2007'den Bugüne 92,309 Tavsiye, 28,219 Uzman ve 19,977 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



İletişim Psikolojisi Açısından Televizyon Programlarının Birey Farkındalığının Oluşmasındaki Rolü
MAKALE #20933 © Yazan Uzm.Psk.Aslıhan DEĞERLİ AYTOĞAN | Yayın Aralık 2019 | 2,059 Okuyucu
İLETİŞİM PSİKOLOJİSİ AÇISINDAN TELEVİZYON PROGRAMLARININ BİREY FARKINDALIĞININ OLUŞMASINDAKİ ROLÜ


İnsanoğlu, var olduğu günden bu yana, kendi doğasını kavramak ve davranışlarını açıklamak için dayanılmaz bir istek duymuştur. Ve nihayet bilim sayesinde, kendi dünyasını derinden ve muhteşem bir şekilde keşfetmiştir


Psikolojide, subjenin ve objenin aynı oluşu yani bir insanın diğer bir insan üzerinde çalışma yapması bizi çok daha kavramsal kafa karışıklığına götürür. Sistemin işleyiş sürecinde, bir kişinin diğer bir kişiyle iletişimini araştırdığımız zaman ise, bu bizi daha da ileri seviyede kafa karışıklığına götürür. Çünkü insan, hem kendi ile iletişimdedir hem de kendi içinde iletişimde olan bir başkasıyla iletişimdedir. Bu, sonsuza giden bir yolculuktur.


Ben Sen Sen Ben


İletişim, tüm sistemlere yönelik bir bakış açısıdır. Tıpkı bir sistemi oluşturan parçacıkları bir araya getiren bir yapıştırıcı gibidir. İletişim, günün doğal akışı içerisinde devamlı gerçekleşir. İletişim olgusunun, insanlığın varlığını devam ettirmesi ve anlamlandırması bağlamında insanlık tarihiyle yaşıt olduğunu hepimiz biliyoruz. Günümüzde birçok mesleğin ana temasını iletişim oluşturmaktadır. Enerji tüketimine dayalı sanayi toplumundan, enformasyona dayalı bilgi toplumuna geçişte iletişim ile ilgili işlerin sayısı, oranı ve önemi her geçen gün artmaktadır. İnsanoğlunun günde on saatten fazla iletişim içinde olduğunu düşündüğümüzde iletişimi oluşturan medyanın, kitle iletişim araçlarının ve özellikle televizyonun önemi daha çok ortaya çıkmaktadır.



Bugüne kadar “Psikoloji”, “Sosyal Psikoloji”, “Sosyoloji” ve “İletişim” alanında kitle iletişim araçlarını konu alan çok sayıda araştırma yapılmış ve televizyonun kitle iletişim araçları arasında en etkilisi olduğu ortaya konmuştur.



