2007'den Bugüne 92,310 Tavsiye, 28,219 Uzman ve 19,977 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Duygusal Zekanın İnsan İlişkileri, Kendini Kontrol Becerisi ve Empati Becerisi Üzerindeki Etkileri
MAKALE #14551 © Yazan Uzm.Psk.Hülya MACİT | Yayın Nisan 2015 | 10,367 Okuyucu
Son yirmi yıldır duygular üzerine yapılan bilimsel çalışmalarda benzersiz bir patlama görüldü. Özellikle de beyin görüntüleme teknikleri sayesinde insanlık tarihi içerisinde esrarengiz bir yan, bir sır olarak kalmış olan bu karmaşık hücre kütlesinin, biz düşünürken, hissederken hayal kurarken ve rüya görürken nasıl çalıştığı görünür kılındı, İşte duyguların nasıl çalıştığı konusundaki bu şimdiye dek görülmemiş açıklıktaki bilgiler, toplu olarak yaşanan duygusal krizi nasıl atlatabileceğimize ilişkin yeni fikirleri de gündeme getirdi.

Bugüne kadar IQ denilen zeka katsayısının genetik, deneyimler sonucu değişmeyen niteliğini ve adeta kaderin yaşam süresince bize verilen bu mutlak değerle sabit olduğunu savunan yaklaşımlar hakimdi. Fakat Daniel Gleman'ın 1995'de ortaya attığı EQ yani Duygusal Zeka kuramıyla yepyeni bir anlayış ortaya çıktı. Bu yaklaşım daha zorlayıcı bir soruyu dikkate alıyordu: Biz çocuklarımızın hayatın üstesinden daha iyi gelebilmeleri için, neyi değiştirebiliriz? Yüksek IQ'lu birisinin çuvallamasında ve vasat IQ'lu bir diğerinin şaşırtıcı derecede başarılı olmasında acaba hangi etkenler rol oynuyor? Goleman'a göre bu fark "duygusal zeka" denilen yeteneklerde yatıyor (Goleman, 2005).
Duygusal zeka kavramını ilk defa 1990 yılında, Harvard Üniversitesi'nden psikolog Peter Salovey ve Hampshire üniversitesi'nden psikolog John Mayer kullanmıştır. Salovey ve Mayer'a göre duygusal zeka; kişinin kendisinin ve diğerlerinin hislerini ve duygularını izleme, bunlar arasında ayrım yapma ve bu bilgiyi düşünce ve eylemlerinde kullanma becerisini içeren, sosyal zekanın bir alt kümesidir (akt:Erginsoy, 2002:7).
Duygusal zeka, duyguları zekayla birleştirme, başka bir ifadeyle duyguları zekanın kontrolüne sokabilme becerisidir. Goleman'a göre akış haline girebilmek duygusal zekanın en üst noktasıdır. Akış, duyguların tamamen performans ve öğrenimin hizmetine verilmesidir. Akış sırasında duygular sadece denetim altında ve yönlendirilmekte değildir aynı zamanda olumlu, enerji yüklü ve yapılmakta olan işle uyumludur (Goleman, 2005).
Gardner da bu kavramı kullanmakla beraber iki farklı bakış açısı öne sürmüştür. Bunlardan birincisi; kişi açısından duygusal zeka, yani kişilerin kendi duygularını tanımlaması, ikincisi; kişiler arası duygusal zeka, yani diğer bireylerin duygu ve niyetlerini anlaması yeteneğidir (Erginsoy, 2002:9).

Duygusal zeka olarak adlandırılan durumun öğeleri şöyle sıralanabilir:
Öz-bilinç: kendini tanıma -bir duyguyu oluşurken fark edebilme- duygusal zekanın temelidir. Duyguların her an farkında olma yeteneği psikolojik sezgi ve kendini anlamak bakımından şarttır. Gerçek duygularımızı fark edememek bizi onların insafına bırakır. Duygularını tanıyan kişiler, hayatlarını daha iyi idare ederler; kiminle evleneceğinden hangi işe gireceğine kadar kişisel karar gerektiren konularda ne düşündüklerinden çok daha emindirler.

Duyguları idare edebilmek (kendini kontrol): duyguları uygun biçimde idare yeteneği, özbilinç temeli üstünde gelişir. Kendini yatıştırma, yoğun kaygılardan, karamsarlıktan, alınganlıklardan kurtulma yeteneğini ve bu temel duygusal beceride zayıf olan kişiler sürekli huzursuzlukla mücadele ederken, kuvvetli olanlar ise hayatın tatsız sürprizleri ve terslikleriyle karşılaştıktan sonra daha kolay toparlayabilmektedirler.

Kendini harekete geçirebilmek: duyguları bir amaç doğrultusunda toparlayabilmek, dikkat edebilme, kendini harekete geçirebilme, kendine hakim olabilme ve yaratıcılık için gereklidir. Tıkanıp kalmamak her tür yüksek performansı mümkün kılar. Bu beceriye sahip kişiler, yaptıkları her işte daha üretken ve etkili olabilmektedirler.
Başkalarının duygularını anlayabilmek (Empati): duygusal özbilinç temeli üzerinde gelişen diğer bir yetenek olan empati, insanlarla ilişkide en temel beceridir. Empatik kişiler başkalarının neye ihtiyacı olduğunu, ne istediğini gösteren belli belirsiz sosyal sinyallere karşı daha duyarlıdırlar.

