2007'den Bugüne 92,262 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Psikoloji ve Bilim
MAKALE #7852 © Yazan Psk.Serpil KIZILTAŞ GÜNYÜZ | Yayın Aralık 2011 | 5,894 Okuyucu
İnsan, varoluşunun gereği olarak kendisini ve çevresini aydınlatma, tanıma, olay ve oluşumları açıklama ve karşılaştığı problemlere güvenilir çözümler arama uğraşındadır. Her problem çözümü, belli kararların alınmasını; her karar belli bilgilerin elde edilmesini gerektirir. Karşılaşılan problemin türü ne olursa olsun güvenilir çözümlerin bulunabilmesi için öncelikli olarak “doğru” kararların alınması, doğru kararların alınması içinse “doğru” bilgilerin kullanılması gereklidir. Bu ise, bilginin gerçek kaynağının ne olduğunu ve pratikte kullanırken hangi bilgi dayanaklarından yararlanıldığının bilincinde olmayı zorunlu kılar (Karasar,2004).

Birey, karşılaştığı problemleri çözmede, değişik bilgi dayanaklarından yararlanır (Karasar’ ın Ertürk, 1978; Yıldırım,1977; Kaptan, 1977; Armağan,1974; Fox,1969; Van Dalen,1962 den aktarımı, 2004). Bunlar genel olarak gelenekler ya da başka bir ifadeyle önceki uygulamalar, otorite figürleri, kişinin kendi deneyimleri ve son olarak ise bilimdir (Karasar,2004). Problemlerin çözümünü eski uygulamalarda arama sıkça rastlanan bir tutum olarak varlığını sürdürmektedir, “emsal arama” eğilimi de bu tutumun bir belirtisidir. Kimi durumlarda yeterli olabilecek bu tutumun yetersizliğini anlamak için toplumların nasıl hızla değişip geliştiğine bakmak kafi gelecektir. Problem çözmede otorite arama ise ikinci bir yol olarak karşımıza çıkar ve temelde tümdengelimci Aristo mantığı ile bütünden parçaya doğru bir düşünce etkinliği olması dolayısıyla eş tutulabilir. Üçüncü bir dayanak ise kişisel deneyimlerdir ki bu yaklaşımda birey kendi düşünce, gözlem ve deneyimleri ile bir karara gitmektedir. Bu yaşantılar sınırlı ve öznel olmaları dolayısıyla yetersizdirler. Tüm bu bahsedilen dayanaklar temelde “sağduyu”ya dayalı bir yaklaşımla sınırlıdır; bu ise insanı gördükleri ve kestirebildikleri ile sınırlı tutar. Son olarak ele alacağımız dayanak ise bilimdir. Bilime dayalı problem çözmenin en belirgin özelliği, çözümün genel, güvenilir ve insanlarca bilinen en geçerli verilere dayalı olmasıdır. Bu yaklaşımda temel bilgi, tüm insanlığın ortak ürünü olan bilimdir, bu bilgi ise ortaklaşa benimsenen ölçütlere göre, gözlenebilir (empirist yaklaşıma toplanmış) verilerden elde edilir (Karasar,2004). Aslında bir anlamda sınırlarını çizdiğimiz bu tarif dışında bilginin çeşitli tanımları yapılagelmiştir, bunlardan bazıları;