Miller, insan zihnini bir iletişim sistemi olarak görür, girdiler çoğaldığı zaman başlangıçta beyne iletilen miktarın artmakta olduğunu, daha sonra ise, kişinin kanal kapasitesine göre düz bir çizgi izlemekte olduğunu ileri sürer. Uzun süreli bellekte ise, kodlama muhtemelen çok yönlü olmakla birlikte, en fazla anlamsal kodlama ile duygu durumları ile alakalıdır. Miller, ezberleme sürecinin parçalardan oluştuğunu ve tüm ögelerin hatırlanacak sürede ve az sayıda olması gerektiğini ileri sürmektedir. Bilişsel psikolojinin yaklaşımına göre öğrenme bir bellek sürecidir. Bu süreç içerisinde bilgi, çevreden alınır, beleğe kodlanır ve bellekte daha önceden var olan bilgi ile bağlantı kurularak saklanır.
Bilişsel süreçlerde, bilgiyi kodlamada, görsel kodlamanın işitsel ve anlamsal kodlamadan önce yapıldığı varsayımı televizyonun bu süreçler içinde önemli bir yer teşkil ettiği gerçeğini ortaya koymaktadır. Televizyon, öncelikle bilişsel süreçlerdeki yeri nedeniyle insan davranışlarının şekillenmesinde etkin bir role sahiptir. Özellikle çocuk ve gençlerin kişilik gelişimine etkisi olduğu kabul edilen televizyon programları, bu çalışmada kişilik gelişimini ele alan psikolojik yaklaşımlarla ele alınarak irdelenmektedir. Bununla birlikte bilişsel gelişim, kişilik gelişimi, benlik, farkındalık, bilinçli farkındalık ve bireysel farkındalık alanlarında televizyon programlarının hangi düzeyde etki gösterdiği ortaya konularak bu doğrultuda çeşitli televizyon programları çözümlenmektedir.
İnsan zihninin bir iletişim sistemi olarak incelendiğinde nicel ve nitel yöntemler kullanılarak televizyon programları “doğrudan ve dolaylı farkındalık” yaratan programlar olarak ele alınarak, “izleme farkındalığından” “bireysel farkındalığa” nasıl geçilir sorusuna cevap aranmıştır. Araştırmalar, televizyon programlarının dünyayı algılama şekline, bellek, zeka, öğrenme gibi bilişsel süreçlere, davranış ve tutumların oluşmasına, kişilik gelişimine ve bireysel farkındalık alanına doğrudan, yoğun ve belirleyici etkileri olduğunu saptamaktadır.


Beynimizin, anlamlı bir algı oluşturma kapasitesinin sınırlılığı, çok sayıda uyarıcıdan bir veya bir kaçının seçilmesine sebep olur. Bu durum algının seçicilik özelliğini oluşturur. Gözün ağ tabakasına düşen görüntünün iki boyutlu olmasına rağmen beynimiz nesneleri üç boyutlu olarak algılar. Algıda derinlik olarak bilinen bu durum, araya girme, gölgeler, doğrusal perspektif, yakınlık, yükseklik ve büyüklük ile hareketlilik gibi özellikler taşımaktadır. Algılamada her nesne, içinde bulunduğu ortamın bir parçası olarak algılanır. Bir zaman ve uzay ortamı içerisinde çeşitli uyarıcılar, bir nesnenin algılanışını etkiler. Algılanan nesneler ile yaşantıların zihinde yarattığı izlere, zihinsel tasarım denir. Geçmiş yaşantıların daha önce yarattığı izler yeni algıları etkiler. Örneğin, bir kişi daha önce portakal yemişse zihninde portakalın bir tasarımını oluşturur, bundan sonra o portakalın sadece kokusunu duyduğunda portakal ile ilgili zihnindeki tasarımı canlandırır. Bu örnekte olduğu gibi, geçmiş yaşantıların ve zihinde depolanmış tasarımların, yeni algılamalar üzerinde etkisi olmaktadır. Bununla birlikte ilk defa portakal gören biri bunu daha önce gördüğü bir topa benzetebilir. Bazen yanlış algılamalarda yapılabilir. Örneğin iki yan yana duran vapurdan biri hareket ettiğinde binmiş olduğumuz vapurun hareket ettiğini sanırız. Ayrıca kuvvetli duygu durumlarında, yani aşırı heyecana kapılmış kişiler doğru kesin ve objektif algılama yapamazlar. Kuvvetli güdülenme durumları da yanlış algılamalara yol açar. Korku, kaygı gibi ruh halleri ise algı aldanmaları oluşturabilir. Örneğin korkan bir insan için tahta gıcırtısı eve hırsız girdiği algısını yaratabilir. Algı, duyular yoluyla sürekli olarak insanın çevresinden bilgi edindiği aktif bir durumdur. Duyumlar ile elde edilen iletilerin en etkin olanı görme yoluyla gerçekleşmektedir. Görsel algı nesneler ve fonlar arasında karşılaştırma yapan bir yapıdadır. Bu algıda her zaman kontrastlar önemlidir. Görsel algı bilişsel ve kültürel bir yapıya sahiptir.(Wertheimer, 1945, s.32) Duyusal bilgiyi işlerken ve onu bilişsel olarak yorumlarken anahtar nokta, bilginin soyutlanması gibi görünmektedir. Dünya görüşümüz, ya da algılarımız soyut olarak bildiklerimizle duyularımızın bütünleşmesinden oluşur.


