2007'den Bugüne 92,310 Tavsiye, 28,219 Uzman ve 19,977 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Geçmişten Günümüze Annelik ve Babalık
MAKALE #22152 © Yazan Meltem VARAN | Yayın Şubat 2021 | 1,324 Okuyucu
Annelik ve Babalık
Günümüzde ataerkiye dayalı aile yapısının iki ebeveynin de çalıştığı çekirdek aileye dönüşmesi, çekirdek aile yapısı içindeki bireylerin rol ve sorumluluklarının değişmesi, kadının eğitim düzeyinin artması ve ekonomik yönden erkeklere bağımlı olarak yaşamak zorunda kalmaması kadının toplum içindeki statüsünde değişmelere neden olduğu gibi aile içindeki rolleri ve söylemleri de değiştirmiştir. Günümüz toplumlarında geleneksel/kültürel inanç ve değerlere sahip annelik-babalık ile modern annelik-babalık uygulamalarının bir arada yaşatıldığı görülmektedir. İlgili literatür incelendiğinde, babalığa ilişkin tutum ve davranışları belirleyen etkenler konusunda gerçekleştirilen çalışmaların yetersiz olduğu ve konuyla ilgili araştırmalara ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Türkiye toplumunun kültürel yapısı içinde günümüz erkeklerinin babalığa ilişkin tutum ve davranışlarının değişiminde hangi faktörlerin etkili olduğunu çoğunlukla kadınlık ve feminizm üzerine yapılmış çalışmalardan okuyabiliyoruz.

Annelik

Mevcut düzende evli kişiler için toplumun belirlediği temel rol çocuk sahibi olarak ailenin soyunu devam ettirmektir. Ancak, annelik ve babalık kavramlarını yalnızca ebeveynlik becerileri ile tanımlamak mümkün değildir. Bu becerileri sarıp sarmalayan toplumsal ilişkiler ve bireylerin erkek, kadın veya çocuk kimliklerine sahip oluşu da annelik ve babalık kavramlarının şekillenmesinde önemlidir. Çünkü aile içindeki güç ilişkilerinin üretilmesinde rol oynarlar. Annelik tartışmasını ilk kez ortaya atan Simone de Beauvoir (1993:110-145) kadının biyolojik yapısının bütünüyle insan türünün devamına dönük olmasından dolayı “bedensel yazgısını” annelikle tamamladığını ve bunun annenin doğal görevi olduğunu belirtir. Fakat “annelik içgüdüsü” diye bir şey olmadığı ile devam eder, bu bağlamda annelik içgüdüsünün insan türüne uygulanamayacağını ifade eder. Öğrenilmiş bu roller çerçevesinde annelik, biyolojik yapısıyla ilgili olarak kadının doğasına uygun bir rol iken, toplumsal dayatma ile ortaya çıkan annelik miti Elisabeth Badinter’in (2011:13) “Annelik içgüdüsünü ve dayattığı davranışları daima canlı tutmak anneliğin en büyük düşmanı mıdır?” sorusunu akıllara getirmektedir. Bu soru çerçevesinde yeniden düşündüğümüzde anneliğin tarihsel süreçte, farklı kültürler içerisinde anlamının ve değerinin farklılaştığını söyleyebiliriz. Annelik, genel olarak “çocuk doğuran kadın” ifadesi ile tanımlanırken, çocuğun varlığı ile başlayan sosyolojik, fizyolojik ve duygusal bir süreç olarak görülebilir, böylece türün özelliklerine göre çeşitlilik gösterir, yeni bir his ve zorunluluk dünyası oluşturduğu için kadının bireysel ruh dünyasını ve çevresiyle ilişkilerini alt üst eder (Deutsch, belirtilmemiş, s. 27). Badinter (1992) annelik kavramının çift-anlamlı kullanımı ile güçlendiğini ifade eder. Bu çift-anlamlılık bir yandan dölütün sağ kalması için uğraşıp embriyoya ve bireye dönüşmesine yani hamilelik sürecine vurgu yaparken, diğer yandan uzun vadede şefkatle ve eğitimle ortaya çıkan annelik kavramına vurgu yapmaktadır.

