2007'den Bugüne 92,311 Tavsiye, 28,221 Uzman ve 19,978 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Tarihte Çocuk Kavramı
MAKALE #5346 © Yazan Psk.Burçak DEMİRKAN | Yayın Ağustos 2010 | 14,030 Okuyucu
Çocuk, gelişen bir insan yavrusu, olgunlaşmamış, reşit sayılmayan küçük bir yurttaştır (Yörükoğlu, 1989, 13). Çocuk, doğanın bir hediyesidir (Elkind, 2000, 17). Çocukluk, üst sınırı belli olmayan bir çağdır. Çocukluk, oyun ve öğrenim yıllarını kapsayan tüketici dönem olarak tanımlanırsa, bunun üst sınırı 12 yaş da olabilir, 25 yaş da olabilir. Bedensel ve zihinsel belirtilerin ergenlik çağına ulaşması ile, çocukluk dönemi sona ermektedir (Yörükoğlu, 1989: 13). Bunların yanında günümüzde çocukluk, toplumsal bir yaratma sayılmaktadır. Çocukların nasıl tasarlandığına karşıt olarak, nasıl algılandığı her zaman toplumsal, tarihsel bir bakış açısını yansıtmaktadır. Yeni bir görüş olan çocukluğun yetişkinlikten tamamen farklı olduğu ve olması gerektiği ve yetişkin yaşamının yalnızca sınırlı bir versiyonu olmadığı görüşü batı dünyasına ilk olarak 17. yüzyılda sunulmuştur. Yalnızca o dönemde çocuklar, ilk defa, minyatür yetişkin gibi çizilmekten farklı olarak çizilmişlerdir. Çocukluğun modern yaratımı, zorunlu olarak, rönesans ve aydınlanmayı izleyen üç yüzyılın temel varsayımlarını ve inançları yansıtmıştır. Bizler ise kabaca 19. yüzyılın ortalarından itibaren postmodern çağa girmekteyiz, çağdaş bakış açımızı ve koşullarımızı yansıtmak için çocukluğu yeniden yaratmaktayız. Bu yaratımları kısaca özetler ve karşılaştıracak olursak, modernlik, ırk, kültürel etniklik gözetmeksizin tüm çocukların evrensel bir çocuk doğasına sahip olduğuna inanmaktaydı. Şimdi ise evrensel bir çocuk doğası sanısını bıraktığımız ve tüm çocukların bazı açılardan benzediğini ama bazı açılardan diğerlerinden oldukça farklı olduğunu takdir ettiğimiz postmodern çağa girmişizdir (Elkind, 2000, 17).

Çocuk küçüktür, aklı ermez, bilgisizdir, deneyimsizdir, saftır. Sevimli, cana yakın, sokulgan, neşeli yaratıklardır. Safça soruları, değişik yorumları, meraklı bakışları, içten davranışlarıyla ilgi çeker, sevgi toplarlar. Çocuklar, ailenin mutluluk kaynağı, tüm ilgilerin ve aynı zamanda da kaygıların odaklarıdır. Aile ocağını tüttüren ateşlerdir. Çocuklar, en bencil kimselere bile özverili olmayı öğretebilen varlıklardır. Anne babanın yaşam savaşının itici gücüdürler. Çocuk tüm çabaları anlamlı kılar, yorgunlukları ve sıkıntıları unutturur. Aile için, çocuğun ilk gülümsemesinden ilk diş çıkarışına, ilk adımından ilk kelimesini söyleyişine kadar her gelişme basamağı ayrı bir mutluluk kaynağıdır. Önlüğünü giyip okula başladığı ilk gün, ilk karnesini alışı, anne babasına benzeme çabaları, ailesine övünçle karışık sevinç verir. Çocuklarımız, sonlu hayatımızda gerçekten en büyük gurur ve mutluluk kaynağımızdır. Anne babaların katıksız mutluluk nedeni, toplumun geleceğidirler. Çocuklarımızdan, sağlık ve huzurlarından başka karşılık beklemez, karşılıksız severiz. Özlemlerini çeker, sevinçlerini paylaşır, başarılarıyla övünürüz. Biliriz ki, bizlerden alacaklarını ve aldıklarını, kendi biricik çocuklarına, torunlarımıza aktaracaklar (Yörükoğlu, 1989, 14-15).

