2007'den Bugüne 92,259 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Terk Depresyonu
MAKALE #18330 © Yazan Psk.Erol AKDAĞ | Yayın Nisan 2017 | 7,860 Okuyucu
Masterson, psikiyatrist olarak 1960 yıllarda çalıştığı hastanede, ergen bölümünde faaliyetlerini yürütüyordu. O dönemlerde ergen bunalımı adı altında bir grup ergenin çeşitli şikâyetlerle, çeşitli semptomlarla kliniğe başvurduğu veya aileleri tarafından kliniğe getirildiğini gözlemliyordu. Bu gençler üzerinde yapılan çalışmalarda, klinikte veya polikliniklerde tedaviye alındıkları fakat genel kanaatin, “bunlar ergenlik bunalımıdır, zamanla geçecektir” şeklinde ileriye yönelik herhangi bir araştırmanın, incelemenin yapılmadığını gözlemliyordu.

Klinisyenlerle girmiş olduğu tartışmalarda, ergenlik bunalımının gelip geçici bir şey, büyüdükçe kaybolduğu şeklindeki sonucun, hangi bilimsel veriye dayandığına dair yaptığı incelemelerde, tamamen bir hayal kırıklığına uğruyordu. Ergenlik bunalımı diye adlandırılan ve büyüdükçe kaybolacağına inanılan hastaların, ergenlerin şikayetlerinin uzunca yıllar devam ettiğini tespit ediyordu. Ergen bunalımının ilerledikçe geçtiğine dair kanaat bir şehir efsanesinden başka bir şey değildi. Masterson klinikte yapmış olduğu çalışmalarda ergenlerin, tedaviden ve ilk değerlendirmeden beş yıl sonra bile %50’sinin aynı şikayet ve sıkıntılarla hayatına devam ettiğini görmüştü.

Masterson çalışmalarını, ergenlik bunalımı altında çeşitli şikayetlerle polikliniğe veya kliniğe müracaat eden hastalar üzerine odakladığında, incelemelerini detaylandırdığında büyüdükçe geçen ve kaybolan şikayetler değil bir kısmının kalıcı ve ciddi bir sendromal yapı olduğunu fark etti. Bu hastalara odaklandı ve çalışmalarını bunlar üzerinde geliştirdi. Bu gençler, temelde kliniğe depresyon, eyleme vurma, okuldan kaçma ve uyuşturucu şeklinde benzeri şikayetlerle başvuruyorlardı ve bunlara borderline kişilik bozukluğu tanısı konuluyordu. Evet, bu durumda sınır durum ergenin tedavisi ve bunlarla yapılacak çalışmalar ne olabilirdi?

James Masterson bu ergenlerle yaptığı takip çalışmalarda ilginç bir şey tespit etti. Eyleme vurmalarını kontrol etmeye çalıştıkları hastaların depresyona girdiklerini gördü. Bu da eyleme vurmanın depresyona karşı bir savunma olduğunu belirten ilk psikodinamik düşünceye yol açtı. Yani hastalar kliniğe yatırıldıklarında ve eylemleri kontrol altına alındığında, şikayetlerinin önüne geçildiğinde iyileşecekleri yerde depresyona giriyorlardı. Soruyu tersinden sordu. “Bu hastalar acaba depresyondan kurtulmak için eyleme mi vuruyorlardı?” “Bir takım şikayetleri ve uyuşturucu benzeri durumlardaki tepkileri, okuldan kaçmaları depresyondan kurtulmak için alternatif bir çözüm müydü?” Bunun üzerine kafa yormaya başlamış ve kuramının ilk çekirdeğini bu şekilde oluşturmuş oldu. Eyleme vurmalar kontrol altına alındığına göre, hastanın iyileşmesi gerekirken depresyona doğru bir yönelim göstermiş olması, tersinden soruyu sordurdu. Depresyona giren ergenler, borderline ergenler depresyonun sıkıntısından kurtulmak için eyleme vurarak kendini rahatlatıyor olabilirler miydi?

