2007'den Bugüne 92,313 Tavsiye, 28,222 Uzman ve 19,980 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Kent Kültürü ve Kentlilik Bilinci Nedir, Nasıl Oluşturulabilir? (Sosyal Psikoloji Yazıları)
MAKALE #5813 © Yazan Psk.İzzet GÜLLÜ | Yayın Ekim 2010 | 16,653 Okuyucu
KENT KÜLTÜRÜ VE KENTLİLİK BİLİNCİ: ÖNCE OLUŞTURMAK SONRA KORUMAK

Sadece biyolojik ve psikolojik değil, aynı zamanda sosyal bir varlık olan insanlar bu gerçeğin doğal bir neticesi olarak bir araya geldiklerinde, böylece toplu yaşama geçtiklerinde kent dediğimiz yaşam merkezleri doğmakta, ardından da karmaşık ilişkiler ağı ortaya çıkmaya başlamaktadır. Meseleye bu temel gerçeklik çerçevesinde yaklaştığımızda kentlilik kültürü ve bilincinin kentte bir arada huzur içinde yaşanabilmesi için gerekli olan sosyal ilkeler olduğu görülecektir.

Dikkat edilirse sosyal ilkeler dedim. Bilindiği üzere doğadaki hiçbir olay, olgu ve işleyiş onu düzenleyen kanun ve/veya kanunlardan bağımsız değildir. Aynı durum sosyal yaşam için de aynıyla geçerlidir. Oysaki bizlere örgün eğitim süreci içersinde doğa bilimleri dışında da bir takım kanunların olduğu gerçeği öğretilmediğinden olsa gerek, çoğu zaman bu mühim olgunun idrakinde değilizdir.

Yukarıda da belirtildiği üzere şehirler büyüdükçe karmaşıklığının artması, karmaşıklık arttığı nispette de şehir kültürünün ve bilincinin daha fazla ön plana çıkması kaçınılmazdır. Çünkü eşyanın tabiatı gereği büyüme ve karmaşıklık genellikle birbirine paralel bir seyir izler. Bu nedenle şehirler büyüdükçe karmaşıklık ister istemez artacaktır. Şehirleşmenin, en çok da hızlı kentleşmenin tabii bir sonucu diyebileceğimiz bu karmaşıklığın gerek önlenebilmesi, gerekse ortadan kaldırılabilmesi için gerekli olan kentlilik kültürü ve bilinci tıpkı istemli çalışan kaslarımızda olduğu gibi belli bir niyeti, iradeyi ve çabayı gerektirmektedir.

Buradan şu gerçek anlaşılmaktadır:

Karmaşık yaşam yerleri olan kentlerde daha az karmaşık bir ortamda, daha çok uyum içersinde yaşayabilmek için gerekli olan söz konusu kentlilik kültürü ve bilinci sadece arzu etmekle kazanılabilecek, sırf şehirde yaşamanın doğal bir neticesi olarak kendiliğinden oluşup gelişebilecek bir kazanım değildir. Kentlilik kültürü ve bilinci konuşma ya da yürüme gibi kendiliğinden değil; yüzme yahut okumayı – yazmayı öğrenme gibi belli yöndeki iradenin ve bir dizi istemli çabanın sonucu olarak sonradan ortaya çıkabilecek, ancak düzenli çalışmalarla beslendiği sürece gelişip büyüyebilecek bir kazanımdır.

Oysaki bu bilimsel olgu genellikle hep göz ardı edilmektedir. Söz konusu değerlerin adeta insanların kendi kişisel uhdeleriyle kazanılması gerektiği düşünülmektedir. Şu gerçek hiç bir zaman unutulmamalıdır ki bir arada huzur içersinde yaşamanın temel şartlarından olan kentlilik kültürü ve bilinci bireylerin kendi uhdesine, kişisel insaf ve inisiyatiflerine bırakılamayacak kadar önemlidir. Çünkü insan önemlidir.

Psikolojik açıdan bakınca kentlilik kültürü ve bilinci genel anlamda “davranış” kavramı altında ele alınabilir. Daha çok bu bilincin nasıl oluşturulabileceği üzerinde yoğunlaşan yazımda ben bu iki gerçeği “davranış” kelimesi altında ele almayı uygun buldum.

