2007'den Bugüne 92,260 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Terapi Yöntemlerine Göre Sessizlik, Anlamı, Kullanımı
MAKALE #20181 © Yazan Uzm.Psk.Buse GÖZCÜ | Yayın Aralık 2018 | 7,656 Okuyucu
Genelde terapi, danışanı seans odasına getiren durumun ne olduğunu ve neden bu durumun yaşandığını anlamak, birlikte çözüm yollarını araştırmak için danışan ile terapistin arasında enerjik konuşmaların geçtiği bir kavram olarak algılanır. Fakat zaman zaman sessizliği de barındıran hatta büyük bir kısmı sessizlik üzerine kurulu terapilerde vardır. Sessizlik, her seansta karşılaşabileceğimiz sık yaşanan durumlardan biridir. Terapide konuşmamak yararlı olabilir. Öte yandan sessizlik çok büyük zaman ve para kaybına neden olduğu için problem olarak da görülebilir. Terapiye karşı direnç olarak algılanabileceği gibi, danışanın kendine düşünmek için zaman vermesi olarak da görülebilir. Çeşitli terapi yöntemlerine göre sessizliğin anlamı değişiklik gösterir. Bazı terapi yöntemlerinde sessizlik terapinin temel bir parçasıyken diğer terapi yöntemlerinde terapinin işe yaraması için sessizlik çözülmesi gereken bir problem olarak görülebilir. Her kuramın sessizliğe yaklaşımı farklı olduğu için öncelikle birkaç kuram ve terapi yöntemi hakkında kısaca bilgi verip, sessizliğin hangi yöntemde ne şekilde anlamlandırıldığını ve nasıl kullanıldığını, neden farklı kuramlarda farklı çerçevelerden bakıldığını inceleyeceğiz.

Bilişsel Kuram ve Bilişsel Terapinin Tanımı

Bilişsel kuram psikolojik rahatsızlıklarda bilişsel işlevlere dikkat çeker. Burada bahsedilen bilişsel işlevler kişinin kendisi, çevresi, geçmişi ve geleceğiyle ilgili algıları, yorumları ve düşünceleridir. Bilişsel psikoloji duyu, algı ve biliş üçlüsünü ele alır. Bu süreci Türkçapar, bilişsel terapi temel ilkeleri ve uygulamalarını anlattığı “Bilişsel Terapi” adlı kitabında şöyle anlatır:

“Duyular (görme, işitme, tat vb.), duyusal nöronlar uyarıldığı anda ortaya çıkan ilk sonuç olarak tanımlanır. Algılama ise, iç ve dış dünyaya ilişkin bilgi edinmek amacıyla bu duyuların organize edilip değerlendirilmesinin bir sonucudur. Biliş ise duyular ve algılardan gelen verilerin işlenerek bunlara ilişkin geliştirilen yöntemler ve planların ortaya çıkardığı dil, problem çözme ve düşünme gibi karmaşık süreçlere verilen addır.” (Türkçapar, 2012, s. 38).

Bilişsel kuram olayların kendisinden çok algılama ve yorumlama kısmına önem verir. Bilişsel süreçler kişinin olayları algılaması, anlamlandırması, değerlendirmesi ve yorumlamasıyla kişinin gelecek yaşantısal olayları öngörmesine, değişim halinde olan çevresine uyum sağlamasına yardımcı olur. Bu nedenle bilişsel kuram, kişinin yaşantılarını yorumlama biçiminin duygularını ve davranışlarını etkilediği görüşüne dayanır. Kişinin belli bir duygusal veya davranışsal tepki göstermesi için öncelikle olayları algılaması sonra anlamlandırması ve yorumlaması gerekir. Örneğin siz bir yazı okurken bir öğrenciniz kapıyı çarparak sınıfı terk etti, siz öncelikle sesi algılarsınız ardından kapının hızlı kapandığı anlamını çıkartırsınız ve öğrencinizin sinirli bir şekilde sınıfı terk ettiği yorumuna varabilirsiniz. Başka biri ise aynı olayı yaşadıktan sonra kapının cereyan dolayısıyla hızlı kapandığını, çıkan kişinin sinirli olmadığını düşünebilir. Nasıl oluyor da aynı olaya her birimiz farklı yorumlarda bulunabiliyoruz peki. Bilişsel kuramın buna getirdiği açıklama şemalarımızdır. Bilişsel teoriye göre çocukluk çağındaki deneyimler öğrenme yoluyla bazı temel düşünce ve inanç sistemlerinin oluşmasına neden olur. Bu temel düşünce ve inançlara şema denir. Bu şemalar yani katı düşünce kalıpları, yaşamın ileri dönemlerinde bireylerin kendileri ve yaşadıkları dünyaya ilişkin algılarını biçimlendirir. Bilişsel süreçler bu şemaları inceler ve bireyin yaşantılarını, yorumlama biçimini, duygularını ve eylemlerini anlamaya çalışır.

