2007'den Bugüne 92,260 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Varoluşçu Psikoterapi
MAKALE #16416 © Yazan Psk.Erol AKDAĞ | Yayın Mart 2016 | 4,971 Okuyucu
VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİ TEMALARININ FELSEFİ KÖKLERİ

Felsefede varoluşçuluk akımının kökenleri 19.yüzyıla dayanır. Bu akımın önde gelen temsilcilerinden bazıları arasında Kierkegaard , Nietzsche ,Heidegger,Husserl ve Sartre gibi filozoflar sayılmaktadır.Varoluşçuluk tanımı açık yapılacak bir felsefe gibi görülmemelidir.Zira felsefeyi açıkça tanımlayacak düz bir ifade hiçbir filozof tarafından dile getirilmemiştir.Ancak bu filozofların felsefelerinde görülen ortak yanlar üzerinden bir değerlendirme yapıldığında,varoluşçuluğun geleneksel batı metafiziğinde bu güne değin bahsedile gelenlerden tümüyle farklı unsurlara vurgu yaptığı görülür.

Nedir bu unsurlar?

Varoluşun bilinemezliği ve dünyanın olumsallığının getirdiği korku ve kaygı, bireyin varoluşu içerisinde diğerlerinden farklılığı ve biricikliği,toplum genelinden bağımsız kişisel ahlak anlayışı,özgürlüğe mahkumiyeti , seçim yapabilme kudreti(istenç) ve sorumluluğu, fırlatılmışlık hali ,varoluşsal bunaltı, iç daralması (angst),anlamsızlık duygusu, saçma(absürd),otantik yaşam,ölümün farkındalığı,şimdi ve burada olmak olarak sayabiliriz bazılarını…

Korku-kaygı-varoluşsal boşluk/vakum-Kierkegaard,Heidegger,Sartre
Bu unsurlardan birisi , Danimarka’lı koyu bir Protestan filozof olan Kierkegaard’ın bahsettiği gözlerini açtığında kendisini dünyada bulduğu bilgisinden başka hiç bilgiye sahip olmayan insanın ; “hiçlik” ve “yüce tanrı” karşısında duyduğu “korku ve titreme” dir. Kierkegaard , Danimarkaca’dan İngilizce’ye “dread” sözcüğüyle çevrilen bu korkunun kaynağının bireyin dünyanın kesinlik arz etmeyen (olumsal) tabiatını idrak edişinden geldiğini ve tanrının tam da bu korku yardımıyla her bireyi kendine ait bir değer sistemi ve yol belirlemeye çağırdığını söylemişti.Kierkegaard’a göre , insan akıl yolu ile kavranamayan “çok özel” varoluşsal bir deneyim yaşar..O’na göre insanın duyduğu varoluşsal korku karşısında tek yapabileceği şey “akla” değil “tanrıya duyduğu inanca” sığınmaktır. .Kierkegaard’ın görüşleri uzun bir zaman dikkati çekmedi.Birinci dünya savaşı sonrasında eserleri Almanca , Fransızca ve İngilizce’ye çevrildiğinde varoluşçu akımın esin kaynağı haline geldi.Heidegger’in de “fırlatılmışlık” olarak tanımladığı insanın kendini dünyada bir başına buluş hali karşısında yaşadığı kaygı Kierkegaard’ın “dread”ı gibi varoluşçu psikoterapinin “varoluşsal boşluk/vakum” temasının esasını oluşturur. Heidegger’e göre İnsan , “Dasein” (dünyada,ama dünya ile ayrılmaz bir birliktelik içinde var olan) olarak kavranır.Dasein’in öyle bir yapıdadır ki Varolandır ama varlığı sorgulayabilir.Sorgularken dünyaya atılmışlığını (Geworfenheit) görür.İnsan, sadece Varolanı tanıyan ve Varlık sorusuna yanıt verme şansı bulunmayan hayvandan, “sorgulayabilmesi” sayesinde farklı bir şekilde yaşayabilir.Bu Dasein’in Ekzistens (Varoluş) olarak yaşayabilmesi demektir.Ekzistens Heidegger sözlüğünde bir ortaçağ terimi olarak bilinen anlamından farklı bir anlama gelir.Ekzistens-olmak “Dünyada olma”nın (in-der Welt-sein) dışına çıkmak Varlık’a yönelmek anlamına gelir.Bu dışarıya çıkış Kaygı (Sorge) adı altında deneyimlenir.Kaygı Heidegger’e göre sadece psişik bir süreç değildir ,bizatihi Ekzistens olmaya içrek bir haldir.Böylece varoluşsal boşluk,ilave bir kaygı kaynağı gerektirmeyen başlı başına bir temel kaygı sebebi olduğu görülmüş oluyor.

