Gelişim Psikolojisine Yön Veren Teoriler
GELİŞİM PSİKOLOJİSİNE YÖN VEREN TEORİLER
1. DAVRANIŞÇI YAKLAŞIM: Gelişim çevrenin ürünüdür. Çevrenin ürünü olan davranışlar uyarıcı ile tepki arasında kurulan çağrışım ile açıklanabilir. Bu bağlar şartlanmalar sonucu kuruluyor. Gözlenebilen davranışlara önem verirler. Şartlanmada ödül ve ceza önemli bir yer tutar.
2. SOSYAL ÖĞRENME YAKLAŞIMI: İnsan gelişimi gözlem yoluyla, taklit ederek, model alarak gerçekleşir. Fakat herkes her gördüğünü de taklit etmez. Kendince değerli gördüğü kişileri taklit eder.
3. GELİŞİMİ EVRELERE AYIRAN TEORİLER:
PİAGET – ZİHİN GELİŞİMİ :
Zihin gelişimiyle ilgili kavramlar;
1. REFLEKS: Doğuştan var olan bazı işleyişlerdir. Örnek: emme refleksi. Bu davranış öğrenilmemiştir, doğuştan vardır. Zihin gelişimi için refleks gereklidir.
2. YAPI: Emme refleksinin gerçekleştiği anne memesinin yerini artık biberon alır. Yani artık çevrenin etkisi söz konusudur. Çevreyle etkileşim sonucu bir organizasyon oluşur.
3. ŞEMA: Zihinsel bir ağdır. Karışık olan kavramları, bilgileri sistemleştirmek için zihnimizin oluşturduğu ağa ‘şema’ denir. Şemanın olması için yapı şarttır. Yapının olması içinse refleks şarttır.
4. ORGANİZASYON: Organizmanın örgütleme ve sistematize etme yeteneğidir. Dışarıdaki uyarıcıları sistemleştirmek, bir bütün olarak algılamaktır. Şizofren kişilerde organizasyon ortadan kalkar. Yani hasta kendini bir bütün olarak değil de parça parça hisseder.
5. UYMA: Bir diğer adı da kendini uydurmadır. Yeni bir takım bilgilerle karşılaştığımızda eskiden var olan bilgileri ve tecrübeleri atıp yenilerini kabul etmemizdir. Yani adaptasyondur.
6. ÖZÜMLEME (ASİMİLASYON, KENDİNE UYDURMA) : Bireyin yeni gördüğü bilgileri ve uyarıcıları, eski bilgileri, tecrübeleri içerisinde eritmesidir. Bireyin karşısındaki kişinin görüşlerini kendi görüşü altında görmesi ve o bireyin görüşlerini kendi görüşleri altında eritmesidir.
7. UYUM SAĞLAMA: Uyma ve özümleme arasındaki bir dengeleme sonucunda çevre ile bağdaşmamızdır. Bir durumda aşırıya kaçıldığında uyum bozulur.
PİAGET’E GÖRE ZİHİNSEL GELİŞİMİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
1. Olgunlaşma
2. Yaşantı: Hayat boyu süren bir tecrübedir.
3. Kültürel aktarım: Kültürler, içinde yaşayan bireylere şemalar verir. Bu şemalar doğal olarak kültürden kültüre değişiklik gösterir. Kültür, içinde yaşayan bireyi şekillendirir. Yani kendi ögelerini bireye öğretir.
4. Dengeleme: Bizim dışımızda cereyan eder. Elimizde olmadan zihni gelişimi etkileyen faktördür. Daha önce bilinen bir durum ile daha sonra bilinmeyen, yeni bir durum arasında kurulan dengedir.
PİAGET’İN ZİHİNSEL GELİŞİM EVRELERİ
Piaget gelişim dönemlerini 4 evrede ele alır.
1. DÖNEM: DUYU MOTOR (DUYU HAREKET) DÖNEMİ:
0-2 yaş grubunu oluşturur. Bu dönemin ana fikri o yaşlardaki çocuğun zihinsel faaliyetleri duyular sonucunda meydana gelir ve çocuk bütün vücuduyla harekete geçer. Bu dönemin önemli unsurlarından birisi nesne devamlılığının olmamasıdır. 4-5 aylık bir bebeğin önünden oyuncağını alıp arkasına koyarsak çocuk oyuncağı artık unutur. Dönemin sonunda ise nesne devamlılığı kazanılmıştır.
2. DÖNEM: İŞLEM ÖNCESİ DÖNEM (SEMBOLİK İŞLEMLER DÖNEMİ):
Mantıksal düşünce gelişmemiştir. 2-6 yaş arasını kapsar. Bu döneme ayrıca sembolik işlemler dönemi de denir. Nesnelerle ilgili semboller geliştirilir. Çocuk, bu dönemde zihninde nesneleri canlandırabilir ve bu canlandırdığı sembolik nesnelerle iş yapabilir. Bu işlem esnasında zaman ve mekan sınırlaması bulunmaz. Sembolik oyunların oynandığı gözlenir. Bu dönemde çocuk tamamen ego-santrik düşüncededir. Çocuklar bir aradayken hepsi kendine göre konuşur ve kimse kimseyi dinlemez. Hepsi kendisinin dediğinin olmasını ister. Diğer bir özellik de özelden özele akıl yürütmedir. Bu dönemde tümdengelim ya da tümevarım yoktur. Her sabah yumurta yiyen bir çocuk eğer kahvaltıda yumurta yememişse kahvaltı yapmadığını söyleyebilir.
3. DÖNEM: SOMUT İŞLEMLER DÖNEMİ:
Bu dönemde, bir önceki dönemin zihinsel işlemleri (Korunum, tersine dönebilirlik) fark edilmiş, yeni zihinsel işlemler kazanılmıştır. 7–11 yaş grubunu içerir.
4. SOYUT İŞLEMLER DÖNEMİ:
Bu dönem 11 yaş ve üstünü kapsar. En zor işlemler bu dönemde yapılır. Zihinsel gelişmişlik yönünden yetişkinliğe geçilmiştir. Formel işlemler dönemi de denir.
FREUD VE PSİKOSEKSÜEL GELİŞİM DÖNEMLERİ
A. ORAL DÖNEM:
Oral, ağız demektir. 0-1.5 yaşları arasını kapsar ve hazzın ağızdan alındığı dönemdir. Çocuk her şeyi ağzına götürerek tanımaya çalışır. İçe alma, bu dönemin özelliğidir. Örneğin, sigara kullanımı oral dönemdeki tatminsizliklerden kaynaklanır.
B. ANAL DÖNEM:
Anüs kelimesinden gelmektedir ve tuvalet eğitiminin başladığı dönemdir. 1.5-3 yaşlarını kapsar. Bu dönemin bir diğer adı da ‘savaş dönemi’dir. Anne ile çocuğun arasında kıyasıya bir savaş başlar. İnatçılık ve cimrilik, bu dönemde kazanılan bir huydur. Kakayı ve çişi aşırı tutmanın cimrilikle bağlantısı vardır.
C. FALLİK DÖNEM:
3-6 yaşlar arasını kapsar ve oidipal karmaşanın görüldüğü dönemdir. Çocuk cinsiyetini 3 yaşında anlamaya başlar. Follus, erkeklik organı demektir. Fobiler, bu dönemin ürünüdürler. Kızlarda da elektra karmaşası vardır. Ayrıca bu dönemde cinsel organlarda haz alma başlar.
D. LATENT DÖNEM:
Bu dönemin en önemli özelliği, saplantılı düşüncenin olmasıdır. Obsesif-kompulsif belirtiler, aslında bu dönemin sorunlarından kaynaklanır.
Bu dönem ilk okul dönemidir. Hazzın nerede olduğunun bilinmediği bir dönemdir. Bu dönemin önemli özelliklerinden birisi de araştırma merakıdır. Bu dönem iyi atlatılamazsa obsesif belirtiler ortaya çıkar.