İlişkileri yürütebilme: ilişki sanatı, büyük ölçüde, başkalarının duygularını idare etme becerisidir. Bu beceri popüler olmanın, liderliğin, kişiler arası etkililiğin altında yatan unsurdur. Bu becerilerini geliştirmiş kişiler, insanlarla sürtüşmesiz bir etkileşim sürdürmeye dayalı her alanda başarılı olur ve parlak bir sosyal yaşam sürdürürler (Goleman, 2005:153).

Görüldüğü gibi bu beş maddenin her biri bir diğerini etkilemektedir. Dolayısıyla biri olamadan diğerinin işlevselliğinden söz etmek oldukça zordur. Çünkü çoğu zaman bunların her birini bir arada kullanırız. Ayrıca Gardner'ın dediği gibi bu becerilerin kişisel ve sosyal olmak üzere iki etkinlik alanı vardır. Fakat bu iki boyutu da birbirinden ayrı düşünmek zordur. Çünkü kişisel boyut olarak düşünebileceğimiz; kendini bilmek, duyguları kontrol etmek, kendini harekete geçirebilmek gibi becerileri güçlü olan kişiler, başkalarının duygularını daha iyi anlayabilirler ve ilişkilerini daha iyi yürütebilirler. Bunun yanı sıra başkalarının duygularını, ihtiyaçlarını, kastettiklerini doğru olarak yorumlayabilen insanlar da kendi içlerinde daha rahat olabilme ve olumsuz duygularını daha kolay bir şekilde kontrol edebilme gücüne sahiptirler.

Duygusal zeka kuramına göre, yukarıda saydığımız becerilerdeki zayıflığımız veya gücümüz aslında genetik mirasımız olan mizacımız ve bu yaşımıza gelene dek yaşadığımız etkileşimler sonucunda belirlenmektedir (Goleman, 2005). Bu noktada bağlanma kuramının temel sayıtlılarıyla paralellik göstermektedir. Bowlby'a göre de, çocuk özellikle ilk bakıcı ile, ilk etkileşimleri sonucunda kendine ve diğerlerine dair varsayımlar edinir ve başkalarıyla ilişkiyi devam ettirmeye dair farklı ilişki stratejileri geliştirir. Tüm bunlar da içsel çalışan modeller tarafından kişinin tüm yaşamını etkilemeye devam eder (akt:Güngör, 2000). İşte bu noktada duygusal zeka kuramı, duygusal alışkanlıklarımızın kader olmadığını, bunların eğitilerek değiştirilebileceğini savunur (Goleman, 2005). Yani bu beceriler özellikle çocuklukta ve ergenlikte öğretilebilir ve bu sayede genetik piyangoda kişiye çıkan entelektüel potansiyeli daha iyi kullanabilme şansı elde edilebilinir.

Böyle bir eğitime ihtiyacın altında acil bir ahlaki zorunluluk da belirmektedir. Bazı dönemlerde toplumda diğer dönemlere kıyasla daha da belirgin bir çözülme görülür. Bencillik, şiddet, alçaklık, toplumsal hayatın güzelliklerini bozmaya başlar. Burada duygusal zekanın önemini savunan tez, duyarlılık, kişilik, ahlaki güdüler arasındaki bağlantıya dayanır. Gitgide artan sayıdaki bulgular, hayattaki etik tavrın, temelindeki duygusal yetilerin bir ürünü olduğunu gösteriyor. Dürtü, duygunun ifade ortamıdır; tüm dürtülerin özü kendini bir eylemle ifade etmek isteyen hislerdir. Dürtülerine teslim olan kişilerin, ahlaki anlayışları yetersizdir. Dürtü kontrolü irade ve kişiliğin özüdür. Aynı şekilde fedakarlığın temelinde empati yeteneği yatar. Başkalarının ihtiyaç ya da umutsuzluğu anlaşılamıyorsa, ilgi ve şefkatte olmaz. Kendini kontrol ve empati yetilerindeki zayıflık da bozuk insan ilişkilerine neden olur. Dolayısıyla çalışmamızın bu kısmında duygusal zekanın bu üç alt bileşeni üzerinde durulacaktır.

İnsan İlişkileri

İnsan ilişkilerinde başarılı olabilmek, duygusal zekanın en temel göstergesidir. Goleman'a göre, bir başkasının duygularını idare edebilmek gibi ince bir ilişki sanatı, öncelikle kendi duygularını idare edebilmek ve empatinin olgunlaşmasını gerektirir. İyi bir sosyal izlenim bırakanlar, kendi duygu ifadelerini izlemekte becerikli, diğerlerinin tepki gösterme şekillerine hassas bir uyum gösteren ve böylece istenen sonuçları elde etmek için sosyal performanslarında sürekli ince ayar yapabilen kişilerdir. Bunlar başkalarıyla ilişkide etkili olabilmeyi sağlayan sosyal yeteneklerdir; buradaki eksiklikler sosyal dünyada yetersizliğe veya kişiler arası ilişkilerde tekrar tekrar felakete yol açar. Hatta bu becerilerin eksikliği, en parlak zekalı kişilerin ilişkilerini berbat ederek, ukala, itici ya da duyarsız olarak algılanmalarıyla sonuçlanır. Bu sosyal yetenekler kişinin bir teması şekillendirmesine, başkalarını harekete geçirip teşvik etmesine, yakın ilişkileri sürdürebilmesine, insanları ikna edip etkilemesine ve rahatlatmasına olanak tanır.
Çok önemli bir sosyal yeterlilik, kişilerin duygularını ne kadar iyi ya da kötü ifade edebildikleridir. Doğal olarak duygusal gösterilerimizin hepsinin, bunların alıcısı durumunda olan kişilere dolaysız etkileri vardır. Her temasta duygusal sinyaller göndeririz ve bu sinyaller bizimle birlikte olanları da etkiler. Sosyal ilişkilerimizde ustalaştıkça, gönderdiğimiz sinyalleri daha iyi kontrol edebilir hale geliriz. İşte bu noktada duygusal zeka bu duygusal alışverişin idaresini sağlar (Goleman, 2005).
Hatch ve Gardner "kişiler arası zeka"nın temellerini şöyle tanımlamaktadır:
Grupları organize edebilme; liderin temel becerisi, kurum içersindeki kişileri harekete geçirip, çabalarının koordinasyonunu sağlamaktır.