Özgürlük-sorumluluk-bireysel ahlak:Nietzsche ve Sartre

İnsan yaşamının iyinin ve kötünün ötesinde olduğu fikri Nietzsche tarafından işlenmiştir.Nietzsche üst insan dediği insan profilinde toplumsal kabul gören Hıristiyan ve Musevi ahlak anlayışının yerine güç istencine dayalı öznel ahlak anlayışını görmek istedi. “Tanrı öldü” mottosuyla duyurduğu nihilistik çağın başlangıcında artık tüm değer yargılarını koyan üst insan olacaktı. Nietzsche, üst insanın tanrının olmadığı nihlistik dünyada kendi başının çaresine bakacağını, Hıristiyan düşünce ve ahlakının kaçındığının tersine ahlakı “gücü,güç istencini olumlar biçimde” yeni baştan yazacağını , “güçlü olmayı-muktedir olmayı isteyeceğini” dile getirdi.Nietzsche’nin üstün insanı onu “düşük statik düzlemde tutan” sürüden ayrılma cesareti gösteren,kendini aşan ve kendi özünü yaratan insandır.

Kendi yaşam görüşü ve ahlaki doğrularını keşfetme ve kimseyi suçlamadan yaşamın tüm sorumluluğunu kendi üstüne alma şeklindeki varoluşçu psikoterapi temaları Nietzsche’nin görüşlerinden ilham almıştır

Sartre,varoluş özden önce gelir deyimi ile insanın önce varolduğunu yaptığı seçimlerle sonradan özünü oluşturduğunu ifade etti.. Sartre,insan dışında doğada bulunan varlıkları “kendinde varlık” sıfatıyla nitelemişti. “Kendi-için varlık” denileni ise dünyadaki tüm diğer varoluşlar gibi nesnel bir varoluşun üzerinde konumlandırılacak, bireyin özgür ve iradi eylemleriyle hayata geçirilecek gerçek anlamda “insani öz” olarak betimlemişti.Sartre’ye göre insan özgürlüğe mahkumdur.Bu özgürlükten, genel kabul gören toplumsal değerlere yaslanarak kaçınmaya çalışan ,onun “kendi için varlık” olmasına engel olan anlayışa “kötü inanç/bad faith” demişti.

Sartre de Nietzsche gibi genel kabul gören ahlak anlayışına karşı çıkmıştır.Şöyle bir farkla ki Nietzsche’nin karşı çıktığı ahlak semavi Hıristiyan ve Musevi ahlakı idi,Sartre’nin ki ise çağının getirdiği seküler ve esasen sınıfsal temelli burjuva ahlakı anlayışıdır.
Aklın her şeye kadirliğinin ve görünenlerin ötesinde akıl ile kavranabilecek bir hakikat bulunduğu fikrinin reddi :Nietzsche

