Bağlanma Kuramına Göre Bebeklikten Yetişkinliğe Ben Olma Süreci
Özet
Bağlanma kuramının kurucularından Bowlby, her bebeğin “bağ kurma ihtiyacı” ile dünyaya geldiğini söyler. Bağlanma sistemi, bebeğin hayatta kalması için hayati öneme sahipken, bu sadece insana özgü olmayıp doğadaki tüm memeli türlerinde ihtiyaç duyulan bir sistemdir. Anne–çocuk ilişkisi ile başlayan ve kişinin hayatı boyunca kurduğu ilişkiler için bir taslak arz eden bağlanma biçimini anlamak hem birey hem de toplumsal dönüşüm yolunda elzem bir adımdır. Bu bağlamda, yeni bir ebeveynlik tarzı örneği olan Bağlanma Temelli Ebeveynlik ile sağlıklı bağlanma süreci desteklenmeye çalışılmıştır.Anahtar Kelimeler: Bağlanma, Anne-Çocuk İlişkisi, Duygu Düzenleme
Abstract
Keywords: Attachment, mother-child relationship, affect regulation.
Giriş
Bilim insanları, 20. yy’ın ortalarına kadar insan bağlanması kavramını henüz bilmemekteydi. Ancak kedi veya köpek gibi memeli hayvanların doğumundan hemen sonra korumak, emzirmek, yalamak, sokulmak gibi içgüdüsel davranışları ile kurulan bağ uzun zaman önce keşfedilmişti. Bağlanma aynı zamanda ebeveyn ve çocukları yakın tutmaya yarayan evrimsel bir stratejidir. Fiziksel yakınlık çocukların ve bu yüzden toplulukların hayatta kalmasını sağlar. Onlar büyüyüp geliştikçe, aralarındaki özel bağ güçlenir; anne daha da korumacı ve ilgili olurken, yavrular çevreyi araştırarak ve yeni becerilerini sınayarak bağımsızlığa doğru ilerler. İşte bu özel bağa bağlanma diyoruz (Parker, ve Nicholson, 2013).
Bağlanma süreci insanoğlunda daha uzundur ve yaşamın ilk 3 yılı boyunca devam eder. Bunun nedeni, bebek beyninin doğum sırasında yalnızca %25 oranında gelişmiş olması ve tıpkı kanguru yavruları gibi gelişimini rahim dışında sürdürmeye devam etmesidir. İdeal ev ortamında bebekler müthiş bir gelişim sergiler. Destekleyici ebeveynler, bebeğinin bilişsel, duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını giderirken onun güveni, empatiyi ve şefkati deneyimlemesine imkân tanırlar. Bu sayede, bebek uyarılmakta ve yeni beceriler öğrenmek istemektedir. Bebeğin beyni bu koşullarda ilk 3 yılda yaşamının en hızlı büyümesini gerçekleştirir.
Bağlanma kuramının ilk araştırmacılarından psikiyatr John Bowlby ve Mary Ainsworth’e göre bebekler “bağ kurma ihtiyacı” ile doğarlar. Güvenli bağlanma ise bebeği kimin beslediğinden, kiminle daha çok vakit geçirdiğinden ziyade, ebeveyn-bebek arasında duygusal bağın hangi yetişkin ile kurulduğudur. Anne babanın çocuğunun sadece midesini değil, kalbini ve zihnini besleyebildikleri bir ilişki, toplumsal dönüşüm yolunda elzem bir adımdır. Bağ, nihayetinde her şeydir (Parker, ve Nicholson, 2013).
Tıpkı bakım verenle kurulan sağlıklı ilişkide olduğu gibi, tüm besleyici, destekçi ve iyileştirici ilişkilerin özünde güvenli bağlanmanın gücü vardır. Bu yüzden başarılı bir psikoterapinin arkadaşlık, yol göstericilik, ebeveynlik, kapsama ittifak kurma gibi özellikleri vardır. Başkası tarafından kabul edildiğini, sevgiyi hissetmek insanın içine işleyen, hayat enerjisi akıtan özel bir deneyimdir. Böyle bir deneyim beyin ve zihinde nöroplastisiteyi geliştirir ve olumlu değişikliklere yol açar. Bu yüzden, yüzlerce yeni terapi modası ve tekniği çıksa da Rogers'in temel esasları olan şefkat, empati ve koşulsuz sevgi her zaman alanımızın merkezinde olmuştur. (Cozolino, 2018) Sağlam sevgi ilişkisi ve güvenli bağlanma ileride arkadaşlıktan okul başarısına, zor durumlarla başa çıkmaktan beyin gelişimine kadar pek çok konuda önemli rol oynar (Parker, ve Nicholson, 2013).
Anne çocuk bağlanma işlevlerinde etkin olan beynin sağ ön kısmıdır. Bağlanmaya yönelik doğuştan gelen eğilim anne ve çocuğun senkronizmiyle harekete geçer ve korunur (Masterson, 2005). Allen Schore anne-çocuk arasında sağ beyin iletişimi olduğunu, yani annenin sağ beyinden çocuğun sağ beynine olduğunu göstermiştir. Sağ beyin işleyişi temelde bilinçli bir farkındalığın dışındadır. Yaşamın ilk üç yılında meydana gelenlerin çoğu açık bellek ve sözlü tanımlamalara doğrudan erişemez (Cozolino, 2018).
Bağlanma kuramı, anne ve çocuk arasındaki etkileşimlerin kendiliğin gelişimine yönelik etkilerine dair kuramı doğrulayan ve zenginleştiren, bilimsel açıdan araştırılan bir temel sağlamıştır. Nörobiyoloji, beyni araştırarak kendiliğin gelişimine ve işleyişine dair ilk defa nöronal bir temel bulunmasını, duygu düzenlemesi ve onun patolojisinin, terapötik işbirliğinin, aktarımın ve karşı aktarımın nörobiyolojik temelini anlamamızda önemli katkılar sağlamıştır (Masterson, 2005).
Bağlanma kuramı aynı zamanda nesne ilişkileri kuramından da beslenmiştir. Çocuğa karşı aşırı koruyucu ve ihtiyacının dışında müdahaleler yapıldığında çocuğun otonomi, ayrışma bireyselleşmesi engellenerek gelişimin zarara uğramasına neden olunur. Çocuk talep ettiğinde, ihtiyacının sinyallerini verdiğinde ihtiyacı karşılanmalıdır. Ancak, çocuğun ihtiyacı olmayan müdahaleler çocuğu işgal eden, aşırı korumacı yaklaşımlar, ona kimlik ve kişilik oluşumu için alan tanımayan, örneğin, yetersiz olduğu, bu nedenle başkalarının ihtiyaçlarını karşıladığı gibi olumsuz inançları oluşabilir.
Anne-bebek bağlanma ilişkisine tanımlayıcı bir bakış açısı kazandıran Bowlby, psikanaliz, etoloji, deneysel psikoloji ve öğrenme kuramlarından yararlanarak çocuk gelişimine temel olacak ve psikoloji ile psikiyatrinin pek çok alanını etkileyecek kuramını geliştirmek üzere çalışmalarını sürdürmüştür (Karataş, 2017).