Tartışarak çözüm bulma; çatışmaları engelleyen ya da alevlenen anlaşmazlıklara çözüm bulan her zaman arabulucunun becerisidir. Bu beceriye sahip olanlar, anlaşma yapar, tartışmalarda hakem olur veya arayı bulmakta ustalıkları ile dikkati çekerler.
Kişisel bağlantı; ilişkiye girmeyi ya da kişilerin hislerinin ve ilgi konularının farkına varıp uygun tepki vermeyi kolaylaştırır. Bu tür kişiler yüz ifadelerinden duyguları okumakta en başarılı olanlardır ve arkadaşları tarafından en sevilen kişilerdir.

Sosyal analiz; insanların hislerini, niyetlerini ve sorunlarını keşfedebilme ve içgörü sahibi olabilme. Başkasının ne hissettiğini bilmek, kolaylıkla yakınlık veya ahenk kurmaya yol açabilir. En bilenmiş şekliyle bu beceri, kişiyi yeterli bir terapist veya danışman yapar. Bir bütün olarak alındığında bu beceriler kişiler arası ilişkilerin sürtüşmesiz yürümesini sağlayan şeydir ve çekiciliğin, sosyal başarının, hatta karizmanın gerekli unsurlarıdır (akt:Goleman, 2005:153-156).

Ancak bu kişiler arası yetenekler, insanın kendi ihtiyaç ve hislerinin ve bunların nasıl karşılanabileceğinin akıllıca kavranmasıyla dengelenmezse, içi boş bir sosyal başarıya yol açabilir; kişinin gerçekten tatmin olmaması pahasına elde edilen bir popülarite gibi. Minnesota Üniversitesi'nden Mark Snyder, bu kimseleri "sosyal bukalemun" olarak adlandırır. Bu tarz Styder'a göre; sosyal beceriler, kişinin kendi hislerini bilme ve kendine karşı dürüst davranma yeteneğini gölgede bırakıyorsa, sosyal bukalemun, sevilmek -ya da en azından beğenilmek - için beraber olduğu kişiler nasıl istiyorsa öyle görünür. Bir kişinin bu kişilik modeline uyduğunu gösteren şey, Snyder'a göre, mükemmel bir izlenim bıraksa da, yakın ilişkilerinin pek az dengeli veya tatmin edici olmasıdır (akt:Goleman, 2005:155).

İnsan ilişkileriyle ilgili bulgular, duygusal ve kişiler arası işaretleri fark etme, yorumlama ve buna göre tepki vermenin sosyal yeterlilik için ne kadar önemli olduğunun altını çizmektedir. Oynayan çocukların etrafında dolanan, katılmak isteyip de dışarıda bırakılan bir çocuk görmek acı verici olsa da, bu evrensel bir durumdur. Tanımadığı kişilerin bulunduğu bir kokteyl partisine katılan ve yakın arkadaş görüntüsünde neşeli bir muhabbete dalmış gruptan uzak duran bir yetişkinin hissettiği de aslında çok farklı bir duygu değildir, araştırmacılara göre bir grubun eşiğinde bulunulan an çok önemli olduğundan, teşhis gücü yüksektir. Sosyal beceri farklarını hemen ortaya çıkarıverir.
Tipik olarak, yeni gelenler başta sadece seyreder ve başlangıçta tam bir deneme havasında gruba katılırlar, kendilerini ancak çok ihtiyatlı adımlarla öne sürerler. Bir kimsenin kabul veya reddedilmesindeki en önemli etken, grubun havasına ne kadar iyi bir şekilde girebildiğidir. Hemen her zaman reddedilme ile sonuçlanan iki büyük hatadan biri; kısa bir zamanda liderliğe soyunmak, diğeri de grubun havasına ters düşmektir. İşte sosyal anlamda popüler olmayanların yaptığı da budur. Gruba zorla girerler, konuyu ya çok çabuk ya da çok ani değiştirmeye çalışır, kendi fikirlerini öne sürer ya da diğerleriyle aynı fikirde olmadıklarını söyleyiverirler; bunların tümü bariz şekilde dikkati kendi üzerine çekme çabalarıdır. Ancak tam tersine, sonuçta ya görmezden gelinir ya da reddedilirler. Oysa popüler olanlar bir gruba girmeden önce orada neler olup bittiğini gözlemler ve daha sonra bunu kabul ettiklerini gösteren bir tepki verirler; grupta bir inisiyatif alıp ne yapılması hakkında fikir beyan etmeden önce statülerinin grup tarafından teyidini beklerler (Atkinson ve ark., t.y, s.s:678).

Goleman'a göre, sosyal becerinin en ileri düzeydeki ustalık aşaması, başkalarının rahatsız edici duygularını yatıştırma yeteneğidir. Bunu başarabilmek için de yapılması gerekenler; öfkeli kişinin dikkatini başka bir yere çekmek, onun hislerine ve bakış açısına empati göstermek ve sonra da, onu daha olumlu duygularla ahenk kurabileceği alternatif bir odak noktasına çekmenin etkili bir strateji olabileceğini işaret ediyor.
Literaratürde kişiler arası davranış tarzları ile ilgili çalışmalar dikkati çekmektedir. Leary'nin bu konuda yaptığı çalışmalarda iki farklı boyut ortaya konmuştur. Olumluya karşı olumsuz, dostçaya karşı düşmanca ya da baskına karşı boyun eğici boyutları(akt:Erginsoy, 2002:30).