Nietzsche’nin perspektifi,tanrısal referans ile önem ve anlam kazanan insanı reddeder.Bu ret ile nihilizm döneminin başladığı ilan olunur..Nietzsche’ye göre insan varlığının ve düşüncesinin nihilistik bir döneme ulaşması kaçınılmazdı. Zira batı metafizik geleneğinin akla tapınma sektinin yürüttüğü “görünürdeki şeylerin” arkasında akıl yoluyla anlaşılabilecek bir hakikatin bulunduğu aldatmacasının sonuna gelinmişti..Nietzsche,bu geleneğin bizzat başlatıcısı gördüğü Sokrates’in, dünyanın insan zihni tarafından tam anlamıyla kavranabilecek bir kainat düzenine(logos) veya rasyonel bir yapıya sahip olduğuna dair inancına keskin bir dil ile eleştidi.Böylesi bir rasyonel düzenin varlığına duyulan inancın metafizik bir yanılsama olduğunu düşünerek böyle bir yanılsamanın doğal olmayan güçlü bir anlama arzusundan kaynaklandığını ileri sürdü
Bilimsel bilgelik,”bilimsel düşüncenin” nedensellik kanununu kullanarak varlığın en dipsiz çukurlarına nüfuz edebileceğine ve düşüncenin varlığı “yalnızca bilmeye” değil, “onu düzeltmeye” de muktedir olduğuna sarsılmaz bir inançla bağlıdır. Nietzshe,”Sokrates’in kuramsal aklının veya biliminin” insanlık durumuyla ilgili o korkutucu hakikatten (ki bu hakikat varoluşun anlamsızlığı,ölüm ve hiçlik duygusu ile yüzleşmektir) kaçmak veya onu bastırmak için yapılan korkakça hileleri temsil ettiğini,halbuki Sokrates öncesi Yunanlıların trajik efsaneler sayesinde varoluş hakkındaki nahoş hakikatle cesurca yüzleşmiş ve ayakta kalabilmiş olabildiklerini ileri sürdü.

Nietzsche’nin bu düşüncelerine paralel şekilde varoluşçu psikoterapi, insan zihninin analize tabi tutulup,parçalarına ayrılarak incelendiği bilimsel temelli psikolojik yaklaşımlardan ziyade onu hem psişik yapısı hem de çevresiyle ilişkisi itibarıyla bütünsel olarak ele alan bir yaklaşıma yönelmiştir.İnsan kuramsal temelli bir ya da bir kaç paradigma çerçevesinde indirgenerek anlaşılacak,içinden çıkılacak bir varlık değildir.Aksine anlaşılabilmesi ,kuramsal gözlükleri bir yana bırakarak,önce kendi biricikliği içinde varlığının kabulü sonra doğal habitatı içersindeki ilişkilerinin gözlemlenmesi ile mümkündür.Dolayısıyla varoluşçu psikoterapist varsa önyargılarını bir yana bırakarak hastası ile dikkatli ve duyarlıklı bir etkileşim kurmaya ve etkileşimin kendi iç dünyasında uyandırdığı izlenim ve duygulara karşı duyarlı olmaya özen gösterir.Karşılıklı güvene dayalı ,önyargısız ve sahici bir ilişkinin yaşandığı terapötik ortamda bir süre sonra varoluşsal kaygılar kendisini göstermeye başlayacak ve üzerinde içtenlikle çalışılması için fırsat doğacaktır.

“İzole ,edilgen ve bir durum olarak varolana” karşı “olmakta olan-ilişki halinde olan-bir süreç olarak varolan”:Heidegger

Varolan sözcüğü varlığın niteliksel ve zamansal olarak ucu kapalı bir “durumunu-halini” tarif eder.Oysa varoluşçu psikoterapinin temel önermelerinden birisi, “olmakta olan” ise ucu açık bir sürece işaret eder.Her seçim ile insan kendisini yeniden var eder.İnsan bir kere varolup da bir daha değişmeyen bir varlık değildir.Öyle olsaydı doğada gözlemlenen diğer varlıklardan bir farkı olmazdı.Aksine insan, sürekli değişim ve çevresiyle etkileşim içinde bulunan “yaratıcı bir sürecin parçası olan” bir varlıktır. “Olmakta olan” tanımının bu boyutu, Heidegger’in “Dasein”i kavramına paralel olarak ancak ilişki halinde bulunduğu şeylerle birlikte tanımlanabildiğini ima eder.Yani ,izole,edilgen ve bir durum olarak varoluştan söz edilemez.Ancak “ilişki halinde bulunan” ,değişime açık “bir süreç olarak” varoluştan bahsedilebilir.