Bağlanma konusunun kişilik yapıları üzerindeki etkisinin oldukça çarpıcı boyutta olduğu fark edilince, günümüzden yaklaşık kırk yıl önce kuramcılar bu konudaki çalışmalarını arttırmışlardır. John Bowlby’nin yanı sıra; Kim Bartholomew, Margaret Mahler, Mary Ainsworth ve son dönem geliştirdiği “İlişkisel Kuram” la ön plana çıkan günümüz araştırmacılarında Paul Watchel, bağlanma konusunda literatürde adı geçen araştırmacılarımızdan bazılarıdır. Her biri kendi dönem ve koşullarında yaptıkları çeşitli araştırma ve elde ettikleri çıkarımlarla, günümüzde bağlanma ile ilgilenen uzmanlara halen ışık tutmaktadır (Akçakaya, 2016).
Bağlanma Kuramına İlişkin Yapılan Araştırmalar
Bowlby, bağlanma kuramını oluşturduğu dönemde (1950), psikanaliz (haz duygusunun anne memesinden karşılandığı) ve davranışçı ekol rağbet görüyordu. İngiliz psikiyatr Bowlby 1940'larda, erken yaş dönemlerinde ebeveynlerinden ayrılan ve onları uzun süre göremeyen çocukların duygu durumunun hızla bozulduğunu, üzgün, depresif, korkulu ve sonunda duyarsız hale gelerek gelişimlerinin gerilediği sonucuna varmıştır. Yine başka bir araştırmada, küçük yaşlarda anneden uzun süreli ayrılık yaşayan çocukların, yaşamlarının ileriki dönemlerinde duygusuz karakter geliştirdiği gibi döneminin bağlanma odaklı birçok bilimsel çalışmaya imza atmıştır. Ancak, meslektaşları tarafından, ortamın çocukları şekillendirdiğine inanmayı reddetmesi ve genetik yapıyı ön plana aldıkları için dışlanmıştır (Parker, ve Nicholson, 2013).
John Bowlby, öncelikle uyum sorunu yaşayan ayrılma araştırmalarına, yani hastaneye yatırılmaları veya yuvaya gitmeleri nedeniyle annelerinden ayrılan çocukların tepkileri üzerine gözlemler yaparak çalışmalarına başlamıştır. Kırk dört vaka incelemesinden sonra ayrılma ve anne eksikliği arasındaki ilişkiye dikkat çeken Bowlby’e göre bu çocukların temel sorunu, yaşamlarının ilk yıllarında anne figürü ile gerçek bir bağlanma oluşturma olanağından yoksun kaldıkları için sevmeyi başaramamalarıdır. Bazı çocuklar bu ayrılıkla iyi bir şekilde başa çıkabilirken, bazı çocuklar ise ağlayarak, öfkeli ya da kayıtsız davranarak tepki göstermişlerdir. Bağlanmayla ilgili yapılan çalışmalarda çocuğun, duygu düzenleme, dikkat kontrolü ve zihinselleştirme kapasiteleri edinmesi, öz-etkinlik algısı gelişimi, ebeveynin çocuğun içsel dünyasını kavramalarının oynadığı hayati rolü, bakım verenle güvenli bağlanmanın sonraki yakın ilişkiler üzerindeki etkisinin önemi üzerinde durulmuştur (Karataş, 2017).
Çocukların anneden uzun süre ayrı kalma konusunda üç aşamalı tepki geliştirdiği görülmüştür: a) Protesto: Annenin geri gelmesi için çocuğun yüksek sesle ağlaması ve teselli girişimlerine direnç göstermesi, b) Umutsuzluk: Annenin geri dönmemesi üzerine çocuğun duygusal çöküntü yaşaması, c) Kopma: Çocuğun küskün ve savunmacı bir tavır sergileyip, annenin ya da bakım verenin dönüşünü kabullenmeyen ilgisiz davranışlarda bulunması (Orta, ve Sümer, 2016).
1970’lerde Harry Harlow tarafından yapılan bir deneyde iki anne maymun simülasyonu oluşturulur. Bunlardan biri tamamen tellerden oluşturulur ve ucuna besin kaynağı olan biberon yerleştirilir. Diğerinin üzerine battaniye gibi yumuşak bir şey sarılarak daha şefkatli, sıcak ve duygusal yakınlığın kurulabileceği bir anne simülasyonu oluşturulur. Bebek maymunlar yeme ihtiyacını karşıladıktan hemen sonra yumuşak olan maymun simülasyonuna giderek günün çoğunluğunu onun kucağında geçirdikleri gözlemlenir. Deneyin devamında ortama ses çıkaran, hareket eden, stres yaratıcı bir figür çıkarılır ve bebek maymunların bu durumda hemen sıcaklık veren maymunu tercih ettiği görülür. Bu da bize anneliğin sadece beslenme ihtiyacıyla alakalı olmadığı, şefkat, sıcaklık ve fiziksel temasın da önemli olduğunu, bununla birlikte çocuğun, özellikle olumsuz duygular esnasında bağlanma figürüne ihtiyaç duyduğunu tekrar kanıtlıyor.
Bowlby’e göre bir bireyin bağlanma süreci dört aşamada ve 3 yılda tamamlanmaktadır. İlk aşama olan 0-3 aylık dönemde bebek çevresinin henüz farkında olmadığı için bağlanma davranışı görülmemiştir. İkinci aşama, 3-6 aylık döneminde çocuk seçici olarak bir ya da bir kaç kişiye bağlanır. Üçüncü aşama güvenli üst denilen dönemdir. Son aşama ise, amaca göre düzeltilmiş ortaklık olarak ifade edilir ve çocuğun bakıcısına ulaşılabilirliği ile ilgili düşünceleri ve doyumu erteleyebilme durumuna göre düzenlenir. Çocuk dil becerisi kazandıktan sonra birincil bakıcısıyla daha iyi bir iletişim kurar ve ayrılıkla ilgili daha az stres yaşamaya başlar. Hareket becerisi de arttıktan sonra çocuk, güvenli üst olarak gördüğü anne ya da babasından uzaklaşarak diğer insanlarla da iletişim kurmaya başlar ve böylece çocuğun dünyasında akranlarıyla olan ilişkisinin önemi artar. (Sümer, Oruçlular, ve Çapar, 2015)
Anne ile bebek arasındaki ilk bağlanma ilişkisinin doğum öncesinde kurulduğu ileri sürülmektedir. Doğum öncesi dönemde fetüs, annenin duygulanımlarına yanıt verebilmektedir. Yirmi altıncı haftada fetüsün algılama, tepki gösterebilme ve işittiği bilgileri yakalama yeteneklerinin olduğu bildirilmektedir. Bu durumda, doğum öncesi dönemde, annenin bedeninde meydana gelen değişiklikleri benimsemesi, olumlu duygularını henüz doğmamış olan bebeğine aktarabilmesi bağlanmanın ilk temellerini oluşturmaktadır. Hamilelik döneminde annenin karnına dokunması yoluyla bebeğin tensel olarak hissedilmesi ve bebeğin kabulü bağlanma ilişkisi için oldukça önemlidir. İstenmeyen gebelikler sonucu dünyaya gelen korunmaya muhtaç çocuklar anne karnında dışlanmaya maruz kalmakta, hamilelik döneminde annenin yaşadığı stres ve gerginlik gibi olumsuz duygularından etkilenmektedirler (Karataş, 2017). Araştırmalar güçlü bir şekilde hem rahim içi ortamının hem de doğum sonrası anne davranışlarının beyin gelişimini şekillendiren mekanizmalar olduğunu destekler. Annenin hem biyokimyası hem de davranışı bebeğin beyninin şekil alacağı modeli oluşturur (Cozolino, 2018).