 “(Yunanca episteme, Latince scientia ‘dan) dış dünyaya, nesnel gerçekliğe ve bu gerçeklikte yer alan olgulara ilişkin, tarafsız gözlem ve sistematik deneye dayalı zihinsel etkinliklerin ortak adı. Amacı, konu aldığı alanda, genel doğruların ya da temel yasaların bilgisine ulaşmak olan bilgi kümesi. Varolan şeylerin mahiyeti ve kaynağıyla aralarındaki ilişkileri konu alan akla dayalı bilgi. Belli bir konusu olan, kabul edilmiş yöntemlere dayanılarak elde edilmiş organize ve rasyonel bilgiler bütünü. a) bizim dışımızda bir olgular dünyasının, b) bu dünyanın insan için anlaşılabilir olan bir dünya olduğu, ve c) bizim dışımızdaki bu dünyayı bilme ve anlama çabasının değerli bir uğraş olduğu inanç ya da kabullerine dayanan bilim, olgusal bir faaliyet olarak ortaya çıkar. Yani bilimsel önermelerin tümü, ya doğrudan ya da dolaylı olarak gözlemlenebilir olan olguları dile getirir. Mantıksal, nesnel, eleştirel, genelleyici ve seçici bir faaliyet olarak ortaya çıkan bilim ve bilimsel bilgi nedenlerin bilgisi olmak durumundadır; yani, bilim, dış dünyadaki olguları betimlemekle yetinmeyip, olguların nedenlerini vererek, onların niçin oldukları gibi olduklarını belirtir. Öte yandan, bilimsel bilgi öznelerarası geçerliliği olan bir bilgidir. Yani, bilimsel bilgi, insanlara harfi harfine ve gerçekten anlaşılan sözcüklerle iletilebilen bir bilgi türüdür. Yine, bilimsel bilgi doğruluğu sınanabilir, test edilebilir olan bir bilgidir. Yani, bilimsel önermelerin doğruluk ya da yanlışlıklarına, ilke olarak, kendisini uygun koşullar içinde bulan tüm insanlar tarafından karar verilebilir (Cevizci,1999).”


 “sistemli araştırma yöntemlerinin kullanılmasıyla biriktirilmiş bilgi yapısına veya bütününe bilim denir” (Arık’ ın Towsend,1953 den aktarımı,2004).



 Bilim, doğa olaylarını anlamaya, bilmeye, doğa olaylarının içindeki ‘kanunları’ bulmaya çalışır. Bu bilgi, olayların gelişme istikametleri hakkında prediksiyonlar yapılmasını sağlar (Arık,1996).


 Bilim, temelde insanoğlunun kendisini ve çevresini daha iyi tanıyıp gerektiğinde etkileyebilme, ona egemen olup kontrolü altına alma şeklindeki doğal istek ve güdüsünden kaynaklanmaktadır. Bilim, geçerliliği kabul edilmiş sistemli bilgiler bütünüdür (Karasar,2004).


şeklinde sıralanabilir. Bilim varolan şeylerin tek tek ya da ilişkiler halinde tanınması, ayrıntılı özelliklerinin öğrenilmesiyle başlar. "Anlama işlevi nedir?" sorusunun cevaplandırılmasıyla ilgili olup varolan durumun olduğu gibi resmedilmesidir. Örneğin; havaya bırakılan cisimlerin yere düşmesi, farklı şekil ve ağırlıktaki cisimlerin farklı hızlarla yere düşmesi gibi özelliklerin tespiti anlama işleviyle ilgilidir.

Gözlenenlerin oluş nedenleri her zaman insanların merak konusu olmuştur. Bu "niçin?" sorusuyla yönlendirilen açıklama işlevidir. Bilgi üretme açısından bilimin en üst işlevi açıklamadır. En geniş açıklamaya kuram denir. Nedensel ilişkilerin bulunması ve kuram geliştirmeye yönelik araştırmalar , bilimin açıklama kısmına hizmet eder. Örneğin; cisimlerin yere düşmesinin yer çekimiyle ilişkilendirilmesi açıklamayla ilgilidir. Tarifini yapmış olduğumuz bilimin kullandığı yol ise bilimsel yöntem adını alır ve şöyle tariflenebilir:

