Diyabetle Yaşamak
Diyabetle Yaşamak
Hastalık, ölüm hayatın bir parçası olsa da bu yaşam olaylarıyla karşılaşmaya çoğu zaman yeterince hazır olunamıyor.
Ani gelişen ya da kronik seyri olan hastalıkla ve hastalığın gerektirdiği tedavi süreçleriyle uğraşılırken gelişme olasılığı olan psikososyal sorunlarla da baş etme önemli hale gelmektedir.
Kronik hastalıklarda bireyin öz bakımını ve sorumluluğunu üst düzeye çıkarmak önemlidir. Kronik hastalığı olan bireylerde üzüntü, öfke, çaresizlik, sürekli ağlama, ümitsizlik, endişe, içe kapanma, aile ve iş yaşantısına ilişkin rol kaybı, öz güvende azalma, ölüm korkusu, bağımlı olma endişesi, beden algısı değişikliği ve yaşam tarzında bozulma, sosyal izolasyon problemler gibi psikososyal ve depresif görüntü ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenle kronik durumların yönetimi, fizyolojik sorunların yönetiminin yanı sıra psikolojik ve sosyal sorunların yönetimini de kapsamaktadır.
Diyabet, bireyin bedenine karşı sürekli dikkatli ve yaşam sürecinde de disiplinli olmasını gerektiren bir hastalıktır. Hastalığın seyri, diyet, egzersiz, kilo verme, günlük kan şekeri ölçümü, ayak bakımı, düzenli ilaç kullanımı ya da düzenli insülin iğnesi yapmak gibi hastanın sorumluluk almasını gerektiren kişisel bakımına bağlıdır. Bunlar yapıldığı sürece hastalık çoğunlukla iyi kontrol edilmektedir. Ancak, bunlar aynı zamanda hayatın kısıtlanması anlamına da gelebilmektedir ve bu durum ömür boyu sürecektir. Diyabetli bir hastanın kronik bir hastalığa sahip olduğunu ve yaşam biçimini değiştirmesi gerektiğini kabullenmesi çoğu zaman zor olabilmektedir.
Bu nedenle kişi hastalık teşhisini öğrendiği andan itibaren bir uyum sürecine girmek durumundadır. İşte bu uyum süreci psikiyatrik sorunların ilk ortaya çıkışını tetikleyebilecektir.
Ayrıca diyabet sadece bireyi değil birlikte yaşadığı aile üyelerini de etkilemektedir.
Diyabetli vakalarda hastalık algısı ve depresyon düzeyinin hastalığın takip ve tedavisini etkileyen önemli faktörler olduğuna inanılmaktadır.
Hastalık algısı, bireylerin bir hastalık veya hastalığın belirtileriyle ilgili inanç ve beklentilerinin yansımasıdır. Bireyler kendilerine somut ve soyut kaynaklardan sunulan bilgiler çerçevesinde zihinlerinde hastalık ve yaşamı tehdit eden diğer durumlarla ilgili şemalar oluştururlar. Hastaların oluşturdukları bu bilişsel modeller aynı zamanda tedavi ve durumun kontrolü ile ilgili inançları da içermektedir.
Her bireyin bir diğerinden farklı olarak ortaya koyduğu inanç, yorum, duygusal ve davranışsal tepkilerden oluşan bu süreç kişinin hastalığı anlamasını, baş etme biçimini, psikiyatrik bozukluk gelişimini ve yaşam kalitesini belirleyen unsurlardır.
Hastalıkla ilgili değişimler bireyin yaşantısı etkilerken bu değişimlere uyum sağlama ve hayatı yeniden yapılandırma da oldukça önemlidir.
Hastalığa uyum sağlama sürecinde gösterilen tepkiler kişiye özgü farklılıklar gösteriyor olsa da gözlenen ortak tepkileri şöyle sıralayabiliriz.
İnkar
İnanamama, teşhisin yanlış olduğunu düşünme ve hastalığı yok sayma ilk tepkilerdendir. Birey ilaca başlamayı, diyeti ve gereken koşullara başlamayı reddebilmektedir. Bireyde hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam etmek, konuyla ilgili konuşmayı engelleme ve reddetme eğilimi görülebilmektedir.
Öfke
Hastalığı ile ilgili duruma, koşullara, kendisine ve çevresine öfke hissedebilen birey de daha alıngan, çabuk parlama şeklinde davranışlar görülebilmektedir.