E. GENİTAL DÖNEM:
Buluğ çağından, 12 yaşından 18 yaşına kadar sürer. Bu dönemin en önemli özelliği kimlik edinme dönemi olmasıdır. Gruplaşmaların önemli olduğu, toplumsal kuralları kabul etme ya da aykırı olma durumlarının yaşandığı bir dönemdir. Karşı cinse ilginin başladığı dönemdir.
Psikanalitik teoriye göre herhangi bir gelişim döneminin sağlıklı atlatılamaması çeşitli bozukluklara sebep olur.
PSİKO-SOSYAL GELİŞİM EVRELERİ
Psiko-sosyal gelişim denilince akla H. Erikson gelir. Freud’un takipçisidir. Fakat Freud’un her şeyi cinsellikle açıklamasını abartılı bulmuştur. Erikson’a göre insan, sosyal bir varlıktır.
Psiko-sosyal gelişimi olumlu ve olumsuz olmak üzere iki uçta ele almıştır.
1. TEMEL GÜVENE KARŞI GÜVENSİZLİK EVRESİ:
Bu dönem Freud’un Oral Dönemine denk düşer. 0-1.5 yaşları arasını kapsar. Bu dönem, çocuğun temel güven duygusunu kazandığı bir dönemdir. Çocuğun ihtiyaçları giderilirse rahat uyuduğu gözlenir. Eğer çocuğun ihtiyaçları sevecenlikle karşılanırsa temel güven duygusu gelişir. Bu dönemde ya temel güven duygusu kazanılır, ya da tam tersi, güvensizlik duyguları kazanılır. Eğer çocuk bakımında sevgi yoksa, bu durum güvensizlik duygusunun gelişmesine sebep olur. Güvensiz çocuklar çevresine ve annesine güvenmemektedir. Her an terk edilme duygusu içindedirler.
2. ÖZERKLİĞE KARŞI ŞÜPHE VE UTANÇ EVRESİ:
Bu dönem Freud’un Anal Dönemine denk düşer. Eğer çocukta güven duygusu gelişmişse çocuk özerkliğe rahat kavuşabilecektir. Bunun yanında çocuk güven duygusu kazanmamışsa şüphe ve utanç duyguları gösterecektir. Bu demek değildir ki ilk dönem başarısız olduğunda tüm dönemler de başarısız olacaktır. Şüphesiz böylesi durumlar telafi edilebilir durumlardır. Bu dönemin en bariz özelliklerinden birisi de çocuğun ‘Ben yaparım’ çeklinde ortaya çıkmasıdır. Yetişkinlerin işlerine karışmalarından pek hoşnut olmazlar.
Bu dönemde tuvalet eğitimi önemli bir yer tutar. Tuvalet eğitimi sırasında annenin baskıcı ve cezalandırıcı tutumu çocuğun özerkliğine engel olur. Bunun sonucunda ileriki yıllarda anormal utanma ve şüphe duyguları yerleşir. Çocukta her duygu normal sınırlar içinde yerleşmelidir. Aşırı koruyuculuk da özerkliği engeller.
3. GİRİŞKENLİĞE KARŞI SUÇLULUK EVRESİ:
Freud’un Fallik dönemine denk düşer ve 3-7 yaş arasını kapsar. Bu dönemin önemli özelliği, çocuk 3 yaşında cinsiyetini fark etmeye başlıyor ve 5. yaşında da bu cinsiyetin kalıcı olduğunu öğreniyor. Bu andan itibaren de cinsiyetin getirdiği rolleri sergilemeye çalışır. Bu dönemde motor beceriler oldukça gelişmiştir. Çocuklara bu dönemde tek başlarına bir işi becerebilme cesareti kazandırılmalıdır. Çocuğa başarması için verilen iş ne çok kolay ne de çok zor olmalıdır.
4. ÇALIŞKANLIĞA KARŞILIK AŞAĞILIK DUYGUSU EVRESİ:
Latent döneme denk düşer. 6-11 yaşları arasını kapsar. Bu dönem sakin bir dönemdir. Çocuk kendi cinsleriyle oynar ve karşı cinse düşmanca duygular besler. Kendini yaşıtlarıyla karşılaştırır ve bunun sonucunda kendisiyle ilgili yargıya (çalışkan-tembel vb.) varır. Uzmanlara göre çocuk kendini başkalarıyla değil de geçmişteki kendiyle karşılaştırırsa daha sağlıklı bir değerlendirmeye varılır. Bu dönemde çocuk, hangi alanda başarılı ise o alanda taktir edilmeli ve o yönü desteklenmelidir. Bu dönemde çocuktan fazla beklentiler içine girmek ileride çocuğun Obsesif bozukluklar geliştirmesine neden olabilir.
5. KİMLİK KAZANMAYA KARŞI ROL KARMAŞASI EVRESİ:
Bu dönem, 12-18 yaşlarını, yani ergenlik dönemini kapsar. Genital döneme denk düşmektedir. Çocuğun vücudu artık yetişkin vücuduna dönüşür. Bu nedenle artık çocuk tavırlarını bırakıp yetişkin tavırlar sergilemesi beklenir. Ancak bu kolay gerçekleşmez. Nedeni ise rollerin değişiminin zor olmasıdır. Bu dönemin önemli özelliklerinden birisi de kimlik kazanma dönemi olmasıdır. Bu dönemde genç anne ve babasına karşı çıkar, kendi kimliğini oluşturmak için başkalarının kimliğini dener veya benimser. Başkalarını model alır fakat sorumluluk almaktan da korkar. Zıt duygular aynı anda yaşanabilir. Kimlik kazanma, ömür boyu süren bir iştir, ancak kimlik kazanmanın özü bu evrede gerçekleşir. Bir yandan çocuk kalmak isteyen genç, diğer yandan da özgürce davranmak ister. Özgürlüğünün kısıtlandığından şikayet eder.
Bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi de tepki kimliğinin oluşmasıdır. Yani genç, kimliğini ararken bazı zararlı gruplara, çetelere girebilir. Anne ve babanın bu durumlardan çocuklarını koruması gerekir. Bu dönemde genç, bir yandan anne babaya karşı çıkarken, bir yandan da onların ilgisini çekmek ister.
TEPKİ KİMLİĞİ:
Bu dönemde genç, ana baba hakimiyetine tepki gösterdiği gibi toplumun hakim kültürüne karşı da olumsuz tavır takınabilir. Bu duruma tepki kimliği kazanma denir.
Erikson 4 kimlik statüsünden bahseder:
a) Başarılı kimlik statüsüne sahip olanlar:
b) Moratoryum kimlik statüsü: Karar verememe, uzatma anlamına gelir. Karar vermeyi sürekli geciktirirler. Aile içi ilişkiler dengesizdir.
c) İpotekli kimlik statüsü: bunalım yaşamazlar ama bağlılık söz konusudur. Anne ve babanın hazır olarak sunduğu duruma bağlanırlar. Dolayısıyla bu durumda bireyleşemezler. Sakıncaları ancak anne babanın yokluğunda hissedilir.
d) Durgunluk kimlik statüsü: Bunalım yoktur, bağlanma da yoktur. Aile içi etkileşim en alt seviyededir. Aile içi ilişki az olduğu için, birey bağlanmaya değer bir durum göremez. Sorumsuzdur.
6. YAKINLIĞA KARŞI YALNIZLIK EVRESİ:
Freud gelişim dönemlerini bu evreye kadar açıklamıştır. Erikson ise bu evreden sonraki gelişim dönemlerini de açıklar.
