Duygusallık Çıkmazı
Bilimsel olarak biyo-psiko-sosyal bir varlık olarak tanımlanan insan biyolojik,psikolojik ve sosyal yönlerinin iç içe geçtiği bir şekilde yaşar.İnsan duyguları ve heyecanlarıyla motive olur,bunlarla yaşamı anlamlandırır.O nedenle duyguların insan yaşamında önemli hatta belirleyici bir rolü vardır.
Ancak insanın duygularının olması başka,duygu yüklü,duygu ağırlıklı yaşaması başkadır.Hiç bir şey tam doğru veya tam yanlış değildir.Önemli olan neyin,ne kadar olduğudur.Demek ki bir şeyin doğru veya yanlış olduğunu varlığı değil ne kadar olduğu belirlemektedir.Duygular açısından da durum böyledir.
Elbette ki insan duyguları olan,olması gereken bir varlık.Olmaması zaten insanı robotlaştırırdı.Ama duyguların olması başka,ne kadar olduğu başka,nerede,ne zaman ve ne kadar kullanıldığı başkadır.Çok kullandığım bir tabir vardır; "duygular öne çıkınca akıl irtifa kaybeder".Çünkü duygular belirleyici yoğunluğa gelince insan akıl ve mantıktan uzaklaşır.Yaşamı yönetirken de duyguların belirleyiciliği asıl kullanılması gereken aklı örseler.İşte tam da bu noktada insanlardaki DUYGUSALLIK ÇIKMAZI başlar.
Aslında duygular yaşamı yönetmek için değil,hissetmek için vardır.Yaşamı yönetme bilgi,akıl,düşünme ve deneyimle olmalı,karar süreçlerine,tercihlere duygular çok fazla karıştırılmamalıdır.Çünkü yaşam nesnel ve somut,duygular ölçüsüz ve soyuttur.
Ancak gelin görün ki bazı insanlarda duygular hem çok kolay hem de çok yoğun olarak öne çıkabiliyor.Hem yaşamı zorlaştırıyor hem de sorunları olduğundan büyük algılayarak küçük yükü taşınması zor büyük bir yük haline getirebiliyor,derinleştirebiliyor.
Burada insanlarımızın öncelikle düşünmek ile hissetmek arasındaki farkı doğru anlamalarına,doğru anlamlandırmalarına dikkat çekmek istiyorum.Düşünmek bir olayı enine boyuna değerlendirerek bir hükme varmadır.Hissetmek ise keyiflendiren veya acıtan yönlenleriyle buluşmaktır.Peki yaşamı düşünerek mi yoksa hissederek mi yönetelim..?İşte yaşamı cennete veya cehenneme çeviren nokta tam da burası...
Şu bir gerçek ki sorunsuz yaşam yoktur.Zaten olmamalıdır da...Zira herşey güzel,keyifli olsa insanlar bir gün geliyor ondan da sıkılıyor.Dertler,sorunlar esasında yaşamın fark edilmesi,hissedilmesinde önemlidir.Yaşananlar hep iyi olsa da,hep kötü olsa da insanlarda ortaya çıkan duygu bezginlik oluyor.O nedenle ideali olumluların çoğunlukta olduğu, zaman zaman olumsuzluklarla da karşılaşan ve kendini tazeleyen,geliştiren bir yaşamdır.Hep tatlı yerseniz diliniz bir yerden sonra o tatlının tadını çok fark edemez hale gelir.Buna alışılmış uyaran da,algı körelmesi de diyebiliriz.Demek ki yaşam zıtlarla dengeleniyor.
Önce yaşamı olduğu gibi kabul etmek,beklentileri doğru oluşturmak gerekir.Yaşamın doğasında olumlular ve olumsuzlar yan yana gezmektedir.O nedenle anlamanın yolunun doğru anlamlandırma olduğunu hiç unutmayalım.Yaşamın doğru anlamlandırması ise gök kuşağı bir renkler prosesi olmasıdır.Keyifleri de vardır,dertleri vardır.Yaşam akışı ise bu zıtların dengeleyeciliğinde olmaktadır.
Bir sorun,sıkıntı ortaya çıkınca çoğu insan "üzüldüm" diyor.İyi de üzülerek ne elde ediyor,hangi çözüme varıyorsun ki..?Bu düşünerek çözüm yolu aranması gereken bir soruna üzülerek,kahrolarak çözümsüzlük duvarı örmekten başkası değil.Zaten insanları zayıflatan,yapabileceklerinden alıkoyan ve bizim de DUYGUSALLIK ÇIKMAZI dediğimiz şey buradan başlıyor.Unutmayın;üzülmek bir sorun karşısında insanın verebileceği en pasif tepkidir.Bir sorunu çözdüğü de görülmemiştir.