 Amacı evreni anlamak ve açıklamak olan bilimin, bu amacına ulaşmak için izlediği yol. Klasik görüşe göre, bilim evreni anlama ve açıklama çabasında, olguları betimleme ve açıklama yoluna başvurur. Öyleyse bilimsel yöntem, bilim adamlarının ortaklaşa olarak kullandıkları söz konusu betimleme ve açıklama yollarını kapsayan bir süreçten başka bir şey değildir. Bu süreç birtakım adımlardan geçerek gerçekleşir. İlk olarak, betimleme aşamasında, araştırma konusu olan olgular ve bu olgular arasındaki ilişkiler belirlenir, bunlar sınıflanır ve kaydedilir. Şu halde, betimlemede, öncelikle bilimsel araştırmanın ilk adımı olan gözlem söz konusudur. Burada, araştırmacı verileri gözlemlerken ve kaydederken, olabildiğince önyargısız olmak durumundadır. Gözlemde, öznel algı farklılıklarını ortadan kaldırmak, gözleme dakiklik ve güvenilirlik kazandırmak ve araştırmayı nesnel hale getirmek için, birtakım araçlar da kullanılabilir. Bu durum, bilimsel yöntemde, gözlemi deneyin izlediği anlamına gelir. ikinci aşama olan açıklama aşamasında ise, birinci aşamada betimlenmiş olan olgular, olguların birbiriyle olan ilişkilerin ifade eden genellemeler ve bazı temel kavramlar aracılığıyla daha açık ve anlaşılır hale getirilir. Öyleyse, bilimsel yöntemde, yalnızca olguların betimlenmesi ve sınıflanması söz konusu olmaz. Bilimsel yöntem, buna ek olarak olguların nedenlerine iner. Yani, bilimsel yöntem kullanıldığı zaman, olgular açıklanır. Bu amaçla da hipotez ya da hipotezler oluşturulur. (…) Bu hipotezlerden olgusal olarak sınanabilir sonuçlar çıkarma ve söz konusu sonuçları birtakım yeni gözlem verileri ile karşılaştırma işlemine de doğrulama adı verilir(Cevizci,1999).”


Bilimsel yöntemin temel prensiplerinin başında, herkes tarafından gözlemlenebilecek olgulara dayanılarak izahlara varma mecburiyeti gelir. Bir diğer prensip ise çözümlenebilir veya test edilebilir problemlerle uğraşmasıdır. Buna göre tüm iddialar, teoriler, önermeler test edilmeli ve tekrarlanabilir olup olmadıkları kontrol edilmelidir. Oysa ki 19. yy sonlarına kadar felsefeciler insan doğasını ve bütün doğayı inceleme yolu olarak düşünceyi, sezgiyi kullanmaktaydılar. Psikoloji ise problemlerini çözmek için bilimsel yöntemi kullanmış, bu yolla doğaya yaklaşışı ise onu felsefeden ayırmıştır (Arık,1996).


İnsan bilgisinin kaynağının ne olduğu, düşünürleri, özellikle de felsefecileri yüzyıllar boyunca uğraştıran bir konu olagelmiştir (Karasar,2004). Bu bağlamda sıra felsefenin ne olduğu sorusuna geliyor. Bu soruya Cevizci’ nin (1999) yanıtı ise şöyle:


