2007'den Bugüne 92,309 Tavsiye, 28,219 Uzman ve 19,977 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Uyuşturucular
MAKALE #6198 © Yazan Vet.Hek.Doç.Dr.Ali AYYILDIZ | Yayın Aralık 2010 | 41,972 Okuyucu
Dr.Ali AYYILDIZ
Veteriner Hekim – Anatomi Uzmanı Dr.

UYUŞTURUCULAR

Sizlere İnsanlığın baş belası olan, gençliği ve insanlığı mahveden Uyuşturucular hakkında bilgilendirmek amacı ile bu yazıyı yazmaya karar verdim.
İnsanlar en eski uygarlık çağlarından beri, ağrı ve acıyı dindirme yollarını aramışlardır.
İnsanlar, ağrı ve acının dindirilmesi için uğraşırlarken, bunun yanında, günlük hayatın monoton gidişini değiştirmek için de değişik yollar aramışlardır. Birçok insan Hobi dediğimiz yan uğraşlarla, asıl mesleklerinin dışında kendilerini dinlendirmek, keyiflenmek, bulutlar üzerinde uçmak gibi düşüncelere kapılıp, zevk verici maddeler kullanmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Bu Kısa yoldan hazza ulaşma isteği, onları, çevrelerindeki tabiat ürünlerinden yararlanma yoluna sevk etmiş, uyuşturucu ve uyarıcı maddeleri bulmaya, bu amaçla çeşitli çiçek,meyve,ot,sebze ve tohumlardan yararlanmaya çalışmışlardır.Bazen de Tedavi amacıyla aldıkları ilaçların yan etkileri dolayısıyla uyuşturucu maddelerin esiri olmuşlardır. Gerçeği yaşamaktan kaçan insanlar, insani yolu bulamadıkları zaman, uyuşturucu zehirlerden medet ummuşlardır. Bu maddeler, onlar için artık yaşamanın tek amacı haline gelmiştir.Uyuşturucu belası altında Sahte Cennette yaşamaya başlamışlar ve bir çok insan bu yüzden genç yaşta feci şekilde ölmüştür.

UYUŞTURUCUYA ALIŞTIRMA YÖNTEMLERİ

Unutmayın, sigara, esrar, diğer uyuşturucular ve eroin bağımlılığının ilk adımı arkadaş kıyağı ile atılır .
Eğer arkadaşınız , gerçekten de arkadaş değil de bir "ayakçı" ise, birkaç hafta sonu devam eden bu kıyakçılığı " bombalama" denilen ikinci aşama izler. Bu aşamada bir gün ziyaretinize gelen ayakçı, kıyağını yaptıktan sonra giderken, nasılsa yanındaki yüklüce miktarda eroini almayı unutuverir. Bir eroinmanın malını asla unutmayacağını bilmediğiniz için kuşkulanmazsınız. Birkaç gün gelip almasını beklersiniz. Gelmez. Bir gün, "yahu şundan bir kere çeksek ne olur sanki?" dersiniz. Sonra bunun gerisi gelir. Mal bittiğinde bombalanmışınız demektir. Artık bir eroin bağımlısı olarak, her yerde kıyakçınızı, daha doğrusu ayakçınızı arar ve kolaylıkla bulursunuz.
Özellikle genç yaştaki insanlar arasında, guruptan bir yada birkaç kişinin uyuşturucu kullanması , diğerlerinin de en azından bir kez denemesi için yeterli bir neden.

Gençler , birbirlerine sigara ikram eder gibi yada hastalığını iyileştirmek amacıyla ilaç verir gibi uyuşturucu sağlayabiliyorlar. Gençler, arasındaki sohbetin dışında kalmasını istemedikleri arkadaşlarını da kendileri gibi uyuşturucu kullanmaya zorlayabilirler. Kullanmaya itiraz eden arkadaşlarını dışlıyor yada "arabesk" türü tanımlamalarla , kendilerince aşağılama yolu seçiyorlar.

Okul önleri de artık satıcılar için vazgeçilmez mekanlardan. İstanbul'da bulunan pek çok okulun kapısında , özellikle çıkış saatlerinde uyuşturucu satıcılarına rastlanıyor. Okul yönetimi nemi yapıyor? Hayır onların okulunda uyuşturucu kullanan öğrenci yok ki. Neden böyle bir konuyu düşünsünler?
Esrar bağımlıları , kullandıkları malın içine eroin karıştırılarak bu uyuşturucuya da alıştırılabilirler. Eroin krizleriyle birlikte de bağımlılık başlar.

UYUŞTURUCU KÜLTÜRÜNÜN SEBEPLERİ

Toplumu ayakta tutan , ona yücelme ve yasama gücünü kazandıran , manevi , ahlaki ve hamasi değerlerini çürüterek , Her zaman uyuşturucu tacirlerinin ağına takılmaya hazır "sokaktaki başı boş insanlar ve çocuklar"

MADDE KULLANIMININ NEDENLERİ

Bilgisizlik : Tehlikeden habersiz ve bu sebeple konuyu hafife almak.

Özenti: Özenti sergilemede en önemli payın medyaya ait olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Bira-bahane: Diskotek ve diğer kafa bulma-eğlenme yerleri. Bunlar beyaz ölüm değirmeninin çarkları ve tuzaklarıdır. Giren büyük ihtimalle öğütülür.

Gurup baskıları: kötü arkadaş.

Merak: Denerim, bırakırım kafası. Fakat bir veya iki deneme genci belki de dönüşü olmayan yola sokmaya yeterli gelmektedir.

Moda: Çevreye uyma havası... Bozuk çevre ve hasta toplum. Bilindiği gibi hastalıklarda insandan insana kolaylıkla geçebilir. Gençlerde tehlike sevgisi , cinsel bozukluklar , kendini aşma , ispatlama içgüdüsü veya gayreti. Genetik yapının maddeye yatkınlığı. Gençlerdeki manevi boşluk , inanç zaafı. Bozuk aile ve hasta toplumdan kaynaklanan güvensizlik duygusu. Gelecek karşısındaki kaygılar strese, sıkıntıya ve yalnızlığa itiyor. Aile yapısındaki bozukluklar , geçimsizlikler. Ahlaki manevi zaaflar. Yine ailelerdeki ekonomik bozukluklar çoklukla normaliteyi bozar. Bilhassa yokluktakini bunalıma ve intihara , varlıktakini şımarıklığa , taşkınlığa , tahribe yöneltir. Eğitimdeki zafiyet , yetersizlik ve yanlışlıklar. Maddeci felsefeye dayalı eğitimler insanları bencilliğe (egoizme) , şahsi çıkarcılığa iten temeldeki sebeplerdir.

Arkadaş Çevresi :Çocuklar ve gençler aileden ve okuldan , zamanla arkadaş çevresinden etkilenirler. Arkadaş çevresinde kabul edilmek için gençler, ekseriya çevresinin baskısına dayanamaz aşağılık duygusu ile uyuşturucu kullanır. Sanıldığının aksine , uyuşturucu ile ilk temas , sokak başında bilinmeyen satıcı vasıtası ile değil , bilakis arkadaş çevresiyle olmaktadır..

UYUŞTURUCUNUN ETKİLERİ

FİZİKSEL ETKİLERİ

Beyin ve Merkezi Sinir sisteminde : Sigaradan itibaren bütün uyuşturucuların en büyük zararı ve tahribatı beyin ve merkezi sinir sistemi üzerindedir.

Bu sebeple beynin koruyucusu olan aklı ve iradeyi işlemez hale getirir. Kişiyi dengeden, normal yaşam ve davranışlardan uzaklaştırırlar.

Beyin ve akıl sağlığının en büyük düşmanı uyuşturuculardır. Bağımlılarda beliren ilk olgu; akıl ve sinir hastalıkları ve arızalarıdır. Delilik, erken bunama, şuur kaybı, uykusuzluk, felçler hezeyan (sayıklama, saçmalama, akıl dışı davranışlar ) halüsinasyonlar (vehim, hayal görme, işitme vs. ), zeka ve hafıza kayıpları.En kısa ifade ile: Akıl hastalıkları, zihni ve ruhi karmaşa ve kaoslar .

Sindirim Sisteminde: Bulantı, kusma, karın ağrıları, kabızlık, ishal, mide ve bağırsak spazmları, kanama ve yaraları, gastrit, ülser vs.

Karaciğer ve Böbreklerde: Bu zehirlerin organizmadan atılmasında en ağır görev bu organlara düşmekte olup, karaciğer ve böbreklerde büyük arıza ve tıkanmalara, karaciğerde yetersizlik, yağlanma ,sertleşme (siroz)...
Böbreklerde büyük tahribat, albümin, kan ve idrar çoğalması, tıkanmalar ,ağır böbrek hastalıkları

Gözlerde: Işık ve mesafede uyumsuzluk, şaşılık gece körlüğü, göz bebeği büyümesi, küçülmesi, göz kaslarının felci bilinen sonuçlar ve tezahürlerdir.

Solunum Sisteminde: nefes darlığı, öksürük, boğulma hissi, bu yolla kalp sıkışmaları, solunum felçleri ve ölümler bilinen olaylardır.

Kan organlarında: Kan ,insan hayatının en önemli organı olup, uyuşturuculardan büyük zararlar görür. Kansızlık ,kan zehirlenmeleri, kan hücrelerinde şekil ve miktar değişiklikleri, kanın korkulu arızası olan pıhtılaşma ve kangrenler başlıca arızalardır.

Zehirlenme: Uyuşturucuların başta gelen olumsuzluğu zehirlenmeler ve bu yolla gelen ölümlerdir. İlk defa olursa HAD, tekerrür ederse "Müzmin Zehirlenme" adını alır.

SOSYAL ve MADDİ ETKİLERİ

Sosyal bir varlık olan insanın çevresi ile uyum içinde olması, akıl ve zihin sağlığı ile mümkündür.

Bu sebeple akli ve zihni hayatın en büyük düşmanı olan uyuşturucular, insanın uyum gücünü zaafa ve iflasa sürüklemekte onu aileden, toplumdan ve çevresinden kopararak, yalnızlığa, bunalıma ve hemen ardından da sorumsuz, hippisel (hayvani) bir hayata mahkum eder. Bağımlıyı yaşayan bir ölü haline getirir. (Hippi Kültürü)

Bu sebeple, uyuşturucuların, bağımlıya, aile hayatına, doğacak çocuklara, iş hayatına, aile ve ülke ekonomisine, ferdi ne toplumsal ahlaka (namus ,iffet, şeref, haysiyet v.s.) verdiği zararlar ifadelere sığdırılamaz.