Duygular yaşamın bir rengi,bir tonu hatta bazen de coşkusudur.Fakat duygular yaşamın yöneticisi değildir.Daha çok sorun çözme becerisi gelişmeyen insanlarda görülen "bir sorun olduğunda üzüldüm tepkisi" yaşamdan gelen uyaranlara ilk tepkiyi duygu havzasından vermenin bir sonucudur.Bu aynı zamanda sorunun karmaşıklaşması ve yükünün artması sonuçlarını doğurur.İşte DUYGUSAL EZİLME de böyle başlar.
Bu duygıusallık çıkmazına ülkemizde en çok da insan ilişkileri ve karşı cinsle ilişkilerde rastlarız.Böyle olmasının başlangıç sebebi de maalesef iletişimin öğretilmemesi ve insani bir normal olan karşı cinsle iletişimin öğretilmemesidir.İnsanın bilmediği konularda elinde duygularından başka sermayesi kalmaz.Böyle olunca da iki bilmezin bir hevesle başladığı ilişkiden DUYGUSAL YORGUNLUK'tan başkası çıkmaz.
Duyguları tatlandırıcı olmaktan çıkarıp yaşamı yöneten öncülüğe geçirmemeliyiz ama bunun yolunun bilinçten geçtiği de unutulmamalı.Zaten başımıza ne geliyorsa bilmemek ve doğru ölçü koyup duracağımız yeri bilmemekten geliyor.Bilmek bu kadar önemli mi diye soracak olursanız da "bilmemek bir belirsizlikler yumağıdır ve insanı belirsizlik kadar yoran başka şey yoktur" derim.
Duygusallık çıkmazı; kültürün,yanlış öğrenmelerin,bilinmesi gerekirken bilinmeyenlerin ve ne yapacağını bilemez hale düşmelerin birleşik sorunudur.İnsanda flu kalmış,nete oturmamış her şey bir boşluktur ve bu boşluklar çoğunlukla duygularla doldurulduğundan duygulardan gerçeklere,duygulardan doğrulara varamayan savrulmuş hayatlar ortaya çıkıyor.
Nasıl fiziksel tad alma organı dil ise hissedişsel tat alma organı da insanın duygularıdır.Örneğin akıl,zaman,emek,bilgi kullanılarak bir şeyin başarılması nesnel bir sonuçtur,bunun takdir,tebrik,alkış doğurmasından alınan haz duygusal bir sonuçtur.Bunu bir yol gösterici gibi görmenizi tavsiye ederim.
Yönetme aklın dünyası,hissetme duyguların dünyası olursa ve öncelikler doğru sıraya konursa insanlar duygusallık çıkmazına düşmeden yaşayabilir.Sorunları olsa dahi yaşayabilir.Çünkü insanları asıl yoran sorunları değil onları çözememektir.Çözememek ise daha çok aklı,bilgiyi öne çıkararak kararlı bir mücadelenin verilmemesinden kaynaklanmaktadır.
Benim seminerlerde DUYGUSALLIK ÇIKMAZINDA BEDAVA KİRAYA VERİLMİŞ YAŞAMLAR diye bir ifadem vardır.Bu daha ziyade duygusal sebeplerle başkalarına koşmaktan kendine sıra gelmemiş yaşamlar için söylenmiştir.İnsan bir kere yaşar ve yaşamın yedeği yoktur.Aynı zamanda insan haz ve doyum odaklı bir varlıktır.Başkasına verme yaşamdan kendine lazım olanı aldıktan sonra başlar.Kendine lazım olan ise başkasına verilmez.Bir başka deyişle; İHTİYAÇ OLANLA İYİLİK YAPILMAZ.
Kültürümüz içinde fedakarlık kültürü maalesef öne çıkarılan bir öğretidir.Oysa benlik bizlik dengesi ne kadar önemlidir.Bir türlü birey olma ait olma arasında bir denge oluşturamadık.Başkasına iyilik etme bir edilgen mutluluktur.Öncelikli olan ise kendine iyilik ederek etken mutluluğa varmadır.Kendini düşünene bencil derler ama kendini düşünmeyenin iyilik gücü kalmaz ki.Görüyorsunuz değiştirilmesi gereken o kadar çok algı varki...
Yılların tecrübesiyle çözülmeyecek sorun yoktur,çözmesini bilmeyen ve bu bilmemezlikle yaşamın yükünü arttıran insan vardır derim.Sorun ortaya çıktığında hemen üzüntüye kayacağımıza "ne yaparsam çözerim"in arayışına girelim.Sorun; çözme isteği,yol haritası oluşturacak yeterli bilgi ve devamlılık sağlayacak kararlılık olursa bir gün mutlaka çözülür.Gelin yaşamla duygular üzerinden boğuşmayalım da bilinçle yol almayı öğrenelim..Sevgiyle...