“Felsefe, Yunanca ‘seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum’ anlamına gelen phileo ve ‘bilgi, bilgelik’ anlamına gelen sophia sözcüklerinden türeyen terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplin. Buna göre, felsefe Yunanlılar için ‘bilgelik sevgisi’ ya da ‘hikmet arayışı’ anlamına gelmiştir. Başlangıçtaki bu özgün anlama göre, her türden bilimsel araştırmacıya filozof adı verilmiştir. İlk zamanlarda tüm bilim ve disiplinleri içeren felsefe, daha sonra kendisinden ayrılan tüm bilim ve disiplinlerden, konusu ve yöntemiyle ayrılır. Buna göre, felsefenin konusu ‘nihai ve en yüksek şeyler’, genel olarak varlık, bir bütün olarak evrenin kendisini ya da insanın eylemlerini, yaşamını ve yazgısını en temelli bir biçimde etkileyen şeylerdir. Varlığı bir yönüyle ya da belli bir bakımdan ele alan bilimlerden farklı olarak felsefe, varlığı bir bütün olarak ele aldığı, varlığı varlık olarak incelediği, olanı betimleyen bilimlerden farklı olarak olması gerekene yöneldiği için, konularına uygun düşen yöntem ya da yöntemleri kullanır. Buna göre, felsefenin konuları arasında yer alan şeyler, duyuların ya da duyusal kavrayışın çok ötesinde kaldığı için, felsefe duyuları kullanmaktan özenle kaçınır. Felsefe saf düşünceye, refleksiyona dayanır ve a priori bir araştırmadır. Buna göre, felsefe bir kavram analizinden oluşur ya da kavramsal analiz temelleri üzerinde yükselir. Öte yandan, felsefe ulaştığı sonuçları kanıtlamak için, belirli ve kesin birtakım işlemler ya da yöntemler kullanmaz. Öte yandan, bilim dünyada yer alan şeyleri betimlerken, felsefe onları sınıflar. Bilim, bilgi verirken, felsefe bilginin ne olduğunu, neyi ve nasıl bilebileceğimizi araştırır. Öyleyse, felsefe varolan şeylerle ilgili olarak akla dayalı bir açıklama sağlar; bilimlerin ayrı ayrı ele aldığı olgu sınıflarının tümünü birden açılayacak genel ilkelere ulaşmaya çalışır. Bu anlamda felsefe, varlığın ilk ilkelerinin bilimidir. Özel bilimlerden kazanılan tüm bilimlerin eleştirisini ve sistematizasyonunu gerçekleştiren en genel bilim, bilimlerin bilimidir. Ve nihayet, felsefe insanın yaşamını, değerlerini ve amaçlarını sorgulayan, bu alanda insan yaşamının ve eylemlerinin kendilerine dayanacağı genel ilkelerin bilgisidir. Felsefe bir faaliyet, bir düşünce faaliyetidir. İnsanın soru sorabilme yeteneğine dayanır ve bu bağlamda, o belirli türden sorular hakkında belirli bir türden düşünme faaliyetidir. Felsefeyi tüm diğer disiplinlerden ayıran en önemli özelliği, felsefenin bu türden sorular üzerinde düşünürken, mantıksal argüman ya da akıl yürütmeye dayanmasıdır. Buna göre, filozoflar, bu mantıksal akıl yürütmeleri ya kendileri yaratırlar ya da başkalarının akıl yürütmelerini eleştirirler. Filozoflar, aynı zamanda bu akıl yürütmelerin temelinde bulunan kavramları analiz eder ve açıklığa kavuştururlar. Filozoflar, insan yaşamını ilgilendiren her şey hakkında akıl yürütebilir, her şeyi felsefi bir problem konusu yapabilirler. Filozoflar, örneğin bizim apaçık doğru olduklarına inandığımız inançlarımızı sorguya çekerler. Yaşamın anlamını meydana getirdiğini söylediğimiz temel sorular üzerinde dururlar. Dinle, Tanrı’nın varoluşuyla, doğru ve yanlışla, dış dünyanın varoluşuyla, bilginin kaynağı ve sınırlarıyla, bilimle, sanatla ve daha birçok konuyla ilgili sorular üzerinde akıl yürütüp, bu sorulara genel geçer ve nesnel yanıtlar getirmeye çalışırlar. İnsanların çoğu, temel inançlarını sorgulamaz. Örneğin, insan öldürmenin niçin yanlış olduğu, insanların niçin vergi vermeleri gerektiği, ortalama insan tarafından üzerinde pek fazla düşünülmemiş olan sorulardır. Kim ve ne kadar vergi ödemelidir? Vergi ödemenin amacı nedir? Bunlardan her biri felsefi sorudur ve bizi hemen adaletin ne olduğu konusuna götürür. Aynı şekilde, ‘İnsan öldürmek her durumda ve her koşul altında yanlış mıdır?’ soruları da, felsefi sorulardır. Felsefe, işte bu türden sorular üzerinde düşünmenin sonucu olan bilgelik ya da disiplindir.”