Bilişsel Terapide Sessizlik

Bilişsel terapilerde hasta konuşmuyor veya uzun aralıklarla susuyorsa müdahale etmek gerekir. Hastanın düşüncelerini sözelleştirmesini kolaylaştırmak, konuşmanın akışının devam etmesini sağlamak terapistin görevidir. Hastanın son sözcüklerini tekrar ederek, söylediklerini aynı anlama çıkan başka kelimelerle yeniden ifade ederek, hastanın anlattıklarının hastada uyandırdığı çağrışımları sorarak konuşmanın devamı sağlanmalıdır. Terapide sessizliğin olası anlamlarının başında direnç gelir. Kendini açmaktan korkma, üzüntü veren olayları konuşmaktan kaçma, utanma gibi durumlarda direnç devreye girer. Terapide sessizliğin diğer bir anlamı da terapiste karşı atak olabilir. Hasta terapiste olan düşmanca eylemini susarak pasif agresyon ile gösteriyor olabilir. Susmanın anlamı her zaman olumsuz değildir. Hasta anlatacakları veya anlattıkları hakkında düşünüyor ya da anlatırken bir şeyin farkına varmış ve farkına vardığı yeni şeyi irdeliyor olabilir.

Türkçapar, Bilişsel Terapi isimli kitabında susan hastada yapılabilecek manevralardan şu şekilde bahseder:

“Beklemek; hastanın en son söylediği sözcükleri tekrarlamak ve bunları soru haline getirmek; hastanın son düşüncelerini tekrarlamak ve bunu soru haline getirmek; evet veya fakat gibi bir bağlaçla konuşmanın devamını bekliyor gibi soru sormak:

“Konuşmak zor olmalı”

“Merak ediyorum neden sessiz kaldınız”

“Sessiz kalmanızın bir nedeni olmalı”

“Belki de ne söyleyeceğinizi bilmiyorsunuz”

“Şu anda aklınızda geçen şeyleri söylemekten korkuyor musunuz”

“Düşündüklerinizi söylerseniz benim göstereceğim tepkiden mi korkuyorsunuz?”

“Şu anda benimle ilgili mi düşünüyorsunuz?”

“Utanılacak şeyler mi düşünüyorsunuz?”” (s. 119)

Bilişsel terapide hastaların sessiz kalmasını önlemek ve sessiz kaldıkları durumlarda konuşturmak için yukarıdaki gibi manevralar üretildiğine göre bilişsel terapide sessizlik terapi sürecini ketleyen ve çözülmesi gereken bir durumdur diyebiliriz.

Psikodinamik ve Dinamik Psikoterapinin Tanımı

Dinamik model dinamiktir, yani değişime ve düzeltime uğramıştır ve uğramaya devam edecektir. Anlam, amaç, duygu ve simgesel iletişim dünyası ile ilgilenir. Dinamik psikoterapiyi öğrenmek duygulanımsal bir süreçtir. Dinamik model zihni, hareket halindeki güçler sistemi olarak kavrar. Dinamik psikoloji daha çok insanların içsel güçleri ve bu içsel güçlerle çevreninkiler arasında bir tür denge kurma çabalarıyla yani uyumla ilgilenir. Bilinç dışı güçlerin davranışlarımızı bilinçli olanlar kadar hatta onlardan daha çok belirledikleri ve bilinçli güdülenmelerimizin genellikle bilinç dışı olanların türevleri oldukları düşüncesi dinamik psikolojinin temel taşıdır. Terapistin işinin büyük bir kısmı gözlenen ve söylenen davranış örüntülerinden yola çıkarak bu eylemlerin temelini oluşturan bilinçli ve bilinç öncesi ve özellikle bilinç dışı varsayımların çıkarsamasını yapmaktır. Dinamik kurama göre dört çeşit dinamik güç tarafından yönlendiriliriz; Bilinçli ve bilinç dışı duygu yüklü düşlemler yani istekler, bu düşlemlere ve duygulara karşı savunmalar, dış dünyanın bizi etkileyen güçleri, dış dünyanın vicdan şeklinde içselleştirdiğimiz buyruk ve yasakları. Düşlemlerimizin özgün nesnelerini çocukluğumuzun önemli figürleri oluşturur. Bilinç dışı düşlemler bu prototiplere benzeyen kimseleri bulmak ve kendini ifade etmek için sürekli var olan gerçekliği tartar. İnsanların geçmişlerindeki patojenik örneklerine benzeyen çevreler bulma ve yaratma becerileri vardır. Belkide bu bilinmeyenin korkusundan kaynaklanıyordur. Tanıdık, eski, sancılı ama kestirilebilir gerçekliği, bulanık bir geleceğin risklerine yeğleriz. Geçmişi şimdiki zamana getirip onu çözme çabamızdan da kaynaklanıyor olabilir. Geçmişin bugünde bilinç dışı olarak eyleme dökülmesine aktarım denir. Bizim danışanlarımıza yaptığımız aktarıma ise karşı aktarım denir. Bir kişiyi tanımadan ilk görüşte neden sevip sevmediğimiz aktarımla ilgilidir.