Ancak insanın duygularının olması başka,duygu yüklü,duygu ağırlıklı yaşaması başkadır.Hiç bir şey tam doğru veya tam yanlış değildir.Önemli olan neyin,ne kadar olduğudur.Demek ki bir şeyin doğru veya yanlış olduğunu varlığı değil ne kadar olduğu belirlemektedir.Duygular açısından da durum böyledir.
Elbette ki insan duyguları olan,olması gereken bir varlık.Olmaması zaten insanı robotlaştırırdı.Ama duyguların olması başka,ne kadar olduğu başka,nerede,ne zaman ve ne kadar kullanıldığı başkadır.Çok kullandığım bir tabir vardır; "duygular öne çıkınca akıl irtifa kaybeder".Çünkü duygular belirleyici yoğunluğa gelince insan akıl ve mantıktan uzaklaşır.Yaşamı yönetirken de duyguların belirleyiciliği asıl kullanılması gereken aklı örseler.İşte tam da bu noktada insanlardaki DUYGUSALLIK ÇIKMAZI başlar.
Aslında duygular yaşamı yönetmek için değil,hissetmek için vardır.Yaşamı yönetme bilgi,akıl,düşünme ve deneyimle olmalı,karar süreçlerine,tercihlere duygular çok fazla karıştırılmamalıdır.Çünkü yaşam nesnel ve somut,duygular ölçüsüz ve soyuttur.
Ancak gelin görün ki bazı insanlarda duygular hem çok kolay hem de çok yoğun olarak öne çıkabiliyor.Hem yaşamı zorlaştırıyor hem de sorunları olduğundan büyük algılayarak küçük yükü taşınması zor büyük bir yük haline getirebiliyor,derinleştirebiliyor.
Burada insanlarımızın öncelikle düşünmek ile hissetmek arasındaki farkı doğru anlamalarına,doğru anlamlandırmalarına dikkat çekmek istiyorum.Düşünmek bir olayı enine boyuna değerlendirerek bir hükme varmadır.Hissetmek ise keyiflendiren veya acıtan yönlenleriyle buluşmaktır.Peki yaşamı düşünerek mi yoksa hissederek mi yönetelim..?İşte yaşamı cennete veya cehenneme çeviren nokta tam da burası...
Şu bir gerçek ki sorunsuz yaşam yoktur.Zaten olmamalıdır da...Zira herşey güzel,keyifli olsa insanlar bir gün geliyor ondan da sıkılıyor.Dertler,sorunlar esasında yaşamın fark edilmesi,hissedilmesinde önemlidir.Yaşananlar hep iyi olsa da,hep kötü olsa da insanlarda ortaya çıkan duygu bezginlik oluyor.O nedenle ideali olumluların çoğunlukta olduğu, zaman zaman olumsuzluklarla da karşılaşan ve kendini tazeleyen,geliştiren bir yaşamdır.Hep tatlı yerseniz diliniz bir yerden sonra o tatlının tadını çok fark edemez hale gelir.Buna alışılmış uyaran da,algı körelmesi de diyebiliriz.Demek ki yaşam zıtlarla dengeleniyor.
Önce yaşamı olduğu gibi kabul etmek,beklentileri doğru oluşturmak gerekir.Yaşamın doğasında olumlular ve olumsuzlar yan yana gezmektedir.O nedenle anlamanın yolunun doğru anlamlandırma olduğunu hiç unutmayalım.Yaşamın doğru anlamlandırması ise gök kuşağı bir renkler prosesi olmasıdır.Keyifleri de vardır,dertleri vardır.Yaşam akışı ise bu zıtların dengeleyeciliğinde olmaktadır.
Bir sorun,sıkıntı ortaya çıkınca çoğu insan "üzüldüm" diyor.İyi de üzülerek ne elde ediyor,hangi çözüme varıyorsun ki..?Bu düşünerek çözüm yolu aranması gereken bir soruna üzülerek,kahrolarak çözümsüzlük duvarı örmekten başkası değil.Zaten insanları zayıflatan,yapabileceklerinden alıkoyan ve bizim de DUYGUSALLIK ÇIKMAZI dediğimiz şey buradan başlıyor.Unutmayın;üzülmek bir sorun karşısında insanın verebileceği en pasif tepkidir.Bir sorunu çözdüğü de görülmemiştir.
Duygular yaşamın bir rengi,bir tonu hatta bazen de coşkusudur.Fakat duygular yaşamın yöneticisi değildir.Daha çok sorun çözme becerisi gelişmeyen insanlarda görülen "bir sorun olduğunda üzüldüm tepkisi" yaşamdan gelen uyaranlara ilk tepkiyi duygu havzasından vermenin bir sonucudur.Bu aynı zamanda sorunun karmaşıklaşması ve yükünün artması sonuçlarını doğurur.İşte DUYGUSAL EZİLME de böyle başlar.
