2007'den Bugüne 92,307 Tavsiye, 28,219 Uzman ve 19,976 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Korkuyu Yenmek Elimizde ...Nasıl mı?
MAKALE #1558 © Yazan Dr.İbrahim BİLGEN | Yayın Eylül 2008 | 129,134 Okuyucu ÇOK OKUNUYOR
Son zamanlarda; İş ve aile hayatı, ödemeler, gelecek kaygısı, çocuk yetiştirme ile ilgili kaygılar ve benzeri sorunlar nedeni ile adeta kaygı ile beraber yaşamaya alışmış durumdayız.Anksiyetenin (kaygı-bunaltı) bütün özelliklerini içeren tam bir tanımını vermek oldukça güç olmakla birlikte herkes anksiyete adını verdiğimiz duyguyu bilir. Anksiyete denilen duyguyu çeşitli yaşantılar esnasında yaşamamış insan yoktur, bazen bir sınav öncesinde okula girerken, gecenin yarısı kapı vurulduğunda, bir gürültüyle uyandığımızda ya da buna benzer başka durumlarda. Ama işin bilinmeyen yanı aşırı sersemlik, noktacıklar, benekler görme, bulanık görme, uyuşma, seğirme, adalelerde gerginlik, boğulma ve soluğun kesilmesi derecesine uzanabilen nefes darlığı gibi duyumların da anksiyetenin bir parçası olduğudur. Bu duyumlar ortaya çıktığında kişi neden olduğunu anlayamaz ve kişi o anda önemli bir hastalığı olabileceğini düşündüğü için sıkıntısı panik derecesine ulaşabilir. Anksiyete tehdit veya tehlikeye karşı bir tepkidir. Yani anksiyete bir tehlikeye karşı vücudu uyaran bir bekçidir. Ama bazen her insan gibi bu bekçide yorulabilir ve yanlış yere alarmlar verebilir. Yani burada sizlere, son yılların moda hastalığı haline gelen “Panik Bozukluk” un ne anlama geldiğini anlatmaya çalışıyorum. Panik bozukluk dediğimiz hastalıkta her şey normal olmasına rağmen bir şeyler yanlış yorumlanır ve yanlış yere alarma basılır. “Kalp krizi geçiriyorsun, çıldıracaksın, kontrolü yitirebilirsin vb.” gibi kaygıya neden olabilecek düşünceler aklımızdan hızla geçerler. Ama bizler bu düşünceleri fark etmeyiz bile. Bizler bunlara dünkü yazımda da bahsettiğim gibi“ Otomatik Düşünceler” diyoruz. Ben, bana gelen danışanlarıma terapilere başlarken bu düşünceleri tanıtmaya çalışırım. Çünkü kaygı halinde kişiye kendi doktorunun kendisi olmasını öğretmemiz gerekir. Böylece kişi kaygı ile nasıl mücadele edebileceğini öğrenir. Bunu öğrenirse uçak korkusunu da, panik bozukluğu da, topluluk önünde heyecanlanmamayı da öğrenebilir. Otomatik düşünceler bizim en büyük düşmanımızdır. Kaygıyı, öfkeyi bu düşünceler yaratır. Bunu şöyle anlatabilirim. Bana gelen danışanlarıma bunu sözle değil yaşatarak anlatmaya çalışırım. Tam konuşmanın ortasında bir yerde kendisini dinlerken saatime bakarım. Ve dinlemeye devam ederim. İnanın daha yüzü değişmeyen bir kişi görmedim. Kimisi hemen “Kaç dakikamız var doktor bey” yada “biliyorum süremizi aştım son bir şey daha söyleyip kalkacağım” vb cümleler sarf ederler. Eğer bunu söylemiyorlarsa da ben kendim “Şu an ben saatime baktığımda aklınızdan neler geçti?” diye sorarım. Genelde cevaplar yukarıdaki düşüncelere benzerdir. İşte otomatik düşünce bu derim.”Ben size sadece en iyi niyetimle demin sözle anlattığım “otomatik düşünce” nin ne olduğunu birde uygulamalı olarak anlatabilmek için saatime baktım” derim. “Ama sizin aklınızdan “Zamanımızı mı aştık, süremiz bitti herhalde ben düşüncesizlik yaptım” gibi düşünceler geçti. “Rahat rahat sorunlarınızı anlatırken birden yapılan bir hareketle duygularınız değişebildi”. “Yanlış yorumladınız ve huzursuz oldunuz”. Bizleri kaygılandıranda bu yanlış olarak yorumladığımız ve kesin olarak inandığımız otomatik düşüncelerdir. Bir gaz sancısını, gerginliğe bağlı sık sık kesik kesik aldığımız nefeslerin neden olduğu kas ağrılarını anında bu bir kalp krizi şeklinde yorumlarız. Yani yanlış bir alarm çalar. Buna da “Panik Bozukluk” adı verilir.