Felsefeden ayrılan bilim dallarından biri olarak psikolojinin ne olduğu ise şöyle açıklanabilir:


 Bir bilim olarak psikoloji, ilk bakışta basit gibi gözükse de, tanımlanması oldukça zor bir alan. Ancak insan ve hayvan davranışlarını inceleyen bilim dalı şeklinde çok genel bir tanım verilebilir. Burada davranışın, salt gözlenebilir davranış olmadığını, davranışla ilgili veya davranışın altında yeten her türlü olguyu, süreci de içine aldığını belirterek tanımı genişletmek gerekir. Öğrenme, algı, duygular, zeka, bilişsel süreçler, fizyolojik-biyolojik ihtiyaçların davranışa yansımaları, bireylerin birbiriyle etkileşimi, vb. psikolojinin başlıca ilgi alanlarıdır. Tanımının bir getirisi olarak, psikoloji, antropoloji, sosyoloji, felsefe, biyoloji, genetik, tıp gibi diğer birçok alanla iç içe geçmiştir ve her birisinden yararlandığı gibi, onlara önemli katkılarda da bulunur (Budak,2003).


 Türk Psikologlar Derneği’ nin tanımına göre ise psikoloji, insan ve hayvan davranışlarıyla ve bilişsel süreçleriyle ilgilenir, biyolojiden sosyolojiye kadar uzanan oldukça geniş kapsamlı bir alandır. Bir meslek olarak ise psikoloji, psikoloji bilgilerinin insan sorunlarını çözmek için kullanılmasıdır. Bu bilginin kullanılması psikolojinin alt alanlarına göre değişmekle birlikte dili iyi kullanma, araştırma, istatistiksel analiz ve empati gibi bazı özel beceri ve yetenekleri gerektirir. Psikoloji oldukça geniş bir alandır. Bu alanda öğrenim gören ve yetişen psikologlar temel ve uygulamalı alanlarda araştırma yaparlar, toplumdaki örgütlere ve diğer kurumlara danışmanlık hizmeti verirler, bireylere tanı koyar ve tedavi ederler, lise ve üniversitelerde psikoloji öğretirler, çeşitli testler kullanarak zekayı ve kişiliği ölçerler, davranışları ve bilişsel işlevleri değerlendirip gerekli durumlarda yardımcı olurlar. Bireylerin hem birbirleri ile hem de makineler ile nasıl ilişki içine girdiklerini araştırıp, bu ilişkileri iyileştirmeye çalışırlar. Psikolojide çalışma alanlarının hem sayısı hem de etkinliği gün geçtikçe artmaktadır. ABD’de yapılan bir öngörüye göre psikoloji, 2005 yılına kadar en hızlı gelişen üçüncü alan olacak ve bir kaç 10 yıl içinde de bu gelişme sürecektir. Toplumdaki sorunların çoğunluğunun insan davranışıyla ilişkili olduğu düşünülürse psikolojinin çok fazla sayıda çalışma alanı olduğunu görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Örneğin uyuşturucu kullanımı, kişisel ilişkilerdeki güçlükler, sokakta ve evde şiddet, kendi sağlığımıza ve çevremize zarar veren davranışlarımız gibi bireysel ve toplumsal sorunlar, psikologların ilgilendikleri sorunlar arasındadır. Psikologlar, bilimsel yöntemle bilgi toplama, bilgiyi analiz etme, önleme ve müdahale stratejileri geliştirme gibi yollarla sorunların çözümüne katkıda bulunurlar. Büyük toplumsal değişimlerin yaşandığı ve farklı kültürleri içeren ülkelerde toplumsal değişimin birey üzerindeki etkilerini ve kültürel farklılıkları anlamada kullanılacak önemli bilgi ve becerileri ortaya koymaktadırlar. Bunların yanı sıra öğrenme ve bellek konularındaki araştırmalarda kaydedilen gelişmeler ile beden ve ruh sağlığının iç içeliği Psikoloji bilimini her zamankinden daha ilginç bir hale getirmektedir. Psikoloji insan ve hayvan davranışını anlamamızı sağlayan hem bir araştırma, hem de insana ait sorunların çözüldüğü bir uygulama alanıdır. Psikolojinin en önemli özelliklerinden biri de bilimin uygulama ile birlikte yer alması ve ikisinin birlikte ilerlemesidir.