Bilgi işlemin ilk basamaklarından biri algısal uzam (perceptual span) olarak isimlendirilir. Görünüşe bakılırsa saniyelik gösterimlere dayanan ve çabuk karar vermemizi sağlayan bir duyusal saklama alanımız vardır. Gözlerimizi kapattığımızda bile “görmeye” devam ederiz, bir melodi sona erse bile onu “duymaya “ devam ederiz, elimizi bir kumaştan çektiğimizde bile onu “hissetmeye” devam ederiz. Böylelikle insan beyni görsel ve yankısal depo oluşturarak daha ileri düzeyde işlenmesi için önemli bilgiyi seçmemize izin verir. Görsel depo, görsel girdiyi (input) tutar ve kapasitesinin yaklaşık 250 milisaniyelik bir sürede en az 9 item olduğu tahmin edilir. Yankısal depo, işitsel girdiyi yaklaşık olarak 4 saniye kadar tutar. Daha ileri düzeyde işlenmek üzere uygun bilgilerin seçilmesi ve uygun olmayan bilgilerin elenmesi arasında ince bir denge var gibi görünür. Duyusal izlenimi değiştirmeden kısa bir süreliğine saklamak, olayları taramamızı ve en önemli uyaranları seçip insan belleğinin karmaşık matrisine yerleştirmemizi sağlar. Görsel, yankısal ve diğer duyu bilgi depoları sadece daha fazla işlenecek bilginin özünün çıkarılmasına imkan sağlar. Yani insanlar varlıklarını sürdürmelerine yetecek kadar bilgiyi kodlar, dönüştürür ve saklarlar.


Sigmund Freud’un çalışmalarından etkilenen psikologlar, zihnin bilinçli ve bilinç dışı ikilemi ile ilgilenmişlerdir. Davranışçılar ise bu yaklaşımın yeterince objektif olmadığı 46 görüşündedir. Buna rağmen bilişsel psikolojide yapılan araştırmalar zihin ile ilgili bu ikili görüşü destekler. (Freud, Çev.Öneş, 2013, s.37) Eşik altı sinyallerin algılanması sorusu birçok psikolog için problemlidir. Acaba işitmeden nasıl “işitiriz”? Şimdiye kadar yapılan çalışmalar bilginin tutulabileceğini açıkça göstermiştir. Eşik altı konusu “kolaylaştırma” etkisiyle de yakından ilişkilidir. Bilinç seviyesinin hemen altında yer alan ve zihinsel bağlantıları harekete geçiren kolaylaştırma etkisinde, bir sözcük kendisiyle ilişkili bilinçli bir şekilde işlenmeyen bir başka sözcük gösterildiği zaman gösterilmediği duruma kıyasla daha iyi hatırlanır. Diğer bir ifadeyle duyusal eşiğin yani bilinçli farkındalık düzeyinin altında sunulan sözcük veya görüntü, kolaylaştırma etkisi nedeniyle bilinçaltı algılama oluşturmaktadır. Ayrıca, duygusal anlam yükleme eşik altı mesajlar ile ilintilidir. İletişimin işlem teorisi başlığı altında ele alınan, davranışın planları ve yapısı ile ilgili araştırmaya konu olan hipnozun, davranışlar üzerindeki dramatik etkileri olduğu anlatılmıştı. Hipnoz, algı yanılmaları oluşturarak kişinin davranışlarında açıklanamayan ve karmaşık değişikliklere sebep olmaktadır. Telkin ile aşırı duyarlı bir duruma getirilen kişi her söyleneni doğru olarak kabul eder ve geçmiş yaşantılarının oluşturduğu zihin tasarımından tamamıyla vazgeçer. Bu durum bir algı illüzyonu değildir, uyaranları değişik şekilde manalandırma ve kendi bireysel algı geçmişinden başka bir algı boyutuna geçiştir. (Erickson, Rossi, Ryan, Sharp, 1983, s.25) Telkin ile ilgili yapılan başka bir deneyde de bugün hepimizin bildiği “plasebo etkisi” ortaya çıkmıştır. Farmakolojik olarak etkisiz bir ilacın telkine dayalı bir etki ortaya çıkarma hali plasebo etkisi olarak bilinmektedir. Eşik altı mesajlar ile ilgili yapılan bir araştırmada (Murphy ve Zajonc, 1993 s.31) kişilere Çince bir harf gösterilmeden önce, 4 milisaniye süresince, yani algı eşiği altında bazı resimler gösterilir. Bu resimler, mutlu bir kadın, kızgın bir kadın ve hiçbir duygu ifade etmeyen bir geometrik şekildir. Daha sonra bu kişilere Çince harfi sevip sevmedikleri sorulur. Çince harften önce mutlu kadın resmi görenler harfi çok sevdiklerini, nötr olan geometrik şekli görenler harfi sevdiklerini, kızgın yüzle eşleştirilen Çince harfe maruz kalanlar ise harfi sevmediklerini ifade etmişlerdir. Dolayısıyla bu araştırma da eşik altı 47 mesajların tutumları etkilemede önemli bir yere sahip olduğunu göstermiştir. (Kağıtçıbaşı, 2016, s.218) Eşik altı mesajların kuvvetlenmesi, pekiştirilmesi için duygu durumlarının da kuvvetli etkisi olduğu gözlenmektedir. Yani duygu durumları mesajın daha etkili bir şekilde yerleşmesine yol açmaktadır.


