İnteraksiyonel Sistem Değerlendirmesi ve Bireysel İnanç Sistemlerinin İmago Terapideki Yansıması
‘İnteraksiyonel sistem denildiğinde, iki ya da daha çok kişinin, ilişkinin doğasını tanımlama çabası içinde olduğu süreçten söz edilmektedir. Bu süreçte bireyler, birbirlerine açık ya da kapalı olarak, ilişkinin nasıl olması gerektiği ile ilgili öneriler getirmektedirler. İlişkinin paternini belirlemekte olan ve bu patern tarafından belirlenen interaksiyonel sistem, bireylerin rol ‘’alış-verişleri’ karşılıklı poziyon tayinleri ve pozisyonel işlevsellikleri ile devamlı bir nitelik kazanmaktadır (Dokur and Profeta, 2009).’
Webster’ s sözlüğünde ‘İmago’ nun karşılığı ‘bir kişinin ya da şeyin temsil edilmesi’ , ‘suret’ , ‘benzerlik’ , imge olarak verilmiş. Bu terim psikolojide Freud tarafından kullanışmış olup, aslında onun çıkardığı artık varolmayan bir derginin adıydı. Terim aynı zamanda Jung tarafından da ‘karşı cinsin iç dünyada temsil edilmesi’ anlamında kullanılmıştı. Her ikisi de bu imgenin çocukluktaki bütün etkili yetişkinlerin içselleştirilmesinden oluşturulduğunu ve bunun yansımasının romantik duyguları doğurduğunu anlatıyor. Jung’ un kuramına göre ‘anima’, erkeğin bilinçaltı kadın tasarımını; ‘animus’ ise kadının bilinçaltı erkek tasarımıdır. Burda İmago, bütün önemli yetişkinlerin kaynaşmasından oluşur ve baskın aynı-cins ya da karşı-cins niteliklerine sahip olabilir ve her iki cins tarafından da tasarlanabilir. Diğer bir deyişle, bir erkek babasına benzer bir kadını eş seçebilirken, bir kadında annesine benzer bir koca seçebilir. İmago seçimi tüm durumlarda, karşı ve aynı cinsten büyüklerin özelliklerinin karışımından oluşur.
Ebeveyn-çocuk arasındaki ilk interaksiyonların en önemli sonucu, çocuğun hem kendisi hem de dünya hakkındaki ilk algılarının oluşmasıdır. Çocuk kendinden ve diğerlerinden olan beklentilerini bu ilk interaksiyonlar ile şekillendirir. Belirli bir şekilde tekrar eden interaksiyon içerikleri, bir örüntünün ve zihinsel modellerin oluşmasına neden olur. Bowlby (1973) bu örüntülere “içsel çalışma modeli” adını vermiştir. Ebeveynler ile çocukları arasında süregelen etkileşimin önemli bir sonucu olarak çocuklar kendilerini ve dünyayı tanırlar; başkalarından ne bekleyebilecekleri hakkında çok şey öğrenmiş olurlar. Ebeveyn ile olan ilk deneyimlerdeki ayrılma, stres ve birleşme örüntüleri, ile ilk interaksiyonlar, kişinin yakın ilişkileri ile ilgili içsel çalışma modelini oluşturmaktadır. Bu model, bir kişinin yakın ilişkilerindeki bilişsel şemalar ile ilişkilidir. Bu şemalardan ilki kişinin kendi değeri, yetkinliği ve sevilebilirliği hakkındaki algılarıdır. İkincisi ise sosyal çevredeki diğer önemli yakın kişilere olan iyilik, güven duyma ve bağlı olma ile ilgili beklentileridir (Bowlby, 1988). Bağlanma sürecinde oluşan olumsuz örüntüler, çocuğun benlik algısı, öz düzenleme becerileri, ve yaşamda otonom fonksiyon gösterebilme gibi alanlardaki sıkıntılarının belirleyicisi konumundadır. Güvenli bağlanma örüntüsüne sahip olan çocuklar ise otonom ve bağımsız hareket edebilmekte, gelişmiş düzeyde öz düzenleme, benlik algısı ve güven duygusuna sahip olabilmektedirler (Levy veOrlans, 1998).