Bu evrede insanlar, bir önceki evreye oranla daha gerçekçi ilişkiler kurmaktadırlar. Yakınlaşma sağlanamadığı durumlarda insan, yalnızlık duygularına kapılır. İlişkiler yüzeyseldir, gündeliktir ve çıkara dayanır. 18- Orta yaş arasını kapsar. Bu dönemin özelliği iş ve eş seçimidir.
7. ÜRETKENLİĞE KARŞI DURGUNLUK EVRESİ:
Altıncı dönemde yalıtkan olan kişi, bu dönemde üretkendir. Orta yaş dönemini kapsar. Fedakârlık duygusu bu dönemde ön plana çıkar. Kendisi için değil başkaları için yaşar. Ağrıların başlaması, belin bükülmesi, dişlerin dökülmesi ölüme doğru gidişi açıkça belli ediyor. Dolayısıyla kendisi için yaşamaktan çok başkaları için yaşama başlıyor.
Üreticilik duygusundan yoksun kişiler kendi çıkarlarını ön plana alarak yaşarlar. Bu nedenle üretmezler, durgun ve verimsizdirler.
8. BENLİK BÜTÜNLÜĞÜNE KARŞI UMUTSUZLUK EVRESİ:
Yaşlılık dönemini kapsar. Her insan geçmişini film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirir ve yaptıklarının muhasebesini yapar. Bir senteze ulaşır, Hedeflerim neydi? Neleri yapabildim? Neleri yapamadım? gibi sorular sorarlar. Bu sorulara olumlu cevaplar bulabilenler ölümü de kabullenmekte zorluk çekmezler. Çünkü benlik bütünlüğüne ulaşmışlardır.
AHLAKİ GELİŞİM
Ahlaki gelişim, neyin iyi-kötü, neyin doğru-yanlış olduğuna ilişkin bir bilinç geliştirme işidir. 2 tür ahlak vardır:
DIŞTAN DENETİMLİ AHLAK
Böyle bir ahlak geliştirmiş kişi, otoritenin olmadığı yerde her şeyi yapabilir. Böyle bir ansana ahlaklı diyemeyiz. Ahlaklı olması sadece otoritenin dayatmasına bağlıdır.
İÇTEN DENETİMLİ AHLAK
Asıl ahlaklı kişiler içten denetimlidirler. Ahlaki bir doğruyu yapmak onların vicdanlarından kaynaklanır.
KOHLBERG AHLAKİ GELİŞİM İLKELERİ
1) GELENEK ÖNCESİ DÜZEY
İlk 10 yaşı kapsar. Örf, adet, gelenek, ayıp, günah gibi kavramların hiçbir etkisi yoktur. Gelenek öncesi düzey 2 alt evreye ayrılır:
1. EVRE: BAĞIMLI EVRE
Okul öncesi dönemdir. Otoritenin isteklerine körü körüne bağlıdır. Otoritenin doğrusu onun doğrusu, yanlışı da onun yanlışıdır. Çocuk henüz kendine özgü bir doğru yanlış kavraması geliştirememiştir. Otoritenin cezalarına dikkat ediyor ve cezadan kaçınmak için iş yapıyor.
2. EVRE: ALIŞ-VERİŞ EVRESİ (ÇIKARCILIK, BİREYCİLİK)
Somut değişime dayanan alışveriş onun ahlaki sistemini geliştirir. Her şeyde bir karşılık bekler. Bugün uslu durdum, babam bana çikolata aldı mantığı hâkimdir. Bu mantığın zorunlu sonucu olarak çocuk, uslu durmak iyidir bilincini geliştirir.
2) GELENEKSEL DÜZEY
3. KARŞILIKLI KİŞİLERARASI BEKLENTİLER DÖNEMİ:
Ortaokul dönemini kapsar. Buluğ çağının başlangıcıyla 16 yaş arası dönemdir. Başkalarının beklentilerine göre davranma ön plana çıkar. Bu dönemde iyi ve doğru olan, arkadaşlarının beklentisi yönündedir. Ana fikir; beklenti doğrultusunda davranır.
4. SOSYAL SİSTEM EVRESİ:
Bu dönem 16-20 yaş arasını kapsar. Bu dönemde genç, toplum düzenini koruma, toplumun refahını düşünme ve kanunlara uyma konusunda bilinç geliştirmeye başlar. Bu dönemde töreler davranışları etkiler. Toplumsal sistemin bozulmaması için bir gayret içine girerler.
İnsanların çoğu bu ahlaki evrede takılıp kalıyor ve 5. Evreye geçemiyorlar. İyi olan, geleneklere, otoriteye uygun olandır anlayışı hakimdir.
3) GELENEK ÖTESİ DÜZEY
5. SOSYAL ANLAŞMA EVRESİ:
Bu dönem, önceki dört evrenin de kırıntılarını içinde bulundurur. Bu evrenin 4. Evreden farkı ise, çoğunluğun hakları bu yolla korunduğu için kanunlara uyulur. Burada kanunlara uymak kör bir amaç olmaktan çıkıyor, bir araç haline geliyor. Özünde özgürlük kavramı savunulur. Sosyal anlaşmayı sağladığı sürece var olan kurallara uyulur.
6. EVRENSEL AHLAKİ İLKELER EVRESİ (MANTIK):
İçinde yaşanılan toplumun sınırları aşılıp daha evrensel değerler benimsenir. Yani benim insanım değil, tüm insanlar denilir. Mantığın hakim olduğu bir evredir. 5. Evreden evrensellik olarak ayrılır. 5.6. evrelerdeki kişi kendini geliştirmiş ve gerçekleştirmiş bir insandır.
ORTA YAŞTAKİ PROBLEMLER
AKLA KARŞI FİZİKSEL GÜCE DEĞER VERME:
40 yaş civarlarında bir dönüm noktası yaşanır. İnsanın fiziksel gücü azalır. Bu nedenle de fiziksel güce sıkı sıkıya sarılır. Fakat bu gücün azalmasının önüne geçilemez ve kişiyi anksiyeteye sürükler. Dolayısıyla kişi çöküntüye uğrar. Hatta bu nedenle doktor doktor gezmeye bile başlayabilir. Çözüm ise; akla değer vermedir. Aklımızla ortaya koyduğumuz eserler kalıcıdır. Zekanın yaşlandıkça düşündüğü şeklinde bir inanç vardır ki bu tamamen yanlıştır. Düşen şey, öğrenmenin hızıdır. Ayrıca yaşlılar gençlerden daha geniş bir zihinsel kapasiteye sahiptir.
İNSAN İLİŞKİLERİNDE TOPLUMSALLAŞMAYA KARŞI CİNSELLEŞME:
Erkek ve kadınlarda fiziksel gücün azalmasına bağlı olarak cinselliğin de düşüş göstermesi doğaldır. Bu nedenle cinselliğe gereğinden fazla önem verenler orta yaşlarda problem yaşamaktadırlar. Cinselliğe ‘olmazsa olmaz’ koşuluyla yaklaşanlar belli bir dönemden sonra (kadınlarda menopoz) büyük problemler yaşayabilmektedirler.
Çözüm: İlişkilerimize yeni bir boyut katmak zorundayız. Bu da insan ilişkilerinde sosyalleşmeye önem vermekle olur. Kişi eşine cinsel yönden değil de sosyal yönden önem verirse, ilişkilerde sevgi, saygı, paylaşım ön plana alınırsa bu dönem problemsiz bir şekilde atlatılır.