Kötü muamele, bağlanma sistemini altüst eder. Kötü muamele gören çocukların, duyguları anlamada önemli gelişimsel gecikmelere sahip olduklarına dair bulgular, IQ ve sosyoekonomik statüler denetim altında alındığında çok az bir azalma göstermesine rağmen istikrarlıdır. Kötü muameleye maruz kalan çocuklarda duygusal anlamda problemlerinin yanı sıra sosyal biliş eksiklikleri ve gecikmiş zihin teorisi kavrayışı bildirilmiştir (Clarkin, Fonagy ve Gabbard, 2010).
Çocukluk yıllarında sevgi bağı kurma kapasitesinde bozulma yaşayan bireyler psikonevrotik, sosyopat veya psikotik rahatsızlıklara yatkın olmaktadırlar. Çocukluk dönemi kaybıyla ilgili yapılan pek çok araştırmada; iki psikiyatrik sendrom ve eşlik eden iki tür semptomda çocuklukta sevgiye dayalı bağların kesintiye uğramış olmasının yüksek oranda etkili olduğu tutarlı biçimde saptanmıştır. Bu sendromlar kişilik ve depresyondur; semptomlar da sürekli suç işleme ve intihardır. Bu bireylerde sevgi bağları kurma ve koruma kapasitesi her zaman bozuktur ve hiç olmadığının görüldüğü de seyrek değildir. Psikolojik desteğe ihtiyaç duyan bu bireylerin çocukluklarında çoğunlukla ebeveynlerinin ölümü, boşanması veya ayrılmasıyla ya da bağlarının bozulmasına neden olan olaylarla karşılaştıkları belirlenmiştir. Örneğin binden fazla ayaktan tedavi gören 60 yaş altındaki hastalarla yürütülen bir çalışmada, bunların 66’sını sosyopat ve 1.357’sini farklı diğer bozukluklardan muzdarip olarak saptamışlardır. Kriter olarak, annenin 6 yaşından önce 6 ay ya da daha fazla süren yokluğu alındığında sosyopatlar arasında bunun oranı %41 ve diğerlerinde ise %5 olarak bulunmuştur. (Karataş, 2017).
Bağlanma kuramının hipotezi, sağlıklı bir bağlanma gerçekleşmediğinde; duygusal bağlantı eksikliği, şiddet de dahil her türlü duygusal ve sosyal sorunlara yol açabiliyordu. 1990’larda birbirini ve ebeveynini öldüren çocuklarla ilgili haberler görmeye başladık. En az bir suç nedeniyle hüküm giymiş 86 çocuk suçlunun her biri önemli ve belirleyici bir çocukluk travması geçirmiştir (Parker, ve Nicholson, 2013).
Araştırmalarda, bağlanma kaygısının aynı zamanda başta depresyon, kaygı bozuklukları ve panik atak olmak üzere olmak üzere birçok “içselleştirme” ile ilintili psikolojik sorunla da ilişkili olduğu gösterilmiştir (Sümer, Oruçlular, ve Çapar, 2015).
Sümer ve arkadaşları (2008) tarafından yürütülen TÜBİTAK destekli geniş kapsamlı bir projede orta çocukluk dönemindeki çocukların (dört ilden 1931 öğrenci) ebeveynlerinin bağlanma örüntüleri ve ebeveynlik davranışları, diğer aile değişkenleri ve çok sayıda çocuk uyum değişkenleri ile birlikte ölçülmüştür. Ebeveynlerin kaçınma ve kaygılı bağlanma boyutlarının çocukların algıladıkları, özellikle reddedici, müdahaleci ve suçluluk yaratmaya yönelik ebeveynlik davranışlarıyla sistematik olarak ilişkili olduğu bulunmuştur. Özellikle, annenin yüksek düzeyde kaçınmacı bağlanmaya sahip olması sadece anneye değil babaya da güvenli bağlanmayı olumsuz yönde yordamıştır Bu araştırmada aynı zamanda, ebeveyn bağlanma boyutlarının evlilikte çatışma ve doyumla; çocuğun genel kaygısı, içselleştirme ve dışsallaştırma davranışlarıyla ve akademik yeterlik algısıyla sistematik olarak ilişkili olduğu gösterilmiştir (Sümer, Oruçlular ve Çapar, 2015).
Yapılan çalışmalar güvenli bağlanan kişilerin güvensiz bağlananlara oranla stresli durumlarda daha az kaygı ve rahatsızlık yaşadıklarını, stresle başa çıkmada başkalarından daha etkili destek aradıklarını ve aldıkları desteği etkili kullanabildiklerini ve kendileri ve başkaları hakkında daha olumlu görüşlere sahip olduklarını ortaya koymuştur (Orta, Sümer, 2016).
Erken dönem destek ve müdahale programları, çocukların özellikle ilk üç yılda sosyal ve duygusal becerilerini geliştirmelerine yardımcı olan, onların iyi birer yetişkin olmasını sağlayarak aile ve topluma sosyal ve ekonomik yönden uzun vadede yararlı olmayı amaçlayan uygulamalardır. Bağlanma-temelli bir programda, Ainsworth ve arkadaşlarının (1978) ‘güvenli üs’ ve ‘güvenli sığınak’ kavramlarından yola çıkılarak geliştirilen, annelerin çocuğun bağlanma ve keşif ihtiyaçlarını gözleyebilme, ayırt edebilme ve bu ihtiyaçlara duyarlı karşılık verebilme becerisini artırmayı amaçlayan “Güvenlik-Çemberi” isimli müdahale programıdır Bu doğrultuda geliştirilen ‘Güvenlik-Çemberi’ programında annelere, bireysel video geribildirimi yoluyla çocukların yakın temas ve keşif ihtiyaçları arasındaki farklılıkları ve bu ihtiyaçlara duyarlı bir şekilde karşılık verilmemesinin ilişkiyi nasıl etkileneceği anlatılır. Bunun için çocukların farklı ihtiyaç ve beklentilerini ifade eden resimlerden (örn., ‘çocuğun anneden uzaklaşması’) ve açıklamalardan (örn., ‘Benim keşfimi desteklemene ihtiyacım var’) yararlanılır. Bireysel ve grup olarak verilen 20 haftalık eğitiminin sonunda, 75 anne-çocuk çiftinde güvenli bağlanma örüntüsünde artma gözlenmiştir (Marvin ve ark., 2002). Güvenlik-Çemberi programının daha sonraki yıllarda yapılan kısa sureli (4 haftalık) uygulamalarında ise, eğitim verilen grupta yer alan annelerin duygusal bakımdan kırılgan mizaca sahip olan çocuklarının aynı gruptaki diğer çocuklara göre daha güvenli bağlandıkları görülmüştür. Bunun gibi destekleyici programlar; olumlu sosyal ve duygusal becerilerin erken dönemde kazanılması yaşam boyu kullanılan değerli bir özkaynak olarak çocuğu okula, iş hayatına, sağlıklı kişilerarası ilişkilere ve ebeveynliğe hazırlamaktadır. Batı ülkelerinde yapılan araştırmalar, sosyal ve duygusal yetkinliği artırmaya yönelik destek programlarının, çocuklardaki davranış problemlerini, okulu bırakma ve suça karışma oranlarını azaltarak, sağlık giderlerinden tasarruf ettirerek ülke ekonomisine yarar sağladıklarını göstermiştir. Ülkemizde de AÇEV gibi sivil toplum kuruluşları, aileye yönelik eğitim programları ve saha çalışmalarının yanı sıra, toplumsal farkındalığı artırmak, bilinç ve destek oluşturmak üzere farkındalık faaliyetleri gerçekleştiriyor.