‘İlişkilerinde sorun yaşayan çiftler, uyumsuzluk yüzünden uzun süreli tekrarlanan çatışmalar sonrası ya da eşlerden birisinin tükenmişliği, depresyonu nedeniyle terapiye yönelebilirler. Terapi sürecinde her iki eşin interaksiyon stillerinin ele alınması, çiftlere bu konuda farkındalık kazandırılması oldukça önem taşır (Dokur and Profeta, 2009).’
Brief Terapide bahsedilen ‘Bireysel İnanış Sistemleri (BİS)’ de Byng-Hall (1985), birbirleriyle fazla yakın ya da fazla ayrı olma konusunda güçlük yaşayan çiftleri anlatmıştır. Evlilik bağları, sürekli bir dengesizlik halinde bulunur. Bu kişilerin; kendileri için önemli olan diğer kimselerle yakın/samimi ilişkilerdeki deneyimlerinin önceki ve sürmekte olan algılarından kaynaklanmış olan, ilişkide çok yakın veya çok uzak olma korkusunu barındıran BİS’leri var gibi görünür (Israelstam, 1987). Romantik ilişkilerde çiftlerin birbirleriyle olan ilişkileri, bazı yönleriyle ebeveynlerin çocuklarıyla olan ilişkilerinden ayrılır. Fakat bu iki tip ilişki, ana hatlarıyla birbirine oldukça benzemektedir. Serbest çağrışım ile ayrı zamanlarda eş ve ebeveyn için seçilen kelimelerin ortak olduğu görülmektedir. Burdan anlaşılacağı üzere çocuklukta kurulan bağlanma şekilleri aslında yetişkinlikte de eş seçiminde etkili olabilmektedir. Yakınlık/samimiyette yakın ve ayrı olmayı tutabilme kapasitesi, ilk bakıcılarla olan erken olumlu interaksiyona bağlıdır (Bowlby, 1969). İMAGO felsefesinde de belirtildiği üzere aslında benzer yaralar taşıdığımız kişilere biliçdışı olarak yöneliriz. Aralarında iletişim eksikliklerinin yanı sıra bireysel aile geçmişlerine dayanan sıkıntılar olduğu söylenebilir. Çiftin ilişkilerini ya çok iyi ya da çok kötü olarak tanımlaması ise çok kötü gittiği zamanlarda bunu tetikleyen, altta yatan önemli başka sebeplerin de olabileceğini düşündürtür. Levy ve Orlans’a (1998) göre, güvenli bağlanma ilişkisinin oluşabilmesi için bakım veren-çocuk ilişkisinde olması gereken temel özellikler temas, dokunma, göz teması, gülümseme ve olumlu etkileşim, ve ihtiyaçların giderilmesi olarak sıralanmıştır. Güvenli bir bağlanma ilişkisi geliştirebilen çocuklar hayatlarında şu alanlarda olumlu başarılar elde etmektedirler: Benlik saygısı, bağımsızlık ve otonomi, özerklik, sıkıntı karşısında esneklik, duygularını ve dürtülerini idare edebilme becerisi, uzun vadeli arkadaşlıklar, ebeveynler, bakım veren ve diğer otorite figürleri ile ilişkilerde olumlu sosyal beceriler, güven, yakınlık, samimiyet ve sevgi, kendi, aile ve toplum hakkında olumlu ve umutlu bir inanç sistemi, empati, merhamet ve vicdan, akademik başarı ve yüksek performans, yetişkin olduklarında kendi çocuklarıyla güvenli bağ kurma.