DUYGUSAL ESNEKLİĞE KARŞI DUYGUSAL YOKSUNLAŞMA:
Arkadaşlardan yetim olmak. ‘Akran-ı Yetim olmak’. Bu dönemde kişinin eşi, dostu ölmüştür ve çevresini yavaş yavaş kaybetmenin etkisi altındadır. Kişi kendini fazlalık gibi görmeye başlar. Herkes ölmektedir ve kendisi de yeni ilişkilere girmektedir. Yeni çevreye uymada sorunlar yaşanıyor. Çözümü ise, duygusal esnekliktir. Eskiden kalmış katı alışkanlıklardan vazgeçerek, daha esnek olarak bu dönem problemsiz atlatılabilir. Esneklik kazanmak için kişi önce kendi geçmişine bakmalıdır. Hep olumlu şeyleri görecek şekilde, hep kendi gözüyle görmemelidir. Farklı açılarla bakmalıdır. Böylece esneklik kazanabilir. Gerçekçi bir tavırla yeni duruma uyum sağlamaya çalışmalıdır. Artık çocuğunun ailesiyle ve torunlarıyla sıcak ilişkiler kurmaya yönelmelidir.
ZİHİNSEL ESNEKLİĞE KARŞI ZİHİNSEL KATILIK:
İnsanlar, eski deneyim ve tecrübeleriyle şu an ki problemleri çözebilirler. Ama bazı problemler vardır ki, tecrübeler bir işe yaramaz ve yeni yöntemler gerektirir.
Zihinsel Katılık: Kişinin, tecrübelerini yegane ve tek doğrular olarak kabul etmesidir. Dolayısıyla eski tecrübelerinin yerine yenisini ikame etmezse kişide zihinsel katılıktan bahsedebiliriz. Bu durum bir çok çatışmanın da temelidir. Kişi yeni tecrübelere kendini kapatır. Her zaman ‘bizim zamanımızda’ şeklinde başlayan cümleler kurar. Bu durum kendi yanlışını görmesini de engeller. Hızla değişen dünyada böylesi bir tutum kişiyi hem tutucu, bağnaz bir duruma düşürür, hem de değişen şartlara uyumu zorlaşır. Oysa ki kişi, yeni çözüm yollarını görerek problemlerini çözebilir ve bu sayede daha mutlu olabilir.
YAŞLILIK SORUNLARI
Ego ayrışmasına karşılık iş rolünün ağırlık kazanması: Yaşlılıkla birlikte insan emekli olarak hem işini kaybediyor, hem de birçok sosyal rolünü ve statüsünü kaybediyor. Fonksiyonlarının yitirilmesi kişide benli (Ego) parçalanması yolunda bir eğilim oluşturuyor. Ego parçalanmasını önlemek için iş rolüne ağırlık verilmelidir. Kişi emekli olsa bile bir işle meşgul olması ona doyum sağlar.
Bedenin aşılmasına karşı bedene aşırı ilgi: Yaşlanmayla beraber bir takım rahatsızlıklar da ortaya çıkar. Tüm bunlar ilginin bedene dönmesine neden olur. Bazen bir rahatsızlık olmasa bile yine de doktora gitmek ister. Kendine bakanlara da sürekli şikayet eder. ‘Beni doktora götürmüyorsunuz’ der. Hastaneye gidince de doktor beğenmez. Bedenine bu kadar düşkün bir kişi hem kendini, hem de çevresini rahatsız eder. Belli bir yaştan sonra sağlıklı olma isteği adeta suyun akışını tersine çevirme isteğidir. Kişinin yaşlanan bedenine alışması, yaratıcı etkinliklerde bulunması ve içinde bulunduğu dönemin özelliklerini normal olarak karşılaması yaşamında doyuma ulaşmasına neden olacaktır. Nasıl ki fiziksel olarak gelişirken hiç yadırgamadıysak, bu özelliklerin yitirilmesine de böyle bakmalıyız.
Ego aşkınlığına karşı, egoya aşırı ilgi: Yaşlılıkla birlikte ölümün, kaçınılmaz olduğunu algılamaya başlarız. Ego üzerinde aşırı ilgiye yönelen kimseler, ben ölmeyeyim, nasıl daha uzun yaşayabilirim gibi düşüncelere kapılıyorlar. Kişinin kendini yaşatma konusundaki çabası normal ilişkilerini bozar ve hem kendini hem de çevresini rahatsız eder. Çünkü kesin olarak belli bir zaman sonunda ölüm kaçınılmazdır. Kişinin egosunu aşması için, kendini ölümsüzleştirmenin imkansız olduğunu bilerek yaşaması gerekir. Kişi üretkenlikle, ortaya konulan bir eserle, gelecek nesillerin faydasında sunulacak etkinliklerle bu dönemde daha doyumlu bir yaşama kavuşabilir.
Yaşlanma teorileri de gösteriyor ki, yaşlılık, geri dönülmez bir süreçtir.
Gerontoloji: Yaşlılıkla ilgili incelemeler yapan bilimdir.
Geriatri: Yaşlılığın sağlık sorunlarıyla ilgilenen ve bu sorunları çözmeye, tedavi etmeye çalışan bilimdir.
YAŞLILIKLA İLGİLİ TEORİLER
GENETİK PROGRAMLAMA:
Genlerde programlar vardır. Yani genlerin hepsi önceden programlanmıştır. Önemli olan gençlik genleridir. Orta yaşta gençlik genleri durur ve yaşlılık genleri çalışmaya başlar. Yaşlanma hadisesi de yaşlılık genlerinin çalışmasıyla ortaya çıkmaktadır. Genler elden çıkarılabilecek bedenler üretmektedir. Dolayısıyla tüm bedenlerin sonu ölümdür. Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır.
ZAMAN AYARLAMA:
Bu teoriye göre yaşlanma, zaman içinde çeşitli organların derece derece bozulmasıyla ortaya çıkıyor. Bu bozulmanın merkezi, hipotalamus’un içindeki biyolojik saattir. Bu biyolojik saat Pitüver bezi (Hipofiz)dir. Pitüver bezinin gönderdiği sinyaller sonrasında hormon dengesinde bozulmalar olur. Bu bozulmayla birlikte de yaşlanma başlıyor.
BAĞIŞIKLIK MEKANİZMASI:
Bu teoriye göre yaşlılık, bağışıklık sistemimizdeki imkanların azalmasıyla başlıyor. Bağışıklık (savunma) sistemi, yaşlanmayla birlikte kendi çalışan hücresini de yok etmeye çalışıyor.
DNA’NIN ONARIMI:
İnsan bedeninde bir çok metabolik hadise meydana gelmektedir. Metabolizma esnasında kirlenme, radyasyona maruz kalma vb. pek çok hadise cereyan eder. DNA’nın onarım yeteneğini yavaş yavaş kaybetmesiyle birlikte yaşlanma ve ölüm meydana gelmektedir.
KOPYA YANLIŞLARININ BİRİKMESİ:
Her hücrede protein sentezi olur. Bu sentezler sırasında da bazı yanlışlıklar meydana gelir. Yanlışlar arttıkça bir sentez diğerinden kötü oluyor ve sonraki ise daha kötü oluyor. İşte bu yanlışlıklar sonucu yaşlanma artıyor. Sonuçta yanlışların tekrar tekrar kopyalanması sonucu yaşlanma artmaktadır.
METABOLİK ARTIKLAR:
Bu teoriye göre organizmaların yaşlanma sebebi şudur: Organizmada sürekli metabolizma faaliyetleri vardır ve bu faaliyetler neticesinde artıklar oluşur. Bu artıkların bir kısmı atılırken, bir kısmı ise kalır. Bu artıkların birikmesi ise metabolizmanın faaliyetini bozuyor ve değiştiriyor. Artıklar moleküllerin katılaşmasına sebep oluyor. Böylece kendini yenileyemiyor ve yaşlanma gerçekleşiyor.
Tüm bu teorilere genel olarak baktığımızda hepsinin biyolojik temelli açıklamalarda bulunduğunu görmekteyiz. Ayrıca tüm teorilerin de doğruluk payları vardır.