Diyabeti olan kişiler için, hastalığın gerektirdiği ekstra kişisel bakım, istediği yiyecekleri yiyememe, hayatına birtakım kı¬sıtlamalar geleceği, ailesinin yeterince anlamadığı veya çok fazla ko¬rumacı davrandığı düşüncesi öfke sebebi olabilmektedir. Diyabetin öfkelenmenize yol açabilir. Ayrıca, ne kadar çaba harcarsa harcasın, kan şekeri¬ni istenilen düzeyde tutamamak da bireyi kızdırabilmektedir. İn¬sanların, içinde bulunduğu durumu tam olarak bilmeden, yapılan yorumlar birey için bir öfke nedeni olabilmektedir. Öfkeyle başa çıkmadan önce, bu duygunun farkın¬da olabilmek ve öfkeyi yönetebilmenin diyabeti ortadan kaldırmayacağını da kabullenmek gerekmektedir.
Suçluluk
Diyabetli kişiler birçok nedenle kendilerini suçlu hissedebilirler. Diyabetin oluşmasına yol açan şeylerden birini yapmaktan (sağlıksız beslenme) veya hastalığından ötürü aile içinde sıkıntıya neden olmaktan dolayı birey kendisini suçlu hissedebilmektedir.
Sonuç olarak suçluluk, oldukça yıkıcı bir duygudur, insanı fiziksel ve duygusal açıdan tüketerek di¬yabetle başanlı bir şekilde mücadele etmesini engelleyebilmektedir.
Özellikle çocuk hastalarda olayları kendi yaptığı bir yaramazlık sonucu ortaya çıkan bir durum olarak algılama eğilimi görülebilmektedir.
Stres
Stresin birçok tıbbi soru¬na neden olabildiğini veya bunları şiddetlendirdiğine yönelik bilgiler bulunmaktadır. Diyabet de bunlardan birisidir. Aslında diyabet, hem strese neden olan hem de stresten oldukça etkilenen bir hastalıktır.
Stres, avuçlarda terleme, kalp çarpın¬tısı, boğaz kuruluğu, yorgunluk, mide bulantısı, kusma veya baş ağrısına neden olabilmektedir. Duygusal açı¬dan da depresyon, korku, öfke, sinirlilik veya huzursuzluk biçiminde ortaya çıkabilir. Stres belirtileri, hem vücudu hem de duyguları etkileyebilen yoğun tepkiler olarak kendini gösterebilir.
Stres sürecinde beyin dolaşım sisteminin hızlandırarak kanın özel¬likle vücudun hayati organ ve sistemlere yönelmesini sağlamaktadır. Bu durum tansiyonda yükselmeye, kan akışı yönü değiştirdiğinden, sindirim sistemine giden kan azalması ve dolayısıyla sindirim sürecinde yavaşlamaya neden olabilmektedir. Aynca, stres, kan da¬marlarının büzülmesine, kalp atışını hızlanmasına ve sayı¬lan diğer fizyolojik belirtilerin oluşmasına yol açmaktadır.
Bu arada bireyde titreme terleme gözlenebilmektedir. Yüzüne kan hücum etmekte ve vücudundaki adrenalin salgısı artmaktadır. Ağız kuruluğu ve mi¬de bulantısı görülebilir. Solunumda hızlanma ve bireyde derin nefes alma zorluğu yaşanabilmektedir. Kalp hızla çarparken kaslar kasıldığı için baş ağnsı ve kramplar da oluşabilmektedir.
Strese maruz kalan vücut, kendisini fizyolojik açıdan hayatta kalmaya hazırlar. Bu bir “savaş ya da kaç” tepki¬sidir. Stresi yok edecek şekilde tepki veremediğinizde, be¬lirtiler şiddetini arttırarak devam edebilmektedir. Stresi ortadan kal¬dırmak için herhangi bir şey yapamamak, daha fazla stre¬se neden olabilmektedir. Böylece oluşan kısır döngü sırasında vücut yorulabilecektir. Birçok araştırmacı, uzun süreli stresin bağışıklık sistemini zayıflatarak yoğun bir gerginlik oluşturdu¬ğunu bildirmektedir. Bu durumda ise vücut birçok hastalığa açık hale gelebilmektedir.
Stres, özellikle diyabetli bireyler için risk oluşturabilmektedir. “Sa¬vaş ya da kaç” tepkisinin doğal sonucu olarak salgılanan hormonlar, vücudu hızlı hareket etmeye hazırlanırlar. Bu hor¬monlar, vücudun enerji olarak kullanmak üzere depolanan kan şekerindeki glikojeni parçalamaktadır. Diyabetli bireyler, bu fazladan glikozu etkin bir biçimde enerji olarak kullanamadıklarından kan şekerleri hızla yükselebilmektedir.