Bu sorularla kafası karışan Masterson kütüphanede araştırmalara yoğunlaştı, tam o sırada Bowlby’nin ve Margaret Mahler’in çalışmaları ile karşılaştı. Margaret Mahler’in otizm ve sembiyoz varlık ve kimlik arasındaki bozukluğu iki makalesi ile karşılaştığında ve Mahler’in çektiği bir filmi izlediğinde “evet” dedi. Bebeklerin psikolojik gelişim sürecinde, gelişimsel dönemlerinde, Mahler ’in -yeniden yakınlaşma evresi- dediği ikircikli davranışları aynı ergenlerin davranışlarına benziyordu. Dolayısı ile ergenlerin Mahler’in belirtmiş olduğu gelişim süreçlerinin herhangi birisinde takılıp kaldığını, gelişimsel bir duraklama içerisinde olduğunu fark etti.

Bebeklik dönemindeki, yeniden yakınlaşma krizi yaşayan bebekler, nasıl ayrılma bireyleşme sıkıntıları yaşıyor ise ergenlerin de aynı şekilde ayrışma bireyleşme sıkıntısı yaşadığına karar verdi. Borderline ergenin sorununun, egonun gelişimsel duraklaması ve annenin egonun gelişimini desteklemedeki yetersizliğinden kaynaklandığını, yani ayrılma bireyselleşme sürecinde bebeği başarısızlığa uğrattığını ifade ediyordu. Bu destek eksikliği diğer savunmaların yanı sıra önceki gelişime karşı savunulan terk depresyonu şeklinde ortaya çıkıyor, yaşantılanıyordu. Bu durum terapötik yöntem olarak savunmalarla yüzleşmenin benimsenmesine yol açtı. Masterson, ayrışma ve bireyleşme süreçlerinde terk depresyonu yaşayan hastalarla yüzleştirme tekniği uygulayarak yaptığı çalışmalarda, hastaları, savunmalarını yani eyleme vurma olarak ortaya koymuş olduğu savunmaları (bölme mekanizması etkisi altındaki savunmalarla) yüzleştirdiğinde tedaviye doğru gittiklerini gördü.

Uygulamadan beş yıl sonra tedavideki başarısı tamamlandığında yeni kitabını yayınladı. “Borderline Ergenden İşlevsel Yetişkine, Zamanın Testi.” 1980’de Masterson artık ergenle girdiği bu yolculukta Borderline Kişilik Bozukluğu organizasyonunu gelişimsel psikoloji açısından değerlendiriyordu. Psikodinamik bir bakış açısı getiriyordu. Ve dönemin Borderline yaklaşımları ile ilgili kendi kuramını sorguluyor, benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koymaya çalışıyordu. Borderline kişilik bozukluğunu, tamamen Mahler’in belirtmiş olduğu, otistik sembiyotik, ayrışma ve bireyleşme dönemindeki ayrışma ve bireyleşme döneminin farklılaşma, uygulama ve yeniden yakınlaşma alt evresi olarak tanımladığı yeniden yakınlaşma alt evresinde gelişimsel bir duraklamaya bağlıyordu. Bu gelişimsel duraklamada; hem kendinin, hem egonun, hem de nesne ilişkilerinin gelişimsel duraklaması sonucunda özel bir klinik tablonun ortaya çıktığına inanıyordu.

Masterson’ın kafasındaki diğer bir soru, anneye dair libidinal ulaşılamazlık ve gelişimsel duraklama arasındaki bağlantıyı nasıl tanımlayabilirdi? Bu soru nesne ilişkileri kuramı ve intrapsişik yapı ile cevaplanabildi. Masterson şöyle diyor;
“Bu zamana kadar ilk uygulamamda, bu soruyu yetişkinlerle çalışarak cevaplamaya çalışıyordum. Bu durum materyal libidinal ulaşılamazlığın intrapsişik sonuçlarına diğer bir deyişle nesne ilişkileri biriminin oluşturulması için anne çocuk etkileşiminin içselleştirilmesine odaklanmama yol açtı. Bu aşamada gelişimsel yaklaşıma nesne ilişkilerini de ekledim. Dört düşünceyi bir araya getirdim.
1- İlk üç yılda ayrılma bireyleşme evresinin annenin libidinal ulaşılamazlığı
2- İntrapsişik yapının nesne ilişkileri kuramı
3- Zihinsel işleyişin iki ilkesi üzerine Freud’un makalesi
4- Borderline hastaların iyileştikçe daha kötü, yani daha depresif hissettiklerine dair kendi klinik gözlemlerim.


