2007'den Bugüne 92,260 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Bilimsel Tekele Eleştiri ve Doğu ile Batı Kültürünün Sorunlara Bakışı
MAKALE #8028 © Yazan Psk.İzzet GÜLLÜ | Yayın Ocak 2012 | 4,998 Okuyucu
BİLİMSEL TEKELE ELEŞTİRİ VE DOĞU İLE BATI KÜLTÜRÜNÜN SORUNLARA BAKIŞI

BİLİM DEMEK YÖNTEM DEMEKTİR

Bilim bir amaç değil, araçtır. Bilim sadece ilkeleri olan bir yöntemin adıdır. Belli bir yöntemi uygulayan işlemlere bilimsel denilir. Bilim bir gerçeği belli bir yöntemi takip ederek ortaya çıkarma çabasıdır.

Bu anlayışın zaman içinde egemen hale gelmesi sözkonusu yöntemi tabulaştırmış, başka yol ve yöntemlerle ulaşılmış bilgilerin mutlaka sahte ve yanlış olması gerekiyormuş gibi bir algının doğmasına neden olmuştur. O yüzden günümüzde pratik olarak işe yaradığı apaçık bir gerçek olan bazı bilgi, bulgu, ürün ve de yöntemlere sırf “bilim tezgahından” geçmedi diye yalan, yanlış, hurafe ve saçmalık etiketi vurulabilmektedir.

GERÇEK BİLGİYE GÖTÜREN TEK YOL BİLİM DEĞİLDİR

Oysa yer yüzünde gerek eskiden gerekse günümüzde, sağlık ve hastalık olguları da dahil olmak üzere hemen her konuda birbirine taban tabana zıt yaklaşımlar ve uygulamalar mevcuttur. Mesela uzak doğu ve Çin kültüründe hastalıklara ve tedavi yollarına ilişkin yaklaşımlar çağdaş Batı anlayışından son derece büyük farklılıklar gösterir. Uzak doğu tıbbı daha geleneksel ve ampirik uygulamaların hakim olduğu bir alandır. Bir yerde okuduğum bilgiye göre halen Çin dışarıdan ilaç ithal etmemektedir. Daha çok geçmişin izleri peşinden giden, geleneksel uygulamaların baskın olduğu uzak doğu ve Çin tıbbındaki bilgilerin anladığımız manada bilimsel olan yol ve metotlarla edinilmediği aşikardır.

Bir konuda birbirine zıt anlayışların ve uygulamaların olması görüldüğü üzere ortaya birbirinden tamamen farklı sonuçlar çıkarmamaktadır. Diğer bir anlatımla tıpta çağdaş Batı algısına ve uygulamasına sahip olmamak uzak doğu toplumlarının hastalıklardan kırılması, her hasta olanın kısa sürede patır patır ölmesi sonucunu doğurmamaktadır. Bu toplumların da diğer dünya toplumlarıyla aynı düzeyde, hatta çoğundan çok daha sağlıklı ve zinde olduklarını söylemek bile mümkündür.

HER ALANDA BİLİMİ TABULAŞTIRMAK GELİŞİMİ YAVAŞLATIR

Bu gerçek eldeki yöntem ve metotları tabulaştırmamak gerektiğini, birçok yol ve yöntemle de benzer, hatta çok daha başarılı sonuçlara ulaşılabileceğini gösterir. Her konuda illa ki “bilimsel metot” denilmesindeki tuhaf ısrarını, “Her gelişmeyi biz takip edelim, her bilgiye ulaşma çabası mutlaka bizim tezgahımızdan geçsin, tüm üretim ve buluşlar bizim kontrolümüzde olsun” deme kartelciliği olarak değerlendiriyorum. Süreci ve ardından gelen “patent, lisans hakları” vs. ayrıcalıkları bir bütün olarak düşününce böyle değerlendirmek fazla gerçek dışı olmasa gerektir!

Ortaya çıkarılmış yeni bir ürün yahut icat edilmiş farklı bir yöntem düşünün ki oluşumu safhasında hiç bir bilimsel yöntem ve ilkeler uygulanmamış. Ancak uygulamadaki sonuçlarına bakınca son derece işe yaradığı, iyi sonuç verdiği görülüyor. Sözgelimi uygulandığı 1000 kişinin tamamına yakınında olumlu sonuç alınabiliyor. Bu durumda ne yapacağız? Belli başlı laboratuarlarda imal edilmedi, bir dizi standart aşamadan – süreçten geçmedi diye bu faydalı sonucu -tüm insanlığın faydasını arka plana itmek pahasına- yok mu sayacağız?