Dinamik psikolojiye göre zihindeki güçler, hem birbirleriyle hemde çevrenin güçleriyle dengededir. Bu denge dinamiktir. Bir güç diğer bir çok gücü etkilemeden değiştirilemez. Bilinçli ve bilinç dışı güdülerimiz örtüştüğü sürece işler yolunda gider. Bilinç dışı çatışma halinde zihindeki güçler kişiyi farklı doğrultulara zorlar. Bu gerçekleştiği zaman nörotik davranışlar sergileriz. Kararsızlık, ikilemli duygular, davranışlar, bakış açıları, dil veya kalem sürçmeleri, isim unutma… Psikodinamik yaklaşıma göre ruh sağlığı, kişinin zihinsel güçlerinin kendi aralarında ve çevre ile arasında bir denge durumudur. Ruhsal sağlamlık, hayat olayları karşısında esneyerek, belirti çıkarmadan yaşayabilmektir. Patoloji ise içsel güçler arasında veya bunlarla çevre arasında bir dengesizlik ya da çatışma durumudur. Eğer çatışma yeterince sık ve ağırsa ve çatışma ile baş etme araçlarımız uyumsuzsa patolojik belirtiler çıkartırız. İntrapsişik çatışmada, süperegonun ya da toplumun istekleriyle uyuşmayan bilinç dışı duygu yüklü düşlem bilince çıkmakla tehtit eder, eyleme dökülme olasılığı doğar. Ego bilinç dışı olarak bunu tehlike durumu olarak algılar ve anksiyete oluşturur. Bu anksiyete hoş olmayan bir durumdur ve anksiyeteyi ortadan kaldırmak için bilinç dışı olarak bir savunma düzeneği harekete geçer. Savunma manevrası başarılı ise denge kurulur, değilse semptom ortaya çıkar. Semptom, dışa çıkmak için zorlayan bilinç dışı itkiyle ona karşı koyan savunma arasında bir uzlaşmadır.

Psikodinamik Terapide Sessizlik

Reik'in (1968) dediği gibi psikanalitik çalışmada normal bir iletişimdeki karşılıklı düşünce ve fikir paylaşımı söz konusu değildir. Terapist danışanın sessizliğine saygı duyar ve bekler. Sessizlik, tecrübeli terapistler tarafından doğru kullanıldığı takdirde danışanın ruhsal dünyasına ulaşabilmesine olanak sağlar. Terapist danışanına bu imkanı sağlayabildiği ölçüde danışanın ruhsal dünyasına adım atabilir ve beraber çalışmaları için imkan doğar. Yani psikoterapide sessizlik, istenen, yaratılmaya çalışılan ve başka bir boyutun kapılarını açan bir araçtır. Freud (1912)'a göre sessizlik terapide direncin oluştuğuna ya da kişinin hayatında erken dönemlerde yaşadığı ve bugün tekrar eden bir sürece işaret edebilir. Calogoras (1967) psikanalitik teoride sessizliğin anlamlarıyla ilgili yapılan çalışmalardan oluşturduğu yazısında danışanın sessizliğinin olası bazı nedenlerini sıralar: kişinin geçmişindeki bir olayın bilinç dışı tekrarı, sessiz bir nesneyle ilişkinin tekrarı, analistin yorumunun erken ve/veya ayarsız olması, terapide bir çeşit uykuya dalma hali, bilinç dışı bir çatışma belirtisi, danışanın kendisini toparlamak, düşüncesini organize etmek için durması, vb. Bu durumlardan birini veya bir kaçını yaşayan danışan bir süre sessiz kalabilir.