Bireylerin ebeveynlerine benzer eşler seçerek geçmişi yeniden oluşturmaya çalışmalarına Freud, ‘tekrarlama zorlanımı’ adını vermişti. Bu fikir, Gestalt Terapisi’ nin kurucusu Fritz Perls tarafından genişletilerek ‘yarım kalmış mesele’ olarak adlandırılmıştı. Perls’e göre bu tutum, bilinçdışı ve yadsınmış duygu ve hatıralardan oluşmakta, fakat davranışlarla ifade edilmektedir. Bazı görüşlere göre bu yenileme, aşina olunan ortamı yeniden oluşturma çabasıdır; dolayısıyla da devinimsiz ve amaçsız bir süreçtir.
Fakat, bu bilinçli ya da yarı-bilinçli beklentilerden çok daha önemlisi, insanları evliliğe taşıyan bilinçdışı beklentilerdir. Bireyler eşlerinden bu beklentilerini tamamen karşılayarak, doyurulmamış çocukluk ihtiyaçlarını gidermelerini, kayıp özlerinin eksik parçalarını tamamlamalarını, tutarlı ve sevecen bir yaklaşımla onlarla ilgilenerek sonsuza dek yanlarında kalmalarını beklerler. Bir kez ilişki güvenli görünmeye başladığında, eski beynin derinliklerindeki bir psikolojik şalter açılarak, gizli kalmış çocukluk arzularının tümünün harekete geçmesini sağlar. Bu, içerideki yaralı çocuğun komutayı ele geçirmesi gibi birşeydir. Çocuk şöyle der: Bu insanın kalıcı olup olmadığından emin olmak için yeterince usul usul bekledim. Şimdi bunun karşılığını görelim bakalım. Böylece karı-kocalar kocaman birer geri adım atarak, mutluluk içinde yüzmeye başlamadan önce bu birliktelikten paylarına düşeni beklemeye koyulurlar. Tüm bu bilgiler ışığında, ebeveyn tutumlarının eş seçimine etkisi incelendiğinde, eş seçimi bireylerin bireysel inanç sistemleriyle de ilişkilendirilebilir.‘Maturana’ nın yapısal determinizm kavramından ve Bowlby’ nin bağlanma teorisinden etklenerej, her bireyin inanç sistemlerinin (özellikle yakınlık/samimiyetten kaynaklanan korkularla ilgili olanlar), ‘uygunluğu’nun doğasına dayanan bir evlilik ilişkileri modeli anlatılmıştır.’ ifadesi imagonun çocukluk acıları ve evlilik ilişkisi eşlemesine benzemektedir.
Webster’ s sözlüğünde ‘İmago’ nun karşılığı ‘bir kişinin ya da şeyin temsil edilmesi’ , ‘suret’ , ‘benzerlik’ , imge olarak verilmiş. Bu terim psikolojide Freud tarafından kullanışmış olup, aslında onun çıkardığı artık varolmayan bir derginin adıydı. Terim aynı zamanda Jung tarafından da ‘karşı cinsin iç dünyada temsil edilmesi’ anlamında kullanılmıştı. Her ikisi de bu imgenin çocukluktaki bütün etkili yetişkinlerin içselleştirilmesinden oluşturulduğunu ve bunun yansımasının romantik duyguları doğurduğunu anlatıyor. Jung’ un kuramına göre ‘anima’, erkeğin bilinçaltı kadın tasarımını; ‘animus’ ise kadının bilinçaltı erkek tasarımıdır. Burda İmago, bütün önemli yetişkinlerin kaynaşmasından oluşur ve baskın aynı-cins ya da karşı-cins niteliklerine sahip olabilir ve her iki cins tarafından da tasarlanabilir. Diğer bir deyişle, bir erkek babasına benzer bir kadını eş seçebilirken, bir kadında annesine benzer bir koca seçebilir. İmago seçimi tüm durumlarda, karşı ve aynı cinsten büyüklerin özelliklerinin karışımından oluşur.