Bağlanma Çeşitleri
Bowlby ve arkadaşları yaptıkları gözlemlere dayanarak 4 tür bağlanma türü belirlemişlerdir.
1.Güvenli bağlanma: Anne tutarlı, ulaşılabilir tahmin edilebilir, çocuğun sinyallerini doğru okuyup cevap verebilir. Anne-çocuk arasında karşılıklı güven, sıcak bir ilişki vardır. Anne yerinde ve yeterince çocuğun ihtiyaçlarını giderir. Bebek burada aktif şekilde keşiftedir anne çıkınca mutsuz olur ve geri dönünce keyiflenir. Çocuğun anneyi güvenli his olarak kullanması, çocuğun keşif ihtiyacında annenin yanında olması, örneğin yeni bir yere gidildiğinde anneden biraz ayrılıp oradaki oyuncaklarla oynaması için keşfetmesi gerekir. Çocuğun, özellikle yaşadığı olumsuz duygularda annenin sığınılacak liman olup yine yatıştırabilmesidir. Güvenli bağlanmış bebeklerin anneleri sevecen ve duyarlı kişilerdir.
Bu çocuklar bakım verenlerin ilgili, yardımcı ve özerkliklerini destekleyici olacağı beklentisini kazanır. Kaygılı oldukları zaman anneleri ile etkileşime geçerler, çünkü bu etkileşimin sonucunda tekrar güvende hissedeceklerini öğrenmişlerdir. Güvenli bağlanmış çocukların ebeveynlerin erişilebilir ve çocukların ihtiyaçlarına duyarlı olma konusunda başarılılardır dikkatlerini o an yaptıkları şeyden çocuklarına yöneltme ve artık ihtiyaç duyulmadıklarında çocuktan kopabilme bilme esnekliğine sahiptirler (Cozolino, 2018).
Çocuk yardıma ihtiyaç duyduğunda ya da bir davranışı yapmak için biraz teşvik gerektiğinde hep hazır bulunan ve gerektiği zaman aktif bir şekilde müdahalede bulunan bağlanma kişisinin varlığını ve erişebilirliğini temsil eden “güvenli üs” olarak anneyi tercih eder. Bu bakımdan Bowlby’nin yaklaşımına göre güvenli üs, askerin savaştaki üssüne benzer. Asker yense de yenilse de üssüne geri döner, çünkü bilir ki o üs onlar için güvenli yerdir. Önemli olan güvenli bir üssün olmasıdır. Bu güvenli yere sırtını dayayarak yeni seferlere çıkarlar ve riske girerler (Sümer, Oruçlular, ve Çapar, 2015). Bağlanma kişisi aynı zamanda özellikle de keşif sırasında korku, tehdit, tehlike hissedildiğinde geri dönülen bir yer olduğundan Bowlby bağlanma kişisinin “güvenli sığınak” işlevi de gördüğünü belirtmiştir. Bu işlevlerin yerine getirilebilmesi için çocuk ile onu büyüten arasındaki ilişkinin optimum düzeyde dengeli ve kaliteli olması gerekir. Aksi takdirde hayatta kalmak için çocuk alternatif yollar, çareler aramak zorundadır. Bu alternatif yollar da genellikle güvensiz bağlanma davranışları ve onlarla ilişkili başta bağımlılık olmak üzere çok sayıda olumsuz duygu ve davranışlarla ilişkilidir. (Sümer, Oruçlular ve Çapar, 2015).
2.Kaygılı-Dirençli bağlanma: Bebek anneye yakın durur, sınırlı ölçüde keşif yapar, anneden ayrılınca yoğun bir huzursuzluk yaşar. Annenin dönüşünde nasıl davranacağı konusunda kararsızdır ama yine de yakın durur. Kaygılı bebeklerin anneleri katılık, ilgisizlik, düzensizlik ile yetersizlik arasında bir noktadadır. Tutarsız olan annenin ne yapacağını bilememesi ile sürekli terkedileceği endişesi içindedir. Bu yüzden anneye yapışma anne geri geldiğinde ise bir yandan yapışma, bir yandan da anneye karşı öfkelidir, yatıştırılması çok zordur. Bir yandan sarılır bir yandan da anneye vurur. Bu bağlanma örüntüsünde çocuk ben sevilmeyi hak etmiyorum inancı oluşturur. İleride romantik ilişkilerinde de hep terk edilme korkusu yaşayanlar ve yeterince sevilmedikleri ile ilgili kaygı içindedirler. Bu bağlanma türünde çocuklar hem kendine hem annesine hem de başkalarına güvenmemektedir. Kaygılı çocuklar istikrarsız ve erişilebilir olma konusunda tutarsız ebeveynlere sahiptirler. Bu çocuklar kaygı duyduklarında yakınlık ararlar ama güçlükle yatıştırılırlar ve oyuna geri dönmeleri yavaş olur. Çoğu durumda kaygı annenin endişesi ve belirsizliği ile daha da kötüleşir bu çocuklar keşif yapmaktan ziyade dünyanın tehlikeli ve kaçınılması gereken bir yer olduğunu öğrenmiş gibidirler (Cozolino, 2018).
3.Kaçıngan bağlanma: Çocuğun anneyle duygusal bağ kuramaması, anne gittiğinde ne zaman geleceğini kestirememesi ve çocuğun bu acıya dayanabilmesi, hayatta kalabilmesi için anne geldiğinde artık umursamaz davranması (bağlantı örüntüsünün kurulması çocuğun kendini korumasına yöneliktir). Burada çocuk, anne gittiğinde tepki vermez, geldiğinde de oyununa devam eder. Annenin gitmesi gelmesi ile fazla ilgilenmez yani aslında duygusal olarak kendini kapatır kendi kendine yatıştırmayı öğrenir. Kaçıngan bağlamada anne daha az duyarlı tepkisiz ve reddedicidir. Çocuk böyle durumlarla karşılaştığında ihtiyacım olduğunda yanımda olmayacak o zaman bu ihtiyacımı kendim karşılamalıyım düşüncesi ile hayatta kalabilmek için kendini korumaya alır. Kaçınmacı stilde bağlanan çocuklar çocukların kendilerini ve ihtiyaçlarını görmezden gelen bakım verenlere sahiptirler.
4. Güvensiz-Karışık (Dağınık) Bağlanma: Bu bebekler anne ile ayrıldığında en büyük huzursuzluğu yaşayanlardır. Özgüveni en düşük olanlar da yine bu bebeklerdir. Anne geri döndüğünde bebek kafa karışıklığı yaşar, şaşkın davranışlar sergiler ve donup kalır, belki anneye yaklaşabilir ama anne de yaklaşmaya başlayınca anneden uzaklaşır. Dirençli ile kaçıngan karışımı davranışlar sergiler.