İnsan davranışlarının büyük ölçüde genetik aktarımla ve çevre faktörünün tesiriyle, en önemlisi de eğitimle belirlendiği bilinir. Yine davranışlar üzerindeki iki güçlü yaptırım faktörü deyince ise akla yazılı kanunlar ve toplumun sessiz müeyyidesi sayılabilen gelenekler gelir. Her toplumda önemli davranış hataları -ki buna genel manada “suç” denilir- daha çok kanunlarda öngörülen cezai müeyyidelerle önlenmeye çalışılır. Ceza gerektirecek nitelikte bir davranış sayılmayan, ancak çok da hoş karşılanmayan ve adına “kabahat” diyebileceğimiz davranış ihlalleri ise toplum geleneklerinin “kınama, ayıplama, dışlama” gibi görünümlerle dışa yansıyan bazı sessiz yaptırımları yoluyla engellenmeye çalışılır.

Oysa günümüzde hızlı sosyal değişim neticesinde sözü edilen gelenekler büyük ölçüde erozyona uğramış görünmektedir. Dolayısı ile bu geleneklerin inşa ettiği caydırıcı toplumsal yaklaşımların insanların genel davranışları, doğal olarak da kent kültürü ve bilinciyle ilgili davranışları üzerindeki etkisi de azalmış durumdadır. Adam öldürme, hırsızlık gibi evrensel ölçekte suç sayılan davranışlar vukuu bulduğunda kanunlarda ön görülen yaptırımlar yine devlet mekanizması eliyle uygulanmaya devam edilmektedir. Ancak yüzyıllardan beri daha çok geleneklerin uhdesine ve müeyyidesine bırakılmış küçük davranış ihlalleri bugün büyük oranda yaptırımsız kalmış durumdadır.

Sözgelimi bir kişi sokakta önüne denk gelen yere tükürürse, sesli konuşmak yahut yüksek sesle müzik dinlemek suretiyle çevreyi rahatsız ederse ya da küfür ederek yürürse artık hiç kimse bu türden davranışlara pek karışmak istemiyor. “Yapma yavrum çok ayıp” diyen saygın büyükler de ayıplayıp dışlayarak toplumun dışına itmeler de tarih olmuş durumdadır. Herkes kendi kabuğuna çekilmiş, “Evimin ötesi bana lazım değil” dercesine ve, “Gemisini yürüten kaptan” edasıyla yaşayıp gitmektedir.

Kentli kişiler kentlilik bilinciyle pek bağdaşmasa da bu türden kayıtsız tutumlarında bir manada haklıdırlar. Çünkü kentlilik kültürüyle bağdaşmayan bu türden söz ve eylemlere müdahil olduklarında oğulları yaşındaki kişilerden bile saygısızca bir tepki görebileceklerini, en iyimser tahminle “Sana ne, özgürlük var” cevabını alabileceklerini, böylece durduk yere başlarını belaya sokabileceklerini düşünmektedirler. Bunun o kadar çok örneği yaşanıyor ki çevrelerinde.

Suç sayılmayan, sadece “kabahat” olarak adlandırılarak geçiştirilen ve geleneklerin hızla çözülmesiyle birlikte sosyal çevrenin tek yaptırım silahı olan “ayıplamanın, kınamanın ve dışlamanın” kullanılamaz hale geldiği günümüz dünyasında bu çok basitmiş gibi görünen davranış ihlallerinin de cezai müeyyide kapsamına alınması gerekiyor. Bunu yaparken de davranış ihlallerinin o an için çok zararlıymış gibi görünmeyen gündelik sonuçlarını değil; toplumun geneline yönelik uzun vadeli ve pahalı sakıncalarını dikkate almak, dolayısı ile ona göre bir yaptırım belirlemek gerekiyor. En büyük yangınların bile ufacık bir kıvılcımdan çıktığını bilerek bu kıvılcıma adeta yangına yaklaşır gibi yaklaşmak, basit ve önemsiz bir kıpırtı gibi değerlendirmemek icap ediyor. Bu bağlamda, öncelikle kent kültürünün oluşturulabilmesi, sonra da kentlilik bilincinin sürekli erozyona uğrayarak aşınmasının önlenebilmesi maksadıyla şu bilimsel gerçeklerin göz önünde bulundurulması büyük önem kazanıyor.