Stresli zamanlarda bireyin kendisine bakımı da etkilenebilmektedir. Hızlı tempoda ve yoğun iş sürecinde, bireyin öğün atlama ya da sağlıklı beslenme seçeneklerine ulaşma zorlukları, düzenli hareketli yaşam oluşturma sorunları yaşanabilmektedir. Stresle baş etme amacıyla kullanılan sigara gibi davranışlar da kan şekeri düzeyi¬ni etkileyebilecektir.
Strese verilen duygusal tepkiler, fiziksel tepkiler kadar görünür olmayabilmektedir. Stres bireyin başına geleceklerden endişelenmesine ve bir adım sonra neyle karşılaşacağından ürkmesine yol açabilmektedir. Olaylara ilgisini kaybetme ve belli bir konuya odaklanma güçlüğü görülebilmektedir. Yeni bir işe başlama ve sürdürme güçlükleri bireyin kendisine duyduğu güveni de olumsuz etkileyebilmektedir.
Diyabet süreci bireyde pek çok şekilde stres oluşturabilmektedir. Kan şekeri düzeyini kontrol, gelecekte kendisini bekleyen sorunlar, hayatının kısıtlanabileceği düşüncesi, sosyal hayatının değişeceği endişesi bireyde stres oluşturabilmektedir.
Bu süreçte hastalığını getirebileceği zihinsel, duygusal ve bedensel değişikliklere hazırlanması ve kendisine, yaşam biçimine uygun stresle baş etme yöntemleri keşfetmesi oldukça önemlidir.
Stresle baş ederken sigara, alkol gibi maddelerden uzak durmak, duygusal yeme sürecini kontrol etmek oldukça önemlidir.
Gevşeme egzersizleri, hareketli yaşam, düzenli egzersiz, stresle mü-cadelede vazgeçilmez adımlardır. Olumlu düşünce de stre¬si azaltmada etkilidir. Ancak stresle mücadelede gerçekçi olmak gerekir; gerginlik kontrol altına alınsa da, tamamen ortadan kalkmayacaktır. Bu durumda hedef, stres tepkisinin fiziksel ve duygusal etkileriyle daha iyi müca¬dele etmektir.
Kaygı ve korku
“Şimdi ne olacak? Gelecekte neler yaşayacağım?” diye düşünebilirler.
Hastalıkla ilgili bilgileri yorumlayışları, hastalıkla ilgili yaşantıları ve hastalığa yüklediği anlam çerçevesinde hayatının niteliğinin değişeceğine, zor günlerin kendisine ve çevresini beklediğine yönelik kaygı ve korku içine girebilmektedir.
Diyabeti olsun olmasın birçok insan iğneden korkabilir. Hatta sırf bu nedenle doktora gitmeyen kişiler vardır. An¬cak insüline ihtiyacınız varsa, iğneden kaçmak gibi bir se¬çeneğiniz olamaz.
İnsülin kullananların büyük bir çoğunluğu, insülin al¬ma beklentisinin insülin iğnesi olmaktan daha kötü oldu¬ğunu belirtmektedir.
Birçok kişi de, diyabetle bağlantılı hastalıklardan ötürü sa¬kat kalacağından korkabilir. Oysa bu tür sonuçlann gelişme¬sini önlemeye yönelik tedbirler de alınabilir.
Kan şekerinin düşmesi durumuyla baş etme, kan şekerinin yükselmesi ve düşmesi sürecini fark edebilmeyle ilgili kaygılar hastalığın başlarında yoğun olarak görülebilmektedir.
Şeker hastalığını yaşlılarda ya da kilolularda görülen bir hastalık olarak gören bireyler kendilerini yaşlılık hatta ölüme yakın duygu hali içinde bulabilmektedirler.
Gençlerde uyum süreci daha uzun zaman alırken, uyum süreci sağlandığında da eşlik eden gelecek kaygıları bulunabilmektedir.
Zaman zaman korkuya kapılmak son derece doğaldır. Küllendiğini sandığınız korkular, günün birinde yeniden su yüzüne çıkabilir. Önemli olan, korkuya teslim olmadan dizginleri ele almaktır. Unutmayın ki korku duymak nor¬maldir. Ancak duyduğunuz korkunun sizi zayıflatıp müca¬dele gücünüzü kırmasına izin vermemelisiniz.