Hakan TOKGÖZ
1. DAVRANIŞÇI YAKLAŞIM: Gelişim çevrenin ürünüdür. Çevrenin ürünü olan davranışlar uyarıcı ile tepki arasında kurulan çağrışım ile açıklanabilir. Bu bağlar şartlanmalar sonucu kuruluyor. Gözlenebilen davranışlara önem verirler. Şartlanmada ödül ve ceza önemli bir yer tutar.
2. SOSYAL ÖĞRENME YAKLAŞIMI: İnsan gelişimi gözlem yoluyla, taklit ederek, model alarak gerçekleşir. Fakat herkes her gördüğünü de taklit etmez. Kendince değerli gördüğü kişileri taklit eder.
3. GELİŞİMİ EVRELERE AYIRAN TEORİLER:
PİAGET – ZİHİN GELİŞİMİ :
Zihin gelişimiyle ilgili kavramlar;
1. REFLEKS: Doğuştan var olan bazı işleyişlerdir. Örnek: emme refleksi. Bu davranış öğrenilmemiştir, doğuştan vardır. Zihin gelişimi için refleks gereklidir.
2. YAPI: Emme refleksinin gerçekleştiği anne memesinin yerini artık biberon alır. Yani artık çevrenin etkisi söz konusudur. Çevreyle etkileşim sonucu bir organizasyon oluşur.
3. ŞEMA: Zihinsel bir ağdır. Karışık olan kavramları, bilgileri sistemleştirmek için zihnimizin oluşturduğu ağa ‘şema’ denir. Şemanın olması için yapı şarttır. Yapının olması içinse refleks şarttır.
4. ORGANİZASYON: Organizmanın örgütleme ve sistematize etme yeteneğidir. Dışarıdaki uyarıcıları sistemleştirmek, bir bütün olarak algılamaktır. Şizofren kişilerde organizasyon ortadan kalkar. Yani hasta kendini bir bütün olarak değil de parça parça hisseder.
5. UYMA: Bir diğer adı da kendini uydurmadır. Yeni bir takım bilgilerle karşılaştığımızda eskiden var olan bilgileri ve tecrübeleri atıp yenilerini kabul etmemizdir. Yani adaptasyondur.
6. ÖZÜMLEME (ASİMİLASYON, KENDİNE UYDURMA) : Bireyin yeni gördüğü bilgileri ve uyarıcıları, eski bilgileri, tecrübeleri içerisinde eritmesidir. Bireyin karşısındaki kişinin görüşlerini kendi görüşü altında görmesi ve o bireyin görüşlerini kendi görüşleri altında eritmesidir.
7. UYUM SAĞLAMA: Uyma ve özümleme arasındaki bir dengeleme sonucunda çevre ile bağdaşmamızdır. Bir durumda aşırıya kaçıldığında uyum bozulur.
PİAGET’E GÖRE ZİHİNSEL GELİŞİMİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
1. Olgunlaşma
2. Yaşantı: Hayat boyu süren bir tecrübedir.
3. Kültürel aktarım: Kültürler, içinde yaşayan bireylere şemalar verir. Bu şemalar doğal olarak kültürden kültüre değişiklik gösterir. Kültür, içinde yaşayan bireyi şekillendirir. Yani kendi ögelerini bireye öğretir.
4. Dengeleme: Bizim dışımızda cereyan eder. Elimizde olmadan zihni gelişimi etkileyen faktördür. Daha önce bilinen bir durum ile daha sonra bilinmeyen, yeni bir durum arasında kurulan dengedir.
PİAGET’İN ZİHİNSEL GELİŞİM EVRELERİ
Piaget gelişim dönemlerini 4 evrede ele alır.
1. DÖNEM: DUYU MOTOR (DUYU HAREKET) DÖNEMİ:
0-2 yaş grubunu oluşturur. Bu dönemin ana fikri o yaşlardaki çocuğun zihinsel faaliyetleri duyular sonucunda meydana gelir ve çocuk bütün vücuduyla harekete geçer. Bu dönemin önemli unsurlarından birisi nesne devamlılığının olmamasıdır. 4-5 aylık bir bebeğin önünden oyuncağını alıp arkasına koyarsak çocuk oyuncağı artık unutur. Dönemin sonunda ise nesne devamlılığı kazanılmıştır.
2. DÖNEM: İŞLEM ÖNCESİ DÖNEM (SEMBOLİK İŞLEMLER DÖNEMİ):
Mantıksal düşünce gelişmemiştir. 2-6 yaş arasını kapsar. Bu döneme ayrıca sembolik işlemler dönemi de denir. Nesnelerle ilgili semboller geliştirilir. Çocuk, bu dönemde zihninde nesneleri canlandırabilir ve bu canlandırdığı sembolik nesnelerle iş yapabilir. Bu işlem esnasında zaman ve mekan sınırlaması bulunmaz. Sembolik oyunların oynandığı gözlenir. Bu dönemde çocuk tamamen ego-santrik düşüncededir. Çocuklar bir aradayken hepsi kendine göre konuşur ve kimse kimseyi dinlemez. Hepsi kendisinin dediğinin olmasını ister. Diğer bir özellik de özelden özele akıl yürütmedir. Bu dönemde tümdengelim ya da tümevarım yoktur. Her sabah yumurta yiyen bir çocuk eğer kahvaltıda yumurta yememişse kahvaltı yapmadığını söyleyebilir.
3. DÖNEM: SOMUT İŞLEMLER DÖNEMİ:
Bu dönemde, bir önceki dönemin zihinsel işlemleri (Korunum, tersine dönebilirlik) fark edilmiş, yeni zihinsel işlemler kazanılmıştır. 7–11 yaş grubunu içerir.
4. SOYUT İŞLEMLER DÖNEMİ:
Bu dönem 11 yaş ve üstünü kapsar. En zor işlemler bu dönemde yapılır. Zihinsel gelişmişlik yönünden yetişkinliğe geçilmiştir. Formel işlemler dönemi de denir.
FREUD VE PSİKOSEKSÜEL GELİŞİM DÖNEMLERİ
A. ORAL DÖNEM:
Oral, ağız demektir. 0-1.5 yaşları arasını kapsar ve hazzın ağızdan alındığı dönemdir. Çocuk her şeyi ağzına götürerek tanımaya çalışır. İçe alma, bu dönemin özelliğidir. Örneğin, sigara kullanımı oral dönemdeki tatminsizliklerden kaynaklanır.
B. ANAL DÖNEM:
Anüs kelimesinden gelmektedir ve tuvalet eğitiminin başladığı dönemdir. 1.5-3 yaşlarını kapsar. Bu dönemin bir diğer adı da ‘savaş dönemi’dir. Anne ile çocuğun arasında kıyasıya bir savaş başlar. İnatçılık ve cimrilik, bu dönemde kazanılan bir huydur. Kakayı ve çişi aşırı tutmanın cimrilikle bağlantısı vardır.
C. FALLİK DÖNEM:
3-6 yaşlar arasını kapsar ve oidipal karmaşanın görüldüğü dönemdir. Çocuk cinsiyetini 3 yaşında anlamaya başlar. Follus, erkeklik organı demektir. Fobiler, bu dönemin ürünüdürler. Kızlarda da elektra karmaşası vardır. Ayrıca bu dönemde cinsel organlarda haz alma başlar.
D. LATENT DÖNEM:
Bu dönemin en önemli özelliği, saplantılı düşüncenin olmasıdır. Obsesif-kompulsif belirtiler, aslında bu dönemin sorunlarından kaynaklanır.
Bu dönem ilk okul dönemidir. Hazzın nerede olduğunun bilinmediği bir dönemdir. Bu dönemin önemli özelliklerinden birisi de araştırma merakıdır. Bu dönem iyi atlatılamazsa obsesif belirtiler ortaya çıkar.