Bunun sonunda Borderline Üçlüsü olarak adlandırılan bir kavram ortaya çıktı. Kendilik aktivasyonu anksiyeteye ve depresyona, bunlar da savunmaya yol açıyor.”
Masterson burada betimlemiş olduğu kendilik kuramını, terk depresyonu kuramını, ilk çekirdeği olan nesne ilişkilerini de ortaya katarak netleştirmişti. Artık borderline üçlüsü olarak tanımladığı bir ana kuramı vardı. Üç saç ayağı üzerinde duruyordu. Bebek ne zaman ki kendiliğini gerçekleştirecek bir kendilik aktivasyonu yapıyor, o zaman anne libidinal enerjisini bebekten çekiyor. Çocuk terk depresyonuna düşüyor, anksiyete, bunaltı ve depresyona giriyordu. Bunun önünü alabilmek için de savunmaya başvuruyordu. Ergenlerde borderline kendilik bozukluğu veya kişilik bozukluğu olarak nitelendirdiği durum erişkinlerde de ne zaman bir kendilik aktivasyonu yaparlarsa, hemen ardından içsel nesne ilişkileri tasarımı aktifleşiyor, iç dünyaları kendilerini anksiteyete ve depresyona sokuyor, anksiyete ve depresyona dayanamayan birey bunlara karşı savunmalar üretiyordu.

İşte Masterson bu süreci, borderline kişilik bozukluğunu daha da geliştirerek, bunları bir kendilik bozukluğu kavramı olarak değerlendirdi. 1980li yıllara ulaştığında artık Masterson gelişimsel psikoloji, nesne ilişkileri, ego psikolojsi yanında kendine ait olan Kendilik kavramını geliştirecekti. Gerçek Kendilik. Yıl 1985’lere gelmişti. 1985 yılında şunlara vurgu yapıyordu.

Kendilik Üçlüsü dediği kendiliğe yapılan vurgu ego ve nesne ilişkileri perspektifinde bir değişime yol açtı. Ego ve nesne ilişkileri yanı sıra kendiliğin gelişimsel duraklamasının temel patoloji olduğu anlaşıldı. Hatta üçlünün sadece borderline değil bütün kişilik bozukluklarına uygulanabilir olduğu ortaya çıktı. Masterson bu noktadan itibaren sadece borderline kişilik bozukluklarına açılım ve tedavi stratejisi geliştiren bir klinisyen değil, artık bütün kendilik ve kişilik bozukluklarına izah tarzı getirebilecek bir kuramcı olmak üzere kendi kuramını inşa etmeye başlamıştı. Sonuçta bunu, kendilik üçlüsü bozuklukları olarak yeniden adlandırıldı. Artık sadece borderline bir klinik tabloya izah getirmiyor, tüm kişilik bozukluklarına kendi deyimi ile, “Kendilik Üçlüsü Bozuklukları” ismini veriyordu. Böylece yaklaşım gelişimsel, kendilik ve nesne ilişkileri yaklaşımı haline geldi.

Bütün kişilik bozukluklarının temel psikodinamik temelini kendilik üçlüsü bozukluğu olarak işaretlendirdi ve klinik olarak betimlendi. Bu çerçevede klinik işlemi, bu üçlünün klinik değişkenlerini tanımlamak, gelişimini devam ettirebilmesi için kendiliği özgür bırakıp savunmalarına karşı koruyabilecek şekilde müdahale ederek, kendiliğin ve terk depresyonun ortaya çıkması ve bunun derine çalışmasını sağlamak oldu. Bu çalışmanın sonucunda Masterson, Gerçek Kendilik, Görünen Kendilik ve Kendilik Bozukluklarının Psikoterapisi kitaplarını yayınlayarak, peş peşe bütün birikimini bu kitaplara aktararak kendi kuramını çerçeveleştirmiş ve netleştirmiş oldu. Sadece nesne ilişkileri, ego psikolojisi, dinamik kuram değil aynı zamanda bağlanma kuramı ve nörobiyolojik beyin araştırmalarına katkıda bulundu. Kendilik gelişimine yönelik olarak nörobiyolojik beyin araştırmalarının bu kurama iki önemli katkısı olmuştu.