Bu şekilde bakıldığında anneliği sadece bedensel bir olgu olarak tanımlamak doğru görünmemektedir. Coward (1995:88); “Annelik kadınların… nasıl olmaları ve neyi başarmaları gerektiğine ilişkin reçetelerin en katı olanıdır” demiştir. Coward’a göre, toplum, sanki annelerin elinde hayatın tüm mücadeleleriyle başa çıkmakla kalmayıp bir de anneliğin getirdiği yeni ve acil sorunlarla ustaca başa çıkmalarını sağlayacak sihirli bir değnek varmışçasına bir beklenti içindedir. Kestenberg ise bu durumu; “…gerçek bir anne olan kadına ilişkin ideal resmimizde, bebeğiyle ne yapacağını salt sezgileriyle bilen, her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir anne vardır” sözleriyle ifade etmektedir (akt. Türkdoğan, 2013:38).

Bu söylemlerden yola çıkarak anneliğin toplumsal yapı içinde oluştuğunu ifade etmek mümkündür. Gittins (1985:105), anneliği kadının “doğal kaderi” olarak tanımlamış ve evlilik dışı anne olmanın toplum tarafından doğal karşılanmadığına vurgu yaparak anneliğin sosyal bir kavram olduğunu ifade etmiştir. Gittins aynı çalışmasında şöyle demiştir;

“Patriarka, kadınlık kavramının erkeklerden asla beklenmeyen bir biçimde kendini başkalarına hizmet etmeye adamak idealiyle özdeşleştirilmiştir. Babalık kavramı annelik kavramının tersine sadece meydana getirmek ya da en fazla biyolojik çocuklarına karşı -asla başkalarına değil- belirsiz bir sosyal ve ekonomik sorumluluk anlamını içerir. Ama kadınlardan medeni hâli ve yaşı ne olursa olsun çocuk, teyze, abla, yeğen ya da torun olarak akraba ve yakınlarına annelik etmeleri beklenir.” (Gittins, 1985:105)

Annelik daha küçük yaşlardan itibaren kız çocuklarına öğretilen bir kavramdır. Küçük kız çocuklarına, kendilerinden küçüklerin bakımlarını üstlenmeleri, mesleği ne olursa olsun “bakım”, “şefkat”, “ev işleri” gibi konularda hazırda olmaları öğretilir. Daha da ötesi çocuğu olsun ya da olmasın bütün kadınlardan annelik yapmaları beklenmektedir.

Günümüzde halen varlığını koruyan “annelik içgüdüsü” ve her annenin kendiliğinden çocuğunu seveceği düşüncesi, kadına “annelik sevgisi” rolünü atfetmiş ve sosyokültürel değerlerin oluşturduğu kategorilerden olan “anne olmanın” aşırı sevgi içermesi beklenmiştir. Ancak Beaviour (1993:110-145) –daha önce de belirtildiği gibi- annelik içgüdüsü diye bir şeyin olmadığını, annelik içgüdüsünün insan türüne uygulanamayacağını; Badinter (1992:10) de “annelik içgüdüsü” diye bir kavramın olmadığını söyleyerek anneliğin öğrenilmiş bir davranış olduğunu ileri sürmüştür. Badinter (1992) bunun kanıtı olarak hamile kalan bir kadının hamileliğini doğal yollardan (ortaya çıkan belirtilerden) ya da doktora gitmeden anlayamamasını gösterir. Hamileliğin anlaşılmamasını anneliğin içgüdüsel olmadığının kanıtı olarak ileri sürer.

İster öğrenilmiş bir davranış ister içgüdüsel olsun, annelik kadına toplumsal açıdan büyük beklentiler yüklemektedir. Kadının hayatın her alanında yer aldığı günümüz dünyasında halen kadının evde oturup çocuklarına ve kocasına bakması gerektiğini savunan geleneksel söylemlere rastlamak mümkündür. Işık’ın (2016) “Küresel kültürel değişim ve yeni annelik” adlı çalışmasında, erkek katılımcıların kadınların çalışmasına karşı olmadığını söyledikten sonra “Ama burada şu var, bir kadın çalıştığı zaman acaba gerektiği şekilde çocuğunu yetiştiriyor mu?” benzeri ifadeleri, annenin işi olarak ev işlerinin ve çocuğun bakımının yanında “çocuğun yetiştirilmesi” yani eğitimine de vurgu yapıldığını göstermektedir. Bu dikkat çekici beklenti, anneliğe atfedilen sorumluluklar adına önemli bir örnek teşkil etmektedir.

