2007'den Bugüne 92,312 Tavsiye, 28,221 Uzman ve 19,978 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Mineraller
MAKALE #16610 © Yazan Vet.Hek.Doç.Dr.Ali AYYILDIZ | Yayın Mayıs 2016 | 9,775 Okuyucu
MİNERALLER

Doğada birtakım maddelerle karışık ya da birleşik olarak ve olağan sıcaklıkta katı durumda bulunan ya da kimyasal yollarla elde edilen inorganik maddelere Mineral denir.

Mineraller, insan ve hayvan metabolizması için yararlı ve gereklidirler. Bu iki sözcük minerallerin özelliklerini anlatmaya yeterlidir. Toplam vücut ağırlığının % 3 – 6 arası mineraller ve iz elementlerden oluşur. Minerallerin başlıcaları Kalsiyum – Ca ve Flordur – F.
Daha çok kemik – iskelet ve dişlerin yapısında bulunurlar. Vücutta yaklaşık otuz kadar mineral bulunur. Bu minerallerin her birisi vücut işlevlerinde ayrı bir öneme sahiptir. Kemik – isleket ve diş yapısı, sinir ve kasların çalışmaları, kan yapılması, oksijenin taşınmasında minerallerin ve iz elementlerin önemli görevleri vardır. Mineraller bitkisel ve hayvansal besinlerde bulunurlar. Mineraller ayrıca merkezi sinir sistemi işlevleri için de yardımcı bir elementtirler.

Mineraller, vitaminlerin aksine inorganik maddelerdir. Minerallerin vücuttaki başlıca görevleri, enzimleri etkinleştmeleri, kimyasal tepkimeleri harekete geçirmeleri ve iyi bir kemik – iskelet yapısı oluşturmaları, beynin fonksiyonlarını sağlıklı bir şekilde sağlamaları olarak sıralanabilir.

Mineral tuzları, taş ve kaya parçalarının erozyona uğraması sonucu milyonlarca yıl içerisinde toz, kum durumuna gelerek toprağa karışır ve topraktan bitkilere geçer. Bu bitkilerle beslenen insan ve hayvanlar bitkileri tüketmek yoluyla mineralleri vücutlarına alırllar.

Vücudun kendi kimyasal dengesini sürdürmesi vücuttaki çeşitli minerallerin oranlarına bağlıdır. Vücuttaki her bir mineralin diğeri üzerine etkisi birinin dengesi bozulduğunda diğer minerallerin de düzeyi etkilenir. Bu dengesizliğin giderilmemesi hastalıklara neden olacak zincirleme tepkimeleri başlatır.

Vitaminler vücutta minerallerin yardımı olmadan işlev gösteremediklerinden mineral eksikliği vücut için vitamin eksikliğinden çok daha fazla zarar vericidir.

Mineraller vücut tarafından üretilemediği için besinler yolu ile alınması gerekir. Besinlerin yanısıra mineraller ek – takviye şeklinde de alınabilir. Besin takviyesi olarak kullanılan desteklerin çoğunda vitamin ve mineral çeşitleri bir arada formüle edilmişlerdir.

Vücut minerallerin emilime hazır duruma gelebilmesini sağlamak için mineralleri sindirim sisteminde şelat edilmiş duruma getirir.

İnsan dahil bütün canlıların normal yaşam işlevlerini sürdürebilmek için minerallere gereksinimi vardır.

Mineraller gerek hayvansal dokularda gerekse bütün yemlerde değişik miktar ve oranlarda bulunurlar.Hayvan beslemede mineraller tüm inorganik elementleri içerirler.

Organizmada enerji ve proteine oranla minerallere daha az miktarlarda gereksinim duyulur. Organizmada önemli görevler üstlenen mineraller katı ve kristal halde bulunurlar. Mineraller olağan kimyasal tepkimeler ile dekompoze olmayan veya sentez edilemeyen bileşiklerdir.

Hayvan türlerinde sağlık ve verim performansı için mineral maddelerin yeterli miktarlarda ve uygun oranlarda bulunması gerekir.


BESLENMEDE MİNERALLERİN ÖNEMİ

Karbon – C, Hidrojen - H, Oksijen - O ve Azot – N gibi organik elementler hayvan vücudunun % 96'sını oluştururlar. Katyon ve anyonların payı % 3,5 olup geri kalan bölümü diğer mineralleri kapsar.

Kalsiyumun – Ca, toplam mineraller içindeki payı % 49 olup bu değer Fosfor - P için % 27 kadardır. Geriye kalan % 24 ise diğer minerallere aittir.

Bir çok besin maddesinin aksine vücutta sentezlenemeyen mineral maddelerin hayvansal organizmadaki işlevleri şunlardır.

1.Mineral maddeler, doku ve organların yapısal komponentleridir. Bu bağlamda kas, organlar, kan hücreleri ve diğer yumuşak dokuların oluşumuna katılan protein ve yağ gibi organik bileşiklerin yapısına girerler.

2. Mineraller, kemiklerin dolayısıyla lokomotor sistemdeki iskeletin yapı maddelerini oluştururlar. Kemiklere sertlik ve dayanıklılık sağlarlar. Başka bir anlatım ile vücuda yapısal destek verirler.

3. Makromineraller vücutta ozmotik basıncı ayarlayarak fizikokimyasal bir görevi yerine getirirler. Kalsiyum - Ca, Magnezyum - Mg ve Fosfor - P ile Sodyum - Na, Potasyum - K ve Klor’un - Cl önemli bir bölümü vücut sıvılarında ve yumuşak dokularda elektrolit olarak bulunurlar. Ozmotik basıncın ayarlanmasında kan önemli göreve sahiptir.

4. Mineraller vücutta asit baz dengesini ayarlarlar. Minerallerden Kalsiyum - Ca, Sodyum - Na, Potasyum - K, ve Magnezyum - Mg gibi bir bölümü alkali, Fosfor - P, Klor - Cl, ve Kükürt - S gibi bazıları da asit oluşumunda etkilidirler. Böylece kan ve dokularda pH'nın sabit bir düzeyde kalması sağlanır. Kan pH'sında ortaya çıkabilecek azalma ve yükselmeler Asidoz ve Alkaloz gibi olguları da beraberinde getirir.

5. Mineraller bazı enzim, vitamin ve hormonların yapısına girmek suretiyle metabolizmada önemli işlevlerin yerine getirilmesinde rol alırlar.

6. Bazı mineral tuzları vücutta Hidrojen - H iyon konsantrasyonunu kontrol etmek amacıyla Tampon – Buffer olarak kullanılırlar. Karbonat ve Fosfat en uygun Tampon
sistemleridir.

7. Mineraller aynı zamanda kas ve sinirlerin uyarılmasında da etkilidirler.

8. Bazı mikrominerallerin bağışıklık sistemini desteklediği son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar ile saptanmıştır.

Belirtilen bu genel işlevleri dışında minerallerin bir veya birden fazla spesifik işlevleri de bulunmaktadır. Mineraller birbirlerine karşı etki gösterirler. Dolayısıyla mineraller arasında uygun bir dengenin bulunmasının önemi bundan kaynaklanır. Bu nedenle organizmada hiçbir mineralin tek başına etki yapmadığı ileri sürülebilir. Kalsiyum - Ca ve Fosfor - P'un kemik ve diş olumundaki etkisi ile Demir - Fe, Bakır - Cu ve Kobaltın - Co hemoglobin sentezindeki karşılıklı ilişkisi buna örnek olarak gösterilebilir.

MİNERALLERİN SINIFLANDIRILMASI

Yüksek miktarlarda gereksinim duyulan mineraller makromineraller, buna karşılık düşük miktarlarda gereksinim duyulanlar ise mikromineraller – İz elementler – İz mineraller olarak adlandırılırlar.

Bu bağlamda, 100 ppm (milyonda kısım)'den fazla miktarda gereksinim duyulanlara makromineral adı verilir. Bu miktarın altında gerek duyulanlar ise mikromineraller – iz mineraller olarak adlandırılır.

Diğer bir şekilde ise yağsız vücut ağırlığının her kilogramında 50 ppm (mg/kg)'ın üzerinde bulunanlar makromineral, daha düşük miktarlarda bulunanlara ise mikromineral olarak tanımlanırlar.

Makromineraller rasyonun yüzdesi, mikromineraller ppm veya bazen de ppb şeklinde açıklanırlar. Çeşitli hayvan türleri tarafından gereksinim duyulan başka bir anlatım ile ekzojen nitelik taşıyan 24 mineral bulunmaktadır. En az bir hayvan türü üzerinde yapılan testlerle alınması mutlak gerekli olan minerallerden Krom – Cr, Kobalt - Co, Bakır - Cu, İyot - I, Demir - Fe, Manganez - Mn, Molibden - Mo, Selenyum - Se, ve Çinkonun - Zn tüm hayvan türleri için esansiyel nitelik taşıdığı bilinen bir bilimsel gerçektir.


MAKROMİNERALLER

Bu grupta yer alan mineraller arasında, Kalsiyum - Ca, Fosfor - P, Magnezyum - Mg, Potasyum - K, Sodyum - Na, Klor - Cl ve Kükürt - S yer almaktadır. Bu makromineralleri ayrı ayrı inceleyelim.

KALSİYUM – Ca

Kalsiyum – Ca, kemiklerde ve dişlerde, Fosforla – F birlikte Kasiyumfosfat şeklinde bulunur. Kalsiyum – Ca, sağlıklı kemik – iskelet, diş ve dişetleri oluşumu için çok gerekli bir mineraldir.

Kalsiyum – Ca, normal kan basıncının sağlanması, kanın pıhtılaşması, kasların hareketi ve sinirsel iletilerin iletiminde görev alır.

Hayvan vücudunda bulunan toplam mineral miktarının % 70’ini oluşturan Kalsiyum - Ca ve Fosfor - P genellikle birlikte incelenir.

Kalsiyum – Ca, süt, yoğurt, peynir, yumurta sarısı, susam, kuru incir, kuru kayısı, pekmez, şalgam, kuru baklagiller ve yağlı tohumlarda bol miktarlarda bulunur. 200 ml sütte 300 mg Kalsiyum – Ca bulunur. Yeşil yapraklı sebzeler ve tahıllardaki Kalsiyumun – Ca emilimi ise çok düşüktür.

Hayvansal organizmadaki Kalsiyumun - Ca % 99’u, Fosforun - P ise % 80’i kemik ve dişlerde bulunur.

Kalsiyumun – Ca, başlıca emilimi Onikiparmak barsağında – Duodenum gerçekleşir. Emilim ve Kalsiyumun - Ca formu, içerik pH’sı, D vitamini, Kalsiyum – Ca / Fosfor – P oranı, diğer minerallerin (Demir - Fe, Aluminyum - Al, Manganez - Mn) fazla miktarda alınması, rasyondaki fazla yağ gibi faktörlerin etkisi altındadır.

Rasyonda Kalsiyum - Ca yetersiz olduğunda emilen mineralin büyük bir bölümü aktif bir şekilde taşınır. Başka bir anlatım ile hayvanlarda Kalsiyum - Ca gereksinime göre ince barsaklardan geri emilir.

Emilim etkinliği gereksinim durumuna göre farklılık gösterir. Emilen Kalsiyumun - Ca önemli bir bölümü sidik ve dışkı ile atılmaktadır.

Kalsiyum - Ca, Fosforla - F birlikte kemik ve dişlerin oluşumuna katılır. Yeni doğan hayvanların kemiklerindeki Kalsiyum - Ca sınırlı miktarda olduğundan gelişme süresince kemiklerin gelişmesi ve kalsifikasyonu - kemikleşmesi için önemli miktarda Kalsiyuma – Ca gereksinim duyulur.

Kalsiyumun - Ca yaşamsal metabolik olaylarda da görevleri vardır. Kan Kalsiyum - Ca düzeyinin Paratroid ve Böbreküstü bezlerinden – Adren salgılanan hormonlarca kontrol edilmesi fizyolojik önemin bir göstergesidir. Minerale gereksinim duyulduğunda kemiklerde bulunan depolardan kullanılır. Kanda Kalsiyum - Ca düzeyi yükseldiğinde fazla mineral gerektiğinde kullanılmak üzere depolarda birikir. Ayrıca bir bölümü de böbrek yolu ile – sidik veya dışkı ile dışarı atılır.

Kalsiyum - Ca ve Fosfor - P büyüme, yumurta ve süt üretimi için hayvanların rasyonlarında mutlaka bulunması gerekli kritik minerallerdir.

Raşitizma, Osteomalasi gibi kemik bozukluklarının ortadan kaldırılması için de ayrıca Kalsiyuma – Ca gereksinim vardır.

Yumurta ve süt üretimi önemli miktarda Kalsiyum - Ca gerektirir. Tavuklar gereksinimlerinin altında Kalsiyumla – Ca beslendiklerinde ince - yumuşak kabuklu yumurta veya kabuksuz yumurta üretirler.

Kalsiyum - Ca yönünden yetersiz rasyonlarla beslenen hayvanlarda toplam yumurta ve döl verimi düşer. İnekler bu duruma süt verimlerini azaltarak tepki gösterirler.

Kan serumundaki Kalsiyum – Ca düzeyinin başlıca görevlerinden birisi de kalp atışlarını düzenlemektir.

Fosfor - P, Sodyum - Na, Potasyum - K, Magnezyum – Mg ve diğer minerallerin bir bölümü de kalp atışlarının hızının belirlemesinde etkilidirler.

Kan serumundaki Kalsiyum - Ca düzeyinin yükselmesi kalp atışlarının hızlanmasına – Taşikardi neden olur.

Kalsiyum – Ca minerali kas ve sinir uyarımlarının kontrol edilmesinde de rol oynamaktadır. Kalsiyumun – Ca iyon konsantrasyonu yükseldikçe kas ve sinir uyarımları azalmaktadır.

Kalsiyum - Ca, ayrıca, kanın pıhtılaşmasında da fonksiyona sahiptir.

Kalsiyum – Ca eksikliğinde kemiklerde zayıflık, eklem ağrıları, tırnaklarda kırılma, diş cürümesi – caries, yüksek tansiyon, kalp çarpıntısına neden olur. Kan serumundaki Kalsiyum – Ca 1 desilitrede 9 – 11 mg düzeyinin altına düşerse kas kasılmaları, kramplar ve kas titremeleri ortaya çıkar.

Kalsiyum – Ca ve Fosfor - P yetersizliklerinin en belirgin sonuçları kemik gelişiminde gözlenir. Bu minerallerin yetersizliğinde kemikler gelişmeye devam eder, ancak yetersiz kalsifikasyon nedeniyle sertlik kazanamaz.

Bunun sonucu gözle görünebilen kemik bozukluğu ile karakterize edilen gençlerde raşitizm, yaşlılarda ise Osteomalasi olguları ortaya çıkar. Bu olgu aynı zamanda Kalsiyum - Ca ve Fosfor - P metabolizması için gerekli olan D vitamini yetersizliğinde de meydana gelir.