Ebeveyn-çocuk arasındaki ilk interaksiyonların en önemli sonucu, çocuğun hem kendisi hem de dünya hakkındaki ilk algılarının oluşmasıdır. Çocuk kendinden ve diğerlerinden olan beklentilerini bu ilk interaksiyonlar ile şekillendirir. Belirli bir şekilde tekrar eden interaksiyon içerikleri, bir örüntünün ve zihinsel modellerin oluşmasına neden olur. Bowlby (1973) bu örüntülere “içsel çalışma modeli” adını vermiştir. Ebeveynler ile çocukları arasında süregelen etkileşimin önemli bir sonucu olarak çocuklar kendilerini ve dünyayı tanırlar; başkalarından ne bekleyebilecekleri hakkında çok şey öğrenmiş olurlar. Ebeveyn ile olan ilk deneyimlerdeki ayrılma, stres ve birleşme örüntüleri, ile ilk interaksiyonlar, kişinin yakın ilişkileri ile ilgili içsel çalışma modelini oluşturmaktadır. Bu model, bir kişinin yakın ilişkilerindeki bilişsel şemalar ile ilişkilidir. Bu şemalardan ilki kişinin kendi değeri, yetkinliği ve sevilebilirliği hakkındaki algılarıdır. İkincisi ise sosyal çevredeki diğer önemli yakın kişilere olan iyilik, güven duyma ve bağlı olma ile ilgili beklentileridir (Bowlby, 1988). Bağlanma sürecinde oluşan olumsuz örüntüler, çocuğun benlik algısı, öz düzenleme becerileri, ve yaşamda otonom fonksiyon gösterebilme gibi alanlardaki sıkıntılarının belirleyicisi konumundadır. Güvenli bağlanma örüntüsüne sahip olan çocuklar ise otonom ve bağımsız hareket edebilmekte, gelişmiş düzeyde öz düzenleme, benlik algısı ve güven duygusuna sahip olabilmektedirler (Levy veOrlans, 1998).
‘İlişkilerinde sorun yaşayan çiftler, uyumsuzluk yüzünden uzun süreli tekrarlanan çatışmalar sonrası ya da eşlerden birisinin tükenmişliği, depresyonu nedeniyle terapiye yönelebilirler. Terapi sürecinde her iki eşin interaksiyon stillerinin ele alınması, çiftlere bu konuda farkındalık kazandırılması oldukça önem taşır (Dokur and Profeta, 2009).’
Brief Terapide bahsedilen ‘Bireysel İnanış Sistemleri (BİS)’ de Byng-Hall (1985), birbirleriyle fazla yakın ya da fazla ayrı olma konusunda güçlük yaşayan çiftleri anlatmıştır. Evlilik bağları, sürekli bir dengesizlik halinde bulunur. Bu kişilerin; kendileri için önemli olan diğer kimselerle yakın/samimi ilişkilerdeki deneyimlerinin önceki ve sürmekte olan algılarından kaynaklanmış olan, ilişkide çok yakın veya çok uzak olma korkusunu barındıran BİS’leri var gibi görünür (Israelstam, 1987). Romantik ilişkilerde çiftlerin birbirleriyle olan ilişkileri, bazı yönleriyle ebeveynlerin çocuklarıyla olan ilişkilerinden ayrılır. Fakat bu iki tip ilişki, ana hatlarıyla birbirine oldukça benzemektedir. Serbest çağrışım ile ayrı zamanlarda eş ve ebeveyn için seçilen kelimelerin ortak olduğu görülmektedir. Burdan anlaşılacağı üzere çocuklukta kurulan bağlanma şekilleri aslında yetişkinlikte de eş seçiminde etkili olabilmektedir. Yakınlık/samimiyette yakın ve ayrı olmayı tutabilme kapasitesi, ilk bakıcılarla olan erken olumlu interaksiyona bağlıdır (Bowlby, 1969). İMAGO felsefesinde de belirtildiği üzere aslında benzer yaralar taşıdığımız kişilere biliçdışı olarak yöneliriz. Aralarında iletişim eksikliklerinin yanı sıra bireysel aile geçmişlerine dayanan sıkıntılar olduğu söylenebilir. Çiftin ilişkilerini ya çok iyi ya da çok kötü olarak tanımlaması ise çok kötü gittiği zamanlarda bunu tetikleyen, altta yatan önemli başka sebeplerin de olabileceğini düşündürtür. Levy ve Orlans’a (1998) göre, güvenli bağlanma ilişkisinin oluşabilmesi için bakım veren-çocuk ilişkisinde olması gereken temel özellikler temas, dokunma, göz teması, gülümseme ve olumlu etkileşim, ve ihtiyaçların giderilmesi olarak sıralanmıştır. Güvenli bir bağlanma ilişkisi geliştirebilen çocuklar hayatlarında şu alanlarda olumlu başarılar elde etmektedirler: Benlik saygısı, bağımsızlık ve otonomi, özerklik, sıkıntı karşısında esneklik, duygularını ve dürtülerini idare edebilme becerisi, uzun vadeli arkadaşlıklar, ebeveynler, bakım veren ve diğer otorite figürleri ile ilişkilerde olumlu sosyal beceriler, güven, yakınlık, samimiyet ve sevgi, kendi, aile ve toplum hakkında olumlu ve umutlu bir inanç sistemi, empati, merhamet ve vicdan, akademik başarı ve yüksek performans, yetişkin olduklarında kendi çocuklarıyla güvenli bağ kurma.