İnsanın en ilgi çeken özelliği fiziksel dünyada olmayan şeyleri “görme” eğilimidir. İllüzyonlar, bütün insanlar tarafından genel olarak paylaşılan gerçeğin, hatalı olarak algılanmasıdır. Duyumlar ile bu duyumlardan çıkarılan yorumlar arasındaki fark, yani duyu sistemimizin aldıkları ile zihnin bu alınanlardan yaptığı çıkarımlar arasındaki fark, algı ve biliş konuları açısından kilit bir rol oynar. Bazen gerçekliğin iki ölçütü yani “gerçek ve algılanan şey”, algısal illüzyonlarda olduğu gibi birbiriyle örtüşmeyebilir.
Genellikle illüzyonların nedeni, geçmiş deneyimlerimize dayalı beklentilerimizdir. Algısal illüzyonlara verilen en meşhur örnek şekil 1-10 da görülen Müller-Lyer illüzyonudur. Bu örnekte, bir çizginin eşit olan iki parçası eşit değilmiş gibi gözükür. 48 Bu illüzyon, muhtemelen geçmiş deneyimlerden öğrendiğimiz bazı şekillerin uzaklık bazılarının ise yakınlık beklentisi yaratmasıyla açıklanabilir. (Müller, Lyer, 2016, s.163)
Örneğin; Pizza Kulesi
Pizza Kulesi daha eğik olarak algılanır. Algı yanılmaları ya da illüzyonları iki şekilde gerçekleşmektedir. Fiziksel illüzyonlar ve Psikolojik illüzyonlar olmak üzere ele alınan algı yanılmalarında; Fiziksel illüzyonlar, uyarıcıların herkes tarafından hatalı algılanmasıdır. Fiziksel çevreden ya da fizyolojik nedenlerden kaynaklanır. Psikolojik illüzyonlar ise bireyin psikolojik durumu ile ilgilidir. Korku, öfke, kaygı gibi duygu durumları ile bilinçdışı etkilerden kaynaklanır. Sonuç olarak dünyayı görmek güzel olsa da, dünyanın ne demek olduğunu anlamak daha da güzeldir. Bilge beyin, duyu organları ve dolayısıyla duyu uyarımı ile var olmaktadır. Dolayısıyla duyular ile algılar daima karşılıklı etkileşim halindedir.