Raşitizme maruz kalan hayvanlarda uzun kemiklerde eklemler genişler. Eklemlerde şişkinlik söz konusu olduğundan yürüyüş bozukluğu da kaçınılmazdır.

Tavuklarda da Kalsiyumun – Ca, yetersiz miktarlarda alınması yumurta verimi ve yumurta kalitesinde önemli düşüşlere ve iskelet bozukluklarına neden olmaktadır. Aynı zamanda yem tüketimi ve yemden yararlanma bu durumdan olumsuz yönde etkilenir.

Kalsiyumun - Ca aşırı miktarlarda tüketilmesi durumunda ise fazla Kalsiyum – Ca, kemiklerin yanı sıra yumuşak dokularda da birikir.

Kalsiyum – Ca mineralinin gereksinimin üzerindeki miktarları Fosfor - P, Magnezyum - Mg, Çinko - Zn metabolizmasının bozulmasına neden olur. Aynı şekilde bu durumdan Kobalt - Co, Manganez - Mn, Demir - Fe ve İyot’ta - I etkilenmektedir.

Baklagil türü kaba yemleri serbest miktarlarda tüketen geviş getiren hayvanlarda yaşama payı ile birlikte verim payı Kalsiyum – Ca, gereksiniminin bir bölümü de karşılanabilmektedir.

Karma yemle beslenen kanatlılarda rasyonlara Kalsiyum - Ca eklenmesi zorunludur. Kemik ve et ile beslenen Etobur hayvanlarda - Carnivorlarda Kalsiyum – Ca, gereksiniminin tamamı karşılanabilir. Buna karşılık kemik içermeyen diyetlerle beslenen kedi ve köpeklere ise uygun Kalsiyum - Ca kaynakları verilmelidir. Kireç taşı, DCP – Di Kalsiyum Fosfat, Floru alınmış Fosfat, Midye kabuğu hayvan beslemede kullanılabilen Kalsiyum - Ca kaynaklarıdır.

FOSFOR – P

Fosfor – P, kemik ve diş oluşumu, hücre büyümesi ve hücre onarımı, enerji üretimi, sinir ve kas hareketleri, kalp kasının kasılması, böbrek fonksiyonları için gerekli ve vücut için çok önemli bir mineraldir.

Kalsiyumun – Ca, emilimini etkileyen pek çok faktör karşısında duyarlılık gösteren Fosfor - P, organik ve inorganik formda emilebilmektedir.

Kullanılan Fosforun - P kaynağı, barsak pH'sı, hayvanın yaşı, yemle alınan diğer mineraller (Kalsiyum - Ca, Demir - Fe, Aluminyum - Al, Manganez - Mn, Potasyum - K ve Magnezyum - Mg) emiliminde etkili olan faktörlerin başlıcalarıdır.

Bellibaşlı Fosfor – P kaynakları, Süt, kırmızı et, balık, yumurta, tahıllar, kuru baklagiller ve yağlı tohumlardır.

Bitkisel kaynaklarda bulunan Fosfor – P, fitik asit formunda bulunduğundan kanatlıların bundan yararlanma derecesi oldukça düşüktür.

Kalsiyum – Ca ile birlikte kemik oluşumu ve metabolizması üzerinde etkili olan Fosforun - P bunun dışında vücutta kendine özgü görevleri de vardır. Kan serumu Kalsiyum - Ca düzeyinin optimal sınırlarda tutulmasında, karbonhidrat metabolizmasında, nükleik asitler ile hücre zarı geçirgenliğini sağlayan fosfoproteinler ile hegzofosfat, adenofosfat, kreatin fosfat gibi enerjice zengin fosfatların yapısında yer alır.

Ayrıca Fosfor – P, yağların taşınmasında ve metabolizmasında ve hücre membranları için yaşamsal önem taşıyan fosfolipidlerin de yapısına girer. Enerji metabolizmasında fonksiyon gösterir. Hücre oluşumu için gerekli olan dolayısıyla protein sentezinde rol oynayan RNA ve DNA'nın komponentleridir. Bunun dışında çeşitli enzimin de yapısına girmektedir.

Fosfor – P eksikliğinde bedensel ve ruhsal güçsüzlük, kaslarda yorgunluk ve kramplar, böbrek yetersizliği ve barsak problemleri ve çocuklarda dişlerin geç çıkması gibi sorunlar ortaya çıkar.

Dünyanın her bölgesinde Fosfor - P yetersizliği her tür hayvan için sıkça karşılaşılan bir sorundur. Fosfor – P minerali yetersizliğinin ilk belirtisi genel bir semptom olan iştah azalmasıdır.

Yumurta tavuklarında iştah kaybı, zayıflama ve ölüm olguları şiddetli yetersizliği izleyen 10 – 12 gün içinde ortaya çıkmaktadır. Orta derecede yetersizlik durumunda Raşitizma ve büyümede gerileme söz konusudur. Fosfor – P minerali yetersizliği sonucu kemiklerde meydana gelen sorunlar Kalsiyum – Ca eksikliğine bağlı belirtiler ile benzerlik halindedir. Aynı şekilde yumurta verimi ve kalitesinde de azalmalar gözlenir.

Besin maddeleri metabolizmasındaki görevlerine bağlı olarak Fosfor - P yetersizliği döl verimi dahil her türlü verim performansında azalmalara ve genel durum bozukluklarına yol açar.

Fosforun – P yetersiz alındığı durumlarda idrar yolları bozuklukları, geviş getiren hayvanlarda tahta, kemik, çuval gibi yem niteliğinde olmayan maddelerin yenmesi ile karakterize Pika hastalığı olguları ortaya çıkmaktadır. Mikrobiyal aktivitenin sınırlanması ile selüloz sindirimi düşer, protein ve RNA sentezi azalır.

Fosfor – P mineralinin aşırı miktarlarda tüketimi ise başta Kalsiyum - Ca olmak üzere çeşitli besin maddelerinin emilimini azaltmaktadır. Bunun tersine Kalsiyum - Ca ve Magnezyumun - Mg da fazla alınmasında Fosforun - P emilimi düşer.

D vitamini Fosforun - P değerlendirilmesi için gereklidir. Gerek Kalsiyum - Ca ve gerekse Fosforun - P etkin kullanımı için her iki mineral arasında uygun oran olmalıdır. Eğer Fosfor - P, Kalsiyuma – Ca göre daha fazla alınırsa özellikle geviş getiren hayvanlarda idrar yolları taşları oluşumu sık görülür.

Gerek bitkisel kökenli Fosfordan – P yeterince yararlanamayan kanatlı hayvanlar ve tek mideli hayvanlarda gerekse kaba yem ağırlıklı rasyonlarla beslenen geviş getiren hayvanlarda rasyonlara Fosfor – P katılması zorunlu olmaktadır. Yemler genelde belirli oranlarda Fosfor - P içermektedir. Kaba yemlerin Fosfor – P içeriği toprağın mineral durumuna bağlıdır. Tahıl tane yemleri, değirmencilik yan ürünleri, başta hayvansal kaynaklı olmak üzere tüm proteinli yemler Fosfor - P bakımından zengindir.

Temiz hastalık etkenlerinden arındırılmış kemik unu, Floru - Fl alınmış Fosfat kayaları, özellikle Dikalsiyum fosfat (DCP) uygun Fosfoor - P kaynaklarıdır.

KALSİYUM / FOSFOR ORANI VE D VİTAMİNİ

Hayvanlarda Kalsiyum - Ca ve Fosforun - P optimum düzeyde değerlendirilebilmesinde 3 faktör etkili olmaktadır. Bunlar,

1. Değerlendirilebilir formda ve uygun miktarlarda mineral sağlanması,
2. Kalsiyum – Ca ve Fosfor – P mineralleri arasında uygun oran bulunması,
3. Kalsiyum – Ca ve Fosfor – P minerallerinin metabolizmasını düzenleyen D vitamininin yeterli miktarda sağlanması şeklinde sıralanabilir.

D vitamini ile birlikte Kalsitonin ve Parathormon, hem Kalsiyumun – Ca hem de Fosforun – P metabolizmasında görev alırlar. Bunlar Kalsiyum - Ca ve Fosforun - P kan serumunda normal düzeyde tutulmalarında etkilidirler.

Kalsiyum – Ca / Fosfor - P oranı genelde 1-2/1 şeklinde önerilir. Bununla beraber ruminantlar dışında kalan hayvanlarda 1/1 ve 2/1 arasında bir oran kabul edilebilir.

Yumurta tavuklarına bu oranın 3.5 - 4/1, geviş getiren 1/1 ile 7/1 arasında olabileceği bildirilmektedir.

MAGNEZYUM – Mg

Magnezyum – Mg, vücudun metabolik fonksiyonlarından 300 den fazlası için gerekli bir mineraldir. Magnezyum – Mg olmadan vücutta enerji dönüşüşümü gerçekleşemez. Protein yapımı, hücre çoğalması, sinir iletisi ve kasalar için çok önemli bir mineraldir. Magnezyum – Mg, Kalsiyum – Ca ve Potasyumun – K incebarsaklardan emilimine yardımcı olur. Magnezyum – Mg, İnsulin hormonu salgılanmasını arttırır.

Magnezyum – Mg, badem, ceviz, fındık, kuru baklagiller, tahıllar, hurma, kuru incir, muz, avakado, roka, ıspanak, marul ve maydanozda bol miktarlarda bulunur.

Vücutta pek çok dokuda bulunan Magnezyumun - Mg yarısı kemiklerde, diğer yarısı ise yumuşak doku ve vücut sıvılarında yer alır. Magnezyum - Mg özellikle kemik oluşumundaki fonksiyonunu Kalsiyum – Ca ile birlikte gerçekleştirir. Bu mineralin emilimi sindirim kanalı boyunca gerçekleşir. Özellikle incebarsaklar emilim için en uygun yerdir. Rasyondaki Magnezyum - Mg miktarı yükseldikçe emilim düşer.

Yemdeki yüksek düzeydeki Kalsiyum - Ca ve Fosfor - P mineralin emilimini olumsuz yönde etkiler. Özellikle Fosfor - P, Magnezyum – Mg ile erimeyen tuzlar oluşturur.

Civcivlerde hayvansal yağların Magnezyum - Mg gereksinimini arttırdığı, yüksek yağ asitleri eklemenin süt ineklerinde Magnezyum – Mg mineralin emilimini düşürdüğü bildirilmektedir. Rasyonda Kalsiyum - Ca ve Fosfor - P düzeyi yükseltildiğinde Magnezyum - Mg miktarının da artırılması gerekir.

Magnezyumun - Mg vücutta pek çok fizyolojik fonksiyonu bulunmaktadır. İskelette bulunan Magnezyum - Mg kemik ve dişlerin oluşumuna katılır. Magnezyum - Mg intrasellüler sıvılarda bulunan ikinci elementtir. Dolayısıyla hücre metabolizması için zorunlu bir mineraldir. Toplam mineralin yaklaşık % 1’i ekstrasellüler olarak bulunmaktadır. Pek çok enzimin aktif bir komponenti olarak görev yapan Magnezyumun - Mg yetersizliğinde Oksidadif fosforilasyon önemli derecede azalır. Magnezyum – Mg, karbonhidrat ve lipit metabolizmasında rol oynadığı gibi protein sentezinde de görev alır.

Magnezyum yetersizliğinin başlıca semptomları, büyümenin gecikmesi, hipersensibilite - aşırı duyarlılık, tetani, perifer vazodilatasyon, iştahın azalması, kaslarda koordinasyon bozukluğu gibi belirtilerdir.

Rasyonlar genelde optimal büyüme için gereken düzeyde Magnezyum - Mg içerir. Merada otlayan geviş getiren hayvanlar ile özellikle ergin süt ineklerinde bu durum istisna oluşturur. Bunlar Magnezyum - Mg yetersizliğine duyarlıdır.

Çayır tetanisi – Ot tetanisi olarak adlandırılan ve Magnezyum - Mg eksikliğinin bir sonucu olan olguda normalde 2.5 mg/100 ml şeklindeki kan serumu Magnezyum minerali düzeyi hızla düşer. Öte yandan, bu mineral fazlalığına ilişkin herhangi bir literatür bulgu bulunmamaktadır. Ancak Magnezyum - Mg tuzlarının damar içi – intra venöz enjeksiyonları ölümle sonuçlanan kalp bozukluklarına neden olabilir.

Yemlerin büyük bir bölümü hayvanlarda gereksinimi karşılayacak ölçüde Magnezyum - Mg içerir. Bununla beraber gereksinimi güven altına alabilmek için mineral karışımlara belirli miktarlarda Magnezyum – Mg da katılır.

Kaba yemlerin yapısında bulunan Magnezyumun - Mg % 10-15’i, tahıl ve konsantre yemlerdekinin ise % 30-40’ı değerlendirilebilir. Çoğu minerallerin tersine bitki yaşlanınca içerdiği Magnezyum - Mg miktarı artmaktadır. Aşırı Azot – N ve Potasyum - K ile yapılan gübrelemeler ise bitkide bulunan Magnezyum içeriğini olumsuz yönde etkiler. Magnezyum oksit ile Magnezyum sülfat, Magnezyum – Mg minerali kaynağı olarak hayvan yemlerinde güvenle kullanılabilir.


POTASYUM – K

Potasyum – K, hücrelerin ve dokuların düzgün çalışmasında görev alır. Sodyumla – Na beraber vücudun sıvı dengesini kontrol eder. Vücuttaki sıvılar ile hücreler arasında normal su dengesi için Potasyum – K gereklidir. Potasyum – K glukozu glokojene dönüştürür. Potasyum – K, asit – baz dengesinin korunmasında rol oynar. Potasyum – K sağlıklı bir sinir sistemi ve düzenli bir kalp ritmi için çok önemli bir mineraldir.

Bu mineral hücre içi - intrasellüler sıvıların başlıca katyonudur. Sodyumun - Na tersine Hücreler arası - intersellüler sıvılarda sınırlı miktarlarda bulunur.

Vücutta Kalsiyum - Ca ve Fosfordan - P sonra en fazla yer alan mineral Potasyumdur – K. Kan serumundaki Sodyum - Na miktarı Potasyumdan - K daha fazladır. Buna karşılık kas dokusunda ve sütte bulunan Potasyum - K miktarı da Sodyumdan - Na birkaç kat daha yüksektir.

Potasyum – K mineralinin başlıca emilim yeri incebarsaklar olup emilen Potasyumun - K başlıca atılım yolu böbreklerdir. Hücre içi – intrasellüler sıvıların başlıca katyonu olup ozmotik basıncın düzenlenmesinde ve asit baz dengesinin sağlanmasında büyük rol oynar. Kasların aktivitesi ve Kreatin ile ilgili enzim tepkimeleri için gereklidir. Potasyum – K, karbonhidrat metabolizmasını etkileyen bir mineraldir.