1. Evvele Beyin Testisinin Eğitim Suyu İle Doldurulması:

Mevlana, “Testide ne varsa dışına o sızar” demektedir. Testidekini “bilinç” olarak düşünürsek dışarıya sızanları da “davranışlarımız” olarak kabul edebiliriz. O halde dışarıya kent kültürü ve bilinci ile uyumlu davranışların sızabilmesi maksadıyla evvela beyin testimizin eğitim suyu ile doldurulması gerekmektedir. Bu işin iki noktası çok mühimdir. Birincisi, bilincin küçük yaşlardan itibaren verilmeye başlanması gereğidir. Diğeri de bu işin belli periyotlarla desteklenerek pekiştirilmesi, böylece psikolojide “sönme” dediğimiz sonucun önlenebilmesidir. Daha kolay anlaşılabilmesi bakımından birincisini deftere yazı yazan kaleme, diğerine de onu derhal silen ve hiç yazılmamış gibi bir sonucun çıkmasına neden olan silgiye benzetebiliriz. Bu durumda, yazmaktan maksat okumak olduğu için sadece deftere yazdıklarımıza değil; oradan hiç silinmemesine de büyük önem vermek gerekiyor.

Aynı şekilde psikoloji biliminde “ileriye ket vurma” denilen bir gerçekten söz edilir. Bu temel ilkeye göre eski öğrenilenler bazen yeni öğrenilecek şeyleri kolaylaştırmak yerine daha da zorlaştırabilmektedir. Kuralsız ve bilinç yoksunu davranışlarla kişilerin zihinleri yalan – yanlış bir zeminde inşa edildikten sonra bunu artık “hadi” demekle sökebilmek ve yerine yenisini koyabilmek çok kolay olmamaktadır. O bakımdan bu işin anaokulu, en geç ilkokul seviyesinde ele alınması gerekmektedir. İkinci olarak, bu bilinç aşılama uğraşısının bir defada vermekle sağlanabilecek basit ve pasif bir “alma” yaşantısı olmadığını iyi bilmek, “sönme” dediğimiz olgunun yazdıklarımızı derhal silen bir silgi işlevi görmemesi için bu işin belli periyotlar halinde sürdürülmesi de büyük önem arz ediyor.

2. Testinin Altının Delik Olmaması:

Yukarıda değindiğim hususlar çerçevesinde beyin testimizin içini eğitim suyu ile doldururken, böylece ortaya davranışlarımızı sağlıklı kılacak bir bilinç enerjisi ortaya çıkarırken testinin altının delik olmaması da büyük önem kazanmaktadır. Aksi takdirde biz yukarıdan doldurmaya çalışırken testi aşağıdan sürekli boşalacak, bunun sonucunda da beyinde belli bir bilinç birikimi gerçekleşmeyecektir. Şimdi de beyinlerde kentlilik bilincinin oluşmasına alttan boşaltmak suretiyle engel olan bu bilinç aşındırıcı faktörlere değinmek istiyorum.

“Her ihlal, davranışların ardındaki ihlal eğilimini besler.”

Her ihlal yaşantısı davranışların ardındaki ihlal eğilimini besler. Her beslenen şey ise kuvvetlenir. Böylece bireyler en hayati kuralları, en vazgeçilmez ilkeleri bile çiğneme konusunda kendilerini engelleyemeyen a-tipik bireylere dönüşebilirler. Bu bilimsel gerçeğin yıllardır farkında olan Batı’nın bugün bize çok basit gibi gelen bazı kural ihlallerini bile nasıl fahiş yaptırımlara uğrattığı bilen herkesin malumudur. Çünkü onlar ihlalin küçüğünün büyüğünün olmadığını, her ihlalin sonuçta bir ihlal olduğunu ve adım adım daha büyük ihlallere götüreceğini çok iyi bilmektedirler. Bu nedenle de bütün ihlalleri hiç tavizsiz bir tutum içinde en büyük yaptırımlara uğratmaya yıllardır sabırla devam etmektedirler. Hem söz konusu bu istikrar kurallara uyma eğiliminin, yani kentlilik bilincinin içselleştirilebilmesini de mümkün kılacaktır. İnsanların hepsi aynı eğitim yaşantısından benzer sonucu almaya müsait değildir. Bir kısmı doğru davranışlara öncelikle birtakım kurallar zoruyla uyar, sonra bu davranışlarına paralel derin bir şuur ve bilinç geliştirir.

“Ceza, istenmeyen davranışların ortaya çıkma olasılığını azaltır.”