Korkularınızı tanımaya çalışın. Bazı korkuları yenmek için davranışlarınızı, bazıları içinse düşüncelerinizi değiş¬tirmeniz gerekecektir. Kontrolü ele aldığınızda, hem kendi¬nizi daha iyi hissedecek hem de korkularınızın yavaş ya¬vaş azaldığını göreceksiniz. Tüm bunlar, korkularınızın ta¬mamen ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Ama çaba gösterdikçe korkunun şiddeti azalacak ve ne olursa olsun bununla başa çıkabileceğinizi bilmenin verdiği güvenle kendinize daha farklı bakacaksınız.
Depresyon
Diyabetli yetişkinlerde depresyonun ortalama % 15 olduğu, diyabetli hastalarda depresyonun genel nüfusa göre çok daha fazla olduğu bildirilmektedir.
Diğer birçok kronik hastalıkta olduğu gibi diyabetli hastalarda da gelişen psikolojik sorunların arasında en yaygını depresyondur. Diyabete eşlik eden depresyon hastanın uyumunu, yaşam kalitesini, iyileşme sürecini, diyabetin seyrini, olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Depresyonda gelişen hormonal bozukluklar kan şekerinin denetimini bozduğu gibi, kan şekerindeki düzensizlikler depresif tablonun şiddetini arttırabilmektedir. Diyabete bağlı sorunlar arttıkça, depresif tablonun şiddetlendiği belirtilmektedir. Depresyon tanısında somatik bulgulardan çok duygu ve bilişsel sorunlar esas alınmalıdır.
Hasta yeterli olmasına rağ¬men tedaviye katılmıyor ise, tıbbi durum dengeli olmasına rağmen kendini iyi hissetmiyorsa, tıbbi durumun elverdiğinden daha alt düzeyde işlevsellik gösteriyorsa, ilgi alanında yaygın azalma varsa depresyon yönünden düşünmek gerekir. Uygulanacak interdisipliner yaklaşım ile hastaların depresyonunun tedavi edilebileceği gibi diyabetin tedavisinin de düzenli bir tarzda yapılabileceği ve hastanın yaşam kalitesi yükseltilebilecektir.
Diyabet tedavisinde hastaya özel tedavi yaklaşımı belirlenirken, hastalık algısı ve depresyon verilerinin de göz önüne alınması hastanın tedavi sürecine katılımını ve tedavinin başarısını artıracaktır.
Çocukluk Çağında Diyabet ve Aile
Diyabetli çocuklarda ailenin rolü çok daha önemlidir. Diyabet çocuk ve gençlerin gelişme ve sosyalleşme sürecini de etkileyebilmektedir. Bu süreç içinde aile üyelerinin desteği ve sürdürülecek programa dahil olmaları diyabetli çocuk ve gencin kendisine güvenini artırabilecektir.
Kan şekerinin ölçülmesi ve takibi, insülin iğnesinin yapılması, diyet programı ve egzersizlerin takibi kazanılması gereken temel sorumluluklardır. Ebeveynlerin ve kardeşlerin bu süreçte birbirlerine destek olmaları gerekmektedir.
Çocuğun diyabete uyum sağlama çabalarında hem anne hem de babanın diyabete ilgi göstermesi, kontrol süreçlerinde eşlik etmesi önemlidir. Diyabet bir aileyi tümüyle etkileyeceğinden sorunların çözümünde ve diyabet bakımında tüm aile bireyleri birlikte çalışmalıdır.
Anne baba ayrı yaşıyor ise diyabetli çocuklarının sağlığıyla ilgili bilgileri paylaşmaları, iki ev arasında gidip gelen çocuk açısından büyük önem taşır. Süreçle ilgili bilgilerin paylaşılması yanında ölçüm cihazlarının iki evde de bulundurulması gerekmektedir.
Çocuğun kendi yaş grubundaki diğer çocukların katıldığı etkinliklere katılması, aile dışında arkadaşlara sahip olması ve aile dışı etkinliklerde bulunması psikolojik ve sosyal gelişimi açısından da çok önemlidir. Diyabetli çocuklar, diğer çocuklardan farklı şekilde, çok korumacı bir şekilde yaşadıklarında mutsuz olabilmekte, özgüven sorunları yaşayabilmektedirler. Diyabetli çocuğa diğer çocuklarda olduğu gibi sorumluluk alma, sorun çözme ve kendini ifade etme becerileri kazandırıldığında kronik hastalıkla yaşam süreci kolaylaştırabilecektir.