BİLGİ ÜRETİMİNDE SÜREÇ DEĞİL, SONUÇ ÖNEMLİDİR

Oysa bir ürünün yahut yöntemin bilimselliğinden kasıt hangi aşamaları geçip geçmediği değil; pratikte fayda sağlayıp sağlamadığı olmalıdır! Fayda sağlayıp sağlamamamın tek ölçüsü ise uygulamadaki sonuçtur! Aksi ve halihazırda yaygın olan durum yeni ve daha etkili ürünlerin / yöntemlerin gelişimini belli yerlerle ve ellerle sınırlayıcı bir tekel (kartel) işlevi görmektedir.

Evet, çünkü bu yerleşik algı ve uygulama sonunda yeni ürün ve yöntem bulma işi belli alanlara hapsolmakta, tüm toplumları ilgilendiren bu mühim çaba az sayıdaki kişinin bilgi ve yeteneğiyle sınırlı bir profesyonel iş haline gelmektedir.

Oysa birçok teknolojik buluş bu işin profesyonellerince değil, dışarıdaki amatörlerin kişisel çalışma ve gayretleriyle (bilimsel bilgi ve teknik malzeme yoksunluğuna rağmen) ortaya konulmaktadır. Bu olmazsa olmaz tezgahlardan geçme zorunluluğu dışarıdaki binlerce insanın bu tarz üretimlere dönük birikimlerinin yeni gelişmelere imza atabilmek için bir mana ifade etmemesi sonucunu doğurmaktadır. Bu bir bakıma, “Belli laboratuarlarda ve atölyelerde çalışmayan hiç bir kimse bir üretim ve buluş yapamaz, yapmamalıdır da” demenin, yani bilimsel tekel oluşturmanın diğer bir adıdır!

Halbuki ekonomide tekelcilik ekonomik gelişimi, bilimde tekelcilik de bilimsel gelişmeleri sınırlar! Ayrıca bu tekelci kartel anlayış üretilen yöntemlerin tabulaştırılması sonucunu da beraberinde getirmektedir.

EN DOĞRU ÖRNEK: TEKNOLOJİ ALANINDAKİ UYGULAMALAR

Sözgelimi teknoloji alanında bir işçi kendi imkanlarıyla bir motor icat eder. Sonra bu motorun işlevselliğini ve özgünlüğünü ispat eder, gider patentini alır. Bazı firmalar bu makine ile ilgilenir, uygun görürlerse lisanslı üretim hakkını elde ederler. Sonra seri üretime geçerek insanlığın hizmetine sunarlar! Yani bu buluşu yapan kişinin unvanına, üretirken hangi bilimsel metotları kullandığına, hangi zorunlu araştırma safhalarını geçtiğine bakmazlar; sadece ortaya çıkan ürünün nitelikleriyle ilgilenirler.

Aynı akılcı süreç / işleyiş tıbbi ilaç dışında kalan (çünkü ilaçlar kimyevi ajanlardır, yan etkileri asıl faydalarından daha tehlikeli olabilir. O sebeple kontrollü ortamlarda ve belli aşamalar halinde üretilmeli ve geliştirilmelidir) tüm bilimsel araştırma ve geliştirme alanlarında geçerli olmalıdır.

BİLİMSEL TEKELCİLİK ÇELİŞKİYE YOL AÇAR! EN GÜZEL ÖRNEĞİ: PSİKOLOJİ

Sözünü etmeye çalıştığım bilimsel tekelcilik tutarsızlığı da beraberinde getiriyor. Bunu doğrulayan en güzel örnek psikoloji gibi bazı sosyal bilim dallarındaki çifte standartlı uygulamalardır. Bir bilim dalı olmasına karşın psikoloji Freud, Adler vb. kişilerin bilimsel metotlarla açıklanamayan görüşlerini bilim dalı içersinde ele alabilmekte, hatta bilim yuvalarında ders olarak okutabilmekte; ancak Gazali, Mevlana gibi kişilerin aynı konulardaki benzer, belki de daha ileri sayılabilecek görüşlerini ve ortaya koydukları teknikleri / önerileri ise bilimsel saymayarak elinin tersi ile itebilmektedir. Freud’un kişisel psikolojiye dair gözlem bulguları ve edindiği görüşleri bilimdir de Mevlana’nınkiler neden değildir!