Farz edin ki yeni ve pahalı bir araba aldınız . Birde alarm taktırdınız. Herkes bu aralar mahalledeki araba hırsızlıklarını konuşuyor. Tesadüf bu ya, sizde bu dönemde çok pahalı bir araba almışsınız ve evinizin önüne park etmişsiniz. Gece doğal olarak biraz huzursuz yatarsınız ve aniden tam uykuya dalmışken bir alarm sesi ile uyandığınızı düşünün. Bu durumda ne yaparsınız? .... Evet, aşağıya inip bakarsınız. Peki ilk önce neye bakarsınız ,gözleriniz neyi arar? Tabiki arabanızı... Şükür ki arabanız yerinde... sonra neye bakarsınız? .... Cam kırık mı vb . Ama her şey normal. Kapıları da kontrol ettiniz ,etrafta kimsede yok. Çaresizce tekrar yatmaya gidersiniz.Ama gece tekrar alarm çaldı. Sık sık bir şey olmamasına rağmen alarm çalıyor.Ertesi gün neyi kontrol ettirirsiniz? Evet elbetti alarmı....Çünkü her şey normaldir.Sadece alarm hırsız olmamasına rağmen yanlış çalıyordur. Sizde doktora gittiniz her tetkik yapıldı ve normal ise neden hala hırsızlık şube müdürlüğüne başvuruyorsunuz? Hırsız falan yok, sadece alarm bozuk.Bu nedenle de geceleri huzursuz yatıyorsunuz ve ne zaman bu alarm çalacak diye gözünüze uyku girmiyor. Hepsi bu.... “Anlatması kolay birde bana sor doktor bey” diyenleri duyar gibiyim. Haklısınız çok zor bir hastalık ama tedavisi de o kadar kolay bir hastalık. Sağlıcakla Kalın


ARADA YALNIZ KALMAYI İSTEMEK SİZCE ÇEVREMİZDEKİLERİ SEVMEMEK ANLAMINA MI GELİYOR?

Yazılarımda; psikiyatrik hastalıklar, eş sorunları, iletişim sorunları , çocuk psikolojisi ile ilgili yazılar yazmaya devam edeceğim.Ama, gündelik hayatta sık sık bilmeden yaptığımız yada unuttuğumuz ve sonrasında da yakındığımız o kadar çok davranış var ki. Ben, sizlere arada haddim olmadan bunları hatırlatıcı yazılar yazmaya çalışıyorum. Çoğunu arada kendime de hatırlatıyorum.Bunları yazarken ilk başlarda açıkçası çekinerek yazıyordum ama sizlerden gelen, motive edici sözlerden oluşan telefonlar, açıkçası cesaretimi arttırdı. Bu ufak bir giriş ve teşekkür sözlerinden sonra ogünkü yazımda çok uzun olduğu için yazamadığım bir söz vardı ve onu sizlerle paylaşmak istiyorum. Birisine sormuşlar, “ karına onu sevdiğini söylemek için seçeceğin en iyi zaman ne zamandır?” Cevap kısa ve öz olmuş; “ Bir başkası söylemeden önce”. Yılbaşları, doğum günleri ve özellikle hiç anlayamadığım sevgililer günü de olmasa kimse kimseye bu sözleri söyleyemeyecek herhalde.