Potasyum – K, süt ve süt ürünlerinde, kırmızı ette, balıkta, muz, kayısı, şeftali, avakado, hurma, incir, kiraz kuru üzüm ve patateste bol miktarlarda bulunur.

Potasyum – K eksikliğinde yorgunluk, halsizlik, tansiyon düşüklüğü, düşük kalp ritmi, vücutta sıvı birikimi, aşırı deri kuruluğu ve akne sık görülen belirtilerdir.

Potasyum – K yetersizliği ender meydana gelen bir olgu olmakla beraber yüksek düzeyde konsantre yemlerle beslenen besi sığırlarında ortaya çıkabilir. Potasyum – K yetersizliği, eksikliği olgularında görülen başlıca semptomlar, büyümenin gecikmesi, kaslarda genel zayıflama, sallantılı yürüyüş, pika, ishal, karnın gerilmesi, zayıflama ve bunu izleyen ölümdür.

Diğer yandan, Potasyum – K mineralinin fazlalığı Magnezyumun - Mg emilimi ve değerlendirilmesini bozar. Aşırı Potasyum – K tüketimine bağlı toksikasyonlar pek yaygın değildir. Ancak su tüketiminin sınırlandırılması veya tuzlu su veya böbreklerin fonksiyon bozukluğu durumlarında ortaya çıkabilir. Bitkisel kökenli yemler özellikle kaba yemler Potasyum - K bakımından zengindir.

SODYUM – Na, KLOR – Cl

Sodyum – Na, vücut için oldukça gerekli ve büyük bir öneme sahip olan bir mineraldir. Sodyum – Na minerali kaya ve deniz tuzlarında bol miktarlarda bulunur. Sodyum – Na yapısal olarak incelendiğinde beyaz renkte parlak görünümde ve oldukça yumuşak, kaygan bir mineraldir. Sodyum – Na minerali vücut için çok gereklidir fakat gerektiğinden fazla bir oranda alınırsa ortaya olumsuz sonuçlar çıkabilmektedir. Sodyum – Na mineralinin vücut içindeki görevine bakıldığında, vücuttaki su dengesinin korunması ve de besinlerin hücrenin dışında bulunan hücre duvarından geçişinde aldığı görev görülmektedir. Bu görevlerin dışında Sodyum – Na, kas ve sinir işlevlerinin sağlıklı bir şekilde çalışmasını sağlamaktadır.

Her iki mineralden oluşan tuz doğada oldukça yaygın bir biçimde bulunur. Hayvan vücudu yaklaşık % 0.21 Sodyum - Na kapsamaktadır. Bunun bir bölümü iskelette erimeyen formda yer almakta, buna karşılık büyük bir kısmı ise hücre dışı - ekstrasellüler sıvılarda bulunmakta ve çok aktif görevler üstlenmektedir.

Sodyumdan - Na farklı olarak Klor - Cl vücut dokularında hücrelerinin içinde ve dışında bulunmaktadır. Her iki mineral de incebarsakların üst bölümünde daha çok onikiparmak barsağında – Duodenum kolayca emilirler.

Hayvanlarda sindirim sistemine giren Sodyum - Na ve Klorun - Cl yaklaşık % 80’i tükürük, mide sıvısı, safra ve pankreatik sıvıda ortaya çıkar. Her iki mineral de tuz olarak büyük ölçüde idrarla, az miktarda da dışkı ile atılır.

Sodyumun - Na önemli miktarda atıldığı yollardan bir diğeri de kusma, ishal ve terlemedir.

Potasyum – K ile birlikte vücut sıvılarında Sodyum - Na (Katyon) ve Klor - Cl (Anyon) ozmotik basıncın korunması ve asit baz dengesinin sağlanmasında rol oynarlar. Sodyum – Na besin maddelerinin hücrelere taşınması, metabolizma artıklarının atılmasında, dokular arasında su dengesinin korunmasında rol oynar. Klor – Cl mide suyunun başlıca anyonu olup H iyonu ile birleşerek Hidroklorik asidi oluşturur.

Sodyum – Na minerali vücuda gerektiğinden az miktarlarda alındığında, güçsüzlük, halsizlik, düşük tansiyon, çarpıntı, baş dönmesi, depresyon, baş ağrısı, kas krampları, mide bulantısı, hafıza bozukluğu gibi oldukça ciddi sayılabilecek durumlardır.

Sodyumun – Na eksik olması, vücutta birtakım olumsuz durumlara neden olurken, Sodyumun – Na vücutta olması gerekenden yüksek düzeyde olması da kişiye olumsuz durumlar yaşatabilmektedir. Vücutta yüksek miktarda yer alan Sodyum – Na, vücuttan idrar ve terleme gibi yollarla dışarı atılmaktadır. Vücuttaki yüksek Sodyum – Na oranı, ödem, vücutta olması gerekenden fazla su tutulması, Potasyum – K kaybı ve yüksek tansiyon gibi durumlara neden olmaktadır. Potasyum – K kaybını azaltmak için Sodyum – Na fazlalığı durumunda vücuda Potasyum – K takviyesi yapılmalıdır. Bunun amacı ise Potasyyum – K eksikliğinde meydana gelebilecek olumsuz durumlardan kaçınmaktır. Vücuda alınan Sodyum – Na, en fazla tuzda bulunsa da tuz dışında soda, peynir, fındık, hamsi, havuç ve ceviz gibi besinlerde de bulunmaktadır.

Sodyum – Na yetersizliğinde görülen başlıca semptomlar, gelişmekte olan hayvanlarda yemin değerlendirilmesinin düşmesi, süt ineklerinde verimin azalması, ergin hayvanlarda ise canlı ağırlığın azalmasıdır.

Diğer yandan erkek hayvanlarda infertilite - kısırlık, dişilerde cinsel olgunluğun gecikmesi gibi olgularla karakterize olan döl verimi bozuklukları ortaya çıkar.

Yumurta tavuklarında verimin düşmesi, ağırlık kaybı ve Kanibalizm olguları, Sodyum - Na yetersizliğinin belirtileridir. Klor - Cl yetersizliğinde ise büyüme hızının düşmesi, civcivlerde ani gürültü karşısında sinirsel semptomlar ortaya çıkmaktadır.

Öte yandan, genellikle suyun sınırlandırıldığı durumlarda ortaya çıkan tuz toksisitesi geviş getiren hayvanlar dışındaki hayvanlarda kolayca görülmektedir. Tuz zehirlenmesinin başlıca semptomları, bacaklarda kasılma, körlük ve diğer sinirsel bozukluklar Sodyum - Na fazlalığının sonuçlarıdır. Sodyum – Na ve Klorun – Cl hayvanlar için başlıca ve kolay bulunabilir kaynağı tuzdur.

Gereksinim duyulan tuz miktarını hayvanın büyüme dönemi, verim düzeyi, rasyonun kompozisyonu ve çevre sıcaklığı etkilemektedir.

Hayvansal kökenli diyetlerle beslenen kedi ve köpekler bitkisel yemlerle beslenenlere göre daha az tuza gereksinim duyarlar.


KÜKÜRT - S

Kükürt’ün - S hayvanlara verilecek miktar ve formu türe göre büyük ölçüde değişiklik gösterir. Geviş getiren hayvanlar dışındaki hayvanlar amino asitlerden Kükürdü - S değerlendirebilirler. Buna karşın elemental Kükürdü - S amino asit sentezinde kullanamazlar. Geviş getiren hayvanlar ise elemental Kükürdü – S ve sülfatları – SO4 rumen mikroorganizmaları aracılığı ile amino asit sentezi için değerlendirirler. Bazı hayvanlarda organik Kükürt - S inorganik forma göre daha kolay emilmektedir.

Hücrelerde organik formda bulunan Kükürt – S, sistin, sistein ve metionin gibi amino asitlerin yapı maddesidir. Bu amino asitler bakımından zengin proteinlerden Kükürt – S sağlanır. Kükürt - S, Tiamin – B1 vitamini ve Biotin – B7 vitamini gibi vitaminler ile İnsülin hormonunun yapısında bulunur. Bu mineral kıl, yapağı ve tüy başta olmak üzere vücut dokularının büyük bir bölümünde bulunur. Kükürt – S, koyun yapağısında sistin şeklinde % 4 oranında yer alır.

Kükürt – S, Biotinin yapısında bulunduğu için yağ metabolizmasında rol oynar. Diğer yandan Tiaminin – B1 vitamini bileşimine girmesi nedeniyle de karbonhidrat metabolizmasında görev üstlenir.

Enerji metabolizmasının regülatörü olarak nitelenen İnsülinin ve Glutation’un yapısına girmesi de minerale ayrı bir önem kazandırmaktadır. Protein sentezinde etkili olan Kükürdün - S yetersizliği durumunda büyümede gerileme meydana gelir. Aynı zamanda yapağı büyümesinde olumsuzluklar ve yapağıda dökülmeler söz konusudur.

Öte yandan, Kükürt – S fazlalığında oluşan Kükürt - S toksikasyonu pratikte önem taşımamaktadır. Kükürt – S gereksinimini karşılamak için tek mideli hayvanlar ile kanatlı hayvanlara Kükürt - S içeren amino asitler verilmelidir. Geviş getiren hayvanlar rumen mikroorganizmaları aracılığı ile proteinlerin yapısında bulunan Kükürtten - S yararlanabilirler.

Protein niteliğinde olmayan azotlu bileşiklerden olan ürenin kullanılması durumunda ek Kükürt - S verilmesi gereklidir. Geviş getiren hayvanlarda ve Tek tırnaklı hayvanlarda Sülfat – SO4 formu veya elemental Kükürt - S kullanılabilir.


MİKROMİNERALLER - İZ ELEMENTLER

Bu grupta yer alan mineraller içinde Demir - Fe, Bakır - Cu, Çinko - Zn, Manganez - Mn, İyot - I, Selenyum - Se, Kobalt - Co, Molibden - Mo, Flor -F, Krom – Cr, Silisyum - Si, Alüminyum - Al, Arsenik - As, Kadmiyum - Kd, Kurşun - Pb ve Cıva – Hg bulunmaktadır.

Mikromineraller - İz elementler, evcil hayvanların sağlıklı bir biçimde gelişme, büyüme, üreme ve verimlilikleri için gerekli temel besin maddelerindendir.

Özellikle mikrominerallerin – iz elementlerin hücre metabolizöasındaki işlevleri çok çeşitli olup, asit – baz dengesi, vücut sıvı ve dokularının ozmotik basıncı, hücre zarı geçirgenliği, doku duyarlılığının oluşumu, sinir impulslarının iletilmesi, hormonve enzimlerin kendilerine özgü işlevlerinin gerçekleştirilmesi, büyüme ve hayvansal ürertim – hayvansal verim ile canlının yaşam işlevlerinin yerine getirilmesinde çok önemlidir.

Mikromineraller, organizmada düşük yoğunluklarda bulunmasına karşın pek çok önemli fizyolojik fonksiyonda süreklilik için gereklidir. Bu gereklilik sağlanmadığı zaman hayvanın sağlığını kaybetmesi veriminin düşmesi sonucu yetiştirici açısından ciddi ekonomik kayıplar oluşur. Mikrominerallerin emilimi ve biyoyararlılık oranı yüksektir. Mikrominerallerin en çok kan, karaciğer, kemik ve böbrek gibi doku ve organlarda bulunurlar.

Hayvanların mikromineral gereksinmesinin karşılanmasında genellikle inorganik tuzlar (oksitler, sülfatlar ve karbonatlar) kullanılr.

Canlı organizmanın mineral maddelere ve mikrominerallere olan gereksinim çeşitli faktörlerin etkisine bağlıdır. Özellikle verim düzeyi yüksek olan hayvanlarda enerji ve mineral dengesi çok önemli bir kavramdır.

Toprak, su ve yem maddelerinin mikromineral içeriği sindirim sistemindeki emilim şekilleri, emilim sırasında mikromineraller arası etkileşim, vücutta depolanma durumları, hayvanın kendisine ait özellikler gereksinimi azaltmakta veya yükseltmektedir.

Mineral yetersizliklerinin, fazlalıklarının spesifik bölgelerde yoğunluklaştığı ve doğrudan toprağın yapısı ile ilişkili olduğu kabul edilmektedir. Hayvanların tükettiği herhangi herhangi bir bitkideki belli bir mineralin miktarı o bitkinin yetiştiği toprağa, topraktaki yoğunluğuna bitkinin tipi ve gelişme dönemindeki çevresel faktörlere bağımlılık gösterir.

Canlının olaylarının akışı için önemli mineral maddelerin – mikrominerallerin eksikliği veya fazlalıkları metabolizmanın akışını bozmakta ve ölümle sonuçlanabilen karakteristik hastalıkları oluştururlar.

Mikromineral eksikliklerinde, fertilite – üreme sorunları, deri ve tüylerle ilgili sorunlar, büyümede gerilik, gebelik döneminde yaşanan sorunlar, et ve süt veriminde düşme, döl tutmadaki sorunlar, belirsiz östrüs – kızgınlık, gebe ineklerde fötusta gelişme kusurları ve anomalileri, doğum sonu komplikasyonları, düvelerde cinsel olgunluğa - puberteye ulaşmada gecikme, sindirim etkinliğinde azalma ve sindirim sorunları, enfeksiyonlara karşı vücut direncinin gelişmesindeki gerileme ve kanatlı hayvanlarda bağışıklık yanıtının şiddetinde belirgin derecede azalma en sık görülen belirtilerdir.


DEMİR – Fe

Demir – Fe, hemoglobinin önemli bir kısmını oluşturur ve birçok enzimin yapısına girer. Demir – Fe, kanda oksijenin dokulara taşınmasını ve oksijenin oksihemoglobin olarak hemoglobinin içerisinde depolanmasını sağlar, vücutta oluşan CO2 nin akciğerlere taşınıp solunum ile dışarı atılmasında rol oynar.

Demir – Fe, elektron taşınmasında (oksido – reduksiyon tepkimelerinde) koenzim olarak görev yapar. Demir – Fe, kan yapımının stimulasyonu, eritropoiezis için gerekli bir mikromineraldir. Demir – Fe, büyüme ve gelişmeyi sağlar. Koksidiyoz, Theileriyoz gibi protozoon enfeksiyonları Demir – Fe emilimini ve biyoyararlanımını bozar.

Demir – Fe, büyüme, enerji üretimi ve sağlıklı bir bağışıklık sitemi için çok gerekli bir mineraldir.

Hayvan vücudundaki Demirin - Fe yarıdan fazlası Hemoglobin ve Myoglobinin yapısında bulunur. Geri kalan kısmı ise karaciğer, dalak, böbrek, kemik iliği ve kaslarda yer almaktadır.
Vücuttaki Demirin - Fe miktarı doğumdan erginlik devresine kadarki dönemde farklılık gösterir.