KENDİ FELSEFİ YAKLAŞIMINI BİLİM ADI ALTINDA KIYMETLENDİREREK PAZARLAMA VE HER SAHAYI KAPİTAL BİR KAR NESNESİ HALİNE GETİRME

Bu yazıda anlatılmaya çalışılan ve,

1. Bilimselliği tek yöntem olarak tabulaştırma ve doğası uygun mu değil mi bakmadan her alana aynı ölçütleri dayatma, (Kimya ile psikolojiyi aynı pozitif bilimsel ilkelerle ele alma, açıklama çabası vb.)

2. Bilimsel bir süreç içinde gelişmediği halde işine gelen görüşleri / önerileri bilimsel sayıp kutsama; işine gelmeyeni “bilimsel değil” etiketiyle kıymetsizleştirip alan dışında tutma çifte standardı psikososyal sorunlara yaklaşımımızı da etkilemiştir.

BATININ MÜCADELE DENEYİMLERİ VE AĞIRLAŞAN KAPİTAL KOŞULLAR BU YOLU ÖĞRETTİ

Batıda geçerli olan, “Bilim” tartışılmaz etiketi altında pazarlanan ve aslında felsefe olduğu çok açık olan yaklaşım şekli, “Önce sorunlara isim koy, sonra da çözerek kurtul” metodudur. Aynı gerçeğin doğudaki, özellikle de bizim kültürümüzdeki karşılığı, “Her sorun bir derttir esasında; kurtulmaya değil sabretmeye bak” anlayışıdır. Ancak yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi onların felsefesi bilim; bizimkiler ise kıymetsiz bir kişisel görüş değeri görmektedir!

Görünen çözüm tek çözüm değildir kuşkusuz. Bir köye tek bir yerden değil; bir kaç yoldan ulaşılabilir! Görüldüğü üzere adına kısaca “dert” diyebileceğimiz psikososyal sorunlara batı anlayışı özetle, “Mücadele et ve kurtul”; doğu kültürü ise, “Sabret, zaten geçecek” şeklinde çözüm üretmektedir.

Batıda ortaya çıkan ve tüm dünyayı esir alan, aksi görüşlerin isabetli olabileceği olasılığına ihtimal dahi vermeyen bu yaklaşımı doğuran kişilerin bilinçaltında batı kültürünün bazı coğrafyaları mücadele ederek ele geçirmesi / sömürgeleştirmesi ve doğu akınlarından da (Osmanlı vb) savaşarak kurtulma uygulamalarının etkisi olabileceğini düşünüyorum! Yine bu algılamada erken dönemde sanayileşen batının ortaya çıkan ekonomik sorunlardan sürekli bir şeyler yaparak kurtulabilme pratikleri / deneyimleri de rol oynamış olabilir! Belki de bu metotla ifade edilen felsefenin altında çözme işinin eninde sonunda profesyonel yardım gerektirmesi ve bunun ekonomik bir değer olarak karlı olması beklentisi de yatabilir, kim bilir!

Acaba Batı doğa bilimleri için geçerli olan yöntemleri sırf adı “bilimsel” diye sosyal bilimlere de uygulaması gibi savaşla öğrendikleri, ekonomi ile pekiştirdikleri doğruları psikososyal sorunlar alanına mı transfer etmiştir?

DOĞRU YAKLAŞIM “ÇÖZMEK” OLURSA O ALAN KAR NESNESİ HALİNE GELİR

Sabretmek için kişinin iradesi, içinde yaşadığı kültürün öğrettikleri, en fazla da eşinin dostunun ücretsiz desteği yeterlidir. Ancak her sorunun bir adı varsa, bu adı olan sorunlardan kurtulmak gerekiyorsa ve bu ancak çözerek mümkünse bu sorunların kısa sürede dışarıdan profesyonel yardım talep etmekle sonuçlanması, talebin de kısa sürede arzı yaratması kaçınılmaz olacaktır. Belki de asıl ve yegane gerçek hedef budur!