Bu konuda bir diğer çalışmada Grasha (1987), yine aynı boyutları kullanarak yaygın olan dört farklı kişiler arası ilişki tarzını şu şekilde tanımlamıştır:
Düsmanca-Baskın Tarz: saldırgan, katı, kibirli, rekabeti seven kişilerin kullandığı kişiler arası ilişki tarzıdır. Tipik olarak küçümseyicilik ve saygısızlıkla karakterize gurur duygusu hakimdir.bu tarzı kullanan kişilerin düşmanca-boyuneğici tarzlar kullanan kişlerle daha rahat ilişki kurdukları söylenmektedir.
Düşmanca-Boyuneğici Tarz: bu tarza sahip kişiler genellikle diğer kişilerin etkisi karşısında boyun eğici bir tarz kullanmakla birlikte tepkileri pasif saldırgandır. Bu kişiler eleştirici, güçsüz, depresif gibi terimlerle tarif edilmektedirler. Düşmanca- baskın tarzlar kullanan kişilerle daha rahat ilişkiler kurdukları belirtilmektedir.
Dostça-Baskın Tarz: diğer insanlara zarar vermeksizin yerinde bir kararlılıkla amaçlarına ulaşmaya çalışan kişilerdir. Yol gösterici, sempatik, destekleyici, liderlik özelliği olan kişilerin bu tarzı kullandıkları bilinmektedir. Bu kimselerin ilişkilerinde kendine güven ve sıcaklık hakimdir.
Dostça-Boyuegici Tarz: bu ilişki tarzını kullanan kişilerin diğer insanların isteklerine cevap vermeye ve bağımlılık geliştirmeye eğilimli kişiler oldukları belirtilmektedir. Kişiler arası ilişkilerde iş birliğine dönük, dostça ve sıcak bir tarz kullanmakla birlikte pasif bir rol üstlenirler (akt:Aydın, 1996:30-32).
Kişiler arası ilişki tarzlarını ölçmek amacıyla Batı'da en yaygın olarak kullanılan Lorr'un geliştirdiği "Kişiselarası İlişki Tarzları Envanteri" kullanılmaktadır. Bunun dışında Laforge'nin geliştirmiş olduğu "İnterpersonel Cheklisfdir. Ülkemizde de Gödelek (1968) tarafından hazırlanan insan ilişkileri ölçeği kullanılmaktadır (Aydın, 1996).
Kendini Kontrol
Kendini kontrol kavramı ile sadece dürtü kontrolü kastedilmemektedir. Mayer & Gaschke'e göre,kendini kontrol kavramının içinde duyguların yönetimi de yer almaktadır. Yani duyguların denetlenmesi, kontrolü ve gerekliyse içinde bulunulan duygusal durumu değiştirmenin de bir ürünüdür (akt:Mumcuoğlu, 2002:25-26).
Goleman'a göre, tüm duygular harekete geçmemizi sağlayan dürtülerdir; evrim yaşamla baş edebilmemiz için bizi acil plan yapabilecek şekilde planlamıştır. Duygu sözcüğünün (emotion) kökü motere' dir. Latince hareket etmek anlamına gelen fiile "e-" ön eki getirildiğinde anlam uzaklaşmak olur ki bu, her duygunun bir harekete yönelttiği fikrini vermektedir. Duygusal repertuarımızdaki her duygunun özgün bir rolü vardır. Beden ve beynin yeni yöntemlerle incelenmesiyle birlikte araştırmacılar her duygunun bedeni birbirinden farklı tepkilere nasıl hazırladığına dair, sayısı gitgide artan fizyolojik ayrıntılar keşfetmektedirler. Örneğin; öfke hissedildiğinde, kan akışı bir silahı tutmayı ya da düşmana vurmayı kolaylaştırıcı şekilde ellere yönelir, korku hissedildiğinde ise, kan kaçmayı kolaylaştırmak için bacaklardaki gibi büyük iskelet kaslarına yönelir (Goleman, 2005).
Evrim sürecinde duygular yol gösterici ve hayat kurtarıcı olduysa da uygarlığın getirdiği yeni gerçeklikler öyle hızlı gelişti ki; duygusal denetimi zorunlu kılan bir takım sosyal kısıtlamalar getirdi. Dolayısıyla "özdenetim" Eflatun'dan bu yana yüceltilen bir erdem olmuştur. Romalılar ve eski Hristiyan klisesi buna temperantia, yani dengeleme, duygusal aşırılıkları sınırlama demiş. Amaç, duyguları bastırmak değil dengedir. Aristo'nun tespit ettiği gibi, makbul olan "uygun" duygudur, yani koşullarla orantılı biçimde hissedebilmektedir. Duygular fazlasıyla bastırıldığında donukluk ve uzaklık yaratır; kontrolden çıktığında, aşırı ve ısrarlı, patolojik bir hale gelir. Aslında, bize sıkıntı veren duygulara hakim olabilme, duygusal sağlığımızın anahtarıdır; aşrılık -fazla yoğun ya da uzun süreli duygular- dengemizi bozar. Doğal olarak bu, tek tip duygu hissetmemiz gerektiği anlamına gelmez. Düşüşler en az çıkışlar kadar hayata bir tat katar, ancak bunların dengede olması gerekir. Kalbin matematiğinde kişinin kendini iyi hissetmesi olumlu ve olumsuz duyguların oranına bağlıdır. İnsanın kendini iyi hissetmesi için sürekli tatsız duygulardan kaçınması gerekmez; ancak fırtınalı duyguların tüm olumlu ruh hallerinin yerini alacak kadar kontrolden çıkmaması gerekir (Goleman, 2005).
Duyguları idare etmek ve kendini yatıştırma sanatı, temel bir hayat becerisidir. Psikanalitik düşünürler bunu en önemli psişik araçlardan biri olarak görürler. Teoriye göre, duygusal açıdan sağlıklı bebekler bakıcılarının kendilerini yatıştırma tarzlarını kendilerine aynen uygulamayı öğrenir ve duygusal beynin iniş çıkışlarından daha az zarar görürler (Kohut, 2004:107).