İntiharların, cinayetlerin, her türlü fuhuş, gasp ve anarşinin temelinde uyuşturucu vardır.

İç ve dış düşmanların en tahripkar silahı uyuşturucu ve uyuşturucu salgınlarının itici gücü olan uyuşturucu kültürü (hippi kültürü) dür. Cemiyetleri çöküşe sürükleyen her türlü maddi ve manevi tahribatın temeldeki sebebidir. Bunlar.

Ayrıca AİDS, frengi, verem, kanser, Gangren ve benzeri bir çok ölümcül hastalığın yayılmasında da en büyük fail uyuşturucular ve bağımlılarıdır.
Sosyal bir varlık olan insanın çevresi ile uyum içinde olması, akıl ve zihin sağlığı ile mümkündür.


Bu uyuşturucu maddelerden Koka bitkisi, Kenevir(Esrar), Afyon(Haşhaş), Çavdar Mahmuzu (LSD), Morfin, Eroin(Heroin), Kodein, Petidin, Peyot kaktüsü(Meskalin), Amfetamin’ i sizlere anlatmaya çalışacağım.

KOKA BİTKİSİ

Koka bitkisi, küçük bir ağaçtır. Kullanılan yeri yapraklarıdır.Eskiden en çok Peru’da yetişirken, günümüzde Orta Amerika, Arjantin, Bolivya, Kolombiya, Cava, Endonezya, ve Seylan’da da yetiştirilmektedir. Eski çağlarda Koka yaprakları, Bolivya ve Peru yerlileri tarafından, açlık, susuzluk ve yorgunluğu giderdiği için çiğnenerek kullanılırdı. Dil ve Mide mukozasını kaplayan Koka bitkisi özsuyu buralarda bir tabaka oluşturur ve salgıyı önler. Bu nedenden dolayı açlık ve susuzluk hissi duyulmaz. Bolivya ve Peru yerlileri Akayupyu denilen Koka yaprağı çiğneme törenleri düzenlerler, bu sırada ağız ve burunlarında uyuşukluk meydana gelir,kendilerinden geçerler ve bir tür cezbe durumuna girerlerdi.Peru’da yapılan kazılarda, mezarların içinde demetler halinde Koka yaprakları bulunmuştur.Bunların, ölünün ikinci hayatında kullanması için bırakıldığı tahmin edilmektedir.Koka ağacı yılda dört defa ürün verir.Hava sıcaksa, toplanan ürün üç saatte kurur.Çeşitli havuzlarda bir takım işlemlere tabi tutulan Koka yapraklarındaki kokain maddesi suya geçer.Bu suya sülfirik asit ve gazyağı katılır, tekrar bir takım işlemlerden geçirilir.Damıtma yoluyla beyaz, toz halinde kokain elde edilir. Koka hamuruna Toko denilmektedir.İlkel yöntemlerle kokain yapan kişilere Psikataro adı verilmektedir.

KENEVİR(ESRAR) Cannabis sativa – Cannabis indika

Esrarın ana maddesi olan Kenevir, çok eski zamanlarda kültüre alınmış bir bitkidir. Çinlilere göre Milattan önce 5.yüzyılda yazılmış eserlerde, Kenevir tarımının yapıldığı, bu bitkinin erkek ve dişi olmak üzere iki cinsi bulunduğu yazılıdır. Kenevirin anavatanı Orta Asya’dır. Bazı yazarlar Kenevirin anavatanının İran olduğunu kabul ederler.Kenevir, milattan önce 5. yüzyılda Batı’ya giden kavimler eliyle Avrupa’ya gelmiştir.Kaynağı Orta Asya olan Kenevir bitkisi dünyaya yayılırken, geçtiği yolların çevre koşulları altında(ekolojik olarak) büyük değişikliğe uğramıştır.Hazar Deniz ve Kuzey’i takip edenlerle kısa boylu, kısa gelişme süreli Rus Keneviri, Güney’i takip edenlerle uzun boylu, uzun gelişme süreli İtalyan Kenevirimeydana gelmiştir.Bizim Kenevirimiz de, İtalyan – Güney Keneviri (Cannabis indika) tipidir.Daha fazla esrar ihtiva eder.
Kenevir bir senelik bir bitkidir.Boyları üç – dört metreye ulaşanları vardır. Esrar elde etmek istenince seyrek ekilir. Erkek ve dişi iki cinsi vardır. Erkeklerin cinsleri belirginleşince, tarladan sökülüp atılırlar.Böylece dişiler daha rahat gelişir ve tarlada üç – beş hafta daha büyütülürler.Dişi çiçekler menekşe renklidir. İki meyve yaprağı vardır.Esrar reçinesi bu yaprakların ve tepeye yakın yerdeki taze yaprakların altındaki keseciklerin içindedir. Bitki taze iken,keseciklerin içindeki sıvı, kıvamlı ve yapışkandır. Bu dönmede tarlada dolaşan bir insan uyuşukluk hisseder.Bizde esrar şöyle elde edilir. Üst yapraklar ve çiçekler itinayla toplanır, kıyılır ve tel süzgeçten geçirilir. Her seferinde daha ince tel süzgeçten geçirilerek, pudra benzeri koyu nefti renkli bir toz elde edilir. Ekstra-ekstra esrar 35-40 derecede hamur gibi, elin şeklini alan , kınadan daha kesif, yağlı ve zamklı bir reçinedir. Ne kadar ince elekten geçirilirse, etkili madde miktarı % 15 ten %60 a çıkar.Eskiden Hindistan’da, olgunlaşmış tarlada deri elbiseler giymiş insanlar koşarlardı.Elbiselere yapışan reçine toplanırdı. Bu reçine Charros ismiyle satılırdı. Arap Yarımadası’nda ise, taze yapraklar sıkılır, süzülür, kurutulur ve kurutma sırasında Basillus butiricus cinsinden bir bakteri fermentasyonu ile mayalanmış bir yağ elde edilir. Bu yağ ceviz yaprağı gibi kokar ve adına Haşiş denilirdi. Kenevir, Meksika’da Marihuana, İran’da Assasins, Amerika’da Cannabis sativa, Fransa’da Chanvre indien, adı ile anılır. En kalitesiz Kenevir ürünü ise Paspal ismini alır. Bir de Sarıkız vardır. Taze çiçekli yapraklar ıslak çarşafla kapatılır, özel tokmakla dövülür. Çarşaftaki reçine Sarıkız dır. Esrar tesirindedir. Bir dekar tarladan 1- 2 kg esrar elde edilir. Cannabis indika ‘ da % 7 , Cannabis sativa’ da % 5 oranında esrar reçinesi mevcuttur. Esrar reçinesinin tamamı etkin madde taşımaktadır. Esrar reçinesi ya tavada ısıtılıp yumuşatılır veya elle yoğurulup hamur yapılır sonra pres edilen esrar plaka haline getirilir, çikolata, ciklet veya çubuk biçiminde kesilir. Önce jelatin kağıdına sonra Barakadı verilen yaldız kağıdına veya gazeteye sarılarak satılır.Suyla karıştırılıp hamur yapılan toz esrara küçük boru, tesbih, yumak biçimi verildiği görülmüştür.Genel olarak esrar sigara ve içkiyle içilerek yahut tatlı içinde yenilerek kullanılır. En yaygın kullanış biçimi esrarlı sigaradır.

TÜRK ARGOSUNDA ESRAR

Ampes : Küçük parça esrar

Boş kafa : Esrar almamış bağımlı

Cila : Esrar içtikten sonra tatlı yemek

Çalışmak : Esrarlı sigara satmak

Çıkıntı yapmak : Ortaya esrar çıkarmak

Davultozu : Esrarın verdiği rahatlık

İçi kesmek : Tam kafayı bulmak

Keyif : Esrar

Muamele : Esrar

Ot : Kötü cins esrar

Sarıkız : İyi cins esrar

Toprak : En kötü cins esrar


AFYON BİTKİSİ (HAŞHAŞ) – Papaver somniferum

Afyon bitkisinin ilk olarak ne şekilde elde edildiği meselesi henüz çözümlenebilmiş değildir. Bu husutaki düşüncelerden birisi, bu türün bazı Papaver türlerinin melezlenmesi sonucunda meydana geldiği, diğeri ise yabani bir Papaver türünün kültüre alındığı düşüncesidir. Bu fikre göre, kültür haşhaşı İspanya, Cezayir, Yunanistan, Anadolu gibi Batı Akdeniz memleketlerinde yabani olarak yetişen Papaver setigerum türünün kültüre alınmasıyla meydana gelmiştir. Haşhaş tarımının ilk defa nerede başlamış olduğu meselesi de henüz çözümlenememiş bir konudur. Bazı yazarlara göre bu yer Uzak Doğu veya Mezopotampya yada Orta Asya’dır. Türklerin anayurdu olan Orta Asya’da Afyon tarımı yapılmakta ve göçlerle etrafa yayıldığı söylenmektedir. Anadolu’da tarımın ne zaman başladığı kesin olarak bilinmemekle beraber, arkeolojik kazılardan elde edilen bazı taşlar üzerindeki resimlere göre, Etiler zamanında Anadolu’da Haşhaş ekimi yapıldığı kuvvetle muhtemeldir.Fransız araştırmacılardan Pierre Belon (1516-1564) Yakındoğu ve Anadolu’ya yaptığı gezilerde, Bolu, Ankara ve Niğde civarında Haşhaş tarımının yapılmakta olduduğu kaydetmiştir.

Memleketimizde 1933 yılına kadar Haşhaş ekimi serbest idi. 10 Ağustos 1933 tarihinden sonra 14 İl’de Haşhaş tarımına müsaade ediliyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Afyon’a ve Haşhaş yağı’na talep artınca 35 İl’de ekime (tarım yapılmasına) izin verildi. 1960 yılında Afyon tarımı 21 İl’e indirildi.1968 yılında dış baskıların yoğunlaşmasıyla bu sayı 11 İl’e indirildi.1970 yılında ise özellikle A.B.D.’nin iyice baskısı ile Afyon tarımı Türkiye’de 4 İl ile sınırlandırıldı. Ne var ki A.B.D’ne giren Afyon miktarının daha da arttığı ve bu ülkenin zehirlenmesinde Türkiye’nin bir kusuru olmadığı anlaşıldı. Sırf bu tarımla uğraşarak geçimini sağlayan binlerce ailenin ve tabi bu arada Türk ekonomisinin zararından başka bir sonuç getirmeyen uygulama 1974 yılında biraz gevşetilerek Afyon tarımı 6 İl ve 4 İlçe’ye çıktı.

