağlar.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Aşk Nedir? Cinsel Sevgi ve Duygusal Sevginin (Romantik Aşk) Karşılaştırılması" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Bilge ÇAPOĞLU'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Bilge ÇAPOĞLU'nun izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     3 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Bilge ÇAPOĞLU Fotoğraf
Uzm.Psk.Bilge ÇAPOĞLU
İstanbul
Uzman Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi48 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Bilge ÇAPOĞLU'nun Makaleleri
► Romantik İlişkiler: Sevgi Neydi? Dr.Psk.Bahar KÖSE
► Duygusal İlişkide "Bencil Sevgi" Psk.Ümit KARABULUT
► Romantik Yorgunluk Cinsel İsteksizlik Yapabilir! Dr.Psk.Dnş.Ayavar Cem KEÇE
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,979 uzman makalesi arasında 'Aşk Nedir? Cinsel Sevgi ve Duygusal Sevginin (Romantik Aşk) Karşılaştırılması' başlığıyla benzeşen toplam 22 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Panik Atak ve Emdr Haziran 2014
► Ego ve Terapi Nisan 2014
► Kendimiz Olmak Nisan 2014
► Yardım Etmenin Düzenleri Aralık 2013
► Eşim Beni Hiç Anlamıyor Ağustos 2013
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


04:08
Top