Hastalık, ölüm hayatın bir parçası olsa da bu yaşam olaylarıyla karşılaşmaya çoğu zaman yeterince hazır olunamıyor.
Ani gelişen ya da kronik seyri olan hastalıkla ve hastalığın gerektirdiği tedavi süreçleriyle uğraşılırken gelişme olasılığı olan psikososyal sorunlarla da baş etme önemli hale gelmektedir.
Kronik hastalıklarda bireyin öz bakımını ve sorumluluğunu üst düzeye çıkarmak önemlidir. Kronik hastalığı olan bireylerde üzüntü, öfke, çaresizlik, sürekli ağlama, ümitsizlik, endişe, içe kapanma, aile ve iş yaşantısına ilişkin rol kaybı, öz güvende azalma, ölüm korkusu, bağımlı olma endişesi, beden algısı değişikliği ve yaşam tarzında bozulma, sosyal izolasyon problemler gibi psikososyal ve depresif görüntü ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenle kronik durumların yönetimi, fizyolojik sorunların yönetiminin yanı sıra psikolojik ve sosyal sorunların yönetimini de kapsamaktadır.
Diyabet, bireyin bedenine karşı sürekli dikkatli ve yaşam sürecinde de disiplinli olmasını gerektiren bir hastalıktır. Hastalığın seyri, diyet, egzersiz, kilo verme, günlük kan şekeri ölçümü, ayak bakımı, düzenli ilaç kullanımı ya da düzenli insülin iğnesi yapmak gibi hastanın sorumluluk almasını gerektiren kişisel bakımına bağlıdır. Bunlar yapıldığı sürece hastalık çoğunlukla iyi kontrol edilmektedir. Ancak, bunlar aynı zamanda hayatın kısıtlanması anlamına da gelebilmektedir ve bu durum ömür boyu sürecektir. Diyabetli bir hastanın kronik bir hastalığa sahip olduğunu ve yaşam biçimini değiştirmesi gerektiğini kabullenmesi çoğu zaman zor olabilmektedir.
Bu nedenle kişi hastalık teşhisini öğrendiği andan itibaren bir uyum sürecine girmek durumundadır. İşte bu uyum süreci psikiyatrik sorunların ilk ortaya çıkışını tetikleyebilecektir.
Ayrıca diyabet sadece bireyi değil birlikte yaşadığı aile üyelerini de etkilemektedir.
Diyabetli vakalarda hastalık algısı ve depresyon düzeyinin hastalığın takip ve tedavisini etkileyen önemli faktörler olduğuna inanılmaktadır.
Hastalık algısı, bireylerin bir hastalık veya hastalığın belirtileriyle ilgili inanç ve beklentilerinin yansımasıdır. Bireyler kendilerine somut ve soyut kaynaklardan sunulan bilgiler çerçevesinde zihinlerinde hastalık ve yaşamı tehdit eden diğer durumlarla ilgili şemalar oluştururlar. Hastaların oluşturdukları bu bilişsel modeller aynı zamanda tedavi ve durumun kontrolü ile ilgili inançları da içermektedir.
Her bireyin bir diğerinden farklı olarak ortaya koyduğu inanç, yorum, duygusal ve davranışsal tepkilerden oluşan bu süreç kişinin hastalığı anlamasını, baş etme biçimini, psikiyatrik bozukluk gelişimini ve yaşam kalitesini belirleyen unsurlardır.
Hastalıkla ilgili değişimler bireyin yaşantısı etkilerken bu değişimlere uyum sağlama ve hayatı yeniden yapılandırma da oldukça önemlidir.
Hastalığa uyum sağlama sürecinde gösterilen tepkiler kişiye özgü farklılıklar gösteriyor olsa da gözlenen ortak tepkileri şöyle sıralayabiliriz.
İnkar
İnanamama, teşhisin yanlış olduğunu düşünme ve hastalığı yok sayma ilk tepkilerdendir. Birey ilaca başlamayı, diyeti ve gereken koşullara başlamayı reddebilmektedir. Bireyde hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam etmek, konuyla ilgili konuşmayı engelleme ve reddetme eğilimi görülebilmektedir.
Öfke
Hastalığı ile ilgili duruma, koşullara, kendisine ve çevresine öfke hissedebilen birey de daha alıngan, çabuk parlama şeklinde davranışlar görülebilmektedir.