Danışanın sessizliğinin terapist tarafından anlayışla karşılanması ve kabul görmesi önemlidir. Olinick (1982), sessizlik esnasında psikoterapist ve danışanın bilinç dışı süreçlerinde bir iletişim gerçekleştiğini ve bunun danışan kişi için ruhsal gelişmenin yolunu açtığını belirtir. Psikoterapistin anlayışı ve kabulü ile danışan sessizliğin kendi yararına olduğunu anlayabilir ve sessizliğin psikoterapideki işlevini kavrayabilir. Böylece iç dünyasına dönerek çalışmaya devam edebilir. Ayrıca, terapistin bu anlayış ve kabulü, danışana konuşmakta zorlandığı anlarda sessiz kalabilme olanağının olduğunu ve bunun da psikoterapide çalışılabilir bir durum olduğunu gösterir. Ancak burada önemle üzerinde durulması gereken bir nokta vardır. Psikodinamik psikoterapide sessizliklerin önemli olduğu görüşü süreç içinde beliren her sessizlik durumuna sessizlik ile karşılık vermesi değildir. Sessizlik esnasında yoğun kaygı yaşayan bir danışan için psikoterapistin sessizliği bir terk ediliş ve ihmal (Coltart, 1991 bknz. Fuller ve Crowther, 1998) hissi yaratabilir. Bu durumda terapist danışanın sessizliğini doğru anlamlandırmalı, danışanın ihtiyaçlarını görmeli ve duruma el koymalıdır.

Sonuç olarak, psikodinamik yaklaşımda sessizlik, danışanın iç dünyasını anlamasına yardımcı olan, çeşitli anlamlar barındıran ve işlevsel olarak kullanılabilir bir araç, terapi sürecinin bir parçası olarak görülür. Danışanın sessizliğe bürünmesi ile bilinç dışı süreçler işlemeye başlar. Bu nedenle danışanın sessizliğine izin vermek, kabul edildiğini hissettirmek ve sessizliği ile çalışmak terapist ve danışanın bilinç dışı süreçte başka bir boyutta iletişim kurmasına ve sekteye uğramış ya da engellenmiş ruhsal gelişimini tamamlamasına olanak sağlar.

Varoluşçu Kuram ve Varoluşçu Terapinin Tanımı

Varoluşçu terapi kuramı, varoluşçu felsefe ve psikolojinin ileri sürdüğü genel ilkeler ve insan anlayışı temel alınarak geliştirilen bir kuramdır. Varoluşçu filozoflara göre kendi varlığını yaratan tek varlık insandır. İnsan dışında tüm varlıklar kendi varoluşlarından önce yaratılmışlardır. Yani insan, insanlığını kendisi yapar ve nasıl yaparsa öyle var olur. Değerlerini ve yolunu kendisi seçer. İnsan yaşamaya başlamadan önce yaşamda yoktur ve yaşama anlam veren yaşayan insandır. Doğada insana yol gösterebilecek yine insanın kendisidir. O halde insan özgürdür. Yaşamını hangi biçimde isterse o şekilde yönlendirebilir. Bu sorumluluğu duyan insanda ise “varoluş anksiyetesi” oluşur. Varoluşçu felsefe yaklaşımına göre esas olan, olayların, onları yaşayan birey tarafından nasıl göründüğünün anlaşılmasıdır. Varoluşçular bir kişiyi anlamak için, çevreyi bu insanın algıladığı şekilde yorumlamak gerektiğine inanırlar. Kişilik kavramını kabullenmezler. Varoluş bir takım özelliklerle sabitleştirilemeyen bir meydana geliş, bir oluştur. Bu varoluş yalnızca bireylerde değil, bireyle çevresi arasında oluşur. Varoluş genelde çevrede var olmak olarak algılanır. Varoluş ve çevre birbirinden ayrılamaz. Çünkü her ikisi de birey tarafından oluşturulurlar.