E. GENİTAL DÖNEM:
Buluğ çağından, 12 yaşından 18 yaşına kadar sürer. Bu dönemin en önemli özelliği kimlik edinme dönemi olmasıdır. Gruplaşmaların önemli olduğu, toplumsal kuralları kabul etme ya da aykırı olma durumlarının yaşandığı bir dönemdir. Karşı cinse ilginin başladığı dönemdir.
Psikanalitik teoriye göre herhangi bir gelişim döneminin sağlıklı atlatılamaması çeşitli bozukluklara sebep olur.
PSİKO-SOSYAL GELİŞİM EVRELERİ
Psiko-sosyal gelişim denilince akla H. Erikson gelir. Freud’un takipçisidir. Fakat Freud’un her şeyi cinsellikle açıklamasını abartılı bulmuştur. Erikson’a göre insan, sosyal bir varlıktır.
Psiko-sosyal gelişimi olumlu ve olumsuz olmak üzere iki uçta ele almıştır.
1. TEMEL GÜVENE KARŞI GÜVENSİZLİK EVRESİ:
Bu dönem Freud’un Oral Dönemine denk düşer. 0-1.5 yaşları arasını kapsar. Bu dönem, çocuğun temel güven duygusunu kazandığı bir dönemdir. Çocuğun ihtiyaçları giderilirse rahat uyuduğu gözlenir. Eğer çocuğun ihtiyaçları sevecenlikle karşılanırsa temel güven duygusu gelişir. Bu dönemde ya temel güven duygusu kazanılır, ya da tam tersi, güvensizlik duyguları kazanılır. Eğer çocuk bakımında sevgi yoksa, bu durum güvensizlik duygusunun gelişmesine sebep olur. Güvensiz çocuklar çevresine ve annesine güvenmemektedir. Her an terk edilme duygusu içindedirler.
2. ÖZERKLİĞE KARŞI ŞÜPHE VE UTANÇ EVRESİ:
Bu dönem Freud’un Anal Dönemine denk düşer. Eğer çocukta güven duygusu gelişmişse çocuk özerkliğe rahat kavuşabilecektir. Bunun yanında çocuk güven duygusu kazanmamışsa şüphe ve utanç duyguları gösterecektir. Bu demek değildir ki ilk dönem başarısız olduğunda tüm dönemler de başarısız olacaktır. Şüphesiz böylesi durumlar telafi edilebilir durumlardır. Bu dönemin en bariz özelliklerinden birisi de çocuğun ‘Ben yaparım’ çeklinde ortaya çıkmasıdır. Yetişkinlerin işlerine karışmalarından pek hoşnut olmazlar.
Bu dönemde tuvalet eğitimi önemli bir yer tutar. Tuvalet eğitimi sırasında annenin baskıcı ve cezalandırıcı tutumu çocuğun özerkliğine engel olur. Bunun sonucunda ileriki yıllarda anormal utanma ve şüphe duyguları yerleşir. Çocukta her duygu normal sınırlar içinde yerleşmelidir. Aşırı koruyuculuk da özerkliği engeller.
3. GİRİŞKENLİĞE KARŞI SUÇLULUK EVRESİ:
Freud’un Fallik dönemine denk düşer ve 3-7 yaş arasını kapsar. Bu dönemin önemli özelliği, çocuk 3 yaşında cinsiyetini fark etmeye başlıyor ve 5. yaşında da bu cinsiyetin kalıcı olduğunu öğreniyor. Bu andan itibaren de cinsiyetin getirdiği rolleri sergilemeye çalışır. Bu dönemde motor beceriler oldukça gelişmiştir. Çocuklara bu dönemde tek başlarına bir işi becerebilme cesareti kazandırılmalıdır. Çocuğa başarması için verilen iş ne çok kolay ne de çok zor olmalıdır.
4. ÇALIŞKANLIĞA KARŞILIK AŞAĞILIK DUYGUSU EVRESİ:
Latent döneme denk düşer. 6-11 yaşları arasını kapsar. Bu dönem sakin bir dönemdir. Çocuk kendi cinsleriyle oynar ve karşı cinse düşmanca duygular besler. Kendini yaşıtlarıyla karşılaştırır ve bunun sonucunda kendisiyle ilgili yargıya (çalışkan-tembel vb.) varır. Uzmanlara göre çocuk kendini başkalarıyla değil de geçmişteki kendiyle karşılaştırırsa daha sağlıklı bir değerlendirmeye varılır. Bu dönemde çocuk, hangi alanda başarılı ise o alanda taktir edilmeli ve o yönü desteklenmelidir. Bu dönemde çocuktan fazla beklentiler içine girmek ileride çocuğun Obsesif bozukluklar geliştirmesine neden olabilir.
5. KİMLİK KAZANMAYA KARŞI ROL KARMAŞASI EVRESİ:
Bu dönem, 12-18 yaşlarını, yani ergenlik dönemini kapsar. Genital döneme denk düşmektedir. Çocuğun vücudu artık yetişkin vücuduna dönüşür. Bu nedenle artık çocuk tavırlarını bırakıp yetişkin tavırlar sergilemesi beklenir. Ancak bu kolay gerçekleşmez. Nedeni ise rollerin değişiminin zor olmasıdır. Bu dönemin önemli özelliklerinden birisi de kimlik kazanma dönemi olmasıdır. Bu dönemde genç anne ve babasına karşı çıkar, kendi kimliğini oluşturmak için başkalarının kimliğini dener veya benimser. Başkalarını model alır fakat sorumluluk almaktan da korkar. Zıt duygular aynı anda yaşanabilir. Kimlik kazanma, ömür boyu süren bir iştir, ancak kimlik kazanmanın özü bu evrede gerçekleşir. Bir yandan çocuk kalmak isteyen genç, diğer yandan da özgürce davranmak ister. Özgürlüğünün kısıtlandığından şikayet eder.
Bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi de tepki kimliğinin oluşmasıdır. Yani genç, kimliğini ararken bazı zararlı gruplara, çetelere girebilir. Anne ve babanın bu durumlardan çocuklarını koruması gerekir. Bu dönemde genç, bir yandan anne babaya karşı çıkarken, bir yandan da onların ilgisini çekmek ister.
TEPKİ KİMLİĞİ:
Bu dönemde genç, ana baba hakimiyetine tepki gösterdiği gibi toplumun hakim kültürüne karşı da olumsuz tavır takınabilir. Bu duruma tepki kimliği kazanma denir.
Erikson 4 kimlik statüsünden bahseder:
a) Başarılı kimlik statüsüne sahip olanlar:
b) Moratoryum kimlik statüsü: Karar verememe, uzatma anlamına gelir. Karar vermeyi sürekli geciktirirler. Aile içi ilişkiler dengesizdir.
c) İpotekli kimlik statüsü: bunalım yaşamazlar ama bağlılık söz konusudur. Anne ve babanın hazır olarak sunduğu duruma bağlanırlar. Dolayısıyla bu durumda bireyleşemezler. Sakıncaları ancak anne babanın yokluğunda hissedilir.
d) Durgunluk kimlik statüsü: Bunalım yoktur, bağlanma da yoktur. Aile içi etkileşim en alt seviyededir. Aile içi ilişki az olduğu için, birey bağlanmaya değer bir durum göremez. Sorumsuzdur.
6. YAKINLIĞA KARŞI YALNIZLIK EVRESİ:
Freud gelişim dönemlerini bu evreye kadar açıklamıştır. Erikson ise bu evreden sonraki gelişim dönemlerini de açıklar.
Bu evrede insanlar, bir önceki evreye oranla daha gerçekçi ilişkiler kurmaktadırlar. Yakınlaşma sağlanamadığı durumlarda insan, yalnızlık duygularına kapılır. İlişkiler yüzeyseldir, gündeliktir ve çıkara dayanır. 18- Orta yaş arasını kapsar. Bu dönemin özelliği iş ve eş seçimidir.