Diyabeti olan kişiler için, hastalığın gerektirdiği ekstra kişisel bakım, istediği yiyecekleri yiyememe, hayatına birtakım kı¬sıtlamalar geleceği, ailesinin yeterince anlamadığı veya çok fazla ko¬rumacı davrandığı düşüncesi öfke sebebi olabilmektedir. Diyabetin öfkelenmenize yol açabilir. Ayrıca, ne kadar çaba harcarsa harcasın, kan şekeri¬ni istenilen düzeyde tutamamak da bireyi kızdırabilmektedir. İn¬sanların, içinde bulunduğu durumu tam olarak bilmeden, yapılan yorumlar birey için bir öfke nedeni olabilmektedir. Öfkeyle başa çıkmadan önce, bu duygunun farkın¬da olabilmek ve öfkeyi yönetebilmenin diyabeti ortadan kaldırmayacağını da kabullenmek gerekmektedir.
Suçluluk
Diyabetli kişiler birçok nedenle kendilerini suçlu hissedebilirler. Diyabetin oluşmasına yol açan şeylerden birini yapmaktan (sağlıksız beslenme) veya hastalığından ötürü aile içinde sıkıntıya neden olmaktan dolayı birey kendisini suçlu hissedebilmektedir.
Sonuç olarak suçluluk, oldukça yıkıcı bir duygudur, insanı fiziksel ve duygusal açıdan tüketerek di¬yabetle başanlı bir şekilde mücadele etmesini engelleyebilmektedir.
Özellikle çocuk hastalarda olayları kendi yaptığı bir yaramazlık sonucu ortaya çıkan bir durum olarak algılama eğilimi görülebilmektedir.
Stres
Stresin birçok tıbbi soru¬na neden olabildiğini veya bunları şiddetlendirdiğine yönelik bilgiler bulunmaktadır. Diyabet de bunlardan birisidir. Aslında diyabet, hem strese neden olan hem de stresten oldukça etkilenen bir hastalıktır.
Stres, avuçlarda terleme, kalp çarpın¬tısı, boğaz kuruluğu, yorgunluk, mide bulantısı, kusma veya baş ağrısına neden olabilmektedir. Duygusal açı¬dan da depresyon, korku, öfke, sinirlilik veya huzursuzluk biçiminde ortaya çıkabilir. Stres belirtileri, hem vücudu hem de duyguları etkileyebilen yoğun tepkiler olarak kendini gösterebilir.
Stres sürecinde beyin dolaşım sisteminin hızlandırarak kanın özel¬likle vücudun hayati organ ve sistemlere yönelmesini sağlamaktadır. Bu durum tansiyonda yükselmeye, kan akışı yönü değiştirdiğinden, sindirim sistemine giden kan azalması ve dolayısıyla sindirim sürecinde yavaşlamaya neden olabilmektedir. Aynca, stres, kan da¬marlarının büzülmesine, kalp atışını hızlanmasına ve sayı¬lan diğer fizyolojik belirtilerin oluşmasına yol açmaktadır.
Bu arada bireyde titreme terleme gözlenebilmektedir. Yüzüne kan hücum etmekte ve vücudundaki adrenalin salgısı artmaktadır. Ağız kuruluğu ve mi¬de bulantısı görülebilir. Solunumda hızlanma ve bireyde derin nefes alma zorluğu yaşanabilmektedir. Kalp hızla çarparken kaslar kasıldığı için baş ağnsı ve kramplar da oluşabilmektedir.
Strese maruz kalan vücut, kendisini fizyolojik açıdan hayatta kalmaya hazırlar. Bu bir “savaş ya da kaç” tepki¬sidir. Stresi yok edecek şekilde tepki veremediğinizde, be¬lirtiler şiddetini arttırarak devam edebilmektedir. Stresi ortadan kal¬dırmak için herhangi bir şey yapamamak, daha fazla stre¬se neden olabilmektedir. Böylece oluşan kısır döngü sırasında vücut yorulabilecektir. Birçok araştırmacı, uzun süreli stresin bağışıklık sistemini zayıflatarak yoğun bir gerginlik oluşturdu¬ğunu bildirmektedir. Bu durumda ise vücut birçok hastalığa açık hale gelebilmektedir.
Stres, özellikle diyabetli bireyler için risk oluşturabilmektedir. “Sa¬vaş ya da kaç” tepkisinin doğal sonucu olarak salgılanan hormonlar, vücudu hızlı hareket etmeye hazırlanırlar. Bu hor¬monlar, vücudun enerji olarak kullanmak üzere depolanan kan şekerindeki glikojeni parçalamaktadır. Diyabetli bireyler, bu fazladan glikozu etkin bir biçimde enerji olarak kullanamadıklarından kan şekerleri hızla yükselebilmektedir.