Varoluş, insanın kim olduğunu bilmesi, kendini tanımlayabilmesi ve kendi kendine ne yaptığını bilmesidir. Her insan kendi davranışlarından sorumludur ve yaşadığı çevrede küçük değişiklikler yapabilir. Varoluşçu terapiye göre kişinin varoluşunun yer ve zaman olmak üzere iki boyutu vardır. Yer boyutu; kişinin dünyayla birlikte bulunurken bir şeye yakınlık ya da uzaklık duymasıdır. Zaman boyutu ise; kişinin varoluşunu belirleyen geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceğinin bulunmasıdır. İnsanı insan yapan, diğer insanlar ve nesnelerle birlikte varoluşudur. İnsan diğer insanlarla birlikte yaşadığı için insan olabilmiştir. Kendi varoluşunun farkında oluşu da dış olaylarla ve insanlarla etkileşiminin bir sonucudur. Sartre insanların “kötü kader” gerekçesini kullanarak kendi yaşamlarını yönlendirme sorumluluğundan kaçtıklarını belirtmektedir. Varoluşçular için özgür olmak ile insan olmak eşdeğer kavramlardır. Özgürlük ve sorumluluk birbirine paralel gitmektedir. Sartre sorumluluk sahibi olmayı, “bir olay ya da şeyin tartışmasız yaratıcısı”(Akt. Yalom, 1980/2013, s. 341) olmak şeklinde tanımlamaktadır. Yalom, Varoluşçu Psikoterapi kitabında; “Sorumluluğun farkında olmak, kişinin kendi özünü, kaderini, hayat durumunu, duygularını ve hatta acı çekişini yarattığının farkında olmaktır. Böyle bir sorumluluğu kabul etmeyen ve çektiği sıkıntılar için başkalarını –başka insanları ya da başka güçleri- suçlamaya devam eden hastalar için, hiçbir terapi olası değildir.”(1980/2013, s. 341) sözleriyle sorumluluğun varoluşçu terapideki önemine vurgu yapmıştır.

Varoluşçu terapi sürecinde sorumluluğun üstlenilmesi terapötik değişimin ön koşuludur. Varoluşçu yaklaşıma göre insanın en temel özelliği yaşamda anlam arayışı ve önemli olma duygusudur. Yalom anlamsızlık olgusunu yani yaşamda anlam kaybını, “yaşamın gerçeği” olarak tanımlamaktadır. Varoluşçu terapi danışana, yaşamında anlam bulma konusunda bir altyapı hazırlayarak, bu konuda farkındalığını arttırmayı ve danışanın değişmesini sağlamayı hedeflemektedir. Yalom’a göre ölüm de yaşamın vazgeçilmez bir gerçeğidir. Ölümün gerçekliği ve korkunçluğu karşısında insan derin bir varoluş kaygısı yaşamaktadır. Ölümün kaçınılmazlığının farkında olma ile varolmayı yani yaşamı sürdürme isteği, varoluş çatışmasının da kaynağını oluşturmaktadır. Heidegger, ölüm fikrinin insanı koruduğunu, insanın kendi kişisel ölümünün farkında olmasının, insanı o anki varoluş şeklinden daha yüksek bir varoluş şekline geçmeye yönelttiğini ifade etmiştir. İnsanın dünyada iki türlü temel varoluş şeklinin bulunduğunu belirtmektedir. Bunlardan birincisi “varolmayı unutma” durumu, ikincisi de “varolmayı düşünme” durumudur. Varolmayı unutma durumunda yaşayan kişi, madde dünyasında yaşamaktadır. Kendisini sıradan yaşam olaylarına kaptırmıştır. Varolmayı düşünme durumunda ise kişi varoluşunun farkındadır. Varoluşuna ait sorumluluğu düşünmektedir ve “otantik” olarak vardır. Otantik olan birey tam bir öz farkındalık içindedir. Kendi imkan ve sınırlarının farkındadır, özgürlükle sorumlulukla ve kaygıyla yüzleşir ve kaygı hisseder. Otantik birey varolmayı düşünmektedir. Kendini değiştirme gücünü kavrayabilmektedir. Varolmayı unutma durumunda olan birey otantik değildir. Otantik olmayan birey, kendi dünyasının ve hayatının sahibi olduğunun farkında değildir. Varoluş sorumluluğundan kaçınmaktadır. Başkaları tarafından sürüklenmektedir. Yani varoluşunu unutmuştur. Terapistin görevi, danışanın yaşamındaki anlamı söylemek ya da açıklamak değildir. Danışan yaşamda en kötü şartlarda bile anlam bulunabileceğinin farkına varmalıdır.