 “Psikoloji 1) ruh bilimi. Psişik olayların, ruh ya da zihinle ilgili fenomen ve olayların bilimi. Zihnin yapısını, işlevlerini konu alan araştırma dalı. Ayrıca 2) bir birey ya da kişiyi ya da belli kategoriden insan varlıklarını başkalarından ayıran karakter özelliklerinin ya da psişik olayların bütünü. Zihni konu alan, zihinsel yaşamın bilimi veya davranış bilimi olarak tanımlanan psikoloji, yaklaşık yüzyıllık bir bilim olup, felsefeden ve tıptan yoğun olarak etkilenmiştir. Buna göre, felsefeden zihin, irade ve bilgi ile ilgili problemleri miras alan psikoloji, tıptan gerçekleştirilene, düşünülen ve hissedilene ilişkin açıklamanın, biyoloji ve fizyolojinin terimleriyle ifade edilmesi gerektiği görüşünü almıştır. Algı, öğrenme, güdülenme, zeka ve kişilik gibi konular üzerinde yoğunlaşan psikoloji, başlangıçta genel yönelim itibariyle pozitivist bir karakteristik taşımış ve daha ziyade insan davranışının açıklanmasında içsel faktörlerin önemini reddedip, çevrenin etkisini vurgulayan davranışçılık genel paradigmasına bağlı olarak deneysel bir nitelik arz etmiştir. 1960’lı yıllardan itibaren yavaş yavaş bilişsel yaklaşımlara da yer vermeye ve içsel kapasitenin önemini kabul etmeye başlayan psikolojide özellikle Anglo Amerikan psikoloji anlayışında deneysel ve pozitivist eğilimler hala hakim durumdadır. Günümüzde çok yönlü ve ayrıntılı olduktan başka birbiriyle karşılıklı bir ilişki içinde bulunan psikoloji konularını farklı bakış açılarıyla ele alan belli başlı yaklaşım ya da psikoloji okulları şunlardır: Bilincin temel öğelerini ve içeriklerini sistematik bir tarzda içebakış yoluyla araştıran yapısalcılık, zihnin temel faaliyetleriyle ilgili olan işlevselcilik (fonksiyonalizm), bütünü ve bütünle ilgili özelliklerin önceliğini vurgulayan ve bütünün hiçbir şekilde öğelerine parçalanamayacağını iddia eden Gestalt psikolojisi, öznel deneyimin değil de, yalnızca nesnel davranışın incelenmesi gerektiğini savunan davranışçılık, ve bilinçli,bilinçsiz tüm ruhsal fenomenleri yöneten, belirleyen güçleri, motifleri araştırma amacı güden psikanaliz (Cevizci,1999).”



Kaynakça


Arık, i. A. (1996), Motivasyon ve Heyecana Giriş, Çantay Kitabevi, İstanbul


Arık, i. A. (1998), Psikolojide Bilimsel Yöntem, Çantay Kitabevi, İstanbul


Budak, S. (2003), Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara


Cevizci, A. (1999), Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul


Karasar, N. (2004), Bilimsel Araştırma Yöntemi, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara


Türk Psikologlar Derneği, Psikoloji nedir? (internet) mevcut olduğu adres http://www.tpd.org (veri tabanına danışılan tarih, 04/11/2005)
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Psikoloji ve Bilim" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Serpil KIZILTAŞ GÜNYÜZ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Serpil KIZILTAŞ GÜNYÜZ'ün izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     Beğenin    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Serpil KIZILTAŞ GÜNYÜZ'ün Yazıları
► Çarpık Bilim Psk.Üstün ÖNGEL
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Psikoloji ve Bilim' başlığıyla benzeşen toplam 16 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Elalem Ne Der? Kasım 2013
► Ms (Multıpl Skleroz) Ekim 2013
► Alkolle Gelen Şiddet Ocak 2013
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


17:47
Top