Stresli zamanlarda bireyin kendisine bakımı da etkilenebilmektedir. Hızlı tempoda ve yoğun iş sürecinde, bireyin öğün atlama ya da sağlıklı beslenme seçeneklerine ulaşma zorlukları, düzenli hareketli yaşam oluşturma sorunları yaşanabilmektedir. Stresle baş etme amacıyla kullanılan sigara gibi davranışlar da kan şekeri düzeyi¬ni etkileyebilecektir.
Strese verilen duygusal tepkiler, fiziksel tepkiler kadar görünür olmayabilmektedir. Stres bireyin başına geleceklerden endişelenmesine ve bir adım sonra neyle karşılaşacağından ürkmesine yol açabilmektedir. Olaylara ilgisini kaybetme ve belli bir konuya odaklanma güçlüğü görülebilmektedir. Yeni bir işe başlama ve sürdürme güçlükleri bireyin kendisine duyduğu güveni de olumsuz etkileyebilmektedir.
Diyabet süreci bireyde pek çok şekilde stres oluşturabilmektedir. Kan şekeri düzeyini kontrol, gelecekte kendisini bekleyen sorunlar, hayatının kısıtlanabileceği düşüncesi, sosyal hayatının değişeceği endişesi bireyde stres oluşturabilmektedir.
Bu süreçte hastalığını getirebileceği zihinsel, duygusal ve bedensel değişikliklere hazırlanması ve kendisine, yaşam biçimine uygun stresle baş etme yöntemleri keşfetmesi oldukça önemlidir.
Stresle baş ederken sigara, alkol gibi maddelerden uzak durmak, duygusal yeme sürecini kontrol etmek oldukça önemlidir.
Gevşeme egzersizleri, hareketli yaşam, düzenli egzersiz, stresle mü-cadelede vazgeçilmez adımlardır. Olumlu düşünce de stre¬si azaltmada etkilidir. Ancak stresle mücadelede gerçekçi olmak gerekir; gerginlik kontrol altına alınsa da, tamamen ortadan kalkmayacaktır. Bu durumda hedef, stres tepkisinin fiziksel ve duygusal etkileriyle daha iyi müca¬dele etmektir.
Kaygı ve korku
“Şimdi ne olacak? Gelecekte neler yaşayacağım?” diye düşünebilirler.
Hastalıkla ilgili bilgileri yorumlayışları, hastalıkla ilgili yaşantıları ve hastalığa yüklediği anlam çerçevesinde hayatının niteliğinin değişeceğine, zor günlerin kendisine ve çevresini beklediğine yönelik kaygı ve korku içine girebilmektedir.
Diyabeti olsun olmasın birçok insan iğneden korkabilir. Hatta sırf bu nedenle doktora gitmeyen kişiler vardır. An¬cak insüline ihtiyacınız varsa, iğneden kaçmak gibi bir se¬çeneğiniz olamaz.
İnsülin kullananların büyük bir çoğunluğu, insülin al¬ma beklentisinin insülin iğnesi olmaktan daha kötü oldu¬ğunu belirtmektedir.
Birçok kişi de, diyabetle bağlantılı hastalıklardan ötürü sa¬kat kalacağından korkabilir. Oysa bu tür sonuçlann gelişme¬sini önlemeye yönelik tedbirler de alınabilir.
Kan şekerinin düşmesi durumuyla baş etme, kan şekerinin yükselmesi ve düşmesi sürecini fark edebilmeyle ilgili kaygılar hastalığın başlarında yoğun olarak görülebilmektedir.
Şeker hastalığını yaşlılarda ya da kilolularda görülen bir hastalık olarak gören bireyler kendilerini yaşlılık hatta ölüme yakın duygu hali içinde bulabilmektedirler.
Gençlerde uyum süreci daha uzun zaman alırken, uyum süreci sağlandığında da eşlik eden gelecek kaygıları bulunabilmektedir.
Zaman zaman korkuya kapılmak son derece doğaldır. Küllendiğini sandığınız korkular, günün birinde yeniden su yüzüne çıkabilir. Önemli olan, korkuya teslim olmadan dizginleri ele almaktır. Unutmayın ki korku duymak nor¬maldir. Ancak duyduğunuz korkunun sizi zayıflatıp müca¬dele gücünüzü kırmasına izin vermemelisiniz.