Afyon alış ve satışı 1933 yılında Uyuşturucu Maddeler İnhisarı’na alınmıştır.Bu tarihten sonra Afyon, standart şekil ve tertipte satılmaya başlamıştır. 1938 yılından sonra Afyon İşleri Toprak Mahsülleri Ofisi’ne devredilmiş olup günümüze kadar Ofis bu ürünü iki kiloluk parçalar halinde özel ambalaj ile satmaktadır.

Haşhaş bitkisi, killi ve fazla su tutmayan topraklarda iyi yetişir.Kökleri derine gitmediği için rüzgardan etkilenir.Toprağın zenginliği önemlidir ve iki ila üç yıldan fazla aynı toprağa Afyon ekimi yapılmaz.Sonbaharda yağmurlardan sonra Afyon ekimi yapılır.Haşhaş kapsülü, gereken olgunluğa erişince çizilir.Bu çizim zamanı çok önemlidir.Afyon tarımı yapan insanlar yılların getirdiği tecrübe ile çizim zamanını tam olarak kestirebilmektedirler.Duman rengine gelip, lastik top sertliğini bulan Afyon kapsülü, çizme bıçağı denilen özel bıçaklarla çizilir. Bu bıçaklar düz veya dişidirler. Bol Afyon elde etmek için, kapsülün sadece dış kısmı çizilir. Çizme işlemi daha çok sabahları, çiy kalktıktan sonra yapılır. Kapsülün çizilmesiyle meydana çıkan beyaz renkli usareye Süt bunun zamanla koyulaşıp esmerleşmiş şekline ise Sakız adı verilir. Afyon kapsülleri sabahleyin çizilirler, akşam üstü Afyon Sütü toplanır. Tönbekibu sütün toplandığı kabın ismidir. Bir Afyon kapsülü 0,1 - 0,3 gram arasında Afyon verir. Bir dekar tarladan 1 – 3 kg arası Afyon elde edilir. Toplanan Afyon ıslak elle yoğurulur ve meydana gelen kütle, haşhaş veya labada yaprağına sarılır. Buna Topak veya Çörek denir. Afyon kütleleri satılıncaya kadar yün içerisinde saklanır. Kapsülün dış kısmı Sakız’la beraber alınırsa Konaklı Afyon, sadece sakız alınırsa İnce Afyon adı verilir.Konaklı Afyon’da morfin miktarı düşük, İnce Afyon’da ise morfin miktarı yüksektir. Merzifon, Amasya, Tokat’da İnce Afyon, Afyonkarahisar, Kütahya ve Konya’da Konaklı Afyon üretilmektedir.Türk Afyonunun kimyasal bileşimini İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi hocalarından Eczacı Faik Paşa ( Georgio Della Suda (1831 – 1913), ilk defa inceleyen kişi olmuştur.Faik Paşa 1867 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun değişik bölgelerinden 92 adet Afyon örneği temin etmiş, bunlarda % 2 ila % 13 arasında değişen miktarlarda Morfin olduğunu bulmuştur. Türk Afyonları % 10 – 25 alkaloid, % 35 – 40 suda eriyen maddeler, % 35 -40 da su içermektedir.

Afyon ve Afyon Ürünleri 4 ana başlık altında incelenir.

1- Afyon içinde doğal olarak bulunan alkaloidler. Bunların en önemlileri, Morfin, Kodein ve Papaverindir.
2- Doğal olarak Afyonda bulunmayan fakat Afyon’un doğal alkaloidlerinden kısmi sentez yolu ile elde edilen alkaloidler.Bunlar, Dionin, Heroin, Dilaudid, Dicodid ve Metopan’dır.
3- Total sentez ile elde edilen, etkileri Aftyon alkaloidlerinin aynı veya benzeri olan alkaloidler. Bunlar Pethidin ve Metadon’dur.
4- Afyon Preparatları :

- Afyon Tentürü ( 5 kısım Afyon, 20 kısım etil alkol, 25 kısım su). Afyon tentürü % 10 afyon tozu, yani % 1 Morfin içerir.
- Afyon Hülasası. % 20 Morfin içerir.
- Afyon Konsantresi. % 50 Morfin içerir.
- Afyon Tozu. % 10 Morfin içerir.
- Dover Tozu ( 1 kısım Afyon tozu, 1 kısım İpeka kökü tozu, 8 kısım laktoz karışımıdır) % 1 Morfin içerir.
- Teinture d’opium safranne ( Lavdanum ) : Latince övülmüş, beğenilmiş anlamına gelen Lavdanum’un 45 damlası 1 gram gelir. 1 gramında 0,01 gram Morfin vardır.

KOKA YAPRAĞI, KENEVİR VE AFYON KULLANIMININ TARİHÇESİ

Tarih çağlarının başlangıcından günümüze kadar, haşhaş, hintkeneviri ve koka yaprakları, kronolojik bir sıra altında şu şekilde kullanılagelmiştir.İlkel toplumlarda, dini ayinlerde vecd hali için (aşk, muhabbet, kendinden geçecek kadar uyuşma durumu, çakırkeyf olma ) kullanıldığı anlaşılan bu maddeleri, din adamları şifa ve din gücünü sağlamak amacıyla kullanmışlardır. Yazılı belgelerde şu tariflere rastlanmaktadır. Milattan önce 4000 yılında Aşağı Mezopotomya’da yerleşmiş olan Sümer’lerin Afyon ve Kenevir yetiştirdikleri, bunları tedavide kullandıkları bilinmektedir. Pers’lerin ünlü Peygamberi Zerdüşt’ün kitabı Avesta’da, kenevirin insanı neşeye boğan, kederi ve üzüntüyü unutturan bir Tanrı armağanı olduğu yazılıdır. Hint rahipleri bu maddeyi Tanrı’nın insana bir armağanı olarak kabul etmişlerdir. Hintlilere göre kenevir, Tanrı Vişnu’ nun sırt kıllarının değişimi sonucu meydana gelmiştir. Hint rahipleri kenevire Mutluluk anlamına gelen Ananda adını vermişlerdir. Milattan önce 1600 yıllarında yazılan kitaplarda Coşkunluk yaptığı, fazla alınınca öldürdüğü yazılıdır. Tanrı İndra, savaşcılarına Hint kenevirinden yapılmış Soma içkisini, güç vermesi için içirirmiş. Sümer site devletlerinin en önemlilerinden olan Mari, Ur, Kiş, Uruk, Lagaş gibi şehirlerde yapılan kazılarda ortaya çıkan mezarlarda Afyon ve Kenevirin ekim ve toplanmasıyla ilgili kabartmalar bulunmuştur. Uruk şehrinde bulunan kilden tabletler üzerinde Gil ve Hull kelimeleri görülmüştür. Gil kelimesi Haşhaş – Afyon anlamındadır. Hull kelimesi ise eğlendiren, hoşa giden anlamına gelmektedir. Bu bitkiye Neşe Bitkisi de denilmiştir. M.Ö. 3000 – 612 yılları arasında Yukarı Mezopotomya’da yerleşmiş olan Asur’lular, Afyonu biliyorlar ve ona dini bir saygı gösterdikleri için, Tanrı ve Kral heykellerinde haşhaş motifleri kullanıyorlardı. Asur Uygarlığı Suriye ve Mısır’a yayılınca, haşhaş oralara da gitmiştir. M.Ö. 9. yüzyılda yaşayan Sardanapal zamanında haşhaş yaygın bir bitkiydi ve adına Kunuba denilmekteydi. Sardanapal’ın mezarında da haşhaş biçimli kabartmalar vardır. Hint Kenevirinin fiziksel ve ruhsal etkilerini anlatan M.Ö. 2737 yılında Çin İmparatoru Shen Nung zamanında hazırlanmış Pun Ta Ao adlı kitapta, 265 şifalı bitki hakkında bilgi verilmiş, özellikle kadınların zayıflığı, gut, romatizma ve düşünce bozukluğunda kullanılması tavsiye edilmiştir. M.Ö. 2000 – 1500 yıllarından kaldığı sanılan Papiruslarda, Afyonun kullanıldığına dair kayıtlar mevcuttur.1873 yılında Alman George MORITZ tarafından bulunan Ebers Papirusu ve 1889 yılında bulunan Heart Papirusu’nda , tedavide kullanılan ilaçlar anlatılmaktadır. Ayrıca haşhaştan elde edilen Afyonun çocuklarda huzursuzluğu, ağlamayı kestiği belirtilmektedir. M.Ö. 1500 yıllarında yine Çin’de yazılmış olan Thy - ya isimli kitapta elde edilen Afyonun çocuklarda huzursuzluğu, ağlamayı kestiği belirtilmektedir. M.Ö. 1500 yıllarında yine Çin’de yazılmış olan THY-YA adlı kitapta, kenevirin çok dayanıklı olduğu, halat ve ip yapımında kullanıldığı, ayrıca besleyici ve ağrıları kesici olduğu yazılıdır. Elde edilen yağın kulak ağrılarına iyi geldiği de belirtilmektedir.

Sümer’lerin Mezopotamya’ya gelmeden önce yaşadıkları Sin – Tchiang Dağları çevresinde haşhaş tarımı yaptıkları ve haşhaş’ın Çin’den geldiği tahmin edilmektedir. BUDA heykellerinde, Buda’nın düşük göz kapaklarının haşhaşın mahmurluğundan olduğu, anlatılan efsaneler arasındadır. Çin efsanelerinde ve masallarında haşhaş’tan bahsedilmektedir. Çin efsaneleri, Yunan Mitolojisini etkilemiştir. M.Ö. 1000 – 900 yıllarında Anadolu’dan Yunanistan’a geçen haşhaş, önceleri yağı için kullanılmıştır. Hesiodes, Peloponez bölgesinde haşhaş yetiştiği için buraya Haşhaş Şehri demektedir.