Demirin - Fe emilimi oldukça düşük düzeyde olup emilim incebarsakta gerçekleşir. Demir – Fe mineralinin emilimi barsaklardaki mukozal blokaj sisteminin kontrolü altındadır. Fe, Ferritin 3 + formundan Ferro 2 + durumuna dönüştükten sonra emilir. Hayvanlar Demiri - Fe vücuttan atma bakımından sınırlı bir kapasiteye sahiptir.

Vücuttaki Demir - Fe dengelenimi - homeostazisi büyük ölçüde Demirin - Fe emilimi ile kontrol edilir. Demirin – Fe emilimi hayvanın yaşı, Demir - Fe durumu ve sağlığı, sindirim kanalının koşulları, tüketilen Demirin - Fen fiziksel formu, yemdeki diğer bileşiklerin miktarı etkilemektedir.

Demir 2 sülfat, suda kolay çözünen bir Demir – Fe bileşiğidir. Rasyonlarda en fazla tercih edilen Demir – Fe kbileşiğidir.

Demir 2 karbonat, suda az çözünen bir Demir – Fe bileşiğidir. Rasyonlarda kullanımı sınırlıdır.

Demir 3 sülfat, suda az çözünen bir Demir – Fe bileşiğidir. Çabuk sulandığından açıkta fazla bekletilmemelidir. Rasyonlarda kullanımı sınırlıdır.

Demir - Fe bir çok biyokimyasal tepkimede anahtar rolü oynar. Elektron transportu ile Sitokromlar, Oksijenin aktivasyonundan sorumlu enzimlerin ve dokulara oksijen transportunu üstlenen Hemoglobin ve Myoglobulin yapısına girer. Toplam vücut Demirinin - Fe % 60’ı Hemoglobinde bulunurken Myoglobulinde yer alan Demir - Fe miktarı % 3-7’dir.

Demir – Fe eksikliği anemi’ye – kansızlığa neden olur. Kanatlı hayvanlarda Demir – Fe eksikliği mikrositik anemi ve hipokromik anemiye neden olur. Demir – Fe eksikliğinde canlı ağırlıkta azalma da sık görülür. Demir – Fe yetersizliği ya da fazlalığı bağışıklık sistemini – immun sistemi de olumsuz etkiler.

Demir - Fe yetersizliğinde, Hemoglobin konsantrasyonunun düşmesine bağlı olarak dokularda Oksijen azalacağından, pek çok sistem olumsuz yönde etkilenir. Bu bağlamda Anemi ve buna bağlı olarak oluşan kan değişikliklerinin yanı sıra canlı ağırlık artışında azalma, ilgisizlik, iştah kaybı, enfeksiyonlara karşı duyarlılık gibi belirtiler ortaya çıkar. Süt veya yemle yeterli miktarda mineral alamayan genç ve büyüme çağında olan hayvanlarda Demir - Fe yetersizliği görülebilir.

Et unu, balık unu gibi hayvansal kökenli yemler bitkisel kaynaklı yemlere göre Fe bakımından zengindirler. Basit Demir – Fe tuzlarındaki Demir - Fe yem maddelerinde bulunan minerale göre daha iyi emilir. Yemde yüksek düzeyde Fosfor - P ve Fitat bulunması, Demir fosfat ve Demir fitat oluşturarak Demir – Fe mineralinin emilimini azaltır. Hayvan beslemede inorganik Demir - Fe kaynakları kullanılabilmektedir. Demir karbonat ve Demir sülfatın yüksek bir biyoyararlılık derecesine sahip olduğu buna karşılık Demir oksitin yetersiz değerlendirildiği saptanmıştır.

Geviş getiren hayvanlarda Demir – Fe Biyoyararlılığın belirlenmesine yönelik olarak yapılan çalışmalarda Demir sülfat için biyoyararlılık % 100 alındığında bu değer Demir karbonat için % 60, Demir oksit için ise % 10 olarak bulunmuştur.

BAKIR – Cu

Yaşam için esansiyel nitelik taşıyan Bakırın - Cu hayvan vücudundaki miktarı yaklaşık 2 ppm kadardır. Hayvan türlerinin çoğunda çok düşük düzeyde emilir. Bakır – Cu mineralinin emilimini kimyasal formu etkiler. Ergin hayvanlarda rasyondaki Bakırın - Cu emilme oranı % 10 iken, gençlerde bu değer % 15-30 kadardır.

Bakır – Cu, vücutta hücresel solunum başta olmak üzere, kemik oluşumu, uygun kardiyak – kalp ile ilgili işlev, doku gelişimi, keratinizasyon, doku pigmentasyonu ve lipit metabolizmasında etkili bir mikromineraldir. Bakır – Cu minerali Demirin – Fe barsaklardan emilimi ve dokulardan kan plazmasına mobilizasyonunda da etkilidir. Demirin – Fe hemoglobin oluşumunda kullanılabilmesi ve dolayısıyla eritrosit – alyuvar yapımı için de Bakır – Cu gereklidir.

Bakır – Cu, antioksidan enzim üretiminde ve lökosit – akyuvar oluşumuna katılması nedeniyle bağışıklık sitemi – immun sistem için çok gerekli bir mikromineraldir.

Bakır – Cu, kanın oluşumu, bağ doku metabolizması, yeni doğanlarda myelinin oluşması, kemik şekillenmesi, deri ve kıl renginin oluşmasında da gerekli bir mikromineraldir.

Rasyon ile yüksek miktarda Bakır – Cu alınması kan plazmasında Bakır – Cu konsantrasyonunda artışa, uzun süreli Bakırsız rasyon ile besleme de bütün hayvan türlerinde kan plazmasında Bakır – Cu düzeyinde düşmelere neden olur.

Geviş getiren hayvanlarda Bakır – Cu emiliminin % 1-3 düzeyinde olduğu, rumeni gelişmemiş kuzu ve buzağılarda tek mideliler kadar bir emilimin gerçekleştiği ve erginlerden daha yüksek bir değer elde edildiği bilinmektedir. Aynı yaş, ırk ve fizyolojik durumda olan, hatta aynı çevre koşullarında yetiştirilen hayvanlarda Bakırın - Cu farklı şekilde değerlendirildiği gözlenmiştir.

Bakırın – Cu başlıca depo edildiği organ karaciğerdir. Kalp, böbrek ve beyinde de bol miktarda bulunur. Memeli hayvanlarda kan plazmasında Bakırın - Cu % 90’ı metalloprotein olan seruloplazmin şeklindedir. Çoğu hayvan türlerinde yemle alınan Bakırın - Cu büyük bir bölümü dışkıda görülmekte olup bu emilmeyen Bakır – Cu mineralidir. Bakırın – Cu aktif atılım yolu safra iledir. Bakır – Cu bunun dışında idrar, süt ve barsak yolu ile vücuttan atılır.

Bakır – Cu, eritrosit – alyuvar yapısında ve bazı enzim sistemlerinde etkilidir.

Bakır - Cu, Molibden - Mo ve Kükürt - S arasında karşılıklı bir ilişki bulunmaktadır. Kükürt – S varlığında özellikle Molibden - Mo organlarda Bakırın - Cu depolanmasını ve seruloplazmin sentezini azaltmakta sonuçta safra ile daha az Bakır – Cu minerali atılmakta, buna karşılık idrar ile atılan Bakır – Cu miktarı yükselmektedir.

Yemle yüksek düzeyde Bakır - Cu alımı karaciğerde depolanan Molibden - Mo miktarını düşürmektedir. Kükürt düzeyi yükseldikçe idrarla atılan Molibden - Mo miktarı artmakta dolayısıyla Bakır – Cu mineralinin depo edilmesi olumsuz yönde etkilenmektedir.

Bakır – Cu, sellüler solunum, kemik oluşumu, bağ doku gelişimi, keratinizasyon ve doku pigmentasyonu için gerekli bir mineraldir.

Hemoglobin oluşumunda rol oynayan Bakır - Cu, Demirin – Fe değerlendirilmesinde etkilidir. Bakırın - Cu yeterli olmadığı durumlarda Demir - Fe asimile edilmekte, ancak Hemoglobine dönüşememektedir.

Bakır - Cu aynı zamanda sitokromoksidaz, lizil oksidaz, tirosinaz gibi önemli fizyolojik fonksiyona sahip metalloenzimlerin yapısına girer. Demir - Fe yetersizliğine bağlı olarak, anemi ve ishalin yanı sıra Bakır – Cu yetersizliğinde görülen başlıca semptomlar, kemik, döl verimi, sinir ve kardiyovasküler sistem bozuklukları, kıl ve yapağıda pigment kaybı - Akromotrichia, yapağı, kıl ve tırnaklarda keratinizasyonun yeterli olmayışı, immun sistemin baskılanması gözlenir. Ayrıca büyümenin optimum düzeyin altında kalması ve iştahın azalmasıdır.

Bakır – Cu eksikliğinde, sığırlarda sürekli geçmeyen ishaller ve myokard infarktüsüne bağlı ani ölümler şekillenebilir.
Koyunlarda yapağının rengini ve karakteristik kıvrımlarını kaybetmesi görülür. Tavuk, kanatlı hayvanlar ve köpeklerde raşitizmaya benzer kemikleşme bozuklukları, spontan kemik kırıkları görülmektedir.

Bakır – Cu yetersizliğine bağlı olarak kuzularda Sitokrom oksidaz enzim sisteminin yetersiz kalması, gerek embriyonal gelişme döneminde ve gerekse doğumdan sonra merkezi sinir sisteminde Demyelinizasyona neden olur. Bu tabloya kuzularda Swayback – Enzootik ataksi denilmektedir.

Kanatlı hayvanlarda ise Bakır – Cu eksikliğinin genel semptomu Anemi – kansızlıktır. Şiddetli anemi tablosu oluşmadan önce vasküler defektlere bağlı olarak ortaya çıkan iç kanamalar kanatlı hayvanların ölümlere yol açabilmektedir. Bakır - Cu bakımından yetersiz rasyonlarla beslenen genç kanatlılarda topallık oluşur, kemikler kolay kırılabilir bir durum alır. Yumurta tavuklarında şiddetli Bakır - Cu yetersizliği (0.7-0.9 ppm) sonucu yumurta verimi azalır, plazma, karaciğer ve yumurtada Bakır - Cu düzeyi düşer. Damızlık tavuklarda kuluçka randımanı hızla düşerek 14 günde sıfır düzeyine inebilir.

Yetersiz Bakır - Cu ile beslenen tavuklardan alınan embriyolarda anemi, büyümenin gerilemesi söz konusudur.

Kuzularda ise Swayback - Neonatal ataksi gibi sinir sistemi bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Bu olguların iki tipi bulunmaktadır. Birincisi yeni doğan kuzularda görülen akut formu, diğeri ise birkaç hafta ve ay sonra ortaya çıkan gecikmiş şeklidir. Her iki formda da paraliz, bacaklarda koordinasyon bozukluğu, kasılmalar ortaya çıkabilmektedir. Kuzular zayıf doğarlar ve süt ememedikleri için ölebilirler.

Geviş getiren hayvanlarda Bakır - Cu yetmezliğinin en belirgin kriteri kıl ve yapağıda pigment kaybıdır. Koyunlarda pigmentasyon Bakır - Cu tüketim miktarındaki değişikliklere karşı oldukça duyarlıdır. Siyah kıl ve yapağı oluşumu Bakır - Cu yetmezliği veya Molibden - Mo ve Sülfat - SO4 fazlalığını izleyen 2 gün sonra ortaya çıkar.

Özellikle uzun kemiklerin kolay kırılabilir bir durum alması ve topallık geviş getiren hayvanlarda da Bakır - Cu eksikliği sonucu görülen semptomlardır.

Bakır – Cu bakımından yetersiz meralarda otlayan sığır ve koyunlarda östrüsün - kızgınlığın gecikmesi ve abortuslar - yavru atmalar ile karakterize olan döl verimi bozuklukları ortaya çıkabilir.

Bakır - Cu, diğer minerallerle de çok yakın ilişki içindedir. Sülfat – SO4 ile birlikte aşırı Molibden – Mo alınmasının olumsuzlukları Bakır - Cu uygulaması ile tedavi edilebilir. 250 ppm’in üzerinde Bakır - Cu tüketimi Bakır – Cu zehirlenmelerine yol açabilir. Fazla Bakır – Cu karaciğerde depolanmakta ve ölümlere neden
olmaktadır.

Bakır – Cu mikrominerali fazlalığında ise, organizmaya sürekli olarak gereksinimin üzerinde Bakır – Cu alınması kronik olarak bu mineralin organizmada özellikle karaciğerde birikimine neden olur. Sonuçta karaciğer Bakırının – Cu bir süre sonra kana geçmesiyle Hemolitik kriz şekillenmekte, Bakır – Cu zehirlenmesi belirtileri ortaya çıkmaktadır.

Yüksek düzeyde Molibden - Mo içeren bölgelerde beslenen at ve sığırlara verilecek Bakır - Cu düzeyinin normalin 5 katına çıkarılması gerekir.

Geviş getiren hayvanlarda gözlenen Kronik Bakır -Cu zehirlenmeleri tek mideli hayvanlarda gözlenmemektedir. Merada otlayan geviş getiren hayvanlarda ortaya çıkan bu olguların nedeni aşırı Bakır - Cu tüketiminin yanı sıra çok düşük miktarlarda Molibden – Mo ve Sülfat – SO4 alımıdır.Rasyonda yüksek düzeyde Çinko – Zn bulunması Bakır - Cu zehirlenmesini önlemektedir.

Bitkiler yaşlandıkça genellikle Bakır - Cu kapsamı azalmakta, alkali topraklarda yetiştirilenler düşük düzeyde Bakır - Cu içermektedirler. Tahıl tanelerindeki Bakır - Cu miktarı yağlı tohumlara oranla düşüktür. Hayvansal kökenli yemler, özellikle karaciğer unu Bakır - Cu bakımından zengindir. Bakır – Cu preparatları içinde biyoyararlılığı en yüksek olandan en düşük olana doğru Bakır sülfat, Bakır karbonat ve Bakır oksit şeklinde sıralanabilir.

Bakır sülfat, suda kolay çözünür, Bakır tuzu ve H2SO4 – Sülfirik asitten oluşur.

Bakır oksit, Suda çözünmeyen bir Bakır – Cu bileşiğidir fakat sindirim sisteminden kolayca emildiği için hayvan yemlerinde çok kullanılır.

Bakır karbonat, suda çözünmeyen bir Bakır – Cu bileşiğidir. Bakır tuzu ve karbonik asitten oluşur.

Civcivlerde Bakır sülfattaki Bakırın - Cu biyoyararlılığı % 100 olarak kabul edildiğinde Bakır iyodürün - CuI % 82, Bakır oksitin - Cu2O ise % 76 düzeyinde biyoyararlılığa sahip olduğu belirlenmiştir. Amino asit şelatları veya organik formdaki mineral kaynaklarının inorganik Bakır – Cu kaynaklarına göre daha yüksek biyoyararlılığa sahip olduğu bildirilmektedir.