Tabi ki burada ifade edilen cezadan kasıt caydırıcı işlev görebilen etkili bir cezadır. Etkili bir ceza istenmeyen davranışların görülme sıklığını büyük ölçüde azaltır. Büyük ölçüde azalan davranışlar ise toplumda örnek alma yoluyla çoğalamayacakları, dolayısı ile yeteri kadar destek bulamayacakları için kısa sürede sönerler, derken kaybolur ve giderler.

“Her kötülük, kötü örneklerinin sayısıyla orantılı bir biçimde artar”

Hedef ne kötü davranış örneklerini tamamen bitirmek ne de “bu mümkün değil ki” diyerek meydanı büsbütün boş bırakmak değil; en aza indirmeye çalışmak olmalıdır. En aza indirmek bir bakıma zayıflatmak demektir. Zayıflayan şey ise uzun süre ayakta kalamaz, bir müddet sonra kendiliğinden kaybolur. Dolayısı ile toplumda hızla yaygınlaşan ve kent kültürü içersinde bir arada yaşamayı zorlaştıran kaba, saygısız, saldırganlık kokan ve gerek ahlaki gerekse toplumsal manada davranış ihlalleri anlamını taşıyan söz konusu davranışların evvela bir dökümü çıkartılmalı, ardından da bunlar tavizsiz bir titizlikle yaptırımlara uğratılmalıdır.

Kentlilik bilinciyle bağdaşmayan bu davranışlardan benim tespit edebildiklerimin başında sağa sola çöp atma, yolda sanki bir dağ yamacında yürür gibi gayri medeni bir biçimde bağıra çağıra hatta (çevrede aile olduğu halde) küfürlü ve argo konuşarak yürüme, yolun her aklına gelen yerinden karşı kaldırıma geçme ve kavga etme, tekme yahut yumruk atma geliyor. Bugün kentli insanların azımsanamayacak bir bölümü maalesef ki bir bahane olsa da, hatta biz bir bahane üretsek de birilerini dövsek der gibi kabadayı pozu taşıyan edalarla sokakta yürür hale gelmiş durumdadır. Çünkü herkes gibi onlar da çok iyi bilmektedirler ki kavga etmenin, tekme tokat atmanın, öldürme kastı taşımadıktan sonra kafaya göze vurmanın önemli bir yaptırımı yoktur. En fazla karakola düşülür, o kadar!

Oysaki bu kaba ve soysuz davranış hiç bir haklı gerekçeyle izahı mümkün olmayan, bireyin kişiliğinin tamamını, en önemlisi de insanlık onurunu hedef alan ve asla affedilmemesi, en ağır yaptırımlara uğratılması gereken bir insanlık suçu olarak kabul edilmelidir. Bu medeniyet dışı davranış yolunun açık tutulması ve önemli bir yaptırımla karşılık görmemesi, genellikle dövenin mağrur bir savaş kumandanı edasıyla dövülenin ise üstünü başını silkeleyerek -sanki hiç bir şey olmamışçasına- olay yerini terk etmesiyle sonuçlanması öfke yaşantısının konuşmak yoluyla değil de bu türden saldırganca yollarla dışarıya atılması yönünde bilinçaltı negatif bir şuurun oluşmasına, böylece sakat bir geleneğin yerleşmesine neden olmuştur. Bu yol baştan kapalı olabilseydi eğer, kişiler oluşabilecek öfkelerini konuşma, tartışma ve daha çok sabır gibi yollarla ifade edebilmeyi de pekala öğrenebilirlerdi. Hem bu aile içindeki / eşler arasındaki ilişkilerden doğan öfkenin kontrolü yönünde bir disiplin ve bilinç de oluşturabilirdi. (Bu, aile içi şiddete giden yolu daha baştan tıkamak için de iyi bir fırsattır.)

Tam bu noktada aklıma geldi: Anlatıldığına göre Batı’da iki kişi kavga etmemek kaydı ile bağıra çağıra tartışabilirlermiş. Öyle ki el ve kol hareketleri havada uçuşurmuş fakat şahıslar birbirlerine dokunmaktan çok çekinirlermiş. Çünkü bu durumda şiddet uygulayan şahsa öyle bir maddi ceza gelirmiş ki kişi yıllarca çalışarak bu cezayı ancak ödeyebilirmiş. Şu zamanda para demek her şey demek olduğundan olsa gerek, bu ceza-i yaptırım kişilerin tepkilerini kontrol edebilmesi için fazlasıyla yeterli olurmuş. Üstelik en öfkeli anlarında bile. Demek ki insanoğlu kaybedeceği şeyler önemli olunca nasıl da dürtülerini kontrol edebilme hususunda son derece mahir kesilebiliyor!