Bireylerin ebeveynlerine benzer eşler seçerek geçmişi yeniden oluşturmaya çalışmalarına Freud, ‘tekrarlama zorlanımı’ adını vermişti. Bu fikir, Gestalt Terapisi’ nin kurucusu Fritz Perls tarafından genişletilerek ‘yarım kalmış mesele’ olarak adlandırılmıştı. Perls’e göre bu tutum, bilinçdışı ve yadsınmış duygu ve hatıralardan oluşmakta, fakat davranışlarla ifade edilmektedir. Bazı görüşlere göre bu yenileme, aşina olunan ortamı yeniden oluşturma çabasıdır; dolayısıyla da devinimsiz ve amaçsız bir süreçtir.
Fakat, bu bilinçli ya da yarı-bilinçli beklentilerden çok daha önemlisi, insanları evliliğe taşıyan bilinçdışı beklentilerdir. Bireyler eşlerinden bu beklentilerini tamamen karşılayarak, doyurulmamış çocukluk ihtiyaçlarını gidermelerini, kayıp özlerinin eksik parçalarını tamamlamalarını, tutarlı ve sevecen bir yaklaşımla onlarla ilgilenerek sonsuza dek yanlarında kalmalarını beklerler. Bir kez ilişki güvenli görünmeye başladığında, eski beynin derinliklerindeki bir psikolojik şalter açılarak, gizli kalmış çocukluk arzularının tümünün harekete geçmesini sağlar. Bu, içerideki yaralı çocuğun komutayı ele geçirmesi gibi birşeydir. Çocuk şöyle der: Bu insanın kalıcı olup olmadığından emin olmak için yeterince usul usul bekledim. Şimdi bunun karşılığını görelim bakalım. Böylece karı-kocalar kocaman birer geri adım atarak, mutluluk içinde yüzmeye başlamadan önce bu birliktelikten paylarına düşeni beklemeye koyulurlar. Tüm bu bilgiler ışığında, ebeveyn tutumlarının eş seçimine etkisi incelendiğinde, eş seçimi bireylerin bireysel inanç sistemleriyle de ilişkilendirilebilir.‘Maturana’ nın yapısal determinizm kavramından ve Bowlby’ nin bağlanma teorisinden etklenerej, her bireyin inanç sistemlerinin (özellikle yakınlık/samimiyetten kaynaklanan korkularla ilgili olanlar), ‘uygunluğu’nun doğasına dayanan bir evlilik ilişkileri modeli anlatılmıştır.’ ifadesi imagonun çocukluk acıları ve evlilik ilişkisi eşlemesine benzemektedir.
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "İnteraksiyonel Sistem Değerlendirmesi ve Bireysel İnanç Sistemlerinin İmago Terapideki Yansıması" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Dnş.Zeynep ANAFOROĞLU BIKMAZ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Dnş.Zeynep ANAFOROĞLU BIKMAZ'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |
Beğenin
Yazan Uzman
|
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.