ÇİNKO – Zn

Çinko – Zn minerali, kanda, eritrositlerde – alyuvarlarda, prostatta, pankreasta, karaciğerde , bazı kaslarda ve kemiklerde bulunur.

Çinko – Zn, hücresel bağışıklığın oluşumunda, prostat bezinin işlevi ve üreme organlarının sağlıklı gelişimde, yaraların iyileşmesinde, tat ve kokuları algılamada büyük rol oynar. Çino – Zn, vücutta bazı enzimlerin yapısına katılır ve bu enzimlerin işlev görmesi için gerekli olan bir mikromineraldir. Çinko – Zn ayrıca beyin damarlarında ve Kalbin koroner damarlarında genişlemeler sağlayarak iskemik durumları iyileştirir.

Diğer mikrominerallerin aksine Çinko - Zn hayvan vücudunda dokulara göre uygun bir dağılım gösterir. Bununla birlikte deri, kıl, tüy, ve yapağı gibi epidermal dokularda Çinko - Zn
konsantrasyonu daha yüksektir. Çinkonun – Zn tek mideli hayvanlarda başlıca emilim yeri incebarsaklardır. Koyunlar üzerinde yapılan çalışmalarda Çinko – Zn mineralininin rumenden emilimi incebarsaklara göre daha fazla bulunmuştur. Çinko – Zn emilimi rasyonda bulunan Fitat, Kalsiyum fitat, Selüloz, Fosfor - P, Bakır - Cu, Krom – Cr gibi bileşikler tarafından olumsuz yönde etkilenir.

EDTA – Etilen diamin tetra asetik asit gibi şelatlar ile Kazein ve Balık unu Çinko - Zn emilimi artırmaktadır. Emilimi etkileyen en önemli faktör rasyondaki Çinko – Zn miktarıdır. Çinkonun - Zn başlıca atılım yolu dışkı olup az miktarda da idrar ile atılmaktadır. Çinko - Zn, enzimlerin yapısında aktivatör olarak rol oynar. Yapısına girdiği karbonik anhidraz enzimi % 0.3 oranında Çinko -Zn içerir. Çinko – Zn minerali yetmezliğinde plazma alkalin fosfataz aktivitesi, karaciğer, retina ve testiküler alkoldehidrogenaz miktarı düşer. Çinko – Zn minerali protein sentezi ve protein metabolizması, nükleik asit ve karbonhidrat metabolizmaları için gereklidir.

Çinko – Zn, kırmızı ette, karaciğer, yumurta sarısı, istiridye, ayçiçeği, yağlı tohumlar ve baklagillerde bol miktarlarda bulunur.

Günümüzde 200'den fazla Çinko - Zn proteini bilinmektedir. Çinko – Zn, tüy ve kemik oluşumunda rol oynayan bir iz element - mikro mineraldir. Çinko - Zn ayrıca hormonlar ile biyolojik interaksiyon içindedir. Hormonların üretimi, depolanması ve salınımında rol oynar. Çinko – Zn, bağışıklık siteminin - immün sistemin bütünlüğü için esansiyeldir. Bütün bunların dışında Çinkonun – Zn antioksidan etki göstermek suretiyle hücre zarlarının korunmasında, prostaglandin ve lipit metabolizmasında ve rumen mikroorganizmalarının büyümesinde etkili olduğu saptanmıştır.

Çinkonun - Zn, ayrıca, plazma A vitamini konsantrasyonunun korunmasında etkili olduğu ovaryum epitellerinin normal fonksiyonunda görev yaptığı da bildirilmektedir.

Çinko- Zn eksikliğinde görülen başlıca belirtiler, parakeratosis, hiperkeratosis, alopecia, boynuz ve tırnak deformasyonları, kemikleşmede bozukluklar, kardiyo regülasyonda bozulma, genital işlevlerde sorunlar, karaciğerde A vitamininin mobilizasyonunda bozulma, kanatlı hayvanlarda embriyo ve kuluçka randımanında düşme, yumurta veriminde azalmadır.

Çinko – Zn yetersizliği kanatlı hayvanlarda pratikte çok yaygın olarak gözlenebilmektedir. Hayvanın yaşı, rasyondaki Çinko - Zn miktarı ve biyoyararlılığı, rasyonda antagonist ilişkide bulunduğu bileşikler Çinko – Zn minerali yetersizliğinin oluşumunda rol oynar.

Civcivlerde Çinko – Zn minerali eksikliğinde büyümede yavaşlama, bacak kemiklerinde kısalma ve kalınlaşma, eklemlerde genişleme olguları ortaya çıkar. Kanatlı hayvanlarda Çinko - Zn yetersizliğinin ayrıca ayak, bacak ve gagaların etrafında şiddetli dermatitise, deride hiperkeratinizasyon oluşumuna, epidermal kalınlaşmalara ve kötü tüylenmelere yol açtığı bilinmektedir. Yetersiz miktarda Çinko - Zn içeren rasyonlarla beslenen tavuklarda kuluçka yeteneği hızla düşmekte ve yaklaşık iki ay içinde sıfır düzeyine inmektedir.

Çinko – Zn eksikliği büyümede gerileme, tırnaklarda incelme ve beyaz lekeler, tat ve koku algılamada bozukluklar, yaraların iyileşmesinde gecikme ve hastalıklara karşı dirençsizlik gibi çok önemli sağlık problemlerine neden olur.

Çinko – Zn eksikliğinin erken dönemde ortaya çıkan belirtileri yem tüketimi, büyüme hızı ve yemden yararlanma oranının azalmasıdır. Yetersiz Çinko - Zn tüketen hayvanlarda yem, sindirim kanalından daha yavaş geçer.

Geviş getiren hayvanlarda Çinko - Zn eksikliği ağız ve burun etrafında submukoz kanamalar ile karakterize yangılara, kılların kaba bir durum almasına ve yapağı dökülmesine neden
olur. Bu hayvanlarda şiddetli Çinko – Zn yetersizliğinde klinik belirti olarak deride parakeratoz şekillenir.

Buzağılarda scrotum, baş, ayak ile burun ve boyun çevresinde, sağmal ineklerde ise memede parakeratozis gözlenir. Bu olgular rumen papillalarında ve Ozefagus mukozasında da ortaya çıkmaktadır.

Dağlık bölgelerde bulunan topraklar Çinko – Zn açısından fakir olduklarından dolayı bu bölgelerde deri hastalıklarına sık rastlanır.

Merada otlatılan sığır ve koyunlarda gözlenen marjinal Çinko – Zn yetersizlikleri herhangi bir klinik belirti görülmeksizin büyüme ve döl veriminde azalmalarla ortaya çıkarak önemli ekonomik kayıplara neden olur. Bu olgularda kan serumunda Çinko - Zn düzeyi düşmektedir.

Bütün bunların dışında Çinko – Zn yetersizliğine genel olarak bakıldığında Testesteron, İnsülin ve Adrenal kortikosteroid hormonlarının üretimi ve salınımı azalmaktadır. Erkeklerde spermatogenezis, primer ve sekonder cinsiyet organları, dişilerde döl verimine ilişkin bütün işlemleri ters yönde etkilemektedir. Çinko – Zn minerali eksikliğinde DNA, RNA ve protein sentezi gerilemektedir.

Bitkilerin Çinko - Zn kapsamı önemli derecede değişkenlik göstermektedir. Baklagil bitkileri Çayır bitkilerine göre daha fazla Çinko - Zn içerirler. Tropik bölgelerde yetiştirilen yemlerde bulunan Çinkonun - Zn biyoyararlılığının düşük olduğu bilinmektedir. Yemlerde inorganik Çinkonun - Zn kaynağının bulundurulması gerekir. Hayvansal kökenli proteinli yemler bitkisel protein kaynaklarına göre Çinko - Zn bakımından daha zengindirler. Ayrıca bu yemlerin yapısındaki Çinko – Zn mineralininin biyoyararlılığı da yüksektir. Çoğu durumlarda rasyon kuru maddesine 50-60 ppm Çinko - Zn katılması yeterli olmaktadır.

Bu miktarı rasyon Kalsiyum - Ca ve Fitat durumu etkilemektedir. Aynı şekilde Çinko - Zn, Bakır - Cu ile antagonist ilişki gösterdiğinden fazla Bakır – Cu alınması durumunda rasyon Çinko - Zn düzeyinin artırılması gerekir. Yem sanayinde kullanılan Çinko - Zn kaynakları Çinko sülfat, Çinko oksit ve Çinko karbonat formlarıdır. Bunlar içinde Çinko sülfat ve Çinko oksit formları önem taşımaktadır.

Çinko sülfat, suda kolay çözünen ve en çok kullanılan Çinko _ Zn bileşiğidir.

Çinko karbonat, suda çözünmeyen ancak rasyonlarda sık kullanılan Çinko – Zn bileşiğidir.

Çinko oksit, suda çözünmeyen fakat kanatlı hayvanların rasyonlarında değerlendirilmesi çok azdır. Bu yüzden daha çok Tıpta dermatolojik yara iyileştirmeyi hızlandırmak amacıyla pomad formunda kullanılmaktadır.

Çinko basitrasin – Zinc basitrasin, daha çok sindirim sisteminin düzenlenmesinde etkili olduğundan bir yem katkı maddesi olarak rasyonlarda sıkca kullanılmaktadır.

Kanatlı hayvanlarda Çinko sülfat formunun biyoyararlılığı % 100 kabul edildiğinde Çinko oksit formu için bu değer % 44'dür. Bu amaçla kullanılacak Çinko oksidin % 0.05'den fazla Kurşun - Pb, % 0.03'den fazla Arsenik - As ve % 0.001'den fazla Kadmiyum – Kd içermemesi gerekir.

Süt inekleri ile yapılan çalışmalarda Çinko - Zn Metiyonin gibi organik kaynakların süt verimini artırdığı, elde edilen sütte somatik hücre sayısının daha düşük, tırnak kalitesinin daha yüksek olduğu saptanmıştır.

MANGANEZ – Mn

Manganez – Mn, vücutta çeşitli metabolik süreçleri kolaylaştıran bir koenzim olarak çalışan bir mineraldir. Manganez – Mn, glükoprotein sentezi ve proteoglikanların oluşumunda rol oynayan bir mikromineraldir. Manganez –Mn, lipit metabolizmasının düzenlenmesi ve atherosklerozun – damar sertliğinin önlenmesinde de rol oynar. Manganezin - Mn başlıca metabolik görevi, kıkırdak dokusunun temel ögesi olan mukopolisakkarit kondroitin sülfatın şekillenmesi ile ilgildir.

Manganez – Mn, kemik oluşumu, bağ dokuları Kalsiyum – Ca emilimi, Tiroid fonksiyonu, cinsiyet hormonu fonksiyonu, kan şekerinin düzenlenmesi, bağışıklık fonksiyonu, yağ ve karbonhidrat metabolizmasının oluşumunda görev alır.

Manganez – M, tahıllar, pirinç, soya, kuru üzüm, ıspanak, brokoli, karnabahar, yumurta sarısı, fındık, zeytinyağı, istiridye, avakado ve ananasta bol miktarlarda bulunur.

Manganez – Mn vücutta düşük konsantrasyonda fakat yaygın olarak bulunur. Manganezin – Mn, en yüksek miktarlarda bulunduğu organlar, kemik, karaciğer, böbrek ve pankreastır.

Manganez – Mn, ince barsaklardan emilir. Bütün hayvan türlerinde, Manganez – Mn düşük emilim yeteneği göstermekte, bu olay incebarsaklarda gerçekleşmektedir. Kalsiyum - Ca, Fosfor - P ve Demir – Fe, Manganezin – Mn emilimini etkilemektedir.

Tavuklarda yüksek düzeydeki Demir - Fe alımı Manganezin – Mn emilimini olumsuz yönde etkileyerek Perozis olgularının çıkışını artırır.

Östrojenik hormonlar ise Manganezin - Mn emilimini artırmaktadır. Diğer mikromineraller – iz elementler gibi Manganez – Mn de enzim aktivatörü olarak rol oynar. Arginaz, piruvat karboksilaz ve Manganezsuperoksit dismutaz enzimleri Manganez – Mn içerir.

Manganez – Mn mineralinin yapısına girdiği enzimler oksidadif fosforilasyon, amino asit metabolizması, yağ asitleri sentezi ve kolesterol metabolizmasında görev alırlar. Manganez – Mn minerali büyüme ve döl verimi için gereklidir.

Normal kemik büyümesi için yaşamsal önemi bulunan Manganez – Mn kemiklerin organik matriksinin gelişiminde esansiyel bir görev üstlenir.

İnsanlarda Manganez – Mn eksikliğinde kemiklerde malformasyon, göz ve iştime sorunları, hipertansiyon, yüksek kolesterol, kısırlık – infertilite, kalp problemleri, hafıza kaybı, kas kasılmaları ve kramplar, titreme gibi sorunlar görülür.

Manganez – M eksikliğinde görülen başlıca semptomlar, döl veriminde azalma, kemik yapısında deformasyonlar, kemiklerde kısalma ve kolay kırılma, kondrodistrofi ve kanatlı hayvanlarda yumurta veriminde azalmadır.

Manganez – Mn yetersizliğinde civcivlerde düzeltilmesi mümkün olmayan defektler meydana gelir. Kanatlı hayvanlar Manganez – Mn yetersizliğinde memeli hayvanlara göre daha duyarlıdırlar. Perozis Manganez – Mn minerali eksikliğinin tavuklarda neden olduğu en önemli hastalıktır. Eklemlerde genişleme, formasyon bozukluğu ve dönme ile karakterize olan beslenmeye bağlı kondrodistrofi oluşumuna yol açar.

Manganez – Mn yetersizliğinde civcivlerde sinirsel belirtiler, yumurtacı ve damızlık tavuklarda yumurta veriminin düşmesi, kuluçka veriminin azalması, ince kabuklu veya kabuksuz yumurta oluşumu gözlenmektedir.

Manganez - Mn eksikliğinin neden olduğu döl verimi bozuklukları büyük önem taşımaktadır. Erkeklerde testiküler dejenerasyon, dişilerde ovülasyon defektleri gözlenmektedir.

Manganez – Mn eksikliğinde östrüsün - kızgınlığın düzensiz bir durum alması süt ineklerinde görülen çok önemli bir belirtidir.

Manganez oksit ve Manganez sülfat hayvan yemlerinde kullanılan başlıca kaynaklarıdır. Yem sanayinde kullanılacak olan Manganez oksit formunun 100 ppm'den fazla kurşun içermemesi gereklidir.

Yapılan çalışmalarda, civcivlerde Manganez sülfat formunun biyoyararlılığının en yüksek olduğu, bunu Manganez oksit ve Manganez karbonat formlarının izlediği ortaya konulmuştur.

Manganez sülfat formunun biyoyararlılığı % 100 kabul edildiğinde bu değer Manganez oksit için % 62-77, manganez karbonat için ise % 32-36'dır.