Yine hız sınırını aşarak masum insanların hayatlarını tehlikeye atanlar, böylece şehri sokağına ve caddesine çıkılmaz hale getirenler için de bu böyle düşünülmelidir. Elin oğlunun icat edip yaptığı ve milyarlarca liraya da bize sattığı halde övünmediği arabanın gazına biraz fazla basmakla mağrurane bir triple övünenler ve bundan dolayı normalde oturup düşünmek, en çok da mahcup olmak gerekirken bu bilinç yoksunu davranışlarını adeta bir zafer addedenler (halbuki hız yapmak gaza biraz fazla basmaktan başka nedir ki.) için de bu ciddi yaptırımlar titizlikle devreye sokulmalıdır.

Aynı şekilde caddelerde “Uganda” trafiğini andıran görüntülere neden olan, “iste ve geç” egzersizleriyle kişileri sabırsızlığa alıştıran, bireylerdeki tabii dürtü kontrol mekanizmasını aşındıran şu meşhur önüne gelen her yerden karşıya geçme davranışları için de böyle düşünülmelidir. Karşıya geçilecek yerler ince şeritler halinde çizilmeli ve buralar belli başlı yerler olmalıdır.

Sonuç olarak denilebilir ki kent kültürü ve bilinci geliştirilmiş birey yaşadığı şehri evi; içindekileri de geniş ailesi olarak görendir.

O yüzden çevresinde olup biten her şeye karşı son derece ilgili, özenli ve duyarlı olandır.

O evinin içindeki salonda başka, şehrin dış sokak antrelerinde başka davranarak maske kullanmayan, her yerde temiz kalabilendir.

Herkese kendi aile fertleriymişçesine saygı ve sevgi duyabilendir. Şehrinin gelişmişliği için öz ailesinin nafakası kadar çalışabilendir.

Bu yüzden de “bana neci” ve durağan değil, üretkendir.

Karşılaştığı her zorlukta kabalığı değil inceliği ve nezaketi seçebilendir. İkili diyaloglarında didişmeyi ve kavga yerine empatiyi, sempatiyi ve sağlıklı iletişim kanalları kurmayı benimseyendir.

Kısacası kutsal insan teknesinde kent kültürü hamuruyla yoğrulmuş, eğitim sacı üzerinde kentlilik bilinci ateşi ile pişmiş çağdaş şehir insanı ekmek kadar sıcak, yumuşak, temiz, besleyici ve değerlidir.

Bu şekilde, evvela “periyodik eğitim” tohumları atılması, ardından da “kurallara uyma egzersizleri” çapasıyla sürülmesi neticesinde davranışlarımızın beslendiği ruhsal dünya tarlamız üzerinde yeşerecek filiz sağlıklı bir kültür, ileri kentlilik bilinci ve bunlarla uyumlu davranışlar olacaktır. Kendi haline terk edilmiş ruh tarlası, beyin bahçesi ise çalı - çırpı, diken ve kuru ot ile dolacaktır. Bu insanların oluşturduğu şehirlere ise “çağdaş kent” değil, belki “çorak kent” demek daha doğru olacaktır.

Psk. İzzet Güllü
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Kent Kültürü ve Kentlilik Bilinci Nedir, Nasıl Oluşturulabilir? (Sosyal Psikoloji Yazıları)" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.İzzet GÜLLÜ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.İzzet GÜLLÜ'nün izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     12 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
İzzet GÜLLÜ Fotoğraf
Psk.İzzet GÜLLÜ
Sakarya (Online hizmet de veriyor)
Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi18 kez tavsiye edildiİş Adresi KayıtlıTavsiyeEdiyorum.com'u sıkça ziyaret ediyor.
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.İzzet GÜLLÜ'nün Yazıları
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,980 uzman makalesi arasında 'Kent Kültürü ve Kentlilik Bilinci Nedir, Nasıl Oluşturulabilir? (Sosyal Psikoloji Yazıları)' başlığıyla benzeşen toplam 22 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
◊ Bir Veda Yazısı Haziran 2018
◊ Bu Yazıyı İyi Anla ÇOK OKUNUYOR Haziran 2018
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


02:52
Top