Birinci katkısı bağlanma kuramı olarak anne ve çocuk arasındaki etkileşimlerin kendiliğin gelişime yönelik etkilerine dair kuramı doğrulayan ve zenginleştiren bilimsel açıdan bir temel sağlamasıdır.

İkincisi nörobiyolojik beyin araştırmalarının kendiliğin gelişime ve işleyişine dair ilk defa nöronla bir temel bulunmasını sağlamış olmasıdır. Masterson Kuramı bu şekilde çerçevelenip netleştikten sonra kuramın dayanağı olan Margaret Mahler, gelişimsel psikologlar ve bağlanma araştırmacıları arasındaki çelişkili yaklaşımların izahıydı.
Bilindiği gibi Masterson ilk defa borderline ergenler üzeride yaptığı çalışmalarda kuramını, Margeret Mahler’in bebekler ve çocuklar üzerinde yapmış olduğu çalışmalara ve makalesine dayandırmıştı. Orada da makalenin Mahler’in belirtmiş olduğu ayrışma ve bireyleşme döneminin yeniden yakınlaşma evresinde çocukların ikircikli tavırlarını ergenlerin ikircikli tavırlarıyla örtüştürmüştü. Annenin libidinal ulaşılabilirliğini temel nokta alarak annenin çocuğun libidinal ulaşılabilirliğine izin vermemesi sonucunda, çocuğun terk depresyonuna düştüğünü, bunun savunma ile telafi edilmeye çalıştığını betimleyen kuramını kurmuştu. Mahler’in kuramı uzunca bir süre tek kuram olarak, çocuğun gelişimsel yapısını izah eden gelişimsel psikolojinin ana kuramı olarak kaldı.
Fakat hemen ardından yapılan çalışmalarda özellikle Stern’in çalışmaları Mahler’in kuramını bir nevi tepetaklak, alaşağı etti. Mahler otistik ve sembiyotik dönemlerden bahsediyor, çocuğun ayrışma ve bireyleşme ile ilgili süreçlerini anlatıyordu.
Stern’in çalışmaları ise tamamen farklıydı. Mahler’in çalışması daha çok gözleme ve subjektif bir takım şeylere dayanırken, Stern’in çalışmaları daha çok objektif daha çok bilimsel kriterler ve daha çok ispat edilebilecek yapılara dayanıyordu. Mahler kuramında 0-2 ayı otistik, 3-18 ayı sembiyotik, 18-36 ayları ayrılma ve bireyleşme dönemi olarak adlandırılıyordu. Ayrılma ve bireyleşme dönemini farklılaşma, uygulama ve nesne sürekliliğine varılacak olan dönem olarak tanımlarken, Stern bu evrelerin hiç birinin olmadığını iddia ediyor ve Mahler’in bu çalışmaların karşı geliyordu. Stern’e göre ne bir otistik evre var idi, ne sembiyotik evre vardı, ne de ayrılma ve bireyleşme diye tanımlanan ve Mahler’in üç alt evresini, tanımlamış olduğu normal çocuktan hiç birinde gözükmüyordu.

Bunun yerine Stern’in kendisinin betimlemiş olduğu dört çekirdekten bahsediyordu. Stern’e göre çocuk anneyi bilişsel olarak doğumdan itibaren ayrı görmeye programlanmış bir şekilde doğuyordu. Çocuk dört evreden aktif bir şekilde geçiyordu ki, 0-2 görünen kendilik, 2-6 ay evresi çekirdek kendilik, 7-9 ayı özneler arası kendilik, 15- 18 aylık evreyi sözlü kendilik olarak tanımlıyordu.