Bazen insan eşini, çocuğunu annesini ya da babasını ne kadar severse sevsin, yalnız başına olmak ister. Arada bir yalnız kalmak istediğinizde çevrenizin aniden değiştiğini ve bir öfke, alınganlık havasının bulunduğunuz yerde hakim olduğunu hissedersiniz. Eşinize şöyle demeye başladığınızda bu durumla karşılaşmanız çok şaşırtıcı olmasa gerek. “Hayatım balığa gidiyorum” dediğinizde eşiniz size merak dolu gözlerle bakarak şöyle sorabilir. “Tek başına mı?”... ve konuşma şöyle devam edebilir.“Evet... Bazen yalnız olmaktan hoşlanıyorum” “Neden ki? Ben sana ne yaptım?” eşiniz bu olayı farklı yorulmuştur ve işler hiçde istediğiniz gibi sonuçlanmayacaktır. Yani kısacası eşiniz incinmiştir.Konuşma bakın biraz daha abartacak olursak nasıl devam eder....Konuşmaya siz şöyle devam edebilirsiniz. “Hiçbir şey yapmadın sadece biraz yalnız kalmak istedim ne zamandır da çok sevdiğim balık avlamaya gidemiyorum.En fazla orada dinlendiğimi hissediyorum.” ..”Bende seninle gelip yalnızlığı tatsam olmaz mı?” .”Ama , gerçekten yalnız gitmek istiyorum” “Ama ben senin eşinim”.”Evet bende seni seviyorum seninle olmayı bende çok istiyorum ama, arada yalnız olmak bir, iki saat iyi geliyor o kadar”...”Beni sevseydin, beni de yanında götürürdün” ve konuşma çıkmaza girmeye başlar. “ Beni lütfen biraz yalnız bırak, boğuluyorum”.”Benimle artık olmak istemiyorsun demek ki beni artık sevmiyorsun ve bu nedenle artık benden uzaklaşmaya çalışıyorsun ”ve konuşma maalesef tahmin ettiğiniz bir şekilde devam eder....

Hepimizin sorumluluklarımızı ve sevdiklerimizi ihmal etmeden, belli sınır ve ölçülerde kendimize biraz zaman ayırmamız gerekir.Bu içimizdeki çocuk için yapmamız gerekendir. Siz, hiç hayatınızda sonsuz bir benzin deposuna sahip bir araba gördünüz mü? Onlar bile arada bir, benzin alabilmek için benzin istasyonuna girerler. Çoğumuzun kafasını boşaltmak, düşüncelerimizi ölçüp tartmak, doğayla birlikte olmak, bakış açımızı gözden geçirmek için yalnız başımıza zaman geçirmeye gereksinimimiz vardır.Ama bunları yaparken sınırı ve ölçüyü kaçırmamak gerekir. Bazen de sevdiklerimizi özlemek onlara tekrar aşık olmak için yalnız kalmaya ihtiyaç duyarız. Bu “otomatik düşüncelere” öyle inanırız ki bazen sanki gerçek zannederiz onların sayesinde nice ilişkiler kül olup biter.
Udun bile telleri yalnızdır ama hepsi aynı müzikle titrer. Sevdiklerinizle bu güzel ahenginizi hiçbir zaman bozmamanız dileğiyle.

Sağlıcakla Kalın...

NOT: Sabah Gazetesi'nde yayınlanan yazılarından alınmıştır.