Yunan mitolojisine göre insanların dostu olan Bereket Tanrısı Demeter, ava ve savaşa giden erkeklerin tarlada bıraktıkları karılarının dostu ve yardımcısıdır. Kadınlar onu çok sever, heykellerini haşhaş çiçekleri ve meyveleriyle süslerlerdi. Demeter kızını çirkin Yer altı Tanrısı Pluto ile evlendirdikten sonra uykuları kaçmış ve haşhaşı yaratarak bu hastalığını yenmiştir. Bu efsane Yunan şairleri tarafından çeşitli biçimlerde yazılmıştır. M.Ö. 9 yüzyılda Homeros, haşhaşa benzer bir bitkiden, ünlü eseri İliada ve Odissea’da bahseder. Yunanlı gençler savaşa gitmeden önce ölüm korkularını yenmek için Afyon çekerlermiş. Bu aynı zamanda cesaret vermek için de yapılırmış. Heredot (M.Ö. 490 – 425), gerek Asur ve Sümer’lerin, gerek İskit’lerin keneviri bildiklerini ve dumanla sarhoş olduklarını yazar. M.Ö. 4. yüzyılda Asya’nın batısında, Volga ve Tuna nehirleri arasında bir devlet kurmuş olan Saka Türkleri’nin kenevir ektikleri ve meyvelerini ateşe atarak dumanla sarhoş oldukları biliniyor. Hipokrat (M.Ö. 460 – 377), ünlü Aforizma’sında Melankoli ve Histeri nöbetlerinde Afyon sütü kullanmayı tavsiye etmiştir. Ondan sonra gelenler, Hipokrat’ın bu fikrini kabul etmişler, Hekim Erasistratos (M.Ö. 280 e doğru yaşamıştır), haşhaş’ın tehlikesinden bahsetmiştir. M.Ö. 3 yüzyılda Sicilya’da doğan Teokritos, yeni evlilere haşhaş bitkisinden yapılmış çiçekler takıldığını yazmaktadır. Bu çiçeklerin yeni evlilere huzur getirdiğine ve sevgi bağlarını arttırdığına inanılıyordu.

M.Ö. 2 yüzyılda Pompeius, bal, süt ve Afyon’dan yapılmış COCOETUM adlı bir içkiyi anlatır ve bunu kadınların Venüs Bayramında kullandığını, ayrıca gelinlere, gerdeğe girmeden önce içirildiğini yazar. M.Ö. 43 ve M.S. 17 yılları arasaında yaşayan şair Ovidius, Afyon’un cinsel gücü arttırdığını ve uykusuzluk ve sıkınıtıyı giderdiğini kaydeder. Yunan Uyku Tanrısı Hypnos ve Roma Uyku Tanrısı Somnus, haşhaş çiçekleri ve haşhaş kapsülünden akan özsu ile temsil edilirler. M.Ö. 123 – 63 yılları arasında yaşamış olan Pontus Kralı Mithridates, zehirli bitkilerle ilgilenmiş ve bu nedenden dolayı Toksikoloji’nin babası olarak kabul edilmiştir. Yaşadığı devirde - ya öleceksin ya öldüreceksin – düşüncesi hakim olduğu için, kendisi ve yakınlarının yaşaması , bütün çalışmalarının odak noktası olmuş, türlü zehirlere karşı Panzehir araştırmalarında bulunmuştur. Haşhaş’tan elde edilen Afyon’u hem zehir, hem panzehir olarak denemiş, Afyon sütü ve bir çok bitki özsuyunu karıştırarak Mithridatum adlı sıkıntıları ve türlü hastalıkları gideren ilacı yapmıştır. Bu ilaca Bergama’lı Galen (M.Ö. 131 – 201) tiryak adını vermiştir.Tiryak yüzlerce yıl hekimlikte kullanılmıştır. Galen, haşhaşı çeşitli hastalıklarda uygulamış, içinde Afyon bulunan ve Panacea adını verdiği ilaçların uzun süre alınmasının zararlı etkileri üzerinde durmuştur. Roma İmparatoru Marcus Aurelius, yorucu çalışmalarından sonra ortaya çıkan başağrılarını panacea kullanarak gidermiş, fakat zamanla bu ilaca bağımlılık başlamış, güçten düşmüş ve ölmüştür. Ölümü hakkında çeşitli söylentiler vardır. Afyon zehirlenmesinden veya uzun süre kullanmadan dolayı vücut ve ruh çöküntüsünden ölmüş olabilir. Tarihde bilinen ilk Afyon bağımlısı olan Roma İmparatoru marcus Aurelius’tur. Bu olay, Galen’in bağımlılıktan bahsetmesine sebep olmuştur. Yine Galen’in kenevir tohumu yağının kulak ağrısına iyi geldiğini, fazla kullanılması durumunda sersemlik verdiğini, cinsel isteği arttırdığını yazar.

Opium ismini ilk defa kullanan, M.S. 23 – 79 yılları arasında yaşamış Plinius’tur. Bu kelimeyi Yunanca bitki usaresi anlamına gelen opion kelimesinden almıştır. M.S. 1. yüzyılda Neron’un Hekimi Andromak, Tiryak Andromak’ın içine Afyon da koymuştur. M.S. 100 yılında Adana civarındaki Anazarba (Klikya)’da doğan ve hayatının büyük bölümünü burada geçiren Yunanlı Hekim Dioscorides, Materia Medica adlı eserinde, haşhaş ve Afyon içeren ilaçlardan bahseder. Afyonun gözyaşı tabir ettiği Afyon sakızı kullanarak yapılmış ilaçları ilaçları ağrı kesici olarak tavsiye eder. Afyon başına (kapsüle) diakodon demiş ve bu ilacı öksürük için tavsiye etmiştir. Dioscorides’in kullandığı terim sonraları kodein ismiyle öksürük ilaçlarını oluşturmuş-
tur.

Fransız İmparatoru Büyük Charles (714 – 742), haşhaş ekimin teşvik etmiş, kendi devrinde haşhaş yağı ve afyon sakızı yapımı yaygınlaşmıştır. Bizans İmparatoru I. Justinian (527 – 565), hastalıkların iyileştirilmesi için kullanılan ilaçların tariflerini 12 ciltlik ilaç kodeksinde yayınlatmıştır. Afyonlu karışıma Afyon yapraklarının köpek diline benzemesi nedeniyle Masse de Cynoglosse adını vermiştir. Bu madde Fransız Kodeksinde hala bulunmaktadır.

Ortaçağda Bilim ve Tıp alanındaki çalışmalar daha çok İslam aleminde ve Doğu’da yoğunlaşmıştır. Bu bakımdan İslam Bilginleri bu çağa hakimdirler. Bilindiği gibi Kutsal kitabımız Kuran’da içki hakkında kesin ve açık ayetler olmasına rağmen, Afyon, Esrar ve benzeri keyif vericiler hakkında bir hüküm yoktur. Bu nedenden Müslümanlar arasında yaygın olarak kullanılmışlardır.Bu kullanım ilk zamanlar tedavi amacıyla olmuştur. Daha sonraları ise keyif verici özellikleri için tercih edilir hale gelmişlerdir. İslam dünyasında esrar, Müslümanlığın doğuşundan çok sonra görülür. Uzakdoğu’dan, Çin ve Hint’ten gelmiştir. 9. yüzyılda Ebu Cafer Muhammed bin Cerir el Taberi (838 -923), Afyonun başta safra kesesi taşlarının yol açtığı şiddetli ağrılar olmak üzere, baş, göz, diş ağrıları ve öksürük tedavisinde Tiryak ve Macun halinde kullanılmasını tavsiye etmiştir. Aynı yüzyılda yaşamış olan Ebu Musa Cabir bin Hayan el Azdi el Kafi (8. yüzyılın sonu - 9. yüzyılın ortası ? ) ise dikkatli kullanılması gerektiğini söylemiştir. Ebubekir Zekeriya Razi (841 – 926) ve Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el Biruni (973 – 13 Aralık 1048), eserlerinde Afyonla bazı ağrıların geçtiğini yazmışlardır.

Ünlü İslam Düşünürü, Araştırmacı ve Hekim İbni Sina (980 – 1037), ünlü eseri el Kanun ( Kanun – Hekimlik Yasası ) adlı kitabında ayrıntılı biçimde Afyonun etkisi, kullanım yerleri ve miktarları üzerinde durmuştur. 57 yaşında ölen İbni Sina’nın erken sayılacak bir yaşta hayata veda etmesinin sebeplerini araştıranlar olmuştur. Bu Bilginin, kendi hayatını anlatan şu satırlarıyla bazı yorumlar çıkarılmıştır.’’ Gece evde mum ışığında, uykum gelinceye kadar çalışırım. Kuvvetim azalınca bir bardak baharatlı şurup içerim. Gücüm kesilince şarap içerim. Uykuya dalmadan önce karışık biçimde kafamdan taşan düşünceler, uyuşup uyandıktan sonra aydınlığa kavuşur.’’ İbni Sina aynı eserinde ’’ uzun süre Afyon kullananların ’’ dış görünüşlerini şöyle anlatır. ’’ Bedenleri ve terleri Afyon kokar. Gözleri çukura kaçar. Yüzleri sararır. Zor konuşurlar. Görme bozukluğu olur. Yürümeleri sarhoş gibidir. Soğuk soğuk terlerler. Bu durum öldürücü olabilir. ’’ Bu durumlar hem Afyona bağımlılığı, hem de yoksunluğu anlatır. İbni Sina ’’ bu durumdaki insan kalın giydirilmeli, bal suyu, sirkeli ada soğanı ve şarap verilmeli, sıcak tutulmalı… ’’ şeklinde tavsiyelerde bulunmuştur. İncelediği ve yazdığı 860 ilaç arasında Yunan ve Süryani kökeninden gelme ’’Kınnap ’’ yada farscadan arapcalılaştırılan ’’ şah : danaç ’’ tabir edilen Kenevir’den de bahseder. Kunnab el beng’ten nasıl ilaç yapıldığını anlatır. ’’ Kenevir yaprakları iyice kaynatıldık-tan sonra yumuşayan kısımları hamur haline getirilerek ince pastiller yapılıp yutulur yada kurutulan yapraklar sonra iyice ıslatılır, ufalanır, susam tohumu ve şekerle karıştırılıp macun yapılarak yutulur yada tütün içine karıştırılıp içilir. ’’ diye anlatır.