Varolmanın farkındalığı-Otantik Varoluş

Heidegger’e göre insan daima “şeylerin” çevresinde bulunur(bei den dingen). “El altında olan onu meşgul eder” Bir bardak nedir?O, kendisini oluşturan cam yapıyla tanımlanabilir mi?Bardağın “içmek üzere” yapıldığı aşikardır.Bardak el altında olan bir şeydir.İhtiyaç duyduğumuz diğer el altında olan şeyler gibi bir şeydir.Dünya bize çıplak nesneler ile görünmez.Onlar her zaman ihtiyacımız olan ve olmayan biçimlerde görünür.Bu insanın pratik bir dünyada yaşaması demektir.Güvenli bir çevrede yaşamak,yaşamı kolaylaştıran araç ve gereçlerle çevrili olmak.Kierkegaard böylesi bir dünyada yaşayan insanı “Man (herkes) insanı” olarak adlandırır. Bu insan, herkes ne düşünürse ne yaparsa onu düşünür ve yapar.Böylesi bir varoluş varlığı unutuş halidir.Gündelik oyalanmalar ile “varlık” gibi “ölüm”de unutulur.

“Dasein”, dünyaya “fırlatılmış”,”ölümlü” ve dolayısıyla “zaman” boyutu olan bir varlıktır. Üç zaman ekstanzı (geçmiş,bu gün ve gelecek) birbiri içine girerek Eksiztensin “diğer imkanları dışlayan imkanına” yani “ölüme” doğru koşar.Kendisini böyle, “ölüme doğru koşma” içinde kavrayan kimse Varlık’a dönüş kararı alır.Bu karar ölme kararı değildir,ama “ölüm içinde yaşama” tavrıdır.. “Otantik varoluş” diyordu Heidegger,”ölüm sayesinde mümkün olur”.İnsanın ölümlü olduğunu unutmayarak “elinin altında bulunup” kendisini oyalayacak meşgalelerden uzaklaşmasıyla mümkündü “otantik varoluş.”
Heidegger dünyada iki türlü temel varoluş şekli bulunduğuna inanır.

(1)Varolmayı unutma/oyalanma durumu

Bir kişi varolmayı unutma durumunda yaşıyorsa madde dünyasında yaşayıp kendisini sıradan hayat oyalamalarına kaptırmıştır. Hayat türlü oyalamalarla ona ölümü “sanki” unutturmuştur.Kişinin bu oyalamalar içerisinde düzeyi düşer,kendisini boş gevezeliğe kaptırır,"onların" içinde kaybolur.Kendini sıradan dünyaya,işlerin gidiş şekliyle ilgili kaygılara teslim etmiştir.

(2)Varolmayı düşünme/otantik varoluş durumunda, insan işlerin gidişine değil,oluşunu idrak eder ve hayran olur.Bu tarzda varolmak devamlı olarak varolduğunun farkında olmak demektir.”Ontolojik tarz” olarak söz edilen bu durumda kişi varolmayı düşünür,sadece varolmanın kırılganlığını değil sorumluluğunu da düşünür.İnsan yalnızca bu ontolojik tarzda kendilik yaratısıyla ilişkide olduğu için kendini değiştirme gücünü de burada kavrayabilir.