Varoluşçu Terapi Yöntemi ve Sessizlik

Danışan özgürlük, seçim yapma ve sorumluluk alma gibi olaylara nasıl bakmaktadır öncelikle bunun anlaşılması gerekir. Terapist, bunu empati yaparak, danışanı koşulsuz kabul ederek ve saygı göstererek yapar. Varoluşçu terapistler, sürekli olarak danışanların kendi varoluşları, başka insanlar ve dünya hakkında kendilerine soru sormaları gerektiğini ileri sürerler. Örneğin; “Ben kimim?”, “Ben nelere sahibim?”, “Kim olacağım?”, “Ne yapacağım?”, “Nereye gidiyorum?” gibi. Öncelikli olarak danışanın iç dünyasını anlamaya ve danışana içgörü kazandırmaya çalışırlar. Böylece danışanlar başka seçenekleri olduğunu da anlamaya başlar. Terapist danışanın şu an ne yaşadığı ve ne hissettiği üzerine yoğunlaşmalıdır. Terapistler kullandıkları yöntem ve tekniklerde serbest davranırlar. Kullanılan teknikler danışandan danışana hatta seanstan seansa değişebilmektedir. Varoluşçu terapistlerin kullandığı herhangi bir teknikler topluluğu bulunmamaktadır. Terapötik süreç içerisinde teknikler ikinci plandadır. Önemli olan danışanı anlama, danışanın varoluş sorumluluğundan nasıl kaçtığını belirleme ve terapist ile danışan arasında kurulan ilişkidir. Terapötik süreç yaratıcı olmalıdır. Bu süreçte danışan kendini keşfetmelidir. Bu keşfetme ise danışan ile terapist arasında gelişen güven ve işbirliği sayesinde olmaktadır. Varoluşçu terapi sürecinde genellikle üç aşama vardır. İlk aşamada terapist danışandan, dünya ile ilgili görüşlerini tanımlamasını ve açıklamasını ister. Danışanlar varoluşlarıyla ilgili olarak izledikleri yolları açıklamaya yöneltilir. Kendi yeterliliklerini belirleyebilmek ya da keşfedebilmek için değerlerini, inançlarını ya da düşüncelerini test ederler. Bir çok danışan için bu zor bir durumdur. Çünkü bu aşamada danışanların kendileriyle ilgili olarak ortaya koydukları sorunlar, genellikle dış etkenlerden kaynaklanmaktadır. Danışanlar bu ilk aşamada çoğunlukla başka insanların neler hissettiğinden ve bu kişilerin davranışlarından kendilerinin nasıl sorumlu olduklarından söz etmektedirler. Bu aşamada danışan kendi problemlerin oluşmasında kendisinin rolü olduğunun farkına varabilmelidir. Danışanın kendi yaşamının sorumluluğunu alması için bu farkındalığın ya da iç görünün oluşması gereklidir. Varoluşçu terapinin ikinci aşamasında danışanlar kendi değerler sisteminin nereden etkilendiğini anlayabilmeleri için desteklenir. Bu değerlendirme süreci danışanın iç gözlem yapmasını gerektirir. Bu süreç içerisinde terapide sessizlik başlar. Danışanın düşünmesine ve kendini tanımasına izin verilir. Çünkü iç gözlem, danışanın kendi değerlerini ya da varoluşunu gözden geçirmesi ya da test etmesi anlamına gelmektedir. Bu uzun süreli sessizliğe bürünme ve kendini keşfetme süreci, danışanın değerlerinde ve tutumlarında bir yeniden yapılanmaya neden olabilir. Böylece terapi sürecinin bu aşamasında danışanlar ne oldukları, nasıl bir yaşam sürdükleri, nasıl bir yaşam istedikleri konusunda farkındalık geliştirirler. Terapi sürecinin son aşamasında terapist, danışanlardan nelerin farkına vardıklarını ya da öğrendiklerini ortaya koymalarını ister. Bu aşamada başkalarına ait bir değer sistemi yerine danışanın kendisine ait bir değerler sistemi oluşturması ve bunu kullanması amaçlanır. Böylece danışanlar kendi güçlerinin ve kapasitelerinin farkına varırlar.

Sonuç olarak varoluşçu terapilerde sessizlik, terapinin ikinci aşamasında kullanılan, danışanın farkındalığının artmasına ve kendi değerleri üzerinde düşünmesine olanak sağlayan bir araç, terapötik sürecin bir parçasıdır.