Bu bilgilerin ışığında, çocuk kavramının tanımını Türk şairimiz Cahit Külebi’nin ‘’Çocuklar’’ başlıklı şiirinde en iyi biçimde yaptığını düşünmekteyiz.
‘’ Bir nazlı kuşa benzer
Çocuk dediğin.
Ev ister, ekmek ister
Öpülmek, okşanmak ister. ‘’ ( Külebi, 1999: 125).

Çocukluğun tarihine baktığımızda, bir karabasandan farksız olduğunu görmekteyizdir. İnsanlık bu karabasandan, ancak yirminci yüzyılda uyanabilmiştir. Eski çağlarda çocuğun yazgısının, annesinin yazgısına sıkı sıkıya bağlı olduğu görülmektedir. Her ikisi de toplumda, kölelerden biraz daha iyi durumda görülmekteydiler. Ama bu durum, her ikisinin de satılmasını, horlanmasını, dövülmesini, sakat bırakılmasını önleyebilir nitelikte görülmemektedir. Eski Yunan ve Roma’da, babaların çocukları üzerindeki hakimiyeti tartışılmazdır. Romalı baba (Pater Familias), çocuğunu dilediği gibi cezalandırabilir, alıp satabilir, dövebilir, satabilirdi. İlginç olan şudur ki, birçok batı dilinde ortak olan ve aile anlamına gelen familya (familia, famille, family) sözü, köle demek olan Latince Famulus sözünden türemiştir. Familya, bir babanın kölelerinden, çoluk çocuğundan oluşan bir topluluktu. Babanın oğlu üzerindeki egemenliği ölünceye dek, kızı üstündeki ise evleninceye dek sürerdi. Bu salt egemenlik, evlendikten sonra kocaya aktarılırdı (Kirkpartick, 1963: 28).

Romalı filozof Seneca, çocukların evden atılmalarını, sakat bırakılıp dilendirilmelerini onaylıyordu. ‘’Sokakları dolduran sakat, çarpık, kötürüm çocuk sürüsüne bakınca, insanın gülesi geliyor. Ana babalar sokağa atmakla aslında onlara iyilik ediyorlar. Bu durumdan Cumhuriyetin zarar göreceğini hiç sanmıyorum’’ demiştir. Demokrasi ve eğitim konusunda, önemli adımlar atmış olan eski Yunan’da ise, çocuğun değerinin daha farklı olduğu görülmemektedir. Onlara güzel sanatlar öğretiliyor, spor dallarında yetiştiriliyor, öte yandan genç oğlanlar yetişkin erkeklere sunuluyorlardı. Aristo gibi bir düşünür bile, babaların çocukları üzerinde sınırsız hakkını, haklı göstermekteydi. ‘’Bir efendinin kölesi, bir babanın da oğlu üzerindeki hakkı bir mülkiyet hakkıdır. Bu nedenle mülkiyete haksızlık söz konusu olamaz.’’ Eski Isparta’da çocuğun iyi yetiştirilmesine önem verilmekteydi. İyi bir savaşçı olarak yetiştirilmek istenmekteydi. Bu nedenle de çok sert kurallar uygulanmakta, çocuklar dövülmekte ya da bol bol kamçılanmaktaydı (Yörükoğlu, 1989: 22).

Çocukları öldürmek, özellikle sakat doğanları ve kız çocuklarını bebekken yok etmenin her çağda ve her yerde yaygın olduğu görülmektedir. Örneğin Çin’de 20. yüzyıla kadar fazla görülen kız bebekleri öldürmek doğal sayılırmış. Aynı dönemde Japonya’da yeni doğan çocuğun yaşayıp yaşamama kararı aileye bırakılır ve uygulanırmış. Afrika’da, 1990’larda da süren bir uygulama, çocuğun istenmemesi durumunda ormana bırakılmasıdır. Ya da çocuk suya atılmakta, ölmez sağ kalırsa yaşamaya değer bulunmaktadır. Ortaçağ Avrupası’nda ise, istenmeyen çocuklar dereye atılırmış. Eskimolar bebekleri buzlu suya atar, Araplar kuma gömerlermiş. Bilinçli olmayan ülkelerde ise en yaygın çocuk öldürme yöntemi, çocuğun beslenip bakılmayarak ölüme terk edilmesidir (Resnick, 1980: 44).