Kadından annelik adına beklenilen davranışlar nesilden nesile aktarılarak, annelik adeta değişmez kural ve sorumluluklara tabi tutulmakta ve böylece anneliğe atfedilen kutsallık, neredeyse kadın olmanın önüne geçmektedir. Welldon’un (2001) anneliğin sadece kadınlıkla bağlantılı olan bir doğası olduğunu varsayıp biyolojik, fiziksel, duygusal, hormonal, sosyal ve kültürel etkenlerle iç içe olması nedeniyle, kadınlığın annelikten ayırmanın zor olduğunu ifade etmesi de mevcut durumu destekler niteliktedir.

Babalık

Erkeklik çalışmaları alanında önemli isimlerden biri olan Connell (2010, 2000, 1995) diğer toplumsal cinsiyetlere tahakküm eden “hegemonik erkeklik” tipinden bahsetmekte ve onun toplumsal yaşamda bedensel olarak güçlü, yapılı ve kas gücünü kullanmaktan çekinmeyen, duygularını kontrol edip mantığıyla hareket eden bir heteroseksüel erkek olarak temsil edildiğinin altını çizmektedir. Bu imge aslında Türkiye’deki aile yapısı ve toplumsal hayatı içinde bir babadan beklenilen özelliklerdir denilebilir, çünkü Türkiye toplumunda da bir erkeğin/babanın çelimsiz, güçsüz, duygusal bir insan olması onun zayıflığına işaret etmektedir (Navaro, 2007).

Toplumsal cinsiyet rolleri arasındaki keskin sınırların kalkması, annelik ve babalık rollerinin değişmesini beraberinde getirmiş, babalık kavramı da bu değişimlerden etkilenmiştir. Erkeklerin ev işi ve çocuk bakımıyla ilgili sorumlulukları paylaşmaya başlaması, babalık olgusuna ilişkin tutum ve davranışlarda değişime ve babalık olgusuna yeni anlamlar atfedilmesine yol açmıştır. Ülkemizdeki ataerkil yapı, erkekliği başıboş ve kontrolsüz özerklik üzerinden tanımlama eğilimindeyken, baba olmayı bu sorumsuzluğun terk edildiği, yetişkinlik hayatına geçiş zamanı olarak tanımlamaktadır. Günümüzde Türkiye’de baba olmak, “ailenin reisi” konumundan daha önce bir başka koşulu yerine getirmeyi gerektirmektedir. Bu koşul, ailenin geçimini sağlamaktır (Bozok, 2018). Genel toplumsal kanıya göre, ailenin geçimini sağlaması gereken kişi baba olmalıdır. Yine erkeklerin iktidarının hem sağlayıcısı hem de kontrolcüsü olarak ev ekonomisinin belirleyicisi olurlar. Erkeği evin dış ilişkileri ve maddi olarak yönetiminde ağır yükümlülüklere maruz bırakan bu kanı evin iç işleri ve çocuk bakımını da kadına yüklemiştir. Erkeklerin birçoğunun ailelerinin geçimini sağlamak için daha yoğun, ağır koşullarda çalışması, onları koruyucu ve gelir sağlayıcı olarak konumlandırmanın yanı sıra ebeveynlik ve ev içi işbirliği gerektiren temizlik, yemek yapma, vb. rollerden muaf tutulmalarına da meşru bir gerekçe sağlamaktadır.