Ünlü İslam Cerrahı Cordoba’lı Ebu Kasım Halef İbni Abbas el Zahravi (936 – 1013), el Tasrif adlı eserinde, genel ve lokal anestezide Afyondan yararlandığını yazmıştır. 1091 – 1276 yılları arasında İran’da yüksek bir dağ üzerinde bulunan Alamut Kalesi’nde yaşayan

’’ Haşhaşın Devleti ’’ ve bu Devletin başında bulunan Hasan Sabah, kenevirin kullanımını başka amaçlar için denemiştir. İsmaili Mezhebi’ni kurmuş, insanlığını devam ettirmek için gençleri yetiştirmiş, alkol, afyon ve esrar kullanarak gençlerin beyinlerini yıkamıştır. Hasan Sabah, kenevir ve afyon kullanımını, hem tarikatını yürütmek, hem gücünü ispat etmek için tedavi amacının dışında kullanmıştır. Tanrı İndra’nın meşhur Soma içkisi, Marco Polo (1254 – 1321) ile Avrupa’ya gitmiştir. Çin’e yaptığı gezi sırasında Alamut Kalesi’ni ve Hasan Sabbah’ın hikayelerini dinlemiş, eserinde onlardan bahsetmiştir. İslam Medeniyetinin her devrinde esrar ve afyon, çeşitli tedavilerde, özellikle ağrı giderici ve uyku verici olarak kullanılmıştır. İbni Nefis (1210 – 1288), haşhaş başının bal ve şekerle karıştırılarak kullanılan şeklini ’’ kuvvetli uyuşturucu ve ağrı kesici ’’ olarak anlatmıştır. İbni Baytar (1197 – 1248) Kitabül Cami Müfredatül Edviye ve Agdiye adlı eserinde, ’’ Haşhaş önemli bir ilaçtır, şiş ve ağrılı yerlere konulduğunda yararlı olur. Bal ile karıştırılarak yapılan tabletlerden öksürükte ve barsak sürgünlerinde yararlanılır. Haşhaştan yapılan yağlı macunlar baş ağrısına iyi gelir. Haşhaş kabuğu dövülüp arap zamkı ile karıştırılıp suyla hamur yapıldıktan sonra hap haline getirilirse, bundan nohut büyüklüğünde yutulduğunda safra kesesi ağrılarını keser… ’’ demektedir. İbni Baytar’ın Kitabül Haşhiş adlı eserinde haşhaş bitkisi ve türlerine ait resimler, bunlardan ne şekilde ilaç yapılacağı anlatılmıştır. ’’ Az miktarda kullanıldığında ilaç olan afyon, çok kullanılırsa zararlıdır.’’ demiş, kullanılırken dikkatli olmanın gereğine işaret etmiştir.
Baş ağrıları için, gül yağı ile karıştırılıp haricen kullanmayı tavsiye etmiş, zehirlenme gibi durumlar görülürse, hasta ya kusturulmaya yada lavman yapılmalı demiştir.

Anadolu’da, İran’da, Hindistan’da, Orta Asya’da, Suriye’de yayılmış ve birçok kollara ayrılmış olan tarikatlarda terk ve tecrit anlayışları, esrar kullanımına uygun bir çevre yaratmış ve ’’ derviş ’’ kelimesi, ’’ fakir, esrarkeş ve yoksul ’’ ile aynı anlamda kullanılır olmuştur. Dolayısıyla birçok tarikatta esrar alemleri yapıldığı sanılmaktadır. Farscada ’’ yudumluk ’’ anlamına gelen ’’ Curadan ’’ kelimesi esrar çekilen tabağın ismidir. Kaygusuz Abdal bir nefesinde ’’ Allah Tanrı Yaradan / Gel iç gör Curadan / Yar ile yar olagör / Ağyar kalksın aradan ’’ demiştir. Kaygusuz’un esrara dair bir çok şiirleri vardır.

14.yüzyılda yaşamış olan Malaga’lı Hekim Ebu Muhammed Abdullah bin Ahmed ’’ Kitabül Camiül Kebir fi el Edviye el Müfredat ( İlaçları ayrıntılarıyla toplayan büyük kitap ) ’’ adlı eserinde, kenevir hakkında ayrıntılı bilgi vermiştir. Mısır’da yetişen ’’ Haşişa ’’ adlı bitkinin Hint keneviri ile aynı bitki olduğu ileri sürmüştür.
’’ Mısır’da Seyyah Dervişler haşişa çok düşkün olurlar ve bunu uzun zaman kullandıklarında akıllarını kaybedip deli olurlar. ’’ demiştir. Mısır’lı yazar Ebu Abbas Markizi (1364 – 1442) kitabı Kaanunül Edeb’te kenevir kullanımının fakir halk arasında yaygın olduğunu yazar. Markizi zamanında esrar macun şeklinde kullanılıyor, bunları kullananlara ’’ derviş ’’ veya ’’ meczup ’’ diye saygı gösteriliyor, esrarın etkisini arttırmak için sekaren ve tatula yaprakları karıştırılarak macun yapılıyor… şeklinde bilgiler vardır. Arabistan ve Mısır’da Hint kenevirine hala ’’ haşişetül fukara (fakirler otu) ’’ denilmektedir. Mısır’da Sudan’lılar tarafından yapılan ’’ darı bozası ’’ ile birlikte esrar kullanıldığı biliniyor. 1581 – 1584 yılları arasında Kahire’de Venedik Konsoloshanesi Hekimi Prospero Alpino, esrarın ot yada macun biçiminde veya boza içinde kullanıldığı zaman ortaya çıkan etkisi hakkında bilgi vermiş, bu şekilde tutku gösterenlerin günlerce kendilerinden geçmiş durumda yattıklarını görmüştür.

Anadolu Türkleri’nde ekimi, tarımı ve kullanımı bilinen afyonun, 14. yüzyılda İshak bin Murad’ın yazdığı ’’ Müntehab- ı Şifatül Tıb ’’ adlı eserinde, uyuşturucu ve uyku getirici özelliklerinden bahsedilmektedir. Yine aynı yüzyılda, Konya’lı Hekim Hacı Paşa’nın (Hızır bin Ali – 1334 – 1424) yazdığı ’’ Teshil-i Deva ’’ adlı kitapta, ’’ afyon, ağrıları sakin eder. ’’ denilmekte, ’’ haşhaş şarabı ’’ ve ’’ Tiryak – ı erbaa ’’ adı verilen, afyon içeren preparatlardan bahsedilmektedir. Son Karamanoğlu Hükümdarı Alaeddin Ali Bey’in oğlu II. Mehmed’in (? – 1423) içinde afyon ve esrar bulunan ’’ Macun – u Müteferriha ’’ ( iç açan, ferahlık veren macun )’ya alışık alışık olduğu bilinmektedir.

15. yüzyılda İbni Şerif ’’ Yadigar ’’ adlı eserinde, içinde afyon bulunan ’’ Tiryak – ı ekber ’’ macunu ile, yılan sokması, köpek ısırması, sara (epilepsi), cüzam, nefes darlığı, baş ağrısı gibi bir çok hastalığı tedavi etmenin mümkün olduğunu yazmaktadır. Yine aynı eserde, ’’ macun – u felasifiye ’’ (filozoflar macunu) adını verdiği macunun içinde, afyondan başka, Hindistan cevizi, karaüzüm, kırmızı üzüm, papatya, zencefil gibi birçok madde vardır. Bu macun da iştah açıcı, ağrı kesici olarak kullanılır. ’’ Müddetül hayat ’’ (hayatı devam ettiren) ismini verdiği bir macundan da fitil (süppozituvar) olarak yararlandığını yazmaktadır. Yine aynı yüzyılda yaşayan Eşref bin Muhammed,
’’ Hazainüs Saadet ’’ adlı kitabında, ağrı çeken, uyuyamayan çocuklara, afyonu gülyağı ile karıştırıp göbeklerine sürerek kullanmayı önermektedir.

Avrupa’da Paracelsus (1493 – 1541) afyonu tanıt-maya başlamıştır.15.yüzyılda Osmanlı İmparatorlu-
ğu’nda keyif verici olarak kullanıldığı sıklıkla görülür.
’’ Fatih’in büyük oğlu II.Bayezıd Amasya’da Vali iken, Şair Mihri Hatun ile esrar ve afyon kullanmaya başlamış ve bu maddelerin esiri olmuştur. ’’ diye rivayetler vardır. II.Bayezıd’ın oğlu Yavuz Sultan Selim’e Şah İsmail, babasının alışkanlığını hatırlatan bir kutu yollamış ve bu kutudan haşhaş çıkmış ; bunu hakaret kabul eden Yavuz Sultan Selim, Çaldıran’da Şah İsmail’i perişan etmiştir. Ne yazık ki Yavuz Sultan Selim, sonraları sırtında çıkan Şiripençe’nin (Şarbon çıbanı) ağrılarını afyon merhemiyle geçirmeye çalışmış, hatta afyon hapları yutmuş, bilindiği gibi ölümü de bu şarbon çıbanı yüzünden olmuştur.

16.yüzyıla gelince: Bu çağda Amerika Kıtasında kullanılan yeni bir keyif vericiye yazılı kaynaklarda rastlıyoruz.Gerçi eskiden beri bilinen bir uyuşturucu olan ’’ Koka Yaprakları ’’ bu çağda dikkati çekiyor. Orta ve Güney Amerika, İspanyol hakimiyetine girince, Kumandan Pizzaro yerlileri madenlerde çalıştırmak için koka yapraklarının açlık ve susuzluk hissini bastırdığını ve geçici olarak güç verdiğini analayınca, halka bu koka yapraklarını bol bol çiğnetiyor ve onları çalıştırıyor. Ayrıca koka ağaçlarının üretimine önem veriyor, teşvik ediyor. Yine bu yüzyılda, Fransız Doğa Bilimcisi Pierre Belon (1516 – 1564), Türkiye de dahil olmak üzere Doğu’ya bir seyahat yapıyor. Haşhaş ekim alanlarını ve ticaret yollarını araştırıp yazıyor. İspanyol Farmakoloh Nicolas Monardes (1493 – 1588), Cannabis sativa bitkisinden elde edilen ve Hintlilerin ’’ Bhang ’’ dedikleri maddenin çok yaygın kullanılmasına karşın tedavide pek işe yaramadığını yazıyor. Avrupa’da 13. ve 14. yüzyıllarda esrarotu, afyon, adamotu, banotu, lactucairum’un karışımından hazırlanmış ilaçlar, özel süngerlere (spongia somnifera veya confectio sporis) emdirilir ve bu şekilde, daha ziyade Savaş Hekimlerince ameliyatlarda anestezik olarak kullanılırdı.

16. yüzyılda, ünlü şair Fuzuli( 1495 – 1556) ’’ Bangü Bade ’’ ( Esrar ve Şarap) adlı eserinde bı 2 maddeyi karşılaştırmış ve bu eserini Şah İsmail’e sunmuştur.

’’ Bende yoh mey kimi muhabbeti
Datlu sevmekte olmuşam meşhur ’’ diyen Fuzuli, esrar çektikten sonra tatlı yemek ihtiyacı doğduğunu anlatmaktadır. Şah İsmail’in oğlu I.Tahmasp (1510 – 1575), hem şarap hem de esrar kullanırmış. I.Tahmasp’a atfedilen söyle bir rubai vardır.
’’ Bir müddet, eritilmiş zümrütün / Yani beng’in peşinde dolaştık /Bir müddet ıslak yakuta /Yani şaraba alıştık.’’