İnsanlar diğer insanlarla bilinçli olarak, "etkilemek ve değiştirmek, bilgi edinip kendini gerçekleştirmek" için iletişim çabalarında bulunurlar. Bir arada olmanın getirdiği iletişim çabaları, kitle iletişim uygulamaları ile bireylerin iletişim-bilgi gereksinimlerine etkili bir yanıt olmuştur. Bilgi varsılı kitleler bu gereksinimlerini kitle iletişim araçlarının, erişim kolaylığı olanağı ile hızlıca gidermektedir. Gelişen teknoloji ile bilgi hızlı biçimde üretilip, tüketilmekte daha sonra yeni bilgi gereksinimi oluşmaktadır. İletiler, McLuhan'ın da vurguladığı gibi "global village (küresel köy)" halini alan dünyanın her bölgesine kolayca ulaşmaktadır. Kamunun, bilme öğrenme-bilgiye ulaşma hakkı medya aracılığıyla daha kolay kazanılmaktadır. Bu doğrultuda kitle iletişim araçlarının önemi vurgulanmaktadır. Bünyesinde hem görsel hem de işitsel ögeleri barındıran televizyon hedef kitle nezdinde en etkili kitle iletişim aracı olarak görülmektedir. Bu noktada televizyon programları da hedef kitlenin ilgi alanlarına, beğenilerine göre çeşitlilik göstermektedir. İzleyiciler televizyon programlarında daha çok "bilgieğlence" unsurlarını aramaktadırlar. Bu iki ögenin yanı sıra, bütün insanlarda bulunan genel duyguları içeren ve kendileri ile benzeşen ya da benzeşmeyen karakterlerin yer aldığı programlara da ilgi gösterilmektedir. Televizyon, hedef kitlesinin bilmeöğrenme hakkının yanında farkındalık oluşturma özelliği ile de katkıda bulunmaktadır.


Dünyaya ilişkin bilgimizi ve bunları bilme yollarını yönlendiren bir araç olarak 98 televizyon, bugün artık üst-araç (meta-medium) statüsüne erişmiştir (Postman, 2016, s.26). Roland Barthes’in yorumuna göre ise, televizyon “Mit” olarak da görülmektedir. Böylesine önemli bir statüde görülen ve “mit” olarak adlandırılan televizyon cihazı ilk ortaya çıktığı yıllardaki gibi, bizi büyülemekten oldukça uzaklaşmıştır. O yıllarda, ülkemizde ilk televizyon yayınları başladığında evdeki anneannemizin sorduğu “bu ekrandaki kişi de beni de görüyor mu?” sorgulamasının üzerinden çok zaman geçmiş ve çok şey değişmiştir. Bunun gibi televizyon ile ilginç hikayeler geçerliliğini yitirmiştir. Artık televizyonun kimliği ile ilgili soruşturmalar yapılmamaktadır. Artık televizyon, adeta yaşantımızın doğal bir parçası haline gelmiştir. Yirmi yıl önce “televizyon, kültürü şekillendirir mi yoksa sadece yansıtır mı?” sorusu pek çok araştırmacı tarafından ilginç bulunmuştu. Oysa günümüzde televizyon, bizim kültürümüz haline gelmiştir. “Kültür, sözün esiri olmakla birlikte, resimden hiyeroglife, alfabeden televizyona kadar her tür iletişim aracı ile yeni baştan yaratılmaktadır. Dilin kendisi gibi, her araç da (medium) düşünceye, ifadeye ve duyarlılığa yeni bir yönelim kazandırarak benzersiz bir söylem tarzının ortaya çıkmasını sağlar”. Mc Luhan’ın “araç mesajdır” demekle kastettiği budur”. (Luhan, 1967, s.23) Araç (medium), zihinlerimizi düzenleyip, dünyaya ilişkin deneyimimizi bütünleştirmeye yönelttiğinden, kendini bilincimize ve topluma farklı biçimlerle kabul ettirmeye çalışır. Araç, hakikate ilişkin fikirlerimizi tanımlama ve düzenleme biçimlerinde her zaman kendine bir yer bulur. Bazen ahlak, bazen de güzellik kavramlarımızı etkileyecek kadar da güçlü olur. Televizyonun teknolojinin bir aracı olduğundan yola çıkarsak, insan beyni zihin için ne anlam taşıyorsa, teknolojinin de araç için aynı anlamı taşıdığını söyleyebiliriz. Beyin gibi teknoloji de fiziksel bir aygıttır. Araç ise, tıpkı zihin gibi işlev görür. Başka bir deyişle, teknoloji basit bir makinedir, araç ise makinenin yarattığı toplumsal ve entelektüel bir ortamdır. İnsan deneyimini düzenlemede radikal bir araç olan televizyon, görüntü ile sesi birleştirerek duygusal dokunma hissi yaratır. Televizyon imajı bir saniyede 3 milyon kadar nokta verir ve izleyici bunlardan sadece birkaç düzinesini alarak zihninde canlandırır. Televizyonun görüntüsü düz, iki boyutlu ve mozaiktir.