Karışık stilde bağlanan çocuklar stres altında olduklarından anneleri ile çatışmacı bir ilişki içine girerler. Bir yandan yaştırılmak için annelerine yaklaşmak isterken diğer yandan onlara yaklaşmaya korkarlar. Sanki içsel bir yaklaşma-kaçınma çatışması yaşarlar. Bu çatışma kaotik şekilde ve hatta kendine zarar verme davranışlarıyla ortaya çıkar; döner dururlar, düşerler, bir yere çarparlar, kendilerini sakinleştirmek için ne yapacaklarını bilemezler, bulundukları ortamdan kopmuş görünürler, transa benzer yüz ifadeleri vardır, bir yerde donup kalırlar ya da fiziksel olarak rahatsız pozisyonlarda dururlar. Çocuklarda dağınık bağlanmanın annedeki çözümlenmemiş acı ya da travma ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu da annenin çocuk için hem korkmuş hem de korkutucu görünmesi anlamına gelir. (Cozolino, 2018).
Bağlanmadaki Uyum/Uyumsuzluk Süreçleri
Tüm biyolojik organizmalar gibi, bizde homeostatik dengeden dengesizliğe sonra yeniden dengeye geçtiğimiz sürekli bir değişim içindeyizdir. Acıkırız ve sonrasında yemek yeriz; korkarız ve sonrasında güvenliğe kavuşuruz; bitkin ve yorgun hisseder, sonunda uyuyakalırız. Bütün bunlar düzenden düzensizliğe ve sonra tekrar düzene geçme örüntülerimizin örneklerini oluşturur. Beynimiz gelecekte kullanmak üzere bu durumların bir özetini alır. Bu sırada bağlantılar kurup bilinçli deneyimimizi inşa eder. Yani, bakım veren ihtiyaç duyulduğunda yerinde ve yeterince bu ihtiyaçları karşılar, bebeğin düzensizlik durumundan düzen durumuna geçmeye yardımcı olursa, ilkel beyin devreleri bir başkasının varlığını olumlu duygular ile eşleştirir. Bağlanma teorisine göre başkasının varlığı ile ilgili bu tür olumlu özdeşleştirmeler yeterli miktarda gerçekleştiğinde, güvenli bağlanabilme ihtimalimiz oldukça fazladır. Bunun tersi ise, yine herhangi bir sorunumuz olduğunda ve düzenimiz bozulduğunu hissettiğimizde, başkasının gelişinin yeniden düzenlemeye yol açmadığı, daha da kötüsü düzensizliği artırdığında, örneğin, çocuk ağlıyor ve kimse gelmiyorsa ya da gelen kişi onu rahatsız ettiği için bağırıyor ve kaygıyı daha da artıyorsa o zaman başka bir kişinin gelişini düzenleme ve sorun giderilmesi ile özdeşleştirmeyiz. Bu tür deneyimler çoğaldıkça güvensiz bağlanma stilini ortaya çıkarırlar. Güvenli ve güvensiz bağlanma deneyimleri, örtük bellekte saklı tutulurlar ve oluşan bu bağlanma şemaları, daha sonraki yakın ilişkilerde de etkinleşerek deneyimlerimizi, başkaları ile nasıl ilişki kurduğumuzu belirleyen beklenti kalıpları haline dönüşürler (Cozolino, 2018).
Güvenli bir bağlanma öncelikle çocuğun ihtiyaçlarına, zihinsel durumlarına ve gerçek kendiliği "yeterince iyi" uyumu sağlayan duygusal açıdan uygun bir anne gerektirir. Çocuğun yönlendirmesini takip ederek, anne uyum yoluyla Sender'in tanıma süreci olarak adlandırdığı ve çocuğun bu sayede tanındığını hissettiği ve bir başkası tarafından tanınarak kendini tanıdığı sürecin oluşumunu sağlar. Yani çocuğun deneyimi annenin uyumlu yankısında yansıtılır. "Sen bana uyduğunda, beni gördüğünde, beni ele geçirdiğinde ve kendi deneyimimi açıklığa kavuşturmamda bana yardım edersin". Bu tanıma süreci sonrasında, gerçek kendiliğin açıklığa kavuşmasını ve güçlenmesini destekler (Masterson, 2005).
Güvensiz bağlanma durumunda, çocuğun gerçek kendiliğine yeterli düzeyde uyum sağlanmadığında, yani ebeveynin gündemi gerçek kendiliğin ihtiyaçlarından daha öncelikli olduğunda, çocuk örtülü olarak ebeveyn tarafından istenen şefkatli bir bağlamanın devamlılığı için gereken örtülü prosedürleri ve bağlanma koşullarını yani ebeveynleri yansıtan, onlar için işleyen, görünmez olan, sorun olan vb. bağlı güven ve çaresizliği sezer. Bu yüzden güvensiz bağlanma büyük ölçüde gerçek kendiliğin bastırılması koşuluna bağlıdır. Gerçek kendilik harekete geçen geçmemek, dışa vurulmamak, deneyimlenmemek üzere işlenir. Bu bakımdan bir hasta şöyle ifade etmiştir, "annem her zaman ilgisini çekmemi istedi, ama kendisi daha üstündü, dolayısıyla fark edilmek için oraya sıçramak zorundaydım. Onun tarafından fark edildiğimi hissetmek için kendiliğimi bir kenara bırakarak onun, benden olmamı istediği şeyi olmak zorundaydım." (Masterson, 2005).
Kendilik bozuklukları temelde örtülü prosedürlerle işlenmiş sağlıklı bir ayrılma sürecini engelleyen bağlanma bozukluklarıdır; yani hem bağlanma hem ayrılma kapasiteleri bozulmuştur. Bu yüzden kendilik bozuklukları bir tür güvensiz bağlanma sistemini ifade ederler (Masterson, 2005).
Bowlby’nin kuramını uygulamaya aktaran Ainsworth, Blehar, Waters ve Wall , “anne duyarlığını” bağlanmanın öncül koşulu olarak kabul etmişlerdir (19). Anne duyarlığı, bakım veren bağlanma kişisinin çocuğun duygusal işaretlerini algılama, anlama ve doğru yorumlama becerisi ve bu işaretlere zamanında en uygun cevap verme kapasitesi olarak tanımlanabilir (20). Ainsworth ve arkadaşlarına göre çocuğun bağlanma örüntüsünü temelde anne duyarlığının kalitesi belirler. Duyarlığının kalitesi de annenin kendi bağlanma zihinsel modellerinin ne oranda olumlu ya da olumsuz olduğu ile ilişkilidir. Bu anlamda bağlanma kuşaklararası aktarılan duygusal bir süreçtir (Sümer, Oruçlular ve Çapar, 2015). Boylamasına araştırmalar bebeklikteki bağlanma sınıflandırmaları ile yetişkinlikteki sınıflandırmalar arasında %60, %75 oranında benzerlik olduğunu göstermiştir. Güvenli yetişkinler kendilerine güvenen ve bağlanan çocuklara sahip olmaya 3 veya 4 kat daha fazla yatkındırlar (Clarkin, J., Fonagy, P., ve Gabbard, G. O., (2010).