Koyunlarla yapılan biyoyararlılık çalışmalarında ise Manganez sülfat formunun biyoyararlılığı % 100 olarak alındığında Manganez oksit % 57.7, Manganez dioksit % 32.9 ve Manganez karboksit ise % 27.8 olarak bulunmuştur.



KOBALT – Co

Kobalt – Co, siyanokobolamin molekülünün – B12 vitamininin ortasında bulunan atomdur. Bundan dolayı Kobaltın – Co, anemi olguları ve sinir siteminin dengesi üzerinde önemli bir rolü vardır.

Hayvan vücudunda yaygın şekilde bulunan Kobalt – Co, karaciğer, kemik ve böbrekte yüksek konsantrasyonda bulunur. Vücutta bulunan Kobaltın - Co % 43'ü kaslarda, % 14'ü ise kemiklerde yer alır. Karaciğer ve böbrekte kuru madde esasına göre yüksek düzeyde karaciğerde 0.15 ppm ve böbrekte 0.25 ppm olarak bulunur.


Geviş getiren hayvanlarda Rumen mikroorganizmaları tarafından B12 vitamini sentezi dışarıdan Kobalt – Co alımına bağlı olarak gerçekleşir. Bu B12 vitamini sentezi tek mideli hayvan türlerinde görülmez.

Geviş getiren hayvanlarda Kobaltın - Co emilimi tek mideli hayvanlara göre oldukça düşüktür. Kobaltı – Co, B12 vitamini sentezinde kullanan geviş getiren hayvanlar Kobalt – Co mineralinin % 3'ü B12 vitaminine dönüşür. Bu oran tüketilen Kobalt - Co miktarına bağlı olup yapılan çalışmalarda Kobalt - Co bakımından yetersiz rasyonlarla beslenen koyunlarda dönüşüm oranı % 13.5 iken yeterli düzeyde Kobalt - Co alanlarda % 3 olarak saptanmıştır. Geviş getiren hayvanlarda Kobaltın - Co başlıca atılım yolu % 87 lik oranla dışkıdır. Bunun dışında % 1 lik kısmı idrar ve % 12 lil kısmı da süt ile vücuttan atılır.

Kobalt – Co, B12 vitamininin komponentidir. B12 vitamini %4.5 oranında Kobalt – Co içerir.

B12 vitamini çeşitli metabolik fonksiyonlara sahip bir çok enzimin yapısına girer. Dolayısıyla Kobaltın - Co metabolizmadaki görevleri B12 vitamininin fonksiyonları ile özdeştir.

Kobalt – Co, eritropoezis ve enzimatik proses üzerinde esansiyel bir rol üstlenmiştir ve aynı zamanda paraziter hastalıklara karşı yüksek oranda koruma geliştirir.

Kobalt – Co, vitamin, nükleik asit ve protein metabolizmasında, pürin ve pirimidin sentezinde, metil grubu transferinde, amino asitlerden protein sentezinde, karbonhidrat ve yağ sentezinde rol oynar.

Rumen mikroorganizmaları Kobaltı – Co, B12 vitamini sentezinde ve kendi büyümeleri için kullanır.

Sığır ve koyunlarda Kobalt - Co eksikliğinin Başlıca semptomları, B12 vitamini yetersizliği semptomları ile benzerdir.

Kobalt – Co eksikliğinde pernisiyöz anemi, büyüme bozuklukları, canlı ağırlıkta azalma, kıl örtüsünda kabalaşma en sık görülen belirtilerdir.

Kobalt – Co minerali bakımından yetersiz meralarda otlayan geviş getiren hayvanlarda iştah kaybı, büyümenin gerilemesi ve canlı ağırlık kaybı, anemi ve sonuçta ölüm gözlenir. Kanatlı hayvanlarda da canlı ağırlık kaybı ve yem tüketiminde azalma, yemden yararlanma oranının düşmesi gibi spesifik olmayan belirtiler ortaya çıkar. Kuluçka verimi bundan etkilenir ve inkübasyonun 17. gününde embriyo ölümleri meydana gelebilir.

Hayvansal orjinli besinlerden karaciğer, böbrek, et, balık, süt ve yumurta iyi B12 vitamini kaynakları olup bu besinlerdeki düzey yemle birlikte alınan B12 vitamini ve Kobalt - Co miktarına bağlıdır.

Yemlerde Kobalt - Co kaynağı olarak kullanılan formu Kobalt karbonat olup % 40 Kobalt – Co minerali içerir. Bununla beraber Kobalt karbonat, Kobalt sülfat ve Kobalt oksit formları bu amaçla kullanılabilir. Kobalt oksit formu Kobalt karbonat ve Kobalt sülfata göre daha düşük düzeyde biyoyararlılığa sahiptir.

Kobalt klorit, Kobalt nitrat, Kobalt sülfat geviş getiren hayvanlar için rasyonlarda Kobalt – Co kaynağı olarak kullanılmaktadır.


İYOT – I

İyot – I, Tiroid bezi hormonlarının yapımında görev alan bir mineraldir. İyot – I, vücudun düzgün büyümesi ve gelişmesinde ve üreme sisteminin olgunlaşmasında görev alan Tiroksin ve Triodotironin adı verilen iki hormonun üretiminde çok önemli bir role sahiptir.

Tiroksin hormonu organizmada protein anabolizmasını arttırır, özellikle de kemik stromasında ossifikasyonu – kemikleşmeyi hızlandırır.

Tiroksin % 65 oranında İyot – I içerir. Tiroksin hormonu termoregülasyonda – vücut ısısının düzenlenmesinde, ara metabolizmada, döl veriminde, büyüme ve gelişmede, dolaşımda, kasların fonksiyonunda, hücrelerin oksidasyon hızının kontrolünde rol oynar. Tiroid bezinin yetersiz fonksiyonu ile karakterize Guatr olgularında enerji değişimi, dokular tarafından serbest bırakılan ısı miktarı azalır ve metabolizma hızı düşer.

Hayvanlar İyodu – I Tiroid bezinde depolarlar ve buradan kullanırlar.

İyot – I, vücudun Kalsiyum – Ca ve Fosfor – P kullanımına yardımcı olarak deri, saç, kıl, tırnak ve kemiklerin sağlıklı olmasına yardım eden önemli bir mineraldir.

İyot – I, deniz balıklarında, deniz ürünlerinde, deniz yosunu, iyotlu tuz, kuşkonmaz bitkisi, sarımsak ve şalgamda bol miktarda bulunur.

İyot - I, % 70-80 oranında Tiroid'de bulunur. Bunun dışında Ovaryumlar, Tükürük bezleri – Glandula salivales ve Tükürük salgısı – saliva – salya yüksek oranda İyot - I içerir. Tiroid bezi önemli ölçüde İyot – I mineralı depolama kapasitesine sahiptir.

Dünyanın çeşitli bölgelerindeki toprak İyot - I bakımından fakirdir. Yem ve suda İyot - I inorganik formda bulunur. İyot – I minerali, sindirim kanalından emilir ve plazma proteinlerine bağlı olarak taşınır.

Yemlerdeki İyota - I ek olarak tükürük ve diğer intestinal sıvılardaki İyot - I ile İyot - I içeren hormonlar yıkılarak ortaya çıkan İyot – I minerali sindirim kanalında reabsorbe olur. Geviş getiren hayvanlarda günlük olarak İyotun – I % 70- 80’i doğrudan rumenden, % 10'u ise abomasumdan emilir.

İyotun - I önemli bir bölümü idrarla atılır. İyotun – I, Tiroksin ve Triiodotronin gibi Troid hormonlarının sentezinde rol oynadığı bilinmektedir.

İnsanlarda İyot – I eksikliğinde zihinsel gerilik, Guatr hastalığı, kalp atışlarının zayıflaması, gerileyen doğurganlık, kuru ve pullu bir cilt ve kabızlık sık görülen belirtilerdendir.

İyot – I eksikliğinde, Tiroid bezini hastalığı olan Guartr hastalığı, ölü ve erken doğumlar, kılsız yavru doğumları, Kalsiyum – Ca ve Fosfor – P düzeyinde azalma, üreme bozuklukları, süt veriminde azalma, yapağı veriminde azalma, büyümede gerileme ve gelişme bozuklukları sık görülen belirtilerdir.

Kanatlı hayvanlarda Tiroid hormonlarındaki yetersizlik büyümede gerilemeye, yumurta verimi ve yumurta büyüklüğünde azalmaya neden olur.Damızlık tavuklarda kuluçka veriminin düşmesi ve embriyoda Tiroid genişlemesi söz konusudur.

Geviş getiren genç hayvanlarda İyot - I eksikliği genel zayıflamaya ve buzağıların kör, kılsız ve ölü doğmasına neden olmaktadır. Koyunlarda yapağının miktarında azalma ve yapağı kalitesinde bozulmalara neden olur.

Damızlık hayvanlarda düzensiz östrüs – düzensiz kızgınlık, abortus - yavru atmalar gözlenir.

Sığırlarda uzun süreli İyot – I yetersizliği yem tüketiminde azalma, süt yağının düşmesine ve süt veriminde azalmaya yol açar. Aynı zamanda hayvanların strese karşı dayanıksız olması ve Ketosis oluşum sıklığının artması da gözlenmektedir.

Yemlerde bulunan İyot - I miktarı oldukça değişkenlik gösterir. Yemlerin İyot - I içeriği bakımından sıralaması yapıldığında hayvansal kökenli yemler ilk sırayı almakta, bunu yağlı
tohum küspeleri ve tane yemler izlemektedir.

Geviş getiren hayvanlar için Potasyum iyodür, Sodyum iyodür ve Kalsiyum iyodat gibi İyot – I kaynakları eşit biyoyaralılığa sahiptirler.

Potasyum iyodür, suda kolay çözünen bir İyot – I bileşiğidir. Rasyonlarda en yaygın kullanılan katkı maddesidir.

Sodyum iyodür, suda kolay çözünen bir İyot – I bileşiğidir. Sodyum iyodür de rasyonlarda kullanılan bir katkı maddesidir.

İyot – I minerali kaybının önlenmesi bakımından stabilize formlarının kullanılması önerilir. Öye yandan, atlar, koyun, sığır ve kanatlı hayvanlara göre İyot - I fazlalığına en duyarlı hayvanlardır. Tolere edilebilen İyot - I düzeyi sığır ve koyunlarda 50 ppm, kanatlı hayvanlarda 300 ppm, atlarda 5 ppm'dir. Sığırlarda İyot – I zehirlenmesinin başlıca semptomları 50 - 300 ppm arasında ortaya çıkmaktadır. Genç hayvanlar, laktasyonda bulunanlara göre daha duyarlıdırlar.

SELENYUM - Se

Selenyum – Se, kimyasal yapı bakımından kükürde benzerlik gösteren bir mineraldir. Bitkilerde Selenyum – Se, kükürtlü amino asit analogları olarak proteinlerle birlikte bulunur.

Selenyum – Se, Glutation perosidaz’ın bileşenlerinden biridir. Selenyumun – Se, hücre zarları ve düzenleyicileri üzerinde koruyucu etkisi vardır. Selenyum – Se, organizmanın antioksidan savunma sistemininesansiyel, vazgeçilmez bileşenidir.

Selenyumun – Se, kanser gelişimi ile de önemli ilişkisinin olduğuna ilişkin çok sayıda bilimsel yayın vardır.

Selenyum – Se, Kadmiyum – Kd, Civa – Hg, Arsenik – As gibi sindirim sistemi ve solunum ile alınan zehirleri nötralize eden önemli bir mikromineraldir.

Selenyum – Se, göz, kalp, karaciğer, saç, kıl ve tırnak sağlığı için önemli bir mineraldir. Selenyum – Se, E vitaminiyle birlikte kalp ve karaciğer işlevlerinin sağlıklı olarak sürdürülmesi ve antikor yapımı için çalışan bir mineraldir. Selenyum – Se, DNA’ya zarar veren serbest radikallere karşı antioksidan etki gösterir. Selenyum – Se, dokuları kansere neden olana serbest radikallere karşı koruyan bir enzimin önemli bir bileşim maddesidir.

Selenyum – Se, tahıllarda, kırmızı ette, deniz ürünlerinde , sarımsak, soğan, ayçiçeği, ceviz, kuru üzüm, somon balığı, ton balığı, uskumru balığı, dana karaciğeri, istiridye,midye ve karideste bol miktarlarda bulunur.

Yemle yeterli düzeyde Selenyum – Se alındığında böbrekte mineral yoğunluğu en yüksek düzeyde bulunur. Bunu karaciğer, dalak ve pankreas izler. Rasyonda Selenyum - Se miktarı yükseldikçe karaciğerde biriken mineral miktarı artar. Selenyumun başlıca emilim yeri incebarsaklardır.

Geviş getiren hayvanlarda tek midelilere göre Selenyum – Se minerali emilimi daha düşük olmaktadır. Koyunlarda Selenyum – Se emiliminin düşük olmasının nedeni Sodyum selenitin rumende erime özelliği olmayan bileşiklere dönüşmesidir. Yemle alınan Selenyumun – Se, başlıca atılım yolu idrardır.

Selenyum hücreleri oksidatif zarardan koruyan Glutation peroksidaz enziminin yapısında bulunur. Başka bir anlatım ile bu enzim hayvansal dokularda antioksidasyon işlevini gerçekleştirir. Selenyum – Se ise Glutation peroksidazın bir komponenti olarak peroksitleri hücre zarlarına zarar vermeden parçalar.

Lipitlerin peroksidasyonu hücrelerin bütünlüğünün bozulmasına neden olur ve metabolizmayı olumsuz yönde etkiler. Hücre zarlarında bulunan E vitamini yaşamsal fosfolipidlerin peroksidasyonuna karşı ilk koruma hattını oluşturur. Hatta vitamin bulunmasına karşın bir miktar peroksit oluşabilir. Selenyumun – Se yapısına girdiği Glutation peroksidaz ikinci koruma hattını oluşturarak bu peroksitleri herhangi bir zararlı etki yapmalarına fırsat vermeden parçalar.

E vitamini, Selenyum – Se ve Kükürt - S içeren amino asitler aynı beslenme bozukluklarının önlenmesinde etkilidirler. E vitamini ve Selenyum'un – Se birbirlerini tasarruf ettirici etki gösterdikleri bilimsel olarak saptanmıştır.

E vitamini bu etkisini vücutta bulunan Selenyumu – Se aktif formda tutmak ve membran lipitlerinin parçalanmasını ilk aşamada önleyerek, ikinci aşamada bu amaçla daha az Selenyum - Se kullanılmasına olanak sağlamak suretiyle göstermektedir.

Selenyumda – Se, Pankreas bütünlüğünü koruyarak yağ sindirimini ve e vitamininin emilimini artırarak yapar. Aynı şekilde Selenyum - Se, E vitamininin lipit peroksidasyonunu önlemek için kullanılan miktarından tasarruf sağlamaktadır.