7. ÜRETKENLİĞE KARŞI DURGUNLUK EVRESİ:
Altıncı dönemde yalıtkan olan kişi, bu dönemde üretkendir. Orta yaş dönemini kapsar. Fedakârlık duygusu bu dönemde ön plana çıkar. Kendisi için değil başkaları için yaşar. Ağrıların başlaması, belin bükülmesi, dişlerin dökülmesi ölüme doğru gidişi açıkça belli ediyor. Dolayısıyla kendisi için yaşamaktan çok başkaları için yaşama başlıyor.
Üreticilik duygusundan yoksun kişiler kendi çıkarlarını ön plana alarak yaşarlar. Bu nedenle üretmezler, durgun ve verimsizdirler.
8. BENLİK BÜTÜNLÜĞÜNE KARŞI UMUTSUZLUK EVRESİ:
Yaşlılık dönemini kapsar. Her insan geçmişini film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirir ve yaptıklarının muhasebesini yapar. Bir senteze ulaşır, Hedeflerim neydi? Neleri yapabildim? Neleri yapamadım? gibi sorular sorarlar. Bu sorulara olumlu cevaplar bulabilenler ölümü de kabullenmekte zorluk çekmezler. Çünkü benlik bütünlüğüne ulaşmışlardır.
AHLAKİ GELİŞİM
Ahlaki gelişim, neyin iyi-kötü, neyin doğru-yanlış olduğuna ilişkin bir bilinç geliştirme işidir. 2 tür ahlak vardır:
DIŞTAN DENETİMLİ AHLAK
Böyle bir ahlak geliştirmiş kişi, otoritenin olmadığı yerde her şeyi yapabilir. Böyle bir ansana ahlaklı diyemeyiz. Ahlaklı olması sadece otoritenin dayatmasına bağlıdır.
İÇTEN DENETİMLİ AHLAK
Asıl ahlaklı kişiler içten denetimlidirler. Ahlaki bir doğruyu yapmak onların vicdanlarından kaynaklanır.
KOHLBERG AHLAKİ GELİŞİM İLKELERİ
1) GELENEK ÖNCESİ DÜZEY
İlk 10 yaşı kapsar. Örf, adet, gelenek, ayıp, günah gibi kavramların hiçbir etkisi yoktur. Gelenek öncesi düzey 2 alt evreye ayrılır:
1. EVRE: BAĞIMLI EVRE
Okul öncesi dönemdir. Otoritenin isteklerine körü körüne bağlıdır. Otoritenin doğrusu onun doğrusu, yanlışı da onun yanlışıdır. Çocuk henüz kendine özgü bir doğru yanlış kavraması geliştirememiştir. Otoritenin cezalarına dikkat ediyor ve cezadan kaçınmak için iş yapıyor.
2. EVRE: ALIŞ-VERİŞ EVRESİ (ÇIKARCILIK, BİREYCİLİK)
Somut değişime dayanan alışveriş onun ahlaki sistemini geliştirir. Her şeyde bir karşılık bekler. Bugün uslu durdum, babam bana çikolata aldı mantığı hâkimdir. Bu mantığın zorunlu sonucu olarak çocuk, uslu durmak iyidir bilincini geliştirir.
2) GELENEKSEL DÜZEY
3. KARŞILIKLI KİŞİLERARASI BEKLENTİLER DÖNEMİ:
Ortaokul dönemini kapsar. Buluğ çağının başlangıcıyla 16 yaş arası dönemdir. Başkalarının beklentilerine göre davranma ön plana çıkar. Bu dönemde iyi ve doğru olan, arkadaşlarının beklentisi yönündedir. Ana fikir; beklenti doğrultusunda davranır.
4. SOSYAL SİSTEM EVRESİ:
Bu dönem 16-20 yaş arasını kapsar. Bu dönemde genç, toplum düzenini koruma, toplumun refahını düşünme ve kanunlara uyma konusunda bilinç geliştirmeye başlar. Bu dönemde töreler davranışları etkiler. Toplumsal sistemin bozulmaması için bir gayret içine girerler.
İnsanların çoğu bu ahlaki evrede takılıp kalıyor ve 5. Evreye geçemiyorlar. İyi olan, geleneklere, otoriteye uygun olandır anlayışı hakimdir.
3) GELENEK ÖTESİ DÜZEY
5. SOSYAL ANLAŞMA EVRESİ:
Bu dönem, önceki dört evrenin de kırıntılarını içinde bulundurur. Bu evrenin 4. Evreden farkı ise, çoğunluğun hakları bu yolla korunduğu için kanunlara uyulur. Burada kanunlara uymak kör bir amaç olmaktan çıkıyor, bir araç haline geliyor. Özünde özgürlük kavramı savunulur. Sosyal anlaşmayı sağladığı sürece var olan kurallara uyulur.
6. EVRENSEL AHLAKİ İLKELER EVRESİ (MANTIK):
İçinde yaşanılan toplumun sınırları aşılıp daha evrensel değerler benimsenir. Yani benim insanım değil, tüm insanlar denilir. Mantığın hakim olduğu bir evredir. 5. Evreden evrensellik olarak ayrılır. 5.6. evrelerdeki kişi kendini geliştirmiş ve gerçekleştirmiş bir insandır.
ORTA YAŞTAKİ PROBLEMLER
AKLA KARŞI FİZİKSEL GÜCE DEĞER VERME:
40 yaş civarlarında bir dönüm noktası yaşanır. İnsanın fiziksel gücü azalır. Bu nedenle de fiziksel güce sıkı sıkıya sarılır. Fakat bu gücün azalmasının önüne geçilemez ve kişiyi anksiyeteye sürükler. Dolayısıyla kişi çöküntüye uğrar. Hatta bu nedenle doktor doktor gezmeye bile başlayabilir. Çözüm ise; akla değer vermedir. Aklımızla ortaya koyduğumuz eserler kalıcıdır. Zekanın yaşlandıkça düşündüğü şeklinde bir inanç vardır ki bu tamamen yanlıştır. Düşen şey, öğrenmenin hızıdır. Ayrıca yaşlılar gençlerden daha geniş bir zihinsel kapasiteye sahiptir.
İNSAN İLİŞKİLERİNDE TOPLUMSALLAŞMAYA KARŞI CİNSELLEŞME:
Erkek ve kadınlarda fiziksel gücün azalmasına bağlı olarak cinselliğin de düşüş göstermesi doğaldır. Bu nedenle cinselliğe gereğinden fazla önem verenler orta yaşlarda problem yaşamaktadırlar. Cinselliğe ‘olmazsa olmaz’ koşuluyla yaklaşanlar belli bir dönemden sonra (kadınlarda menopoz) büyük problemler yaşayabilmektedirler.
Çözüm: İlişkilerimize yeni bir boyut katmak zorundayız. Bu da insan ilişkilerinde sosyalleşmeye önem vermekle olur. Kişi eşine cinsel yönden değil de sosyal yönden önem verirse, ilişkilerde sevgi, saygı, paylaşım ön plana alınırsa bu dönem problemsiz bir şekilde atlatılır.
DUYGUSAL ESNEKLİĞE KARŞI DUYGUSAL YOKSUNLAŞMA:
Arkadaşlardan yetim olmak. ‘Akran-ı Yetim olmak’. Bu dönemde kişinin eşi, dostu ölmüştür ve çevresini yavaş yavaş kaybetmenin etkisi altındadır. Kişi kendini fazlalık gibi görmeye başlar. Herkes ölmektedir ve kendisi de yeni ilişkilere girmektedir. Yeni çevreye uymada sorunlar yaşanıyor. Çözümü ise, duygusal esnekliktir. Eskiden kalmış katı alışkanlıklardan vazgeçerek, daha esnek olarak bu dönem problemsiz atlatılabilir. Esneklik kazanmak için kişi önce kendi geçmişine bakmalıdır. Hep olumlu şeyleri görecek şekilde, hep kendi gözüyle görmemelidir. Farklı açılarla bakmalıdır. Böylece esneklik kazanabilir. Gerçekçi bir tavırla yeni duruma uyum sağlamaya çalışmalıdır. Artık çocuğunun ailesiyle ve torunlarıyla sıcak ilişkiler kurmaya yönelmelidir.