Güvenli Bağlanmanın Bileşenleri
Anne kendisinde ve çocuktaki duyguyu tanımlayabilir, ayarlayabilir ve kendisindeki duyguyu dışa vurarak çocukta da bu duygunun oluşumunu sağlayabilir. Güvensiz bağlanan anne ve çocuklarda eksik olan şey bu zihinselleştirme kapasitesidir.
Güvenli bağlanma, sosyal, dünyada etkili ve yeterli işleyişin temelini oluşturur. Güvensiz bağlanma, duygusal ve bilişsel işleyiş olmak üzere iki temel bölgedeki zihinselleştirme becerilerindeki yetersizliklere işaret eder. Nihayetinde düzensiz bağlanma sadece bu yetersizliklerin kaynağı değil, aynı zamanda stres altındayken güçsüzleştiren zihinselleştirme kapasitesinin yokluğunun da temelidir. Nitekim çoğu kez önemsiz bir gerginlik dahi zihinselleştirme kapasitesinin kaybına, başlangıçtaki iç ve dış gerçekliğin somut birebir uygunluğun söz konusu olduğu primitif, bilişsel ve duygusal deneyimlere geri çekilmeye yol açabilir (Masterson, 2005). Çocuğun ihtiyaçları karşılanmazsa beyinde kortizol salımına sebep olur gelişimine ayıracağı enerjiyi stres veren durumlardan kurtulmak için harcamak zorunda kalır (Cozolino, 2018).
Bozulma-Onarma Döngüsü ve Nöroplastisite
Anne ve çocuk arasındaki etkileşimde kaçınılmaz olarak meydana çıkan uyum sağlayamamanın yol açtığı ‘uyumlu ilişkinin tekrar tekrar aksaması’ durumunun zamanında onarılması iyi bir gelişim için esastır. Bu şekilde çocuk için “sen kötü olduğunda veya sana kızdığımda gidersem, geri geleceğim, seni bırakmayacağım, her şey yoluna girecek” fikrini aktaran içsel bir onarım modeli geliştirir. Sonrasında, bu çocuk, keşfetme davranışıyla annenin duygusal olarak ulaşılabilirliğine inanır ve rahatlar. Bowlby'nin ifadesi ile çocuk anneyi, keşfedeceği ve ondan ayrılarak birleşeceği “sağlam bir temel” ve sıkıntılı durumlarda dönebileceği “güvenli bir sığınak”, güvenli bir teselli kaynağı olarak deneyimler. Bu, sonraki kendilik ve öteki yaşantıları için bir kalıp olarak içselleştirilir. Dolayısıyla bir yetişkinin güvenli bağlanmış olmasının işareti, hem yakınlık hem de özerklik kapasitelerinin olmasıdır (Masterson, 2005).
Çocuk kim olduğuna, başkalarının kimler olduklarına ve bir ilişkinin nasıl kurulup devam ettirileceğine dair bir şema içselleştirir. İlk bakıcı ile gerçekleşen etkileşimlere dayanarak bu iç işleyiş modelleri örtülü prosedürel belleğe yerleşir ve bu modellerinin zaman içinde sabit oldukları görülür. Elbette ki, asla değişmez değillerdir, çünkü hayat boyunca önemli ilişkisel deneyimlerle birlikte değişime uğrayabilirler. ”Kazanılmış güvenli bağlanmalar” kavramı yeterli uyum ve bozulma onarma deneyimleri ile ortaya çıkan ve ilerideki ilişkileri güvenli bağlanmaya dönüşen güvensiz bağlanma biçimlerini tanımlamak için kullanılır. Bu tam da psikoterapinin neden işe yaradığını açıklayan bir ifadedir. Bu durumda ilişkilerin bu iç işleyiş modeli duygusal olarak ulaşılabilir olan ötekinin temsilinden oluşur ve gerçek kendiliğin dışavurumunu kabul eder, doğrular, onaylar ve ona uyum sağlar. Buna mukabil, çocuğun kendilik temsili sevildiğini, değer verildiğini ve güvende olduğunu hisseder. Yeniden yapılanma ve yeniden işleme etkili psikoterapinin ne’si ve nasıl’ıdır (Masterson, 2005).
Bağlanma şemaları hayatta kalma stratejilerimizdir. Bağlanma stilimizde kendiliğinden oluşan değişikliklerin varlığı ve hayatımız boyunca pek çok insana yeniden bağlanıyor olduğumuz gerçeği şemaların altında yatan nöral sistemlerin plastisitesini koruduğunu gösterir. Kendi çocukluklarındaki olumsuz deneyimlere rağmen çocukları ile güvenli bağlanma kurabilen yetişkinler bağlanma ağlarının nöroplastisitesini kanıtlar. Görünen o ki güvensiz bağlanan bir kişi güvenli bağlanabilen bir kişi ile belli bir süre geçirebilecek kadar şanslı ise, bu kişinin bağlanma stili de daha güvenli hale gelmektedir.
Güvenli bağlanma ise tamamen dokunulmaz olmasa da güvensiz bağlanmaya göre değişime karşı daha dirençli gibi görünmektedir. Bu demek oluyor ki, çocuklukta oluşmuş güçlü şemaları ilişkiler, psikoterapi veya öz farkındalığı artıran deneyimler sayesinde değiştirmek mümkündür. Güvenli bir partner ya da yeterince iyi bir terapist ile korkuların işlendiği ve çözümlendiği iyileştirici bir ilişkide güvenli bağlanma şemasını benimsememizi sağlayabilir. En önemlisi de, nesilden nesile geçen kötü davranma ve güvensiz bağlanma stilleri doğru profesyonel müdahale ya da kişisel deneyim ile değiştirilebilir.
Güvensiz bağlanma şemalarının kalbinde amigdalanın korku, olumsuz deneyimler ve duygusal düzensizlikleri yakın ilişkilerle bağdaştırmış olması yatar. Bu yüzden kişi ne kadar yakınlık kurmayı istese de amigdala tehlike sinyallerini ve otonom uyarılmayı etkinleştirerek ve kaç ya da savaş tepkisi vererek karşılar. Güvenli bağlanmanın olduğu bir ilişkinin kurulabilmesi için olumsuz duygularla yakın ilişkiler arasındaki bağdaştırmanın ketlenmesi ile erken dönem refleksleri ve öğrenilmiş korku tepkilerinin yerine yeni nöral sistemler olusturmak gerekmektedir. Terapi sürecinde değişime uğrayan şey de, onlarca yıl önce programlanmış korkuları ketleyip yeni ve daha uyum sağlayıcı varoluş yolları bulmamızı sağlayan nöral devrelerin gücü, uyumu ve bağlantısıdır (Cozolino, 2018).
İlişki mi, Genler mi?