Kanuni Sultan Süleyman devrinin ünlü Şairi Hayali, Haydari dervişi kademesi olan şairlerin ulaşabildiği en yüksek mertebeye ulaşmış, fakat ne yazık ki esrar kullanan bir şairdir. O da, ünlü Divan’ında şöyle der.

’’ Yeter, olduk gubar – ı gamla bengi
Getir saki şarab – ı lale rengi ’’

Yine bu devirde Hekim Nidai, Menafiün Nas adlı eserinde, ağrı kesici olarak afyonu anlatmaktadır. Hekim Abdülmennan bin Ali bin Osman tarafından yazılan Kitab –ı Mualecat (ilaçlar kitabı) isimli eserde de afyon alışkanlığından söz edilmektedir. Bu durumdaki insana, bal, haşhaş kabuğu, zencefil, tarçın gibi bitkilerin karışımı verilmeli ve afyon yavaş yavaş kesilmeli diye tavsiyelerde bulunarak, bağımlılıktan kurtulma yolları anlatılmaktadır.

17. yüzyılda Salih bin Nasrullah’ın yazdığı Gaayetül Beyan fil Tedbir Bedenil İnsan (insan vücudundaki hastalıklarda alınması gerekli tedbirler) adlı kitabında, bir çok hastalığın tedavisinde afyon kullanmayı tavsiye etmiş, fakat ihtiyatlı davranmanın gereğini de söylemiştir. Hayatı boyunca afyon kullanmayanların durup dururken afyon almaları durumunda hoş olmayan durumlarla karşılaşacaklarını belirtmiştir.

Afyonun Tıp alanında kullanılmasına dair kitaplar, 18. yüzyılda Hekim Bursalı Ömer Şifai’nin ’’ Cevherül Ferid fi Tıbbül Cedid ’’ (Yeni Tıbbın eşi olmayan değerleri), 19.yüzyılda Şanizade Ataullah Efendi’nin ’’ Terkibi Ecza ’’ ve ’’ Nizamül Edviye ’’ gibi eserleriyle devam etmiştir.
1860 yılında Alman Kimyacı Niemann tarafından, koka yapraklarından ilk kez kokain elde edilmiştir. 1864 yılında Samuel Percy, kokain’in lokal uyuşturucu etkisini öne sürmüş, 1888 yılında Kollar, Cerrahide ve Diş Hekimliğinde lokal anestezik olarak kokain’i kullanmıştır.Kokain’in bedensel ve ruhsal etkisini Kollar’in yakın arkadaşı Freud, Viyana’da Allgemeines Hastanesinde asistanlık yaparken araştırmıştır. Afyon bağımlılarının tedavisinde kokain’i kullanmıştır. Yakın arkadaşlarından birini tedavi ederken, onda davranış bozuklukları görünce kokain uygulamasından vazgeçmiştir. Kokain’in lokal anestezik olarak kullanılması, Prokain – Novokain ‘in 1905 yılında bulunmasıyla terk edilmiştir.

Kokainomani ilk defa Amerika’da başlamıştır. 1886 yılında New York Tıp Yıllığı’nda ’’ bağımlılık yaptığından ’’ bahsedilmektedir. 1889 yılında Fransız Psikiyatrist Dr. Mangan, bazı bağımlılardan bahsetmektedir. 1905 – 1910 yılları arasında Avrupa’nın belli başlı şehirlerinde yaşayan Sanatçılar arasında kokain kullananların sayısı artmıştır. I. Dünya Savaşı ve Sovyet Devrimi’nden sonra, 1920 li yıllarda Avrupa’da meydana gelen toplumsal çalkantı sonucu kokain kullananlar artmış, eroin kadar yaygın hale gelmiştir. Fransa’da hayat kadınları ve sanatçılar arasında bu madde çok kullanılmıştır. Hatta Dadaizm ve Kübizm gibi akımlar, kokain kullanan sanatçıların eseridir görüşü yayılmıştır. Avrupa ülkeleri bu salgını önlemek için Ulusal ve Uluslar arası önlemler alınması gereğini duymuşlar ve kokain’in reçetesiz satılmasını yasaklamışlar, kullananlara ceza vermişlerdir.

Kokain’in Türkiye’de kullanılmaya başlaması da aynı yıllara rastlar. Sovyet Devrimi’nden kaçan Beyaz Ruslar’ın İstanbul’a getirdiği bu beyaz toz, bizde de buruna çekilerek veya ağızdan alınır. 1041 yılında yayınlanan, Psikiyatrist Dr.Mazhar Osman Uzman’ın yazdığı ’’ Tababet – i Ruhiye ’’ adlı kitapta kokain’e ait şu satırlar vardır. ’’ Son yirmibeş yıl içinde çok kullanılan uyuşturucu maddelerden biri de kokaindir. Önceleri Hekimler kokaini zararsız bir ilaç olarak görmüşler, morfin yerine kullanmışlardır. En centilmen erkekler, en kibar hanımlar kullandılar ve kimi çıldırdı, kimi intihar etti. Şampanya kadehleri ellerde, kokain enfiyesi burunda, bir küçük pudra kutusu içine konulan kokain enfiyesi her yerde kolayca çekilir. Kullanıldığı belli olmaz. Bir müddet sonra deri altında kurtlar dolaşıyormuş gibi bir duygu olur. Eline geçirdiği iğne, makas, bıçakla kendi derisini delik deşik eder. Kurtlardan kurtulmak ister. Düşünceleri bozulur. Çok miktarda kokain alınırsa, öldürür. İntihar edenler, başkasını öldürenler, hastaneye veya cezaevine yatanlar çoktur. ’’ demektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), kokaini ’’ fiziksel bağımlılık yapmayan maddeler ’’ arasına koymuştur. Fakat kuvvetli ruhsal bağımlılık yapar. Bedensel çöküntü sonucu, doz devamlı arttırılır. Merkezi Sinir Sistemi üzerinde yaptığı uyuşmayı önlemek için, yine kokainin uyarıcı etkisinden yararlanmak amacıyla daha sık kokain çekerler.

Napolyon 1798 – 1799 yıllarında Arap Yarımadası’nı almak amacıyla askerlerini Mısır’a çıkarınca, Fransız askerleri haşiş’e (esrar) alıştılar ve dönüşlerinde yutlarına getirdiler. 1840 yıllarında bir grup Ressam, Tiyatro oyuncusu ve Yazar, Paris’te Quartier Latin’de Pimadon Pteli’nde toplanıp, afyon ve esrarı grup halinde kullanmaya başladılar. Theophlie Gautier (1811 – 1872), Charles Baudlaire (1821 – 1867), Gerard de Nerval (1808 – 1855) bu gruba katılan ünlülerden bazılarıdır. Alexandra Dumas pere (1802 – 1870), Edgar Allan Poe (1809 – 1849), kesin olmamakla beraber, eserlerinde bahsettikleri için, afyon ve esrarı kullandıkları zannedilmektedir. İngitere Kraliçesi Victoria (1819 – 1901) döneminin Hekimlerinden Sir Williams Oslar, esrarla bilimsel açıdan ilgilenmiş, yoksunluk belirtilerini denetim altına aldığını yazmış, migren ve baş ağrılarında kullanmıştır. Yine Schögnesst isimli ve Hindistan’da çalışan bir Hekim, İngiliz Halk Şairlerinin Hint keneviri kullanmasını araştırmış, bu araştırma Avrupa ve Amerika’daki bir çok bilimsel çalışmaya öncülük etmiştir.

19. yüzyılda Amerika’da yeni doğanlarda görülen Tetanoz vakalarında esrar ve afyon beraber kullanılmıştır. Ayrıca esrarın, astma, baş ağrısı ve migrene iyi geldiği biliniyordu. 1902 yılında ilaç olarak Cannabis indica (kenevir) tedavi alanına girdi. 1937 yılında kodakslerine dahil ettiler. Fakat hemen çıkan bir yasa ile, 38 ilaçla beraber esrar kodeksten çıkartıldı. Amerika’dan sonra, 1955 yılına kadar Avrupa’daki bir çok ülke de kodekslerinden esrarı çıkarmışlardır. Türkiye’de esrar 1940 yılında kodeksten çıkmıştır. 1932 yılına kadar New York Mirror adlı günlük gazete, esrarın (marihuana) zararlı etkilerini ve suç işleme ile ilgisine dikkati çekmiş, bundan sonra birçok yazılar çıkmış ve cinsel sapıklıklarla ilgili suçlarda etken olduğu ileri sürülmüştür. 1950’li yıllarda sıkı denetim altına alınmaya çalışılmıştır. Bu çalışmalar daha da sıkı bir şekilde hala sürdürülmektedir. 20.yüzyılın ikinci yarısında Amerika’da ’’ Hippy ’’ hareketiyle Avrupa’ya ve bu arada Türkiye’ye de taşınan uyuşturucu madde iptilası, çeşitli yasalar ve yasaklarla denetim altına alınmaya çalışılmaktadır. Bu uyuşturucu sorununa çözüm arama yolları daha tam olarak bulunmuş değildir. Esrar genel olarak sigara ve içkiyle içilir, tatlı ile karıştırılıp yenilir. En yaygın kullanılış biçimi sigara olarak içilmesidir. Özel ağızlık, pipo, kabak, nargile ile içilir. Çeşitli şuruplara, özellikle rakı ve şaraba katılarak içilir.

Osmanlı Padişahları arasında veya Sarayda yüksek mevkilerde afyon kullananlara rastlıyoruz. III. Murad (1546 – 1595) uzun süre afyon kullanmıştır. Bu nedenden ruh sağlığı bozulmuş, Yeniçeri Ocağı’nın ayaklanması sonucu tahttan indirilmiştir. Kendisi kullandığı halde başkasının kullanmasını istemezmiş, Sadrazam Özdemiroğlu Osman Paşa’nın kullandığı dedikodularını duymuş, bir gün çok uzun süreyle Sadrazam’ı yanında tutmuş, kendi tecrübelerine dayanarak Sadrazam’ın afyon kullanmadığını anlamıştır. IV: Murad ( 1609 – 1640) tahta küçük yaşta çıktı. Uzun süre annesi Kösem Sultan’ın istekleri doğrultusunda Devleti idare etti. Fakat 20 yaşına gelince bütün kötülüklere savaş açtı. İstanbul’daki kahve ve meyhaneleri kapattı. Esrar, afyon, tütün ve içki satışıyla kullanımını yasakladı. Bu tip maddeleri satan dükkanları kapattırdı. Bağdat seferi sırasında, çok sevdiği ve saydığı Hekimbaşı Emir Çelebi’nin afyon kullandığını öğrendi. Satranç oynamak için Hekimbaşıyı çağırttı. Gecikince daha çok şüphelendi. Emir Çelebi gelince, üzerindeki afyonları çıkarmasını istedi, Çelebi ’’ afyonları mesleği gereği taşıdığını ’’ söyledi ise de Padişah afyonların hepsini Hekimbaşıya yutturdu. Emir Çelebi birkaç saat içinde öldü. IV.Murad’ın bu konuda böylesine katı olmasına rağmen, yasakladığı maddeleri kendisinin kullandığı söylenir.