Çocuk için annenin baştan itibaren ayrı bir varlık olduğunu vurguluyor ancak duygusal ayrılma konusunda bu kadar net olmadığını belirtiyordu. Ayrıca annenin çocuğun hakkında görüşlerinin, çocuğun gelişimi hakkında çok önemi olduğunu belirtiyordu. Bu durumda Masterson’ın kuramı Mahler’e dayanması itibari ile acaba çöküyor muydu? Stern Mahler’in belirtmiş olduğu “bir çocuğun gelişimi evreleri” olarak tanımlamış olduğu tüm evrelerin yokluğunu ispat etmiş ve göstermişti. O zaman Masterson’ın kuramı nereye oturacaktı? Daha da ötesi gelişimsel psikoloji açısından değil de sadece çocuğun nesne ile bağlantısı açısından daha objektif gözlemlere dayalı çalışmalar Bowlby’nin çalışmaları ile yapılmıştı ama klinisyenler tarafından göz ardı edilmişti.
1969 yıllarında başlayan bu çalışmalar daha sonra da öğrencileri Ainsworth tarafından devam ettirildiğinde çocukların nesnelerle ilgili olarak ilk on ay içerisinde hiç bir bağlantılarının bulunmadığını, daha sonradan bir bağlantı içerisinde olduğunu ifade etmişti. Bu da Mahler’in kuramına ters idi. Stern’in bir takım tespitlerine de tersti. Hiçbir sembiyotik, otistik evre olmadığı gibi on ay içerisinde çocuğun nesne ile bir bağlantısı yoktu. Bağlantı daha sonra kurulan bir yapıydı. İlk on ayda oluşuyordu. Yavaş yavaş oluşuyordu. Çocuğun anneden ayrışma dönemi daha sonra ortaya çıkıyordu. Bowlby’nin gözlemleri ayrılma aşamasına, hastaneye yatırılmaları veya yuvaya gitmeleri nedeni ile ayrılan çocukların tepkisine yönelikti. Tepkileri; karşı çıkma, yeniden birleşme arzusu, umutsuzluk ve kopma olmak üzere üç evreye bölmüştü. Yani bir çocuk aileden ayrıldığında önce karşı çıkıyor, ardından yeniden birleşme arzusu duyuyor. Fakat bu arzusu yerine getirilmediğinde, bir süre sonra umutsuzluk ve kopma duyguları yaşıyordu.

Bowlby’nin gözleme dayanan bu çalışmaları, Ainsworth tarafından bir laboratuar ortamında 12 aylık anneden hiç ayrılmamış bebeklerin tepkileri ölçüldüğünde çok ilginç sonuçlarla karşılaşıldı. Burada da anneden ayrılmayı hiç tecrübe etmemiş çocukların, anne ile ilişkilerinde, anne ayrıldığında ve geri döndüğünde verdikleri tepkiler farklıydı. Bir grup bebek, araştırmacılar tarafından güvenli bağlanma stili olarak tanımladıkları bir güvenli stil geliştirirken, bir grup bebek ise güvensiz stil olarak tanımlanan farklı bir stil geliştiriyordu. Bu güvensiz sitil de kendi arasında kaçınmacı ve ikircikli-dirençli olarak ikiye ayrılıyordu. Daha sonra yapılan daha derinliğine araştırmalarda üçüncü bir grup daha görüldü ki, bunlar da düzensiz-şaşkın olarak isimlendirildi.