Çocuğun dış dünyayla ilişkisinde kendilik algısı edinmedeki gelişim süreci karmaşık, şaşırtıcı ama neyse ki anlaşılabilirdir. Genetik ve mizaca dair etkenler dikkate alındığında çocuğun kişilik gelişiminin anne-çocuk ikiliğinden çıktığı ve yetişkin kişiliğinin bu erken ikili ilişkinin bütününü yansıttığı artık bilinen bir gerçektir. Hayatta kalma ve güvenliğin ötesinde bağlanmanın temel amacının anne ile etkileşimli bir ilişki kurma yoluyla çocuğun zihinsel gelişimini elde etmesi olduğu ve anne çocuk bağlanmasının niteliğinin, yani güvenli, güvensiz ve düzensiz oluşunun, yetişkinin zihnine ve duygusal işleyişine çok büyük etkisi olduğu bilinmektedir (Masterson, 2005). Ebeveynlerin çocuğa muamelesi onun hangi genlerinin aktif hale geleceğini belirleyebilir. Aile ortamını değiştirmekle bazı genetik özellikleri değiştirebiliriz. Genlerin aktive oluşu pasif hale geçişi ve değişimi hep yaşamdaki koşullar ve ortam yoluyladır. Yani ne yediğimiz, çevremizde nasıl insanlar barındırdığımız ve nasıl bir hayat sürdürdüğümüz üzerinden gerçekleşir.
Erken Dönem Bağlanmanın Yetişkinlikteki Görünümü
Erken çocukluk döneminde yeterli bakım alan bireylerin ileriki yıllarda mutlu, güçlü evlilikler kurduğuna dair araştırmalar mevcuttur. Yaşamın ilk dönemlerinde anne-bebek arasında oluşan bağlanma stilleri yetişkinlik dönemindeki romantik ve aşk ilişkilerini de etkilemektedir. Güvenli bağlanma stiline sahip bireyler ilişkilerini başlatma ve sürdürme konusunda daha istikrarlı olurken, kaygılı bağlanma stiline sahip bireyler romantik ilişkilerinin yanında sosyal ilişkilerinde de problem yaşamakta ve istikrarlı bir ilişki geliştirememektedir (Atabey, 2019).
Klinik bakımdan sağlıklı bir gerçek kendiliği olan birey başkalarıyla ve başkalarının olmadığı durumlarda hem olgun bir biçimde bağlanma hem de rahat bir kendilik düzenlemesi yaparak, süreklilik, istikrar ve karşılıklılık hisseder. Böylece, eşler gerçek kendiliğe dayanan bir ittifakın bulunduğu ilişkiye geçmiş olurlar. Bu eşler, yakın ve ayrı olabilir, ilişkideki gerçek sorunları tartışabilir ve değişen yaşamlarına uygun olarak olgunlaşıp gelişebilirler. Eşler, sevince paylaşmakta olduğu gibi zorlukla karşılaştıklarında bir diğeri için destek ve gerçek sevgi kaynağı olabilirler (Masterson, 2005).
Main, Kaplan ve Cassidy, çalışmalarında güvenli bağlanan anne ve çocuk çiftlerinde karşılıklı dikkatin otomatik olarak serbestçe geçirgenlik gösterdiğini, gerektiğinde dikkatin alan değiştirmesine ve farklı durumlarda duyguların doğrudan karşısındakine aktarılmasına izin verildiğini bulmuşlardır. Güvensiz bağlanma durumunda ise duyguları aşırılaştırma bazen de duygulardan kaçınma şeklinde kendini gösterdiği bilinmektedir. Örneğin, yetişkinlikte kaçınan bağlanma gösterenlerin duygularını tartışmaktan kaçındıkları, bunları reddettikleri ya da dikkati başka şeylere yönelterek duyguları bastırmaya çalıştıkları bulunmuştur. Güvensiz bağlanan yetişkinlerin ise aşırı kontrolcü ve cezalandırıcı ebeveyn rolüne büründükleri ve zaman zaman kendine zarar verici şekilde davrandıkları bulunmuştur. Sonuç olarak, stresle baş etmede güvenli ve güvensiz bağlanma arasındaki temel farklılık duygu düzenleme stratejilerindedir. Geçmiş çalışmalar, güvensiz bağlananların duygu düzenleme zorlukları nedeniyle hem yaşadıkları duyguların yoğunluğu hem de ifade etme biçimleri bakımdan farklılıklar gösterdiklerini ve buna bağlı olarak stresle başa çıkma zorlukları yaşadıklarını göstermektedir. Kaygılı-kararsız (saplantılı) bağlananlar duyguları daha çalkantılı, inişli çıkışlı yaşayıp abartılı bir şekilde ifade ederken, kaçınan bağlanmaya sahip olanların ise duygularını bastırdıkları ve ifade etmekten kaçındıkları bilinmektedir (Sümer, Oruçlular, ve Çapar, 2015).
Güvenli bağlanma stiline sahip bir birey ilişkilerinde mutlu geleceğe dair umutlu beklentileri olan ve eşlerine karşı da destekleyici bir ilişki geliştirir. Kaygılı bağlanma stili geliştiren kişilerin terk edilme korkuları yoğundur partnerinin her davranışından onu bırakacağı yönünde varsayımsal çıkarımlar yapar (Atabey, 2019).
Kacıngan bağlanmaya sahip bireyler başkalarına reddeder tarzı bir tutun geliştirmişlerdir. Bireyselliğine ve özgürlüğüne çok önem verirler. Bağlanma figürü ile yaşadıkları elde edilemez ve sorunsuz ilişkileri bu stilin oluşmasına neden olmuştur. Reddedilmekten çok korku ve kaygı yaşadıkları için başkalarından uzak dururlar ve böylece olumlu benlik tasarımlarını korurlar. Başkalarına karşı güvensizdir ve başkalarının onu desteklemeyeceklerine dair inançları vardır. Başkalarını kendilerini açmazlar ve onlarla ilişki kurmada isteksiz davranırlar.
Kaygılı bağlanma stiline sahip bireylerin de partnerlerinin verebileceğinden daha fazla yakınlık istediklerine dair algıları önem verdikleri birileri tarafından hayal kırıklığına uğrama beklentileri gerçekleştiğinde doğrulanır yani böylece her bağlanma stili aşina olduğu senaryoyu tekrarlar.
Güvensiz bağlanma stiline sahip bireylerin ilişkiden ve evlilikten aldıkları tatminin ve evlilik uyumlarının, güvenli bağlanma stiline sahip bireylere göre daha az olmasının, bu kişilerin evlilik dışı ilişkilere yönelmelerine neden olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla evlilikte ya da ikili ilişkilerde ortaya çıkan aldatmaların bir anlamda bağlanmadaki güvensizlik hissinin telafi edilmesi amacıyla yaşandığı söylenebilir (Kantarcı ve Şendil, 2010)
Bağlanma Temelli Ebeveynlik
1994 yılında Bağlanma Temelli Ebeveynlik STK'si olan ve aynı zamanda ebeveynler ve uzmanlar için ulusal bir araştırma ve bilgi merkezi haline gelen Attachment Parenting İnternational (API) dernegi, kurucuları Lysa Parker ve Barbara Nicholson tarafından anne babalara yeni bir ebeveynlik tarzı ile desteklemeyi hedeflemiştir. Bağlanma Temelli ebeveynlik, hamilelikten çocuğun ergenlik çağına dek anne babaların arkasında durmakta ve çocukla ilişkilerini güçlendirmelerine yardımcı olmaktadır. Somut bilim ve sağduyudan doğan ilkeleri, tüm uygulamaları etkileyen sezgisel bir yaklaşımın çerçevesini oluşturmaktadır.