Selenyum prostaglandin sentezi ile esansiyel yağ asitleri metabolizmasında spesifik bir rol oynamaktadır. Selenyum - Se ve E vitamini yeterli bir immün yanıt için gerekli olup bunlar aynı zamanda ağır metal (Civa - Hg, Kadmiyum - Kd, Gümüş - Ag, Arsenik - As, Kurşun - Pb) zehirlenmelerine karşı koruma sağlarlar.

İnsanlarda Selenyum – Se eksikliği, kaslarda zayıflıama, tırnak yataklarında beyazlaşma, saç, kıl ya da deride renk solması, kalp ve damarlardaki esneme özelliğinde azalmaya neden olur.

Selenyum – Se eksikliği, geviş getiren genç hayvanlarda beyaz kas hastalığına neden olur.Ayrıca üreme bozukluklarına, süt ineklerinde de doğumdan sonra uterus’tan yavru zarlarının - plasenta’nın atılamamasına – retentio secondinarum neden olur.

Selenyum – Se eksikliği bütün hayvanlarda karaciğer ve pankreas’ta da nekroza neden olmaktadır.

Selenyum – Se yetersizliği civcivlerde eksüdatif diatez, pankreatik distrofi ve beslenmeye bağlı muskuler distrofi adı verilen 3 hastalığın ortaya çıkmasında etkili olmaktadır. Selenyum – Se eksikliği, ayrıca kanatlı hayvanlarda fertilite – üreme sorunlarına da neden olmaktadır.

Bunlardan ilk ikisi rasyona Selenyum - Se eklemesi ile önlenebilmektedir. Üçüncü hastalığın önlenmesi için E vitamini ile birlikte Kükürt - S içeren amino asitlerin birlikte uygulanması gerekmektedir.

Kapiller damar duvarlarının geçirgenliğinin artması olarak bilinen eksüdatif diatez aynı zamanda E vitamini ile de önlenmektedir. Genç gevişgetiren hayvanlarda mineral eksikliği kasların dejenerasyonu ile karakterize olan beyaz kas hastalığına yol açmaktadır.

Selenyum – Se eksikliği kadar Selenyum – Se fazlalığı da hayvan beslemede önem taşıyan bir konudur.

Selenyum bakımından zengin topraklarda yetişen kaba ve kesif yemlerle beslenen hayvanlarda Selenyum – Se zehirlenmesi görülebilmektedir.

Selenyum – Se zehirlenmesinin başlıca semptomları, kıl kaybı, tırnak dökülmesi, anemi, aşırı salivasyon, körlük, paraliz ve ölümdür. Bu semptomlarla ortaya çıkan olgu alkali hastalığı şeklinde tanımlanır.

Kanatlı hayvanlarda Selenyumun - Se fazla miktarda alınması yumurta ve kuluçka veriminin düşmesine, embriyonik deformasyonlara yol açmaktadır.

Yüksek düzeyde protein içeren rasyonlar Selenyum - Se zehirlenmesinin önlenmesinde etkili olmaktadır. Yemlere katılabilen Selenyum - Se kaynakları arasında Sodyum selenit ile Sodyum selenat bulunmaktadır.

Bunlardan Selenit diğer metallerle erimeyen bileşikler oluşturan elemental Selenyum – Se kolayca indirgenir. Bu nedenle selenat tercih edilir. Bununla beraber kanatlı hayvanlarda buğday kepeği, keten tohumu küspesi, glikoz monohidrat ve soya proteini gibi taşıyıcılar kullanılarak premiks haline getirilen ve serin ve kuru ortamda saklanan stabilitesi yüksek Sodyum selenitin kullanılabileceği bildirilmiştir. Son yıllarda bu formda sağlanan Selenyumun - Se kanserojen etkiye sahip olabileceği, en sağlıklı formunun organik yapıdaki formları olduğu yönünde bildirişler vardır.

BEYAZ KAS HASTALIĞI

Danalarda ve kuzularda, Selenyum – Se ve E vitamini eksikliğine bağlı olarak Myopati ile gelişen bir kas hastalığıdır.

Beyaz Kas Hastalığı, kalp ve iskelet kaslarının dejenerasyonudur. Kas hücrelerinde reaktif oksijenin artması sonucu hücre zarının yıkımı sonucu şekillenmektedir.

Bu bozukluk genellikle yemlerdeki Selenyumun – Se düzeyi 0,03 – 0,03 ppm ve daha az olduğu durumlarda sık görülmektedir.

Selenyum – Se fazlalığında ise Alkali hastalığı görülür.


FLOR - F

Flor - F çok zehirli - toksik bir mineraldir. Bazı hayvan türlerinde çok az miktarda Flora - F gerek duyulur. Tüketilen Flor - F hızla emilerek kana geçer ve Kalsiyum - Ca ile tepkimeye girmesi sonucu Kalsiyum florid meydana gelir. Kalsiyum florid mineralinin bu formu sert dokularda birikir. Yumuşak doku ve sıvılarda fazla miktarda mineral alınsa bile aşırı birikme olmamaktadır.

Flor – F, başlıca idrar ile atılır. Süt Flor – F konsantrasyonu rasyon mineral miktarından sınırlı bir şekilde etkilenmektedir. Flor – F çocuklarda ve hayvanlarda diş çürümelerini önler. Çiftlik hayvanlarında diş çürümeleri bir sağlık sorunu oluşturmamakla beraber yine de yemlerin tam olarak öğütülememesinden dolayı çok önemlidir.

Rasyonun fazla Kalsiyum - Ca içermesi kemiklerde Flor - F birikimini önler. Florun – F zehirli - toksik etkisi bir birikme sonucu ortaya çıkar bu nedenle bazı durumlarda Flor zehirlenmesi görülmeyebilir.

Florozis – Flor zehirlenmesinin ilk belirtileri kemik ve dişlerde gözlenir. Bu olgularda kemikler yumuşar ve kemiklerde benekler meydana gelir. Ayrıca kılların kaba bir durum alması da söz konusudur. Flor – F zehirlenmesinde yemden yararlanma oranı düşer.
Endemik Florozisin önemli belirtileri arasında kemiklerde osteoskleroz, osteoporoz,osteomalasi, hiperosteozis ve eksofit oluşumudur. Florozise yakalanan hayvanlar zor hareket ederler, geçici ya da aralıklı topallık vardır.

İlerlemiş iskelet florozisi, özellikle omurların bütünlüğünün bozulması ve omuriliğin mekanik baskıya uğraması sonucu çoğu kez nörolojik belirtilerle beraber görülmektedir.

Florizisin önlenmesi amacıyla içme suyu ile fosfatlardaki Flor – F miktarı kontrol edilmelidir. Hayvanlara yüksek düzeyde Flor - F içeren içme suyu verilmemelidir.


MOLİBDEN – Mo

Molibden – Mo, bazı enzimlerin işlevleri için gerekli bir mikromineraldir. Molibdenin – Mo, Bakırın – Cu kullanımı ve olasılıkla dokulardan mobilizasyonunu azaltarak bakır – Cu metbolizmasını bozabileceği hakkında bazı bilimsel kanıtlar vardır.

Molibden - Mo çok kolay ve hızlı emilim yeteneği gösterir. Emilimi hayvanın türü ve yaşı, rasyondaki mineral miktarı etkilemektedir. Molibdenin – Mo, esansiyel nitelik taşıdığı, ksantin oksidaz enziminin yapısına girdiğinin saptanması ile 1953 yılında ortaya konulmuştur.

Molibden – Mo, genelde çok düşük düzeyde depolanır. Karaciğer ve kemik en yüksek düzeyde depolandığı yerlerdir. Dokulardaki Molibden - Mo düzeyini rasyondaki protein, Demir - Fe, Çinko - Zn, Kurşun - Pb, Askorbik asit ve Alfatokoferol miktarı
etkilemektedir. Molibden - Mo aynı zamanda vücuttan çok hızlı bir şekilde idrar ile atılır. Molibden – Mo Kanatlı hayvanarda ürik asit oluşumu için gerekli olan ksantin oksidaz enziminin bir bileşenidir. Bunun dışında Niasin metabolizmasında rol oynayan Aldehit oksidaz ve sülfiti, sülfata okside eden sülfit oksidaz gibi enzimlerin de yapısına girmektedir.

Rumen mikroorganizmalarının aktivitesini uyarmaktadır. Hayvan beslemede Molibden - Mo yetersizliğinden çok fazlalığı önem taşımaktadır.

Aşırı Molibden - Mo tüketimi Bakır - Cu yetersizliğini etkilemekte, başka bir anlatım ile Bakır - Cu metabolizmasını bozmaktadır.

Geviş getiren hayvanlar dışındaki hayvanlar normal besleme koşullarında Molibden - Mo zehirlenmesine karşı oldukça dayanıklıdır.

KROM – Cr

Kromun – Cr, glukoz metabolizmasının düzenlenmesinde olasılıkla insulin etkisinin bir güçlendiricisi olarak işlevsel görevlere sahip olduğu düşünülmektedir.

Krom – Cr, lipit metabolizması ve protein metabolizmasında görev yapmakta olan bir mikromineraldir. Krom – Cr stres sırasında oldukça yararlı bir mikromineraldir.

Krom – Cr, kolesterol, yağ ve protein sentezi için çok önemli bir mineraldir. Krom – Cr, vücutta kan şekeri düzeyinin sabit kalmasını sağlar.

Kromun – Cr, niasin ile birleşmesinden oluşan Krom nikotinat – CrNic, pikolinik asit ile birleşmesinden oluşan Krom pikolinat – CrPic ve Krom mayası organik kaynaklı Krom – Cr bileşikleridir.

Krom – Cr, brokoli, çavdar ekmeği, muz, elma, yumurta, mantar, patates, meyan kökü, tavuk eti ve koyun etinde bol miktarlarda bulunur.

Krom - Cr organik halde bağlı ise daha iyi emilmektedir. Hayvanlarda Kromun – Cr emilimi sınırlı olduğundan, dokularda da çok düşük düzeylerde bulunur. Kromun – Cr organik formu inorganik formlarına göre daha etkin olup insülin aktivitesini güçlendirir. Glukoz Tolerans Faktörün - GTF çekirdeğini oluşturduğu için insan ve farelerde glukoz metabolizmasında etkili olduğu bilinmektedir. Nitekim, insanlarda yetersiz Krom - Cr alımı glikoz ve insülin metabolizmaları üzerinde zararlı etki yapmaktadır.

Normal koşullarda hayvanlarda rasyona Krom - Cr katılmasının yararına ilişkin bilgi bulunmamakta; ancak yüksek sıcaklık altında rasyona Krom eklemenin büyüme
performasını iyileştireceğine dair bulgular vardır.

Krom – Cr eksikliğinde görülen başlıca belirtiler, bağışıklık sisteminde – immun sistemde zayıflama, normal karbonhidrat ve protein metabolizmasında bozulma, çevresel dokuların insuline karşı duyarlılığında azalma, büyümede gerileme, yaşam süresinde kısalma, kan serumu kolesterol düzeyinde yükselme, sperm sayısı ve döllenme gücünde gerilemedir.

Krom – Cr eksikliğinde, şekere karşı tolerans bozukluğu, yorgunluk, huzursuzluk, sık susama, sık sık idrara çıkma ve kilo kaybı görülen başlıca semptomlardır.

Hayvanlarda kronik Krom - Cr zehirlenmesinde görülen başlıca semptomlar, dermatitis, solunum sisteminde irritasyon, septum naside - burun bölmesinde ülserasyondur.


SİLİSYUM - Si

Toprak ve bitkilerde Silisyum - Si içeriği oldukça yüksektir. Tahıl daneleri bitkinin yaprak ve dallarına göre düşük düzeyde Silisyum - Si kapsamaktadır.

Silisyum – Si, civcivlerde büyüme ve iskelet gelişimi için gereklidir. Yapılan bir çalışmada, kollajen biyosentez hızının belirlenmesinde bir ölçü olan prolil hidrolaz enzim aktivitesinin maksimuma çıkarılabilmesinde Silisyumun – Si büyük bir önem taşıdığı saptanmıştır.

ALUMINYUM - Al, ARSENİK – As, KADMİYUM – Kd, KURŞUN – Pb, CİVA – Hg

Bu mineraller toksik – zehirli etkileri nedeniyle incelenirler. Geviş getiren hayvanlarda Kurşun - Pb ve Arsenik - As zehirlenmelere neden olabilmektedir. Buna karşın hayvansal yemler ise düşük düzeyde Aluminyum - Al içerir. Aluminyum mineralinin hayvanlarda esansiyel olduğuna ilişkin bulgu bulunmamaktadır. Aluminyumun -Al kanatlı hayvanlarda büyüme hızını yüksek düzeydeki Florun - F emilimini önlemek suretiyle artırdığı bildirilmektedir.

Yemlerin yapısında bulunan Arsenik - As kolayca emilir. Domuz ve kanatlı hayvanlarda büyüme uyarıcı olarak kullanılan Arsenilik asit gibi Arseniğin – As organik bileşikleri de kolay bir emilim gösterirler ve dışkı ile atılırlar. Arsenik - As zehirlenmesi ender olarak ortaya çıkmakla birlikte sığırlarda kronik zehirlenme belirtileri olarak canlı ağırlık kaybı, kıllarda değişiklikler, kronik ishal, gözlerde ve solunum yolları mukozalarında yangı oluşumu şeklinde sıralanabilir. Akut Arsenik – As zehirlenmelerde ani ölümler meydana gelir. Arsenik - As, domuz, civciv ve insanlar için esansiyeldir. Arsenik – As minerali, Metiyonin’den Sistin ve Taurin gibi bileşiklerin oluşması için gereklidir.

Yemlerde bulunan Kadmiyumun - Kd emilimi sınırlıdır. Emilen Kadmiyum – Kd, karaciğerde birikir sonra böbreğe gider. Kadmiyum – Kd minerali hayvanlarda tüm sistemler için toksik etkiye sahiptir.

Kadmiyum – Kd minerali ile zehirlenme olgularında başlıca semptomlar, yem tüketiminde azalma, büyümede gerileme, kısırlık, testikülar gelişmede gecikme veya dejenerasyon, yavru atmalar, karaciğer ve böbreğin zarar görmesi, anemi ve ölümdür. Kadmiyum – Kd minerali Bakır - Cu, Çinko - Zn ve Demir - Fe mineralleri ile antagonist ilişki içindedir.

Kurşun - Pb vücuda solunum ve deri yolu ile alınabilir. Kurşun – Pb emilimi genç hayvanlarda oldukça yüksektir. Emilen Kurşun – Pb, karaciğer ve böbrekte birikir. Demir - Fe, Çinko - Zn, Kükürt - S ve E vitamininin Kurşun – Pb zehirlenmesine karşı koruyucu etkiye sahip olduğu bilinmektedir.