1980li yılların ortalarında yapılan çalışmalarda erken dönemde edinilen bu bağlanma ilişkilerinin erişkinlik döneminde ve ileriki dönemlerde aynen devam ettiğini gösteren bir çok kanıt toplandı. Erken bağlanma düzeyinin daha sonraki yıllarda intrapsişik temsil olarak içeride bulunduğunu gösteriyordu ve bağlanma stilleri yetişkinlere kaydırıldı. 80li yılların ortalarında Main ve Goldwyn’in yaptığı çalışmalarda Yetişkin Bağlanma Görüşmesi ismi altında yapılan, geliştirilen ölçeklerle, yetişkinlerin de birbirleri ile olan bağlanma stillerinin güvenli ve güvensiz olmak üzere iki ana grupta, güvensizin de kendi içerisinde kayıtsız ve endişeli, üçüncü grup olarak çözümsüz ve düzensiz, dördüncü grupta güvensiz bağlanma stili geliştirdikleri görülmüştü. Güvensiz bağlanma stili olan annelerin çocuklarında aynı şekilde, kendilerinin güvensiz bağlanma stillerini çocuklarına aktarırken, güvenli bağlanma stili olan annelerin çocukları da güvenli bağlanma stili ile gelişiyorlardı. Bu yapı da Mahler’in yapısına ters idi. Bu durumda Masterson’ın dayanmış olduğu Mahler’in kuramı bir taraftan çöküyor diğer taraftan da olayları izah etmeye çalışıyordu. Masterson bu çalışmaları bir değerlendirme yapmak için bir araya getirdi. Yapılan araştırmaların sonucunda, özellikle Margaret Mahler’in yapmış olduğu çalışmanın, denek grubunun patolojik annelerin çocuk gruplarından oluşturulmuş olduğu anlaşılmıştı. Bu da gösteriyor ki normal çocuklardaki gelişimle patolojik ailelerin çocuklarındaki gelişim süreçleri farklıydı. Bu Mahler’in bulduğu bulguların yanlış değil, borderline annelerin özellikle çocukların gelişim stratejilerine uygun olduğunu betimliyordu. Normal sağlıklı çocuklarda gözükmeyen dönemsel yapılar, patolojik annelerin çocuklarında rahatlıkla ortaya çıkabiliyordu. Bu bulgular Masterson’un bulguları ile örtüşüyordu. Patolojik anne yani libidinal ulaşılabilirliği mümkün olmayan annelerin bebeklerinde gelişimsel duraklama ortaya çıkıyor veya patolojik gelişme ortaya çıkıyor, dolayısı ile bunların borderline yapılanması anneyle ilintilendiriliyordu.

Masterson kuramının temelinde borderline patolojilerinin veya kendilik patolojilerinin gelişiminin anne ile ilintili olduğuna dair temel bakış tarzı vardı. Bakıcının yeteri kadar bakıcılık fonksiyonlarını üstlenmemesi sonucunda ağır ciddi kendilik bozuklukları ortaya çıkıyordu ki, Margaret Mahler’in çalışmaları bunları doğruluyordu. Stern’in çalışmalarına bakıldığında, Margaret Mahler’in çalışmaları ile aynı değildi. Stern’in çalıştığı grup daha normal gruplar olması nedeni ile, Masterson’a göre, Mahler’in elde ettiği bulgulara ulaşamıyordu.

Farklı kuramların farklı şekillerde ortaya çıkmış olması, Masterson’ın bu kuramsal farklılıkları ve araştırmaları kendi aralarında entegre etme ve bütünleştirme gibi bir rol üstlenmesine neden oldu. Tam bu sırada Masterson bu kuramları bir araya getirebilecek yeni açılımlar getirmeye çalıştı. Margaret Mahler’in yapmış olduğu çalışmalar borderline kendilik patolojilerini izahta bize çok iyi bir açılım sağlıyor... Klinik tabloları izah etmede ve uygulayacağımız teknik yaklaşımların, tedavi yaklaşımlarının araştırılmasını ve sonuçlandırmasını temin ediyor… Borderline yapılarda bu şekilde sağlıklı sonuçlara ulaşılırken, narsisistik yapılarda benzer yaklaşım tarzlarını uygulayamıyorduk. Stern’in izah etmiş olduğu başlangıçtan itibaren kendiliğin gelişimi ile ilgili çekirdek kendiliklerin oluşması, bizi narsisistik patolojilerin izahında Stern’in teorisinin daha uygun olabileceğine dair bir yaklaşıma götürüyordu. Bowlby’nin bağlanma ile ilgili yapısı ise şizoid yapıların izahını bize gösteriyordu. Masterson bu konuyu Freud’dan alıntı olarak değerlendiriyordu. Masterson şöyle diyordu;

“Freud klinik çalışmasında üzerinde çalıştığı klinik problemi daha iyi aydınlatabilmek için, kendi kuramsal modelini değiştirmişti. Örneğin topografik modelden yapısal modele geçmişti. Aynı şekilde bu gelişimsel kuramlara da üzerinde çalıştığımız klinik problemlerin şu ya da bu taraflarını daha iyi aydınlatabilecek işleyen kuramlar olarak bakmalıyız.”