Eski Önasya aileleri çocuğa çok düşkündür. Aile içindeki çocuk sayısının sınırlı tutulmasına da büyük özen gösterilmiştir. Yazılı belgelere bakılırsa en kalabalık ailelerde bile çocuk sayısı 5-6 civarındadır. Evlilikte eğer kadın çocuk doğuramazsa aile içine kuma sokulur. Bu kuma çok defa doğuramayan kadın tarafından sağlanır. Çocuklar anne ve babalarına karşı her zaman saygılı olmak mecburiyetindedir ve çocuk babanın boyunduruğu altındadır. Başı boş sağda solda dolaşmalarından hoşlanılmaz. Babanın oğula nasihatlerini içeren bir metin, ne tür tutum ve davranışların onaylanmadığına açıklık getirmektedir. Okula giden bu çocuğa baba şunları söylemektedir:
"Pazar yerinde dikilip durmayacaksın;
sokaklarda başıboş dolaşmayacaksın;
yolda giderken sağa sola bakmayacaksın;
okulda ciddi ol;
sınıf mümessiline karşı saygılı davran;
saygılı davrandığın taktirde o da sana iyi davranır.
Okul arkadaşlarınla iyi geçin;
onlarla eşit olduğunu unutma;
arkadaşlarına karşı kibirli olma."

Aynı metinde baba oğluna sırf okula gitsin diye neler yaptırmadığını sıralamakta, dolayısıyla çiftçi çocuklarının neler yapması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Baba şu şekilde hitabına devam eder:

"Hayatımda sana ocak için yakacak topla demedim:
sana öküzlerin arkasında koş demedim;
seni tarla sürmeye göndermedim;
sana tarla çapalatmadım;
seni tüm diğer işlerden uzak tuttum.
Akranın diğer çocuklar çalışıp ailelerine bakıyor;
ailelerine tahıl, yağ, yün getiriyor."

Okul eski Mezopotamya'nın temel kuruluşları içinde çok büyük önem taşır. Herkes çocuğunu okula gönderebilir. Okul yolunun herkese açık olmasına rağmen, daha çok aydın ve varlıklı kişilerin çocukları bu imkândan yararlanabilir. Diğer aileler çocuklarına baba mesleğini öğretir veya tarlada çalıştırır (Erkanal, 2001: 120).

Hıristiyanlığın doğuşuyla birlikte acıma, düşküne ve güçsüze yardım etme duyguları topluma yayılmaya başlamıştır. Öldürme, çalma ve zina büyük günahlar arasında sayılmıştır. Tanrı korkusuyla da olsa, insancıl davranışlar oluşmaya başlamıştır. Bunun sonucunda ise, çocuklar daha fazla kollanmaya başlamıştır. Kilise kimsesiz çocukları alıp, din yolunda eğitmeye başlamıştır, çok geçmeden ise çocuklar kilise boyunduruğundan ezilmeye başlamışlardır. İncil, çocukların günah ürünleri olduğunu yazmaktı, anne babaların görevi ise, onları bu günahlarından ve cehennemden kurtarmaktı. Çocukta doğuştan var olan günahları çıkarmak için ise, onu dövmek gerekti. Bunun için anne baba sopayı elden bırakmazdı ve ölen çocuk, ölmüş değil kurtulmuş sayılırdı. Yeniden doğuş çağında, Rönesans’ta İtalya’da yeni doğan çocukların enseleri kızgın demirle dağlanırdı. Romalılardan başlayarak 19. yüzyıla dek Avrupa’da, çocuklar güçlü olsun diye soğuk sıya sokulup çıkarılırlardı. Erkek ve kız çocuklarının vahşice sünnet edilmeleri de büyük dinlerin doğuşundan çok öncelere uzanan bir eylem olma özelliği taşımaktadır. İtalya’da kilise korosunda şarkı söyleyen erkek çocuklar, ergenlik çağında sesleri bozulmasın diye iğdiş edilirlerdi. Din adına uygulanan bu hayvanca işlem 19. yüzyılın ortalarına kadar süregelmiştir. Bunların yanında İslam dini, çocuklara karşı diğer dinlerden daha hoşgörülü idi. Örneğin Kuran yetimlere kardeş gibi davranmayı, mallarına el sürmemeyi öğütlemektedir. Çocukların ve kadın eşlerin üstünlüğüne önem verilmektedir. Bunların yanı sıra ise, çocukların anne babaya sonsuz itaati gerekmekte ve başkaldırı günah sayılmaktadır. Yani her ne kadar anne babalar, hasta, ayyaş ve zalim bile olsalar, onlara boyun eğmek gerekmektedir (Yörükoğlu, 1989: 24).