Bu duygıusallık çıkmazına ülkemizde en çok da insan ilişkileri ve karşı cinsle ilişkilerde rastlarız.Böyle olmasının başlangıç sebebi de maalesef iletişimin öğretilmemesi ve insani bir normal olan karşı cinsle iletişimin öğretilmemesidir.İnsanın bilmediği konularda elinde duygularından başka sermayesi kalmaz.Böyle olunca da iki bilmezin bir hevesle başladığı ilişkiden DUYGUSAL YORGUNLUK'tan başkası çıkmaz.
Duyguları tatlandırıcı olmaktan çıkarıp yaşamı yöneten öncülüğe geçirmemeliyiz ama bunun yolunun bilinçten geçtiği de unutulmamalı.Zaten başımıza ne geliyorsa bilmemek ve doğru ölçü koyup duracağımız yeri bilmemekten geliyor.Bilmek bu kadar önemli mi diye soracak olursanız da "bilmemek bir belirsizlikler yumağıdır ve insanı belirsizlik kadar yoran başka şey yoktur" derim.
Duygusallık çıkmazı; kültürün,yanlış öğrenmelerin,bilinmesi gerekirken bilinmeyenlerin ve ne yapacağını bilemez hale düşmelerin birleşik sorunudur.İnsanda flu kalmış,nete oturmamış her şey bir boşluktur ve bu boşluklar çoğunlukla duygularla doldurulduğundan duygulardan gerçeklere,duygulardan doğrulara varamayan savrulmuş hayatlar ortaya çıkıyor.
Nasıl fiziksel tad alma organı dil ise hissedişsel tat alma organı da insanın duygularıdır.Örneğin akıl,zaman,emek,bilgi kullanılarak bir şeyin başarılması nesnel bir sonuçtur,bunun takdir,tebrik,alkış doğurmasından alınan haz duygusal bir sonuçtur.Bunu bir yol gösterici gibi görmenizi tavsiye ederim.
Yönetme aklın dünyası,hissetme duyguların dünyası olursa ve öncelikler doğru sıraya konursa insanlar duygusallık çıkmazına düşmeden yaşayabilir.Sorunları olsa dahi yaşayabilir.Çünkü insanları asıl yoran sorunları değil onları çözememektir.Çözememek ise daha çok aklı,bilgiyi öne çıkararak kararlı bir mücadelenin verilmemesinden kaynaklanmaktadır.
Benim seminerlerde DUYGUSALLIK ÇIKMAZINDA BEDAVA KİRAYA VERİLMİŞ YAŞAMLAR diye bir ifadem vardır.Bu daha ziyade duygusal sebeplerle başkalarına koşmaktan kendine sıra gelmemiş yaşamlar için söylenmiştir.İnsan bir kere yaşar ve yaşamın yedeği yoktur.Aynı zamanda insan haz ve doyum odaklı bir varlıktır.Başkasına verme yaşamdan kendine lazım olanı aldıktan sonra başlar.Kendine lazım olan ise başkasına verilmez.Bir başka deyişle; İHTİYAÇ OLANLA İYİLİK YAPILMAZ.
Kültürümüz içinde fedakarlık kültürü maalesef öne çıkarılan bir öğretidir.Oysa benlik bizlik dengesi ne kadar önemlidir.Bir türlü birey olma ait olma arasında bir denge oluşturamadık.Başkasına iyilik etme bir edilgen mutluluktur.Öncelikli olan ise kendine iyilik ederek etken mutluluğa varmadır.Kendini düşünene bencil derler ama kendini düşünmeyenin iyilik gücü kalmaz ki.Görüyorsunuz değiştirilmesi gereken o kadar çok algı varki...
Yılların tecrübesiyle çözülmeyecek sorun yoktur,çözmesini bilmeyen ve bu bilmemezlikle yaşamın yükünü arttıran insan vardır derim.Sorun ortaya çıktığında hemen üzüntüye kayacağımıza "ne yaparsam çözerim"in arayışına girelim.Sorun; çözme isteği,yol haritası oluşturacak yeterli bilgi ve devamlılık sağlayacak kararlılık olursa bir gün mutlaka çözülür.Gelin yaşamla duygular üzerinden boğuşmayalım da bilinçle yol almayı öğrenelim..Sevgiyle...
Yazan
|
Bu makaleden alıntı yapmak
için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: "Duygusallık Çıkmazı" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Namık ACAR'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Namık ACAR'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz. |






Yazan Uzman
|
Makale Kütüphanemizden | ||||
|
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak
hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir
yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.