BİR KIZ ÇOCUĞUNDAN BABASINA MEKTUP


Son zamanlarda bana gelen danışanlarımın en fazla sorduğu soru, çocuklarına nasıl davranması gerektiği. Dün bana gelen bir hastamın okumam için verdiği nottan sonra kendisine bu yazıyı eğer izin verirse yayınlamak istediğimi söyledim.Sağ olsun oda izin verdi. Bu yazı ; büyümüş olsada çocukların geçmişte olanları nasıl unutmadığına, “çocuktur, unutur” denmesinin ne kadar yanlış olduğuna güzel bir örnek olması açısından önem taşımaktaydı. Yazı aynen şöyleydi Ne başkalarının dediği gibi canım babacığım! Diyebiliyorum. Ne de seni seviyorum baba... sözleri ile başlıya biliyorum mektubuma. Öncelikle sana şunu sormak istiyorum baba. Neydi bizi bizden koparan? Neydi seni bana düşman ettiren? Belkide sana laik bir evlat olamadım. Haklısındır. Belkide hatam seni çok seviyor olmamdı. Yada sana hayranlık duymamdı. Yada bunca yıl beni hasret bırakmandı kendine.. Belkide hatayı birazcık sende aramak gerekirse, kendine bunca yıl beni hasret bırakmandı. Aynı evde iki yabancı gibi yaşamamızdı. Bana hiç sevgini ve şefkatini göstermedin. Halbuki her saniye bunu bekledim senden. Ama senin için disiplinin ve otoriten her şeyden önce geliyordu. Soruyorum sana baba!!! Tekrar tekrar sormak istiyorum. En son saçımı ne zaman okşadın? Yanlış mı hatırlıyorum ? Yoksa hiç okşamamış mıydın saçlarımı? Bir baba nasıl olurda evladının saçlarını okşamaz. Senden hep korktum baba. İyi bir yürek ve iyi bir babalık; otoriter tutum ve sevgi göstermemekten geçiyorsa bu satırları neden yazıyorum şu an sana baba? Yine şımardın diye azarlayarak mı? Her zaman beklediğim bakışın şefkat dolu bakışındı. Senden hep beklediğim ama bulamadığım şey, şefkatindi. Kalleş bu hayat... Bir kız çocuğunun babasına bunları söylemesine izin veren bir hayat bu. Gücüm yok yoruldum artık baba... “
İşte bu çocuklar bizlere ilerde yaşamdan zevk almama, sinirlilik yakınmaları ile getiriliyorlar. Sorarım size, bu çocuğun içindeki öfke nasıl söner. Ona şefkat gösteren kişileri nasıl olurda en yakın dost bilmez. Sonra o dost sandıkları ya onun sonunu getiren insanlar olursa ne olacak. Son pişmanlık asla fayda getirmez. Lütfen hep yazılarımda altını çizerek söylüyorum.Çocuğunuza koşulsuz sevgiyi gösterin diye.Tırnak yemeleri de yok olur, parmak emmeleri de , inatları da, altını ıslatmaları da. Siz hiç yolda giderken altını ıslatan bir adam yada ağzında biberonla dolaşan bir teyzeye rastladınız mı? Hepsi düzelir, düzelmeyenler hep gazetelerin üçüncü sayfalarında gördüğünüz haberler olacaktır. Dilerim bir gün bu haberlerde biter ama bu sadece size bağlı. Siz anne ve babalara bağlı. Önce sevgi verin, koşulsuz sevgiyi verin. Korkularınızdan sıyrılın, duygunuzu gösteremiyorsanız ve bunları gösterememenize sebep olarak ta “ben içimden severim” falan gibi bahanelere sığınıyorsanız kusura bakmayın ama, bu sevgi sizin olsun. Geliştirin kendinizi . Çocuğunuzdan mükemmel olmasını istiyorsanız lütfen sizde mükemmel olun. Sonra bu çocuklar bizlere sizlerin hiç tahmin edemediğiniz şekillerde geliyorlar. En sonda kimin haberi oluyor bu durumlarından biliyor musunuz? Maalesef sizler... Lütfen çere siz olun, ama asla çaresiz olmayın.
Sağlıcakla Kalın...
NOT: Sabah Gazetesinde yayınlanmış yazılarından alınmıştır.


Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Korkuyu Yenmek Elimizde ...Nasıl mı?" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Dr.İbrahim BİLGEN'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Dr.İbrahim BİLGEN'in izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     6 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
İbrahim BİLGEN Fotoğraf
Dr.İbrahim BİLGEN
İstanbul
Doktor "Ruh sağlığı ve hastalıkları - Psikiyatri"
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi12 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Dr.İbrahim BİLGEN'in Makaleleri
► Muayene Stresini Yenmek Doç.Dr.Ö.Yavuz ŞİMŞEK
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,976 uzman makalesi arasında 'Korkuyu Yenmek Elimizde ...Nasıl mı?' başlığıyla benzeşen toplam 30 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Aşk ve Sadakatsizlik Mayıs 2010
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


13:26
Top