Üç boyutlu 99 algılama, algı yapımızdan ileri gelir. Televizyon, insanın merkezi sinir sistemine doğrudan etki eder. Görüldüğü üzere ortaya çıkan araç, adeta canlı bir organizma gibi hareket etmeye başlamış, insanoğlunun yarattığı bu yeni dünya düzeninde hem insanın kişiliğini hem de toplumun yapısını ve dinamiklerini ele geçirerek insanı yeniden biçimlendiren yaşadığı kültürü yeniden yapılandıran yeni bir yaşam biçimini oluşturmuştur. İngiltere ve Fransa’da kamuya açık ilk yayınlar 1936 yılında başlamış, 1950’ler ise teknik açıdan televizyonun geliştiği yıllar olmuştur. Ülkemizde, 1954 yılında kapalı devre olarak İTÜ de başlayan ve 1968 de TRT Ankara televizyonu deneme yayınları ile devam eden televizyon yayıncılığı, 1970’lerden itibaren ülke geneline yayılmış, 1984 yılında renkli televizyon yayınları başlamış, 1990’da özel televizyon yayınlarının başladığı günden itibaren ise oldukça hızlı bir gelişim göstermiştir. 20. yüzyıl sonunda dünya, teknolojik devrim olarak nitelendirilen bir gelişmeye tanık olmuş, dijitalizasyon teknolojisi ile her türlü verinin (ses, resim, video) daha kaliteli ve daha düşük maliyet ile elektronik ortamda saklanmasına, işlenmesine ve yüksek bir hızla iletilmesine olanak sağlamıştır. Dijitalizasyon, yayıncılık anlayışını önemli ölçüde değiştirerek, sınırlı miktarda bilginin radyo frekansları üzerinden analog olarak geniş bir izleyici kitlesine tek yönlü iletiminden, sınırsız miktarda bilginin bölünmüş izleyici kitlelerine çeşitli geniş bant hatları üzerinden dijital olarak interaktif iletimine geçilmesini sağlamıştır. Sonuç olarak, klasik yayıncılık anlayışı tamamen değişmiş ve televizyon bir multimedya aracı haline gelmiştir.


Uzman Klinik Psikolog
Aslıhan Değerli Aytoğan
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"İletişim Psikolojisi Açısından Televizyon Programlarının Birey Farkındalığının Oluşmasındaki Rolü" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Aslıhan DEĞERLİ AYTOĞAN'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Aslıhan DEĞERLİ AYTOĞAN'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Aslıhan DEĞERLİ AYTOĞAN Fotoğraf
Uzm.Psk.Aslıhan DEĞERLİ AYTOĞAN
İzmir (Online hizmet de veriyor)
Uzman Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi61 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Uzm.Psk.Aslıhan DEĞERLİ AYTOĞAN'ın Makaleleri
► Eğitim Programlarının Yönetimi Psk.Süleyman ÇOKAY
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,977 uzman makalesi arasında 'İletişim Psikolojisi Açısından Televizyon Programlarının Birey Farkındalığının Oluşmasındaki Rolü' başlığıyla benzeşen toplam 21 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Taraftar Psikolojisi Mart 2019
► Sporun Psikolojideki Yeri Kasım 2018
► Sosyal Medya Fenomenliği Şubat 2018
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


22:38
Top