Görüldüğü gibi beynin düzeni, ne zaman ve hangi duyguların rüzgarına kapılacağımızı kontrol etmemizi çoğu kez zor ya da olanaksız kılar. Ama bir duygunun ne kadar süreceğini belirlememiz bir ölçüde olanaklıdır.
Duygular konsantrasyonu bastırdığında yitip giden şey "işleyen bellek" denilen; yapılmakta olan iş hakkındaki tüm bilgileri zihinde tutma yeteneğidir. Zihinsel yaşamda işleyen bellek, bir cümle söylemekten, karmaşık bir mantıksal önermeyi anlama çabasına kadar, tüm zihinsel çabaları olanaklı kılan en üst düzey bir icra işlevidir. Fakat duygular, işleyen belleği etkilediğinde doğru düzgün düşünemez hale geliriz. Fakat bunun yanı sıra olumlu motivasyonun başarıdaki rolünü düşünelim. Rekabetin fazla olduğu alanlarda, başarılı olanları aynı yetenek düzeyindeki rakiplerinden ayıran özellik; heves ve engeller karşısında dayanma gücü gibi duygusal özelliklere bağlıdır. Dolayısıyla duygularımız; düşünmek ve planlamak, uzak bir hedefe hazırlanmayı devam ettirmek, sorunları çözmek gibi yeteneklerimizi engellediği ya da güçlendirdiği ölçüde, doğuştan gelen zihinsel yetilerimizi kullanma kapasitemizin sınırlarını çizerek hayatta neler yapabileceğimizi belirler. Yaptığımız işe heves ve keyifle motive olduğumuz ölçüde de bizi başarıya ulaştırır. İşte bu anlamda duyguları yönetebilme temel bir yetenektir ve diğer tüm yeteneklerimizi bileyerek ya da körelterek, derinden etkileyen bir güçtür (Goleman, 2005).
Dürtülere karşı koyabilmekten daha temel bir psikolojik beceri yoktur. Çünkü tüm duygular doğaları gereği, bir şekilde dürtüyü eyleme dökmenin yolunu açtıklarından, dürtüleri kontrol etmek, duygusal özdenetimin kaynağıdır. Dürtüyle hareket etmeyi erteleme gücünü bir çok çabanın temelinde bulabiliriz; bu bir yemek rejimini sürdürmekten, tıp fakültesini bitirmeye kadar uzanabilir. Bazı çocuklar, çok küçük yaşlar dahi olsalar, ertelemenin avantajlı olacağı sosyal durumların farkına varabilmek, dikkatini baştan çıkarıcı şeylere odaklamaktan kurtarabilmek ve hedefe ulaşmakta gerekli sebatı gösterirken dikkatlerini, kendilerini hedeften alıkoyacak şeylerden başka kaydırabilmek gibi temel becerileri kazanmış olabiliyorlar (Goleman, 2005). Bu çocukların diğer yaşıtlarından daha yetenekli olmalarının altında yatan sebepler arasında büyük ihtimalle bağlanma figürlerinin kişilikleri ve onlarla olan etkileşim süreçlerinin etkileri yüksektir.
Tice' a göre kişilerin en zor kontrol ettikleri duydu öfkedir. Öfke olumsuz duyguların en baştan çıkarıcı olanıdır; kendini haklı çıkaran sürekli bir iç monolog, öfkeyi serbest bırakması için zihni en ikna edici fikirlerle doldurur. Üzüntünün aksine, öfke enerji verir, hatta coşturur. Zilmann öfkeyi körükleyen temel nedenlerden birinin tehlike hissi olduğunu saptamıştır. Tehlike işaretini veren şey ise; adaletsiz ya da kaba davranışlara maruz kalmak, hakarete uğramak ya da aşağılanmak, önemli bir hedefe doğru ilerlerken engellenmek gibi bariz bir fiziksel tehdit bile yeterli olabilir. Bu tür durumlarda öfkeyi ifade etme biçimleri de kişiler arasında farklılık görülür. Kimileri bu dürtüyü kontrol edemeyip dışa vurma eylemleri sergilerken, kimileri öfkelerini içlerine yansıtıp, o duyguyu hazmetmeden içlerinde tutarlar. Dolayısıyla böyle bir durum kişinin kendisine zarar verir hale gelir. Kimileri de bu duyguyu uygun yollarla kontrol edip, kendilerini yatıştırırlar. Zilmann öfkeyi kontrol etmek ve kendini yatıştırmanın da farklı yolları hakkında bilgi vermiştir. Öfkeyi dağıtmanın bir yolu, öfke dalgasını başlatan düşünceleri yakalayıp bunlara meydan okumaktır. Çünkü ilk öfke patlamasını başlatan, bir etkileşimin başlangıçtaki değerlendirilmesidir; alevlari körükleyen ise bunu izleyen değerlendirmelerdir. Bu noktada zamanlama çok önemlidir; öfke döngüsüne ne kadar erken aşamada müdahale edilirse o kadar etkili olur. Öfkeyi kontrol etmenin bir diğer yolu ise, karşı tarafın durumunu ve ihtiyaçlarını anlamaktır. Böyle bir empati süreci öfkeyi körükleyen durumları yeniden değerlendirmeye yol açar. Bir diğer yol ise öfkeye yol açacak başka kışkırtıcı unsurların bulunduğu bir ortanda, adrenal dalgasının yatışmasını bekleyerek , fizyolojik açıdan sakinleşmeye çalışmaktır. Ancak, öfkeyi hafifletme fırsatının belirli bir menzili vardır; Zilmann bunun ılımlı öfke düzeyinde işe yaradığını, öfkeye varan yüksek düzeylerde ise, bilişsel yeti kaybı olduğunu, yani aklın yitirldiği durumlarda yatıştırma yollarının hiç birinin işe yaramadığını bulgulamıştır (akt:Goleman, 2005:80-88).