ZİHİNSEL ESNEKLİĞE KARŞI ZİHİNSEL KATILIK:
İnsanlar, eski deneyim ve tecrübeleriyle şu an ki problemleri çözebilirler. Ama bazı problemler vardır ki, tecrübeler bir işe yaramaz ve yeni yöntemler gerektirir.
Zihinsel Katılık: Kişinin, tecrübelerini yegane ve tek doğrular olarak kabul etmesidir. Dolayısıyla eski tecrübelerinin yerine yenisini ikame etmezse kişide zihinsel katılıktan bahsedebiliriz. Bu durum bir çok çatışmanın da temelidir. Kişi yeni tecrübelere kendini kapatır. Her zaman ‘bizim zamanımızda’ şeklinde başlayan cümleler kurar. Bu durum kendi yanlışını görmesini de engeller. Hızla değişen dünyada böylesi bir tutum kişiyi hem tutucu, bağnaz bir duruma düşürür, hem de değişen şartlara uyumu zorlaşır. Oysa ki kişi, yeni çözüm yollarını görerek problemlerini çözebilir ve bu sayede daha mutlu olabilir.
YAŞLILIK SORUNLARI
Ego ayrışmasına karşılık iş rolünün ağırlık kazanması: Yaşlılıkla birlikte insan emekli olarak hem işini kaybediyor, hem de birçok sosyal rolünü ve statüsünü kaybediyor. Fonksiyonlarının yitirilmesi kişide benli (Ego) parçalanması yolunda bir eğilim oluşturuyor. Ego parçalanmasını önlemek için iş rolüne ağırlık verilmelidir. Kişi emekli olsa bile bir işle meşgul olması ona doyum sağlar.
Bedenin aşılmasına karşı bedene aşırı ilgi: Yaşlanmayla beraber bir takım rahatsızlıklar da ortaya çıkar. Tüm bunlar ilginin bedene dönmesine neden olur. Bazen bir rahatsızlık olmasa bile yine de doktora gitmek ister. Kendine bakanlara da sürekli şikayet eder. ‘Beni doktora götürmüyorsunuz’ der. Hastaneye gidince de doktor beğenmez. Bedenine bu kadar düşkün bir kişi hem kendini, hem de çevresini rahatsız eder. Belli bir yaştan sonra sağlıklı olma isteği adeta suyun akışını tersine çevirme isteğidir. Kişinin yaşlanan bedenine alışması, yaratıcı etkinliklerde bulunması ve içinde bulunduğu dönemin özelliklerini normal olarak karşılaması yaşamında doyuma ulaşmasına neden olacaktır. Nasıl ki fiziksel olarak gelişirken hiç yadırgamadıysak, bu özelliklerin yitirilmesine de böyle bakmalıyız.
Ego aşkınlığına karşı, egoya aşırı ilgi: Yaşlılıkla birlikte ölümün, kaçınılmaz olduğunu algılamaya başlarız. Ego üzerinde aşırı ilgiye yönelen kimseler, ben ölmeyeyim, nasıl daha uzun yaşayabilirim gibi düşüncelere kapılıyorlar. Kişinin kendini yaşatma konusundaki çabası normal ilişkilerini bozar ve hem kendini hem de çevresini rahatsız eder. Çünkü kesin olarak belli bir zaman sonunda ölüm kaçınılmazdır. Kişinin egosunu aşması için, kendini ölümsüzleştirmenin imkansız olduğunu bilerek yaşaması gerekir. Kişi üretkenlikle, ortaya konulan bir eserle, gelecek nesillerin faydasında sunulacak etkinliklerle bu dönemde daha doyumlu bir yaşama kavuşabilir.
Yaşlanma teorileri de gösteriyor ki, yaşlılık, geri dönülmez bir süreçtir.
Gerontoloji: Yaşlılıkla ilgili incelemeler yapan bilimdir.
Geriatri: Yaşlılığın sağlık sorunlarıyla ilgilenen ve bu sorunları çözmeye, tedavi etmeye çalışan bilimdir.
YAŞLILIKLA İLGİLİ TEORİLER
GENETİK PROGRAMLAMA:
Genlerde programlar vardır. Yani genlerin hepsi önceden programlanmıştır. Önemli olan gençlik genleridir. Orta yaşta gençlik genleri durur ve yaşlılık genleri çalışmaya başlar. Yaşlanma hadisesi de yaşlılık genlerinin çalışmasıyla ortaya çıkmaktadır. Genler elden çıkarılabilecek bedenler üretmektedir. Dolayısıyla tüm bedenlerin sonu ölümdür. Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır.
ZAMAN AYARLAMA:
Bu teoriye göre yaşlanma, zaman içinde çeşitli organların derece derece bozulmasıyla ortaya çıkıyor. Bu bozulmanın merkezi, hipotalamus’un içindeki biyolojik saattir. Bu biyolojik saat Pitüver bezi (Hipofiz)dir. Pitüver bezinin gönderdiği sinyaller sonrasında hormon dengesinde bozulmalar olur. Bu bozulmayla birlikte de yaşlanma başlıyor.
BAĞIŞIKLIK MEKANİZMASI:
Bu teoriye göre yaşlılık, bağışıklık sistemimizdeki imkanların azalmasıyla başlıyor. Bağışıklık (savunma) sistemi, yaşlanmayla birlikte kendi çalışan hücresini de yok etmeye çalışıyor.
DNA’NIN ONARIMI:
İnsan bedeninde bir çok metabolik hadise meydana gelmektedir. Metabolizma esnasında kirlenme, radyasyona maruz kalma vb. pek çok hadise cereyan eder. DNA’nın onarım yeteneğini yavaş yavaş kaybetmesiyle birlikte yaşlanma ve ölüm meydana gelmektedir.
KOPYA YANLIŞLARININ BİRİKMESİ:
Her hücrede protein sentezi olur. Bu sentezler sırasında da bazı yanlışlıklar meydana gelir. Yanlışlar arttıkça bir sentez diğerinden kötü oluyor ve sonraki ise daha kötü oluyor. İşte bu yanlışlıklar sonucu yaşlanma artıyor. Sonuçta yanlışların tekrar tekrar kopyalanması sonucu yaşlanma artmaktadır.
METABOLİK ARTIKLAR:
Bu teoriye göre organizmaların yaşlanma sebebi şudur: Organizmada sürekli metabolizma faaliyetleri vardır ve bu faaliyetler neticesinde artıklar oluşur. Bu artıkların bir kısmı atılırken, bir kısmı ise kalır. Bu artıkların birikmesi ise metabolizmanın faaliyetini bozuyor ve değiştiriyor. Artıklar moleküllerin katılaşmasına sebep oluyor. Böylece kendini yenileyemiyor ve yaşlanma gerçekleşiyor.
Tüm bu teorilere genel olarak baktığımızda hepsinin biyolojik temelli açıklamalarda bulunduğunu görmekteyiz. Ayrıca tüm teorilerin de doğruluk payları vardır.
Hakan TOKGÖZ
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Gelişim Psikolojisine Yön Veren Teoriler" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Hakan TOKGÖZ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Hakan TOKGÖZ'ün izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |
2 Beğeni
Yazan Uzman
|
çocuk gelişimi, gelişim psikolojisi, çocuk gelişimi psikolojisi, gelişim psikolojisi teorileri, gelişim psikolojisinde teoriler, gelişin teorileri, gelişim evreleri
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.