Margaret Mahler’in yapmış olduğu borderline annelerin çocukları üzerinde, borderline bebeklerin gelişimsel duraklamasını, borderline kendilik bozuklukların izahında kullanırken, narsisistik patolojilerle karşılaştığımız durumlarda, Stern’in kendilik çekirdeğinin gelişimi ile ilgili bir yapıyı izah tarzı olarak kullandı. Bowlby’nin ve takipçilerinin yapmış olduğu bağlanma kuramları ile ilgili klinik tabloları da şizoid patolojilerin izahında kullanan bir ortak noktada birleştirmeye çalışıyordu. Allan Schore çalışması ise daha çok nörobiyolojik bozuklukların nesnel temellerine ulaşmaya çalışıyordu. Masterson bir taraftan bu çalışmaların daha da çok gelişmesi gerektiğine, geniş denek gruplarında kültüre özgü değişimlerin de sistemin içerisine katılmasına dair örneklerini getiriyordu. Bu konuda çalışmaların eksik olduğunu betimliyordu. Özellikle mizaç ve gelişimin güçlü bir belirleyicisi olan kültür gibi bir faktörün, Chess ve Thomas’a atıfta bulunarak hesaba katılması gerektiğini ifade ediyordu. “Normal” veya “ortalama sağlık” gibi gelip geçici ne olduğu belirsiz olan, bir takım tanımlamalardan sıyrılarak bilim adamlarının evrensel, ortak, daha çok nörobiyolojik çalışmalara bizi götürecek tanımlamalarla uğraşması gerektiğini ifade ediyordu. Masterson’un kuramsal yapıları birleştirmesindeki bu yaklaşım tarzı, klinik tabloda bütün kuramların ya da çalışmaların yararlı olabileceğini gösteren hoş bir örnek olarak önümüzde
Seçici uyum, çocuğun öznel hayatını ciddi olarak şekillendirir. Yani çocuk bu yolla kendisi için belli bir annenin çocuğu olur.

Masterson bir taraftan gelişimsel psikoloji ile bağlanma stilleri ile araştırmacıların arasını bulup, onlarla bir konsensus kurmaya çalışırken diğer taraftan benzer alanda çalışan klinisyenlerle benzerlik ve farklılıklarını ortaya koymaya çalışmaktadır.

Borderline kişilik bozukluklarında veya kendilik bozukluklarında kırılganlığı ön plana alan çalışmacılarla bunların biraz olayı abarttığını ifade ediyor… Nesne ilişkileri kuramı ile ilgili olarak Kernberg’i saldırganlığın ve doğuştan getirilen genetik materyalin gereğinden fazla üzerinde durulması ve annenin etkisinin aza indirilmesi açısından eleştiriyor.
Kohut ve kendilik psikolojisi açısından baktığımızda annenin rolü ve kusurlu aynalaması ile ortak ittifak halinde dururken kuramsal olarak tedavi tekniklerinin hatalı olduğu ve -mış gibi iyileşmelerini belirterek eleştirel yaklaşımını gündeme getiriyor. Onun yanında Adler’in, açıklamaları ile ilgili tepkilerini ortaya koyuyor. Klinik psikoanalistlerle ilgili benzerlikleri, Kleincı analistlerle ilgili benzerliklerini ve aykırılıklarını ortaya koyarak kendi kuramının altını çiziyor.

Erol AKDAĞ
Klinik Psikolog

Kaynak: Bağlanma kuramı ve kişilik bozuklukları J.F.Masterson
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Terk Depresyonu" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Erol AKDAĞ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Erol AKDAĞ'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     71 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Erol AKDAĞ Fotoğraf
Psk.Erol AKDAĞ
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Klinik Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi38 kez tavsiye edildiİş Adresi KayıtlıTavsiyeEdiyorum.com'u sıkça ziyaret ediyor.
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Erol AKDAĞ'ın Makaleleri
► Terk Edilme Korkusu Psk.Dnş.Sezen SALİHOĞLU
► Terk Edilme Hissi Dr.Psk.Fatih SÖNMEZ
► Terk Edilmişlik Duygusu Psk.Dnş.İbrahim GÜLYAŞAR
► Giden mi Kalan mı Terk Eden Mi Psk.Burcu ATATÜR
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Terk Depresyonu' başlığıyla benzeşen toplam 16 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Hayal Kuran Çocuklar Haziran 2021
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


15:09
Top