Kontrol edilmesi zor olan duygulardan biri de "kaygı"dır. Kaygı aslında yararlı bir tepkinin yoldan çıkmış biçimi olan; beklenen bir tehlikeye karşı fazlasıyla hararetli bir zihinsel hazırlıktır. Ancak zihindeki bu prova, dikkati kendine çekip başka bir yere odaklanma çabalarına müdahale edecek şekilde kısır bir döngünün tuzağına düştüğünde, felakete yol açan bir bilişsel durağanlığa yol açar (Goleman,2005).

Psikolojinin klasik literatüründe kaygı ile performans arsındaki ilişki, ters çevrilmiş bir U olarak tarif edilmektedir. Ters U'nun tepe noktasında kaygı ve performans arasında, bir miktar kaygının yüksek performansa götürdüğü, optimal bir ilişki vardır. Ancak çok aza kaygı kayıtsızlığa ya da iyi sonuç almak için gerekli çabaya yetecek olandan daha az motivasyona yol açar; çok fazla kaygı ise tüm başarı çabalarını köstekler (Atkinson ve ark., t.y, 456).

Ruh halindeki hafif değişiklikler bile düşünme sürecini sarsar. Plan yaparken ya da karar verirken iyi ruh halindeki kişiler daha geniş ve olumlu düşünmeye yönelten algısal bir eğilim gösterirler. Bunu bir nedeni de belleğin ruh haline göre çalışmasıdır; yani, iyi ruh halindeyken, daha olumlu olayları hatırlarız; kendimizi iyi hissettiğimiz sırada, işin iyi ve kötü yanlarını düşünürken bellek bizim verileri tarttığımız terazinin olumlu kefesine ağırlığını koyar ve örneğin, biraz maceracı ya da riskli bir şeyler yapabilmemizi kolaylaştırır. Aynı nedenle berbat bir ruh hali, belleği olumsuz yöne saptırarak bizi korkak, aşırı temkinli kararlar almaya yönlendirir. Kontrolden çıkmış duygular idraki engeller, ancak kontrolden çıkmış duyguları tekrar hizaya sokabiliriz. Snyder'a göre bunu yapabilmenin en iyi yolu umut beslemek ve iyimser olmayı başarabilmektir. Ona göre umutlu olan kişilerin kendilerini motive edebilme, hedefe ulaşmaya yeterli becerilere sahip olduklarını hissetme, köşeye sıkıştıklarında kendilerini "daha iyi günlerin geleceği" tesellisiyle yayıştırabşlme, hedeflerine ulaşabilmek için değişik yollar bulma esnekliğini gösterebilme, imkansızlığı gördüklerinde hedef değiştirebilme ve zor bir işi baş edilebilinir küçük parçalara bölebilme gibi ortak özellikleri bulunuyor (akt:Goleman, 2005:112-115).

Empati

Empatinin kökeni özbilinçtir; kendi duygularımıza ne kadar açıksak, başkalarının hislerini okumayı da o kadar iyi beceririz. Kendisinin ne hissettiği konusunda hiçbir fikri olamayanlar, çevrelerindeki kişilerin ne hissettiğini anlamaktan tamamen acizdirler. Bu kişiler duygusal tonlara karşı sağırdırlar. İnsanların söz ve hareketlerinin dokusunu oluşturan duygusal notalar ve akorların -ese tonunun, duruş değişikliğinin, çok şey ifade eden sessizliklerin, her şeyi açığa vuran bir titremenin- farkına varamazlar (Goleman, 2005).

Yunanca'da "içini hissetmek" demek olan empatheia terimi İngilizceye çevrilirken, ilk kez estetik kuramcılar tarafından, "diğerinin öznel deneyimini algılayabilme yeteneği" için kullanmıştır (akt:Goleman, 2005:129).