Şimdi ve burada olma(ilişki içinde var olma):Husserl

İnsan zihni geçmişten gelen düşünceler,anılar ve önyargılar ile olduğu kadar geleceğe dair umutlar,hayaller ile de doludur.Bütün bu zihinsel içerik yaşadığımız şimdide tüm varlığımızla hazır bulunmamızı engeller.Hep bir adım önde ya da gerideyizdir “şimdiden”
Fenomenoloji felsefesinin kurucusu Husserl varlıkların bilice yansıyan imgelerini “şimdi ve burada” inceleyerek özüne ulaşmak için onlara dair tüm bilgileri ve yargıları “paranteze almayı” gerektiren yöntemi sundu felsefe dünyasına. Aslında Husserl,yaşadığı çağda yaşamı anlama ve yorumlama yolunda felsefe karşısında bilimin önlenemez yükselişini görmüş ve felsefeye yeni bir hareket alanı açmak istemişti öncelikle.Bilimin ve geleneksel felsefenin “nesnel gerçeklik arayışını” bir yana bırakmayı önererek başlamıştı çalışmalarına. Özne,ilk indirgemenin ardından ,kendi öznel yargılarını içeren dünyasını da “paranteze alarak” yaptığı ikinci indirgeme ile ”fenomenleri” “sadece” bilince yansıyan halleriyle inceleyebilirdi artık.

Fenomenoloji oldukça ilgi çekti.Bu yaklaşım,insan denen varlığın dışındaki dünyayı değil-o her neyse önemli değildi- “bilincine yansıyanların” onun gerçeği olduğunu gösteriyordu.İkinci adım Heidegger’den geldi. Heidegger ,kendisinden ayrı bir dünya olan nesneler dünyasını “bilen” Kartezyen öznenin yerine, hem dünyada “varolan” hem de varlığıyla “dünyayı var eden” “Dasein” dediği insani varlığı önerdi.. Heidegger’e göre özne Husserl’in söylediği gibi “yöneltilmiş bilinçle” hareket etmiyordu.O varolduğu dünya ile iç içeydi.O’na Dilthey’in “yaşam bağı”na benzer bir bağla bağlıydı.Yaptıklarını düşüne taşına yapmıyor,yapması kaçınılmaz olduğu şekilde, en doğal,en olağan haliyle yapıyordu.Elini açmak üzere kapı tokmağına atması,pencereden bakması,sözlerini akıcı biçimde sürdürmesi üzerinde düşünülen şeyler değildi.Ortada ne özne vardı ne de nesne.Sadece dünya üzerinde onunla bütünleşmiş bir varlık “dasein” vardı.Bilimde ve felsefede bir ön kabul haline gelmiş “özne-nesne ayrımına” karşı çıkış “varoluşçu felsefenin” dönüm noktalarından birisi olmuştur.. Özne ,kendi ,dışındaki dünyayı yani nesnelerin dünyasını bilebilir miydi,bilebilirse nasıl bilebilirdi,bilgi nasıl edinilebilirdi.Bu sorularla uğraşan geleneksel felsefe “ontoloji” ve “epistemoloji” adıyla bilinen geniş sorgulama alanları inşa etmişti kendisine.

Husserl ve Heidegger’in yaklaşımları varoluşçu psikoterapinin önemli temalarından birisini, geçmiş ve geleceği paranteze alarak “şimdi ve burada olma ve ilişki içinde var olma” temalarının ilhamını vermiştir.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Varoluşçu Psikoterapi" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Erol AKDAĞ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Erol AKDAĞ'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     26 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Erol AKDAĞ Fotoğraf
Psk.Erol AKDAĞ
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Klinik Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi38 kez tavsiye edildiİş Adresi KayıtlıTavsiyeEdiyorum.com'u sıkça ziyaret ediyor.
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Erol AKDAĞ'ın Makaleleri
► Varoluşçu Terapi Psk.Doğancan GÖKÇE
► Varoluşçu Analiz Nedir? Abdullah ÖZER
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Varoluşçu Psikoterapi' başlığıyla benzeşen toplam 15 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Hayal Kuran Çocuklar Haziran 2021
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


07:46
Top