Varoluşçu terapi yönteminden sessizliği barındıran bir uygulamaya örnek vermek gerekirse;

Boş bir sayfaya düz bir çizgi çekin. Bu çizginin bir ucu doğumunuzu, diğer ucu ölümünüzü göstersin. Şu anda bulunduğunuz yere bir çarpı koyun. Bu konuyu beş dakika düşünün.

Varoluşçu terapi yönteminde terapistin, danışanın sessizliğine izin vermesi ve düşünmesi için zaman tanıması gerekir.

Sessizliğin Oluşmasına Ortam Hazırlayan Durumlar ve Kullanımı

Duyguları deneyimlemek: Duygularını deneyimleyebilmeleri için danışanlara imkan vermeliyiz. Hissettiklerimizi hissedebilmemiz için isimlendirmeye ihtiyacımız yoktur, bazen sadece durup ne hissettiğimizi fark etmemiz gerekir. Hiç konuşmadan sadece kızgınlığı yaşamak, üzülmek, sevinmek yeterlidir. Sessizlik iç dünyamıza dönüp oradakileri fark edebilmemiz için aracı olarak kullanılabilir. Sevdiğiniz birini kaybettikten sonra seansta bununla ilgili konuşmak zor gelebilir. Sadece sessizliğe ihtiyaç duyduğumuz anlar yaşayabiliriz. Kayıp durumlarında yasın yaşanmasına izin vermeliyiz. Sessiz kalarak danışanın yanında olduğumuzu acısını gördüğümüzü ve yas halini yaşamasına izin verdiğimizi hissettirebiliriz.

Farkına vararak hayata geçirmek: Terapi bazen danışanların günlük hayatlarında fark edemediklerini görmelerini sağlar. Bu gibi durumlarda danışanlar sessiz kalıp bir süre bu konu hakkında düşünebilirler. Danışanın cümlesi biter bitmez yorum veya sorularla araya girerek danışanın düşüncelerini bölebilir ve farkına varma durumunun gerçekleşmesini istemeden engelleyebiliriz. Bu bağlamda danışana zaman tanımalı ve sessizliği doğru anlamlandırmaya özen göstermeliyiz.

Yapmak yerine olmak: Hayatta kendimize bir yer bulabilmemiz için hayatın temposuna ayak uydurmak zorunda kalırız. Sürekli bir şeyler yapmaya ve koşuşturmaya o kadar alışmışızdır ki durup ne hissettiğimizi düşünmeyi unutabiliriz. Terapiler, bu koşuşturmacada danışanların kendileri için ayırdıkları zamandır. Danışanlar için bu zamanı en verimli biçimde kullanmak, bir şeyler yapmak anlamına gelebilir. Fakat hiçbir şey yapmadan sessiz kalıp kendilerini dinlemeleri için olanak sunarak da çok şey yapmış olabiliriz ve terapinin verimli geçmesini sağlayabiliriz.

Şehirleşme: Trafik, ilişki veya iş kaosundan çıkıp seansa gelen danışanların birkaç dakika toparlanmaya ihtiyaçları olabilir. Oturup birkaç dakika sessiz kalmalarına, böylelikle kafalarını toplamalarına izin vermek, o birkaç dakikada anlatabileceklerinden daha fazla yarar sağlayabilir.

Ne söyleyeceğini bilememek: Danışanlar ne yardımı alacağıyla ilgili nasıl konuşması gerektiğini bilemeyebilirler. Semptomlarını nasıl anlatabileceklerinden ya da duygularını nasıl ifade edeceklerinden emin olamayabilirler. Dolayısıyla sessiz kalmayı tercih edebilirler. Bu gibi durumlarda terapistin, danışana doğru içerik ve duygu yansıtmaları yaparak kendini ifade etmesine yardımcı olması beklenir.

Anksiyete durumlarınlarında: Bazı danışanlar için terapi sıkıntı veren, stres dolu bir deneyim olabilir. Danışanlar kendilerini açmakta, terapiste güvenmekte zorluk çekebilirler. Böyle zamanlarda ya kendilerini terapiye getiren olay dışında konuşmayı seçerler ya da tamamen sessiz kalabilirler. Terapistin bu durumda danışana güven vermesi ve herkesin başına gelebilecek şeyler olduğunu anlatarak durumu normalleştirmesi, danışanı rahatlatması gerekir. Başlarken sessizlik kimi zaman önemli rahatlama türlerinden biridir.