Hoffman (1977), empati tanımlamalarını iki grupta toplamaktadır. Bunlardan birincisi, diğer insanların duygularından, düşüncelerinden ve amaçlarından haberdar olmadır. İkici grup tanımlamalarda ise empati, diğer insanların duygularını imgeleme yoluyla anlamak ve benzer duygusal tepkiler vermektir. Bu iki anlayış hiç kuşkusuz birbiri içine girmiş durumdadır. Şöyle ki; bir başkasının duygusal durumunu imgeleme yoluyla anlama becerisi, o kişinin duygusal durumunu bilişsel olarak anlayabilmeye bağlıdır.
Hoffman bu tanımlamaları empatik becerinin ortaya çıkışı ile ilgili olarak yaptığı literatür taramalarından elde etmiştir. Empatinin tanımına dayanarak ortaya çıkan kategorilerin yanı sıra empati becerisinin ortaya çıkışına dayanarak yapılacak bir kategorizasyonda da beş farklı yaklaşım olduğunu ortaya koymuştur:
1. Birinci yaklaşım, empatik becerinin doğuştan var olan biyolojik temelli bir tepki olduğu yönündedir. Bu konuda düzenlenmiş deneysel çalışmalarda 1-2 günlük bebeklerin bir başka bebeğin ağlamasına yine aynı şekilde ağlayarak tepkide bundukları gözlenmiştir.
2. İkinci olarak, empatik tepkinin klasik koşullanma teorisiyle açıklanması yere almaktadır. Sullivan, bir bebeğin annesinin neşesine veya üzüntüsüne otomatik olarak empati göstereceğini söyler. Üzüntülü olan annenin bedeni gerilir ve mimik ya da sözel yolla bunu ifade ettiğinde bebek de benzer bir üzüntü yaşar. Bu durum bakıcının veya annenin duygusal durumunun fiziksel temas yoluyla bebeğe geçişinin sonucudur.
3. Üçüncü yaklaşım, klasik koşullama paradigmasından daha genel bir açıklamadır. Huprey'e göre, bir kişinin üzüntü ya da mutluluğunun ifadesi diğer kişinin üzüntü ya da mutluluk yaşantılarıyla birleştiğinde o kişide duygusal bir tepki oluşturur. Örneğin bir çocuk parmağını kestiğinde acı duyar ve ağlar. Daha sonra başka bir çocuğun parmağını kestiğini gördüğünde yaşadığı üzüntü ortadaki kan görüntüsünün ya da çocuğun ağlamasından olduğu kadar, kendi geçmiş tatsız yaşantısını tekrar hatırlamasındandır.
4. dördüncü grup açıklamalar "motor taklitçilik üzerinedir. Lips ve Mc Dougal bu yaklaşımın başlıca öncüleridir. Burada bir kişinin herhangi bir duygu ifadesi (mimik ya da sözel yolla) diğer kişinin de aynı duyguyu hissetmesi için yeterli bir uyarıcı olarak görülür. Lips'e göre empati kuran kişi, karşısındaki kişinin mimiklerini ya da davranışlarını otomatik olarak taklit eder.
5. beşinci grup kuramsal açıklamalarda ise, bir kişinin yaşadığı durumu acaba kendimiz yaşasaydık neler hissederdik şeklinde bir imgelemeden bahsediliyor (akt:Aydın, 1996:4-15).
Gelişim süreci içerisinde empati becerisinin ilerleyişini inceleyen gelişim psikologları, bebeklerin henüz başkalarından ayrı bir varlık olduklarını tam olarak kavrama gücüne sahip olamadan önce dahi başkasının sıkıntısından rahatsız olduklarını saptamıştır. Hoffman'a göre, bir yaşındaki bir çocuk bir başkasının düşüp ağlamaya başladığını gördüğünde kendisi de o sıkıntıyı hisseder; duygu birliği o kadar güçlü ve doğrudandır ki, sanki acı çeken kendisiymiş gibi baş parmağını ağzına götürür, başını annesini kucağına gömer. İlk yaşından sonra, çocuklar diğerinden ayrı olduklarının farkına vardıklarında, örneğin ağlayan bir bebeğe kendi oyuncak ayısını vererek, diğerini etkin bir şekilde yatıştırmaya çalışırlar. Çocukluk dönemine gelindiğinde, empati en ileri aşamasına ulaşır. Çocuklar o anki durumun ötesindeki sıkıntıları anlayabilir, birinin koşullarının ya da hayattaki konumunun kronik bir sıkıntının kaynağı olabileceğini görürler. Bu noktada kötü durumda olan bir gruptaki -fakirler, ezilenler, toplumdan dışlanmış olanlar- herkese karşı bir şeyler hissedebilirler. Bu anlayışın etkileri ergenlikte de kendini gösterir. Ergen bu anlayışla talihsizlik ve adaletsizliği düzeltmeye ve iyileştirmeye yönelik ahlaki inançları destekleyebilir (Goleman, 2005).
Empati becerisinin gelişmesi gelişim süreci içerisinde bebeğin anne (ilk bakıcı, bağlanma figürü) ile etkileşimindeki ahenk ile ilgilidir. Stern'e göre, anne ile bebek arasındaki ahenkli yaşantıların defalarca yaşanması sonucunda bebek diğer insanlarda onun hislerini paylaşma yeteneği ve isteği bulunduğu sezgisini geliştirmeye başlar. Bu sezi, diğerlerinden ayrı olduğunun farkına vardığı, aşağı yukarı sekiz aylık olduğu dönemde ortaya çıkar ve yaşamı boyunca yakın ilişkiler içinde şekillenmeye devam eder. Anne çocukla ahenk içinde değilse, çocuk derinden sarsılır. Anne çocuğun çeşitli duygularına empati göstermekten sürekli uzak kalıyorsa, çocuk bu duyguları ifade etmekten ve hatta hissetmekten vazgeçmeye başlar. Böylece, büyük olasılıkla bütün bir duygu yelpazesi, özellikle de çocukluk boyunca açıkça veya üstü kapalı olarak engellenmiş olanlar, yakın ilişki repertuarından silinmeye başlayabilir (Goleman, 2005).
Duygusal ihmal empatiyi köreltir; zalim, sadistçe tehditler, aşağılamalar ve salt kötülük içeren yoğun ve ısrarlı duygusal taciz ise mantığa aykırı bir sonuç doğurur. Bu tür bir tacize katlanan çocuklar, bir bakıma travma sonrası tehlike işaretlerine karşı sürekli tetikte olma haline benzer biçimde, çevredekilerin duygularına karşı aşırı hassaslaşabilir. Başkalarının hislerine böylesine saplantılı bir ilgi, çocukken psikolojik tacize maruz kalmış çocuklara özgüdür; bu kişiler yetişkinlik hayatlarında, zaman zaman "sınırda kişilik bozukluğu" olarak da tanımlanan, çok değişken yoğun iniş çıkışların kurbanı olurlar. Bu durumdaki çoğu kişi çevrelerindeki kişilerin neler hissettiğini algılamakta ustadır ve yine bu kişilerin çoğu, çocukluklarında duygusal tacize maruz kaldıklarını belirtmişlerdir (akt:Goleman, 2005:137) .
Empati sıklıkla başka kavramlarla karıştırılmaktadır. Sempati bunlarsın en sık karşımıza çıkanıdır. VVisp'e göre, sempati, acı veya sıkıntı çeken birinin durumunun farkında olmak ve bu durumu hafifletmek için çaba göstermektir. Bu tanımlamanın iki yönü vardır. Birincisi, diğer kişinin duygularına karşı yüksek bir duyarlılık; ikincisi ise, acı çeken kişinin sıkıntısını azaltmaya yönelik bir itici kuvvet. Empatide ise, bir kişinin diğerinin olumlu ya da olumsuz yaşantılarını anlaması söz konusudur. Bu anlama sürecinde o kişinin duygularını ve düşüncelerini paylaşmak şart değildir (akt:Aydın, 1996:11).
Dökmen (2004)'e göre, bir insana sempati duymak demek, o insanın sahip olduğu duygu ve düşüncelerin aynısına sahip olmak demektir. Karşımızdaki kişiye sempati duyuyorsak onunla birlikte acı çekeriz ya da seviniriz. Empati kurduğumuzda ise, karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini anlamak esastır. Kendimizi sempati duyduğumuz kişinin yerine koymamız ve onu anlamamız şart değildir, "yandaş" olmak esastır. Empatide karşımızdaki kişi ile aynı duygu ve görüşleri paylaşmaktan çok onun duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışırız.