Evliya Çelebi (1611 – 1682), Seyahatname’ sinde, İstanbul’da afyon içenlerin ’’ dili dışarıda, çevreden habersiz, uyku içinde, kaşınıp durduklarını… ’’ yazar. Süleymaniye ve çevresinde bulunan dükkanlarda birtakım esnafın, keyif maddelerini serbestçe sattıklarını da yazmaktadır. ’’ Esnaf – ı bengciyan ’’ denilen bu dükkanların sayısını Evliya Çelebi 16 olarak gösterir. ’’ Buralarda altmış nefer çalışmaktadır… ’’ der.

III. Ahmed (1673 – 1736) devrinin ünlü minyatür ustası Levni’nin yaptığı minyatürlerin bazılarında ve bu arada Surname –i Vehbi veya Surname – i Hümayun adıyla bilinen, Lale Devrinin önemli eserinde, Şehzadelerin sünnet eğlencelerini anlatan minyatürlerin birinde, afyonkeşler ve sarhoşlar da yeralmıştır.

19. yüzyılın sonu – 20. yüzyılın başlarında yaşayan Besim Ömer Paşa (1862 – 1940) ’’ Mükeyyifat ve Müskirattan Afyon ’’ adlı eserinde, afyonun elde edilişini, etkilerini ve alışkanlıklarını anlatır. 19. yüzyıl sonlarında ’’ Düstürül Edviye ’’ (İlaç kanunu) yayınlanmış ve orada haşhaş kapsüllerinin nasıl çizildiği, hangi yörelerin afyonunun daha değerli olduğu ve morfin miktarları yazılmıştır. Haşhaş ve ondan elde edilen preparatlar birçok yolla Avrupa’ya gittikten sonra en yaygın olarak İngiliz Thomas Sydenham (1624 – 1689)’ın 1660 yılında Lavdanum’u bulmasından sonra kullanılmıştır.Sydenham, ’’ lavdanumu bulmasaydım ne yapardım, hastalara nasıl yardımcı olabilirdim ? ’’ demiştir.

Fransa’da 18. ve 19. yüzyılda esrar kullananlar gibi afyon kullananlar arasında da meşhur kişilere rastlıyoruz. Fransız Akademisi’nin kurucusu, Devlet Adamı Kardinal Michelieu (1585 – 1642), Ressam ve Gravür Sanatçısı Eugene Delacroix (1798 – 1869), ünlü Yazar Guy de Maupassant (1850 – 1893), Sürrealist akımın öncülerinden Arthur Rimbaud ( 1854 – 1891) bu arada sayılabilir. 1908 yılında Fransa’da afyonun serbest satışı yasaklandı. 1942 yılında yalnız Paris’te 1200 kayıtlı afyon bağımlısı vardı.

Böyle bir tarihi akış içinde günahları ve sevaplarıyla 20. yüzyılın sonlarına gelmiş olan uyuşturucular, hala dünyanın birçok yerinde, yaşları 15 – 20 arasındaki gençleri yok etmek amacıyla kullanılmaktadır.

MORFİN

Morfin, afyonun içinde doğal olarak bulunur. Oranı % 8 – 20 arasındadır. İlk olarak kimin bulduğu bilinmemektedir. İrlandalı Kimyacı Robert Boyle 1688 yılında afyon sakızı üzerine, çeşitli kimyasal maddeler bulunan alkollü bir eriyik döktü. Bu şekilde, afyondan daha etkili bir madde elde etti. 1804 yılında Fransız Kimyacı Armand Sequin, renksiz kristaller halindeki Morfini afyondan ayırmayı başardı. 1805 yılında, Alman Eczacı Friedrich Wilhelm Adam Serturner ( 1783 – 1841), afyondan amonyaklı bir eriyik yardımıyla Morfini ayırdı, deneyler yaptı. Uyku verme durumundan dolayı, Yunan Mitolojisindeki uyku ilahı Morpheus’dan esinlenerek ’’ Morfin ’’ adını kullandı. Bu seneden sonra çeşitli Hekimler bunu ağrı dindirici olarak denediler. 1850 yılında İngiliz Hekim Alexander Wood, Morfini deri altına enjeksiyon yoluyla kullandı ve ağrı giderici olduğunu ispatladı. Tarihe geçen ilk morfin bağımlılarını tespit eden, 1855 yılında İngiliz hekim Ashley Montagu olmuştur.

1868 yılında Genel Anestezide deri altı yoluyla denendi.Başarılı sonuç elde edilemedi. 1861 – 1865 yıllarında Amerika İçsavaşı’nda yaralanan askerlerin acılarını dindirmek için kullanıldı. Sonraları bu askerlerde başağrısı, titreme, bulantı, kusma, kasılma görülmesi, yoksunluk belirtileri olarak kabul edildi. 1870 – 1871 Alman – Fransız Savaşı’nda her iki taraf da yaralı askerlerde morfin kullandı. 1870 yılında Levinstein ilk olarak morfinomani sendromu’nu tanımladı. 1890 yılında Pichon, ’’ Morfinizm ’’ adlı kitabını yazdı. Olumsuz yönleri söylenmesine ve yazılmasına rağmen morfin hala kullanılmaktadır. Morfinmanlar, günde 1-2 gram morfini enjeksiyon yoluyla kullanmaktadırlar.

EROİN : HEROİN

Yarı sentetik bir morfin türevidir. Kimyasal formülü ’’ diasetil morfin hidroklorit ’’ tir. Sözcük anlamı ’’ cesur, kahramanca, soylu ’’ demektir. İlk olarak Alman Bayer firmasında çalışan Kimyacı Dreser tarafından 1899 yılında elde edilmiştir. Bu yeni maddenin bağımlılık yapmadığına inanılmış, bu nedenle morfin bağımlılarının tedavisinde kullanılmış, bağımlılık belirtileri görülünce bu uygulamadan vazgeçilmiştir.

Eroin türlü biçimlerde kullanılır. Aliminyum folyoya eroini barbital tuzuyla karıştırıp sererler. Aliminyum folyoyu alttan ısıtırlar. Bu sırada duman çıkar. Bu dumanı içlerine çekerler. Çıkan dumanlar, Uzakdoğu süslemelerinde kullanılan ejderha motiflerini andırdığı için, bu şekil içmeye ’’ ejderhayı kovalamak ’’ derler. Diğer bir yol ise sigaranın yanan ucuna eroin yerleştirip içerler. Sigaranın ucundaki eroin düşmesin diye sigara yukarı tutulup içildiğinden, bu şekle de ’’ uçaksavar topu ’’ diye isim verirler. Ayrıca, enfiye gibi buruna çekmek, deri altına veya damara enjekte etmek şeklinde de kullanırlar. Amerika’da daha çok enjeksiyonla alınmaktadır. Bir kaşık içine toz eroin konur ve biraz su ile karıştırılıp eritilir. Enjektör veya ucuna iğne takılmış damlalık ile, o da bulunmadığı takdirde, jilet ile kesilen damara damla damla akıtılarak kullanılır.

Türk afyonundan eroin yapmak amacıyla ilk olarak bir Japon firması tarafından şimdiki Taksim Bahçesi’nin yerinde açılan Alkaloid fabrikası 1927 yılında kapatılmıştır. Daha sonra Kuzguncuk’ta kurulan Fransız kökenli Sicco ve Eyüp Bahariye’nde kurulan Etkim(Eyüp Afyon fabrikası) 1931 yılında Hükümet Kararıyla kapatılmıştır.
Bu fabrikaların kapatılma nedenlerinin başında, eroinin bizde de uyuşturucu olarak yaygınlaşması gelmektedir. Yasal önlemlerin ciddi şekilde alınmasıyla, 1970 lerin başından beri eroin memleketimiz için sorun olmaktan cıktı gibi görünsede zehir tacirleri gençleri zehirlemeye devam etmektedirler.

KODEİN

İlk olarak 1833 yılında Bobiquet tarafından afyondan ayrılmıştır. Afyon yetiştiği bölgeye göre % 1 kadar kodein içerir. Kodein’in kimyasal formülü metil morfin dir. Kodein ile ilk klinik araştırma 1834 yılında yapılmıştır. Bu deneyi ilk yapan Barbier değişik dozlar uygulayarak, uyuşturucu, uyutucu, keyif verici ve rahatlık verici etkilerini incelemiştir. 1872 yılında Rabuteau, hastalarına, öksürüğü kesmek için kodein vermiştir. 1879 yılında Saunby, o güne kadar bilinen bütün etkilerini toplamış, bugüne kadar da bu bilgilerde bir değişme olmamıştır. Bağımlılık,günde 1-2 gram kodein alanlarda oluşur. Daha sonraki yıllarda kodein, bağımlılık yapar mı ? yapmaz mı ? diye

Tartışmalar olmuştur. 1961 yılında tekrar eskisi gibi Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından denetimli ilaçlar arasına alınmıştır.

Kodein Hekimlikte ağrı ve öksürük kesici olarak tanınmaktadır. Hafif ve orta şiddetteki ağrılara karşı ağızdan tek başına yada salisilik asit ve benzeri nonnarkotik (narkotik olmayan) bir ağrı kesici ile birlikte kullanılmaktadır. Düşük dozlarda öksürük kesici etki yapar. Uyuşturucu bağımlıları bu ilaçları yüksek dozda kullanırlar. Tedavi edici ve uyuşturucu sınırları birbirine çok yakındır.

PETİDİN (DOLANTİN – DOLONTOL – EUDOLAL – MEPERİDİN – DEMEROL….)