Ceza: Terapistin danışana yüzleştirme yaptığı zamanlarda olduğu gibi danışan terapiste darılabilir, kızgınlık hissedebilir. Danışanlar, terapistlerine memnuniyetsizliklerini göstermek için sessiz kalabilir, terapisti sessizlikleriyle kıvrandırarak cezalandırdıklarını düşünebilirler.

Büyük ifşa: Danışanlar daha önce kimseye söylemedikleri ve bugün ilk defa kelimelere dökecekleri büyük bir sırla gelmiş olabilirler. Terapistin tepkisinden korkarak veya kendini o kelimeleri söylerken duymaktan çekindikleri için tutukluk yaşayabilirler. Oturdukları yerde cesaretlerini toplamak için sessizliğe bürünebilirler. Böyle bir durumda terapistin, danışanın aklında anlatmaya hazırlandığı bir şeylerin olduğunu anlaması ve danışanı cesaretlendirmesi gerekir.

Direnç hali: Kelimelerin kaybı danışanın farkındalığının ötesinde derin bir yerden gelebilir. Burada ki sessizlik kendini bilinçsiz direnç hali olarak gösterir. Terapist, danışanın direncini kırmalıdır.

Sonuç olarak, sessizlik içerisinde bir çok anlam barındıran geniş bir kavramdır. Bazı terapi yöntemlerinde engellenmeye çalışılan bir durumken bazılarında yaratılmaya çalışılan bir durum olarak karşımıza çıkan sessizlik, doğru kullanıldığında zaman kaybının ötesine geçip yararlı bir teknik halini alabilmektedir. Burada göz ardı edilmemesi gereken önemli noktalardan birisi içine kapanık bir danışanın tepkisizliğiyle terapi sürecine aktif olarak katılmak isteyen fakat zaman zaman ne diyeceğini bilemeyen ya da düşünmek için sessiz kalan danışanın birbirinden farklı oluşu. Sessizliğin yararlı bir olgu olarak terapi sürecinde kullanılabilmesi sadece sessizlik olgusuyla ilgili bir durum değildir. Sessizliğin terapide olumlu anlamda etkili olabilmesi için terapistin deneyimi, sessizlik olgusunu yönetme becerisi, danışanın sessiz kalmak suretiyle bilgi aktarıyor oluşu ve benzeri faktörler etkileyici olabilir.

KAYNAKLAR

Calogeras, R.C. (1967). Silence as a Technical Parameter in Psychoanalysis. International Journal of Psychoanalysis. 48: 536–558.

Freud, S. (1912). The dynamics of the transference, New York: Basic Books.

Fuller, V.G. & Crowther, C. (1998). A dark talent: Silence in analysis. Journal of Analytical Psychology. 43: 523-543.

Howes, Ryan. (2010, Dec.). Silence in Psychotherapy. Psychology Today. Erişim Tarihi: 11 Nisan 2015, https://www.psychologytoday.com/blog/in-therapy/201012/silence-in-psychotherapy

Olinick, S. L. (1982). Meanings beyond words: Psychoanalytic perceptions of silence and communication, happiness, sexual love and death. International Review of Psychoanalysis. 9: 461-472.

Reik, T. (1968). The psychological meaning of silence. New York. Psychoanalytic Review.

Türkçapar, H. (2012). Bilişsel Terapi. Ankara: Hekimler Yayın Birliği (HYB).

Yalom, I. (1980). Varoluşçu Psikoterapi (Z. Babayiğit, Çev.). İstanbul: Kabalcı (İlk Baskı 2013)
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Terapi Yöntemlerine Göre Sessizlik, Anlamı, Kullanımı" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Buse GÖZCÜ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Buse GÖZCÜ'nün izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     2 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Buse GÖZCÜ Fotoğraf
Uzm.Psk.Buse GÖZCÜ
İstanbul
Uzman Klinik Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Buse GÖZCÜ'nün Makaleleri
► Hayatın Anlamı Psk.Beria Bilge ŞENER
► Kaygılarımızın Anlamı Psk.Dnş.Özlem ATA
► Bu Günün Anlamı ve Değeri Psk.Beria Bilge ŞENER
► Acılar ve Hayatın Anlamı Psk.Bengisu Nehir AYDIN
► Hayatın Anlamı Nedir? Psk.Nur GEZEK
► Annem ve Ben Yada Hayatın Anlamı Psk.Sinem MALKOÇ
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Terapi Yöntemlerine Göre Sessizlik, Anlamı, Kullanımı' başlığıyla benzeşen toplam 41 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Nöropsikolojide Aşk Aralık 2018
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


20:15
Top