KAYNAKÇA
Atkinson, Rita, L 'v.d.\ Psikolojiye Giriş, çev:Alogan, Yavuz, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 1999.
Aydın, Arzu, "Empatik Becerinin Çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi" (Yayınlanmamış Yüksek lisans Tezi), Ege Üniversitesi, İzmir, 1996.
Aydın, B., Palut, B., Derelioğlu, Y., "Ergenlerin Sosyal Becerilerini Değerlendirme Ölçeği (İKE-İnsan İlişkileri, Kendini Kontrol, Empati) Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması", Marmara Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2001.
Aydın, Betül, Çocuk ve Ergen Psikolojisi, 2.bs., Nobel Basımevi, Ankara, 2005.
Dökmen, Üstün, İletişim Çatışmaları ve Empati, 29.bs.,Sistem Yayıncılık, İstanbul, 2004.
Ekşi, Aysel, Çocuk, Genç, Ana Babalar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1990.
Erginsoy, Devrim, "Duygusal Zeka ve Kişiler Arası İlişkiler Tarzları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi", (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Üniversitesi, Erzurum, 2002.
Goleman, Daniel, Duygusal Zeka, çev:Yüksel, B.Seçkin, 29.bs., Varlık Yayınları, İstanbul, 2005.
Güngör, Derya, "Bağlanma Stillerinin ve Zihinsel Modellerin Kuşaklar Arası Aktarımında Anababalık Stillerinin Rolü" (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi, Ankara, 2000.
Mumcuoğlu, Özlem, "Bar-On Duygusal Zeka Testi'nin Dilsel Eşdeğerli, Güvenirlik ve Geçerlik Çalışması" (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi, İstanbul, 2002.
Sümer, N., Güngör, D., "Yetişkin Bağlanma Stillerinin Türk Örneklemi Üzerinde Psikometrik Değerlendirilmesi ve Kültürler Arası Bir Karşılaştırması", Türk Psikoloji Dergisi,14(43), 1999.
Kohut, Heinz, Kendiliğin Çözümlenmesi, çev:Cebeci, Oğuz, Metis Yayınları, İstanbul, 1998.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Duygusal Zekanın İnsan İlişkileri, Kendini Kontrol Becerisi ve Empati Becerisi Üzerindeki Etkileri" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Hülya MACİT'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Hülya MACİT'in izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     1 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Uzm.Psk.Hülya MACİT
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Uzman Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi4 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Hülya MACİT'in Yazıları
► Empati : Birbirimizi Anlama Becerisi Psk.Gülçin DÖNMEZ FİDAN
► Öfkeyi Kontrol Edebilme Becerisi… Psk.Canan SAYIOĞLU
► Yalnız Kalabilme Becerisi Psk.Şeyma KOÇAK
► Problem Çözme Becerisi Psk.Hilal KÜÇÜK
► Karar Verme Becerisi 2 Psk.Dnş.Ertuğrul AKBAŞ
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,977 uzman makalesi arasında 'Duygusal Zekanın İnsan İlişkileri, Kendini Kontrol Becerisi ve Empati Becerisi Üzerindeki Etkileri' başlığıyla benzeşen toplam 19 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Kendini Kontrol Ocak 2017
► Empati Aralık 2016
► Ergenlik Ne Demektir? Nisan 2015
► Yarık Ruhlar Mart 2015
► Cinselliğin Dili Mart 2015
◊ Narsisizm Kültürü-I Ocak 2017
◊ Terapiden-I Ekim 2016
◊ Terapiden-Iı Ekim 2016
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


13:00
Top