Kalp ve beynin örtüştüğü bu ebeveynlik yaklaşımında kurallar yerine yol gösterici 8 ilke vardır. Bunları aile koşullarına uyarlamak ve tercih etmediğini uygulamamak tamamen anne babanın karardır. Hamilelikten çocuğun ergenlik çağına dek anne babaların arkasında durmakta ve çocukla ilişkilerini güçlendirmeye yardımcı olmaktadır. Somut bilim ve sağduyudan doğan bu ilkeler tüm uygulamaları etkileyen sezgisel bir yaklaşımın çerçevesini de oluşturmaktadır ve der ki, bebeğinize kulak verin ve içgüdülerinize güvenin.
1. Bilgi edinmek ve hazırlanmak; hamileliğe doğuma ve ebeveyni hem fiziksel hem duygusal hem de bilgi edinimi ile hazırlanmak yaşam boyu öğrenme ve bilgi ile donanım çok önemlidir. Anne adayı gebelik sürecinde zihninde oluşan bebek tasarımı ile ona iç dünyasında özel bir yer açar doğum sonrasında annenin bebeğe bebeğini de anneye bağlanmasını başlatan bir süreçtir bu
2. Bebeğinizi/çocuğunuzu sevgi ve saygı ile beslemek: Emzirebilmek için gereken desteği mutlaka almak, emziremiyorsa ten tene temas ve göz teması ile benzer bir bağı simüle etmek, bebek önderliğinde bir emzirme sürecini saha tanımak, saatli emzirmekten kaçınmak zorla yedirmemek, sağlıklı beslenme alışkanlığına ve aile olarak yemek vaktine önem vermek önerilir.
3. Bebeğinizin ihtiyaçlarını hassasiyetle cevap vermek: Bebeğinizin sinyallerini zamanında ve doğru okumak, ihtiyaçlarını bekletmeden karşılamak önerilir.
4. Ten teması ve dokunuş: Bebeğin sağlıklı gelişiminde ve duygusal bağın inşasında doğumun hemen ardından hem anne hem baba ile bebeğin ten teması sonra da sağlıklı dokunuş içeren uygulamalar ve etkileşimli oyunlar büyük önem taşır.
5. Güvenli bir uyku düzeni kurmak güvenli bir uyku ortamı ve gece boyu ebeveynlik ile bebeğin ihtiyaçlarını geceleri de karşılamak önerilir. Bebeğin aynı odada uyuması tavsiye edilmekle beraber aile koşulları bebeğin mizacı ve ihtiyaçları ile ebeveyn ihtiyaçlarının dengede olması önemli bir ön koşuldur.
6. Tutarlı ve devamlı bir şekilde koşulsuz sevginizi hissettirmek: İşe başlangıç, kreşe, anaokuluna başlama, bakıcı ile ortaklaşa bebek bakımı, yeni bir doğum veya iş nedenli birkaç günlük ayrılık gereken durumlarda bağı sürdürebilmek için farkındalık çok önemlidir.
7. Pozitif disiplin uygulamak: Temelinde empatik, şiddetsiz iletişim becerileri vardır. Ödül ve ceza yerine güvenli, sınırları kararlı ve şefkatli bir şekilde sunmak önerilir.
8. Denge: Kişisel anne/baba ve eş kimliklerimizin dengede olması, öz şefkat ile iç huzurumuza, şiddetsiz iletişim ile eşler arası ilişkimize ve değişen ihtiyaçlarımıza odaklanabilmek, ebeveyn duygu regülasyonu ve bağlanma ilişkisini desteklemek için kilit birer yapı taşıdır.
Sonuç
Bowlby’nin bağlamaya dair “beşikten mezara” vurgusunu anlayabilmek, sadece çocukluğumuzu değil, yetişkinliğimizi de kurtaran bir söz. Yine Epictetus’a ait “Çocukluğumuz anavatanımızdır” sözü, her birimiz için geçerli bir ifadedir.
Anneyle doğum öncesinden başlayan bağlanma ilişkisi insanın tüm yaşamı boyunca devam eder ve hayatının her alanında yaptığı veya yap(a)madığı "tercihleri" belirler. Romantik ilişkilerden anne-baba-çocuk ilişkisine, kariyer - iş yaşamından çeşitli inanç, davranış ve tutumlara kadar yaşamın her noktasında bağlanma özelliklerimizin etkileri görülür. Bu nedenle, bağlanma insanlığımızın merkezinde yer alıyor.
Bebeklikten yetişkinliğe; hayatın her alanında, her anında ve her anısında görülen bağlanma yaşantılarını yine yeni deneyimlerle değiştirebiliyoruz. Bağlanma stilimizde kendiliğinden oluşan değişikliklerin varlığı ve hayatımız boyunca pek çok insana yeniden bağlanıyor olduğumuz gerçeği, kötü bir geçmişi telafi için oldukça umut vericidir. Hepimiz aileden miras aldığımız yönelimleri değiştirmeye ve hem kendi içimizdeki hem de çocuklardaki potansiyeli açığa çıkarabiliriz.
Kaynakça
Akçakaya, Ü., (2015). Uyanış. İstanbul: Cinius Yayınları
Atabey, L. (2019), Yetişkin Bağlanma Stilleri ve Romantik İlişki
Clarkin, J., Fonagy, P., ve Gabbard, G. O., (2010). Kişilik Bozuklukları için Psikodinamik Psikoterapi Klinik El Kitabı. Kocaeli: Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları.
Cozzolino, L. (2016). Terapini Neden İşe Yarar?. Kocaeli: Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları.
Kantarcı, D., Şendil, G., (2010). Bağlanma, Evlilik ve Aile Psikolojisi. Tarık Solmuş (ed.), Bağlanma ve Aldatma (s.330) İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Karataş, Z., (2017), Bağlanma Kuramı Açısından Kurum Bakımının Çocuklar Üzerindeki Etkileri, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi Cilt: 10 Sayı: 54 Yıl: 2017.
Masterson, J., F., (2005), Bağlanma Kuramı ve Nörobiyolojik Kendilik Gelişimi Açısından Kişilik Bozuklukları (H. Şentürk, çev.). İstanbul: Litera Yayıncılık.
Nicholson, B. & Parker, Lysa (2020). Kalpten Bağlı (Y. Ataman, çev.). Ankara: Görünmez Adam Yayıncılık.
Orta, M. İ. ve Sümer, N. Aralık (2016), Anne Duyarlığı ve Erken Dönem Bağlanma-Temelli Ebeveynlik Destek ve Müdahale Programları, Türk Psikoloji Yazıları, 19 (38), 54-73.
Sümer, N., Oruçlular, Y., ve Çapar, T., (2015). Bağlanma ve Bağımlılık: Kuramsal Çerçeve ve Derleme Çalışması, Bağımlılık Dergisi, Cilt:16, Sayı:4, s:192-209
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Bağlanma Kuramına Göre Bebeklikten Yetişkinliğe Ben Olma Süreci" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Uzm.Psk.Meryem EKİNCİ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Uzm.Psk.Meryem EKİNCİ'nin izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |
Beğenin
Yazan Uzman
|
bağlanma, anne-çocuk ilişkisi, duygu düzenleme, ben olma süreci, bowlby, bağlanma kuramı, john bowlby, bağlanma çeşitleri, güvenli bağlanmanın bileşenleri
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.