DOĞU VE BATI KÜLTÜRÜNÜN DERTLERE BAKIŞI

Batının adına kısaca “dert” diyebileceğimiz sorunlara bakışı yukarıda özet halinde ele aldım. Bunların kısaca;

1.Her derde bir isim takmak,
2.”Ancak çözerek kurtulabilirsiniz”, yani “yardım almalısınız” felsefesini en zorunlu bilimsel gerçekmiş gibi sunmak, her fırsatta bunun propagandasını yapmak,
3. Böylece bunu en kesin gerçek olarak bellemiş sorgusuz profesyoneller yetiştirmek,
4.İstisnasız her alanı kapital bir kazanç nesnesi haline dönüştürmek, daha çok kar elde etmek olduğunu anlatmaya çalıştım.

Oysa bizim inanç ve geleneksel kültür kodlarımız dert olgusuna son derece farklı bir yaklaşım gösterir.

Kültürümüze göre adı o, bu ya da şu olabilen ve adına kısaca dert diyebileceğimiz tüm sorunlar aslında göründüğü gibi kötü yaşantılar değildir; hatta ruhları olgunlaştırıcı bir işlev görür. O yüzden zaman zaman yaşamımıza misafir olur, bir süre yaşanır, miadını doldurunca da çeker ve gider. Burada dikkatlerimizi çeken temel gerçekler şunlardır:

1.Hiç bir dert göründüğü gibi olumsuz bir yaşantı biçimi değildir. Hem dünya imtihanının sırrıdır hem de demiri döven tokmaktır, yani ruhen olgunlaştırır!
2. O yüzden zaman zaman gelir; davetsiz de olsa sonuçta misafirdir!
3.Bir süre yaşanır, süreç işidir!
4.Süresi / ömrü dolunca çeker ve gider!

Dikkat: Bu kültür, "Sabret, zaten gidecek olan bir misafirin boş yere kahrını çekme" der. Yaşarken “öldüm, bittim” dediğiniz ancak bir süre sonra kendiliğinden geçen nice dertleri hatırlayın. Bu dertlerden sonra ruhen nasıl bir hale geldiğinizi, insanlara ve hayata nasıl baktığınızı da.

Batının ve belirlediği modern algının aynı tabloya bakışı yukarıdakiyle taban tabana zıttır! Onlara ve empoze ettikleri “bilimsel” ilkelere göre;

1.Her dert / sorun kötüdür, anormal bir durumdur!
2.Kötü olduğu için hiç yaşanmamalıdır!
3.Madem hiç yaşanmaması gereken bir dert yaşanıyor, hiç olmazsa bu yaşantıdan derhal kurtulmak lazımdır!
4.Kurtulma çabası profesyonel yardım gerektirir, bu başka türlü mümkün değildir!

Dikkat: Çağdaş Batı anlayışı, "Sorununun adı şudur, kurtulmak için ise çözmek gerekir" diyerek beynimizi doğası zaten kalıcı olmayan (hiç bir ateş ilelebet yanmaz) sorunlar üzerine kilitler. Sonra da kendi algımızla ortaya çıkardığımız bu kilidi ürettiği yöntemlerle çözmeye çalışır. Yardım aldığınız halde bir türlü geçmeyen, biri geçse bile hemen diğeri başlayan, her yağmurdan kurtuluşun adeta doluyu davet ettiği deneyimlerinizi anımsayın!

Not: İlerleyen dönemde bu konu ayrıntılı olarak ele alınmaya devam edilecek…

Psikolog
İzzet Güllü

Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Bilimsel Tekele Eleştiri ve Doğu ile Batı Kültürünün Sorunlara Bakışı" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.İzzet GÜLLÜ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.İzzet GÜLLÜ'nün izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     3 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
İzzet GÜLLÜ Fotoğraf
Psk.İzzet GÜLLÜ
Sakarya (Online hizmet de veriyor)
Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi18 kez tavsiye edildiİş Adresi KayıtlıTavsiyeEdiyorum.com'u sıkça ziyaret ediyor.
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.İzzet GÜLLÜ'nün Yazıları
► Terapi İçin Bir Eleştiri Psk.Huriye TAK
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Bilimsel Tekele Eleştiri ve Doğu ile Batı Kültürünün Sorunlara Bakışı' başlığıyla benzeşen toplam 17 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
◊ Bir Veda Yazısı Haziran 2018
◊ Bu Yazıyı İyi Anla ÇOK OKUNUYOR Haziran 2018
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


18:10
Top