Total sentezle elde edilir. 1939 yılında Alman Hoechst İlaç Fabrikasında, spazm çözücü ilaçlar üzerinde yapılan araştırmalar sırasında bulunmuştur. Kasları gevşetici, daha sonra da ağrı kesici etkisi bulunmuştur. Dolantin adıyla piyasaya çıkarılmıştır. Etkisi morfinden 10 kat daha azdır. Bağımlılık vakaları Hekimler arasında yüksek olarak görülünce, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 1945 yılında ülkelerin ve Sağlık Kuruluşlarının dikkatini çekmiştir. Tedavi edici ve uyuşturucu sınırları birbirine çok yakındır. Denetim altındaki ilaçlar listesindedir.

ÇAVDAR MAHMUZU ( LSD – LSD 25 )

Çavdar mahmuzu, arpa,buğday, çavdar ve mısır gibi ürünlerde asalak olarak yaşayan zehirli bir mantardır. Çok eski çağlarda Çin’de ilaç olarak tanınan Çavdar mahmuzu, Batı’da, beklemiş tahılları yiyenlerde toplu zehirlenmeler olduktan sonra tanınmıştır. 1875, 1906, 1918 yıllarında çevdar mahmuzu’ndan çeşitli alkaloidler elde edilmiş, o tarihten günümüze kadar ilaç yapımında hammadde olarak kullanılmıştır. 1937 – 1938 yılları arasında Çavdar mahmuzu alkaloidleri üzerinde çalışan Hoffmann, LSD 25’i bulmuştur. Ancak 1943 yılında bu maddenin insan davranışı üzerindeki etkileri ortaya çıkmıştır. 1950 yılında Amerika’da Busch ve Johnson, 1953 yılında İngiltere’de Sandison, LSD’yi ruhsal tedaviye yardımcı bir araç olarak kullandılar ve gözlemlerini yayınladılar. 1959 yılında Abramson, LSD’nin ruhsal tedavide yararlı yönünü belirten bir kitap yazdı. Böylece LSD, davranış bozukluklarının, akıl hastalıklarının, özellikle Şizofreni’nin oluş nedenlerini açıklamak, beyin kimyasını incelemek için tedavide yaygın uygulama alanı buldu. 1953 yılında Amerika’daki yiyecek ve drog kuruluşlarından LSD için izin alan Sandoz Firması, 1966 yılında yine bu kuruluşa başvurarak bu ilacın kötü kullanımı ve zararları nedeniyle yasaklanmasını istedi. LSD böylece ’’ uyuşturucu madde ’’ özelliğini aldı. 1950 – 1966 yılları arasında, gizli haberalma örgütleri tarafından ’’ algı, düşünce ve duygu bozukluğu ’’ yaptığı için, ’’ beyin yıkama aracı ’’ olarak kullanıldı. Yurdumuzda LSD ile bilimsel araştırma 1958 yılında Uzmanlık Tezi olarak Prof.Dr.Özcan Köknel tarafından yapılmıştır. Etkisi, ağızdan alındıktan 2 saat sonra başlar. 6 -8 saat süreyle etkisi sürer. 24 saat sonra bütün bedensel ve ruhsal belirtiler silinir. Birkaç gün süren halsizlik ve yorgunluk yapar. LSD kullananlara göre ’’ iyi yolculuk ’’ denilen duruma Neşe, Sevinç, ’’ kötü yolculuk ’’ denilen dönemde ise Endişe, Kaygı vardır. Uzun süre LSD kullananlarda sıkıntı ve durgunluk olur. LSD kesildikten sonra günler, hatta aylar sonra LSD etkisi altında görülen belirtiler yeniden yaşanır.

PEYOT KAKTÜSÜ (MESKALİN)

Aztek peyotu adı verilen bu küçük bitki, toprak üstünde yeşil, iğne gibi yaprakları olan, dikensiz, havuç biçiminde bir köktür. En iyi cinsi Meksika’da yetişir. Eskiden Aztekler dini törenlerinde, toprak üstündeki yaprakları taze veya kuru olarak yiyip kendilerinden geçerlermiş. Daha sonraları Kızılderililer aynı amaçla kullanmışlar. Meskalin bu kaktüsün etkili maddesidir. 1570 – 1575 yılları arasında İspanya Kralı II. Philippo tarafından Meksika’ya gönderilen Saray Hekimi Francisco Hernandez, orada peyot kaktüsünü ve etkili maddesini ’’ Aztelkerin İlkel Hekimliği ’’ isimli kitabında yazmıştır. Peyot kaktüsünün içindeki alkaloidlerden bir bölümü omuriliği uyarır. Bir kısmı kalp atışını ve solunumu yavaşlatır. Bir kısmı da beyindeki çeşitli merkezlerde değişikliğe neden olurlar. Toprak altında bulunan havuç biçimindeki kök, dilimler halinde kesilip yenildiğinde 0,50 – 0,70 gr kadar meskalin vücuda alınmış olur. Sarhoşluk, esrar sarhoşluğuna benzer. Ruhsal bozukluklar ise Şizofreni’yi andırır. İlgi çekici durum ise ’’ renkli halüsünasyon ’’ dur. Bu nedenden Yerliler, Peyota ’’ gözleri büyüleyen bitki ’’ adını vermişlerdir. Meksika ve Amerika’da kullanılması yasaktır.

Hippiler bazı otlardan uyuşturucu gibi etki gösteren zehirler elde etmeye çalışmışlar ve çeşitli yollar denemişlerdir. Muz kabuklarını kavurmuşlar, ufalayıp toz haline getirmişler, ’’ Mellow Yellow ’’ ismiyle sigara içinde içmişler ve yemişlerdir. Ayrıca Hindistan cevizi yaprakları, ortanca çiçeğini ve yapraklarını çeşitli işlemlerden geçirerek sigarayla içimişler ve bunlarla avunmuşlardır. İbni Sina ’’ Kanun ’’ adlı kitabında, uykusuzluk için Marul yaprağı ve haşhaş kabuğunu kaynatıp bunun suyunu içmeyi tavsiye eder. Hehalde Hippiler bu eski kullanma yolunu haşhaşsız deneyerek ondan medet umuyorlardı.

AMFETAMİN

Bir rastlantı sonucu bulunmuştur. 1920 yılında A.B.D.’nde, solunum güçlüğü yapan astma ve benzeri hastalıkların tedavisinde kullanılan Efedrin’den daha etkili bir madde aranırken, Amfetamin bulunmuştur. 1930 yılına kadar, solunum yollarını genişlettiği sanılarak kullanılmış, bu yıldan sonra ise, beyin ve merkezi sinir sistemine olumsuz etkileri anlaşılmıştır. 1940 yılından sonra, bağımlılık yaptığı için, tedavi alanı geniş olduğu halde çok dar alanlarda kullanılmıştır. 1970 yılından itibaren iki hastalığın tedavisinde kullanılır olmuştur. Çok şiddetli uyuma isteği olan ’’ Narkolepsi ’’ hastalarında ve aşırı derecede hareketli, çevreye uyumu zor çocukların ’’ hiperaktif çocuk ’’ tedavilerinde ve Sara (Epilepsi) vakalarında yardımcı ilaç olarak kullanılır. Amfetamin kullananlarda şiddet eylemleri artar. Bağımlılık yaptığı için Türkiye’de 1978 yılında satışı yasaklanmıştır. Gece rahat çalışmak ve zayıflamak için, 1970 yılına kadar ülkemizde çokca kullanılmıştır.

ADAMOTU (ABDÜSSELAM OTU : Mamdrogoma officinarum )

Sonbaharda topraktan çıkarılır ve kurutulur. Kökü ilaç olarak hazırlayan kökçüler, çıkarma yolunu bir efsaneyle anlatırlar.

’’ Otundan tanır, etrafını kazarım. Kökü meydana çıkarırım.
Keskin bir bıçağın iki ucuna ip bağlar, bıçağı kökü kesecek
Biçimde şekilde yerleştiririm. İpin diğer ucuna aç bir köpeği bağlarım. Köpeğe yiyecek göstererek, kökü bıçak kesene kadar
Bağırtırım. Bazen köpek ölebilir. ’’

I.yüzyılda J.Flavius tarafından bu efsane yazılmıştır. Bergama havalisinde hala anlatılır. Uyutucu ve ağrı kesici olarak kullanılan adamotu, şimdi haricen, ağrılar için kullanılır. Bu kök gerçekten bir insana benzer. Kol ağrısı için kol bölgesinden kesilen kısım, kaynatılır ve suyu içilir. Baş ağrısı için baş kısmı kullanılır.

BANOTU (GAVUR HAŞHAŞI : Hyosyamus niger )

Afrika’nın Kuzeybatı kesimine özgü bilinen bu bitkinin Yemen’de de yoğun bir biçimde ekildiği ve tüketildiği öğrenil-
Miştir. Söğüt yaprağına benzeyen yapraklar çiğnenerek kullanılır. Yemen’de ’’ sadece öğleden sonraları çiğnemeye ’’ izin vardır. Hanımlar öğleden sonraları çayını yaparak içerler. Yemenliler ’’ daha aktifleştikleri için ’’ kullandıklarını söylerler. Marazi Neşe, Coşku, Taşkınlık, Bilinç bulanıklığı ve halüsünsayon yapar. Farmakolojik ve Klinik olarak henüz iyice incelenmemiştir. Fiziksel ve ruhsal belirtileri, yarattığı bağımlılık Amfetamin’e benzer. Fiziksel bozuklukları, kat bitkisinin içindeki tanen benzeri maddenin yaptığı sanılmaktadır.

Siz değerli okuyuculara benim bu yazımı sabırla okuduğunuz için yürekten teşekkür eder, sigarasız, alkolsüz ve uyuşturucu- dan uzak Sağlıklı, huzurlu ve Mutlu bir yaşam dilerim.
Sağlıklı günler dileği ile…………..

Dr.Ali AYYILDIZ
Veteriner Hekim
İnsan Anatomisi Uzmanı Dr.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Uyuşturucular" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Vet.Hek.Doç.Dr.Ali AYYILDIZ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Vet.Hek.Doç.Dr.Ali AYYILDIZ'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     3 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Ali AYYILDIZ Fotoğraf
Vet.Hek.Doç.Dr.Ali AYYILDIZ
Antalya
Veteriner Hekim
İnsan Anatomisi Uzmanı Dr.
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi6 kez tavsiye edildi
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Vet.Hek.Doç.Dr.Ali AYYILDIZ'ın Yazıları
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,977 uzman makalesi arasında 'Uyuşturucular' başlığıyla eşleşen başka makale bulunamadı.
► Antiviral İlaçlar Nisan 2020
◊ Latince Atasözleri ÇOK OKUNUYOR Aralık 2014
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


06:22
Top