İnsanlardan kadına ve erkeğe ilişkin rolleri betimlemeleri istendiğinde, kadınlar ve erkekler için farklı tanımlamalar yapmaktadırlar (Burke ve Tully 1990). Genellikle sahip oldukları bu kalıpyargıların farkında değildirler (Liebert, Wicks-Nelson ve Kail, 1986) ve bu kalıpyargıları -toplumun çoğunluğu tarafından paylaşılmakta olduğu için- sosyalleşme sürecinin bir parçası olarak öğrenirler (Basow, 1992). Örneğin, geleneksel babalık rolünde baba, evin geçimini sağlar, çocuğuna disiplin uygular ve nadiren çocuğuyla oyun oynar (Feldman, Nash ve Aschenbrenner, 1983). Bu babalar için çocuk bakımı, parasal destek sağlamak ve disiplin uygulamakla sınırlıdır. Ailelerini ekonomik olarak destekledikleri için sorumluluklarını yerine getirdiklerini düşünürler (Barnett ve Baruch, 1988). Ailedeki iş bölümü biyolojik durumun sonucu olarak değil, kültürel ve ekonomik bağlar içinde oluşmaktadır (Coltrane, 1995). Nitekim sosyal ve ekonomik değişimler ebeveyn rolünü ve ailedeki iş bölümünü derinden etkilemiş (Evans, 1996), kadının ve erkeğin sosyal rollerine yönelik toplumsal algı değişmeye başlamıştır (Eagly ve Stefan, 1984). Endüstrileşme ve kentleşmeyle para kazanmanın güçleşmesi, annenin evde oturup çocuk baktığı, babanın ekonomik geçim sağlayıcı olduğu geleneksel aile yapısına bağlı kalmayı zorlaştırmıştır (Basow, 1992). Ayrıca kariyer yapmayı kendine saygı olarak gören kadınların artması ve gelişen doğum kontrol yöntemleri çocuk sayısında azalmaya yol açarak kadının dışarıda çalışmasını kolaylaştırmıştır (Santrock, 1983). 1990’lı yıllara kadar, giderek artan sayıda kadının ekonomik özgürlüğünü kazanır hale gelmesi, kadın ve erkeğin cinsiyet rollerine ilişkin kalıp yargıları değiştirmiştir (Bahr, 1990).

Bununla birlikte, her ne kadar geçmişe göre günümüzde babalar çocuklarıyla daha çok ilgileniyor olsalar da halen annelerden daha az zaman geçirmektedirler. Aynı zamanda neyi nasıl yapacağını bilememek de babayı çocuğuyla daha etkin bir iletişim içerisine girmekten alıkoymaktadır. Bilmediği bir rolün içine düşmüş olan erkek, çocuğuyla ilişki kurmakta zorlanmakta, çocuk yetiştirmede aktif rol almada başarısız olmaktadır. Çocuk psikolojisini ve eğitimini bilmemek, çocuklarla nasıl etkileşimde bulunacağını kestirememek; çocuk ile baba arasındaki ilişkiyi sekteye uğratmakta, çocuğun farklı gelişim alanlarında değişik sorunlara yol açabilmektedir. Hızlı değişimlerle dolu günümüzde, babanın kendine düşen rolü kavraması ve yerine getirmesi çok daha güç görünmektedir. Çocuğun yaşamı üzerinde belirleyici etkisi olduğu göz önüne alındığında, babanın çocuk gelişimi ve eğitimi konularında bilgilenmesi, kendisinin önemini fark etmesi ve öğrendiklerini davranışa dönüştürebilmesi için farklı programlar çerçevesinde desteklenmesinin önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Nitekim babaları destekleyen programların, babaların çocuklarıyla daha çok ilgilenmelerine, çocuklarının hayatlarında daha fazla yer almalarına katkı sağladığını, yapılan bilimsel araştırmalar da göstermektedir (Taşkın ve Erkan, 2009).
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Geçmişten Günümüze Annelik ve Babalık" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Meltem VARAN'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Meltem VARAN'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Meltem VARAN Fotoğraf
Meltem VARAN
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Çocuk Gelişimi Uzmanı
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi8 kez tavsiye edildiİş Adresi Kayıtlı
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Meltem VARAN'ın Yazıları
► Geçmişten Günümüze Emdr Eda SADEGÖNÜL
► Mesaisi Bitmeyen Meslek: Annelik - Babalık Psk.Dnş.Sehir HİLOOĞLU
► Anne Babalık Çeşitleri Emine ERGÜN
► Helikopter Anne Babalık Uzm.Psk.Dnş.Zehra KAHRAMAN
► Annelik Tutumları Psk.Pınar HOCAOĞLU
► Annelik Yapmak Mı,anne Olmak mı? Psk.Gülten İKİZOĞLU
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,977 uzman makalesi arasında 'Geçmişten Günümüze Annelik ve Babalık' başlığıyla benzeşen toplam 17 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


14:52
Top