Korkularınızı tanımaya çalışın. Bazı korkuları yenmek için davranışlarınızı, bazıları içinse düşüncelerinizi değiş¬tirmeniz gerekecektir. Kontrolü ele aldığınızda, hem kendi¬nizi daha iyi hissedecek hem de korkularınızın yavaş ya¬vaş azaldığını göreceksiniz. Tüm bunlar, korkularınızın ta¬mamen ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Ama çaba gösterdikçe korkunun şiddeti azalacak ve ne olursa olsun bununla başa çıkabileceğinizi bilmenin verdiği güvenle kendinize daha farklı bakacaksınız.
Depresyon
Diyabetli yetişkinlerde depresyonun ortalama % 15 olduğu, diyabetli hastalarda depresyonun genel nüfusa göre çok daha fazla olduğu bildirilmektedir.
Diğer birçok kronik hastalıkta olduğu gibi diyabetli hastalarda da gelişen psikolojik sorunların arasında en yaygını depresyondur. Diyabete eşlik eden depresyon hastanın uyumunu, yaşam kalitesini, iyileşme sürecini, diyabetin seyrini, olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Depresyonda gelişen hormonal bozukluklar kan şekerinin denetimini bozduğu gibi, kan şekerindeki düzensizlikler depresif tablonun şiddetini arttırabilmektedir. Diyabete bağlı sorunlar arttıkça, depresif tablonun şiddetlendiği belirtilmektedir. Depresyon tanısında somatik bulgulardan çok duygu ve bilişsel sorunlar esas alınmalıdır.
Hasta yeterli olmasına rağ¬men tedaviye katılmıyor ise, tıbbi durum dengeli olmasına rağmen kendini iyi hissetmiyorsa, tıbbi durumun elverdiğinden daha alt düzeyde işlevsellik gösteriyorsa, ilgi alanında yaygın azalma varsa depresyon yönünden düşünmek gerekir. Uygulanacak interdisipliner yaklaşım ile hastaların depresyonunun tedavi edilebileceği gibi diyabetin tedavisinin de düzenli bir tarzda yapılabileceği ve hastanın yaşam kalitesi yükseltilebilecektir.
Diyabet tedavisinde hastaya özel tedavi yaklaşımı belirlenirken, hastalık algısı ve depresyon verilerinin de göz önüne alınması hastanın tedavi sürecine katılımını ve tedavinin başarısını artıracaktır.
Çocukluk Çağında Diyabet ve Aile
Diyabetli çocuklarda ailenin rolü çok daha önemlidir. Diyabet çocuk ve gençlerin gelişme ve sosyalleşme sürecini de etkileyebilmektedir. Bu süreç içinde aile üyelerinin desteği ve sürdürülecek programa dahil olmaları diyabetli çocuk ve gencin kendisine güvenini artırabilecektir.
Kan şekerinin ölçülmesi ve takibi, insülin iğnesinin yapılması, diyet programı ve egzersizlerin takibi kazanılması gereken temel sorumluluklardır. Ebeveynlerin ve kardeşlerin bu süreçte birbirlerine destek olmaları gerekmektedir.
Çocuğun diyabete uyum sağlama çabalarında hem anne hem de babanın diyabete ilgi göstermesi, kontrol süreçlerinde eşlik etmesi önemlidir. Diyabet bir aileyi tümüyle etkileyeceğinden sorunların çözümünde ve diyabet bakımında tüm aile bireyleri birlikte çalışmalıdır.
Anne baba ayrı yaşıyor ise diyabetli çocuklarının sağlığıyla ilgili bilgileri paylaşmaları, iki ev arasında gidip gelen çocuk açısından büyük önem taşır. Süreçle ilgili bilgilerin paylaşılması yanında ölçüm cihazlarının iki evde de bulundurulması gerekmektedir.
Çocuğun kendi yaş grubundaki diğer çocukların katıldığı etkinliklere katılması, aile dışında arkadaşlara sahip olması ve aile dışı etkinliklerde bulunması psikolojik ve sosyal gelişimi açısından da çok önemlidir. Diyabetli çocuklar, diğer çocuklardan farklı şekilde, çok korumacı bir şekilde yaşadıklarında mutsuz olabilmekte, özgüven sorunları yaşayabilmektedirler. Diyabetli çocuğa diğer çocuklarda olduğu gibi sorumluluk alma, sorun çözme ve kendini ifade etme becerileri kazandırıldığında kronik hastalıkla yaşam süreci kolaylaştırabilecektir.
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Diyabetle Yaşamak" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Nurgül YILMAZ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Nurgül YILMAZ'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |
Beğenin
Yazan Uzman
|
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.