Çocuğu günah ürünü ve doğuştan kötü gören Hıristiyanlık anlayışına karşı, Aydınlanma Çağı’nda karşıt bir görüş belirmeye başlamıştır. Bu görüş, çocuğun doğuştan iyi ve saf olduğu görüşüdür. Bu çağın ünlü düşünürlerinden J. Locke’a göre çocuğun zihni boş bir levhaya benzer. Bu boş levhaya ne yazılırsa, o kalır. Çocuk istendiği gibi, yoğrulup, istendiği biçime sokulabilir. Bu görüşe göre, çocuk iyi ve temiz doğar ama eğitilmezse kötüye gider. Bu yeni çocuk kavramı, Rousseau’da en ateşli sözcüsünü bulmuştur. O, çocuğu küçük adam gibi ele alan bağnaz anlayışa kafa tutmuş, çocuğun toplumda ve insanların elinde bozuluyor olduğunu söylemiştir. Çocuğa ve çocukluğa saygı duyulması gerektiğini coşkuyla söylemiş ve ‘’bırakın, çocuklar önce çocukluklarını yaşasınlar’’ demiştir. Böylece, çocuk eğitimi dinin tekelinden sıyrılmış ve toplum çocuğu tanımaya ve keşfetmeye yönlendirilmiştir. Daha sonraları ise, Rousseau gibi düşünen eğitimciler (Pestalozzi, Froebel, J. Dewey gibi) onun izinden yürümüşlerdir (Lawrence, 1970: 34).
Darwin’in evrim kuramı, her alanda olduğu gibi, ruhbilim alanında da etkisini göstermiştir. Bu görüşe göre çocuk, doğuştan ne iyi ne de kötüdür. Yalnızca, değişen ve gelişen çevre şartlarına diğer canlılar gibi uyum sağlamaktadır. Hayvan türüne özgü dürtülerle olduğu gibi, insan türüne özgü yeteneklerle de donatılmıştır. Erişkin çağa, insanoğlunun geçirdiği evrim basamaklarından geçerek ulaşır, iyiye de kötüye de açıktır. Bunun sağlanması için ise, eğitim ve yaşantılar gerekmektedir. Günümüzde geçerli olan yaklaşım ise, bu yaklaşımdır (Yörükoğlu, 1989: 27).

Tüm bu değişikliklerin yanında ise, günümüzde çocuklarımızla ilgili, değişmeyen üç öğe vardır. Bunlardan birincisi, dayaktan halen vazgeçilmemiş olması, ikincisi öğrenimde ezberci tutumun değişmemesi, üçüncüsü ise çocuklar arasında yapılan cinsiyet ayrımıdır (Onur, 2005: 525).
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Tarihte Çocuk Kavramı" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Burçak DEMİRKAN'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Burçak DEMİRKAN'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     3 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Burçak DEMİRKAN'ın Makaleleri
► Çocuk ve Ölüm Kavramı Psk.Gözde ALPER
► Çocuk ve Ölüm Kavramı Psk.Eda GÖKDUMAN
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,978 uzman makalesi arasında 'Tarihte Çocuk Kavramı' başlığıyla benzeşen toplam 19 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Türkiye'de Boşanma Durumu Aralık 2012
► Çocuk ve Televizyon Ekim 2012
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


09:08
Top