Vücutta zehirli - toksik etkiye sahip olan Cıva - Hg esansiyel değildir. Sindirim ve solunum yolu ile kolayca vücut tarafından emilir. Metilmerkür, inorganik Cıvaya - Hg göre daha zararlıdır. Cıva – Hg zehirlenmesinde görülen başlıca semptomlar ishal, mide yangısı, salivasyon gibi belirtilerdir. Cıva – Hg zehirlenmesi sonucu gerçekleşen ölüm olguları böbrek yetmezliğindendir.



MİNERALLERİN EMİLİMİ

Minerallerin barsak mukozasına geçişlerinde 3 farklı mekanizma devreye girer.

Basit diffüzyon, küçük moleküllerle birlikte ko -transport veya nötral transport yolları mineral maddelerin emilimlerindeki temel mekanizmalardır. Sodyumun – Na emiliminde, hücreler arasındaki konsantrasyon barsak lumenindeki konsantrasyondan düşük olduğu için enerjiye gerek olmadan elektron konsantrasyon farkı nedeniyle basit diffüzyon devreye girer.

Barsak lumenindeki Sodyum - Na ayrıca hücrelere amino asitler ve basit şekerlerle birlikte de taşınabilir. Ancak Sodyum klorür - NaCl gibi tuzların emiliminde ise Sodyum – Na ve Klorür - Cl birlikte emildiği nötral transport devreye girer. Potasyumun – K emilimi temelde pasif mekanizma ile olur. Kalsiyum – Ca emiliminde ise değişik faktörler etkilidir. Bu faktörler arasında yemin besin madde kompozisyonu ve hayvanın fizyolojik durumu sayılabilir.

Yemdeki Kalsiyum – Ca hayvanın gereksinimini karşılayabilecek durumda ise elektrokimyasal potansiyele bağlı olarak Kalsiyum - Ca basit diffüzyonla emilir. Ancak rasyon Kalsiyum - Ca içeriği hayvanın gereksinmesini karşılamaktan uzaksa yani Kalsiyum eksikliği varsa D vitamini ve Parathormona bağlı aktif taşınma görülür.

D vitamini, aktif formu olan D3 şekli ile 25 hidroksikalsiyumdan 1,25 Kolekalsiferol üretimini teşvik eder ve 1,25 Kolekalsiferol Kalsiyum - Ca bağlayıcı protein - Calcium binding protein, CaBP ile birlikte Kalsiyumun – Ca aktif yolla emilimini temin eder.

Yumurta tavuklarında ise yumurta oluşum aşamasında Kalsiyum - Ca emilimi plazma ve barsak ortamında CaBP varlığındaki artışla birlikte yükselir. Normal zamanda ince barsağın jejenum kısmının üst bölgesindeki Kalsiyum - Ca emilimi ortamdaki Kalsiyuma – Ca da bağlı olarak % 17 iken, yumurta oluşum aşamasında % 45'e yükselir. Diğer tüm katyonların emilimi iyon formunda veya Şelat formunda olur ve genellikle enerji gerektirmeyen basit diffüzyonladır. Ancak Demirin – Fe emilimi bunlardan ayrıcalık gösterir. Şelat olarak emilen Demirin – Fe emilimi enerji gerektiren aktif taşınma ile olur. Emilim sonrası barsak hücrelerinde Ferritin olarak depolanır ve kullanılacağı hücrelere Transferrin formunda taşınır. Kan yolu ile taşınması organizmanın Demire – Fe gereksinimi dikkate alınarak kontrol edilir.



MİNERAL BESLENMESİNDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

Genel olarak mineral madde beslenmesinde ve rasyonların mineral madde düzeylerinin
ayarlanmasında şu hususların göz önünde bulundurulması gerekir.

1. Rasyonda Kalsiyum - Ca fazlalığı Magnezyum - Mg, Manganez - Mn, ve Çinkodan - Zn yararlanmayı azaltır, ayrıca rasyonun tadını olumsuz yönde etkiler.

2. Piliç döneminde Kalsiyum - Ca bakımından çok düşük veya çok yüksek rasyonlarla beslenen tavukların yumurtlama döneminde Kalsiyum - Ca metabolizması güçleşir.

3. Yaşlı hayvanların Kalsiyumdan - Ca yararlanma yetenekleri gençlere oranla daha düşüktür.

4. Yeterli bir Kalsiyum - Ca beslenmesi için D vitamini eksikliği olmamalıdır. Çünkü D vitamini nin bulunmaması durumunda, diğer koşullar uygun olsa bile, Kalsiyum - Ca ve Fosfordan - P yararlanma düşük düzeyde kalır. Rasyonda bol miktarda D vitamini varsa, Kalsiyum - Ca ve Fosfor - P arasındaki oranın önemi azalır ve bunlardan yararlanma artar.

5. Değişik barsak enfeksiyonları, Kalsiyum - Ca ve Çinko - Zn emilimini düşürdüklerinden bu iki elemente olan gereksinimi artırır.

6. Rasyonun Sistin, Histidin ve Glisin amino asitlerince zengin olması Bakır - Cu, Çinko - Zn, Demir - Fe gibi elementlerin emilebilme yeteneğini artırmakta, dolayısıyla bunlara duyulan gereksinimi azaltmaktadır. Çünkü bu amino asitler sözü edilen mineralleri bağlayıp barsakta çözünmeyen bileşiklere çevrilmesini önlemek suretiyle, emilmelerini artırır ve bunların kan yoluyla depo edilecekleri yerlere taşınmalarını sağlarlar. Depo yerine ulaşınca da bağlandıkları elementlerden ayrılarak serbest duruma geçirirler.

Çiftlik hayvanları için hazırlanan rasyonlarda minerallerden yararlanmayı artırmak için Chelatting – Bağlayıcı özellik taşıyan çeşitli sentetik maddeler de kullanımakta olup bunların en önde geleni Etilen diamin tetra asestik asittir (EDTA).

7. Bazı minerallerin kendi aralarındaki ilişkiler bunların gereksinim düzeylerini değiştirebilir. Örneğin Sülfit veya Sülfat bileşiklerinin de yardımıyla Molibden - Mo, Bakır - Cu gereksinimini artırabilir. Gümüş – Ag elementi de Bakıra - Cu karşı Molibden ile – Mo aynı etkiye sahiptir. Fakat, Flor – F ve Tungsten - Tg Molibdenden – Mo yararlanmayı azaltır. Bunlara benzer ilişkiler Selenyum – Se ile Civa - Hg ve Arsenik – As arasında, Çinko – Zn ile Bakır - Cu, Çinko - Zn ile Kadmiyum - Kd, Molibden - Mo ile Tungsten – Tg arasında da vardır.

8. Minerallerin eksikliklerinde olduğu kadar fazlalıklarında da önemli zararlara yol açarlar.

Özellikle bazı iz elementlerin çok düşük düzeyleri bile hayvanlarda toksik etki yarattığından bu konuda çok duyarlı olmak gerekir.


HAYVANLARDA MİNERAL GEREKSİNİMİNİN KARŞILANMASI

Kalsiyum - Ca, Fosfor - P, Sodyum - Na ve Klor -Cl gibi makromineraller hayvanların rasyonlarına katılması zorunlu olan mineral maddelerin başında gelmektedir.

Hayvan vücudunun mineral madde içeriğinin yaklaşık % 70'ini Kalsiyum – Ca ve Fosforun - F oluşturması ve yemlerin doğal konumda makromineral içeriklerinin hayvanların gereksinimini karşılayacak düzeyde olmaması, bu minerallerin rasyona katılmasını zorunlu duruma getirmektedir.

Magnezyum – Mg ve Potasyum – K açısından ise durum farklıdır. Çiftlik hayvanları tükettikleri yemlerle doğal olarak Kükürt - S, Magnezyum - Mg ve Potasyum – K gereksinimlerini karşıladığından bu üç makro minerale özel gereksinim göstermezler.

Ancak, toprak yapısı ve yem kaynaklarının özelliklerine bağlı olarak özel durumlarda Magnezyum – Mg için ek kaynak gerekebilir. Çiftlik hayvanlarının makromineral gereksinimlerinin karşılanmasında genellikle doğal kaynaklardan sağlanan ve bu mineraller bakımından zengin maddeler kullanılır.

Kireç taşı veya mermer tozu, Kalsiyum – Ca kaynağı olarak çiftlik hayvanlarının rasyonlarına dahil edilirken, Dikalsiyum fosfat (DCP) kimyasal yapısı gereği hem Kalsiyum – Ca hem de Fosfor – P kaynağı olarak hizmet eder. Kalın tuz (NaCl) Sodyum - Na ve Klor - Cl kaynağı, Sodyum bikarbonat (NaHCO3) ise Sodyum - Na kaynağı veya pH tamponlayıcı özelliği için rasyona dahil edilir.

Çeşitli hayvan türlerinin gereksinim duydukları iz minerallerin çoğu normal rasyonlarla karşılanabilir. Yani doğal olarak yemlerin bileşiminde bunlar yeterli düzeylerde bulunmaktadırlar. Ancak bazı bölgelerin topraklarında bazı mikromineraller – iz elementler yetersiz olduğundan bu bölgede yetiştirilen kaba ve yoğun yemler bu mikromineraller – iz elementler bakımından yetersiz olabilir.

Ayrıca hayvanların verim düzeyi artıkça gereksinim duydukları mikromineralleri – iz elementleri kolay kolay doğal kaynaklardan karşılamaları güçleşir. Bu nedenlerle özellikle Kanatlı hayvanlar, Domuzlar ve yüksek verimli süt ineklerinin verimini ve sağlığını garantiye almak için mikrominerallerin – iz elementlerin rasyona katılması gerekmektedir.

Uygulamada mikromineral – iz element maddelerin fazlasının toksik etkili olacağı da göz önüne alınarak rasyonlara katılmak üzere üretilen hazır mikromineral – iz element karmaları kullanılmaktadır. Bu karmalar, o konuda uzmanlaşmış kuruluşlar tarafından hazırlandığı için, öneriler doğrultusunda kullanıldığında hayvanlar için herhangi bir zararlı etkisi görülmemektedir.

Mikromineral - iz element karmaları üç farklı şekilde üretilmektedir. Genellikle merada otlayan hayvanlar için Yalama taşı veya Melas kovaları veya Blok yem biçiminde mikromineral – iz element karmaları hazırlanmaktadır.

Yalama taşı, mera ya da ahırın uygun yerlerine konarak hayvanların istedikleri zaman bu taşları yalamaları ve böylece mikromineral – iz element gereksinimlerini karşılamaları sağlanmaktadır. Mikromineral – iz element karmalarının ikinci türünü toz formdaki mineral madde ön karışımları oluşturmaktadır. Mikromineral – İz element ön karışımları ince veya pelet formdaki yoğun yem karmalarına karıştırılarak, hayvanların tüketimine sunulmaktadır.

Mikromineral - İz element karmalarından üçüncüsü, yoğun yem karmasına katılacak Kalsiyum - Ca, Fosfor – P kaynağı yada tuzun mikrominerallerle - iz elementlerle karıştırılması ile oluşturulan karmadır. Bu karma istenen oranda yoğun yem karmasına katılarak hayvanların mikromineral – iz element gereksinimleri karşılanmaktadır. Söz konusu karmalarda içinde yer alan mikromineraller – iz elementler, inorganik yapıda olabilecekleri gibi organik yapıda da olabilirler.

Ülkemizde çiftlik hayvanları için üretilen mikromineraller - iz elementler inorganik yapıda eriyebilir formda Klorid veya Sülfat olarak veya eriyemez formda Oksit veya Karbonat olarak Premikse dahil edilmektedirler. Bu formlar içinde karışım haline getirilen mikromineraller - iz elementler Premiks içinde iç etkileşime girebilmekte ve sindirilebilirlikleri önemli oranda düşmektedir. Son yıllarda ileri teknoloji kullanımı ile hayvan besleme açısından esansiyel öneme sahip mikromineraller - iz elementler Enkapsüle veya Şelat formlarda üretilmeye başlanmış, Premiks içinde iç etkileşimleri önlenmiş ve sindirilebilirlikleri çok daha yüksek mikromineral - iz element formları durumuna getirilmişlerdir.

Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanımı her geçen gün yaygınlaşan organik mikromineraller - iz elementler, hem hayvancılıkta verimin artırılması hem de hayvan sağlığının korunmasında büyük öneme sahiptirler.

Mikrominerallerin – İz elementlerin sindirilebilirlik özellikleri yüksek olduğu için Premiks içine dahil edilen miktarları daha azdır. Yani inorganik formdaki benzerine oranla organik formdaki mikromineral - iz element, Premiks içine daha az koyulmakta; ancak inorganik formuna oranla çok daha yüksek aktiviteye sahip olmaktadır.

Özellikle ekonomik değeri büyük damızlık hayvanların beslenmesinde daha çok organik formdaki mikromineral - iz element Premiksleri ile desteklenmiş yemler kullanılmakta, hayvanların mikromineral - iz element kaynaklı üreme bozuklukları önlenmekte, üreme performanslarında artış sağlamaktadır. Öte yandan, inorganik formdaki iz elementlere oranla organik formdaki mikromineraller - iz elementler daha yüksek fiyatlarda alınıp satılmakta, ancak kullanım miktarlarının düşük olması nedeniyle maliyet artışı sınırlı kalmaktadır.

Mikrominerallerin – İz elementlerin eksikliği hayvanlarda önemli semptomlar oluşturmaktadır. Bununla birlikte ciddi ekonomik kayıplara neden olmaktadır.

Mikromineraller – İz elementler oransal olarak ucuz olup yüksek düzeyde rasyona katılmaları dokulara fazla geçişe neden olur. Ayrıca mikromineraller mineral atılımını arttırmadan biyoyararlılığı arttırır ve çevre kirliliğini de önlerler.

Mikromineraller – İz elementler bağışıklık sistemine – immun sisteme sağladığı katkıdan dolayı rasyonlarla birlikte hayvanlara mutlaka verilmelidir.

Sağlıklı günler dileği ile…

Uzman Dr.Ali AYYILDIZ – Veteriner Hekimi – İnsan Anatomisi Uzmanı Dr. (Ph.D.)
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Mineraller" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Vet.Hek.Doç.Dr.Ali AYYILDIZ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Vet.Hek.Doç.Dr.Ali AYYILDIZ'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     2 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Ali AYYILDIZ Fotoğraf
Vet.Hek.Doç.Dr.Ali AYYILDIZ
Antalya
Veteriner Hekim
İnsan Anatomisi Uzmanı Dr.
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi6 kez tavsiye edildi
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Vet.Hek.Doç.Dr.Ali AYYILDIZ'ın Yazıları
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,978 uzman makalesi arasında 'Mineraller' başlığıyla eşleşen başka makale bulunamadı.
► Antiviral İlaçlar Nisan 2020
◊ Latince Atasözleri ÇOK OKUNUYOR Aralık 2014
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


18:50
Top